Yazan&Yayınlayan: Daisy
Oyuncular: Keiko, Kyujun, Jae-Wook, Ji-won, Ha-Rim
Bölüm Sayısı: 30
Not: Avril Lavigne- When you're gone parçasını açıp 8
saniye geçtikten sonra okumaya başlamanız tavsiyemdir.
SPONTANE [28. BÖLÜM] Kulaklıktaki ses iki saniye için kesildi ve diğer şarkı başladı. When You’re
Gone…
‘Daima kendime ayıracak zamana ihtiyacım olurdu.
Burada ağladığımda sana ihtiyacım olacağını düşünemezdim.
Ve günler yıllar gibidir ben yalnızken…’
Amerika’ya gitmek istiyorum.
Yalnızca istemek değil, neden çoktan gitmemiş olduğunu anlayamadığı karşı
konulmaz bir dürtü hissediyordu, Keiko. Sorun ise bunu söyleyeceği anda
annesinin ve diğerlerinin deliye dönecek olmalarıydı. Neler söyleyeceklerini
duyar gibiydi: Japonya’da kalmalısın; çünkü kökenlerin, ailen burada.
Sevildiğin yer burası, çevrende seninle ilgilenen insanlar var...
Ne kadar uzun süre ve ne kadar yüksek sesle protesto ederlerse etsinler, bu
düşünce genç kızın beynine el koymuş durumdaydı: Amerika’ya gitmek zorundayım.
‘Uzaklara gittiğinde, attığın adımları sayarım.
Sana şu an ne kadar çok ihtiyacım olduğunu görebiliyor musun?’
Gözlerini kapatıp bunları düşünmemeye çalışırken bir anda kendini karanlık,
gürültülü ve acı verici bir anının içinde buldu. Kirpiklerini ayırdığında
çiçekler hâlâ güzel, çimenler hâlâ yeşildi ama kalbi yerinden çıkacakmışçasına
çarpıyordu ve nefes alamıyordu.
‘Gittiğinde,
Kalbimin tüm parçaları seni özler.
Gittiğinde,
Tanımak için geldiğimdeki yüz ifadeni de özlerim.
Gittiğinde,
Duymaya ihtiyacım olan kelimeler
Daima kötü bir günü geçirmemi sağlar.
Bunu başarıyorsun, seni özlüyorum…’
Bu nefes alamamalar bir ay önce başlamıştı. Ağrı kesicilerin etkileri ise
artık yavaş yavaş yok olmuş ve ardında sadece Keiko’yu hatırlamak istemediği
‘an’lara sürükleyen bir huzursuzluk bırakmıştı.
‘Senin her zaman bilmeni istediğim şey,
Yaptığım her şeye kalbimi ve ruhumu verdim.
Zorlukla nefes alıyorum, senin burada benimle olduğunu hissetmeye ihtiyacım
var…’
Oysaki tam burada, şuanda bulunduğu yerde aşkını itiraf etmişti Keiko. En
içten, en gerçek, en karşıkonulmaz duygularla...
•
✰•Geri
Bakış •
✰•
“Peki bu kadar çekici olduğumu ne zaman fark ettin?” diye sordu Kyujun,
salıncakta gerinip keyfine bakarken.
Keiko düşüncelice gülümsedi ve Kyujun’un gözlerinin içine baktı. “Ne zaman
böyle bir şey demişim?”
“Az önce mırıldandığın şarkıda.”
“Ve sen de üzerine alındın?” diye, soru sormaktan çok bir ifade belirtti
Keiko, soğuk havada içini ısıtan sencha çayından bir yudum alırken.
“Sanırım seninle buraya gelmek, hayatımda aldığım en muhteşem spontan
karardı.” Kyujun artık bazı şeyleri itiraf etmenin zamanının geldiğini
düşünüyordu. “Hep yanımda olmanı istemem çok mu bencilce olur?”
Keiko dudaklarını ısırarak kelimeyi tekrarladı. “Hep?”
“Sonsuza kadar,” Kyujun kısa bir duraksama yaşadı. “Bir dakika Keiko. Sen
bana ne yaptın böyle?” Çok fazla sırıtmamaya özen gösterdi. “Henüz seni
sevdiğimi,” Elini saçlarında gezdirdi Kyujun ve öksürdü. “Aşık olduğumu
söylemeden, sana resmen evlenme teklif ediyorum. Ah, Tanrım. Kafayı yemiş
olmalıyım…”
Keiko’nun vücudu kilitlendi. “Soğuk çarptı seni sanırım.” Kyujun’un yoğun ve
bu cevaba memnun olmayan bakışları altında Keiko fikrini değiştirdi. “Mmm...
Peki, tanıştırma konusunda, ne yapmalıyım?”
Kyujun rahatlıkla, “Ailen beni seviyor, hem de çok.” diyebilmenin mutluğunu
derinden hissetti.
Keiko ona ilgiyle baktı. “Hayır, bahsettiğim o değildi. Beraber kaldığımız
ilk akşam dergide işaretlemiş olduğum kısmı hatırlıyor musun?”
“Mükemmel erkek?”
“O kişiyi bulursan beni mutlaka tanıştır demiştin.” Keiko fincanı yerdeki
tepsiye bıraktı. “Seni seninle tanıştırmak, sence de tuhaf değil mi?”
“Bu da demek oluyor ki, ben yanındayken çan seslerini duyuyorsun?”
“Evet,” Keiko bahçeye göz gezdirdi. İzleyen ya da yakınlarda biri var mı
diye. Ve sonra yanında oturan Kyujun’a döndü. “Tamam, şimdi beni utandırmaya bir
son ver.”
Kyujun başını salladı ve yine bu konuya yakın bir şeyden bahsetmeye karar
verdi. “Daha önce söylemiş miydim, annem seninle tanışmak için can atıyor. Ve
sanırım ondan da bir yumruk yiyeceğim,” Belli belirsiz gülümsedi. “Hatırlıyor
musun, festivalden sonra seni bir yere götürecektim?”
“Evet?”
“Anne ve babamın yanına—“
“Üzülme,” dedi Keiko. “Bunun için hâlâ vaktimiz var.”
Kyujun, Keiko’nun başını dikkatlice omzuna yatırdı ve ardından nazikçe onu
alnından öptü.
Ta-ta dedi, Keiko’nun midesi. Nefesini bir kaç saniye tutup, kendini hazır
hissettiğinde konuşmaya karar verdi, Keiko. “Soruna hâlâ bir cevap istiyor
musun?”
Omzunda yatan kızın ne demek istediğini anlamadı Kyujun. “Hm?”
Ve Keiko sonunda, mümkün olduğu kadar sakin bir sesle, “Sanırım senin ne
kadar çekici olduğunu fark etmem, sana aşık olduğumu fark etmemden anlar
önceydi.” diye itiraf etti.
•
✰•Geri
Bakış Son•
✰•
Keiko kulaklığı çıkarınca tüm şeffaf görüntüler gözlerinin önünden kayboldu
ve yerini annesinin capcanlı görüntüsü doldurdu. “Evet küçükhanım, bunları
içiniz bakalım,” diyerek bir avuç ilacı Keiko’nun ağzına tıkıştırıp yutması
için bir bardak su uzatttı. Keiko, annesinin kendisini bütün bunlar olmadan
önce kızını hiçbir zaman ‘küçükhanım’ diye çağırmadığını bildiğinden bu
hastabakıcılık işini biraz fazla ciddiye alıp abarttığını düşünüyordu,
açıkçası. “Teşekkür ederim.”
Gökyüzü mavi, hava biraz nemli ve güzel bir gündü. Geniş bahçenin diğer
tarafında, elinde Highcut’un yeni sayısıyla ‘güzellik’ bölümünü takip ederken,
yakalanacağı ve sonrasında tabii ki azarlanacağı korkusuyla rahat ve sıcak
salıncaktan yapabileceği işleri bile –son zamanlarda yağan kısa süreli
yağmurlar sebebi ile ıslanmış- çalıların arasında yapmayı terci ettiği için
üşütüp sürekli boğaz ağrıları çeken Su Dae, “Kahretsin, ben eski ablamı
istiyorum!” diye söyleniyordu.
“O aptal görünüşlü şapkayı ne kadar daha takmayı düşünüyorsun?”
Sesin sahibinin annesi olduğunu anladığı anda derin bir ‘oh’ çekti Su Dae.
“Hiç kimsenin göremeyeceği bir yerdeki aptal görünüşlü bir şapka için yine de
aptal görünüşlü diyemezsin, anne.”
Şüpheci bakışlarını küçük kızının üzerinde gezdirirken, “Burada ne yaptığını
sorabiliri miyim?” diye karşılık verdi ilgili anne.
Su Dae dergiyi tamamen gizlemiş olmasının rahatlığıyla konuştu. “Çiçeklerin
ışık oyunları yaparak bir sağa bir sola savrulmalarını izliyordum.”
Ah, bu kız haddini aşıyordu. “Hemen ayağa kalk ve mutfaktaki tabakları
masaya taşı!” diye emretti annesinin sinirli sesi.
“Keiko yapsın!” diye itiraz etti Su Dae.
“Tanrım, bu evde herkes kafayı yemiş!” Sinirlendi, şu son iki ayda iyice
yaşlanan annesi. “Ablan hasta, görmüyor musun?”
“Bahane,” dedi Su Dae. “Saçma sapan bir bahane.”
Küçük kızının acımasız olmaya çalıştığı için değil, ailede aşırı
duygusallığın insanın kendisini daha kötü hissettirmesine neden olacağına
inanıldığı için tasvip edilmesindendi bu tavrı. Birkaç saniye sonra, “Yoksa o
yeni sayı mı?” diye sordu annesi, sinsice gülümseyerek. “Keiko’nun bundan
haberi var mı, Su Dae?”
Demek ki tam olarak saklayamamıştı küçük, şirin kız.
“Şşş! Sessiz ol!” diye uyarıp, dudaklarını ısırarak yerinden doğrulduğu gibi
içeri fırlayan Su Dae’nin arkasından bakakaldı, yemek yapmaktan yorgun düşmüş
annesi.
Su Dae mutfak kapısından çıkarken elindeki tabağa korkunç bir ifadeyle
bakıyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Anne, yine Hint yemeği yaptın,
değil mi?”
“Soğanlı bhaji,” diye açıkladı annesinin yaklaşan sesi. Tumbo karides tikka,
bir parça okra (oldukça büyük), az biraz kashmiri pilav ve bütün bunlara eşlik
eden lahana salatasını birlikte taşıdılar. Tabii safranlı jalebi tatlısını da
unutmamak gerek.
Bay Kitagawa ise, Keiko’nun koluna girerek onu masaya götürdüğü sırada Hint
restoranından sipariş verilmiş gibi görünen yiyeceklere bakınca kesin olarak
kararını verdi. “Bu evde bundan sonra Hint filmleri seyredilmeyecek!” Özellikle
yemeklerine özenen eşine ve danslarına özenen küçük kızınaydı bu uyarı cümlesi.
Keiko’nun yemek boyunca tabağına sadece salata koyduğunu fark eden annesi
bir şey söylemek için ağzını açsa da vazgeçti. Onun yerine Keiko, az sonra
açıklayacağı kararıyla ortama yeterince gerginlik katacaktı.
“Ben gidiyorum. Amerika’ya.”
Bunu söylemesiyle, büyük bir sessizlik oldu. Masa zaten sessizdi; ama şimdi
herkes yemek yemeği de bırakmıştı.
“Hava değişikliği iyi gelecektir sana Keiko,” diye yorum yaptı annesi
sonunda. Endişesini belli ederek, “Amerika değil de başka bir yere gitsen?
Thailand’a ne dersin?” diye önerdi.
“Yanlış anladınız. Eğlenmek için değil, çalışmak için.” diye belirtti Keiko,
‘çalışmak’ kelimesini vurgulayarak.
“Bize daha önce iş aradığından söz etmemiştin,” dedi babası, kuşku dolu
gözlerini kızına dikerek.
“İş aradığım yoktu çünkü. Bu çok önce gelen bir teklifti.” Keiko gergince
gülümsemeye çalıştı. “Kore’de, Kwun Hyuk Joo’nun konseri sonrası bir adam
benimle konuşup kartvizitini vermişti.”
•
✰•Geri
Bakış •
✰•
“Bayan,” Adam Keiko’ya yaklaştı. “Bir kaç dakikanız var mı?”
Keiko ilk önce tereddüt etti, ama sonra ciddi bir ifadeyle cevap verdi.
“Evet?”
“Gösteriden sonraki konuşmalarınıza kulak misafiri oldum ve,” Adam bir kaç
saniye duraksadıktan sonra kendinden emin bir tavırla devam etti. “Siz, acaba,
keman çalabiliyor musunuz?”
Keiko bu soruyu beklemiyordu. Aynı zamanda küçük bir rahatlama da
hissetmişti. “Profesyonel olarak değil.”
“Profesyonel aramıyorum.” Adam sağ elini arka cebine götürdü ve kıvrak bir
hareketle cüzdanından kartvizitini çıkardı. “Sizinle daha sonra görüşmek
isterim. Söyledikleriniz beni gerçekten etkiledi. Çalışınızı da duymak
isterim.”
Keiko ona uzatılan kartı aldı. Yani, bu bir iş teklifi miydi?
Harika, diye düşündü. “Teşekkürler.”
Adam memnuniyetle gülümsedi ve, “O halde, tekrar görüşene kadar kendinize
iyi bakın. İyi geceler!” diyerek Keiko’nun yanından ayrıldı.
•
✰•Geri
Bakış Son•
✰•
“Bir adam,” diye tekrarladı annesi. “Kim bu adam?”
“Keman virtüözü.”
“Peki fotoğrafçılık?” diye sordu Su Dae kendine engel olamayarak.
“Canı cehenneme!” diye kükredi Keiko.
“Sakin olun, lütfen,” diye araya girdi, başka ne diyeceğini bilemeyen
anneleri.
Kocası onu görmezden geldi ve dikkatini Keiko’ya çevirip, “Ya bitirmek için
söz verdiğin okulun?” diye üsteledi, hiddetle.
Keiko acıklı bir şekilde gülümsedi ve gözlerini devirdi. “Daha önce
karışmadığınız gibi şimdi de saygı gösterin kararım—“
“Unuttuğun bir şey var, kızım. Bizim düşüncelerimizi zaten hiçe saydın birçok
konuda.” Eşi elini tuttu sıkıca. Kısaca, “Hiçbir yere gitmiyorsun.” diye
noktaladı, ağır göz kapaklarının örttüğü içten gözlerin yanmasını umursamayan
babası.
“Affedersin baba ama sana sorduğumu hatırlamıyorum,” dedi Keiko yemek
çubuklarını bırakırken. “Gideceğimi ‘bildiriyorum’.”
Babasından yine öfkeli bir cevap için kendini hazırlamışken, başka birinin
nazik aksanını duydu Keiko. Masadaki diğer üç fert de tabii.
“Amerika’ya gitmeli değilsin.”
Su Dae ağzında yemek varken şaşkınca mırıldanmasına engel olamadı, “Jae-Wook
sunbeanim?”
Keiko’nun hissettiği hafif kafa karışıklığı yerini sağlam bir şaşkınlığa
bırakmıştı şimdi. Nabzı kulaklarında atıyordu sanki. “Jae-Wook?”
Genç adam alnındaki teri sildi ve masaya doğru yürüdü. İnsanın içini açan kocaman
gülümsemesini sunarak, “Uzun zaman oldu, hepinizi özledim,” diye selamladı
aileyi.
“Hoş geldin, biz de yeni başlamıştık yemeğe,” dedi Kekio’nun annesi
rahatlayarak. Yemeğe yeni başlamamışlardı ama. Aceleyle ne diyeceğini
şaşırmıştı besbelli. Gergin ortamın kaybolmasına dua etti içinden. Ve tabii,
kızının vazgeçmesine…
“Hint mutfağını denemelisin.” Eşine tuhaf bir bakış atarak söylemişti bunu
Bay Kitagawa. Kalbinin ağrısı azalmıştı, az öncekine oranla.
“Ah, hayır…” dedi Su Dae yüzünü buruşturarak. “Durma, kaç Wookkie sunbea!”
Keiko giderek artan bir panikle arkasını dönerken ayağa kalktı. “Bir sorun
mu var, Jae-Wook?”
“Keiko!” dedi anne ve babası aynı anda.
Jae Wook kafasını salladı. “Siz yemeğe devam edin, ben kızınızı bir
süreliğine kaçırıyorum.”
“Ne?” Bu sefer Su Dae ve Keiko aynı anda tepki vermişti. Gelenek haline mi
gelmişti hep bir ağızdan konuşmak?
Jae-Wook keskin bir nefes çekti. “Bilmen gereken çok şey var, Keiko.”
Keiko ailesiyle zıtlaşmamak için onayladı çünkü biliyordu ki itiraz etse
bile söyleyecekleri suda kaydırılan taşlar gibi onların beyninden sekip
gidecekti.
■■■
“Buraya neden geldik? Benimle ne konuşacaksın?” diye sordu Keiko, gümüş
rengi Audi’den inerken.
Jae-Wook az ilerideki banka götürdü Keiko’yu ve oturması için işaret etti.
“Ben anlatacağım ve sen sadece dinleyeceksin.”
“Neyden bahsedeceksin?”
“Senden.”
Yutkundu Keiko. “Ne olmuş bana?”
“Biri bana böyle bir şey yapacağımı söyleseydi, hayatta inanmazdım.”
Jae-Wook yakışıklı yüzünü sonsuz gibi görünen okyanusa çevirdi. “Kyujun’du,
değil mi?”
“Ha—ne?”
“Kaçmanın nedeni, Amerika’ya gitmek istemen, yüzündeki bu berbat ifade…”
“İfade falan yok—“
“Hayır, beni bölmek de yok. Şimdi duyacaklarına inanmak zorundasın,” diyerek
serin havayı içine çekti Jae-Wook ve anlatmaya başladı. “Yaklaşık bir ay önce
Ji-Won bir Galeri’ye gitti. High Cut’un Fotoğraf Galerisi…”
•
✰•Geri
Bakış •
✰•
Boyutları 60’a 90 cm olan toplam yüz yirmi fotoğraf sergilenmeişti,
Galeri’de. Buraya gelme fikri Jae-Wook’tan çıkmıştı ama Ji-won yalnızdı. Çünkü
sevgilisinin daha önemli işleri vardı. Ama genç kız alındığını gösteren
herhangi bir tavır takınmamıştı onun karşısında. Tanrım, bu kız Jae-Wook'a
delicesine âşıktı!
Her neyse, Ji-Won ‘kanepe’lerin keyfini çıkarmalıydı. Ve tabii, sanatın…
Başta Kwon Youngho’nun ve on iki kişilik bir ekibin (High Cut ekibinin)
objektifinden çeşitli fotoğraflar sunulmuştu önlerine. Ağırlıklı olarak kent
dokusunun ve insan ilişkilerinin en az bozulduğu mekânlarda çalışan ekip, tüm
Asya’dan kesitler sunuyordu misafirlere.
Biraz sonra Ji-won’un dikkatini cesur bir sörfçü çekmeyi başardı. Dalgalara
meydan okuyan bu adam, Kyujun’un ta kendisiydi.
“Harika, öyle değil mi?”
Ji-won kimin konuştuğunu umursamadan cevap vermişti. “Öyle.”
“Hey, istersen seni bu adamla tanıştırabilirim?” diye sordu, aynı olgun ses.
Ji-won’un dikkatını çekmeyi başarmıştı. “Ben Ryu Bong Hwa. High Cut’un
Editörü.”
“Adınızı duymuştum.” Ji-won kendisine uzanan eli sıktı ve nazikçe, “Memnun
oldum. Ben de Ji-won. Ha Ji-won,” diye tanıttı kendisini. Resme dönerek, “Onu
tanıyor musunuz?” diye konuştu.
Adamın gülümsemesi memnuniyetle genişledi. “Tanıyorum. Bu yakışıklı adam
benim yeğenim olur.”
“Ah, gerçekten mi?” Şaşkın bir tavşan misali bakıyordu Ji-won resme. Ama
altında yazan ismi görünce daha da hayrete düştü. “Keiko Kitagawa... mı?”
Mr. Ryu ses tonunu incelterek, üzüntüsünü paylaşıverdi hemencecik. “Maalesef
ki, artık bizimle çalışmıyor.”
“Sizin derginiz için mi çalışıyordu?” diyecek oldu Ji-won birden. Bunun
yerine, “Peki neden?” diye sormakla yetindi.
“Başlayalı henüz birkaç hafta olmuştu ki, Japonya seyahatimden döndüğümde
istifa mektubunu masamda buldum.” Tek kaşını havaya kaldırdı yaşına göre
oldukça karizmatik duran adam. “İlk başta anlam veremedim. Ama sonra, Kyujun
bana bazı şeyler anlattı. Bayan Keiko bu işi Kyujun’un tavsiyesi üzerine
aldığını zannetmiş.”
Ji-won onu çok iyi tanıdığı için kelimeler ağzından dökülüverdi. “Kyujun
böyle bir şey yapmazdı…”
“Evet, yapmadı da.” Mr. Ryu başını sallayarak. “Mülakat günü bu genç kızın
portfolyosundan, açıklamalarından çok etkilenmiştim. Son derece yetenekli
olduğunu düşünmüştüm.” Tekrar resme dikti gözünü. “Kyujun en sevdiğim yeğenim
olabilir ama High Cut ödüllü bir dergi ve sırf o salak Bayan Keiko’ya âşık
olduğu için ona bu işi verecek değildim.”
“Böyle bir şey yapmazsınız,” diye destekledi Ji-won, beyaz olmasına rağmen
gür saçları olan adamı.
“Bu işin ilk kuralını bilmiyor, sevgili Keiko.” Mr. Ryu’nun sakin tavrı
soğuk tutumunu kamufle ediyordu. “Gerçekleri bildiğinden emin değil.”
“Peki, siz neden ona açıklama yapmadınız? Keiko’ya?” Ji-won burada durmuş
Keiko hakkında konuştuğuna inanamıyordu. Keiko Ji-won’u neden ilgilendirsindi
ki?
“Kore’de değildi. Ve ben meşgul bir adamım, işletmem gereken bir dergi var.”
Mr. Ryu işini hatırlayıp, yanındaki hoş bayana veda etti gülümseyerek. “Ve, bir
saat sonra kalkacak olan uçağım. Şimdi gitmeliyim, size iyi günler.”
•
✰•Geri
Bakış Son•
✰•
Keiko afallamıştı. Ne düşüneceğini bilmiyordu. VIP odasındaki telefon
görüşmesini duyduğunda Kyujun’dan nefret etmeye o kadar hazır nasıl
bulabilmişti kendini?
Şimdi, Keiko’nun bu duydukları gerçek olabilir miydi? Ya Jae-Wook yalan
söylüyorsa? Ama… hayır. Bu adam her durumda Keiko’nun önüne her şeyi tüm
gerçekliğiyle sürmüyor muydu?
Kyujun’un tatlı, aydınlık yüzünü, sıcak gözlerini tekrar gözünün önüne
getirdi. Tanrı aşkına, böyle bir şeyi ona nasıl yapabilmişti!
“İnandırıcı gelmedi mi yoksa?” Jae-Wook, Keiko’nun sabit bir şekilde ileriye
baktığını gördü. “Keiko?”
Zaman sonra, “Ji-won,” diyebildi Keiko. “O benden nefret ediyor ve bana
böyle bir iyilik yapması… saçma geldi. Bunu sana anlatmaz—“
“Hayır, Ji-won’u tanımıyorsun,” diyerek karşı çıktı Jae-Wook. “Sana borcu
olduğunu söyledi. Daha önce senin minilab’ını kırmış.” Sadık bir gülümseme
yüzüne yayıldı yakışıklı adamın. “Bana kalırsa, yine de anlatırdı.”
Keiko başını eğdi ve iki eliyle ensesine dokunur pozisyonda durmaya başladı.
Kyujuna olan öfkesi yerini birden sevgiye bırakmıştı. Kızması gereken biri
varsa o da kendisiydi!
“Aptalın tekiyim. Onu dinlemedim bile. Kendi incinmişliğimi düşündüm
sadece...”
Jae Wook onu bileklerinden tutup kendine çevirdi. “Aptalsın. Çünkü âşıksın.”
Ona dostça sarıldı ve Keiko’nun rahatlamasına izin verdi. “Daha önce duymadın
mı? Aşk ‘aptal’ yaratır.”
Kafası rahatladı. Midesi de öyle. Sevinç çığlığı atmamak için zor tutuyordu
kendini, Keiko.
“Peki, beni affeder mi?” İçindeki boşluğun yavaş yavaş dolduğunu hissedebiliyordu
genç kız. Kyujun’suz geçen bu iki ay gerçekten berbattı. Fazlasıyla.
“Hayır bence affetmemeli,” diye cevap verince Jae-Wook, Keiko hemen ondan
ayrılıp yüzüne bakmak için geriye çekildi. “Bu çok acımasızca. Gerçekten böyle
mi düşünüyorsun?”
“Seni affetmek yerine, direk üzerine atlamalı.” Jae-Wook kıkırdarken buldu
kendini.
Keiko da gülümseyip kolunu dürttü sapık arkadaşının. “Çok fenasın.”
Wookkie başını iki yana salladı. “Seninle yarışamam.”
“Ya!”
“Ya! Ya! Ya!”
Bu ikinci nida Keiko’ya ait değildi. Jae-Wook’a da.
“Ha-Bin’in gelmiş Keiko.” diye dalga geçti Jae-Wook.
“Ha-Rim?”
“Keiko?”
“Jae-Wook da burada,” diye dalga geçti Wookkie.
“Jae-Wook’muş. Bo—“
“Ha-Rim!” diye sesini yükseltti Keiko, bu cümlenin devamını bildiğinden.
Sonra aklına son tartışmaları geldi. “Sen neden buradasın? Bana bir şey mi
anlatacaksın?”
“Evet.” Ha-Rim Keiko’nun karşısına dikilip onu omuzlarından tuttu ve ayağa
kaldırdı. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. “Senden özür dilemeye
geldim. Seni kovmakla hata ettim. Kendimi boşluktaymışım gibi hissediyorum,
sensiz yaşayamıyorum!”
Jae-Wook öksürüklere boğulmasına engel olamadı, Ha-Rim sustuğu saniyede
Keiko’nun kuru dudaklarına yapışmıştı çünkü!
■■■
Not: Kyujun sizi yanılttı değil mi? Aslında hiçbir şey
yapmadı. O kadar kesin konuşmasının nedeni, sevgilisini çok iyi tanıyor
olmasındandı. Onun yetenekli, çok yetenekli olduğunu görebilmesi şaşırtıcı
değildi.
Peki ya şimdi Ha-Rim ne olacak, diyorsunuzdur. Bir sonraki bölümü
bekleyin derim.
Son iki bölüm kaldı zaten arkadaşlarım. Yorumlarınızı eksik etmezseniz
sevinirim~
Lütfen bu yazarı mutlu edin. Lütfen. <3