Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Bir Meleğin Maskesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 7:58 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA





1.BÖLÜM~ Beklenmeyen Ceza

"Kim Mim Wo! Ünlü iş adamı Kim Woo Jin'in oğlu. Ama o ne yapıyor?
Okulda terör estirip kapıları yere indiriyor!"

"Baba ben..."

"Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum. Altında araban var. Cebinde paran
var. İstediğin herşey elinde. Kore'deki en iyi liselerden birine gidiyorsun.
Bunları sana biz veriyoruz. Ama karşılığında aldığımız tek şey okuldan gelen
şikayetler! NE YAPMAYA ÇALIŞIYORSUN?"

"Hayatım sakin ol."

"Sen sus So Hee. Bu konuşmayı yapmak için çok gecikmişiz
anlaşılan."

Yine nasihatlere başlamıştı. Bense hiçbir şey demeden, sakince, oturduğum
yerde babamı dinliyormuş gibi yapıyordum. Çünkü nasihatlere başladığında ne
dersem deyim beni dinlemezdi. Bu zamana kadar ne yaptıysam "Bu çocuğun
sorunu ne?" demişlerdi. Ama hiçbir zaman "Biz nerede yanlış
yaptık?" dediklerini duymadım. Abim onların sözünü dinlemeyip ünlü bir
şarkıcı olmuş, kendi hayatını kurmuştu. O zamandan beri benimde aynı şeyi
yapmamam için sıkı bir disiplin altında büyütülmüştüm. Okulun en başarılı
öğrencilerinden biriydim. Zaten şu ana kadar okuldan atılmamamın nedeni buydu
ve bir de babamın parası. Ayrıca istediğim herşeye sahiptim. Ailem dışında...
Abimin ne yaptığını şimdi daha iyi anlıyordum. Zenginlikten kaçıp aptallık
etmemişti, aksine kendine özgür bir hayat kurmuştu. Ben ise abim gibi gitmek
yerine savaşmayı seçmiştim. Okulda asi biri olarak bilinirdim. Çünkü
yalakalardan nefret ederdim ve insanların benden uzak kalması için pek sıcak
kanlı davranmazdım. Bir de belki ailem bir yerde hata yaptıklarını anlarlar
diye olay çıkarırdım. Yine de bir türlü anlamadılar. Anlatmaya çalıştım
dinlemediler. Maddi olarak rahattım ama manevi olarak bir aile sevgisine sahip
değildim. Çünkü işlerinden kafa kaşıyacak zaman bulamamışlardı. Ama nasılsa her
seferinde bana bağırmaya fırsat buluyorlardı. Artık kendimi laf anlatmak için
yormuyordum. En son çıkardığım bu büyük olayda bile yüzde yüz ben suçluydum.
Halbuki olayı bilmiyorlardı. Bana gıcık olan bir kaç kişi müzik odasında beni
dövmeye kalkışmışlardı. Hah! Salaklar. Benim dengim bile değillerdi, süt
kuzuları. Anında üçünüde yere serdim. Tam odadan çıkarken bir tanesi yerden
kalkıp bana doğru hamle yaptı. Refleks olarak yumruğunu durdurdum. Ama üzerime
baskı yapmaya devam etti. Ben de yakasına yapıştığım gibi çocuğu rastgele,
hızla itikledim. Çocukta kapıya çarptı ve kapıyla berber yere yığıldı. Böylece
herkes odaya doluştu ve okulun asi öğrencisi Mim Wo'nun üç masum öğrenciyi
dövdüğünü gördü.

"Ama bizi dinleyen yok!" babamın sert sesi birden beni
düşüncelerimin arasından çekip çıkardı. "Bunların hiç birini hak
etmiyorsun!" Evet ceza kısmına gelmiştik. Geçen sefer el koyduğu arabamı
mı elimden alacaktı? Onlara göre önemli, bana göre önemsiz partilere gitmemi mi
yasaklıyacaktı? Yoksa olmayan arkadaşlarımla buluşmamı mı engelleyecekti? Yani
kaybedecek birşeyim yoktu. Ya da ben öyle sanıyordum.

"Seni bu okuldan alıyorum. Orada okumayı hak etmiyorsun. Ayrıca artık
bir araban yok. Son olarakta burdan gidiyorsun."

"Ne?!!" diye bağırarak ayağa fırlamıştım. Babamdan anneme
dönmüştüm.

"Bana bakma tatlım. Babanla konuştuk. Seni büyükbabanın yanına
göndereceğiz."

Ne, ne, ne?!

"Peki ya okulum?" dedim şaşkınlıkla.

"Özel okulun sana uygun olmadığına karar verdik. O yüzden belki aklın
başına gelir diye seni sıradan insanların gittiği Yusang lisesine
yazdırdık." dedi babam.

Ne? OLAMAZ! İşte bunu beklemiyordum.

Ertesi gün tüm eşyalarım toplandı ve Seul'da büyükbabam ile büyükannemin
yaşadığı eve taşındım. Hizmetçiler eşyalarımı yerleştirdi. İki gün sonrada yeni
okuluma başladım. Buraya alışmam zaman aldı. Ama bu asık suratlı yeni çocuğu
insanlar pek sevmedi. Çünkü yeni bir başlangıç yapmışken kimsenin kimliğimi
öğrenip yalakalık yapmasını istememiştim. O yüzden asi davranışlarıma devam
ettim. 3 aydır burdamyım. Ama doğru düzgün konuştuğum bir kaç kişi var. Hatta
zorbalardan kurtardığım Kong Joon tek arkadaşım diyebiliriz. Biraz geveze bir
çocuk ve neredeyse okuldaki tüm dedikodulardan haberi var. Ne önemi var. Sonuç
olarak yine buradayım. Yusang Lisesi'nde. . ...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 7:58 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



2.BÖLÜM~ İsimsiz Zarf

~Kim Min Wo~

"Şıraaak"

Bir ışık hüzmesi ile gözlerim kamaştı. Ne oluyordu? Cennetemi gidiyordum.
Ah, hayır. Özel hizmetçim So Hyun yine perdeleri açmıştı. Başımda dikildi.

"Efendim kalkma zamanınız geldi. Yoksa kahvaltıyı kaçıracaksınız."

"Git başımdan So Hyun. Çok yorgunum."

"Efendim saat 7:25. Beş dakika içinde hazırlanıp aşağı inmeniz
lazım."

Birden yatakta doğruldum. Saat 7:25 miydi? Uyuya kalmıştım! Büyükbabam dakik
bir insandı. Eğer beş dakika içinde hazırlanıp aşağıya inmezsem kahvaltı
yapamayacaktım. Ayrıca 20 dakika sonraki otobüsü kaçıracaktım. Çünkü arabam
yoktu. İlk günler en çok zorlandığım şeylerden biride buydu. Aslında hala
alışamadım.

Son 4 dakika!

Yataktan fırlayıp odamın içindeki küçük banyoya gittim. Acele bir şekilde
yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Sonra içeri girip So Hyun'un elinde
tuttuğu üniformamı aldım.

Son 2 dakika!

Hızlı bir şekilde gömleğimin düğmelerini iliklerken So Hyun'da kıravatımı
bağlıyordu. Sonra ceketimi giydim ve çantamı alıp odadan fırladım. Büyükbabamın
verdiği klasik saatime baktım.

"Tik tak. Tik tak"

Son 20 saniye! 19, 18, 17... Tam merdivenlerin başına gelmiştimki So
Hyun'nun sesini duydum.

"Efendim telefonunuz..."

koşarak geri döndüm telefonumu aldım.

10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2...

"Günaydın büyükbaba, büyükanne."

"Günaydın tatlım." dedi büyükannem. Yaşlanmasına rağmen asil
duruşunu, güzel yüzünü ve uzun saçlarını - gri olduğunu saymazsak-
kaybetmemişti. Büyükbabam ise gri-beyaz saçları, keskin bakışlarıyla hala
bayanları etkiliyordu. Saatinden kafasını kaldırdı ve gülümsiyerek

"Ah, günaydın evlat. Tam zamanında geldin. Bugün çok güzel bir kahvaltı
var." dedi. Masaya oturdum ve hızlı bir şekilde kahvaltımı yaptım. Sonrada
evden çıktım.

Otobüs durağına geldiğimde Kong Joon bana el sallıyordu. Her zamanki gibi
benden önce gelmişti. Yanına gittim.

"Günaydın Kong Joon."

"Günaaayydııın." dedi gülümsiyerek. Sonrada gelen otobüse bindik.
Kong Joon yol boyunca konuştu. Ben ise yine dinliyormuş gibi yaptım. Otobüsten
indiğimizde hala konuşuyordu. Ah, Tanrım! Bu çocuk hiç susmazmıydı. Yine de
heycanlı hali benim sinirlerimi bastırıyordu. Ufak bir çocuk gibi heycanlı...

Sonunda okul bahçesine girmiştik. Kong Joon'la sınıflarımız ayrıydı. O
2.sınıftı. Ben ise 3. Sınıfım. Kong Joon konuşmaya devam ederken yanımızdan
hızla bir kız geçti. Koşar adımlarla okula doğru ilerliyordu.

"Şılap"

Elindeki dosyadan bir zarf düşmüştü.

"Hyung nereye gidiyorsun?" dedi Kong Joon.

"Sen sınıfına git."dedim. Gidip zarfı aldım ve kıza seslendim. Ama
beni duymadı ve okuldan içeri girdi. Peşinden gittim. Okula girdim ve etrafa baktım.
Kimse yoktu. Nereye gitmişti bu? Kanatlanıp uçtu mu? Zarfa baktım. Ne önünde ne
arkasında isim yazıyordu. O sırada ders zili çaldı. "Sanırım bununla sonra
ilgilenmeliyim." diyerek zarfı cebime koydum.

~Park Seo Rin~

Hemen sınıfa girdim ve Mi So'nun yanına gittim. Sırasına yaslanmış uyuyordu.
Heralde ablası onu yine uyutmamıştı.

"Mi So! Buldum." diyerek dosyayı masasına bıraktım. Mi So yerinden
sıçradı.

"Yah! Seo Rin. Beni korkudan öldürecek misin?" dedi. Kısa bir süre
bakıştık ve gülmeye başladık. Mi So'yu seviyordum. Bazen nedensiz yere beni
güldürebiliyordu. Yüzündeki gözlükler hep gülen suratında çok tatlı duruyordu.
Düz, uzun siyah saçları vardı. Benimkiler hiç bir zaman o kadar uzamamışlardı.
Bir de yüz mimikleri vardı. En çokta onlara gülerdim. Bu kızı bu kadar sevmeme
rağmen maskemi ona karşıda indirmiyordum. Of... Bu maske yüzüme yapışmıştı
sanki.

"Ne buldun bakayım."

"Kore tarihinde anlatacağımız konuyu buldum. Hatta biraz araştırma
yaptım." dedim dosyayı göstererek. Tam dosyayı alıyodu "Bir
dakika." dedim geri çekerek. Arasındaki zarfımı almayı unutmuştum. Dosyayı
tekrar tekrar aradım.

"Bir şey mi oldu?"

"Ah hayır. Bir eksik var sandım." diyerek dosyayı Mi So'ya
uzattım. Zarfım yoktu. Heralde koşarken düşürmüştüm. Olamaz! Umarım kimse bulup
okumaz...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 7:59 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



3.BÖLÜM~ Kime Ait?

~Kim Min Wo~

Ah! Tanrım. Ne zaman bitecekti bu ders? Kafamı sıraya yasladım. "Bit
artık." diye mırıldandım. Neredeyse rüya görcektim ki zil çaldı. Yorgun
bir şekilde sıramdan kalktım ve çantamı alıp sınıftan çıktım. Dersten çıkan
öğrencilerin sesleri kafamda uğultu şeklinde dönüyordu. O sırada arkamdan.
"Hyuuuung" diye bir ses geldi ve biri resmen sırtıma çıktı.

"Yah! Kong Joon. İstersen tepeme çık."

"Hyung. Kızma ya. Sana bir haberim var."

Yine mi?..

"Neymiş o?"

"Yarın Hye Su'nun doğum günüymüş."

"O kimdi?"

"Yapma hyuuung. Bizim sınıftaki kız. Hani karaokeye gelmişti ya."

"Ha, o mu? Ee... "

"Beni doğum gününe davet etti." Bu ses tonunu biliyordum. Cümlenin
devamı vardı.

"Ve?" dedim sabırla.

"Seni de çağırmamı istedi."

"Kendi ağzı yok mu?"

"Yapma hyung. Hye Su çekingen bir kız. Böyle soğuk olursan insanlar
seninle nasıl konuşabilirki?"

"Sen nasıl konuşuyorsun?"

"Yah, hyung. Sen benim kahramanımsın. Böle yapma." dedi ve
kafasını bana uzatıp yine yavru köpek gibi bakmaya başladı.

"Hey çek şu bakışlarını." diyerek elimle suratını kapatıp geriye
ittim. Elimi itti ve "Ee... Ne diyorsun? Gelcen mi?"

"Hayır."

"Neden?"

"Çünkü o kız beni deli ediyor." O sırada otobüs gelmişti.

"Ama ne..."

"Kong Joon!" dedim sesimi biraz yükselterek.

"E... Efendim Hyung."

"Otobüsü durdur. Yoksa kaçıracağız."

Kong Joon otobüse doğru koştu ve otobüsü durdurdu. Böylece Hye Su konusu
kapanmıştı.

Eve geldiğimde büyükannem ve büyükbabam evde yoktu. Ben de direk odama
çıktım. Üstümü değiştirirken cebimde bir şeyin hışırdadığını hissettim. Elimi
cebime attım.

Ah, zarf! Zarfı tamamen unutmuştum.

Yatağıma oturdum ve zarfa tekrardan baktım. Üzeri bomboştu. Kime ait
olduğunu merak etmiştim. Belki isim yazar diye zarfı açtım ve içindeki kağıdı
çıkardım.

"Çok mutsuzum..."

Hayır. Bunu okumamalıyım. Kağıdın sonuna baktım sadece düzgünce yazılmış bir
imza vardı.

"Aish, kiminse kimin. Banane." diyerek zarfı ve kağıdı yatağımın
üzerine bıraktım. Üzerimdekileri çıkarıp aşağı indim. Akşam yemeği hazırdı.

"Büyükbabam ve büyükannem yemeğe gelmiyorlar mı?" dedim So Hyun'a.

"Hayır efendim. Bu akşam geç gelecekler."

Tamam anlamında kafamı salladım.

Büyükbabam şirketi babama bıraktıktan sonra zorunda olmadığı sürece işlere
elini sürmedi. Kendini emekliye ayırmıştı. O yüzden büyükannemle genelde
partilere ya da tatile gidiyorlardı. Buraya geldiğimden beri akşam yemeğini
nadiren beraber yemiştik.

Yemeğimi yedikten sonra odama çıkmıştım. So Hyun üniformamı asmış dolabıma
yerleştiriyordu. Kitaplarımı aldım ve çalışma masama geçtim.

"Bunları ne yapıyım efendim?" So Hyun'a döndüm. Zarf ve kağıt
elindeydi. Tekrar önüme döndüm.

"Onları ata..." Hayır ne yazdığını merak ediyordum. Ama
okumamalıydım. Bu saygısızlık olurdu. Ama ya önemli birşeyse, sahibine geri
vermem gerekiyorsa? Kime ait olduğunu öğrenmem gerekiyordu.

"Hayır. Onları bana ver So Hyun."

So Hyun odamdan çıkınca kağıdı elime aldım ve okumaya başladım.

"Çok mutsuzum...

Ne kadar mutlu görünsdmde aslında çok mutsuzum.

Her gün elimden geldiği kadar birilerine yardım ediyorum. Beni hep gülerken
görüyorlar. Nasıl bu kadar mutlu olduğumu soruyorlar. Bilmedikleri şey, ben
başkalarının gülümsemeleriyle mutlu olan biriyim. Çünkü ancak o zaman yüzümdeki
maskeye sıkıca sarılabiliyorum ve kendi sorunlarımı unutabiliyorum. Yüzüme
taktığım maske sayesinde insanlar beni mutlu ve güçlü biri olarak tanıyorlar.
Ama sürekli gözlerimin dolduğunu bilmiyorlar ya da aslında ne kadar güçsüz
hissettiğimi...

Bir gün maskem düşecek ve insalar güçsüz Park Seo Rin'i görecek diye
korkuyorum. O yüzden insanlardan elimden geldiği kadar uzak duruyorum. Ama
onlara yardım etmeden de edemiyorum. Gülümsemem için mutlu olmaları gerekiyor.
Gülümse, gülümse ve gülümse!.."

Gülümsemek için başkalarını mutlu etmek mi? Bir insan neden buna gerek
duyarki? Şu ana kadar insanlar beni mutlu etmeye çalışmışlardı. O yüzden bana
biraz saçma gelmişti.

İsmine bir daha baktım.

"Park Seo Rin... Hımm... O kimdi?" İsmi tanıdık gelmişti. Bunu
yarın Kong Joon'a sorcaktım. Kağıdı katlayıp zarfa geri koydum ve kitaplarımdan
birinin arasına koydum. Sonra da ders çalışmaya başladım. Bir ara kağıtta
yazanlar aklıma geldi. Ama aklımdan uzaklaştırıp çalışmaya devam ettim.

~Park Seo Rin~

Yol boyunca zarfıma bakmıştım ama bulamamıştım. Eve vardığımda odamı
aramıştım. Belki dosyanın arasına koymamışımdır diyerek tek tek koyabileceğim
her yere baktım ama yoktu. Zarf kutumda bile yoktu. Arada bir içimdekileri
kağıda yazıp zarfa koyuyordum. Bu beni rahatlatıyordu. Ama şimdi zarflarımdan
biri yoktu. Zarf kutumu kapatıp tekrardan yatağımın altına sürdüm.

"Belki de biri alıp çöpe atmıştır." diyerek unutmaya çalıştım...










Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



3.BÖLÜM~ Kime Ait?

~Kim Min Wo~

Ah! Tanrım. Ne zaman bitecekti bu ders? Kafamı sıraya yasladım. "Bit
artık." diye mırıldandım. Neredeyse rüya görcektim ki zil çaldı. Yorgun
bir şekilde sıramdan kalktım ve çantamı alıp sınıftan çıktım. Dersten çıkan
öğrencilerin sesleri kafamda uğultu şeklinde dönüyordu. O sırada arkamdan.
"Hyuuuung" diye bir ses geldi ve biri resmen sırtıma çıktı.

"Yah! Kong Joon. İstersen tepeme çık."

"Hyung. Kızma ya. Sana bir haberim var."

Yine mi?..

"Neymiş o?"

"Yarın Hye Su'nun doğum günüymüş."

"O kimdi?"

"Yapma hyuuung. Bizim sınıftaki kız. Hani karaokeye gelmişti ya."

"Ha, o mu? Ee... "

"Beni doğum gününe davet etti." Bu ses tonunu biliyordum. Cümlenin
devamı vardı.

"Ve?" dedim sabırla.

"Seni de çağırmamı istedi."

"Kendi ağzı yok mu?"

"Yapma hyung. Hye Su çekingen bir kız. Böyle soğuk olursan insanlar
seninle nasıl konuşabilirki?"

"Sen nasıl konuşuyorsun?"

"Yah, hyung. Sen benim kahramanımsın. Böle yapma." dedi ve
kafasını bana uzatıp yine yavru köpek gibi bakmaya başladı.

"Hey çek şu bakışlarını." diyerek elimle suratını kapatıp geriye
ittim. Elimi itti ve "Ee... Ne diyorsun? Gelcen mi?"

"Hayır."

"Neden?"

"Çünkü o kız beni deli ediyor." O sırada otobüs gelmişti.

"Ama ne..."

"Kong Joon!" dedim sesimi biraz yükselterek.

"E... Efendim Hyung."

"Otobüsü durdur. Yoksa kaçıracağız."

Kong Joon otobüse doğru koştu ve otobüsü durdurdu. Böylece Hye Su konusu
kapanmıştı.

Eve geldiğimde büyükannem ve büyükbabam evde yoktu. Ben de direk odama
çıktım. Üstümü değiştirirken cebimde bir şeyin hışırdadığını hissettim. Elimi
cebime attım.

Ah, zarf! Zarfı tamamen unutmuştum.

Yatağıma oturdum ve zarfa tekrardan baktım. Üzeri bomboştu. Kime ait
olduğunu merak etmiştim. Belki isim yazar diye zarfı açtım ve içindeki kağıdı
çıkardım.

"Çok mutsuzum..."

Hayır. Bunu okumamalıyım. Kağıdın sonuna baktım sadece düzgünce yazılmış bir
imza vardı.

"Aish, kiminse kimin. Banane." diyerek zarfı ve kağıdı yatağımın
üzerine bıraktım. Üzerimdekileri çıkarıp aşağı indim. Akşam yemeği hazırdı.

"Büyükbabam ve büyükannem yemeğe gelmiyorlar mı?" dedim So Hyun'a.

"Hayır efendim. Bu akşam geç gelecekler."

Tamam anlamında kafamı salladım.

Büyükbabam şirketi babama bıraktıktan sonra zorunda olmadığı sürece işlere
elini sürmedi. Kendini emekliye ayırmıştı. O yüzden büyükannemle genelde
partilere ya da tatile gidiyorlardı. Buraya geldiğimden beri akşam yemeğini
nadiren beraber yemiştik.

Yemeğimi yedikten sonra odama çıkmıştım. So Hyun üniformamı asmış dolabıma
yerleştiriyordu. Kitaplarımı aldım ve çalışma masama geçtim.

"Bunları ne yapıyım efendim?" So Hyun'a döndüm. Zarf ve kağıt elindeydi.
Tekrar önüme döndüm.

"Onları ata..." Hayır ne yazdığını merak ediyordum. Ama
okumamalıydım. Bu saygısızlık olurdu. Ama ya önemli birşeyse, sahibine geri
vermem gerekiyorsa? Kime ait olduğunu öğrenmem gerekiyordu.

"Hayır. Onları bana ver So Hyun."

So Hyun odamdan çıkınca kağıdı elime aldım ve okumaya başladım.

"Çok mutsuzum...

Ne kadar mutlu görünsdmde aslında çok mutsuzum.

Her gün elimden geldiği kadar birilerine yardım ediyorum. Beni hep gülerken
görüyorlar. Nasıl bu kadar mutlu olduğumu soruyorlar. Bilmedikleri şey, ben
başkalarının gülümsemeleriyle mutlu olan biriyim. Çünkü ancak o zaman yüzümdeki
maskeye sıkıca sarılabiliyorum ve kendi sorunlarımı unutabiliyorum. Yüzüme
taktığım maske sayesinde insanlar beni mutlu ve güçlü biri olarak tanıyorlar.
Ama sürekli gözlerimin dolduğunu bilmiyorlar ya da aslında ne kadar güçsüz
hissettiğimi...

Bir gün maskem düşecek ve insalar güçsüz Park Seo Rin'i görecek diye
korkuyorum. O yüzden insanlardan elimden geldiği kadar uzak duruyorum. Ama
onlara yardım etmeden de edemiyorum. Gülümsemem için mutlu olmaları gerekiyor.
Gülümse, gülümse ve gülümse!.."

Gülümsemek için başkalarını mutlu etmek mi? Bir insan neden buna gerek
duyarki? Şu ana kadar insanlar beni mutlu etmeye çalışmışlardı. O yüzden bana
biraz saçma gelmişti.

İsmine bir daha baktım.

"Park Seo Rin... Hımm... O kimdi?" İsmi tanıdık gelmişti. Bunu
yarın Kong Joon'a sorcaktım. Kağıdı katlayıp zarfa geri koydum ve kitaplarımdan
birinin arasına koydum. Sonra da ders çalışmaya başladım. Bir ara kağıtta
yazanlar aklıma geldi. Ama aklımdan uzaklaştırıp çalışmaya devam ettim.

~Park Seo Rin~

Yol boyunca zarfıma bakmıştım ama bulamamıştım. Eve vardığımda odamı
aramıştım. Belki dosyanın arasına koymamışımdır diyerek tek tek koyabileceğim
her yere baktım ama yoktu. Zarf kutumda bile yoktu. Arada bir içimdekileri
kağıda yazıp zarfa koyuyordum. Bu beni rahatlatıyordu. Ama şimdi zarflarımdan
biri yoktu. Zarf kutumu kapatıp tekrardan yatağımın altına sürdüm.

"Belki de biri alıp çöpe atmıştır." diyerek unutmaya çalıştım...










Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



5.BÖLÜM~ ANNE UYAN!

~Park Seo Rin~

Okuldan hemen çıkmıştım. Koşarak caddeye çıktım ve ilk taksiye atladım.
Hastaneye gitmesini söyledim.

Taksi hızla gidiyordu. Ama yol sanki hiç ilerlemiyordu. "Dayan anne
yoldayım, geliyorum. Dayan. Lütfen sana birşey olmasın. Anne lütfen dayan.
Anne..." Düşünceleri kafamdan çıkarmaya çalıştım. Ama olmamıştı. Gözlerim
dolmuştu. Neredeyse ağlayacaktım.

Hastaneye geldiğimizde neredeyse aceleyle taksiye parasını vermeyi
unutyordum.

Annem kanser hastasıydı. İlk ortaya çıktığında evde tedavi görüyordu. Çok
ilerlememişti. Sık sık kontrollere gidiyordu. Sonra birden kötüleşti. Bir kaç
kez ameliyat olmuştu. Yaklaşık bir aydır hastande yatıyordu ve yine
rahatsızlanmıştı. Annemin karşı odasında kalan hastanın bakıcısına birşey
olursa diye numaramı bırakmıştım. Odaya girdiğim de annem uyuyordu. Doktorun
yanına gittim hemen.

"Dong Hyun-shi..."

"Ah, Seo Rin."

"Annem iyi mi?" Elini omuzuma koydu.

"Korkulacak birşey yok canım. Sadece sancıları tutmuştu. Hemen müdahele
ettik. Hadi sil gözlerini."

Eh?.. Ellerim gözlerime gitti. Gözyaşlarım...

"Ta-tamam. Teşekkür ederim Dong Hyun-shi"

"Önemli değil. Hadi sen okuluna dön. Annen de dinlensin."

"Tekrar teşekkür ederim." gitmeden annemin yanına uğramıştım. Ama
yanından ayrılamadım. Okula gitsemde aklım burada kalacaktı. İç çektim.

"Anne uyan... Sana birşey olursa ben ne yaparım. Lütfen uyan."
diye fısıldadım. Gözlerim yine dolmuştu. Ama bu sefer kendimi tutabilmiştim.
Annem uyandığında beni ağlarken görsün istemezdim. Bir süre annemi süzdüm. Çok
zayıflamıştı, saçlarını kesmişlerdi. Ayağa kalktığındaysa da yürümekte zorluk
çekiyordu. Bana belli etmemeye çalışıyordu. Ama gözlerimin önünde eriyordu.
"Sana hala ihtiyacım var anne." Bu sefer kendimi tutamadım. Her zaman
yaptığım gibi tuvalete koştum ve rahatlayana kadar ağladım. Tuvalette kimsenin
olmadığından emin olduktan sonra çıktım ve elimi yüzümü yıkadım. Oda ya döndüğümde
annem yeni uyanmıştı.

"Seo Rin, ne zaman geldin?" dedi gülümsemeye çalışarak.

Ben de gülümsedim...

"Çok olmadı. Nasılsın?"

"İyiyim. Okulda olman gerekmiyor muydu senin?"

"Ders erken bitti. Ben de dünyalar güzeli annemi görmeye geldim."
dedim alnına öpücük kondurarak.

"Hah. Güldürme beni."

"Neden? Gülünce daha genç görünüyorsun."

"Hey! Annenle dalga mı geçiyorsun sen? Gel buraya."

"Hayıııır. İnsan annesiyle dalga geçer mi hiç?" dedim geri
çekilerek.

Annem kimsenin onu bu halde görmesini istemiyordu. Ben de herkesin gelip
bana "Annen nasıl?" diye sormasını istemiyordum. Çünkü hatırladığımda
gözlerim doluyordu. O yüzden kimseye annemin kanser olduğunu söylememiştim.
Beni bir yerlere davet ettiklerinde nadiren giderdim. Çünkü okuldan sonra ya
annemin yanına giderdim ya da eve giderdim. Annemle babam ayrı olduklarından
evde şu anda tek başıma kalıyordum.

Hava kararmak üzereydi.

"Artık eve gitsen iyi olur. " dedi annem saçımı okşayarak.

"Gitmek istemiyorum." dedim. Mızmızlık yapan çocuklar gibi
dudaklarımı büktüm.

"Yarın okulun var hadi. Doğru eve git."

"Ama..."

"Hadiii. Benim için endişelenme. Ben iyiyim."

"Tamam" sandaliyeden kalktım ve annemi öptüm. "Yarın yine
geleceğim. Kendine iyi bak."

"Sen de canım. Dikkatli git yolda."

"Tamam anne. Görüşürüz." El salladım kapıdan. Annem de bana el
salladı ve odadan çıktım. Eve giderken aklım hala annemdeydi. Sonra sanki biri
beni takip ediyormuş gibi hissettim. Yavaşça arkamı döndüm ama kimse yoktu.
Sonra eve varmıştım zaten. Kapıyı açtım ve evime girdim.

~Kim Min Wo~

Büyükbabam ve büyükannem bu akşam da evde yoklardı. Ben de akşam yemeğinden
sonra Kong Joon ve okuldan bir kaç kişiyle karaokeye gittim. Pek eğlendiğim
söylenemez. Hye Su yine sülük gibi yapışmıştı. Bir de zorla şarkı
söyletmişlerdi. Aish... Her neyse evde tek kalmaktan iyiydi. Karaokeden
çıktıktan sonra eve doğru yürümeye başladım. Arabayla 5 dakikada evdeydim. Ama
biraz hava almak istiyordum. Yürümeye devam ettim. Az sonra köşeyi döndüğümde
Seo Rin'i görmüştüm. Okul formaları hala üzerindeydi. Hava kararmıştı. Bu
saatte nereye gidiyordu ya da nereden geliyordu böyle? Bir an kendimi onu takip
ederken buldum. "Beni niye ilgilendiriyorsa?" diye söyleniyordum
içimdem. Ama hala takip etmeye devam ediyordum. Bir ara arkasına döndü. Ben de
hemen saklandım. Onu takip ettiğimi anlamış mıydı? İyiki bu iri gövdeli ağaç
burdaymış. Onu takip etmeyi bırakmıştım. Ama ağacın arkasından onu izliyordum.
Bir kaç metre ilerideki bir eve girdi. Işıklar yandı. Sanırım burada oturuyordu.
Yüzünde yine sabahki düşünceli ifade vardı. "Acaba neden?" Bunları
niye düşünüyordumki? Kimin umrunda.

Bir anda gülümsemesi geldi aklıma. Kafamı salladım düşüncelerden kurtulmak
için ve eve doğru yürümeye başladım...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 8:00 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



6.BÖLÜM~NEDEN ONU TAKİP EDİYORUM?

~Kim Min Wo~

Sonunda öğle yemeği vaktiydi. Karnım zil çalıyordu. Kantinde yemeğimi alıp
bir masaya oturdum. O sırada hemen karşımdaki masada oturan Seo Rin dikkatimi
çekti. Dün akşam yüzünde yer alan ifadeden eser yoktu. Yanında oturan kızlarla
konuşup gülüyordu. Birden ayağa kalktı. Birşeyler söyleyip masadan ayrıldı.
Konuştuklarını tam duyamıyordum. Duymama gerek var mıydı zaten? Her zamanki kız
muhabbetlerinden biridir büyük ihtimalle.

Kızlardan biri "Seo Rin çıkışta kapının orada buluşuruz." diye
seslendi. Anlaşılan çıkışta bir yere gideceklerdi.

"Hyung afiyet olsun." diyerek Kong Joon yanıma oturdu.

"Sağol." Yemeğinden koca bir lokmayı ağzına attı. "Sana da
afiyet olsun." dedim. Ağzı dolu bir şekilde "Teşekkür ederim
hyung." Ağzındakini yuttu ve "Çıkışta ne yapıyorsun?" diye
sordu.

"Neden?"

"Jin Yu, ben ve Hye Su çıkışta..."

"Ah, çıkışta işim var."

"Hyung, Hye Su'dan kaçıyor musun?"

"Evet. Yaşamak için o kızdan kaçmam gerekiyor."

"Nasıl yani?"

"Bana sülük gibi yapışıyor. Nefes alamıyorum ve yaşamak için nefes
almam lazım."

"Yani çıkışta gerçekten işin yok?"

"Hayır. Var."

"Yaa... Ama ben hyung ile vakit geçirmek istiyordum."

"Üzgünüm. Başka bir zaman..."

Daha sonra zil çaldı ve sınıflarımıza gittik. Çıkışta işim mi vardı? Hah!
Tabii ki de işim yoktu. Elbette Seo Rin'i izlemeyecektim. Yoksa izleyecek
miydim?

Aish! Tabii ki de hayır.

Ama yine kendimi onu takip ederken buldum. Çıkışta yine onu gördüm.
Kantindeki kızlar onu kapıda bekliyordu, Seo Rin'de yanlarına koşuyordu.
"Üzgünüm geç kaldım. " dedi nefes nefese ve yürümeye başladılar. Ben
de peşlerinden gidiyordum. O kızı neden takip ettiğimi hala anlamamıştım. Belki
bir neden bulurum diye izlemeye devam ettim. Seo Rin yol boyunca gülmüştü.
Heycanla kızlara birşeyler anlatıyor. Kollarını sağa sola haraket ettiriyordu.
Resmen kalıbına sığamıyordu. Kızlarda onunla beraber gülmeye başladılar.
Etrafına gülücük dağıtan bir şey gibi...

Cin?.. Ah hayır.

Melek?.. Belki...

Sonunda hediyelik eşyalar satan küçük bir dükkanın önünde durdular.

"Burası mı?" dedi kızlardan biri.

"Evet. Burada çok güzel şeyler olur. Eminim burada birşeyler
bulursun."

"Çok sıcak bir yere benziyor. Teşekkür ederim Seo Rin."

"Önemli değil." dedi. Gülümsemesi daha da büyümüştü. "Benim
gitmem gerekiyor. Size iyi eğlenceler. Görüşürüz." diyerek arkadaşlarının
yanından ayrılmıştı. Ne yani bu kadar yolu bir dükkanı göstermek için mi
gelmişti?

Uzaktan ona bakmıştım yüzündeki gülümseme yine silinmişti. Gözlerinin
parlamasıda solmuştu sanki.

Hey, bir dakika. Evi o tarafta değildi. Nereye gidiyordu bu?

Takibe devam...

En sonunda hastaneye gelmiştik.

Hastane mi?

Onun peşinden hastaneye girdim. Hastaların kaldığı odalara doğru gidiyordu.
Sanırım birini ziyarete gelmişti.

Birden önümde bir kol uzandı.

"Ziyaret saatleri bitti."

"Ama içeri girmem lazım."

"Refakatçı kartın var mı?"

"Hayır." dedim şaşkın şaşkın.

"O zaman giremezsin."

Orada öylece kalmıştım. O nasıl içeri girmişti? Birine refakatçi miydi?
Kime?

"Afedersin genç adam." Yaşlı bir bayan koluma dokunmuştu.

"Efendim bayan?"

"Kız arkadaşını mı takip ediyorsun?"

"Kız arkadaşım mı?" Birden aklıma dank etti. "Ah evet."
Yaşlı bayana yanaştım ve kullağına fısıldadım. "Sanırım benden birşey
saklıyor."

"Ah anladım. İstersen sana 5 dakikalığına refakatçı kartımı
verebilirim."

"Gerçekten mi?"

"Ama kız arkadaşına güvenmelisin. İyi bir kıza benziyor. Al
bakalım."

"Evet bayan çok iyi biridir. Haklısınız. Size minnettarım. Çok teşekkür
ederim."

İçeri girdim. Bunu yapmak zorunda değildim. Ama yapmak istiyordum. O an
neden onu takip ettiğimi anladım.

Bir meleğin maskesini düşürmek için...

Seo Rin oradaydı. Doktorla bir şeyler konuşuyordu. Daha sonra bir odaya
girdi. Girdiği odanın kapısında durdum.

882 numara...

"Ben geldiiiim..."

"Hoşgeldin canım."

İçeri baktım. Bir bayan yatakta yatıyordu. Açıkçası çok iyi gözükmüyordu.
Ama gülümsemesi... Aynı Seo Rin gibiydi.

"Nasılsın anne?"

Anne...

"İyiyim birtanem. Günün nasıldı?"

"İyiydi. Mi So sana selam söledi."

"Hasta olduğumu biliyor mu?"

"Hayır." Yüzü asılmıştı yine. Annesine sarıldı ve alnından öptü.

"Ayrıca sen hasta
değilsin. Dong Hyun-shii öyle dedi. Gayet iyisin."

Kısa bir süre sessizlik olmuştu.

"Anne..."

"Evet?"

"Sana bir haberim var."

"Neymiş o?"

"Festival yarışlarına katıldım. Ama yedekteyim. Eğer ayrılmam
gerekirse..."

"Bence yarışmalısın. Çok iyi bir iş çıkaracağına eminim. Hangi dalda
katıldın?"

"Atletizm. Koşacağım."

"Atletik kızım benim."

"Sorma sorma. Her yere geç kaldığım için bol bol antreman
yapıyorum."

Annesine bakışlarını gördüm. Gülümsüyordu. Ama gözleri acı doluydu. Kafamı
geri çektim ve duvara yaslandım. İçimde birşeyler düğümlenmişti sanki. Az
ilerideki hemşirenin yanına gittim.

"Afedersiniz. 882 numaralı oda da yatan hastanın yatış nedeni ne
acaba?"

Önündeki bilgisayardan kayıtlara baktı.

"882... Buldum. Park Eun Mi. Kanserden dolayı yatıyormuş."

İçimdeki düğüm daha da büyümüştü sanki...

"Teşekkür ederim. İyi günler."

Çıkmadan önce kapıdan son kez baktım. Seo Rin çantasını takıyordu.

"Yarın görüşürüz anne. Gelirken birşey getirmemi ister misin?"

Hemen oradan çıkmam gerekiyordu. Doğruca kapıya gittim. Yaşlı bayan bahçede
biriyle muhabbet ediyordu.

"Buyrun kartınız." diyerek bayana uzattım.

"Öğrenmek istediğini öğrendin mi genç adam?" dedi kartı elimden
alarak. Bir anda birşey diyememiştim. Dilim tutulmuştu sanki. Yutkundum...

"Gözlerindeki acıya bakılırsa öğrenmişsin. Seo Rin iyi bir kızdır.
Sakın onu üzme." dedi. Dona kalmıştım. Onu tanıyor muydu? Şimdi
anlıyordum. Bunu görmem için vermişti kartını.

"Evet efendim. Lütfen buraya geldiğimi ona söylemeyin."

"Merak etme söylemem. Ama biraz daha burada durursan
yakalanacaksın."

"Ne?" Arkama baktım. Seo Rin geliyordu. "Ah! Teşekkür ederim
bayan. İyi günler. "

Hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. İçimdeki düğüm nefes almamı engelliyordu.
Derin bir nefes almak için durdum. Seo Rin geliyordu. Gözlerindeki acı hala
yerindeydi...

Onu takip etmeye devam ettim. Aramızdaki mesafenin biraz açılmasına izin
verdim. Beni yine fark etsin istemyordum. Hava kararmıştı. Bir kız bu saatte
tek başına dollanmamalıydı. Özellikle bu ara sokaklardayken.

"Hey şu karşıdan gelene bak." bir erkek sesi!

"Wow. Evet." hayır iki erkek!

"Tatlım. İstersen sana bu karanlıkta eşlik edelim nedersin?"

Tanrım, yolunu kesmişlerdi. Seo Rin ise sakindi. "Üzgünüm. Ama ben
tatlı bir kız değilimdir. Geçebilir miyim?" dedi çantasını çıkarmıştı.

Ben burada izliyerek ne yapıyordum? Gidip yardım etmeliydim.

"Kendini küçümseme tatlım. Hadi sana eşlik etmemize izin ver."
diyerek gidip Seo Rin'in kolunu tutmuştu. Bu bardağı taşıran sondamlaydı. Tam
saklandığım yerden çıkmıştım ki herşey hızla gelişti.

Seo Rin kolunu tutan serseriyi kendine çekti ve kasıklarına sert bir tekme
geçirdi. Serseri iki büklüm yere yığıldı. Diğer serseri üzerine doğru hamle
yaptı. "Seni sürt..." Seo Rin elindeki çantayı kafasına geçirdi ve
serseri duvara yapıştı. Tanrım! Bu kız çantasında ne taşıyordu? Yanımdan
geçerken köşeye çekilip saklandım. Bu kızı kızdırmamam gerekiyordu.
Serserilerin ikiside yerden kalkmıştı. "Pis... Sürtük." Seo Rin'in
peşinden koşmaya başlamışlardı. Buna izin veremezdim...

~Park Seo Rin~

Evin yakınındaki parka kadar durmadan koşmuştum. Biraz nefes alıp arkama baktım.
Kimse yoktu. Duvara dayandım ve soluklanmaya başladım.

Tanrım! Eğer festivalde bu kadar koşarsam kesinlikle kazanırdık. Bir daha
kestirme yolu kullanmayacaktım.

Eve yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Arada bir arkama bakıyordum. Şansıma
beni takip etmemişlerdi. Bir daha karşıma çıkarlarsa biber gazını yerlerdi.
Harbi, biber gazımı nereye koymuştum? O sırada çantımı açtığımda orada yoktu.

Etrafıma son kez baktım. Kimse yoktu. Kapıyı kapatıp kitledim. Ama içim
rahat etmemişti. Bu gece yalnız kalmasam iyi olurdu. Telefonumu aldım ve Mi
So'yu aradım.

"Alo?"

"Alo Mi So?"

"Seo Rin?" dedi heycanla.

"Evet. Benim. Bir ricada buluncaktım."

"Evet dinliyorum."

"Şey... Televizyonda bir korku filmi izledim ve bugün evde tekim. Annem
yine işi nedeniyle gelemiyecek. Acaba bu gece bizde kalabilir misin?"

"Ah. Bir dakika bekler misin?" dedi ve arkadan bağıran sesi
duyuldu. "ANNEEEEEEE..."

"Efendim..." arkadan bayan Kang'ın sesini zar zor duymuştum.

"SEO RİN BU AKŞAMDA YALNIZ KALACAKMIŞ. ONLARDA KALABİLİR MİYİM?"

"Peki. Ama yarınki temizliği sen yaparsın."

"Yehuuu..." Telefona döndü "Geliyorum Seo Rin."

"Baban seni bırakacakmış çabuk hazırlan." diye seslendi bayan
Kang.

"Kapatmam lazım. Görüşürüz."

"Görüşürüz. Annene çok teşekkür ettiğimi söyle."

"Tamam. Öptüüüümm..."

"Ben de" dedim ve telefonu kapattım. Sanırım akşam yemeğini
hazırlamam lazım










Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



7.BÖLÜM~ TARTIŞMA!

~Kim Min Wo~

Otobüsten indim ve eve yürüdüm. Kapıyı açan hizmetçi bana garip gözlerle
bakıyordu. Ne o hayalet mi görmüştü? Tamam üstüm biraz dağanıktı. Ama bu bana
öyle bakması anlamına gelmezdi. So Hyun karşımda belirdi birden.

"Efendim nerede kaldınız? Akşam yemeği başladı ve büyükbabanız çok
sinirlendi." Saate baktım. Akşam yemeği başlayalı 6 dakika olmuştu.

"Büyükbabam evde mi?"

"Evet efendim."

"Harika. Bugün tatil planı ya da partisi yok muymuş? Yoksa sonunda
akşam yemeklerine katılmayı hatırladı mı?"

"Efendim böyle konuşmayın. Büyükbabanız duya..." Büyükbabamın sesi
So Hyun'un sözünü kesti.

"Kim Min Wo!"

"Eve hoşgeldin büyükbaba."

"Nededin sen az önce?"

"Dedim ki; Büyükbabamın bugün için tatil planı ya da partisi yokmuymuş?
Yoksa sonunda akşam yemeklerine katılmayı hatırladı mı?"

"Bunu nasıl söylersin sen? Hem bu saatte üstün başın dağnık halde
geliyorsun, hem de benim işlerime burnunu mu sokuyorsun?" diye bağırdı bir
anda büyükbabam.

"Evet." dedim birden. Herkes donmuş bize bakıyordu. Ben de bunu
fırsat bildim ve konuşmaya devam ettim. "Zamanında hazırlanmadığımda
kızıyorsun. Yemek zamanını bir dakika kaçırsam yememe izin vermiyorsun. Ama ne
zaman eve gelsem evde olmuyorsunuz. Buraya geldiğim zamandan beri kaç kez
beraber akşam yemeği yedik saydınız mı?!" Biraz durdum. Sessizlik hala
devam ediyordu. Büyükbabam ani çıkışıma şaşırmıştı. Anlaşılan babam ona hiç
karşı çıkmamıştı. O yüzden hazırlıksız yakalanmıştı. Soruma cevap gelmeyince
konuşmaya devam ettim.

"Ben saydım. Size söyleyeyim. Üç ayda sadece sekiz defa beraber akşam
yemeği yedik. Ama ben eve geç geldiğinizde bana haber vermeden gittiğiniz için
sizi sorgulamıyorum. Siz ise acaba bize ihtiyacı var mı diye düşünmeden
gidiyorsunuz. Ama ben geç kalınca kıyamet kopuyor. Sorumsuz oluyorum. Umursamaz
oluyorum. Asi oluyorum. Peki üstümün neden dağınık olduğunu ya da beraber
yiyeceğimiz dokuzuncu akşam yemeğine neden geç kaldığımı düşündünüz mü hiç? Ah!
Doğru ya Min Wo asidir. Kesin yine kavga etmiştir. EVET! Kavga ettim."
Büyükannem endişeli bir sesle araya girdi. "Ne?! Kavga mı ettin?"

"Tam bir sorunum öyle değil mi? Peki kavgayı kim çıkardı? Kesin asi Min
Wo çıkarmıştır. Tabii ya ben zevkine serserilere dalan biriyim. Belki birgün
birtanesi beni bıçaklarda benden kurtulursunuz!" So Hyun elini omuzuma
koydu. "Efendim bu kadar yeter." dedi beni sakinleştirmeye çalışarak.
Ben de elini iterek "Çek elini So Hyun." dedim. Önüme döndüğümde
suratıma sıkı bir tokat indi. Kafam çok hızlı bir şekilde dönmüştü. Yüzüm
yanıyordu sanki. Elimi yanan yere koydum. Büyükbabam bağrıyordu. "Nasıl
böyle konuşursun? Sen nedediğinin farkında mısın?" Donma sırası bendeydi.
"Sakın bir daha böyle birşey duymayım. Ayrıca ben bunca zamandır ailemi
mutlu etmek için çok çalıştım. Nasıl benimle böyle konuşursun?!" Elim
yanağımda konuşmaya başladım. "Şu an mutsuz olmamın tek nedeni sensin
büyükbaba." dedim ciddi bir sesle. Bu sefer sesimi yükseltmemiştim.

"Ne?" İşte sorunda buydu. Beni bir türlü anlamıyorlardı.

"Şu an senin yüzünden mutsuzum. Babamı programlanmış bir robot gibi
yetiştirdin ve sıra ben de! Ama böyle olmasaydı babam en azından haftanın bir
günü işinden kafasını kaldırıp benimle futbol oynardı belki. Ya da belki okulda
sorun çıkardığımda birgün 'Ben nerede hata yaptım?' diye sorardı kendine. Ama
bırak bunları yapmayı buraya geldiğimden beri sadece iki defa aradı. O yüzden
ben sizin programlanmış robotunuz olmayacağım. Abimin ne yaptığını şimdi daha
iyi anlıyorum." Büyükbabam birşey diyememişti. Ben ise yanlarından geçtim
ve merdivenlere yöneldim. Odama çıkarken büyükbabamın sesini duydum.

"Bu... Bu çocuk... Ne yapmaya çalışıyor? Beni kalpten öldürecek
mi?"

"Hayatım sakin ol." dedi büyükannem.

"Efendim lütfen böyle oturun." dedi bir hizmetçi ve yine
büyükbabamın sesi. "Bana tansiyon ilacımı getirin. Ah, yine tansiyonum
yükseldi."

Odama girdim. Çantamı bir kenara koydum ve üstümdekileri çıkarmaya başladım.
Yırtık gömleğimi çöpe attım.

Serserilerin karşısına çıktığımda bir tanesi bana çarpmıştı ve düşmemek için
yakamdan tutmuştu. Gömleğim o sırada yırtılmıştı. Ben de kafasından tutup
duvara gömüştüm ve bayılmıştı. Tam onu bırakmıştım ki diğeri arkadan boynuma
sarılmıştı. Sırtımı dönüp onu duvarla arama almıştım. Sert bir şekilde
çarptığımda sarsılmıştı. Ama boğazımı bırakmamıştı. Kafamı geri yasladım ve
kafasını duvara çarptı. Elleri gevşemişti. Ondan kurtulup karnına hızlı bir
tekme geçirdim. İki büklüm yere yığıldı. Ben de oradan uzaklaştım. Onlar,
kendilerine gelene kadar Seo Rin evine varmıştır heralde.

Annesiyle birbirlerine bakışları geldi aklıma. Gözleri ve gülüşü kesinlikle
annesine çekmişti.

Hatırlayınca içimde yine birşeyler düğümlenmişti. Annesinin yanında Seo
Rin'den başka kimse kalmıyor muydu? Babası ya da bir akrabası?.. Keşke
yapabileceğim birşey olsaydı. Birden aklıma birşey gelmişti. "Belki de
vardır." dedim heycanla yattığım yerden doğrularak...

~Park Seo Rin~

Min So annemin yaptığını sandığı rameni yerken bir yandan da konuşmaya
çalışıyordu.

"Annem yarın haşatımı çıkaracak." Ağzındakini yuttu. İki eli
arasında birşey sıkıştırıyormuş gibi yaptı ve "Ertesi gün okula bir filin
altında ezilmişim gibi gelirsem şaşırma." dedi. İki elinin arasından bana
bakıyordu. Ben ise gülüyordum.

"Neden?" diye sordum.

"Yarın büyük temizlik günü ve benim sıram." Sonra sesli düşünmeye
başladı. "Aslında ablamı bu işe sokabilirsem yüküm hafifler. Ah evet tüm
gece onun aptal aşk hikayelerini uyumadan dinliyeceğimi söylersem belki yardım
eder." Sonra yüzünde sinsi bir gülümseme yer aldı. Ben ise kahkahayı
bastım.

"Hey! Ne oldu?"

"Yok birşey." Kalktım ve boş tabaklarımızı mutfağa götürdüm. Mi
So'nun beni güldürmesi için bir şey yapmasına gerek yoktu. O harika surat
ifadeleri bana yetiyordu. Bu gece onunla kalacağım için mutluydum.

Gözüm takvime takıldı. Ah! Yarın öğleden sonra boştu. Belki biraz
kütüphanede takılıp annemin yanına giderdim. Ama Mi So'ya acıdım. Temizlik
yapmak için koca bir günü olacaktı....







Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



8.BÖLÜM~ ÇİÇEKLERİ KİM GETİRDİ?

~Kim Min Wo~

Sabah aşağı indiğimde kimse konuşmuyordu. Ağzıma iki lokma atıp evden
çıkmıştım.

Okula geldiğimde çıkışı iple çekmeye başlamıştım. Okulun bitmesini
sabırsızlıkla bekliyordum. Nihayet son dersteydik. Yapacağım şeyin ne kadar
doğru olduğunu bilmiyordum. Bir dakika hasta ziyaretinin neresi kötüydü?
Saatime baktım.

Son 5 dakika...

Evet çiçek alıp Seo Rin'in annesini ziyaret edecektim. Tek sorunum henüz
çiçek almamıştım. Sonunda zil çalmıştı. Sınıftan çıktım ve hızlı adımlarla
çıkışa ilerledim.

"Min Wo Oppaaaa." Arkamı döndüğümde Hye Su ile karşılaştım.

"Efendim."

"Min Wo Oppa, Kong Joon bugün çıkışta bir yere gideceğini söyledi. Ben
de senle gelebilir miyim? Hem yalnız kalmazsın."

Tanrım!..

"Hayır."

"Neden?"

"Çünkü Min Wo oppa senin gelmeni istemiyor." dedim ciddi bir
şekilde.

"Oppaaa..." dedi kaşlarını yukarı kaldırmış bana bakıyordu.

"Görüşürüz." diyerek yanından uzaklaştım. Otobüse bindim. Hala
yapacağım şeyden emin değildim. Ama hasta bir kadını mutlu etmek iyi birşeydi.
Bir dakika! Ben ne zamandan beri birini mutlu etmeye çalışıyordum?
"Sanırım bu bulaşıcı birşey." diye düşündüm. Sonunda bir çiçekçi
bulmuştum. Bir demet çiçek alıp çıktım. Bekle bir dakika hastane de vazoyu
nerden bulacaktı? Geri içeri girdim. Bir vazoya koymalarını söyledim. O sırada
gözüme kır çiçekleri takıldı. Çiçeklerin arasına kır çiçeklerindende koydurdum
ve parasını ödeyip oradan çıktım.

Hastaneye yetişmiştim. Hasta ziyaretlerinin bitmesine daha vardı.

"Bir hasta ziyareti için fazla süslü olmamıştır umarım." diyerek
odanın önünde durdum. Ama içeri giremedim. Ne diyecektim?

"Merhaba. Ben Kim Mim Wo. Dün kızınızı takip ettim ve sizi gördüm.
Bugün de ben ziyaret edeyim dedim."

Hah, kesinlikle hayır. İç çektim ve içeriden ses geldi.

"Kime bakmıştın genç adam?"

Ne? Beni gördü mü? Kafamı içeri doğru uzattım. Bana bakıyordu. Evet beni
görmüştü. İçeri girdim.

"Eun Mi-shii?"

"Evet?"

"Bu çiçekler sizin."

"Ah teşekkür ederim. Kimin gönderdiğini öğrenebilir miyim acaba?"

"Ee... Şey... Ben getirdim efendim."

"Sen mi? Kim olduğunu öğrenebilir miyim?"

"Ben kızınızın okuldan bir arkadaşıyım."

"Kızım benden birine mi bahsetti? Hem de bir erkeğe!" Gözlerim
kocaman açılmıştı. Yanlış anlamıştı.

"Ha-hayır. Öyle değil. Tesadüfen öğrendim. Seo Rin söylemedi."

"Yani Seo Rin buraya geldiğini bilmiyor mu?"

"Evet efendim."

"Peki buraya neden geldin?"

"Sizi ziyaret etmek için."

"Neden?"

"Ben... Bilmiyorum. Sadece ziyaret etmek istedim."

"Çok sorguya çektim öyle değil mi? Otursana." dedi gülümseyerek.
İster istemez ben de gülümsedim ve yanındaki sandaliyeye oturdum. Kısa bir
sessizlik olmuştu.

Hadi Min Wo bir şey söyle...

Eun Mi-shi "Çiçekler için teşekkür ederim." diyerek sessizliği
bozdu. Bir saat boyunca muhabbet ettik. Eun Mi-shi çok iyi biriydi. Yorulmaması
için erken kalkmak istemiştim. Ama biraz daha durmamı istemişti. Ziyaret
saatleri bitmek üzereydi. Ayağa kalktım.

"Gitsem iyi olur. Sizinle tanıştığıma memnun oldum efendim."

"Ben de genç adam."

Odadan çıktığımda kendimi çok mutlu hissediyordum. "Heralde insanları
mutlu etmek aileden gelen birşey." dedim içimden gülümseyerek.

Eve geldiğimde büyükbabam ve büyükannem evdeydi. Şaşırmıştım. Geldiğimi
haber verdim ve odama çıktım. Sıcak bir duş aldım ve akşam yemeği zamanı gelene
kadar yattım.

Akşam yemeği için kalktığımda telefonum çalmıştı.

"Efendim?"

"Min Wo?"

"Baba?"

"Uyandırdım mı?"

"Hayır. Kalkmıştım zaten. Birşey mi oldu?"

"Duyduğuma göre dün büyükbabanla aranda hararetli bir konuşma
geçmiş." Hemen yetiştirmişler. Şaşırmadım.

"Evet." dedim umursamaz bir şekilde.

"Benimle futbol oynamak istediğini duydum. Yarın bir toplantım var.
Toplantıdan sonra iki saatlik boşum var. Beraber futbol oynarız belki."
Beni iki saatle kandırabileceğini mi sanıyordu?

"Teşekkür ederim baba. Eskiden senle futbol oynamak isterdim. Ama artık
gerek yok. Burada bir kaç arkadaş edindim. Onlarla oynuyorum. Ayrıca okul
festivalinde futbol oynayacağım. Arkadaşlarla antreman yapıyorum ve çok
eğleniyorum."

"Sen? Okul festivaline
mi katılıyorsun?" Tamam henüz katılmamıştım. Ama katılacaktım. Hemde ilk
fırsatta.

"Evet."

"Yani sıradan
insanlarla futbol mu oynayacaksın?"

"Beni sıradan
insanların arasına yollayan sendin baba. Ayrıca senden daha çevikler."

"Ne?"

"Benim kapatmam lazım baba. Eğer konuşmaya devam edersek bu akşam yemek
yiyemeyeceğim."

"Ah! Evet. Görüşürüz." Sanki sesinde bir hayal kırıklığı vardı ya
da bana öyle gelmişti.

"Görüşürüz baba."

Telefonu kapadım ve aşağıya indim. Akşam yemeği hazırdı.

"Babanla konuştun mu?" diye sordu büyükbabam sessizliğe
dayanamayarak.

"Evet."

"Eee..." diye araya girdi büyükannem.

"Yarın futbol oynamaya davet etti."

"Bu harika." dedi büyükannem.

"Ama kabul etmedim."

"Neden?" dedi büyükbabam şaşkınlıkla.

"Çünkü okul festivaline katıldım. Futbol oynayacağım ve arkadaşlarla
antremanı yapmam lazım." ikiside şaşkınlıkla birbirine baktılar sonra bana
döndüler. Ben ise umursamaz bir şekilde yemeğimi yemeye devam ettim.

~Park Seo Rin~

Ödevlerimi bitirdikten sonra kütüphaneden çıktım. Direk hastaneye gittim.
Önce Dong Hyun-shi'nin yanına gitmiştim. Ama yoktu. Ben de annemin yanına
gittim.

"Ben geldiiim..."

"Hoşgeldin canım."

O sırada masadaki çiçekler gözüme takıldı. Aklıma ilk gelen kişi babamdı.

"Babam mı geldi?"

"Hayır."

"Çiçekleri kim getirdi?"

"Bugün genç bir çocuk geldi. Senin okuldan arkadaşınmış. O
getirdi."

"Okuldan arkadaşım mı? Hem de bir çocuk mu?" Şaşırmıştım. Kimseye
annemin hastalığından bahsetmemiştim. Nereden öğrenmişti?

"Adı ne?" dedim şaşkın şaşkın. Bir süre bana boş gözlerle baktı.

"Adını sormayı unuttum." dedi sonunda. "Ah, çok unutkan
olmaya başladım." Yüzü asılmıştı.

"Her neyse önemli değil. Günün nasıldı?" dedim gülümseyerek. Annem
anlatmaya başladı ama benim aklım hala çocuktaydı. Bu çiçekleri kim
getirmişti?..

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



9.BÖLÜM~YAKALANDIM

~Kim Min Wo~

Ertesi gün yine çiçeklerle Seo Rin'in annesinin yanına gitmiştim. Futbol
antremanına gittiğimi sanıyorlardı. Gidecektim ama henüz değil çünkü daha
katılmak istediğimi söylememiştim.

Eun Mi-shi ile konuşmak güzeldi. Bu sefer adımıda söylemiştim. Geçen sefer
şaşkınlıktan kendimi tanıtmayı unutmuştum. Ama Seo Rin'e söylememesi için rica
etmiştim. Çünkü ona ne diyeceğimi henüz bilmiyordum. Eun Mi-shi ise
karşılığında Seo Rin'e göz kulak olmamı istemişti. Babasıyla ayrı oldukları
için yalnız kaldığını söylemişti. Ben de isteğini kabul ettim. Sonuç olarak
okulda ve dışarda Seo Rin'i takip ediyordum. Okul festivallerine katıldığım
için orada da onu görüyordum ve ziyaret saatlerine yetiştikçe Eun Mi-shi'yi ziyaret
ediyordum. Bu sadece bir süre böyle sürdü. Bir gün yine ona Seo Rin'i
anlatıyordum.

"Kızınız gerçekten çok iyi biri. Bugün alt sınıflardan biri antreman
sırasında yaralandı ve ilk Seo Rin yardımına koştu."

"Peki okulda nasıl davranıyor. Dün pek mutlu değildi."

Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Yoksa Seo Rin'in maskesi mi çatlamıştı?

"Okulda ve dışarda hep neşeli ve gülüyor. Endişelenmeyin. Büyük
ihtimalle dünki antremanda çok yorulmuştur. Zaten oturduğunda yüzü
kıpkır..." Sözümü odaya giren başka birinin sesi kesti.

"Ben geldiiim."

Seo Rin ile gözgöze geldik. Birden ayağa kalktım. Basılmış bir suçlu gibi
hissediyordum. Kısa bir süre birbirimize baktık. İkimizde donmuştuk. Birden
kaşları çatıldı. Ne diyecek diye beklerken "Min Wo'ydu değil mi?"
diye sordu.

"E-evet." niye kekelemiştimki?

Annesine döndü ve "Demek gizemli ziyaretçin Min Wo'ydu." dedi
gülümseyerek.

"Evet tatlım."

Şaşırmıştım. Açıkçası beklediğim tepki bu değildi. Doğru tepki "Sen de
kimsin?" ya da "Senin burada ne işin var?" olabilirdi.

Eun Mi-shi'nin sesi beni şaşkınlığımdan ayırdı.

"Otursana Min Wo."

"Ah, tamam." dedim şaşkın şaşkın ve oturdum. Seo Rin'e döndü ve
konuşmaya devam etti.

"Şaşırdın mı?"

"Evet. Açıkçası şaşırdım. Gizli hayranının Min Wo olduğunu hiç
düşünmemiştim." dedi gülümseyerek.

Birden tüm odayı Eue Mi-shi'nin kahkahası sarmıştı.

"Gizli hayran ha?" hala gülüyordu. Ben de ister istemez gülmüştüm.
Seo Rin ise...

Birden Seo Rin'e odaklanmıştım. Gözlerindeki acı silinmiş yerini ışıltılar
almıştı. Hayran hayran annesine bakıyordu. Yüzündeki gülümseme ise bu tabloyu
tamamlıyordu.

Gözlerimi başka bir yere çevirdim.

Min Wo kendine gel. Ama çok güzel gülüyordu.

"Demek Min Wo sizin sınıfta değil."

"Evet."

"Aslında bu yıl geldim okula. Babamın işi nedeniyle büyükbabamın yanına
taşınmak zorunda kaldım."

"Aileni özlüyorsundur."

"Biraz." Aslında özlediğim söylenemezdi. Çünkü evdeykende onları
fazla görmüyordum. Yani alışmıştım.

Saate baktım. Ziyaret saati sona ermek üzereydi. "Ben gitsem iyi olur.
Zamanım doldu. " dedim saati göstererek.

"Tamam canım. Yine gel."

"Elbette geleceğim. Ben sizin gizli hayranınızım efendim."
ikimizde güldük.

"İyi günler." diyerek odadan çıktım.

~Park Seo Rin~

O günden sonra annemim yanına ne zaman gitsem bir çiçek görüyordum. Anneme
sorsamda kim olduğunu söylemiyordu. Ben ise meraktan çatlıyordum. Ama fazla
uzun sürmedi.

Annemin gizemli ziyaretçisinin Min Wo olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım.
Çünkü o çocukla sadece bir defa konuşmuştuk.

Min wo odadan çıkınca ben de anneme veda ettim ve peşinden gittim.

"Min Wo..."..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 8:01 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



10.BÖLÜM~KONUŞMA...

~Kim Min Wo~

Arkamdan biri bana seslenmişti.

"Min Wo..."

Arkama döndüğümde Seo Rin bana doğru geliyordu.

"Birlikte yürüyelim mi?" dedi yanıma gelince.

"Olur." dedim ve
yürümeye başladık. Hastaneden çıktık. Bir süre hiç bir şey konuşmadık. Arada
bir dönüp ona bakıyordum. O ise sadece karşıya bakarak yürüyordu. Düşünceli
yüzünü sarmış koyu kahve saçları omuzlarına dökülmüştü. Önüne gelen saçlarını
bir taçla geriye atmıştı. Ama kurtulan birkaç tutam vardı. Hızlı adımlar
atıyordu. Bazen kendini kaptırıp öne geçiyordu. Sonra yavaşlıyordu. En
sonunda bir parka geldik. Durdu ve banklardan birini gösterdi.

"Oturalım mı?"

"Olur."

İkimizde oturduk.

"Annemi ne zamandır biliyorsun?" dedi. Sakin bir sesle direk
konuya girdi.

"Yaklaşık iki haftadır."

"Yani önceden bilmiyordun?"

"Evet."

"Peki nasıl öğrendin?

"Tesadüfen" dedim omuzlarımı silkip.

"Nasıl bir tesadüf bu?"

"Eee..." ne diyecektim? Ama birşey dememe gerek kalmamıştı.

"Zarfımı açıp okudun değil mi?"

"Hayır! Zarfta annen yazmıyordu!" Dur bir dakika. Ne dedim ben?!

"Yani okudun."

İç çektim. Az önce suçumu itiraf etmiştim. İnkar etmeme gerek var mıydı?

"Evet."

"Neden? Her zaman başkasına ait şeyleri karıştırır mısın?"

"Hayır. Sadece
sahibini bulmak için okudum. Çöpe atsaydım daha mı iyi olurdu?"

"Evet. Çöpe atsaydın daha iyi olurdu."

"Ne?" Ah! Melek görünümlü şeytan. İyilik yapanda kabahat.

Ayağa kalktı. Bir kaç adım attı ve durdu. Arkası bana dönüktü. Ayağıyla
yerde bir şey eşeliyordu sanki.

"Min Wo?"

"Evet?"

"Annemden kimseye bahsetme olur mu?"

"Merak etme. Kimseye anlatmam."

"Peki. Sana güveniyorum." Bana güveniyor mu? Bir şekilde bu hoşuma
gitmişti.

"Teşekkür ederim."

Sessizlik...

Yüzünü gökyüzüne doğru kaldırdı. Bir süre öyle durdu. Sonra elleri yüzüne
gitti.

Ağlıyor mu? Ah! Arkası dönük göremiyorum.

Bir süre öyle durduktan sonra bana döndü.

Gözlerini yummuştu ve yine o güzel gülüşüyle gülüyordu.

Güzel? Evet gülüşü gerçekten güzeldi.

"Ben de teşekkür ederim, Min Wo."

Tanrım, bir anda yeniden melek olmuştu. Gözünün kenarındaki yaş damlasını
görebiliyordum. Ama fark etmemiş gibi davrandım. Çünkü ağladığının ya da
gözlerinin dolduğunun kimsenin fark etmemesini istediğini biliyordum.

"Neden?" dedim şaşkın şaşkın.

"Çünküü..." iç çekti. "Çünkü sen annemi ziyaret ettiğinden
beri annemin gerçekten güldüğünü gördüm." kafasını yavaşça yere eğdi.
"Ve bugün attığı kahkaha... Ben... Teşekkür ederim."

"Bunun anlamı anneni ziyaret etmeye devam edebileceğim mi?" Omuz
silkti. Sesi daha da kısılmıştı.

"İstersen."

"Annen gerçekten iyi biri." dedim ayağa kalkarak. Yeniden ayağıyla
yeri eşelemeye başladı.

"Öyledir..." sesi iyice kısılmıştı.

"İyi misin?"

"İyiyim... Ama gitmem lazım. Görüşürüz." diyerek hızlı adımlarla
yanımdan uzaklaştı. Ben de ellerimi cebime koydum ve Seo Rin köşeyi dönene
kadar arkasından baktım. Eli durmadan gözüne gidiyordu.

Ağlıyordu...

~Park Seo Rin~

Parka gelene kadar Min Wo'nun annemi nereden bildiğini düşünmüştüm. Sonunda
aklıma gelmişti.

Zarf!

Kesin zarfımı açıp okumuştu. Evet, doğruda düşünmüştüm. Bir an da ona
kızmıştım. Çünkü insanların eşyalarımı izinsiz karıştırmasından nefret ederdim.
Ama annemin attığı kahkaha aklıma gelince...

Ah! Gözlerim... Yaşlar yine geliyordu. Sesim gitgide kısılıyordu. Buradan
uzaklaşmam lazım. Başkaların güçsüz Seo Rin'i görmesini istemiyordum. Ama
gözyaşlarımı durduramıyordum. O yüzden oradan hızla uzaklaştım.....







Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



11.BÖLÜM~DEDİKODULAR-1

~Kim Min Wo~

Geç kaldım! Hemen hazırlanıp evden çıkmıştım. Kahvaltıda yapamamıştım. Bugün
antreman vardı. Enerjiye ihtiyacım vardı. Yine de kendimi daha enerjik
hissediyordum. Sanırım okul festivalleri sandığım kadar kötü değil. Hatta
eğlendiğim bile söylenebilir. Ama bugün okuldan geç çıkacağım için Eun
Mi-shi'nin yanına uğrayamayacaktım.

Durağa geldiğimde benim gibi geç kalan bir kaç öğrenci vardı. Yine herkes
umursamadan konuşmaya devam ediyordu. Ama bu sefer kötü bakışları üzerimde
hissediyordum. Büyük ihtimalle bana öyle gelmişti. O yüzden aldırmadım. Otobüse
bindim ve kulaklıklarımı taktım. Kong Joon çoktan okula gitmişti. O yüzden tek
başımaydım. Okula geldiğimde dersin başlamasına 10 dakika vardı. Yetişmiştim.
Okula girdim ve sınıfa doğru yürümeye başladım. Geçtiğim yerdeki herkes bana
dönüp dik dik bakıyordu sanki. Aslında buna alışmıştım. Eski okulumda
çıkardığım olaylar, söylediğim sözler yüzünden sık sık bu bakışlara maruz
kalıyordum. Ama bugünki bakışları üzerime çekmek için ne yapmıştım? Bu sorunun
cevabını kısa sürede öğrenmiştim.

Kong Joon kolumdan tutup "Hyung benimle gel." diyerek beni
çekiştirmeye başldı. Kolumu ondan kurtardım.

"Ne oldu?"

"Benimle gel. Çabuk!"

Kong Joon ciddi mi? İlk kez onu bu kadar ciddi görmüştüm. Neler oluyordu?
Onu izledim. Beni bir köşeye çekti.

"Hyung sen ne yaptın?"

"Ne yapmışım?" dedim şaşkın şaşkın.

"Seo Rin'i ağlatmışsın."

"Ne?!!" gözlerim kocaman açılmıştı.

"Ağlatmadın mı?"

"Bunu kim söyledi?"

"Sınıf arkadaşım söyledi. Geldi ve 'Hyung'un Seo Rin'i ağlatmış. Söyle
ona Seo Rin'i kimse üzemez.' dedi."

"Ha?" boş boş bakıyordum. "Peki Seo Rin'i ağlattığımı nereden
çıkarmışlar?"

"Dün parkta sizi görmüşler. Seo Rin ağlayarak yanından
uzaklaşıyormuş."

Ne! Park mı? Bunu nasıl açıklardım. Annesi için ağlıyordu diyemezdim. Seo
Rin'e annesinden bahsetmeyeceğime söz vermiştim. Ne diyecektim? Tanrım,
bugünlerde bu soruyu çok soruyodum kendime...

"Ah, Evet. Dün aramızda bir konuşma geçti. Ufak bir yanlış anlaşılma...
Ama Seo Rin'i ağlattığımı bilmiyordum."

"Seo Rin'i ağlattıysa pekte ufak bir yanlış anlaşılma olduğunu
sanmıyorum. Ama sen benim hyung'umsun. Sana inanıyorum. O yüzden seni uyarıyım
dedim. Çünkü şu an okuldaki çoğu kişi sana cephe almış durumda. Kendine dikkat
et hyung." ders zili çalmıştı.

Elimi omuzuna koydum ve gülümsiyerek "Uyarı için teşekkürler Kong Joon.
Sen iyi bir kardeşsin." dedim.

"Eeehh! Hyung gülümsedi." dedi heycanla. Yeniden bildiğim Kong
Joon olmuştu.

"Derse girmezsek sınıfta bize gülecek." dedim ciddi bir şekilde.
Sonrada sınıflarımıza gittik. Sınıfa geldiğide herkes yerinde öğretmeni bekliyordu.
Sırama doğru yürüdüm. Ama yerinde yoktu. Sınıfa göz attım. Herkes bana
bakıyordu. Sonunda sıramı bulmuştum. En arkadaydı. O sırada öğretmen geldi.

"Min Wo. Neden ayaktasın?"

"Ben mi? Ah, evet. Ben... Sıramla saklanbaç oynuyordum hocam. Ama onu
buldum merak etmeyin." dedim ve sıramı yerine çekip oturdum.

~Park Seo Rin~

Dün eve kendimi zor atmıştım. Gözyaşlarıma engel olamamıştım. Doktor Dong
Hyun-shinin sözleri aklımdan çıkmazken engel olmam imkansızdı zaten. "Seo
Rin annen iyi. Ama yeni bir ameliyat gerekiyor. İçerde gelişmekte olan bir
parça var. Fazla büyümeden onu almalıyız..." Ne yapmalıydım? Kafam çok
karışıktı. Ama sabaha kadar kendimi toplamıştım. Okula yine güler yüzlü, güçlü
Seo Rin olarak gittim. Ama bugün sanki insanların bana bakışı garipti.

"Günaydın Seo Rin."

"Günaydın Seo Rin unni."

"Canım günaydın."

Herkese gülerek karşılık verdim ve sınıfa girdim. Sırama oturur oturmaz Mi
So yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı.

"Seo Rin nasılsın?"

"İyiyim. Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum." Beni bıraktı.

"Gerçekten iyi misin?" dedi endişeli bir şekilde. Boş boş ona
baktım.

"Kötümü olmam gerekiyor?" Bana biraz şaşırarak baktı. Tek kaşını
havaya kaldırdı ve "Hayır tabii." dedi. Sonra yanıma oturdu.
"Bugün antremana geliyorsun değil mi?"

"Evet."

Aynı anda "A-3! en iyisi bizim sınıf. AJA!" diye bağırdık. Sonra
da kahkahayı bastık. Yine de içimdeki ses yolunda olmayan birşeyler olduğunu
söylüyordu.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



12.BÖLÜM~DEDİKODULAR-2

~Kim Min Wo~

Gün boyunca benimle uğraşılmıştı. Tenefüse çıktığımda omuzuma çarpa çarpa
neredeyse çürütmüşlerdi. Sıramı yine arkaya koymuşlardı. Bu sefer boşluğuda
kapadıkları için geri yerine çekememiştim. Sırama her döndüğümde "Seo
Rin'e bir daha yaklaşma." ya da "Seo Rin'i bir daha üzersen PİŞMAN
OLURSUN!" gibi notlarla karşılaştım. Görünmez adammışım gibi davranıldım.
Kızların dedikodularına malzeme oldum.

"Geliyor."

"Aish! Yüze bak. Asık surat. Ne kadar soğuk."

"Seo Rin'i nasıl ağlatır?"

"Keşke onun gibi kaba insanları ayırt eden bir alet olsada. Onun
gibileri okula almasalar." Sık dişini Min Wo. Daha ne kadar ileri
gidebilirlerki? Burası zengin okulu değil. Sana işkence etmek için özel aletler
alamazlar. Ayrıca daha önce de bunları yaşamıştım. Alışıktım. Kızlar konuşmaya
devam ediyordu.

"Geçenlerde Min Wo'nun, Seo Rin'e bir zarf verdiğini görmüşler.
Arkadaşım Seo Rin'in, Min Wo'yu reddettiğini, o yüzden onunla tartaştığını
söyledi."

"Tanrım! Ne kadar kalın kafalı. Hayır, hayırdır."

"Bir dakika. Yani o, Seo Rin'e aşık mı?"

Ne!! Ben Seo Rin'e aşk mektubu mu vermişim?!! Seo Rin'i bulup konuşsam iyi
olur. Dedikoduların daha fazla yayılmasına izin veremezdim. Hye Su'nun sesi
beni düşüncelerimden ayırdı.

"Min Wo oppa."

"Ne var Hye Su?" Bir anda yanağımda bir tokat hissettim.

"Seo Rin unnime bir daha yaklaşma."

Donup kalmıştım. Az önce hayatımda ikinci kez bir kızdan tokat yemiştim.
Tanrım! Bu kızın bu kadar hayranı var mıydı? Okulda pek sevilen biri değildim
zaten. Bu da üzerine tuz biber olmuştu anlaşılan.

Hızlı adımlarla Seo Rin'in sınıfına yürüdüm. Sınıfa geldiğimde sırası boştu.
Nerede bu kız? Biri omuzuma dokundu. Geriye döndüm.

"Seo Rin'i mi arıyosun?" dedi bir çocuk.

"Evet."

Birden yakama yapıştı.

"Seo Ri..." elini tuttum ve yakamdan çektim.

"Seo Rin'den uzak mı durayım? Bak bugün bunu kaçıncı duyuşum
saymadım."

"O zaman neden hala buradasın?"

"Çünkü okulda büyük bir yanlış anlaşılma var ve bunu düzeltmem lazım."

"Düzeltebiliyorsan düzelt ama Seo Rin sınıfta değil." dedi ve dik
dik bakarak yanımdan geçti.

Derin bir nefes al. Ona
kadar say ve nefesini bırak. Evet, kavga çıkarmak yok. Şimdi doğru sınıfa.
Antremanda nasılsa orada olacak. O zaman rahat rahat konuşabilirim.

Sınıfa gittim ve yeni bir
not. Açıp okumama gerek var mıydı? Buruşturup çöpe attım.

Sonunda antreman vakti
gelmişti. Soyunma odasında üzerimi değiştirip bahçeye çıktım ve kafamdan
aşağıya çöpe bulandım. Tam bir adım atmıştım ki bir meyvesuyu kutusuna basıp
düştüm. Herkes etrafımı sarmış bana gülüyordu.

Hızlıca 10'a kadar saydım.
Yetmedi.

11, 12, 13, 14. 15, 16...

"Ne oldu? Donup
kaldın. Hahaha..."

Ayağa kalkıp üstümü
silkeledim. Çocuğa döndüm ve "Heykel olsam bile küçük beynin kadar donup
kalamam." dedim.

"Kapa çeneni. Seni
aramızda istemiyoruz hala anlamadın mı?" dedi bir kız.

"Hayır. Bana sadece
Seo Rin'den uzak durmamı söylediniz. Ama bu kadar uğraşmak yerine ağzınızı
kullanıp 'Seni istemiyoruz.' desediniz sizin için daha kolay olurdu." Etraf
daha da kalabalıklaştı. Çevremdeki halka biraz daha daraldı.

"Min Wo! Ah, demek buradasın." Sesin geldiği yöne döndüm.

"Seo Rin!" Durup beni süzdü.

"Bu halin ne?"

"Arkadaşlarına sor istersen."

Bir kız öne çıktı.

"Seo Rin. Kimsenin seni üzmesine izin vermeyiz."

"Ne?"

"Min Wo seni ağlattı. O yüzden..."

"Min Wo mu beni ağlattı?" Kahkaha atmaya başladı.

"Ama dün sizi görmüşler."

"Bakın. Arkadaşlarımın hep arkamda olduğunu görmek hoşuma gitti. Ama
neden önce gelip bana sormadınız?" Yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
Ortamı sakinleştiren bir gülümseme...

"Dün beni ağlatan Min Wo değildi. Aksine o..." Bana döndü ve
baktı.

"Beni serserilerden kurtardı."

Serseriler? O gün beni görmüşmüydü?

Etraftan homurtular yükseliyordu. Seo Rin konuşmasına devam etti.

"Ben serserilerden dolayı korkmuştum. O yüzden ağlıyordum."

"Ama onun seni rahatsız ettiğini duyduk."

"Bir daha başkalarından duyduğunuz şeylere göre haraket etmeyin."
Birden ciddileşmişti. Sanki küçük kardeşlerini azarlayan bir abla gibiydi.
Herkes şaşkın şaşkın bize bakıyordu. Yanıma geldi.

"İyi misin?"

"İyiyim."

"Ama bileğin iyi görünmüyor." Elime baktım. Düştüğümde elimi
incitmiştim. Hafiften sızlıyordu. Diğer elimle onu ovalıyordum.

"Düştüm." dedim omuz silkip.

"Burdan gidelim." dedi ve elimde tutup yürümeye başladı. Bakışları
sırtımda hissedebiliyordum.

~Park Seo Rin~

Söylentileri Mi So'dan duyduğumda Min Wo'yu aramaya başladım. Neredeydi bu
çocuk? En son sınıfına gittiğimde sırasına not bırakmıştım, antremanlar
başlamadan önce sınıfta buluşmak için. Bekledim ama gelmedi. Ben de bahçeye
çıktım. Kalabalığı gördüm ve oraya gittim. Oradaydı! Hemen yanına gittim. Onu
oradan çıkarmalıydım. Aklıma ilk serseriler gelmişti. Hemen aklımda senaryoyu
yazıp oynadım. İşe yaramıştı. Min Wo'nun yanına gittiğimde bileğini ovalıyordu.
Belki bu konuda birşey yapabilirdim.

"Buradan gidelim." dedim ve elinden yakalayıp çekiştirmeye
başladım.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



13.BÖLÜM~ Min Wo Ne Oluyor Sana?

~Kim Min Wo~

Bahçedeki muslukların oraya gelmiştik.

"Önce elini yüzünü yıka. Biraz... Kirli görünüyorsun." dedi.

Dediğini yaptım. İyice elimi yüzümü yıkadım. İleride bir banka oturmuş, beni
bekliyordu. Yanına gidip oturdum. İncinen elimi alıp ovalamaya başladı.
Dokunuşları çok hafifti. Beni rahatlatıyordu. Garip hissetmeme neden oluyordu.
Birden kendimi yüzünü incelerken buldum. İşine yoğunlaşmış biri gibi bakıyordu
elime. Ama yüzünde yine o tatlı gülümsemesi vardı. Benim de gülümsememe neden
oluyordu.

"Teşekkür ederim." dedim.

"Neden?"

"Beni hayranlarının linç girişiminden kurtardığın için."

"Abartma o kadar kötü değillerdir."

"Bir de bana sor. Tüm gün omuzumu çürüttüler."

"Gerçekten mi?"

"Evet. Tüm gün tehtit mektupları aldım. Sınıfın arka tarafına atıldım
ve tokat yedim. Bir de dedikodular var."

"Dedikodular?"

"Zarfı getirdiğim gün, sana aşk mektubu verdiğimi sanıyorlar."

Seo Rin kahkaha atıyordu.

"Bunu düzeltmem lazım. Başını derde soktuğum için özürdilerim."

Hep böyle gülecekse başımı istediği kadar derde sokabilirdi.

Ne? Ne diyorum ben?

"Boşver geçti."

Kolumdan "KÜTÜRTT!" diye bir ses geldi.

"AAAAAAHHH!" Elimi geri çektim. O da elimi tuttu yine.

"Bağırma."

"Kolumu koparacaksın."

"Hayır. Aksine yerine oturttum."

"Ne?" Yeniden bileğimi ovalamaya başladı.

"Bileğin yerinden çıkmıştı."

"Nereden biliyorsun?"

"Biraz bilgim var. Meraklıyım bu konularda."

Bir şey demedim. Elimin üzerindeki ellerine baktım. Bir süre ellerini
izledim ve ben de uyandırdığı hisleri anlamaya çalıştım.

Bu sefer o başlamıştı.

"Teşekkür ederim."

"Neden?"

"Kimseye annemden bahsetmediğin için."

"Sana sözüm vardı. Annenden neden kimseye bahsetmiyorsun?"

"Dün sen de beni ağlarken gördün değil mi?" Gülümsemesi solmuştu.
Bir şey demedim. Gözlerimi kaçırdım sadece.

"Gördüğünü biliyorum. Annemden bahsedince ağlamaya başlıyorum. O yüzden
kimseye söylemiyorum. Çünkü kimsenin..." Sözünü kesip devamını ben
getirdim.

"Kimsenin güçsüz Park Seo Rin'i görmesini istemiyorsun."

Gülümseyip kafasını hafif yana yatırdı.

"Evet." Ayağa kalktı ve bana döndü.

"Bu kadar gevezelik yeter. Antreman yapmam lazım."

"Ah, tamam."

"Konuştuklarımız..."

"Kimseye söylemem."

"Biliyorum. Sana güveniyorum." Gülümsemesi daha da büyüdü.

"Görüşürüz." dedi ve yanımdan uzaklaştı. Bana güvendimği için
mutlu hissediyordum.

Min Wo ne oluyor sana?

Derin bir nefes aldım ve yerimden kalktım. Sanırım yedek kıyafetlerimi
giysem daha iyi olur.

~Park Seo Rin~

Sonunda bu yanlış anlaşılmayı çözmüştüm. Antreman yaparkem Min Wo'yu
görmüştüm. Anlaşılan bir sorun
yoktu.

"Hadi topu buraya
at."

"Çabuk ol."

"Güzel şut Min Wo."

Min Wo...

Bu çocuğa garip bir şekilde güveniyordum. Onun yanında rahat hissediyordum.
Az önce bana söylediği aklıma gelmişti.

"Kimsenin güçsüz Park Seo Rin'i görmesini istemiyorsun."

O bunu biliyordu. Beni görüyordu. Maskemin arkasına bakıyordu. Ama yine de
bana gülüyordu...

Birden onu izlediğimi fark ettim. Kendimi toparlayıp aptal aptal etrafıma baktım. Mi So bana
seslendi.

"Seo Rin sıra sende. Buraya gel."

"Geliyoruuum..."..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 8:03 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



14.BÖLÜM~ Oppa Özür Dillerim...

~Kim Min Wo~

Antremanda çok yorulmuştum. Eve gelir gelmez sıcak bir duş aldım ve yatağa
uzandım. Gözüm kolumdaki bilekliğe takıldı.

Seo Rin'in bilekliği...

Bileğimi ovalayışı geldi aklıma. Bana dokunması hoşuma gitmişti. İçimde
uyandırdığı hisler... Garip hissediyordum.

Onu düşünürken uykuya dalmıştım. Uyandığımda sabah olmuştu. Saate baktım.
Hayret geç kalmamıştım. Sanırım alışıyordum. Hazırlanıp kahvaltıya indim.

"Bugün erkencisin." dedi büyük babam.

"Evet."

"Dün antremanda eğlendin mi?" Dün olanlar aklıma geldi. Güldüm...

"Çoook.."

Büyük babam yüzüme gözlerini kısmış bakıyordu.

"Yüzümde bir şey mi var?"

"Hayır. Bugün biraz daha farklı görünüyorsun."

"Farklı?"

"Mutlu gibi."

"Bu iyi bir şey." dedim ve kalktım. "Ben çıkıyorum."

Çıkmadan önce aynaya baktım. Evet. Bugün garip bir gülümseme vardı yüzümde.
Gözlerim kolumdaki bilekliğe kaydı. Kendimi topladım ve evden çıktım.

Durağa geldiğim de Kong Joon oradaydı.

"Hyung yine yapmışsın yapacağını?"

"Ne? Yine ne yapmışım?" diye döndüm ona.

"Seo Rin'i kurtarmışsın ya. Kahraman hyung." omuzuma vurdu
yavaşça.

"He o mu?" Bir gün de herşey normale dönebiliyormuş demek. Kong
Joon yine gevezeliklerine başlamıştı. Okula kadar sürdü. Bu sefer onu dikkatle
dinlemiştim çünkü festival yarışlarndan bahsediyordu. Okula geldiğimizde Hye Su
bize doğru geliyordu.

"Min Wo oppaaaa... Günaydın." heycanla yanımızda durdu.

"Sana da günaydın." dedi Kong Joon, surat asarak.

"Günaydın Joon."

Kong Joon ile aramıza girdi ve kolumdan tutup "Oppa seninle konuşabilir
miyiz biraz?" dedi.

"Peki."

Birlikte boş bir banka oturduk.

Hye Su yere bakarak konuşuyordu.

"Oppa dün sana tokat attığım için özür dilerim."

Birşey demedim. Bunun intikamını alacaktım. Benim konuşmamı bekledi.
Konuşmayınca devam etti.

"Canını acıtmadım değil mi?" Acıtmıştı. Eli çok ağırdı. Ama yine
birşey demedim. Kafasını kaldırıp bana baktı.

"Oppaa... Lütfen bir şey söyle. Gerçekten çok özür dilerim."
Kafamı başka bir yöne çevirdim. Ama içimden kıskıs gülüyordum. İntikam...
Vicdan azabı çek Hye Su.

"Yah! Oppa. Lütfen böyle yapma. Beni affetmen için ne
yapabilirim?"

Birden "Bir kaç sorum var. Cevaplarsan belki affedebilirim." dedim
ciddi bir şekilde. Bu söylediğime şaşırmıştım. Ona biraz daha vicdan azabı
çektirmeyi planlıyordum. Ama merakıma yenik düştüm ve ağzımdan çıktı.

"Tamam." dedi heycanla.

Bir an da bu merak nereden gelmişti, bilmiyorum. Ama insanların Seo Rin'e
neden bu kadar bağlı olduğunu anlayamamıştım. Hem onlardan kendini saklayıp hem
de nasıl bu kadar seviliyordu?

"Seo Rin'i çok mu seviyorsun?"

"Evet. O benim idolüm. Onun gibi olmayı çok isterdim."

"Onun gibi derken?"

"Yani hep gülümsüyor. Hiç bir şeyden korkmuyor. O çok güçlü bir kız.
Aynı zamanda çok iyi. Etrafındakilere hep yardım ediyor. Bazen o kadar kişiyle
nasıl uğraşıyor anlamıyorum. Hem arkadaşlarına yardım etmek için koşuşturuyor
hem de ders notları çok iyi. Eminim çok yoruluyordur. Ama her zaman
gülümsemesini biliyor."

"Peki onunla nasıl tanıştın?" Gülümsedi.

"Bana yardım etti."

"Nasıl bir yardım?"

"Şey..." Sol bacağını tuttu ve anlatmaya devam etti.

"Geçen yıl bir trafik kazası geçirmiştim. Arabada yangın çıkmıştı ve
sol bacağımın üstünün yan tarafı yanmıştı. Tedavi olmuştum ama sadece acımı
dindirmişlerdi. Ameliyat olmam gerekiyordu. Ayağım hala yanıktı. Seo Rin unni
ile o zaman tanışmıyordum. Ama o bunu duymuş ve arkadaşımla beni ziyarete
gelmişti. Bana bir karışım getirmişti ve canımı yakmıştı."

"Canını mı yakmıştı?" Evet anlamında başını salladı.

"Oradaki yanık deriyi tek tek soydu." Gözlerimi kocaman açmıştım.
Bana doğru yaklaştı ve "Sana bir sır veriyim mi?" dedi. Kafamı
salladım. Sesini biraz alçattı "O gün Seo Rin unnimin ağladığını gördüm.
Ben bağırdıkça gözlerinden yaşlar akıyordu. İşini bittirdikten sonra getirdiği
karışımdan sürüp bacağımı sarmıştı. Bir süre bu şekilde devam etti. Her gün
eziyetime dayanıyordu. Ama değmişti. Ayağım iyileşmeye başladı. Sonra doktora
gittiğimde ameliyata gerek olmadımğını söylemişlerdi. Ben de o gün Seo Rin
unninin bir daha ağlamaması için elimden geleni yapacağıma söz verdim."
Derin bir nefes aldı. "Ama o hiç bir şeye üzülmüyor. Bazen hiç sorunu olup
olmadığını merak ediyorum. Onunla birşeyler yapmak istiyorum. Ama o hep meşgul
oluyor." Onu dikkatle dinliyordum. Doğrusu daha basit bir şey bekliyordum.
O sırada Hye Su'nun bakışları arkamdaki bir noktaya sabitlenmişti. Yüzünde
kocaman bir gülümseme belirdi. Arkamı döndüğümde Seo Rin bize doğru geliyordu.

~Park Seo Rin~

Okula geç kalmıştım. Hızlı adımlarla okula gidiyordum. Bahçeye girdiğimde
Min Wo ile Hye Su'yu gördüm. Oturmuş konuşuyorlardı. Hye Su ile göz göze
geldik. Bana gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Hye Su iyi bir kızdı. Min Wo'da
bana doğru döndü. Yanlarına gittim. "Günaydın."

"Günaydın unni."

"Günaydın."

"Derse girmiyecek misiniz?"

İkiside aynı anda "Gircez." dedi ve zil çaldı. Sınıflara girmek
için ayağa kalktılar.

"Teşekkürler Hye Su." dedi Min Wo. Gülümsedi ve "İyi
dersler." dedi ikimizede. Min Wo'da gidecekken elini tuttum. O sırada
kolundaki bilekliğim dikkatimi çekti ve gülümsedim. Sonra Min Wo'ya döndüm.
Öylece bana bakıyordu.

"Bir sorun mu var?" dedi sonunda.

"Hayır. Bugün annemin yanına gideceğim çıkışta. Gelir misin?"

Gözleri parlamıştı birden.

"Gelirim."..







Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



15.BÖLÜM~ Yaramaz Köpek!

~Park Seo Rin~

Ben annemle vedalaşırken Min Wo dışarı çıkmıştı. Ellerini cebine koymuş beni
bekliyordu. Yanına gittim ve "Hadi gidelim." dedim. Hastaneden
çıktık. Yürürken ona sözde aşk mektubu hakkında duyduklarımı anlatıyordum.
İkimizde gülüyorduk. Onunla böyle yürümek güzeldi. Gülünce her zaman sert
görünen yüz hatları yumuşuyordu. Daha çocuksu görünüyordu.

"Bunun üzerine yanıma gelmişler. Benden mektubu göstermemi istediler.
Senin gibi soğuk birinin nasıl aşk mektubu yazdığını merak etmişler." Ona
döndüğümde hala gülüyordu.

"Eee... Sen ne dedin?"

"Doğruyu. Zarfın bana ait olduğunu, onu düşürdüğümü, seninde bana geri
gettirdiğini söyledim." Gülümseyerek ona baktım. Ama o gülmüyordu.

"Sence ben soğuk muyum?" diye sordu.

"Ha-Hayır. Bence soğuk değilsin. Ama uzaktan bakınca öyle
görünüyor."

"Biliyorum." dedi sırıtarak. Sonra birden durdu.

"Bir dakika bekle."

"Ne oldu?"

"Burada çok güzel tatlılar var." dedi ve kapıdan içeri girdi. Ben
de onu beklemeye başladım. O sırada bir köpek bana doğru koşarak geliyordu.
Olduğum yerde kaldım. O da yanıma gelince durdu ve havladı. Kafasını yana eğdi.
Çok tatlı görünüyordu. Güldüm. Sanırım kaçmadığım için şaşırmıştı. Yaklaştım ve
"Seni sevebilir miyim?" diye sordum. Köpek havladı. Dışardan bakan
biri beni deli sanabilirdi.

Kafasını okşamaya başladım. Tasması vardı ve zinciri duruyordu. Anlaşılan
sahibinden kaçmıştı. Sarı tüylerinin arasındaki tasmaya baktım.

"Jerry... Demek senin
adın Jerry."

O sırada Min Wo dışarı çıktı. Ben de ayağa kalktım.

"Neyli seveceğini bilmediğim için benimki ile aynı aldım." diyerek
paketi bana uzattı.

"Teşekkür ederim." diyerek paketi aldım. Jerry'nin havlamasıyla
Min Wo yerinden sıçradı. Bir kaç adım geriye gitti.

"Bu... Bu da nerden çıktı?" Şaşkın şaşkın Min Wo'ya baktım.

"Köpeklerden korkuyor musun?"

"Ha-Hayır! Sadece köpekleri sevmiyorum."

Jerry ona doğru koştu ve üzerine atladı. Min Wo ise bağrarak arkama
saklandı.

"Seo Rin uzaklaştır şunu."

Jerry,Min Wo'nun peşini bırakmamıştı. Etrafımda döneliyorlardı. Min Wo'nun
haline gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Ama dayanamayıp kahkaha atmaya
başladım. En sonunda Min Wo "Yah! Seo Rin!" diye bağırdı. Anladığım
kadarıyla Jerry, Min Wo'nun elindeki paketin peşindeydi. Ben de kendi
çöreğimden bir parça koparıp Jerry'e uzattım. Sonunda durmuşlardı. Jerry
elimdeki parçayı koklayıp ağzına aldı.

Min Wo "Aigoo!.. İnsanlar neden köpeklerine sahip çıkmazlar?" diye
söyleniyordu. Yine gülmeye başladım. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. O
sırada birinin bize yaklaştığını gördüm...

~Kim Min Wo~

Tanrım! Seo Rin ile beraber çörek yemeyi hayal ederken bu canavarda nereden
çıkmıştı? Kendi kendime söylenirken Seo Rin yine kahkaha atmaya başlamıştı.
Bakışlarımı ona çevirdim. Ama gülen yüzünü görünce yumuşamıştım. Sanırım bunun
için o köpeği affedebilirdim. Nedense Seo Rin'in gülümsemesi bana bir şeyler
yapıyordu. Onu seyrederken birinin yanımıza geldiğini gördüm.

"Ah! Yaramaz köpek. Demek buradasın." Köpeğin zincirini eline
aldı. "Umarım sizi rahatsız etmemiştir." dedi bize dönerek. Tam
ağzımı açmıştım ki Seo Rin konuştu.

"Hayır. Rahatsız olmadık." dedi gülümseyerek. Sonra ikisi göz göze
gelip dondular.

"Seo Rin?" dedi çocuk şaşkın şaşkın. Seo Rin hala ona bakıyordu. Ne
oluyordu?..

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



16.BÖLÜM~ Tae Van! Nereden çıktın?

~Park Seo Rin~

İkimizde donmuştuk. Köpeğin sahibi o muydu? Olamaz!

Sonunda konuştu. "Seo Rin?" dedi ama ben hala konuşamıyordum.

"Beni tanımadın mı? Ben..."

"Tae Van. Tanıdım." dedim umursamadan.

Tanrım! Nereden çıkmıştı bu çocuk?

"Burada ne işin var?" diye sordum. Min Wo'nun yanında bu kadar
katı olmak istemiyordum. O yüzden zoraki de olsa gülümsemeye çalıştım.

"Köpeğimi dolaştırıyordum. Bu ne güzel bir tesadüf." dedi
gülümseyerek. Sonra gözleri Min Wo'ya döndü ve gülümsemesi söndü.

"O kim?"

"Bu Min Wo, Benim arkadaşım. Bu da Tae Van ESKİ arkadaşım."
eskinin üzerine basarak söylemiştim.

"Erkek arkadaşın mı?" diye sordu Tae Van. Dik dik Min Wo'ya
bakıyordu. Tanrım! Yoksa takıntısı hala geçmemişmiydi? Min Wo'nun koluna
girdim.

"Evet. Erkek arkadaşım." dedim. İkisi de şaşkın şaşkın bana
bakıyordu.

"Senin erkek arkadaşın mı var?"

"Evet. Olamaz mı?"

"Ha-Hayır. Olabilir." dedi. Gözündeki parlaklık tamamen solmuştu.
Somurtarak uzaktaki bir noktaya odakladı bakışlarını. Bu geçmişten kaçmak için
iyi bir fırsattı.

"Öyleyse sorun yok. Kendine iyi bak Tae Van. Hoşçakal." dedim ve
Min Wo'yu çekiştire çekiştire oradan uzaklaştık.

Min Wo'nun hala hakkımda bilmediği bir çok şey vardı. Yani maskem hala
yüzümdeydi. Bana soru sormaması için bir süre konuşmadım. Çünkü ona yalan
söylemek istemiyordum.

Konuşmadan yürüdük. Sessizliği bozan Min Wo oldu.

"Eski erkek arkadaşın mıydı?"

"Hayır. Kesinlikle hayır."

"O zaman sevmediğin biri?"

"Evet."

"Sana birşey mi yaptı?"

"Eskiden iyi arkadaşımdı. Ama bağzı nedenlerden dolayı aramız bozuldu.
O da diğerleri gibi, kendini beğenmiş, zengin züppenin teki." kendimi yine
tutamamıştım. Ondan nefret ediyordum.

"Anlıyorum." dedi sadece. Üstelemediği için rahatladım. Anlatmak
istemiyordum. Min Wo gerçekten anlayışlı biriydi. Birden hala koluna girmiş
vaziyette yürüdüğümü fark ettim ve hemen kolundan çıktım.

"Özür dilerim." dedim iç çekerek.

"Neden?"

"Tae Van'dan kurtulmak için senin erkek arkadaşım olduğunu söyledim.
Seni de buna karıştırmak istemezdim."

"Önemli değil. Ama madem iyi arkadaşındı. Onu affedemez miydin?"

"Hayır. Dediğim gibi o zengin züppenin teki. Diğer tüm zenginler
gibi..."

"Zengin insanlardan hoşlanmıyorsun galiba."

"Evet. Herşeyi mallara göre değerlendiriyolar. Kimin daha çok evi varsa
dünyayı o yönetiyor sanki."

Etrafa yeniden sessizlik hakim olmuştu. Sonunda yol ayrımına gelmiştik. Ama
o yürümeye devam ediyordu.

"Sen bu taraftan gitmiyor musun?"

"Seni evine bırakayım. Hava kararmak üzere."

Yürümeye devam ettik. Beş dakika sonra evin önündeydik.

"Teşekkür ederim." dedim gülüm seyerek. O da gülümsedi.

"Önemli değil." Gülümseyince çok tatlı oluyurdu. Yüzünü çevreleyen
dağık saçlarını karıştırma isteği uyandırıyordu bende. Ama kendimi tuttum ve
bahçe kapısından içeri girdim. Arkamdan seslendi.

"Seo Rin."

"Efendim."

"Annen evde yalnız kaldığını söylemişti."

"Evet?"

"Telefonumu kaydet." dedi ve numarasını söyledi. Ben de ona
numaramı verdim.

"Bir şeye ihtiyacın olursa bana haber ver." dedi. Ben ona boş boş
bakınca "Tamam mı?" dedi. Evet anlamında başımı salladım.

"Öyleyse içeri gir." Gülümsedim ve dediğini yaptım. Çantamdan
anahtarımı çıkardım, kapıyı açtım ve içeri girdim. Kapıyı kapamadan önce ona el
salladım. O da bana el salladı ve yürümeye başladı.

Çantamı koltuğa bırakıp mutfağa gittim. Kendime yiyecek birşeyler hazırladım.
Ama doğru düzgün birşey yiyemedim. Tae Van nereden çıkmıştı? Umarım bir daha
karşıma çıkmaz. Onu görmek istemiyordum. En başta babam sonrada onun yüzünden
tüm zenginlerden nefret ediyordum.

Aslında ben zengin bir iş adamının kızıyım. Ama annem zengin hayatının ona
göre olmadığını söyleyip babamdan ayrılmıştı. Beni de yanına almıştı. Babamla
arada bir görüşürdüm. Tatiller de ve doğum günlerimde... Ama çoğunda işi olduğu
için benimle ilgilenmezdi. Daha sonra Tae Van ve birkaç kız ile tanışmıştım. Çok
iyi arkadaş olmuştuk. Tatillerde hep buluşuyorduk. Arada bir Tae Van bana
süpriz yapıyordu. Yanıma geliyordu. Çok eğleniyordum. Annemin neden o hayata
katlanamadığını anlamıyordum. Taki Tae Van'ın bana takıntısı olduğunu öğrenene
kadar... Dedikodular çıkmıştı. Ailelerimiz arasında sorunlar oluşmuştu. Tae
Van'ı reddedince daha da kötü olmuştu. Benim hakkımda kötü söylentiler
çıkartmışlardı. Tae Van'ın ailesi bizden daha varlıklı olduğu için onunla
parası için birlikte olduğumu bile söylemişlerdi. O zamandan beri bir daha
babamın yanına gitmedim. O da işlerinden dolayı bizi pek arayıp sormadı. Hatta
annnemin hasta olduğunu öğrendiğinde bile... Annemin neden o hayattan kaçtığını
daha iyi anlıyordum. Zengin insanlar istediklerini elde etmek için herşeyi yaparlardı.
Dedikodu ve çevirdikleri gizli planlar en büyük silahlarıydı. Lekelenmemek için
başka bir insanın hayatını kolaylıkla lekeleyebilirlerdi.

Düşünceler arasında zar zor bitirmiştim yemeğimi. Tabakları kaldırdım ve
odama çıktım. Üstemi değiştirdim ve yatağama uzandım. Bugün olanları
düşünüyordum. Sonra Min Wo'nun köpekten kaçışı geldi aklıma ve gülümsedim.
Birden kendimi telefon numarasına bakıp "Acaba şimdi ne yapıyor?"
derken buldum. Sonra telefonu bir kenara koydum ve "Beni ilgilendirmez."
diyerek yatakta döndüm. Yine onu düşünürken uyuya kalmıştım...

~Kim Min Wo~

Bu çocukta kimdi. Seo Rin'in yüzünden çocuktan hoşlanmadığı belli oluyordu.
Ama çocuğun ona bakışları dikkatimi çekmişti. Nedense içimden Seo Rin'e öyle
baktığı için çocuğa yumruk atmak geliyordu.

Tut kendini Min Wo...

Dik dik çocuğa baktım. Ama Seo Rin "Erkek arkadaşım!" deyip koluma
girdiğinde bana gerek kalmamıştı. Yine de şaşkınlıkla o anın tadını
çıkaramamıştım. Ama onunla kol kola yürümek hoşuma gitmişti. Neler oluyordu?
Ona yakın olmak neden beni heycanlandırıyordu?

Çocuk için endişelenmeme gerek yoktu anlaşılan. Seo Rin'in dediğine göre
zengin züppenin tekiydi. Öyleyse onun için önemli biri değildi. Ama bu beni
neden endişelendirsinki? Bir dakika! Eğer Seo Rin zengin insanlardan hoşlanmıyorsa
benden de hoşlanmazdı. Ama o bunu bilmiyordu. O zaman öğrenmemesi gerekiyordu.
Benden uzaklaşmasını istemiyordum. Arkadaşlığı benim için önemliydi. Onunla
zaman geçirince mutlu oluyordum. Tam kapıdan girerken aklıma takılan bir
soruyla durakladım. Peki benim için önemli olan sadece arkadaşlığı mıydı?....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



17.BÖLÜM~ Hyung, Seo Rin'den hoşlanıyooor...



~Kim Min Wo~

Dün akşam aklıma takılan soruyu düşünüyordum hala. "Peki benim için
önemli olan sadece arkadaşlığı değilse?" Bu soru aklımdan çıkmıyordu. Seo
Rin benim için önemliydi. Bunu biliyordum. Çünkü onun üzülmesini istemiyordum.
Gülümsemesi kalbimi hızlandırıyordu. Sanki gülümsemezse kalbim duracak
sanıyordum. O yüzden onu hep mutlu etmek istiyordum. Bana yaklaştığında
heycanlanıyordum. Dokunduğunda ise beni bırakmasını istemiyordum. Ona doğru
çekildiğimi hissediyordum. Mıknatısa yaklaştırılan iğne gibi... Ama neden?
Ondan hoşlanıyor muydum? Bilmiyordum. İlk kez böyle hissediyordum. Seo Rin ne
yaptın bana?

Kong Joon'un sesiyle kendime geldim.

"Hyung?"

"Efendim?"

"O meyvesuyunu elinde tutarak bitiremezsin. İçmen lazım."

"Ha?" elimdeki meyvesuyu kutusuna baktım. "Ah, evet..."
ağzıma götürdüm ve içmeye başladım.

Temiz hava belki iyi gelir diye Kong Joon ile okulun çatısına çıkmıştım. Ama
hala düşünüyordum. O da bunu anlamıştı anlaşılan.

"Hyung ne düşünüyorsun?"

"Hiç birşey..."

"Bugünlerde garip davranıyorsun."

"Ne gibi?" O sırada bahçe de Seo Rin'i görmüştüm. Gözlerim onu
izliyordu. Kendime engel olamıyordum. Onu izlemeye alışmıştım. Ağaçların
arasındaki banka oturmuş kitap okuyordu. Acaba ne okuyordu? Hangi kitaplardan
hoşlanıyordu?

Yanına bir kız geldi bir şeyler söyledi. Seo Rin'de gülümseyerek karşılık
verdi. Ben de gülümsedim...

"Hyung beni dinliyormusun?" diyerek dürttü beni, Kong Joon.

"Ha? Evet. Dinliyorum."

"Neye gülümsüyorsun?" Gözlerimi izleyip baktığım yöne döndü. Kız
gitmişti. Seo Rin'de yeniden kitabına dönmüştü.

"Seo Rin'i mi izliyorsun?" dedi sesini yükselterek.

"Yavaş!" dedim ben de. Etrafıma baktım. Kimse duymamıştı. Kendi
konuşmalarına devam ediyorlardı. "Hayır. Onu izlemiyordum. Gözüm dalmış
sadece. Orada olduğunun farkında bile değildim."

"Bana yalan söyleme."

"Saçmalama."

"Seni gördüm. Bizim sınıfa geldiğinde onun sınıfına doğru bakıyordun,
kantinde onun oturduğu masaya doğru bakıyordun. Şimdi de onu izliyorsun. Hep mi
gözün dalıyor?"

"Kong Joon!" dedim. Ama devam etti.

"Hyung kızarıyorsun. Yoksa Seo Rin'den hoşlanıyor musun?" dedi
sırıtarak.

"Ha-Hayır!" dedim.

"Hyung kekeliyor mu?" sırıtması iyice suratına yayılmıştı.
"Bana yalan söyleme. Ona bakışlarını gördüm."

"Nasıl bakıyormuşum?" dedim somurtarak.

"Gözlerinin içi parlıyor ve bir şapşal gibi gülümsüyorsun."

"Gerçekten öyle mi bakıyorum?" Birden kahkaha atmaya başladı.

"Ne?!" diye bağırdım.

"Baktığını kabul ettin." Sonra da mırıldanmaya baştladı.
"Hyung, Seo Rin'den hoşlanıyooor. Hyung, Seo Rin'den hoşlanıyooor."

"Yah! Kong Joon!" diyerek ayağa kalktım. "Hyung'un
kızıyor!"

"Ama yalan mı?" Durdum. Yalan mıydı? Gözlerimi devirdim ve
"Ben... Bilmiyorum." diye mırıldandım. O da ayağa kalktı ve
"Sanırım hyung'um karmaşık duygular içinde." diyerek kolunu omuzuma
attı. "Hadi sınıfa gidelim." dedi ve yürümeye basladı. O ana kadar
zilin çaldığının farkında bile değildim.

Ders bir türlü bitmek bilmedi. Tarih dersi... Bu adamın konuşması beni
sıkıyordu. Sanki öğrencilere tarih dersi değil, bebeklere masal anlatıyordu.
Can sıkıntısından defterimi karalamaya başladım. İlk başta her zamanki gibi
anlamsız şekiller karalıyordum. Ama sonra ben fark etmeden o anlamsız karalama
şekil aldı. "Seo Rin?" Defterimi kapattım ve kalemimi bıraktım.
Sonunda zil çalmıştı. Ben de kendimi hemen bahçeye attım. Oturmak için banklardan
birine yöneldim. O sırada arkamdan biri seslendi.

"Min Wo Oppaa..." Bir kız bana doğru geliyordu. Kızın yüzü tanıdık
geliyordu. Ama kim olduğunu hatırlayamıyordum. Yanıma geldi. Bir süre bir şey
demeden bana baktı.

"Evet?" dedim boş boş bakarak. Kız kızarmaya başladı ve gözlerini
kaçırdı. Şimdi hatırlamıştım. Geçenlerde merdivenlerden yuvarlanmak üzereyken
yakalamıştım onu. O da aynı kızarmış suratla tekrar tekrar teşekkür edip
başımın etini yemişti.

En sonunda konuştu. Yüzünü yere eğip bana bir zarf uzattı. "Oppa lütfen
bunu kabul et."

Bir zarfa, bir kıza baktım. Zarfı almayınca kafasını kaldırdı.
"Oppa?"

Tam "Ağzın yok mu? Söyleyeceğini şimdi söyle. Mektubunla zaman
kaybedemem." diyecektim ki Seo Rin'in sesini duydum.

"Min Wo..." İkimizi görünce durakladı. "Yu Ri sen..."
kızın elindeki zarfa baktı. Gülümsemesi silinmişti. Neden? Üzülmüş müydü? Ama
başka bir parıltı vardı gözlerinde. Endişe?

Yanımıza geldi. "Zarfı almayacak mısın Min Wo?" dedi. Ah! Arkadaşı
için endişelenmişti. Tabi benimle ne ilgisi olabilirdi ki? Ama o zarfı alırsam
kıza umut vermiş olurdum. Sırf bu yüzden aşk mektuplarını geri çevirirdim.
Söyleyeceği bir şey varsa yüzüme söylemeliydi. Seo Rin zarfı almayacağımı
anlamıştı sanki. "Zarfı almaman kabalık olur. Bir kızın duyguları çok
önemlidir. En azından buna saygı duyarak, nezaketen o zarfı alman
gerekir."dedi. Haklıydı. Bu yönde hiç bakmamıştım. O zarfı alsamda
almasamda incinecekti.

"Tamam." dedim ve zarfı aldım. Kız "Te-Teşekkür ederim."
dedi ve yanımızdan koşarak uzaklaştı. Zarfa evirip çevirdim. Üzerinde güzel bir
el yazısıyla ismin yazıyordu. Etrafı süslenmişti. Gülümsedim. Hayatımda ilk kez
bir aşk mektubunu kabul etmiştim. Seo Rin sayesinde... O olmasaydı bunu da
kabul etmiyecektim. Peki ya bu zarfı bana Seo Rin verseydi? O zaman da geri
çevirir miydim? İçimdeki ses "HAYIR" diyor ve ben ona inanıyorum.

Seo Rin'e döndüm. " Beni neden arıyordun?" diye sordum zarfı
cebime koyarken.

"Önemli birşey değil. Bugün arkadaşım gelmedi. Ben de öğle yemeğini
beraber yiyelim mi dicektim."

O kadar kişi varken benimle mi yemek istiyordu. Gülümsedim ve
"Olur." dedim. O sırada telefonum titredi. Kong Joon'dan mesaj
gelmişti. Açıp okudum. "Hyung, yine şapşal gibi gülüyorsun." Etrafıma
baktım. Nerdeydi bu çocuk? Onu öldürmek istiyordum. Ama göremedim. Saklandığı
yerden bana kıskıs güldüğüne emindim.

"Bir sorun mu var?" diye diye sordu Seo Rin.

"Hayır yok." dedim. Sonra da beraber okula doğru yürüdük. Yan
yana...

~Park Seo Rin~

Ah, çok sıkıcıydı. Çünkü bugün Mi So gelmemişti. Dün akşam ateşlenmiş.
Sanırım antremandan sonra ona uğrayacaktım.

Matematik öğretmeni yine bana sesleniyordu. "Seo Rin bu soruyu
çözebilir misin?"

"Evet." Elbette çözebilirdim. Sabahtan beri aynı soruları
çözdürüyordu. Tam soruyu bittirip yerime oturmuştum ki zil çaldı. Ne
yapabilirdim? Canım sıkılıyordu. Aklıma Min Wo geldi birden. Onun yanına gitmek
istiyordum. Hem onun yanında kendimi rahat hissediyordum. Bir şekilde bana
güven veriyordu. O sırada camdan onu gördüm, bahçedeydi. Birden onun yanında
olmak istediğimi hissettim. Kalkıp hızla aşağıya indim. Ne diyecektim? Belki
öğle yemeğini beraber yiyebilirdik. Onun olduğu yere doğru gittim. Ama Yu Ri'yi
görünce durakladım. Elindeki zarfa baktım.

Yu Ri ondan mı hoşlanıyordu? Min Wo zarfı alacak mıydı? Kalbime ne olmuştu?
Kendine gel Seo Rin. Yu Ri tüm duygularını o zarfa sığdırmaya çalışmıştı. En
zoruda cesaretini toplayıp, onu Min Wo'ya vermekti. O yüzden Min Wo o zarfı
almalıydı. Anlayacağını biliyordum. Anlamıştıda. Ama ya o mektuba karşılık
verirse? Bu beni neden ilgelendiriyorki? Bu hisler nereden çıkmıştı?

En azından öğle yemeğini beraber yiyecektik. Bu bile garip bir şekilde mutlu
hissetmeme neden oluyordu.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



18.BÖLÜM~ Seo Rin İle Bir Öğle Yemeği...

~Kim Min Wo~

Öğle yemeğini iple çekiyordum. Seo Rin'le yemek yiyecektim. Neden bu kadar
heycanlıydım? Hadi zil, çal artık. Evet! Sesimi duydu. Hemen yerimden kalkıp
Seo Rin'in sınıfına doğru yürümeye başladım.

"Hyuuung." diye seslendi Kong Joon. Seo Rin'in sınıfının olduğu
koridor ile Kong Joon'un sınıfının olduğu koridor karşı karşıyaydı. O yüzden
ona yakalanmamam mümkün değildi.

"Hyung kurt gibi acıktım. Kantini soyabilirim." Olamaz. Kong
Joon'u unutmuştum. Seo Rin bende akılmı bırakmıştı...

"Kong Joon, ben..." O sırada kurtarıcım geldi.

"Min Wo hadi gidelim." dedi Seo Rin yanımıza gelerek. Kong Joon
şaşkın şaşkın ikimize baktı. Sonra soran gözleri ben de sabitlendi.

"Seo Rin ile öğle yemeği yiyeceğiz." dedim. Anlamlı anlamlı baktı
bana.

"Sen de gelsene Kong Joon." dedi Seo Rin.

"Hayır. Ben... Şeyi unutum. Evet onunla ilgilenmem lazım.
Hoşçakalın." dedi ve yanımızdan uzaklaştı. Biz de yemeklerimizi alıp
çatıya çıktık. O sırada telefonum titredi. Kong Joon'un mesajı...

"Hyung, Çok hızlısın. Sakın Seo Rin'i yeme!"

Tanrım, bu çocuk!..

Telefonu cebime koydum ve hamburgerimden bir ısırık alıp yavaş yavaş
çiğnedim. Gözlerim onu izlemeye başladı yine. Saçlarını bir tarafa topladı.
Hamburgerinden kocaman bir ısırık aldı. Çok acıkmıştı anlaşılan. Bugün tacını
takmamıştı. O yüzden kahkülleri gözlerini kapatmıştı. Onları geriye itip
gözlerine bakmak istiyordum. Ama geri kaçmasından korkuyordum. Dokunuşumdan
kaçarsa diye endişeleniyordum. Sanki bu beni yaralayacakmış gibi hissediyordum.

Seo Rin kafasını kaldırdı. Ağzındaki lokmayı yuttu ve "Niye
yemiyorsun?" diye sordu. Elimdeki hamburgere baktım. Sadece bir ısırık
almıştım. Seo Rin ise bitirmek üzereydi. Bu, bugün ikinci kez oluyordu. O varken
başka bir şey yapamıyordum. Bir anda odak noktam oluyordu. Yaptığım şeyi unutup
ona yoğunlaşıyordum.

Ah! Dayanamayacağım. Parlayan gözlerini görmek istiyorum.

Elimi uzatıp kahkülerinin bir kısmını geriye attım. Benden kaçmadı. Büyük
bir sevinçle geriye kalanlarıda çektim. Saçlarına dokunmak çok güzel bir histi.
Daha doğrusu ona dokunmak hoşuma gitmişti ve onun dokunuşumdan kaçmaması beni
mutlu etmişti. Tam elimi geri çekiyordum ki kahkülleri yine gözlerini örttü. Bu
sefer iki elimle geriye ittim ve ellerimi çekmedim. Çekemedim. Gözleri
karşımdaydı. Gözlerime bakıyordu...

Bir süre öyle durduk. Kalp atışlarım hızlandı ve içimde bir sıcaklık
yayılmaya başladı. En sonunda sesiyle kendime geldim. Gözlerini kırpıştırdı ve
"Yüzümde bir şey mi var?" diye sordu. O anda ellerimi geri çekmeyi
unuttuğumu fark ettim ve hemen geri çekildim. İçimde yayılan sıcaklık bu sefer
yüzüme hücum etmişti.

"Ha-Hayır. Sadece... Saçların... Yüzünü görmeme engel oluyor."
dedim ve hamburgerimden kocaman bir ısırık aldım.

"Ah! Sabah aceleyle tacımı takmayı unuttum. Bazen benide rahatsız
ediyorlar. Ama onlarla savaşmaktan yorulup kendi haline bırakmaya karar
verdim." dedi hızlıca ve o da hamburgerinden bir ısırık aldı.

Bir dakika! Kızarmışmıydı? Kahküllerinden tam göremiyordum.

Birden Seo Rin'in haline gülümsedim. Böyle annesinin saçını toplamasına izin
vermeyen küçük kız çocuklarına benzemişti. Kafasını kaldırıp bana baktı.
Baktığımı hissetmiş miydi? O da gülümsedi.

Doki... Doki... (kalp atışı)

Önüme dönüp hamburgerimden bir ısırık daha aldım. Hızlıca çiğneyip yuttum ve
bir ısırık daha...

Seo Rin tam "Yavaş ye, boğulacaksın." demiştiki öksürmeye
başladım. Bu sefer meyve suyunu kafama diktim. Sonunda derin bir nefes
almıştım. O sırada Seo Rin elini omuzuma koyup "İyi misin?" diye
sordu. Kafamı evet anlamında sallayıp ona döndüm. Yüzlerimiz çok yakındı.

Tanrım! Sıcaklık geri dönmüştü. Eğer böyle devam ederse kalbim fazla
çalışmaktan dolayı kısa devre yapacaktı.

Tam ayağa kalkacaktım ki Seo Rin geri çekildi. Bir süre sustuk. En sonunda
"Bugün dalgınsın sanırım. Kafanı kurcalayan bir şey mi var?"

Evet! Sana karşı olan hislerimi bir türlü anlayamıyoruuuumm!..

"Hayır. Benim..."

Eee... Benim ne?

"Benim sadece uykum var."

"Uykunu iyi alamadın mı?"

Evet! Çünkü tüm gece seninle ilgili sorular dönüp durdu aklımda.

"Evet. Dün gece bir kaç kabus gördüm."

"Sık sık görür müsün?"

"Hayır."

"Bu iyi."

"Neden?"

"Bilirsin. Rüyalar bilinç altıyla ilgilidir. Eğer sık sık kabus
görüyorsan bilinç altında savaştığın bazı sorunlar olabilir. Ama arada bir
görmek normal."

Gülümsedim...

"Bir şey mi oldu?" diye sordu merakla.

"Bunu farkında olmadan mı yapıyorsun."

"Neyi?"

"İnsanların sorunları hakkında düşünmeyi."

"Ah, o mu? Başlarda bilerek yapıyordum. Ama artık alışkanlık oldu.
Farkında olmadan kendimi olayın içinde buluyorum." Anlayışla gülümsedim.

Zarfta yazan satırlar aklıma geldi.

"Ben başkalarının gülümsemeleriyle mutlu olan biriyim. Çünkü ancak o
zaman yüzümdeki maskeye sıkıca sarılabiliyorum... Bir gün maskem düşecek ve
insalar güçsüz Park Seo Rin'i görecek diye korkuyorum... Gülümsemem için mutlu
olmaları gerekiyor."

Güçlü görünmeye çalışıyordu. Bunun tek yoluda sorunları alt etmekti. Böylece
'Yusang Lisesi'nin Meleği Park Seo Rin' ortaya çıkmıştı ve o, kendini bu role
iyice kaptırmıştı.

Acaba ileride 'Min Wo'nun Meleği Park Seo Rin' olabilir miydi?

Hey! Kendine gel Min Wo. Düşündüğün şeye bak! Düşüncelerimden sıyrılmak için
saatime baktım. "Birazdan zil çalacak. Aşağı inelim mi?" diye sordum.

Lütfen hayır de. Biraz daha beraber oturalım.

"Olur."

Puf... Aklında ne vardıki? Kalkıp kapıya doğru yürümeye başladık ve zil
çaldı.

Bugün antreman vardı. Onu orada görebilirdim. Sonra çıkışta eve
götürebilirdim.

Tam da düşündüğüm gibi olmuştu. Antremanda Seo Rin'i görmüştüm. Gerçekten
hızlı koşuyordu. Ama çıkışta arkadaşına uğrayacağını söylemişti. Yanımdan
uzaklaşırken onunla daha fazla nasıl zaman geçirebileceğimi düşünüyordum.
Sanırım Kong Joon haklıydı. Senj Rin'den hoşlanıyordum...

~Park Seo Rin~

Okul çıkışı Min Wo'nun beni eve bırakmak istemesi sevinmeme neden olmuştu.
Ama Mi So'ya uğramam gerektiğini hatırlayınca içimdeki heycan sönüp gitmişti.
Yine de Mi So sayesinde bugün öğle yemeğini Min Wo ile yemiştim. Biraz garip
bir öğle yemeğiydi. Kalbimin atışları nedeniyle oradan uzaklaşmak istemiştim.
Ama Min Wo ile olma isteği beni orada tutmuştu. O çocukta garip bir şeyler
vardı. Bir şekilde beni etkiliyordu. Yanında sakin görünmeye çalışıyordum. Ama
içimde fırtınalar kopuyordu. Bu düşüncelerle Mi So'nun evine ilerliyordum. O
sırada birine çarptım. Düşünceler arasında karşıma birinin çıktığını fark
etmemiştim. Kafamı ovalayarak " Özür dilerim." dedim. Başımı
kaldırdığımda Tae Van ile göz göze gelmiştim.

"Burada ne arıyorsun?" dedim sakin kalmaya çalışarak.

"Seo Rin ben sadece seninle konuşmak istiyorum."

"Ama ben istemiyorum."

"Sadece bir kaç dakika" dedi kahküllerimi geriye iterek. Birden
aklıma Min Wo geldi. Ama Tae Van'ın dokunuşu onunki gibi değildi. Heycanlanmama
değil, aksine daha da sinirlenmeme neden olmuştu. Eline vurdum ve "Çek
elini!" dedim. Sonra da yürümeye başladım. Kolumdan tutup beni durdurdu.

"Seo Rin dinle beni."

"İstemiyorum. Bırak kolumu." Kolumu kurtarmaya çalışmıştım. Ama
elini daha da sıktı.

"Seo Rin..."

"Bırak beni dedim!" Her bir kelimenin üstüne basmıştım.

"Seni bırakamıyorum anlasana!" diye bağırdı.

"Elini kolumdan çekeceksin. Bu kadar basit." dedim soğuk
kanlılığımı koruyarak. Ama o hala anlamamıştı. Beni kendine doğru çekti. Ben de
"BIRAK BENİ!" diye bağırdım.....
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 8:04 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



19.BÖLÜM~ O Benim Sevgilim!

~Park Seo Rin~

Kollarında çırpınırken "BIRAK BENİ!" diye bağırmıştım. Ama hala
beni durdurmaya çalışıyordu.

"Seo Rin... Dur!" birden burnuma keskin bir koku geldi.

"Sen içtin mi?"

"Hayır."

"Onu burnuma anlat!"

"Seo Rin içkiden nefret eder."

"Evet! Seo Rin, Tae Van'dan da nefret ediyor!"

Bir an durdu. Gözlerindeki acıyı gördüm. Bunu yapmak istemezdim. Ama kendi
kaşınıyordu. Derin bir iç çekti. Beni bırakacak sandım. Ama yanılmıştım. Birden
bana sıkıca sarılmıştı.

"Benden nefret etme."

"Artık çok geç. Bırak beni ve git. Seni bir daha görmek
istemiyorum."

"Bunları söyleme. Seo Rin, ben seni hala çok seviyorum."

Aigoo... Ne laf anlamaz
biriydi. Ondan kurtulmanın bir yolu yok muydu?

"Ama ben seni sevmiyorum. Ben başkasını seviyorum."

Bana daha da sıkı sarıldı.

"Hayır! Sevmiyorsun."

"Evet! Seviyorum. Hem de çok seviyorum. O da beni seviyor."

"O zaman nerede? Madem seni seviyor, neden yalnızsın?"

Neden yalnızdım? Şimdi ne diyecektim?

"Sevgilimi bırakır mısın?" dedi tanıdık bir ses. Tae Van kafasını
kaldırdığı an da suratına sert bir yumuruk yedi. Sendeleyerek benden uzaklaştı.
Min Wo önüme geçti. Az önceki sakin ses tonunun yerini sert bir ses almıştı.
"Bir daha sakın sevgilime dokunma!"

"Seo Rin senin sevgilin değil." dedi doğrularak.

"Sen öyle san." dedi Min Wo ve beni kendine çekip sarıldı.
"Seo Rin benim sevgilim. Anladın mı?"

"Seo Rin..." dedi
gözlerini bana çevirip.

"Git buradan Tae Van."
dedim Min Wo'ya biraz daha sokulup. Gözleri kocaman açılmıştı. Yanlış
görmediysem gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Kendimi çok kötü
hissediyordum. Yanına gidip onu teselli etmek istedim. Sonuçta eskiden en yakın
arkadaşımdı. Ondan nefret etsemde, birilerinin benim yüzümden üzülmesini
istemiyordum. Ama bunu yapmam onu umutlandırmaktan başka birşeye yaramazdı.

Bir süre bana baktı öylece.
Sonra "Peki." diye

fısıldadı. Zorlukla
duymuştum sesini. "Ama bir daha görüşeceğiz!" dedi ve hızlıca bizden
uzaklaştı. Bir süre arkasından baktım.

Min Wo "İyi
misin?" dedi. Sesi çok yakından geliyordu. Tanrım! Hala kollarındaydım.
Tae Van'a odaklandığım için fark etmemiştim; ama şimdi kalbim deli gibi
atıyordu. Bir adım geri çekildim.

"İ-iyiyim. Teşekkür
ederim." dedim. Gözlerine bakamıyordum. Eğer göz göze gelirsek kesin
kızarırdım.

"Pek iyi
görünmüyorsun."

"Sadece birinin benim
yüzümden üzülmesini istemezdim." dedim iç çekerek.

"Bunu o istedi.
Üzülme." dedi gülümseyerek. Onunla beraber ben de gülümsedim. Böyle
çok tatlı görünüyordu.

"Buraya neden geldin?" diye sordum.

"Gelmesemiydim?"

"Hayır. Ondan değil. İyiki geldin." Gözlerimi kaçırdım.
Kızarmıştım. "Eve gideceğini söylemiştin."

"Seni yalnız bırakmak istemedim ve peşinden geldim. Oradan çıktığında
büyük ihtimalle hava tamamen kararmış olacak." Neden umursuyorduki? Sadece
gülümsedim ve "O zaman gidelim." dedim.

Mi So'lara vardığımızda kapıyı annesi açmıştı. Bizi içeri davet etti. Mi
So'nun odasına çıktık. İçeri girdiğimizde elindeki çikolata ile okuduğu kitaba
kaptırmıştı kendini. Beni fark ettiğinde kitabı bıraktı. Ellerini kaldırdı ve
"Yep! Seo Rin gelmiş." diye bağırdı. Ben de elimdeki kağıtları
sallayarak "Ders notlarını ve tarih fotokopilerini getirdim." dedim.
Anında suratı asıldı. Yorganı kafasına çekti.

"Ben hasta bir kızım. Öhö öhö..."

Notları masasına bıraktım ve Mi So'nun yanına gidip oturdum.

"Çıkar kafanı yorganın altından. Bugün arkadaşımı çok özledim."

Dediğimi yaptı. Yorganın altından çıktı. Sonra gözleri etrafa bakınan Min
Wo'ya takıldı.

"Onun burada ne işi var?" diye fısıldadı.

"Benimle gelmek istedi."

Tek kaşını havaya kaldırıp alaycı gülümsemesiyle bana baktı.

"Neden?"

Demek istediğini anlamıştım. Sinirli bir şekilde ona baktım.

"Öyle değil."

"Kızarıyorsun."

"Mi So!.."

"Tamam tamam."

Bakışlarını yeniden Min Wo'ya çevirdi.

"Min Wo hoşgeldin." dedi gülümseyerek.

"Teşekkür ederim."

O sırada Mi So'nun annesi bize kurabiye ve meyvesuyu getirmişti.

Mi So'lardan çıktığımızda hava kararmıştı. O yüzden Min Wo yine benimle eve
kadar yürümüştü. Kapının önüne geldiğimizde "İyi geceler." dedi. Ama
ben dayanamadım.

"Neden bunu yapıyorsun?"

"Neyi?"

"Yani beni eve bırakmak zorunda değilsin."

"Olmaz."

"Neden?"

"Annen sana dikkat etmemi söyledi."

"Anladım." dedim derin bir iç çekerek. Ne bekliyordum ki? Neden
her yaptığından bir anlam çıkarmaya çalışıyordum?

"Bugün için teşekkür ederim. İyi geceler." dedim ve içeri girdim.
Doğru cama koştum ve onu izledim. Kalbim yine hızlanmaya başladı. Aynı bugün
bana sarılıp "O benim sevgilim." dediği zaman olduğu gibi...

~Kim Min Wo~

Seo Rin ile daha fazla zaman geçirmek istiyordum. O yüzden geri dönüp onun
peşinden gittim. Bağıran sesini duyunca koşmaya başlamıştım. Ne olmuştu? Yine
mi serseriler?

Hayır. Yine o çocuktu. Seo Rin'e sarılmıştı. Bu içimde bir alevin yanmasına
neden oldu ve o gün atamadığım yumuruğu attım suratın. Seo Rin'e değil
dokunması bakışları bile beni rahatsız ediyordu.

Ne laf anlamaz biriydi bu. Hala inkar ediyordu. Neden bu kadar ısrarcıydı?
Söylediklerimizi anca Seo Rin'e sarıldığımda anladı. İlla bu kadar yaralamak
zorundamıydı kendini?

Seo Rin bana sokulana kadar rolümü iyi oynamıştım. Ama o sırada kalp
atışlarım hızlandı. Tae Van gidince bile bırakamadım. Sanki bırakırsam kalbim
duracaktı. Ama sonsuza kadar öyle duramazdık... Sonunda geri çekilen o olmuştu.

Arkadaşının yanındayken fazla konuşmadım. Mi So'nun evini, odasını
inceledim. Acaba Seo Rin'in evide bu kadar küçük müydü?

Onlara baktım. Gülüyorlardı. Seo Rin yine yüzüne maskesini takmıştı. Sanki
az önce buraya gelirken hiç bir şey olmamıştı. Sanki ona sarılıp "O benim
sevgilim." diye bağırmamıştım.

Ne olursa olsun gülüyordu işte ve gülerken çok masum görünüyordu. Bir melek
gibi.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



19.BÖLÜM~ O Benim Sevgilim!

~Park Seo Rin~

Kollarında çırpınırken "BIRAK BENİ!" diye bağırmıştım. Ama hala
beni durdurmaya çalışıyordu.

"Seo Rin... Dur!" birden burnuma keskin bir koku geldi.

"Sen içtin mi?"

"Hayır."

"Onu burnuma anlat!"

"Seo Rin içkiden nefret eder."

"Evet! Seo Rin, Tae Van'dan da nefret ediyor!"

Bir an durdu. Gözlerindeki acıyı gördüm. Bunu yapmak istemezdim. Ama kendi kaşınıyordu.
Derin bir iç çekti. Beni bırakacak sandım. Ama yanılmıştım. Birden bana sıkıca
sarılmıştı.

"Benden nefret etme."

"Artık çok geç. Bırak beni ve git. Seni bir daha görmek
istemiyorum."

"Bunları söyleme. Seo Rin, ben seni hala çok seviyorum."

Aigoo... Ne laf anlamaz biriydi. Ondan kurtulmanın bir yolu yok muydu?

"Ama ben seni sevmiyorum. Ben başkasını seviyorum."

Bana daha da sıkı sarıldı.

"Hayır! Sevmiyorsun."

"Evet! Seviyorum. Hem de çok seviyorum. O da beni seviyor."

"O zaman nerede? Madem seni seviyor, neden yalnızsın?"

Neden yalnızdım? Şimdi ne diyecektim?

"Sevgilimi bırakır mısın?" dedi tanıdık bir ses. Tae Van kafasını
kaldırdığı an da suratına sert bir yumuruk yedi. Sendeleyerek benden uzaklaştı.
Min Wo önüme geçti. Az önceki sakin ses tonunun yerini sert bir ses almıştı.
"Bir daha sakın sevgilime dokunma!"

"Seo Rin senin sevgilin değil." dedi doğrularak.

"Sen öyle san." dedi Min Wo ve beni kendine çekip sarıldı.
"Seo Rin benim sevgilim. Anladın mı?"

"Seo Rin..." dedi
gözlerini bana çevirip.

"Git buradan Tae
Van." dedim Min Wo'ya biraz daha sokulup. Gözleri kocaman açılmıştı.
Yanlış görmediysem gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Kendimi çok kötü
hissediyordum. Yanına gidip onu teselli etmek istedim. Sonuçta eskiden en yakın
arkadaşımdı. Ondan nefret etsemde, birilerinin benim yüzümden üzülmesini
istemiyordum. Ama bunu yapmam onu umutlandırmaktan başka birşeye yaramazdı.

Bir süre bana baktı öylece.
Sonra "Peki." diye

fısıldadı. Zorlukla
duymuştum sesini. "Ama bir daha görüşeceğiz!" dedi ve hızlıca bizden
uzaklaştı. Bir süre arkasından baktım.

Min Wo "İyi
misin?" dedi. Sesi çok yakından geliyordu. Tanrım! Hala kollarındaydım.
Tae Van'a odaklandığım için fark etmemiştim; ama şimdi kalbim deli gibi
atıyordu. Bir adım geri çekildim.

"İ-iyiyim. Teşekkür
ederim." dedim. Gözlerine bakamıyordum. Eğer göz göze gelirsek kesin
kızarırdım.

"Pek iyi
görünmüyorsun."

"Sadece birinin benim
yüzümden üzülmesini istemezdim." dedim iç çekerek.

"Bunu o istedi.
Üzülme." dedi gülümseyerek. Onunla beraber ben de gülümsedim. Böyle
çok tatlı görünüyordu.

"Buraya neden geldin?" diye sordum.

"Gelmesemiydim?"

"Hayır. Ondan değil. İyiki geldin." Gözlerimi kaçırdım.
Kızarmıştım. "Eve gideceğini söylemiştin."

"Seni yalnız bırakmak istemedim ve peşinden geldim. Oradan çıktığında
büyük ihtimalle hava tamamen kararmış olacak." Neden umursuyorduki? Sadece
gülümsedim ve "O zaman gidelim." dedim.

Mi So'lara vardığımızda kapıyı annesi açmıştı. Bizi içeri davet etti. Mi
So'nun odasına çıktık. İçeri girdiğimizde elindeki çikolata ile okuduğu kitaba
kaptırmıştı kendini. Beni fark ettiğinde kitabı bıraktı. Ellerini kaldırdı ve
"Yep! Seo Rin gelmiş." diye bağırdı. Ben de elimdeki kağıtları
sallayarak "Ders notlarını ve tarih fotokopilerini getirdim." dedim.
Anında suratı asıldı. Yorganı kafasına çekti.

"Ben hasta bir kızım. Öhö öhö..."

Notları masasına bıraktım ve Mi So'nun yanına gidip oturdum.

"Çıkar kafanı yorganın altından. Bugün arkadaşımı çok özledim."

Dediğimi yaptı. Yorganın altından çıktı. Sonra gözleri etrafa bakınan Min
Wo'ya takıldı.

"Onun burada ne işi var?" diye fısıldadı.

"Benimle gelmek istedi."

Tek kaşını havaya kaldırıp alaycı gülümsemesiyle bana baktı.

"Neden?"

Demek istediğini anlamıştım. Sinirli bir şekilde ona baktım.

"Öyle değil."

"Kızarıyorsun."

"Mi So!.."

"Tamam tamam."

Bakışlarını yeniden Min Wo'ya çevirdi.

"Min Wo hoşgeldin." dedi gülümseyerek.

"Teşekkür ederim."

O sırada Mi So'nun annesi bize kurabiye ve meyvesuyu getirmişti.

Mi So'lardan çıktığımızda hava kararmıştı. O yüzden Min Wo yine benimle eve
kadar yürümüştü. Kapının önüne geldiğimizde "İyi geceler." dedi. Ama
ben dayanamadım.

"Neden bunu yapıyorsun?"

"Neyi?"

"Yani beni eve bırakmak zorunda değilsin."

"Olmaz."

"Neden?"

"Annen sana dikkat etmemi söyledi."

"Anladım." dedim derin bir iç çekerek. Ne bekliyordum ki? Neden
her yaptığından bir anlam çıkarmaya çalışıyordum?

"Bugün için teşekkür ederim. İyi geceler." dedim ve içeri girdim.
Doğru cama koştum ve onu izledim. Kalbim yine hızlanmaya başladı. Aynı bugün
bana sarılıp "O benim sevgilim." dediği zaman olduğu gibi...

~Kim Min Wo~

Seo Rin ile daha fazla zaman geçirmek istiyordum. O yüzden geri dönüp onun
peşinden gittim. Bağıran sesini duyunca koşmaya başlamıştım. Ne olmuştu? Yine
mi serseriler?

Hayır. Yine o çocuktu. Seo Rin'e sarılmıştı. Bu içimde bir alevin yanmasına
neden oldu ve o gün atamadığım yumuruğu attım suratın. Seo Rin'e değil
dokunması bakışları bile beni rahatsız ediyordu.

Ne laf anlamaz biriydi bu. Hala inkar ediyordu. Neden bu kadar ısrarcıydı?
Söylediklerimizi anca Seo Rin'e sarıldığımda anladı. İlla bu kadar yaralamak
zorundamıydı kendini?

Seo Rin bana sokulana kadar rolümü iyi oynamıştım. Ama o sırada kalp
atışlarım hızlandı. Tae Van gidince bile bırakamadım. Sanki bırakırsam kalbim
duracaktı. Ama sonsuza kadar öyle duramazdık... Sonunda geri çekilen o olmuştu.

Arkadaşının yanındayken fazla konuşmadım. Mi So'nun evini, odasını
inceledim. Acaba Seo Rin'in evide bu kadar küçük müydü?

Onlara baktım. Gülüyorlardı. Seo Rin yine yüzüne maskesini takmıştı. Sanki
az önce buraya gelirken hiç bir şey olmamıştı. Sanki ona sarılıp "O benim
sevgilim." diye bağırmamıştım.

Ne olursa olsun gülüyordu işte ve gülerken çok masum görünüyordu. Bir melek
gibi.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



21.BÖLÜM~ Sevgililer Günü-2... Seni Seviyorum!

~Kim Min Wo~

Seo Rin'i götürmesine izin veremezdim. Arabaya binmeden onları
durdurmalıydım. Önümdeki adamlara aldırmadan onlara doğru koştum. Bir tanesi
kolumdan yakalayıp karnıma yumruk atmıştı. Bir an nefessiz kalmıştım. Ama
duramazdım. Ben de karnına kafa attım. O sırada biri saçlarımı kavrayarak beni
geri çekti. Dirseğimi ona geçirip elinden kurtuldum. Arabaya yaklaşmışlardı.
Acele etmem gerekiyordu. Tam oraya giderken biri arkamdan boynuma yapıştı.
"Seo Rin!" diye bağırmaya çalıştım. Ama nefes alamıyordum. Seo Rin'le
gözgöze geldik. Beni görünce daha çok çırpınmaya başlamıştı. En sonunda Tae
Van'ın elini ısırdı ve çantasını kafasına geçirdi.



İşte benim kızım!



Gerisini aramıza giren diğer adamlar yüzünden göremedim. Beni tutan adamdan
kurtulamamıştım. Seo Rin'in yanına gitmek için çırpınıyordum. Ama bu sefer
diğerleride üstüme gelmeye başlamıştı. Beni tutan adamdan güç alarak yükseldim
ve bana yaklaşan ilk adama tekme attım. Ellerim serbest olduğu için diğer
taraftan gelen yumruğu durdura bilmiştim. Ama artık nefes alamıyordum. O sırada
tam karşımdaki adam acıyla bağırdı. Arkasına döndüğünde Seo Rin çantasını önce
karnına sonra kafasına geçirdi. Ben de kolunu tuttuğum adamı kendime çekim ve
kasıklarına diz attım. O sırada boynuma sarılan adam Seo Rin'in etkisiyle beni
bırakmak zorunda kalmıştı. Sonunda biraz nefes aldım. Seo Rin yanıma gelip
omuzlarıma dokundu.



"İyi misin?" O yanımda olduğu sürece iyiydim. Evet anlamında
başımı salladım. Seo Rin'i kolundan tuttum ve koşmaya başladık. Oyalanmadan
sadece koştuk. Arkamızdan gelmediklerinden emin olduktan sonra durduk. Nefes
nefeseydik. Seo Rin elimden tuttu ve en yakındaki banka oturttu beni. Arkaya
yaslandım. Havayı ciğerlerime doldurdum. Bir süre konuşmadan oturduk. Sadece
havayı soluyorduk. En sonunda Seo Rin konuştu.



"Özür dilerim. Benim yüzümden başın belaya girdi."



"Önemli değil. Zaten sen başımı belaya sokmasan da ben sokardım. Seni
ona bırakmazdım."



"Teşekkür ederim." dedi iç çekerek. Sonra çenemden tutup yüzümü
inceledi. Suratı asıldı.



"O kadar kötü mü?" dedim gülümsemeye çalışarak.



"Dudağın patlamış ve sol kaşının orada bir çizik var." Eli
çenemden boynuma kaydı. Dokunuşları kalp atışlarımı hızlandırıyordu. Gözlerimi
ondan ayıramıyordum.



"Boynunda da çizik var. Acımıyor değil mi? O salak, sülük gibi yapıştı
sana." kızmıştı. Kaşlarını çatmış söyleniyordu. Bu hoşuma gitmişti. Benim
için endişelenmişti.



Ayağa kalktı ve "Hadi kalk. Hastaneye gidelim." dedi. Elinden
tutup geri oturttum.



"Hastaneye gerek yok. Ben iyiyim."

"Ama yüzün..."

"Sadece bir iki çizik."



Arkasını dönüp çantasını karıştırmaya başladı. Çantasıyla adamlara nasıl
vurduğunu hatırladım ve "Çantanın içinde ne taşıyorsun?" diye sordum.



"Ne?"



"Çantanın içinde adamların canını acıtacak kadar ne taşıyorsun?"



"Ha, o mu? Bir kaç ders kitabı ve bir ansiklopedi var."



"Ansiklopedi mi?"



"Evet. Ansiklopedi. Ödev için kütüphaneden almıştım." dedi bana
dönerek. Ben ise gülüyordum. Çenemden tuttu yine. "Kımıldama" dedi
ciddi bir şekilde. Yine işine yoğunlaşmış biri gibi bakıyordu bana. Elindeki
mendille kaşımın olduğu yeri silmeye başladı. Hafiften sızlıyordu. Ama onun
yüzü bana bu kadar yakınken umursamıyordum bile. Kımıldamadan onu izliyordum.
Daha sonra eline başka bir mendil aldı ve dudağımın kenarını silmeye başladı.
Dokunuşları içimi titretiyordu. İlk kez bu kadar yakın duruyorduk.



Birden acıdan kendimi geri çektim. Onu izlemeye o kadar dalmıştım ki bunun
geldiğini hissetmemiştim.

"Ö-özür dilerim." dedi. Elini indirdi. "İyi misin?" diye
sordu.



"İyiyim." Elini tuttum ve yüzüme götürdüm. "Devam et."

Silmeye devam ediyordu. Yine canım acımıştı. Elini çekmeden yakaladım. O da
geri çekmedi.



"Hastaneye gitseydik keşke." dedi üzgün bir şekilde.



"Gerek yok." dedim saçlarını geri atarak. Birden gözlerim
dudaklarına takıldı. Onlara dokunmak istiyordum.



"Ama canın yanıyor."



"Canımın yanmayacağı bir yöntem biliyorum."



"Neymiş o?" Ona biraz daha yanaştım.



"Acımın geçmesini istiyorsan öp beni."

Elini çekmek istedi ama izin vermedim.



"Yah! Çocuk mu kandırıyorsun?!" dedi sinirle.



"Hayır. Ben ciddiyim." Ciddiydim de. Artık daha fazla duygularımı
saklamak istemiyordum.



Seo Rin boş gözlerle bana bakarak "Min Wo, kafana darbe almadın değil
mi?" diye sordu.

"Hayır kafamdan darbe almadım." dedim biraz daha yaklaşarak.
"Ama kalbimden bir darbe aldım." dedim ve dudaklarımı dudaklarına
bastırdım. Boş elimle onu kendime daha da yaklaştırdım.

Doki... Doki... (kalp atışları)

Sanki ölmüştüm ve cennetin anahtarı benim ellerimdeydi. Ama bu anahtarı
bırakmak zorundaydım. Vereceği tepkiden korkarak dudaklarımı sıcak dudaklarından
ayırdım. Gözleri kapalıydı. Hiç bir tepki vermemişti. Yüzümü saçlarının arasına
gömdüm ve başını göğsüme yasladım. Benden kaçmaması için sıkıca sarıldım ona.
Ciğerlerimi kokusuyla doldurdum ve kulağına fısıldadım.



"Seni Seviyorum Seo Rin."



Hala tepki vermiyordu. Acaba kalp atışlarımı duyuyor muydu?



Devam ettim.



"Özür dilerim. Ama gerçekten canım yanıyor. Seni uzaktan izlemek, sana
dokunamamak ve 'Seni Seviyorum.' diyememek canımı yakıyor."



Bir süre daha öyle durdu. En sonunda konuşmuştu.



"Min Wo."



Uzaklaştım ve gözlerine baktım. Kızarmıştı. Yüzüme bakmıyordu.



"Ben... Ben..."



Yüzünü kendime çevirdim ve gözlerine hapsoldum.



"Evet." Cevabını beklerken heycandan ölebilirdim.



"Ben..." derin bir nefes aldı. Birden ayağa kalktı. "Ben
gitmeliyim." dedi ve koşmaya başladı. Bu ne demekti?



~Choi Tae Van~

Beni bırakıp o çocuğa koşmuştu. Benden uzaklaşırken rüyalarımda dokunduğumda
kaybolan Seo Rin aklıma gelmişti. Hep gülen yüzü gözlerimin önünde
kayboluyordu. Ona hiç bir zaman dokunamıyordum.

Aynı gerçek Seo Rin gibi...

İkiside bana ait değildi...



Onlar kaçarken adamlarım yerden kalktı tam peşlerinden gideceklerdiki onlara
seslendim.



"Durun! Burada işimiz
bitti."



"Ama efendim,
onlar..."



"Sus ve arabaya bin. Hazırlanmam gereken bir düğün var."..

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



22.BÖLÜM~ Benden Kaçma...

~Kim Min Wo~

Sonunda Seo Rin'e duygularımı açmıştım. Ama o benden kaçmıştı ve kaçmaya
devam ediyordu. Sevgililer gününün üzerinden iki gün geçmişti. Seo Rin ile ne
zaman karşılaşsam yolunu değiştiriyordu. Kantinde, bahçede ya da çıkışta göz
göze geliyorduk ama hemen gözlerini kaçırıyordu. Onu yine uzaktan izliyordum.
Bu sefer canım öncekine göre daha çok yanıyordu. Çünkü onu sevdiğimi bildiği
halde benden uzak duruyordu. Ben kantinde yine Seo Rin'i izlerken yakaladı Kong
Joon.



"Yah! Hyung o gün Seo Rin'e çıkma teklifi etmemişmiydin sen?"

"Evet."

"O zaman neden hala uzaktan izliyorsun Seo Rin'i?"

"Düşünmesi için zaman veriyorum."

"Ama böyle hiç eğlenceli değil. Seni böyle görünce üzülüyorum."

"Yakında üzülmeyeceksin." dedim kalkarak. Seo Rin kantinden
çıkmıştı.

"Ne?" dedi Kong Joon merakla. Ama Seo Rin'in peşinden gitmem
gerekiyordu. Acele bir şekilde "Görüşürüz." dedim ve kantinden
çıktım. Ama yetişememiştim. Nereye gitmişti? Geçerken sınıfına gitmiştim. Orada
da yoktu. Yarın festival vardı. Okulda onun hazırlıkları vardı. Seo Rin'i
gördüm. Ama bu sefer ben yanına gidemedim. İlk festival hazırlanmamdı ve her
yerden ismimi duyuyordum. İşim bittiğinde okul neredeyse boşalmıştı. Sadece
düzenlemeden sorumlu kişiler vardı. Bir umut Seo Rin'in sınıfına gittim. Ama
yoktu. Hayal kırıklığıyla eve gittim.



Ertesi gün festival vardı. Herkes çok heycanlıydı. Sınıflar arası yarışlar
başlamıştı çok yorucuydu. Aklım Seo Rin'de olduğu için başta maça konsantre
olamamıştım. Ama onun beni izlediğini görünce önümde duran kimse görmedim.
Sonunda dikkatimi toparladım ve takımıma iki gol kazandırdım. Maçtan sonra Seo
Rin'in olduğu yere gittim. Ama gitmişti. Sınıftakiler hazırlanmaya gittiğini
söyledi. Belki yetişirim diye kızların soyunma odasının olduğu yere doğru
koşmaya başladım. Yetişmiştimde. Arkasından seslendim. Ama duymadı ya da
duymamazlıktan geldi... En sonunda omuzundan yakaladım ve kendime çevirdim.



"Seo Rin..."

"Ah, Min Wo. Bir şey mi oldu?" dedi gülümseyerek.



Ne? Ne demek, bir şey mi oldu? Hiç birşey olmamış gibi mi davranıyordu?



"Seo Rin o gün olanları hatırlıyorsun değil mi?" dedim ciddi bir
sesle. Gülümsemesi solmuştu.



"Min Wo ben o gün için üzgünüm."

"Neden üzgünsün?"

"Başını belaya soktum."

"Başımı belaya mı soktun? Ben onu demiyorum." dedim ona
yaklaşarak. Bir adım daha attım. Seo Rin'de geriye adım attı.

"Seo Rin benden kaçma."

"Ka-Kaçmıyorum zaten."

Gözlerini benden kaçırdı. Birbirimize çok yakındık. Bir adım daha attım. O
da bir adım daha geri çekildi.

"Kaçıyorsun işte." dedim.

"Hayır. Senden kaçmıyorum."

"O zaman sorun ne?"

"Hiç bir şey. Min Wo ben... Gitmeliyim." dedi ve arkasını dönüp
yürümeye başladı. Ama buna izin veremezdim. Öylece gitmesine izin veremezdim.

"Bekle!" deyip kolundan tuttum ve kendime çekip sarıldım.
"Gitme." diye fısıldadım kulağına. "Lütfen benden kaçma."

"Min Wo..." diye konuşmaya başladı ama konuşmasına izin vermeden
devam ettim.

"Bana böyle davranma Seo Rin. Canım çok yanıyor. Sadece senin yanında olmak istiyorum. Kokunu içime
çekmek istiyorum. Seo Rin, seni seviyorum. Bu yüzden benden kaçmana gerek
yok."

Başını göğüsüme daha da bastırdı.

"Min Wo ben senden kaçmıyorum." dedi iç çekerek. "Ben... Ben
duygularımdan kaçıyorum."

"Neden?"

"Çü-Çünkü birine karşı ilk kez böyle hissediyorum. O yüzden
ben..." doğru kelimeyi aramak için durmuştu. O sırada dudaklarının
arasından dökülecek her kelime için atıyordu kalbim. Sonunda konuştu.

"Ben korkuyorum sanırım."

"Seo Rin benden korkmana gerek yok."

"Biliyorum."

Bir süre öylece durduk. Sanki dünyada sadece biz vardık. Onu bırakmak
istemiyordum. Bırakırsam kaçacağından korkuyordum.

Ben onsuz kalmaktan korkuyordum, o ise duygularından korkuyordu.

"Seni seviyorum." diye fısıldadım.

"Be-Ben de seni se-seviyorum."

Ne? Ne? Doğru mu duymuştum?

Omuzlarından tutup kendimden uzaklaştırdım.

"Ne dedin?" dedim şaşkın şaşkın. Güzel yüzü kırmızıyla
renklenmişti. Gözlerini yere dikti.

"Bana bunu tekrarlatmak zorunda mısın?" dedi mırıldanarak.

"Yo, yo. Ben sadece..." ona sıkıca sarıldım yeniden. "Sadece
bunu beklemiyordum. Çok şaşırdım." dedim yüzümü mis kokulu saçlarına
gömerek. Kolarımdaydı ve... Ve... Beni Seviyordu! Tanrım! Bu rüya olmalı. Biri
bana çimdik atsın. Ya da hayır bu rüyadan uyanmak istemiyorum. Ama çok geçti.
Biri ayağıma sert bir tekme atmıştı. Acıyla geri çekildim. Sonra da suratıma
hızlı bir tokat yedim. Kafamı kaldırdığımda gözlük camlarının arkasında dik dik
bana bakan bir çift gözle karşılaştım.

"Sen ne yaptığını sa..."

"Kapa çeneni pis sapık!" Mi So işaret parmağını bana doğru
uzatmıştı.

"Be-Ben mi?"

"Evet. Eğer bir daha Seo Rin'i rahatsız edersen..." işaret
parmağını boğazına götürüp kesiyormuş gibi yaptı. Tam karşılık verecektimki
geriden Kong Joon'un sesi geldi.

"Yah! Sen benim hyung'umu nasıl tehdit edersin." Önümde durdu ve
Mi So ile laf savaşına girdi.

"Hyung'un bundan daha fazlasını hak ediyor. Sapıkların burada işi yok.
Eğer gitmezseniz..."

"Hey! Sen kime sapık diyorsun. Hyung senin gibi dört gözleri
dikizliyecek biri değil."

"Madem öyle niye kızların soyunma odasının girişinde? Ah! Yoksa senin
dikizlemen için gözetmenlik mi yapıyor?"

"Yah! Sopa gibi bacaklarına bakacağıma, koltuk değneklerine bakmayı
tercih ederim."

"Biraz daha konuşursan o koltuk değneklerine ihtiyacın olacak!"

Seo Rin ile şaşkın şaşkın birbirimiz baktık ve birden kahkaha atmaya
başladık. İkiside bize döndü ve soran gözlerle baktılar. Ben de Seo Rin'in
elini tuttum ve "İkinizde sakin olun. Ben sadece sevgilime yarışmada şans
dilemeye gelmiştim." dedim gülümseyerek. İkisi birden "Ne?!"
diye bağırdı.

"Seo Rin, bunu neden söylemedin." dedi ellerini beline koyarak.
Seo Rin yeniden kızarmıştı.

"Şey... Bu yeni bir şey. Sonra anlatırım."

"Yarıştan sonra seni sorgu odasına çekiceğimi biliyorsun değil
mi?" yüzüne kötü bir sırıtma yerleşmişti. Seo Rin'de güldü.

"Biliyorum." O sırada Kong Joon araya girdi.

"O sorgu odasında bize de yer var mı? Ben de hyung'umu sorguya çekmek
istiyorum."

"Sen kapa çeneni şapşal!"

"Ne? Sen kime şapşal diyorsun?" Yine başlamışlardı. Ama umrumda
değildi. Sonuç olarak hala Seo Rin'in elini tutuyordum ve artık o benim
sevgilimdi!....
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 8:05 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



23.BÖLÜM~ İlk Gün... Min Wo'nun hayranları...



~Park Seo Rin~

Festival Min Wo ile beraber çok güzel geçmişti. Elimi hiç bırakmadı ve beni
hep gülümsetti. Mi So ve Kong Joon ise tüm gün atışmışlardı. Bir ara
gülüyorlardı, sonra yeniden baktığımızda laf savaşına girmiş oluyorlardı.



Daha sonro Min Wo ile el ele eve yürüdük. Yolda böyle beraber yürümek beni
heycanlandırıyordu. Min Wo'ya bakamıyordum. Yine de yolun bitmesinide
istemiyordum. Ama her güzel şeyin bir sonu vardır.

Min Wo beni alnımdan öptü ve nefesini saçlarımın arasnda hissettim.

"İyi geceler sevgilim." dedi ve benden bir adım uzaklaştı.
Birazdan daha da uzaklaşacaktı iç çektim. Ama Min Wo'nun benim için kazandığı
ayıcık yanımdaydı. Gece de ona sarılıp uyumuştum.

Sabah saçımı yapmak için aynanın karşısına geçtiğimde hala sırıttığımı fark
ettim. Bu şapşal gülümsemeyi saklamakta zorlanıyordum. Ama en azından rol
yapmıyordum. Hazır olduğumda ayakkabılarımı giydim. Kapıyı açtığımda donup
kaldım. Çünkü neredeyse Min Wo'ya çarpıyordum. Gülümseyerek bana baktı.

"Günaydın aşkım. Hazırsan sana okula kadar eşlik etmek istiyorum."

"Peki okula varınca..."

"Sınıfa kadar eşlik edeceğim." Gülümsemesi daha da büyüdü. Aslında
demek istediğim bu değildi. Okula varınca herkez bize bakacaktı ve bu ağızdan
ağıza dolaşacaktı. Ama Min Wo elindeki çiçeği bana verip elimden tuttuğunda
bunu unutmuştum. Yine de bu olacakları değiştirmemişti. Tam da düşündüğüm gibi
olmuştu. Herkes bize bakıyordu. Ama ben de Min Wo gibi hiç bir şey olmamış gibi
yürüyordum. Yine de bana şaşkın şaşkın "Günaydın." diyenlere gülerek
karşılık veriyordum. Sınıfıma geldiğimizde elimi bıraktı ve o tatlı
gülümsemesiyle "İyi dersler aşkım." dedi.

"İyi dersler sevgilim."

"Ne dedin?"

"İyi dersler dedim."

"Hayır ondan sonra ne dedin?" Demek istediğini anlamıştım.
Gülümsedim.

"Sevgilim dedim. Yanlış bir şey mi söyledim?" Gülümsemesi daha da
büyüdü.

"Yo, Hayır. Görüşürüz." dedi ve sınıfına doğru yürümeye başladı.
Ben de sınıfa girdim. Mi So her zamanki yerindeydi. Yanına gittim.

"Günaydın Mi So."

"Günaydın." dik dik bana bakıyordu.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum merakla.

"İlk günden yanından ayrılmıyor. Hep böyle mi olacak artık?"
Haklıydı. Min Wo varken arkadaşlarımı bırakacak mıydı? Tabii ki hayır. Mi So
hep yanımdaydı. O yüzden onu yalnız bırakmazdım.

"Elbette hayır. Mi So olmadan olmaz." dedim ona sarılarak.

"Seo Rin... Bırak beni... Nefes alamıyorum."

Geri çekildim. Çatık kaşlarını görünce dünki hali geldi aklım. Min Wo'ya
"Sapık" demişti. Tam uyumak için kafasını masaya koyacakken konuştum.

"Mi So, dün neden Min Wo'ya sapık dedin?"

"Sapık mı? Ah, evet. Bir kaç gündür sana dik dik bakıyordu. Yanımızdan
ayrıldığında peşinden gidiyordu. Şüpheleniyordum. Dün de soyunma odasının önde
sana sarıldığını görünce ben de şey sandım işte..." Gülmeye başladım.

"Gerçekten beni izliyor muydu?"

"Evet." dedi esneyerek.

"Ablan yine uyutmadı mı?"

"Evet. Dün yine aşk hikayelerini dinledim. Enişte bey alıp götürse de
uyusam artık."

Sanırım Mi So benim evim de daha rahat ederdi. Bomboş...

O sırada yanımıza bir grup kız geldi. Bir tanesi

"Seo Rin, seninle konuşabilir miyiz?" diye sordu. Pek mutlu
görünmüyorlardı. " Umarım yardım edebileceğim bir şeydir." diye
düşündüm ayağa kalkarken.

"Tabii konuşabiliriz."

"Seo Rin. Derse son 8 dakika çabuk ol." diye seslendi arkamdan Mi
So.

El salladım ve kızlarla dışarı çıktım. Yanımıza dört kız daha gelmişti.
Hepsini daha önce görmüştüm. Sevgililer Gününde...

Az önce benimle konuşan kız çıktı yine öne.

"Seo Rin, Min Wo oppa ile çıkıyor musunuz?"

Sorun şimdi belli olmuştu. Onlar Min Wo'ya vermem için bana çikolata ile not
veren kızlardandı ve ben şimdi Min Wo ile çıkıyordum.

"Evet." dedim sakinliğimi bozmadan. Gerideki kızlardan biri
"Demiştim." dedi ona. Sonrada bana döndü. "Hediyelerimizi ona
vermedin değil mi?"..

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



24.BÖLÜM~

"Hediyelerimizi ona vermedin değil mi?" demişti kız.

"Ne?"

"Min Wo'dan hoşlanıyordun. O yüzden ona hediyelerimizi vermedin."

Seo Rin kendini tutamadı ve gülmeye başladı. Hepsi şaşkın şaşkın ona
bakıyordu.

"Sanırım beni yanlış tanımışsınız. Gözünüze öyle biri gibi mi
görünüyorum?" Bir kaçı gözlerini yere dikti. Ama o kız Seo Rin'in kolundan
tuttu ve gözlerini gözlerine dikti.

"Sana neden inanayım?"

"Bana inanmıyorsan paketini neden bana verdin?" dedi ciddi bir
şekilde. Kız gözlerini kaçırdı.

"Çünkü... Ben Min Wo oppa ile konuşamıyorum. O... Çok soğuk ve... Benim
mektubumu reddetti. Ama yine de pes etmedim."

"Öyleyse hediyeni bana vermeseydin paketin ona ulaşmayacaktı."
dedi kızın elini kolundan çekerek. Sonra diğerlerine döndü ve gülümseyerek
devam etti. "Merak etmeyin hediyelerinizin hepsini ona verdim. O gün beni
sevdiğini bilmiyordum bile. Yani vermemem için hiçbir neden yoktu."

Arkadaki kızlardan biri konuştu.

"Yani sen de Min Wo oppayı seviyor musun?"

Bir anda Seo Rin'i sıcak basmıştı ve kızardığını hissetti.

"Şey... Evet. Sevmeseydim şu an sevgilim olmazdı." Yere baktı ve
elleriyle oynamaya başladı. Başka bir kız konuştu.

"Peki ona mektup verdiğim gün de onu seviyor muydun?" Konuşan kız
Yu Ri'ydi. Yu Ri, Min Wo'ya aşk mektubu vermişti. Seo Rin onları gördüğünde
kötü hissetmişti. Ne yapacağını şaşırmıştı bir an. Ama Min Wo'nun mektubu
almasını sağlamıştı yine de.

"Ben..." derin bir iç çekti. "Evet." diye cevapladı
sorusunu.

Yu Ri onun önüme geçip kızlara döndü.

"Ben Seo Rin'in hediyelerimizi Min Wo oppaya verdiğine inanıyorum. O
gün oppa mektubumu almamıştı. Ama Seo Rin sayesinde kabul etti. O Min Wo'yu
seviyor. Yine de bizim duygularımızı önemsiyor." Kızlar birbirlerine
baktılar. Az önce konuşan kız sessizliği bozdu. Somurtarak "O zaman neden
Min Wo oppa bizim mektuplarımıza hiç cevap vermedi?" dedi. Geriden biri
daha konuşmaya katıldı. Ama bu bir erkekti.

"Onu neden bana sormuyorsunuz?" dedi Min Wo alaycı gülümsemesiyle.
Kızlar "oppa" diye mırıldandılar. Min Wo onlara doğru yürüdü ve
aralarından Seo Rin'in yanına gitti.

"Ama yinede cevabını vereyim." dedi ve Seo Rin'i kendine çekip
gözlerine baktı. "Sizin mektuplarınıza cevap veremedim. Çünkü benim kalbim
tek bir kıza karşılık veriyor." Seo Rin'e bakarken gözleri parlıyordu ve
gülümsemesi her zamankinden daha güzeldi. Diğer kızlara dönerek konuşmaya devam
etti.

"Seo Rin, kızların duygularının önemli olduğunu söylemişti. Mektuplarınızı
ve hediyelerinizi o yüzden kabul ettim. Ama hiç birini açıp okumadım. Çünkü o
duyguların sahibi ben değilim. Değerli duygularınızı zarflardan çıkarmadım. Bu
yüzden hala size aitler. Onları sizi gerçekten seven birilerine verin. Sizi
umutlandırmak istemezdim. Özür dilerim."

Kimse konuşmayınca Yu Ri öne çıktı. Her zamanki çocuksuluğunun yerini
ciddiyet almıştı.

"Duygularımızı önemsediğin için teşekkürler Min Wo. Zaten senin kalbin
başkasına aitken onu senden isteyemeyiz." dedi. Gülümseyip hafiften başını
eğdi ve sınıfına doğru yürümeye başladı. İki duyguyu birden yaşıyordu. Hem Seo
Rin için seviniyordu hem de kaybettiği aşkı için üzülüyordu.

Diğer kızlarda aynı duygular içinde "Özür dileriz Seo Rin." diye
mırıldanıp oradan uzaklaştılar.

Min Wo ile Seo Rin yalnız kalmışlardı. Seo Rin'in kalbi Min Wo'nun
söyledikleri ve belindeki eli nedeniyle çok hızlı atıyordu. Ona bu kadar yakın
olmak onu heycanlandırıyordu. Ama bunu belli etmemek için giden kızların
arkasından bakıyordu. Eğer Min Wo'ya dönerse zaten kırmızı olan yüzü daha da
kızaracaktı.

"Seni bir kaç dakika yalnız bırakıyorum, hemen başına bir iş
açıyorsun." dedi Min Wo, Seo Rin'i kendine çevirerek. Onun gözlerinden
ayrı kalmak istemiyordu.

"Benim hayatım hep böyle. İnsanları mutlu etmek zor. Bu yüzden bunu
başarınca seviniyorum." dedi gülümseyerek.

Gülümsemesi her zamanki gibi yine Min Wo'nun gülümsemesine neden oldu. Doğru
ya, bir iyilik meleğine aşıktı ve melekte onu seviyordu. Bunu düşünmek bile
mutlu olmasına yetiyordu.

"Beni mutlu etmen çok da zor değil." dedi sevdiği kızın parıldayan
gözlerine bakarak.

"Nasıl yani?"

"Beni mutlu etmek için yanımda olman yeter. Varlığın beni mutlu etmeye
yetiyor. Hatta sadece bir gülümsemen sevincimi anında ona katlayabilir."

"Yah! Abartma." dedi Seo Rin. Ama o da aynı şeyleri hissediyordu.
Gülüşünün, dokunuşunun ve bakışlarının kendisinde yarattığı etkiyi biliyordu.

"Burada olduğumu nereden bildin?" dedi konuyu değiştirmeye
çalışarak.

"Güvenilir kaynaklardan." dedi sırıtarak. O sırada içinden Kong
Joon'a teşekkür ediyordu.

Kong Joon sabah onu ektiği için kızmaya gelirken bir grup kızın Seo Rin'in
etrafını sardığını görmüştü ve hemen Min Wo'ya haber vermişti. O iyi bir
arkadaştı. Onu yalnız bırakmak istemiyordu. Ama aynı zamanda hep Seo Rin'in
yanında olmak istiyordu.

Ders ziliyle beraber kendilerine geldiler.

"Sanırım şimdilik ayrılıyoruz." dedi Min Wo dudaklarını büzerek.
Seo Rin onun bu çocuksu halini görünce dayanamadı ve yanağına küçük bir öpücük
kondurdu.

"Ama yeniden görüşeceğiz." deyip sınıfına koştu. Min Wo ise eli
yanağında yerinde donup kalmıştı. Öğretmeninin sesiyle kendine geldi.

"Yah! Kim Min Wo. Derse girmeyi düşünmüyor musun? Eğer benden sonra
girersen almam seni sınıfa."

Min Wo garip bir şekilde gülerek karşılık verdi.

"Biliyorum efendim." diyip sınıfa doğru koştu. Bay Shin arkasından
baktı. Son günlerde bu çocukta bir gariplik vardı. Her zamanki gibi etrafa
somurtmak yerine gülüyor ve çevresindekilere daha nazik davranıyordu. Babası,
Bay Kim ise onun için asi ve kavgacı demişti son konuşmalarında. Ama buraya
geldiğinden beri hiçbir kavgaya karışmamıştı.

"Acaba bu garipliğini babasına bildirsem mi?" diye düşündü. Ama
Bay Kim ona kesin bilgiler vermesini istemişti.

"En iyisi bir süre daha izleyip nedenini öğrenemek." dedi ve
sınıfın kapısından içeri girdi.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



25.BÖLÜM~

~Kim Min Wo~

Sonunda öğle yemeği vakti gelmişti. Hemen Seo Rin'in sınıfına gittim. Çünkü
her zamanki gibi geç kalacağını biliyordum ve bir an önce yanında olmak
istiyordum.



Doğru tahmin etmiştim. Bir kaç kişi başına toplanmış, ona soru soruyordu.
Seo Rin düşünceli bir şekilde kaşlarını çatmış, soruyu çözmeye çalışıyordu.
Yanlarına gittim ve soruya baktım.



"Kimya mı?"



Herkes bir anda bana döndü. Seo Rin ile üç haftadır çıkıyorduk ve
"Nasıl birden ortaya çıkıyorsun?" diye soruyordu hep bana. Gözlerinde
yine o soru vardı. Ama cevabı ben de bilmiyordum. Onu gördüğümde kendimi birden
yanında buluyordum.



Seo Rin iç çekti.

"Evet, kimya. Bu konuda takılıyorum. Artan maddeler kafamı karıştırıyor
hep."

Kalemi almak için elimi elinin üstüne koydum.

"İstersen ben çözeyim."dedim. Kızaran yüzüne baktım ve gülümsedim.
Hemen elini çekti. Onun bu hali çok hoşuma gidiyordu. Böyle daha tatlı
görünüyordu.



Gözlerimi ondan ayırmadan kalemi aldım ve defteri kendime çevirdim. Sonra da
soruyu çözüp anlattım ve defteri geri uzattım. İçlerinden biri bana teşekkür
etti ve yanımızdan ayrıldılar.



Seo Rin'e döndüğümde yüzünü avucuna dayamış parlayan gözleriyle bana
bakıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda dudağının kenarları yukarı doğru kıvrıldı.
Kalbimin hızlandığını hissedebiliyordum. Bana ne zaman böyle baksa içimde bir
sıcaklığın yayıldığını hissediyordum.

"N-ne oldu?" diye sordum.

"Senden iyi öğretmen olur."

"Tabi. Ne demezsin?" Bakışlarımı başka tarafa çevirdim.

"Yemeğe gitmiyor musunuz?" Mi So yanımızda dikilmişti. Seo Rin,
onu yalnız bırakmak istemiyordu. Onu çok iyi anlıyordum. O yüzden bir şey
demiyordum. Ama bununda bir yolunu bulmuştum.

Kang Joon koşarak sınıfa girdi ve yanımızda durdu.

"Ah. Sizi bulamayınca bensiz gittiniz sandım. Geç kalmadım değil mi?
Matematikçi yine beni bekletti. Bu kadının bana garezi mi var? Yoksa
çekiciliğime mi dayanamıyor, anlamıyorum."



Hepimiz güldük. Ama Mi So kahkahayı bastı.



"Ne var?" diye döndü Kang Joon ona.



"Eminim senin gibi bir mikrobun okula yayılmasını önlemeye
çalışıyordur. Bayan Dae akıllı bir kadındır."



"Yah! Ölmek mi istiyorsun?"



"Sıkıyorsa dene. Bu sefer böcek ilacınıda yanımda getirdim." Mi So
kötü kötü gülüyordu. Kang Joon kocaman açılmış gözlerini bana çevirdi.



"Hyung şuna bak." Baş parmağını Mi So'ya uzattı. "Görüyorsun
değil mi? İlk lafı o attı. Ben birşey yapmadım. Neden ben onunla takılmak
zorundayım?" Kaşlarını kaldırmış, soran gözlerle bana bakıyordu.



Sevgilimin elini tuttum ve beraber ayağa kalktık.

"Çünkü sen Seo Rin ile çıkmamı çok istiyordun. Ama bu durum Mi So'nun
yalnız kalmasına neden oldu. O yüzden onu yalnız bırakmamalısın." dedim ve
Seo Rin ile yürümeye başladık. Arkamızda ikiside söyleniyordu.



"Sanki bana ihtiyacı varmış gibi..."



"Yah! Bana yiyecekmiş gibi bakma pis sapık."



"Aish! Bittin sen dört göz!"



Neredeyse her öğle yemeğimiz böyle geçiyordu. Seo Rin hayatıma girdiğinden
beri sanki daha neşeli geçiyordu günlerim. Gerçi gülümsemem için onun gülen
gözleri yetiyordu bana. Bazen o bakışlar farkında olmadan eve gidene kadar bir
şapşal gibi gülmeme neden oluyordu. Çoğu zaman büyükbabamın ve büyükannemin
bakışlarını üzerimde hissettiğimde fark ediyordum bunu.



Eun Mi-shi de fark etmişti bunu. Sanırım kendimi çok belli etmiştim. Seo
Rin, annesine söylemek istiyordu ama cesaret edemiyordu. Ben söyleyim dediğimde
ise kendi ağzından duymasını istediğini söylüyordu. Ama biz söyleyene kadar Eun
Mi-shi bunu fark etmişti. Geçen hafta yine beraber hastaneye gitmiştik ve Seo
Rin yine söyleyememişti. Onlar vedalaşırken ben yine kapının önüne çıkmıştım.
Onları dinliyordum, buraya geldiğim ilk gün gibi...



Seo Rin tam odadan çıkarken Eun Mi-shi seslenmişti.



"Seo Rin..."

"Efendim anne?"

"Min Wo ile aranda ne var?"

"Ne?"

"Min Wo ile arandaki ilişki nasıl bir ilişki?"

"Şey... Biz... çıkıyoruz."

"Tahmin etmiştim."

"Gerçekten mi? Na-nasıl?"

"Anlamamak imkansız. Halinizden kolaylıkla belli oluyor." kısa bir
sessizlikten sonra konuşmaya devam etti. "Seni sevdiği bakışlarından bile
belli oluyor. Peki sen de onu seviyor musun?"

"E-evet."



Evet! Evet demişti. Sanki çıkma teklifimi yeniden kabul etmişti. Seo Rin'in
beni sevdiğini her duyduğumda kalbim bir öncekinden daha hızlı çarpıyordu.
Halbuki git gide normale dönmesi gerekmiyor mu? Yoksa her geçen gün duygularım
daha da mı derinleşiyordu? Meleğime daha ne kadar aşık olacaktım?



Seo Rin'in sesiyle kendime geldim.



"İyi misin?"



Etrafıma baktım. Evine gelmiştik. Ama hala elini bırakamıyordum. Boştaki
elimle saçlarıyla oynamaya başladım.



"İyi değilim."

"Neden?"

"Çünkü birazdan yine ayrılacağız."

"Evet. O yüzden içeri girer girmez Wo Rin'e sarılacağım."

"Wo Rin?"

"Festivalde kazandığın oyuncak ayı. Ben... Her gece ona sarılıp uyuyorum." Yanakları yine kızarmaya
başladı. Gülümsedim ve saçından bir tutam alıp kokusunu içime çektim.



"Peki Wo Rin benim yerimi tutuyor mu?"



"Hayır."



"Bu iyi. Yoksa o Wo Rin'i kıskanmaya başlayacaktım. Aslında şu anda da
kıskanmıyorum desem yalan olur. Senin kokunu içime çekip uyumak isterdim."



"O zaman burada bekle bir dakika."



Hızlı bir şekilde kapıyı açtı ve içeri girdi. Bir kaç dakika sonra elinde
mor bir ayıyla geri döndü.



"Bu Eun Joon, Wo Rin'den önce en sevdiğim ayımdı." Oyuncak ayıyı
bana uzattı.



"Oyuncak ayıları sever misin?"



"Hepsini değil. Sadece Wo Rin ve Eun Joon."



Oyuncak ayıyı aldım. Tüm yol boyunca ona sarılıp yürümüştüm. Eve geldiğimde
kapıyı So Hyun açmıştı. Kucağımda sıkıca sarıldığım mor bir ayıyla beni görünce
olduğu yerde donmuştu. Onun yanından geçip içeri girdiğimde yoldaki insanlar
gibi o da bana garip gözlerle bakıyordu. Birden önüme bir hizmetçi çıktı.
Neredeyse tepsideki kahveleri üzerime dökecekti.



"Ö-özür dilerim efendim."



Eun Joon'a baktım. Bir şeyi yoktu. Gülümsedim ve "Önemli değil."
dedim. Gözü elimdeki mor, kabarık tüylü ayıya takıldı. Yanından geçip merdivenlere
yöneldim.



So Hyun'la fısıldayarak konuşuyorlardı.



"O ayıyı nereden bulmuş?"



"Bilmiyorum. Ama son günlerde garip davranıyor."



"Fark ettim. Tüm ev onun davranışlarını konuşuyor..."



~Kim Woo Jin~



Dikkatlice önümdeki belgeyi okuyordum. Telefonumun çalmasıyla dikkatim
dağıldı ve sinirle telefonu kaldırdım.



"Evet?"

"Efendim Bay Shin adında biri sizinle görüşmek istiyor."

"Bay Shin mi?"

"Evet efendim."

Biri geriden birşeyler fısıldıyordu.

"Oğlunuzla ilgili olduğunu söylüyor efendim."



Şimdi hatırlamıştım. Bay Shin, Min Wo'nun okulundaki öğretmenlerinden
biriydi. Min Wo'yu izleyip bana bilgi getirmesi için

onunla anlaşmıştım. Özellikle onu seçmemin nedeni paraya ihtiyacı olmasıydı.
Böylece kolaylıkla anlaşmıştık.



Bay Shin içeri girip beni selamladı.



"Hoşgeldiniz Bay Shin. Lütfen oturun."

"Teşekkür ederim efendim."



Önümdeki tekli koltuklardan birine oturdu. Ben de az önce incelediğim
dosyayı kapatıp yardımcıma uzattım ve çıkmasını işaret ettim. Tek kaldığımızda
Bay Shin'e döndüm.



"Evet sizi dinliyorum." Azıcık yerinde kıpırdandı ve konuşmaya
başladı.

"Efendim oğlunuzun davranışlarından bahsetmiştim size."

"Evet."

"Ve sanırım nedenini buldum."

Masaya, sarı bir zarf koydu. Zarfı aldım ve açtım. İçinden fotoğraflar
çıktı. Min Wo ve bir kızın bulunduğu fotoğraflar.....

26.BÖLÜM~ Papatya Prensesi Sevgilim.



~Kim Woo Jin~

Park Seo Rin...



Min Wo'nun değişmesine bu kız mı neden olmuştu? Fotoğrafa dikkatle baktım.
Aslında güzel bir kızdı ve yüzü tanıdık geliyordu. Acaba Min Wo, ona zengin
olduğumuzu söylemiş miydi? Bu çocuk yine ne işler karıştırıyordu?



Saatime bakıp yerimden kalktım. Uçağımın kalkmasına yarım saat vardı.
Fotoğrafları aldım ve odamdan çıktım. Hemen sekreterim yanıma geldi ve bugünün
programını okumaya başladı. Ama onu duymuyordum. Düşünceler hala aklımda
dolaşıyordu. Çıkışa yaklaştığımızda ona döndüm. Elindeki dosyayı çekip aldım ve
fotoğrafların olduğu zarfı ona verdim.



"Bunu ben okurum sekreter Hwa. Sen bu fotoğraftaki kız hakkında bilgi
topla. İki hafta sonra döndüğümde masamda bir dosya görmek istiyorum."
dedim aceleyle. Sekreter Hwa arkamdan "Peki efendim." diye
mırıldanırken kapıdan çıktım ve hazır halde beni bekleyen arabaya yöneldim.
Şoförümün açtığı kapıdan geçip arabama bindim ve bugünün programının olduğu
dosyayı karıştırmaya başladım.



~Kim Min Wo~

Sevgilim... Evet o benim sevgilimdi. Başındaki papatyadan tacıyla tam bir
prenses olmuştu. Halt yemiş kraliçenin güzelliği onun yanında! Gülümsemesi bile
kanatlarını kaybetmiş bir melek olduğunu kanıtlamaya yetiyordu.



"Yah! Min Wo bana öyle bakmayı kes." diye fısıldadı yanıma
gelince.

"Neden?"

"Rolüme konsantre olamıyorum. Yıl sonu gösterisinde rezil olmamı mı
istiyorsun?" Yıl sonu gösterisi için bu yıl "Hamlet" seçilmişti.
Tiyatroda yer almak isteyen öğreciler bir öğle arası kütüphanede toplanmıştı.
Başta ben katılmak istememiştim. Ama Seo Rin'in sınıfına gittiğimde kütüphanede
olduğunu duymuştum. Sonra hemen oraya gitmiştim ve kendimi Hamlet rolüyle
oyunun içinde bulmuştum. Seo Rin ise Ofelya rolündeydi.



"Hayır." onu belinden tutup kendime çektim. "Sadece
düşünüyordum da Kral babam yasak aşka izin verirmiydi?"

"Ne?"

"Bir hizmetçiye kaptırdım kalbimi. Papatyaların prensesi olan bir
hizmetçiye. Eğer Ofelya gerçekten bu kadar güzelse, Hamlet'e hak veriyorum. Ama
bir yandan da kızıyorum bu güzel gülüşü soldurduğuna." boştaki elimle al
al olmuş yanağını okşuyordum.



"Lütfen efedim böyle konuşmayın." dedi utangaç bir şekilde. Yere
bakarak konuşmaya devam etti. "Ben sadece basit bir hizmetçiyim. Basit
aşkım bile yetmiyor intikam almanızı önlemeye. Ben size uygun değilim.
Gülümsemi solduran siz değilsiniz. Kaybettiğim aşkım delirmeme neden
olan." Sevgilime iyice sarıldım. Mis kokusunu içime çektim.



"Ben seni hiçbir şeye değişmem. Nefes alamazsam nasıl yaşarım."
dedim.



"Teşekkür ederim." diye fısıldadı başını göğsüme yaslayarak. O
sırada birinin kafama vurduğunu hissettim. Bu güzel anı bozan kim diye
döndüğümde Kong Joon'u elinde plastik kılıçla gördüm.



"Amcanın karşısında daha saygılı olmalısın." dedi sırıtarak. Ben
de plastik kılıcımı çektim ve "Yah! Ölmek mi istiyorsun?" diye
bağırdım. O sırada Mi So geldi ve Kong Joon'u kulağından tutup çekmeye başladı.



"Ya bıraksana kulağımı."

"Sana onları rahat bırak demedim mi?"

"Tamam tamam. Ah."



Seo Rin gülmeye başladı.



"Çok iyi anlaşıyorlar, değil mi?" dedi bana bakarak. Evet
anlamında başımı salladım. Kong Joon'a geri baktığımda Mi So ile konuşan çocuğa
kötü kötü bakıyordu.



Geçen gün ki konuşmamız aklıma gelmişti.



"Hyung, Mi So ile benim hakkımda ne düşünüyorsun?" demişti
sıkılarak.

"Nasıl yani?" demiştim şaşkın şaşkın bakarak.

"Şey... Dalga geçmeyeceğine söz ver."

"Tamam."

"Ben sanırım Mi So'dan hoşlanıyorum."

Dayanamayıp kahkaha atmıştım.

"Yah! Hyung hani gülmeyecektin!"

"tamam tamam." diyip durdurmuştum kendimi. Ama intikam almanın tam
zamanıydı. "Kong Joon, Mi So'dan hoşlanıyor. Kong Joon, Mi So'dan
hoşlanıyor." o an da Kong Joon'un sert yumruğunu omuzumda hissetmiştim.
Ama bu daha çok gülmeme neden olmuştu.



Şimdi ise dışarıya çıkan çocuk ve Mi So'nun peşinden giderken ne kadar ciddi
olduğunu görebiliyordum...

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



27.BÖLÜM~

~Lee Kong Joon~ Hoşlanmakla, Sevmek Farklı Şeyler...

Provaya ara verilmişti. Tam Hyung'un yanına gidecektim ki Mi So beni
durdurmuştu.



"Hey onları rahat bırak. Şu an yanlarına gitmen doğru olmaz."
demişti. Benim yanımda olması, benimle ilgilenmesi hoşuma gidiyordu. Çoğunlukla
kavga ediyorduk. Ama onunla uğraşmayı seviyordum. Son zamanlarda kendimi hep
onu düşünürken buluyordum ve düşüncelerimin sonunda hep aynı soru takılıyordu
aklıma.



'Ondan küçük olmam, onun için sorun olur mu?'



Mi So'nun bir alt sınıfındaydım. O da Seo Rin ve Hyung gibi 3.sınıftı. O yüzden
ona teklif edemiyordum. En azından böyle yanında durabiliyordum.



Mi So, beni bırakıp bir çocukla konuşmaya başlamıştı. Bu çok sinirimi
bozmuştu. Bir de o çocuğun dediklerine gülünce dayanamadım. Dikkatini çekmek
için birşey yapmam gerekiyordu. Birden gözüm Hyung'uma takıldı. "Özür
dilerim hyung." diyerek plastik kılıcımı çektim ve onların yanına gidip
hyung'un kafasına hafifçe vurdum. Bir yandan da Mi So'nun beni fark edip
etmediğine bakıyordum. Yerimde olmadığımı fark etmişti. Etrafına bakınıyordu.
Sırıttım. Dikkatini çekmiştim. Çocukla konuşmayı bırakıp yanıma geldi. Çocuğun
ortada sap gibi kalması hoşuma gitmişti. Ama bunun tadını çıkaramadan Mi So
kulağıma yapışmıştı. Canım yanmıştı. Ama beni bırakıp o çocukla gidince daha da
kötü olmuştum. Bu sefer sap gibi kalan ben olmuştum. Onların peşinden gidip
uzaktan takip ettim. Okulun çatısında yalnızlardı. Mi So konuşmaya başladı.



"Bir şey mi oldu?"

"Hayır yani evet."

"Evet mi, Hayır mı?"

"Evet. Bir şey oldu." kısa bir sessizlik oldu. Çocuk derin bir
nefes aldı ve Kraliçe kıyafeti içindeki Mi So'yu omuzlarından tuttu.



"Ben senden hoşlanıyorum. Sevgilim olur musun, Mi So?"



Sinirden yumruklarımı sıkmıştım. O çocuğun koca burnunu kırmak istiyordum.
Bir hizmetli benim kraliçeme nasıl böyle derdi. Hiç olmazsa saygı gösterip o
pis ellerini üzerinden çekmeliydi. Ama ya bu Mi So'nun hoşuna gitmişse. Ya o da
bu çocuktan hoşlanıyorsa! Hayır, lütfen hayır de Mi So.



Mi So çocuğun ellerini tuttuğunda kalbimin paramparça olduğunu hissettim.
Ama onları omuzlarından aşağıya indirdiğinde parçalar yeniden bir araya geldi.



"Özür dilerim Yun Sung. Ama bunu kabul edemem."

"Neden?"

"Çünkü sana o gözle bakmıyorum. Tekrar özür dilerim." Hafifçe
başını eğip hayretler içinde yerinde donup kalan çocuğun yanından ayrıldı. Kapıyı
açtığında beni mutluluk dansı yaparken yakaladı. Asamı iki yana sallayıp
etrafımda tepine tepine dönerken yakalamıştı beni.



"Burada ne yapyorsun?"

"Ben..."

"Bizimi dinliyordun?"

"Hayır!"

"Yah! Yalan söleme."

"Ya tamam ya. Sizi dinliyordum. Oldu mu?" Ellerimi belime koydum
ve düşünceli bir şekilde Mi So'yu süzdüm. Sonra bir elimi çeneme koydum.



"Nasıl bir çocuk senin gibi cadoloz, dört göz birinden
hoşlanabiliyor?"

"Yah!! Ölmek mi istiyorsun?!" Koşmaya başlamıştım. Arkamdan
bağırarak koşuyordu.



"Lee Kong Joon! Kaçma! Buraya gel hemen!"

"Peşimden koşmana gerek yok Mi So. Çekiciliğime dayanamadığını
biliyorum."

"Yah! Dayanamadığım tek şey senin varlığın!"



Bu beni hazırlıksız yakalamıştı. Sinirli olduğu için mi yoksa böyle
düşündüğü için mi bunu söylemişti? Aslında içim acımıştı. Daha fazla koşacak
gücüm kalmamıştı sanki. Ama bu histen kurtulmak için koşmaya devam etim. Mi
So'da en sonunda pes etmişti.



Bütün akşam yine onu düşünmüştüm. Ama içim acımaya devam ediyordu. Artık ona
'dört göz' değil, 'Sevgilim' demek istiyordum. Sanırım Min Wo'yu anlıyordum
artık...



Ertesi gün Seo Rin ile Hyung beraber dolanırken yine Mi So ile yalnız
kalmıştım. Ama bugün konuşamıyordum. Sessizliği Mi So bozmuştu.



"Hey, bugün süt dökmüş kedi gibisin. Demek çeneni kapalı tutacağın
günüde görecektim."



Sessizlik...



"Yah! Konuşsana." deyip kafama vurdu.

"Hey, beyin hücrelerimi öldürüyorsun."

"Beyin hücrelerin mi vardı? Ben seni tek hücreli sanıyordum."

"O zaman gözlüklerinin numarası büyümüş demek. Büyükannemin
gözlüklerini getirebilirim."

"Yah! Gözlüklerimle dalga geçme." Onunla konuşmak moralimi yerine
getirmişti. Dünden bahsetmemişti ya da öc almaya kalkışmamıştı. Tüm gün yine birbirimizle
uğraşmıştık. Ta ki dünki çocuk gelene kadar. Mi So'nun yanına giderken beni bir
kenara çekmişti.



"Neden Mi So'nun peşini bırakmıyorsun?" dedi sinirle.

"Ne demek oluyor bu? Mi So benim arkadaşım."

"Yalan söyleme ondan hoşlanıyorsun değil mi?"

"Bu seni ilgilendirmez."

"Elbette ilgilendirir küçük. Çünkü ben Mi So'yu seviyorum."

"Öyle mi? Onu ne kadar tanıyorsun?"

"Ne?"

"Sevmekle hoşlanmak farklı şeyler. Onun sevdiği rengi ve sevdiği çiçeği
bilmekle yetmiyor. Eğer onu sevseydin teklifine nasıl tepki vereceğini
bilirdin. Mi So aranıza mesafe koydu. O hep böyle yapar. Ona 'Seni Seviyorum'
diyemiyorum. Çünkü hep onun yanında olmak istiyorum. Benimle konuşması için
susuyorum. Ama yine de kendime kızıyorum çünkü senin kadar cesur değilim. Onu
kaybetme riskini göze alamıyorum."



Çocuk boş boş bana bakarken yanından geçtim. Tam köşeyi döncektim Mi So ile
yüz yüze geldim. Bir çocuğa bir bana baktı. Konuşmalarımızı duymuş muydu?



"Bir sorun yok değil mi?" diye sordu bana. Rahatlamıştım. Hayır
anlamında başımı salladım. "Öyleyse gidelim. Bizi bekliyorlar." dedi
beni öne itekliyerek.



"Yavaş ol. Ben senin esirin değilim." diye mırıldandım. Ama kalbim
çoktan ona esir olmuştu.



~Kang Mi So~

Son günlerdeki garip davranışlarının nedeni bu muydu? O... Beni... Seviyor
muydu? Şimdi ne yapmalıydım. Onu kırmadan bir şekilde uzaklaşabilir miydim?
Sonuçta o benden küçüktü. Ama içimdeki bu garip sıcaklık da neydi?..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 8:07 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



28.BÖLÜM~ Ağlayan Bir Melek...

~Kim Min Wo~

Seo Rin bugün okula gelmemişti. Evde de yoktu. Telefonunada cevap
vermiyordu. Korkmaya başlamıştım. Okul bitmeden çıktım ve Eun Mi-shi'nin yanına
gittim. Acaba ona bir şey mi olmuştu? Hastaneye gittiğimde Eun Mi-shi'nin
yatağı boştu. Hemen danışmaya gittim. Doğru tahmin etmiştim. Oradaki hemşire
bana ameliyata girdiğini söylemişti. Hastanenin içinde Seo Rin'i aramaya
başladım. Önce ameliyathanenin oraya, sonra kantine, sonra da bahçeye baktım.
Ama sevdiğim kızı bulamadım. Tam tekrardan içeri girecektimki geride kalan bir
bankta ağlayan bir melek gördüm.



Narin elleriyle güzel yüzünü örtmüş, güneş ışınlarının okşadığı saçları
önüne düşmüş ve omuzları çökmüştü. Bir meleğin ağlarken bile bu kadar harika
görüneceğini hiç düşünmemiştim. Ama ağlamasının beni bu kadar yaralayacağını da
hiç aklıma getirmemiştim. Gözyaşlarını silip, ona sıkıca sarılmak istiyordum.
Yanına gelmiştim yine farkında olmadan. Ama o yine beni fark etmemişti.



"Oturabilir miyim?" kafasını kaldırıp bana baktı. Yaşlı gözleri
büyümüştü. O cevap vermeden yanına oturdum.



"Burada ne işin var?" dedi gözyaşlarını koluna silerek. Ama o
sildikçe yenileri geliyordu yerine.

Kollarını tutup ona yaklaştım. Ama sevdiğim kız bana bakmıyordu. Ben de
kendime çekip sarıldım.



Bir süre öyle durduktan sonra Seo Rin yeniden ağlamaya başladı. Omuzları
sarsılıyordu ve gözyaşları gömleğimi ıslatıyordu. Seo Rin'i sakinleştirmek için
bir elimle saçlarını okşuyordum. Ama onunla beraber benim de canım yanıyordu.
Gözlerimin dolduğunu ve bir damla yaşın yanağımı ıslattığını hissettim.
Gözlerimi sımsıkı kapayıp yüzümü saçlarının arasına gömdüm ve bir öpücük
kondurdum. Sonra da rahatlatıcı kokusunu içime çektim.



Yine de gözyaşlarımın akmasına engel olamadım. Sesimin titremesine engel
olmaya çalışarak kulağına fısıldadım.



"Ağlama aşkım. Lütfen ağlama."

"Min Wo..."

"Evet, söyle birtanem."

"Annem... İyi olacak mı?"

"Evet..."

"Ama neden her geçen gün daha da kötüleşiyor. Neden daha da güçsüzleşiyor.
Neden gülümsemesi soluyor. Sesini bile duyamıyorum artık. Ben..." sözünü
tamamlayamadan hıçkırıkları geri dönmüştü. Başını göğüsüme iyice bastırıp bana
daha sıkı sarıldı. Ben de onu saran kollarımı sıktım.



"Lütfen üzülme. İyi olacak göreceksin." diyebildim sadece. Sesim
titremeye başlamıştı.



Eun Mi-shi'yi ben de seviyordum. Bu beni de çok üzüyordu. Onun için
birşeyler yapmak istiyordum. Ama elimden birşey gelmiyordu. Şu an da ise benim
daha çok dayanamadığım şey Seo Rin'in üzülmesiydi. Kalbindeki acıyı nasıl
silebilirdim?



"Seo Rin, ben hep yanında olacağım sevgilim. Bir daha seni hiç bir
şeyin üzmesine izin vermeyeceğim." diye fısıldadım kulağına. O sırada
telefonum çaldı. Arayan Mi So'ydu. Okuldan çıktığımdan beri mesaj atıp
duruyordu. Şimdi ise dayanamayıp aramıştı.



"Mi So arıyor. Ne diyim?"

"Bana ver." Telefonu Seo Rin'e uzattım.



"Alo... Hastanedeyim... Hayır ben iyiyim... Sonra anlatırım... Hayır
hayır. Gelmene gerek yok. Min Wo yanımda... Tamam haber veririm. Teşekkür
ederim... Ben de seni seviyorum... Mi So... Özür dilerim... Görüşürüz."
telefonu kapatıp bana uzattı.



"Ne oldu?"

"Merak etmiş beni."

"Onu biliyorum. Ne diyeceksin?"

"Sanırım her şeyi anlatacağım. Ona artık yalan söylemek
istemiyorum."



Bir süre düşünceli, ıslak yüzü inceledikten sonra zorla da olsa onu kantine
götürdüm. Belki sıcak birşeyler içince kendine gelirdi...



~Park Seo Rin~

Artık yalan söylemek istemiyordum. O yüzden Mi So'ya annemi anlatacaktım.
Ama sakladığım o kadar çok şey vardıki, onları ne yapacaktım. Birden hepsini
anlatamazdım ki. Ayrıca tüm bunları sevdiğim çocuktanda saklıyordum. Belki
annemi görmeseydi onu da söylemeyecektim. Aslında Min Wo'ya anlatmayı, ona
gerçek Seo Rin'i göstermek istiyordum. Ama ben maskesinin arkasına saklanmış
yalancı bir meleğim.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



30.BÖLÜM~ Karar?..

~Kim Woo Jin~

Sekreter Hwa'nın hazırladığı dosyayı okumuştum. Ama yine de eksik bilgiler
vardı. O yüzden araştırmaya devam ediyordu. Ben de bu akşam Soeul'e gidiyordum.
Min Wo ile görüşmeye karar vermiştim. Gerçekten değişiyor muydu? Bunu kendi
gözlerimle görmek istiyordum.



Uçaktan indiğimde arabam hazırdı. Soeul'de akşamları soğuk olurdu. O yüzden
hiç beklemeden arabaya bindim. Akşam karanlığında Soeul'da olmanın tek iyi yanı
trafiğin açık olmasıydı.



Araba ara sokaklardan birine girdiğinde gözüm bir çifte takıldı. Tanıdık bir
çifte...



Şoförüme durmasını söyledim. Min Wo ile o kız bir evin önündeydiler. Sokak
lambasının ışığı evin önünü aydınlatıyordu. İki katlı küçük bir evdi. Girişte
ise ufak bir bahçe vardı. Min Wo ile kızın üstünde kostümler vardı. Bir
gösteriye mi katılmışlardı? Benim oğlum bir gösteride mi rol almıştı? Min Wo
gerçekten değişiyor muydu?



Hala onları izliyordum. Bir süre konuştuktan sonra birbirlerine sarıldılar.
Kız eve girdiğinde Min Wo yürümeye başladı.



Yürümek mi? O yürüyor muydu? Benim tanıdığım Min Wo yürümemek için en
azından taksi çağrırtırdı. Ama yürümeye devam etti. Otobüse mi binecekti? O
sıradan bir insan değildi. Ne yapmaya çalışıyordu? En sonunda arabayı onun
önünde durdurdum ve camımı aşağı indirdim.



"Ba-baba..." diyerek kekeledi.

"Bin." dedim sakinliğimi koruyarak.



Yol boyunca sessizliğimizi koruduk. Bu yönden değişmemişti anlaşılan. Yine
ilk tepkiyi benden bekliyordu. Savunmasını ona göre hazırlayacaktı. Hep böyle
yapardı. Ama bu sefer sözümü dinleyecekti. Eğer o kızla bir ilişkisi varsa...
Eskiden kaybedeceği tek şey arabasıydı. Şimdi ise daha fazlası vardı.



Eve vardığımızda kapıyı bir hizmetçi açtı. Beni gördüğüne şaşırmıştı.



"Hoşgeldiniz efendim." dedi kapıyı sonuna kadar açarak. Evde
sessizlik vardı. Sadece işlerini yapan bir kaç hizmetçi vardı ortalıkta.

"Büyükbaban nerede?"

"Bugün bir partiye gitti. Oradan da 2 günlüğüne Busan'a gidecek."

"Yani evde teksin. Rahatlığının nedeni anlaşıldı."

"Ne?"

Onu duymamazlıktan gelip hizmetçilerden birine çay getirmesini söyledim.
Sonra da oturma odasına geçtim. Burayı görmeyeli oda değişmişti. Krem-kahve
renkli koltuk takımının yerinde, bordo rengi, altın kaplamalı koltuklar vardı.
Camlardaki perdelerde onlara uygun şekilde bordoydu. Yerdeki krem rengi halı
ise işlemeli bir halı ile değiştirilmişti. Şömünenin önündeki tekli
koltuklardan birine oturdum. Karşımdakine de Min Wo oturdu. Konuşmaya her
zamanki gibi ben başladım. Yoksa onun konuşacağı yoktu.



"Geleceğimden haberin yoktu anlaşılan."

"Evet."

"Halbuki büyükbabana kaç tane mesaj bıraktım. Eskiden de ulaşılması zor
bir adamdı. Sen de ona çekmişsin."

"Ne demek istiyorsun?"

"Seni de aradım. Telefonunu neden açmadın?" Hemen cebinden
telefonunu çıkarıp baktı.

"Öğlen aramışsın. O sırada gösterim vardı. Duymadım."

"Belli! Soytarılara dönmüşsün. Sıradan insanların etkinliklerine
katılmak için kimden izin aldın? Futbola, festivala bir şey demedim. Ama bu
kadarı fazla. Ya sosyeteden biri seni görseydi? Beni rezil etmek için yemin mi
ettin sen?!"

"Bu senin suçun Bay Kim. Beni sıradan insanlar dediğin, kişilerin
arasına göndermeden önce düşünecektin bunu. Ayrıca onları küçümseyemezsin.
Çünkü onların hayatında senin hayatını yöneten paradan çok kendi aralarındaki
bağlar önemli. Bu senin bana öğretemediğin bir şey!!"

"HAH!" diye güldüm sinirle. "Sanırım bunları senin kafana o
kız soktu."

"Hangi kız?" dedi kaşlarını çatarak.

"Park Seo Rin..."



~Kim Min Wo~

Hizmetçi çayları getirdiğinde odaya sessizlik hakimdi. Boş boş babama
bakıyordum.



Seo Rin'i nereden öğrenmişti? Henüz büyükbabama ya da büyükanneme
söylememiştim ya da herhangi birine. O an farketmiştim. Seo Rin'i hayatıma
değil, sadece kendi kalbime sokmuştum. Onu sevmediği insanlardan uzak tutmak
istemiştim. Ama bunda gecikmiştim anlaşılan. Şu an da hayatıma girmeye
başlamıştı.



"Onu neden karıştırıyorsun?" dedim şaşkınlığımı gizlemeye
çabalayarak. Ama eminim babamın gözünden kaçmamıştı. O karşısındakinin
psikolojisiyle oynamayı bilirdi.



"Kulağıma seninle ilgili söylentiler geliyor ve ben bunların nedeninin
o kız olduğunu düşünüyorum."

"Ne gibi söylentiler bunlar?"

"Sıralamama gerek var mı? Şu an içinde bulunduğun basit kostüm bile
bunu gösteriyor! Bir de tüm yol boyunca böyle yürüdün değil mi? Umarım
sosyeteden kimse görmemiştir."

"Sosyetenin canı cehenneme. Umarım hepsi görmüştür."

"Yeter! Bakıyorum da inatçılığın değişmemiş."

"Hiçbir zaman değişmeyecek."

"Tanrım! Büyükannene çekmişsin bu yönden."

"Büyükannem de sana çektiğimi söylüyor, malesef."

"Bana laf yetiştirmeyi kes! Bakıyorum kız sana saygılı olmayı da
unutturmuş." Birden yerimden fırlamıştım. Babamı görmek sinirlerimin
gerilmesine yetiyordu. Ama onunla konuşmak ayrı bir sorundu.



"Onu karıştırma!" dedim kendime engel olamayarak.

"Neden karıştırmayayım? Sen benim oğlumsun ve senin hayatın beni
ilgilendirir. O kız da senin hayatında şu an da, öyle değil mi?"

"Oğlun olduğum şimdimi aklına geldi. Düşünceli baba rolü yapma bana. Bağırmaktan başka birşey yaptığın yok
senin."

"Yeter! Anlaşılan seni
buraya göndermekle hata yaptım. O yüzden seni geri götürmeye
geldim."

"Ne?"

"Beni duydun geri döneceksin. Bir daha tekrarlatma. On sekizinci yaş
günün yaklaşıyor. Burada durman iyi olmaz. Sonuçta varisim olarak sosyetenin
karşısına çıkacaksın. Bu durumda beni sadece rezil edersin. O yüzden çocukluğu
bırakıp benimle dönmelisin."

Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Nasıl konuşacağımı unutmuştum sanki. Arkamı
dönüp yürümeye başladım sonunda.

"Nereye gidiyorsun?" diye seslendi arkamdan.

"Gelmiyorum." dedim kapıyı açıp. Babamın alaycı gülümsemesi geldi
kulağıma.



"Kızın annesinin adı neydi? Park Eun Mi? Doğru mu?" Olduğum yerde
dondum. Babam ise konuşmaya devam etti. "Sanırım kanser tedavisi alıyormuş
ve bu aralar durumu ağırmış. Eminim kız arkadaşın çok üzülüyordur."



Yavaşça babama döndüm ve "Ne demek istiyorsun?" dedim sakin
kalmaya çalışarak. Babam ise alaycı bir şekilde konuşmaya devam ediyordu.



"Demek istiyorum ki arkadaşının annesini tedavi ettirebilirim. Eminim
çok mutlu olur."

"Ve karşılığında seninle döneceğim?"

"Zekanı benden almışsın." Tam hayır demek için ağzımı açmıştım ki
Seo Rin'e verdiğim söz aklıma gelmişti.



'Seo Rin, ben hep yanında olacağım sevgilim. Bir daha seni hiç bir şeyin
üzmesine izin vermeyeceğim...'



Eğer babamın teklifini kabul edersem Seo Rin'in yanında olamazdım. Ama onun
mutlu olmasını sağlayabilirdim. Babam doğru diyordu. Eun Mi-shi iyileşirse Seo
Rin çok mutlu olurdu ve ileride mutlaka benim yerimi alacak birini bulurdu. Ama
ben onu bırakabilir miydim? O kadar gücüm var mıydı?



"Anlaşılan düşünüyorsun. Bir hafta sonra Soeul'e geleceğim yeniden. O
zaman kararını açıklarsın. Tabi geri dönmen senin için daha yararlı olur."
dedi yerinden kalkarak. Daha sonra yanımdan geçip odadan çıktı. Ben ise sadece
arkasından bakıyordum. Hizmetçilerden biri koşuşturup babama kapıyı açarken
bile konuşamıyordum.



Şimdi ne yapacağım?....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



31.BÖLÜM~Anlaşma...

~Kim Min Wo~

Babam kapıya doğru ilerliyordu. Arkasından bakarken kendimle çatışıyordum.
Gitmeli miydim? O kadar güçlümüydüm?



Hizmetçinin kapıyı kapatmasıyla istek dışı olarak ayaklarım harakete geçti.
Babama yetişmeliydim. Henüz gitmemişken yetişmeliydim ona.



Kapıyı açtığımda hala bahçenin ortasında durduğunu gördüm. Eminim bunu
biliyordu. Peşinden geleceğimi biliyordu. Yüzündeki sırıtmadan belliydi bu. Ama
onun beklediği nedenden dolayı koşmamıştım. Yanına gittiğimde alaycı tavrıyla
konuşmaya başladı.



"Ne oldu? Yüzünden kararını verdiğini anlıyorum."

"Doğru, kararı verdim. Haftaya gelmene gerek yok. Dönmeyeceğim. Burada
kalıyorum." Babamın gözleri, beklediği cevabı alamayınca kocaman
açılmıştı. Onun oyununa düşmeyecektim. Çünkü Seo Rin'i bırakacak kadar güçlü
değildim. Onu bırakamazdım. Hayatım bir meleğin kokusuna, dokunuşuna, varlığına
bağlıyken yaşamdan nasıl kopabilirdim ki? Bencilce kalmayı seçiyordum.



Babamın yüzündeki alaycı ifadenin yerini ciddiyet almıştı.



"Çabuk karar veriyorsun evlat. Bence acele etme. Düşünmeye devam et.
Haftaya yine geleceğim." dedi ve arkasını dönüp koca bahçede kayboldu.



Sonraki birkaç gün bu konuşmayı aklımdan atmaya çalışmıştım. Çünkü kararımı
vermiştim. Kalacaktım. Bu zor günlerde Seo Rin'in yanında kalacaktım. Her zaman
elini tutup ona destek olacaktım. Ama onun düşünceli yüzünü her gördüğümde
aklıma bu konuşma geliyordu. Bazen düşüncelerine o kadar çok dalıyorduki ya
farkında olmadan gözleri doluyordu ya da beni duymuyordu.



Eun Mi-shi'yi yine beraber ziyaret ediyorduk. Ameliyattan sonra daha da
güçsüz görünmeye başlamıştı. Ama ona rağmen gülümsüyordu, güçlü görünmeye
çalışıyordu. Seo Rin'de aynı şekilde davranıyordu. Annesinin odasına girerken
maskesini takıyordu yine yüzüne.



Bu duruma daha fazla dayanamıyordum. Mutlu olmalarını istiyordum. Seo Rin
için neyin daha iyi olacağına karar vermeliydim. Maskesini bana karşı
indirmesi, bana güvenmesi hoşuma gidiyordu. Ama onu mutsuz görmek canımı
yakıyordu. Artık tek isteğim güzel dudaklarının yeniden yukarıya doğru
kıvrılmasıydı ve belki de bu benim elimdeydi. Sadece biraz fedarkarlık yapıp nefes
almadan yaşamayı öğrenecektim ve belki de bu durum bir süre canımı yakacaktı.
Ama karşılığında meleğim gülecekti.



Bu düşüncelerle tüm gece yatakta dönelemiştim. Doğru düzgün uyuyamamıştım
bile. Sabaha doğru uyuyabilmiştim sonunda. Birkaç saat sonra da So Hyun beni
uyandırmıştı.



Kendimi çok yorgun hissediyordum. Verdiğim kararlar beni yormuştu. Ama en
azından bir yol bulmuştum.



Sonunda zil çalmıştı. Saat tam dokuz olmuştu. Babam, büyükbabama söylediği
gibi sabah kahvaltısına gelmişti. Büyükbabama her zamanki gibi şirket hakkında
rapor verdi kahvaltıdan sonra. Ben ise kasabı bekleyen koyun gibi
konuşmalarının bitmesini bekliyordum. Babamın verdiğim kararlar hakkında ne
düşüneceğini, kabul edip etmeyeceğini düşünüyordum. Bir süre sonra onları duymaz
oldum. Düşünceler kafamda dönmeye başlamıştı yine. En sonunda babamın sesini
duyunca kendime geldim.



"İzninizle bir de Min Wo ile yalnız konuşmak istiyorum." demişti
büyükbabama, bana sonsuzluk gibi gelen uzun bir süreden sonra. Büyükbabam
odadan çıktığında bana döndü.



"Kararını verdin mi?" dedi ciddi bir şekilde. Ben de aynı
ciddiyetle yanıtladım.



"Evet."

"Söyle o zaman."

"Anlaşma yapalım."

"Anlaşma mı?"

"Evet. Seninle döneceğim ama bazı şartlarım var."

"Seni dinliyorum."

"Dediğin gibi Seo Rin'in annesini tedavi ettireceksin. Eğer
tedavilerden iyi bir sonuç çıkarsa seninle döneceğim. Ama o zamana kadar burada
kalacağım."

"Ama on sekizinci yaş günün yaklaşıyor."

"On sekiz olmama daha dört ay var. Hemen başlarsan sonuçlar çabuk
gelir."

"Peki kötü sonuç çıkarsa?"

"Doğum günüme kadar burada kalırım. Sonra Seo Rin'i sizle tanıştırırım.
Onu yalnız bırakamam."

Birden babam kahkaha atmaya başladı. Sonra kendini toparladı.



"Oğluma bak. Şimdiden pazarlık yapmaya başlamış. Peki kabul. Ama benim
de şartlarım var."

"Dinliyorum."

"İlki hazırlıklara burada başlayacağız ve sözümden çıkmayacaksın. Yoksa
tedaviyi durdurturum. İkincisi de Seo Rin'i beğenmezsek ondan ayrılacaksın.
Sıradan insanlar bizim hayatımıza uygun değil."

"Buna söz veremem. Seo Rin'den ayrılabileceğimi hiç sanmıyorum."

"O zaman senin için onunla ben konuşurum."

"Hayır!"

"Benim şartlarım bunlar. Kabul ediyor musun, etmiyor musun?" dedi
yerinden kalkarak. Çabuk karar ver Min Wo. Bir yol bul...



Ben de ayağa kalktım sonunda. "Tamam kabul. Ama ondan ayrılmak benim
için zaman alabilir. O yüzden üzerime hiçbir baskı uygulamayacaksın."

"Olabilir." dedi sakince. Bu, bu kadar basit miydi? Babamla
anlaşmakd bu kadar kolay mıydı? Bana doğru uzattığı eline boş boş bakıyordum.



"Anlaştık mı?" diye sordu. Ben de elini sıkarak cevap verdim.



"Anlaştık..."



~Kim Woo Jin~

Sonunda anlaşmıştık. Oğlum gerçekten akıllıydı. Şimdi onun geri dönmesi için
Bayan Park'ın en iyi şekilde tedavi olmasını sağlamam gerekiyordu. Bu olayı
basit bir şekilde kapayıp Min Wo'nun geri dönmesini sağlayabilirdim. Ama bu
oğlumun benden daha da nefret etmesine neden olurdu. Aynı zamanında babamla
bana olduğu gibi...



Şimdiden aramız bozulmuştu zaten. Daha da üzerine gitseydim abisi gibi kendine
başka bir yol çizebilirdi. Ama şirketin sahipsiz kalmasına izin veremezdim. O
yüzden bu kız benim için bir fırsattı. Şimdi sadece sözümde durmalıyım. Her
zaman yaptığım gibi.....

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



32.BÖLÜM~ 1 Yıl Sonra...



~Park Seo Rin~

Koşarak eve girdim. Çok heycanlıydım. Son zamanlarda mutluluk ve hüzünle
karışmış hayatıma bir mutlu olay daha eklenmişti. Hızla kapıyı kapatıp anneme
seslendim.



"Anne. Anne..."

"Ne oldu canım?"

"Üniversiteyi kazandım. Evet, kazandım!"

"Gerçekten mi? Çok sevindim canım kızım. Yapacağını biliyordum."
Annem sıkıca sarıldım. Çok mutluydum. Hem artık annem yanımdaydı, hem de bir
üniversite öğrencisi olmuştum.



Bir yıl önce annem süpriz bir şekilde yurt dışına tedaviye gitmişti.
Başlarda bunun babamın işi olduğunu düşünmüştüm. Ama o da bunu şaşkınlıkla
karşılamıştı. Daha sonralarda ise annemin iyileşmeye başladığını duyduğumda
herşeyi unutmuştum. Her şey çok güzeldi. Annem iyileşiyordu, hayatım sakindi ve
sevdiğim çocuk hep yanımda, elimi tutuyordu. Ama kısa süre sonra bunun fırtına
öncesi sessizlik olduğunu anlamıştım. Çünkü aslında zengin züppenin teki
olan,yalancı birini sevdiğimi öğrenmiştim. Min Wo'nun da diğerleri gibi
olduğunu görmüştüm. Onun yaptığını asla affetmeyecektim. Mi So'nun sesiyle
irkildim.



"Hey. Neymiş vereceğin iyi haber? Çabuk söyle bir tane de bende
var."

"Üniversiteyi kazandım."

"Ben de." Çığlık atarak birbirimize sarıldık. Kafe de oturan insanlar
bize bakıyordu. Ama bu umrumuzda değildi. Uzun zamandan sonra yaşadığım en
büyük mutluluk buydu. Bu aralar garip bir şekilde işlerim yolunda gidiyordu.
Sanırım hayata küstüğümde şans benim tarafıma geçmişti.



"Kang Joon nerede?" diye sordum yerimize oturduğumuzda.



"O geç gelecek. Bir işi varmış." dedi gözlerini kaçırarak. Ben Min
Wo'dan ayrıldığımda üzülmemem için fazla berber takılmamışlardı. Onu unuttuğumu
söylemiştim. Ama hala sevgilisiyle karşıma oturacağında üzüleceğimi
düşünüyordu. Gülümsedim. O gerçekten iyi bir dosttu. Beni hiçbir zaman yalnız
bırakmamıştı. Bugün onunla gezip eğlendim. Ablasının nişanı için kıyafet
bakmaya gittik. Günümüzün çoğu böylece gitmişti zaten. Kong Joon ise alış veriş
lafını duyunca "Gelmesem daha iyi olur. Kız kıza eğlenin." yanıtını
vermişti. Uzun arayışlar sonucu Mi So kendine bir elbise bulmuştu. Bir tane de
ben bulmuştum. Denediğimde tam bana göre olmuştu. Ama alamıyordum. Çünkü
elbisenin ayırtılmış olduğunu söylemişlerdi. Gözüm o elbisede kalmıştı. İstemeyerek
üzerimden çıkardım ve Mi So ile mağzadan çıktık. Tam çıkarken mağzanın
telefonunun çaldığını duymuştum. Yürüyen merdivenlere doğru ilerken satış
görevlisi arkamızdan seslenmeye başlamıştı.



"Bayan. Bayan. Bakar mısınız?" Döndüğümüzde elinde bir paketle bize
doğru geliyordu. Paketi bana uzattı ve "Sipariş iptal edildi." dedi.
Sevinmiştim. Hemen elbiseyi satınaldım.



Oradan Mi So ile birşeyler yemeye gittik. Mi So beni bildiği iyi bir
ramenciye götürmek istemişti.



"Kong Joon ile orayı yeni bulduk. Çok güzel bir ortamı var ve ramenleri
harika." diye anlatıyordu giderken. Ramen dükkanına vardığımızda, dükkanın
sahibi acele bir şekilde kapıyı kitliyordu. Mi So "Kapatıyor
musunuz?" dedi şaşkın bir şekilde. Henüz saat erkendi.



"Evet küçük hanım. Acele işim var. İyi günler." dedi adam. Biz de
başka bir yere gitmek için yola koyulmuştuk. Birkaç adım atmıştık ki arkamızdan
adamın sesini duyduk.



"Bakar mısınız? Hanımlar. Hey!" Dönüp adama baktık. "İşim
iptal oldu. Buyurun, gelin." dedi. Mi So ile birbirimize bakıp gülümsedik
ve dükkana girdik. Yine garip bir şekilde şans yanımdaydı. Son zamanlarda hep
böyle oluyordu. Tam olmayacak derken garip bir şans buluyordu beni. Sanki
gerçek bir iyilik meleğine sahiptim. Ama bundan şikayetçi değildim ve umarım
beni hiç bırakmaz...



~Kim Min Wo~



Tanrım! Gülümsemesi hala muhteşemdi ve hala kalbimi ısıtıyordu. Onun
kokusunu aldıktan sonra yine uzaktan izlemek çok zordu. Ama ona söz vermiştim.
Hep yanında olacaktım ve onun üzülmesine izin vermeyecektim. Sözümüde
tutuyordum. Sadece meleğim bunu bilmiyordu. Çünkü babamla yaptığım anlaşma
sonucu Seo Rin'den ayrılmam gerekiyordu. Eun Mi-shi iyileşmişti. Ben de sözümde
durdum. Yine...

O günü hatırladıkça içim sızlıyordu. Hayatımın en kötü günüydü. Bir meleği
aldatan bir iblis gibi hissetmiştim kendimi. Onun en nefret ettiği kişi
olmuştum. Zengin bir züppe...



*Geriye Dönüş*

Babamdan aldığım son model arabayla, Seo Rin'in beni beklediği yere
gitmiştim. Ama bir saattir gecikmiştim. Çünkü yanımdaki aptal kıza ne
yapacağını anlatana kadar canım çıkmıştı. Tanrım! Aptal olduğu kadar
yılışıktıda.

Arabayla önünde durduğumda Mi So ile Kong Joon'da gelmişti. Arabadan
indiğimde Seo Rin hızla oturduğu yerden kalkmıştı.



"Meraba tatlım." dedim yanına gidip. O ise soran bakışlarını
üzerime dikmişti.



"Bir saattir seni bekliyorum Min Wo. Nerdesin sen? Telefonuna da cevap
vermiyorsun. Seni merak ettim." diye bağırmıştı.



"Telefonum mu?" Telefonumu çıkarıp baktım. Elbette beni aradığını
biliyordum. Ama bilmiyormuş gibi davrandım. "Görmemişim." dedim
umursamadan.



"Bu kadar mı? Sadece görmedin yani. Peki niye geç kaldın? Ayrıca bu
arabada nereden çıktı?"

"Arabayı babam hediye etti. Ah, söylemeyi unuttum değil mi? Ben zengin
birinin oğluyum. Akşamda arkadaşları arabamla bara götürdüm o yüzden sızıp
uyuya kalmışım."

"Na-nasıl yani?"

"Babam beni cezalandırmak için sizin gibi sıradan insanların içine
soktu beni. Ben de sizle zaman geçirdim ve şimdi cezam bitti. O yüzden sizinle
takılmak zorunda değilim artık." dedim alaycı bir tavırla. Tanrım! Bunu o
masum yüze karşı nasıl söylemiştim?! Seo Rin'in gözleri dolmaya başlamıştı. O
sırada arabamdan o aptal kız inip yanıma gelmişti.



"Oppa bir sorun mu var?" dedi koluma sarılarak ve işte o anda Seo
Rin suratıma sıkı bir tokat attı. Mi So onu geri çekerken Kong Joon'dan da bir
yumuruk yemiştim. "Sana hyung demiştim. Ama paçavradan başka birşey
değilmişsin." diye bağırmıştı bana. Ama ne tokat, ne yumruk, ne de bu
sözler Mi So'ya sarılarak ağlayan meleğin gözyaşları kadar yakmamıştı canımı.
Yanımdaki kızın kolunu sıkıca kavrayarak "Anlaşılan burada
istenmiyoruz." dedim ve arabaya sürükledim onu. Yol boyunca konuşmamıştım.
Kız "Oppa niye konuşmuyorsun?" demişti sonunda. Aniden durdum ve kıza
anlaştığımız parayı uzattım.

"Seninle konuşacak birşeyim yok! İn arabadan." Tam birşey
söyleyecektiki, "İn çabuk!" diyerek lafı ağzına tıkadım. O da
sessizce parayı alıp arabadan indi...

*Geriye bakış sonu*



Şimdi ise hergün yaptığım gibi onu izliyordum. Önce elbiseyi almasını
sağlamıştım. Sonra da ramenciye geri dönmesi için para vermiştim ve hala Seo
Rin'i izliyordum. O muhteşem gülüşü solduracak birşey olursa hemen müdehale
etmek için... Artık onu bırakmamı söylüyorlardı. Bir yıldır onu izlememden sıkılmışlardı.
Ama ben kimseyi dinlemiyordum. Çünkü onun tamamen mutlu olduğundan emin olana
kadar onu bırakmayacaktım. Hayatım onun gülümseyişine, parlayan gözlerine
bağlıyken hala nasıl bırakmamı bekliyorlardıki?



Başlarda denemiştim. Nefes almadan yaşayabileceğimi düşünmüştüm. Ama bir
süre sonra ciğerlerim sızlamıştı ve kalbim sıkışmıştı. Sonunda ise kendimi onun
peşinde bulmuştum. Her gülümseyişinde nefes alıyordum. Onu nasıl
bırakabilirdim?....
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Haz. 22, 2011 8:08 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Karakterler: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Kang Mi So, Lee Kong Joon, Park Eun
Mi

Yazar: Neslihan PALA



33.BÖLÜM~ Merak...



~Kim Min Wo~



Sessizliği gerçekten özlemiştim.Aslında kütüphanelere pek alışkın değildim.
Ama Seo Rin, bana burayı da alıştırmıştı. Okumak ve dinlenmek için buraya
geliyordu. Ben de onunla beraber geliyordum tabii. Bir kitabın arkasından onun
yüz ifadelerini okuyordum. Aynı bugün yaptığım gibi. Okuduğu kitap çok ilginç
olmalıydı. Kaşlarını kaldırmış ilgiyle sayfaları tek tek çeviriyordu. Sanırım
çıkmadan önce okuduğu kitabı öğrenmem gerekiyordu. Seo Rin genelde polisiye ya
da fantastik romanları tercih ederdi. Peki bu kitapta ne ilgisini çekmişti?
Merak her yanımı sarmıştı.



Onu uzaktan izlediğim zamanlarda hep böyle oluyordu. Ne okuduğunu,
gülümsediği kişinin kim olduğunu, nereye gittiğini, kaşlarını çattığında ne
düşündüğünü, bugün için ne planladığını, onunla ilgili her şeyi merak
ediyordum. Beni en çok zorlayanda bu duyguydu zaten.



Merak...



Kütüpaneden çıktığımızda montuna iyice sarınıp şemsiyesini açtı. Yağmur
yağıyordu. Seo Rin hızlı adımlarla ilerlerken ben de onu izliyordum. Onun eve
güvenli bir şekilde vardığını görmek istiyordum ve istediğimi görmüştüm. Ama
biraz ıslanmıştım. Belki birazdan da fazla.



Eve döndüğümde kimse bana garip gözle bakmamıştı. çünkü nereden geldiğimi
biliyorlardı. Merdivenlerden çıkarken annemle babamın fısıldamalarını duydum.



"Sence doğru mu yapıyoruz?" demişti annem.

"Evet. En iyisi bu. İleride eminim beni anlayacaktır. Bu onun geleceği
için."

"Ama her gün o kızı izliyor."

"O kız sadece bir takıntı." dedi babam kısa süren bir sessizlikten
sonra.

"Bir yıldır geçmeyen bir takıntı..." diye ekledi annem.

"Bir gün o kızın yerini başkası alacak." dedi babam sabırla. Nasıl
bu kadar emin konuşabiliyordu? Ah, doğru ya. Bir zamanlar babamda benzer şeyler
yaşamıştı. Seo Rin'i izlemeye başladığım zamanlarda odama gelip benimle
konuşmuştu.



Annemle tanışmadan önce kendinden birkaç yaş büyük bir kızdan hoşlanmış.
Onunla ilgili herşey ilgisini çekmiş. Ama sonunda kız başkasıyla evlenmiş.
Babam ise annemle tanıştığında onun bir takıntı olduğunu anlamış.



Benim de böyle hissettiğimi düşünüyordu. Ama atladığı bir yer vardı. O kız hiçbir zaman babamın sevgilisi
olmamıştı. Halbuki ben Seo Rin varken hayatın tadını almıştım bir kere...



Bir hapşuruk eşliğinde
duştan çıktım. Başım çatlıyordu. Hemen kendimi yatağa attım. Ertesi sabah ise
daha şiddetli bir baş ağrısı ile uyandım. Sanki vücudum yanıyordu. Ama bir o
kadar da üşüyordum. Annem odaya girdi birden.



"Ah, uyandın demek.
Nasılsın? Tüm gece ateşler içindeydin." dedi yanıma gelerek. Doğrulmaya
çalıştım, ama beni geri yatırdı ve elini alnıma koydu. "Hala ateşin var.
Dün ıslanınca tabii... Her neyse. Bugün bir yere çıkmak yok."

"Ama..." diyecek
oldum, fakat sesini biraz daha yükseltip "Ama yok bugün evdesin!"
dedi annem. Bu ses tonunu biliyordum. 'Benim dediğim olacak.' diyordu. Yani
bugün Seo Rin'i göremeyecektim. Ama bugün onun yanında olmam gerekiyormuş gibi
hissediyordum. Bu histe neydi? Merak mı?



~Park Seo Rin~

Eve geldiğimde şemsiyeye
rağmen biraz ıslanmıştım. Annem çamurlu ayakkabılarıma yine kızacaktı. Ama ne
olursa olsun sesini duymak beni mutlu ediyordu. Çünkü sonunda yine beraberdik.
Bunu düşünerek gülümsedim ve evin kapısını açtım. İçeri girdiğimde bir
sessizlik deydi kulağıma. Annem her zamanki gibi "Sen misin Seo Rin?"
diye seslenmemişti. Evde yokmuydu?



"Anne, ben geldim."diye seslendim. Ama yine ses yoktu. "Bir
yere gitti sanırım." diye mırıldanp çantamı salondaki koltuğa koydum.
Sonrada su içmek için mutfağa yöneldim. Yürütmek beni susatmıştı. Ama mutfakta
gördüğüm manzara bu isteğimi tamamen unutturmuştu bana. Mutfak lavabosunun
etrafı kanlıydı ve yerde yatan biri vardı. Onunda ağızında kan vardı. Olduğum
yerde donmuştum. Sadece gözlerimdeki yanmayı hissedebiliyordum. Sonra
ayaklarımı zorla, yapıştığı yerden haraket ettirdim. Sanki gülleler bağlanmıştı
ayağıma. En sonunda görünmeyen güllelerden birinin zincirine takılıp dizlerimin
üzerine düştüm, yerde yatan bedenin yanına...



Saçlarını geriye itip fısıldadım. "Anne..." En son hatırladığım
şey ise attığım çığılıktı.



"ANNE UYAN!.."..










Adı: Bir Meleğin Maskesi

Oyuncular: Kim Mim Wo, Park Seo Rin, Park Eun Mi, Lee Kong Joon, Kang Mi So,
Kim Woo Jin (ileride eklenebilir)

Yazar: Neslihan PALA



34.BÖLÜM~ Ziyaret...



~Kim Min Wo~

İki yıl... Bugün onu görmeyeli tam iki yıl olmuştu. Gittiğini öğrendiğimden
beri onu aramıştım. Ama tek başımaydım ve o çok uzaklardaydı. Tek bildiğim
gitmiş olduğuydu. Yine burada onu bekliyordum. Beklerken mezar taşının önüne
koyduğum çiçekleri düzenliyordum. Üç yıl önce hastane odasında annesine çiçek
götürdüğümde yakalanmıştım ona. Yine beni annesini ziyarete geldiğimde
yakalamasını istiyordum. Ama yoktu. Yine de ölümünün ikinci yılında bir meleğin
bu mezara gelmesini bekliyordum. Eun Mi-shi'nin mezarı başında ne kadar
beklediğimi bilmiyordum. Güneş batmak üzereyken kalktım yine. Aynı geçen yıl
olduğu gibi gelmemişti. Belki bana sandığımdan da kızgındı. Ona verdiğim sözü
tutamamıştım. Sadece iki gün ondan ayrı kalmıştım ve onu koruyamamıştım.



*Geriya Dönüş*

Yağmurda Seo Rin'i izlediğim gün hasta olmuştum. Ertesi gün dışarıya
çıkamamıştım. Bana göre yeterince gücüm vardı. Ama izin vermemişlerdi. İki gün
boyunca o yatakta yatmak kabus gibiydi. İçimde bir sıkıntı vardı. Seo Rin'i
görmek istiyordum. Bir an önce onun yanına gidip derin bir nefes almam
gerekiyordu. Sonunda yataktan kurtulup ona gitmiştim.



Evinin önüne geldiğimde perdeler hala kapalıydı. "Sanırım hala
uyanmadı." diyerek kapıdan çıkmasını beklemeye başladım. Ama çıkmıyordu.
Hiç bu kadar beklememiştim. Birşey mi olmuştu? Gidip kapıya vurmalı mıydım?
Eğer kapıyı açarsa ne tepki verirdi? Bu düşüncelerle tam bir adım atmıştımki
omuzumda bir el hissetmiştim.



"Burada ne işin
var?" dedi Kong Joon, ciddi bir şekilde. Onu görünce şaşırmıştım. Ne
diyecektim? Ne yapacaktım?

"Ben..."

"Eğer Seo Rin'i
görmeye geldiysen, o artık burada değil."

"Değil mi?" Ne diyordu bu? Daha iki gün önce o kapıdan çıkmıştı.
İki gün... İki gün de ne gibi bir değişiklik olabilirdiki?

"Evet, değil. Artık babasıyla kalacak."

"Babası mı? Ama Eun Mi-shi..."

"Öldü." dedi sözümü keserek. Gözlerinden bir acı pırıltısı
geçmişti. Ama bana saplanan oklar kadar şiddetli değildi. Nefesim kesilmişti.

"Ne-ne zaman?" dedim kekeleyerek.

"İki gün önce."

Boş boş ona baktım. Dediğini anlamamıştım. Anlamak istemiyordum. Bir süre
konuşamadım. Kafamı iki yana sallıyordum. Bu olamazdı!

"O nerede?" diye bildim zorla. Boğazıma takılan yumru konuşmamı
engelliyordu.

"Çoktan gitti. Dün babasıyla yurt dışına uçtu. Sanırım artık orada
kalacak. Babası onu geçirdiği şoktan kurtarmak için Kore'den uzaklaştırması
gerektiğini söyledi."

"Babası mı?" Daha önce ne zaman babasından konu açsam konuyu
değiştirirdi. Onun hakkında birşey bilmiyordum.



Kahretsin! Neden hasta olmuştumki?

*Geriye Dönüş Son*



Belki hala yurt dışındadır. Ama Eun Mi-shi'yi yalnız bırakmazdı. Burada
olması gerekiyordu. Olduğum yerden mezara baktım ve "Sanırım ikimizde bir
meleği kırdığımız için cezalandırılıyoruz, Eun Mi-shi." diye mırıldandım.



~Park Seo Rin~



En sonunda gidiyordu. Tüm gün, bu ağacın arkasına saklanıp onun gitmesini
bekledim. Neden onu görünce hala canım yanıyordu? Onu en son geçen sene, yine
burada görmüştüm ve yine canım yanmıştı. Araya giren zamanın acımı azaltması
gerekmiyor muydu? Ama azalmamıştı. O gün söylediği sözler kalbimin
derinliklerine işlemişti ve onu her gördüğümde daha şiddetli saplanıyordu
kalbime. Hala onun yalancı olduğuna inanmak istemiyordum. Şaka yaptım derse
affeder miydim? Affetmek istiyordum. Ama o da diğerleri gibiydi. Bana yalan
söylemişti ve kalbimi kırılmış bir oyuncak gibi bir köşeye fırlatmıştı. Bunu
hak etmiyordu.



Tamamen gözden kaybolduğunda saklandığım yerden çıktım. Sonunda annemin
yanındaydım. "Geç kaldığım için özürdilerim." diyerek yere çömeldim
ve getirdiğim çiçekleri annemin mezarına koydum, Min Wo'nun çiçeklerinin
yanına...



~~~



Bölüm sonu. Umarım beğenmişsinizdir. Yorum ve beğenilerinizi bekliyorum. Smile

Adı: Bir Meleğin Maskesi



Oyuncular: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Yi Ji Yeon, Kim Yun Joo Lee Kong Joon,
Kang Mi So, Kim Woo Jin (ileride eklenebilir)



Yazar: Neslihan PALA





35.BÖLÜM~ Karşılaşma... Onun
Burada Ne İşi Var?!





~Park Seo Rin~



Sonunda ders bitmişti. Hızla sınıftan çıkarken Ji Yeon "Acele etme Seo
Rin." diye seslendi arkamdan.



"Demesi kolay. Doğum gününü sen organize etmiyorsun." dedim ve
aceleyle sınıftan çıktım.





Ji Yeon ile üniverstede tanışmıştım ve iyi arkadaş olmuştum. Bugün de Mi So'nun
doğum günü için bana yardım ediyordu. Ji Yeon ile Mi So çok iyi anlaşıyorlardı.
O yüzden mekanı bulmamda ve Mi So'yu ayarlamamda bana yardım etmişti. Hızla
akşam için hazırlattığım küçük tekneye gittim. Mi So, denizi çok sevdiği için
denizde bir doğum gününün harika olacağını düşünmüştüm. Ji Yeon'da babasının
tasarladığı özel yazlık teknelerden birini ayarlamıştı. Ben ise o tekneyi doğum
gününe uygun bir şekilde hazırlatıp davetiyeleri göndermiştim.





Zaman yaklaşıyordu. Yemekleri kontrol ederken Ji Yeon yanıma yaklaştı ve
"Sana bir süprizim var." dedi muzip bir şekilde gülümseyerek.



"Neymiş o?" dedim ben de gülerek.



"Kim Yun Joo'yu doğum gününe gelmesi için ikna ettim."



"Ünlü şarkıcı Kim Yun Joo'yu mu?" dedim şaşkınca bakarak.
Gülümsedi ve evet anlamında başını salladı. Dayanamayıp Ji Yeon'a sarıldım.



"Teşekkür ederim."



"Ne demek benim için bir zevkti." Ji Yeon'dan geri çekilip
"Nasıl ayarladın peki?" diye sordum.



"Yun Joo'nun ailesiyle benim ailem uzun zamandır arkadaşlar. Yani Yun
Joo'yu çocukluğumdan beri tanıyorum. Emin ol televizyondaki gibi kibirli, burnu
havada biri değil. Aksine çok cana yakın ve neşeli. Bir de çapkının önde
gideni. Tanrım! Çağırmasa mıydım? Seni ondan korumam gerekecek." Bir an
durdu ve bana baktı. Sonra ikimiz birden gülmeye başladık. Bazen konuşurken
kendini kaptırıyordu ve bu benim gülmeme neden oluyordu. Aslında Mi So ile
birbirlerine çok benziyorlardı. Belki de o yüzden böyle iyi anlaşıyorlardı.





Sonunda misafirler gelmeye başlamıştı. Ben de Ji Yeon ile beraber gelenleri
karşılıyordum. Eski sınıf arkadaşlarımız, yeni arkadaşları, çocukluk
arkadaşları, ablası ve Kong Joon... Bir kaç eksik dışında sanırım herkes
tamamdı. Zaman gelmişti. Karşılama işini Ji Yeon ve Kong Joon'a bıraktım ve Mi
So'yu almaya gittim.





Mi So tam da düşündüğüm gibi sabırsız bir şekilde elinde telefon evde
döneliyordu. Anlaşılan kimsenin aramamasından rahatsız olmuştu. Kapıyı
açtığında telefon hala elindeydi. Beni görünce birden gözleri parladı.



"Hoşgeldin Seo Rin. Bir şey mi oldu?" dedi heycanla.



"Evet. Ablanın doğum sancısı tutmuş." dedim aceleyle. Beklediği
cevap bu değildi ama şaşkınlıktan gözleri kocaman açılmıştı. Ablasını da bu
oyuna katmıştık ve bu işi daha da eğlenceli hale getirmişti. Mi So'nun eli
ayağına dolanmıştı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Hemen odasına
fırlayıp bir pantolon giyindi. Odasından çıkarken saçlarını toplamaya
çalışıyordu. Garip bir saç modeliyle yanıma geldi ve dışarı çıktı. Ev
terlikleriyle olduğunu anlayınca geri döndü. Tam ayağa kalktı. "Ah! Annemi
aramam lazım." diyerek iç çekti.



"Annenin haberi var oraya gidiyorlar. Ben de seni almaya geldim."
dedim birden. Süprizin bozulmasını istemezdim. Kapının önünde hala beklemekte
olan taksiye bindik. Taksi şoförü gideceği yeri biliyordu. O yüzden birşey
söylememe gerek yoktu. O an sadece Mi So'ya bakarken gülmemeye çalışıyordum.





Yüz mimikleri her zaman ki gibi komikti. Ablası gerçekten doğum yapsaydı
eminim benim de ondan pek bir farkım olmazdı. Ama bunu dışardan izlemek daha
zevkliydi. Özür dilerim Mi So.





Taksi deniz kenarında durdu. Parayı şoföre uzattım ve Mi So'yu çekiştirerek
arabadan indirdim.



"Neden buraya geldik? Hastaneye gitmemiz gerekmiyor mu?" dedi
kolumu çekiştirerek.



"Soru sorma. Çabuk ol." dedim kıvırmaya çalışarak. Onu zorla
tekneye çıkardım. Tam "Neden buradayız?" demiştiki ışıklar yandı ve
doğum günü şarkısı söylenmeye başlamıştı.





Mi So olduğu yerde donup kalmıştı. Doğum günü şarkısı bitene kadar bir tepki
vermemişti. Sadece kocaman açılmış gözleriyle karşısında toplanmış insanlara
bakıyordu. En sonunda gözleri doldu ve hıçkırmamak için ağzını kapattı.





"İyiki doğdun Mi So." diyerek sarıldım ona.



"Pis! Bana bunu nasıl yaparsın? Şu halime bak. En çirkin doğum günü
kızıyım ben." diye söylenerek sarıldı bana. O sırada motorlar çalışmaya
başladı. Mi So bir an ne olduğunu anlamadı. Elinden tuttum ve "Hadi üstünü
değiştirip seni en güzel doğum günü kızı yapalım. Hem bu deniz gezisinin baş
konuğunun böyle bir halde olması yakışık almaz. Gül biraz Mi So." dedim.



"De-deniz gezisi mi?" diye kekeledi ve dışarı baktı. Haraket
ediyorduk. Giderek kıyıdan uzaklaşıyorduk.



"Seo Rin, sen harikasın!" diyerek boynuma atladı.



"Sadece bana değil, Ji Yeon'a da teşekkür et. Bana çok yardım etti ve
bu tekneyi o ayarladı."



"Tekne mi? Siz buna tekne mi diyorsunuz. Bu yüzen bir saray
yavrusu." dedi benden uzaklaşarak. Bu sefer Ji Yeon'a sarılmıştı.



"Çok teşekkür ederim." diye tekrar tekrar mırıldanıyordu.



"Seo Rin, şu kızı al. Bir an önce üstünü değiştirsin. Yoksa ağlayacağım
birazdan."



"Tamam tamam. Mi So, hadi gel. Ji Yeon'u ağlatmayalım."



"Ama... Ama... Ben..."



"Hadi gel." diyerek kolundan tutum ve onu sürüklemeye başladım. O
sırada Ji Yeon birileriyle konuşmaya başlamıştı bile. Tam salondan çıkıyorduk
ki Ji Yeon arkamızdan seslendi.



"Seo Rin, Mi So... Bakın kim geldi."



İkimizde aynı anda arkamızı döndük ve olduğumuz yerde donduk. Benden önce Mi
So kekelemeye başlamıştı.



"Ki-Kim Yu-Yu-Yun Joo?!"



"Evet. Bildin. Yun Joo bu da doğum günü çocuğu."



"Sen kime çocuk diyosun? Yirmi yaşıma girdim ben."



Hepimiz gülmeye başladık. En sonunda Yun Joo, Mi So'nun elini tutup "Bu
gece ki tüm şarkılarım sizin için güzel bayan." dedi ve nazikçe Mi So'nun
elini öptü. O sırada Kong Joon yanımızda dikildi ve Mi So'yu geriye çekip Yun
Joo'nun elini sıktı. "Merhaba, ben de Kong Joon. Mi So'nun
sevgilisi." dedi Yun Joo'ya dik dik bakarak. Kendimi gülmemek için zor
tutuyordum.



"Yah, Kong Joon..." diye mırıldandı Mi So.



"Efendim sevgilim." dedi Kong Joon inatla. Araya girmem
gerektiğini düşünerek yeniden Mi So'nun kolundan tuttum. Ama Mi So hayalet gibi
ileriye bakıyordu. Onun baktığı tarafa döndüm. Biri daha gelmişti yanımıza.
"Ben de seni arıyordum." diyerek elini Yun Joo'nun omuzuna koydu.
Sonra da bize döndü ve bakışlarımız buluştu...





İçimi yine o acı kaplamıştı! Onun burada ne işi vardı?!





~Kim Min Wo~



Yun Joo! Bir de abi olacak tam bir baş belası. Neden evimde kalmasına izin vermiştim
ki? Madem oteli beğenmemiş ne diye konsere gelmişti buraya? Geri dönüp beni
uğraştırmasaydı daha da sevinirdim. Zaten onun yüzünden bu haldeydim. Tanrım!
Tüm gece uyuyamamıştım!





"Lütfen. Bir kere konuşmama izin verin. Bu paketi kendi ellerimle
vermek istiyorum, Yun Joo oppaya." dedi yeniden kız. Sabahtan beri gelen
otuz ikinci hayrandı. Sözde bugün tatil günümdü ama sevgili abiciğimin (!)
hayranlarıyla uğraşmaktan dinlenememiştim.





"Anlatamıyorum galiba. Yun Joo burada değil. Ya paketi bana ver ya da
oppanı beklemeye devam et."



"Ama..."



"Yeter! Sabahtan beri senin gibi kaç kızla uğraştım biliyor musun?
Hepinize laf anlatmaktan başım şişti. Ben Yun Joo'nun özel sekreteri, menejeri
ya da bebek bakıcısı değilim. Sizinle uğraşmak zorunda değilim. Burası benim
evim ve Yun Joo yok diyorsam yoktur. O kadar!" diye bağırdım. Tam kapıyı
kapatacaktımki kız "Kaba herif!" diyerek tokat attı ve gitti.



"Tanrım! Bir daha biri gelirse beni çağırmayın. Kapıdan yollayın.
Yetti! Abim gelirse de içeri almayın. Onunla uğraşamam daha." diye
bağırdım, arkamda dizilmiş hizmetçilere. Ama boşuna konuşmuştum. Merdivenlerden
bir basamak çıktım ve kapı çaldı. Kapıyı açtılar ve abim kimseyi dinlemeden
içeri daldı.





"Kardeşim ben de seni arıyordum."



"Beni arama. Hatta
buradan biran önce git. Rahat bırak beni."



"Abiyle böyle konuşulur mu? Çok ayıp."



"Beş gündür sabahtan akşama kadar senin hayranlarınla uğraşıyorum.
Bıktım artık. Bugün de otuz iki kişi geldi. Hatta üç tane daha tokat yedim.
Senin bakıcılığını yapmak zorunda değilim. Git otelinde kal."



"Yüzündeki kızarıklığın nedeni buymuş demek. Kıyamam ben kardeşime.
Üzülme abin onlarla her gün uğraşıyor." Yanıma geldi ve kolunu omuzuma
attı. "Şimdi bunları bırakta sana bir süprizim var."



"Ne süprizi? Yoksa gidiyor
musun?"



"Hayır. Bu akşam seni
bir partiye götüreceğim."



"Partiye filan gitmek
istemiyorum. Sadece evde kalıp başımı dinlemek istyorum."



"Hadi ama. Kırma
abini."



"Zaten kırmadığım için
bu haldeyim."



"Ne varmış
halinde?"



"Bırak beni. Uyumak
istiyorum."



"Bir gece daha dayan.
Abini yalnız mı bırakacaksın?"



"Evet."



"Ama Ji Yeon davet
etti."



"Ama beni
etmedi."



"Ama..."



"Ama ama ama... Ama
ne? Uyumama izin vermeyeceksin değil mi?"



"Evet."



"Gelirsem beni rahat bırakacak mısın?"



"Ona söz veremem. Küçük kardeşimle uğraşmak zevkli oluyor."



"Gelmiyorum."



"Tamam, tamam. Rahat bırakacağım seni."



"O zaman bekle hazırlanıp geliyorum."





Hazırlanıp dışarı çıktığımızda abim geç kaldık diye söylenip duruyordu. Ama
ben alamadığım uykumun özlemiyle susuyordum. Bunun biran önce bitmesini
istiyordum. Sessiz süren yolculuğumuzun ardından abim arabayı limana park etti.
Etrafa baktığımda Ji Yeon'a ait tekneyi gördüm. Parti denizdeydi demek. O zaman
bu parti Ji Yeon'un çok sevdiği bir arkadaşına aitti. Yoksa bu kadar özen
vermezdi. Onu çocukluğumuzdan beri tanırdım. Sevdiği insanlar için herşeyi
yapardı.





Tekneye çıktığımızda motorlar çalışmaya başlamıştı. Tam zamanında gelmiştik.
Abim önden girdi içeriye ve anında etrafı insanlarla doldu. Bir an onu
kaybettim. Etrafıma baktım. Onu ararken bir kaç kişi tanıdık gelmişti. Nerden
hatırlıyordum onları? Ne önemi var? Sonunda abimi bulmuştum. Ji Yeon'da
yanındaydı. Yanlarına gittim ve elimi abimin omuzuna koyup "Ben de seni
arıyordum." dedim. Sonra yanındaki kişilere döndüm ve onunla gözlerimiz
buluştu...





O buradaydı ve her zamankinden daha güzeldi! Kalbimin yeniden attığını
hissedebiliyordum. Tanrım! Yardım et...





~~~





Bölüm sonu. Evet! Sonunda yeniden karşılaştılar. Yep! >.< Peki şimdi
ne olacak? o.o



Umarım beğenmişsinizdir. Yorum ve beğenilerinizi bekliyorum. Smile

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Oyuncular: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Yi Ji Yeon, Kim Yun Joo Lee Kong Joon,
Kang Mi So, Kim Woo Jin (ileride eklenebilir)

Yazar: Neslihan PALA



36.BÖLÜM~



~Kim Min Wo~



Sonunda abimi bulmuştum. Ji Yeon'da yanındaydı. Yanlarına gittim ve elimi
abimin omuzuna koyup "Ben de seni arıyordum." dedim. Sonra yanındaki kişilere
döndüm ve onunla gözlerimiz buluştu...



O buradaydı ve her zamankinden daha güzeldi! Kalbimin yeniden attığını
hissedebiliyordum. Tanrım! Yardım et... O bakışlara dayanmak zor oluyordu. Önce
şaşkınlıkla bakan gözlerindeki parıltı sonradan nefrete dönüşmüştü. Herkes
susmuştu. Abim ve Ji Yeon neler olduğunu anlamaya çalışırken, Seo Rin
"İzninizle." diyerek Mi So ile yanımızdan ayrıldı. Salondan çıkana
kadar gözlerimi ondan ayıramamıştım. Kendime geldiğimde gözleri üzerimde
hissediyordum. Kong Joon, bunu hak ettin, der gibi bakıyordu. Ji Yeon ve abim
ise, aynı an da "Neler oluyor? Siz tanışıyor musunuz?" dedi. Ben
cevap vermeden Kong Joon atladı.

"Hayır, tanışmıyoruz."

Haklıydı. Bunu hak etmiştim. Onlardan ayrıldığım gün, onları aşağılamıştım.
Her ne kadar canımı yaksa da buna mecburdum.



"Öyle mi? O zaman tanıştırayım. Bu benim kardeşim Min Wo." dedi
abim. Sonra Kong Joon'u gösterdi "Bu da..."

"Kong Joon..."

Onunla tanıştığım ilk gün gelmişti aklıma. Büyük sınıflardan bir kaç kişi
ona sataşmıştı, ben de yardım etmiştim. O günden sonra bana "Hyung"
demeye başlamıştı. En iyi arkadaşlarımdan biriydi. Ama şimdi bana kızgın gözle
bakıyordu.



Gözlerimi Kong Joon'dan kaçırıp "Memnun oldum." dedim. Hala bana
sinirli görünüyordu. Kendimi tam bir aşağılık gibi hissediyordum. En iyi
dostumu hayal kırıklığına uğratmıştım ve sevdiğim kızı sonsuza kadar
kaybetmiştim.



"Madem herkes tanıştı. Ben biraz hava alayım. Sonra da konserime
başlarım. İyi eğlenceler." diyerek yanımızdan ayrıldı, abim. İnsanlar daha
da eğlenmeye başlamıştı. Seo Rin'de onlardan biriydi. Şimdi karşımdaydı. Ama
bana bir yabancı gibi davranıyordu. Mi So ile içeri girdiğinden beri benim
olduğum tarafa bakmıyordu bile. Resmen bana inat gülümsüyor ve eğleniyordu.
Üzerindeki gece mavisi elbisesi belinden kat kat aşağı iniyordu. Topuz olarak
topladığı saçlarının yarısı omuzlarına dökülüyordu ve gülümsemesi ilk günki
gibi içimi ısıtıyordu. Seo Rin, hala benim meleğimdi ve ben yine uzaktaydım.
Bizim kaderimizde birleşmek yok muydu? Bir meleğe yaklaşamayacak kadar günahkar
mıydım? Oturduğum yerden onu izlerken bunları düşünüyordum. O sırada Ji Yeon
yanıma gelmişti.

"Pek eğlenmiyor gibi gözünküyorsun." dedi bana bir bardak kola
uzatarak.

"Eğleniyorum." dedim ve koladan bir yudum aldım.

"Yalan söyleme. Çocukluğumuzdan beri ne zaman birşeye sıkılsan
herkesten uzak bir yere çekilip düşünürsün. Bu sefer ne düşünüyorsun?"

Bir an durdum. Ona söylemeli miydim? Beni gerçekten iyi tanıyordu. Belki
biraz üstünü kapatabilirdim.

"Şu kız kim?" dedim, Seo Rin'i göstererek.

"Abin ile dans eden kız mı?" diye karşılık verdi Ji Yeon.
Yudumladığım kola boğazımda kaldı. Nefes alabildiğimde "Abimle mi?"
dedim. Abimin şarkı söylemeyi bıraktığını o sırada fark etmiştim. Yeniden Seo
Rin'in olduğu tarafa baktım. Tanrım! Evet, Seo Rin, abimle dans ediyordu. Daha
da kötüsü abime gülümsüyordu! Dünyadaki hayranları yetmiyordu, şimdide
meleklere merak salmıştı anlaşılan! Tam yanlarına gidiyorum ki durdum. Seo Rin,
benim sevgilim değildi. Dahası artık beni tanımıyordu bile. Ama ben onları birbirlernden
ayırmak ve onu yeniden kollarıma alıp dans etmek istyordum. Evet, onunla dans
eden ben olmalıydım.

"Ben gidiyorum." diyerek elimdeki kola bardağını Ji Yeon'ın eline
sıkıştırdım.



Yanlarına gidip abimin omuzuna dokundum. Tam da o sırada, Seo Rin'in
söylemiş olduğu birşeye kah kahalarla gülüyor olması sinirlerimi daha da
bozmuştu. Pis pis sırıtarak bana döndü.



"Birşey mi oldu, Min Wo?"

"Hayır. Sadece izninle bu güzel bayanla biraz da ben dans etmek
istiyorum."



~Kim Yun Joo~

Burada birşeyler dönüyordu. O kızın ve arkadaşlarının kardeşime bakışlarını
hiç sevmemiştim. Neler olduğunu anlamam gerekiyordu. Kong Joon denen çocuk bile
ona düşmanıymış gibi bakıyordu. Halbuki sevgilisine dokunmamıştı bile.
Sorduğumda ise "Tanışmıyoruz." demişti. Kardeşimde ona ayak
uyduruyordu. Kimi kandırıyordu bunlar? Ben on yıllık sanatçıyım. Kaç oyuncu
geçti elimden. Beni mi kandıracaklardı?! Hava alma bahanesi ile yanlarından
ayrıldım ve Mi So ile arkadaşının peşinden gittim. Bulundukları kamaradan sesleri
geliyordu. Belki bunun biraz yardımı olur, diye düşünerek kapıya yaklaştım.



"Onun burada olduğuna inanmıyorum. Tanrım! Hem de benim doğum günümde.
Kim davet etti onu? Nereden çıktı şimdi bu?.." diyerek söyleniyordu Mi So.
Odada başka ses yoktu. Yalnız mıydı? Yanındaki kız neredeydi? Sorularımın
yanıtı hemen gelmişti. Mi So sonunda biriyle konuşmuştu.



"İyi misin, Seo Rin?" dedi sakin bir sesle.

"Evet." dedi yanındaki kız.

"Ama hiç iyi gözükmüyorsun. Gülümse biraz... Bu olmadı... Hayır, bu da
çok yapmacık. Hadi ama... Bugün benim doğum günüm. Asacak mısın suratını böyle?
O züppeye inat gülümsemelisin. Seni terk etmenin cezasını çekmeli. Pislik Min
Wo! Onu kızlar soyunma odasının kapısında gördüğüm ilk gün öldürmeliydim!"



Tanrım! Kardeşimin düşmanları vardı. Hem de kızlar... Ama bana hiç bir
şekilde aşk hayatının olmadığını söylemişti. Pis yalancı. Fakat atladığım bir
nokta vardı. Annem bana, babamın üç yıl önce Min Wo'ya verdiği cezadan ve onun
takıntılı olduğu bir kızdan bahsetmişti. Acaba o kız Seo Rin miydi? Neden
olmasın?



İçeriden gelen kahkaha sesi beni düşüncelerimden ayırdı.

"Çok komiksin Mi So. Seni çok seviyorum."

"Ben de. Ama nefes alamıyorum. Ne oldu birden?"

"Hiç. Sadece sen haklısın. Hazırsan içeride bizi bir doğum günü partisi
bekliyor."

Kapıdan biraz uzaklaştım ve "Sanırım sahneye çıkma zamanı." diye
mırıldanarak geri döndüm.



Evet, sahneye çıkacaktım. Hem de büyük bir sahneye...



~Park Seo Rin~

Kalbim... Hala acıyordu. Üç yıl geçmişti. Neden hala gülüp geçemiyordum? Ama
Mi So haklıydı. Bu, onun doğum günüydü ve bu anı bozan ben olmayacaktım. Sadece
her zaman yaptığım gibi maskemi takıp insanların arasına çıkacaktım.



Mi So ile geri döndüğümüzde gözlerim Min Wo'yu aramıştı. Onu gördüğümde
hemen önüme döndüm. O benim için bir yabancıydı artık. Dikkatimi partiye
yoğunlaştırmaya çalıştım. Yun Joo insanları eğlendirmeye başlamıştı bile. O
gerçekten başarılı bir yıldızdı. Mi So pastasını kesip partiye kaldığı yerden
devam ederken Yun Joo doğum günü şarkısını yeniden söylemişti. Parti ilerledikçe
ben de eğlenmeye başlamıştım. Min Wo yokmuş gibi davranıyordum. Aynı üç yıldır
yaptığım gibi...



Yun Joo yanıma geldiğinde daha da eğlenmeye başladım. Açıkçası bana dans
teklif ettiğinde çok şaşırmıştım. Ama onun gibi yakışıklı bir yıldızı da geri
çeviremezdim.



Bir süre dans ettikten sonra Yun Joo'nun kendi kendine gülümsediğini fark
ettim.

"Birşey mi oldu?" diye sordum dayanamayarak.

"Hayır. Evet. Yani pek önemli birşey değil. Sadece kardeşim bana
yiyecekmiş gibi bakıyor." Onun baktığı tarafa baktım ve Ji Yeon ile Min
Wo'yu gördüm.



Min Wo! O, Yun Joo'nun kardeşimiydi?!



"O senin kardeşin mi?" diye sordum. Şaşkınlığımı gizleyememiştim.

"Evet. Onu tanıyor musun?" diye sordu.

"Hayır. Onu ilk kez gördüm."

"O zaman neden bu kadar şaşırdın?"

Birden dayanamadım ve "Sadece sana hiç benzemiyor. Asık suratlı ve
kendini beğenmiş biri." dedim. Yun Joo birden kah kaha atmaya başladı.
"Tam da onu anlattın." dedi gülmeye devam ederken. O sırada biri Yun
Joo'nun omuzuna dokundu.

"Birşey mi oldu, Min Wo?" diye karşılık verdi Yun Joo. O an da
kalbim yerinden çıkacaktı sanki. Onu görmek için kafamı uzattım biraz. Bana
doğru baktı ve "Hayır. Sadece izninle bu güzel bayanla biraz da ben dans
etmek istiyorum." dedi.



Ne?! Benimle mi? Olmaz!



Ben konuşana kadar Yun Joo cevabını vermişti.

"Hayır."

"Hayır mı? Ama senin doğum günü çocuğuna eşlik etmen gerekmiyor
mu?"

"Gördüğün gibi, doğum günü çocuğunun sevgilisi var ve beni yanına
yaklaştırmıyor. O yüzden ben de Seo Rin ile dans etmek istiyorum." dedi.
Sonra bana dönüp "Tabi sizin için de bir sakıncası yoksa?" diye
ekledi.

"Elbette sakıncası yok. Hatta çok memnun olurum." diye karşılık
verdim gülümseyerek. Rahatlamıştım. Uzun zamandan sonra Min Wo'nun bana
dokunmasını istemiyordum. Çünkü anlaşılan hala onu unutamamıştım. Tam da onu
hayatımdan çıkarmak üzereyken yeniden ondan etkilenmek istemiyordum. Ama
rahatlamam boşunaydı. Min Wo bileğimden tuttu ve beni hızla geriye çekti.

"Üzgünüm abi; ama onunla konuşmalıyım." diyerek beni peşinden
sürüklemeye başladı. Ne yaptığını sanıyordu bu?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Bir Meleğin Maskesi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Meleğin Maskesi   Bir Meleğin Maskesi Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 10:12 pm

Adı: Bir Meleğin Maskesi

Oyuncular: Kim Min Wo, Park Seo Rin, Yi Ji Yeon, Kim Yun Joo Lee Kong Joon,
Kang Mi So, Kim Woo Jin (ileride eklenebilir)

Yazar: Neslihan PALA



37.BÖLÜM



~~Kim Min Wo~



Buna dayanamıyordum. Seo Rin'in beni tanımıyormuş gibi davranmasına
dayanamıyordum. Koltuğuma iyice yayılıp dün gece aramızda geçen konuşmayı
düşündüm.



*Geriye Bakış*



Seo Rin karşımdayken bile bana yabancı gözlerle bakıyordu. Beni bu kadar kolay
mı unutmuştu? En sonunda Seo Rin'nin kolundan çektim ve "Özür dilerim abi;
ama bu güzel bayanla konuşmam gerekiyor." diyerek Seo Rin ile beraber
abimin yanından ayrıldım. Güverteye çıktığımızda Seo Rin'in kolunu bıraktım.
Şimdi ne diyecektim ki? Ne söyleyecektim ona? Neden yapmıştımki bunu? "Ne
yapmaya çalışıyorsun sen?" diye bağırdı birden.



"Ne yapacağım? Seni abimden kurtardım."

"Beni kimseden kurtarmana ihtiyacım yok. Hem bundan sanane?"

"Ne demek bana ne? İçerdeki benim abim. Ayrıca bana bir yabancıymışım
gibi davranma."

"Neden? Seni tanımıyorum. Benim için bir yabancısın."

"Seo Rin..."

"Bu kadarı yeter! Bugün en iyi arkadaşımın doğum günü. O hep
yanımdaydı. O yüzden keyfimi bozmana izin vermeyeceğim. Hayatımdan çıktın
artık. Bir daha bizimle uğraşma. Anlıyorsun değil mi? Uzak dur!"



*Geriye Bakış Son*



Kendimi dinlerken gözlerimi ne kadardır beyaz tavana diktiğimi bilmiyordum.
"O hep yanımdaydı..." demişti. Halbuki benim onun yanında olmayı ne
kadar çok istediğimi bilmiyordu."Min Wo, beni mi düşünüyorsun?" dedi
abim merdivenlerden inerken."Senin burada ne işin var?" dedim yeniden
oturarak.



"Ne demek, ne işim var? Burası kardeşimin evi."

"Ama kardeşin burada kalmanı istemiyor."

"Yapma ama. Hala bana kızgın mısın?" dedi, yanıma oturup.

"Evet. Hala kızgınım."

"Neden? Hayranlarım yüzünden mi, yoksa dün akşam Seo Rin'i senden
çaldım diye mi?"



Konuşamamıştım. Aklıma yine dün akşam gelmişti. Seo Rin yanımdan ayrıldıktan
sonra yine Yun Joo'nun yanına gitmişti ve tüm gece ona eşlik etmişti. Ben ise
sadece oradan kaçmak istemiştim. Ama etrafım sularla kaplıyken o kabusun içinde
sıkışıp kalmıştım.Yun Joo'ya boş boş bakarken elini gözlerimin önünde sallamaya
başladı.



"İyi misin? Yanlış bir şey mi söledim?" dedi.

"Bir daha Seo Rin'e yaklaşma!" dedim sinirle yerimden kalkarak.



~Kim Yun Joo~



Biliyordum. Seo Rin o kızdı ve Min Wo başlarda ne kadar inkar etsede hala
onu seviyordu. Anlaşılan burada biraz daha kalacaktım. Ailemle aram hala bozuk
olsa da küçük kardeşim bana hep yardım etti ve ben gittiğimde bana ait tüm
sorumlulukları ona yüklediler. Sanırım sıra bende. Min Wo ile uğraşmak zevkli
olacak. Bunun için Seo Rin'le biraz daha zaman geçirsem iyi olacak...



~Yi Ji Yeon~



"Acaba konuşsam mı? Ya yanlış anlarsa? Ama öyle bir şey yok. Hayır,
hayır Seo Rin yanlış anlamaz. Ama ya anlarsa."



Düşünceler arasında arabamı Seo Rin'in evine doğru sürüyordum. Dün olanlar
hakkında konuşmam gerekiyordu. Ama yine dünki gibi yok bir şey deyip geçebilirdi.
Belki bu işe burnumu sokmamam gerekiyordu. Bu seferlik uslu durmalımıydım?
Hayır. Bizim Ji Yeon asla çevresindeki olaylara göz yummazdı. Seo Rin benim
arkadaşım, Min Wo ve Yun Joo'yu ise çocukluğumdan beri tanıyordum. O zaman geri
durmam için bir neden yoktu. Ortada bir şeyler olduğu belliydi. Ne yani beni
konu dışı bırakmalarına izin mi verecektim? Ellbette hayır! Düşüncelerimin
içime doldurduğu hisle gaza bastım. Birazdan Seo Rin'in yanında olacaktım.



~Park Seo Rin~



Hızla hazırlanıyordum. Ji Yeon birazdan kapıda olurdu. Bugün okuldan bir
kızla tenis maçı vardı. Ben de destek olmak için onunla beraber gidecektim. Ama
aslında dün geceden beri bunda kararsızdım. Çünkü Min Wo hakkında birşey
sorarsa geçmişi hatırlamaktan korkuyordum. Ama sırf bu yüzden onu yalnız
bırakamazdım. Annem öldüğünden beri bir daha geçmişimden kaçmayacağıma söz
vermiştim. Ama şimdi Min Wo yüzünden yeniden aynı şeyi yapıyordum. Bunu
düşündükçe ondan daha da nefret ediyordum. Onu hiç tanımamayı isterdim. Bunları
kim söylüyordu? Aynadan bana boş gözlerle bakan kız mı? Yoksa bunlar benim
gerçek duygularım mıydı? Bundan bile emin değildim artık.



Dün gece onu gördüğümden beri uzun zamandır beslediğim bu duygular yerini
belirsizliğe bırakmıştı. Neden hayatıma girmesine izin vermiştimki?..Kapının
çalmasıyla kendime gelmiştim. Aynanın karşısından ayrıldım ve odamdan çıktım.
Gelen Ji Yeon'du. Merdivenlerden hızla inerken babam çıktı karşıma.



"Bu ne acele?"

"Ji Yeon'un maçı var."



Babam, büyük salonun sonundaki kapıda bekleyen arkadaşımı gördü
sonunda."Başarılar, Ji Yeon." dedi tebessüm ederek. Merdivenlerden
çıkarken "Teşekkürler Bay Park." diye seslendi arkasından Ji Yeon. Bu
manzarayı görmek beni de gülümsetmişti. Geçmişimi saklamamaya söz vermemin nedenlerinden
biride buydu. Uzun zamandır annemin hastalığının yanında aslında zengin bir iş
adamının kızı olduğumu da saklamıştım arkadaşlarımdan. Çünkü zenginlerden ve
babamdan nefret ediyordum.



Babamın bizi arayıp sormamasına, sürekli işleriyle uğraşmasına ve en
önemlisi annem hastayken onunla ilgilenmemesine sinir oluyordum. Çünkü perdenin
arka tarafını bilmiyordum. Babam ailenin tek oğlu olduğu için şirketin başına o
geçmişti. O yüzden annem sıradan bir hayat teklif ettiğinde bunu kabul
edememişti. Ayrılmışlardı ama yine de babam annemin istediği hayatı yaşaması
için elinden geleni yapmıştı. Bunları anlattığı gün bana "Anneni çok
seviyordum. Hala da seviyorum. Ama o teklifle iki arada kalmıştım. Sonrasında
ise verdiğim yanlış kararın üstünü kapatmak için Eun Mi'nin hayallerini
gerçekleştirmeye çalıştım. Ailemin yanında olmalıydım.



''Özür dilerim." demişti. O gün babamın ilk kez göz yaşlarını silerken
gördüm. Annem hastalandığında niye yanımızda olmadığını sorduğumda ise
"Aslında hep yanınızdaydım." diyerek cevaplamıştı. Her fırsatta
annemin yanına uğramış, onu tedavi ettirebileceğini söylemiş, ama annem kabul
etmemiş. Neden böyle yapmıştıki? İyileşmeyi neden reddetmişti? Babam bunları
annem öldükten iki gün sonra, yurt dışına çıktığımızda anlatmıştı. Artık aramız
iyiydi. Yine de zenginlerin çoğundan hala nefret ediyorum. Çünkü hala
dedikoducular. Ama babamla aramız düzelmişti en azından.



Ji Yeon "Ne düşünüyorsun yine?" diyerek düşüncelerden çekti beni.
"Hiç. Dalmışım öyle." dedim geçiştirmeye çalışarak. "Min Wo'yu
mu düşünüyorsun?" dedi birden. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Bunu
beklemiyordum."Ha-hayır!" diyerek kekeledim. Arabayı durdurdu ve bana
döndü.



"Hala onu tanımıyorum mu diyorsun? Buna inandığımı sanma. Maçtan sonra
görüşeceğiz." deyip arabadan indi. Bir an şaşkın şakın arkasından baktım
ve kendime gelip arabadan indim. Şimdi ona ne diyecektim?



~~~



Merhaba, yine ben. Uzun zamandır yeni bölümü yazamıyordum. Yaz okuluna
kaldığım için okulum hala bitmedi. T_T Sizi çok beklettiğimi biliyorum. Ama
sona yaklaştıkça yavaşlıyorum. Nedense sonları yazmakta zorlanmışımdır hep.
Özür dilemek için elimden geldiği kadar uzun yazdım. Umarım beğenirsiniz.
Tekrardan mianeeee >_
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bir Meleğin Maskesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Dream Stories of Korea :: Devam Eden Hikayeler-
Buraya geçin: