Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 ~ Serseri ~

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

~ Serseri ~ Empty
MesajKonu: ~ Serseri ~   ~ Serseri ~ Icon_minitimeCuma Şub. 04, 2011 12:46 am

SERSERİ





usulca kalktım yerimden... yorgun adımlarla salonu ortalayan masayı geçtikten sonra pencerenin kenarına yanaştım... bir elimi geçen bahar değiştirilen ev boyasının kayganlaştırdığı duvara dayadım. diğer elimi tül perdeye doğru uzattım. yumuşak tül ellerimin arasından kayarken perdeyi usulca araladım... gözlerim puslu pencere camından dışarıya baktı...



***





o kıvırcık bukle bukle saçlarıyla okul yolunu koşarak geçiyordu. bense bu yeni gördüğüm kızın arkadan dalgalanan saçlarına öylece bakıyordum...





bir elimde sigara, kirli sokak duvarına öylece yaslanmış soğukta havaya savurduğum sigara dumanını izliyorum. sigara dumanından halkalar yapmayı yeni öğrenmişim, denemeler yapıyorum. o kıvır kıvır saçları görünce dikkatim dağılıyor ve elimdeki sigarayı bir parmak hamlesiyle yere fırlatıyorum... duvara dayadığım diğer ayağımla üzerine iyice basıp, beyazdan kahverengiye dönen izmaritin dibinde kalan son tütün kırıntılarının etrafa dağılışını izliyorum... ciğerlerimde kalan son dumanı da boşaltıp, soğuk havayı içime çekiyorum... gözlerim köşe başından kaybolan kıvırcık bukleli kızda öylece kalıyor...



***





güneş ufuktan kaybolalı çok olmuş... daha bir kaç saat öncesinde havayı kaplayan beyaz, grimsi bulutlardan eser yok, yerine gökyüzünü alabildiğince kaplayan derin karanlık... çiseleyen yağmur altında elimde sigaram usul usul sırılsıklam olmuş kaldırımlarda ilerliyorum... bazı taşlar eksik... yerlerinde içi su dolu oyuklar var... üzerine basmamak için üzerinden atlıyorum... yanlarından geçerken çiseleyen yağmur damlalarının üzerinde oluşturduğu dalgalara gözlerim takılıp kalıyor... karşı kaldırımda bir kedi çöp bidonun kenarına tutunmuş, çöp karıştırıyor. sigaramdan son bir nefes çekip, izmariti olabildiğince uzağa fırlatıyorum... uzaktan kızıla çalan rengi yavaş yavaş soğuyor. o da geceye ayak uydurup, kararıyor, yok oluyor...



otobüs durağına doğru yaklaşıyorum... uzaktan tek tük kişileri anca seçebiliyorum... soğuk havayı ciğerlerime doldurup, adımlarımı sıklaştırıyorum... ne kadar eve gitmek istemesem de beni eve götürecek durağa doğru yol alıyorum...



durağın içine şöyle bir bakınıyorum... orta yaşı geçkin biri, genç bir delikanlı ve o... o gün köşe başından kıvır kıvır yanan saçlarıyla kaybolan kız... öylece ayakta duruyorlar. oturaklara baktığımda yağmurdan ıslanan yüzlerini görüyorum... çiseleyen yağmura aldırmadan omzumu durağın kalın demirine yaslayıp durağın dışında bekliyorum... tekrar soğuk havayı ciğerlerime çekiyorum... gözlerim kıvır kıvır saçlı kıza takılıyor... kahve köpüğü renginde kabanının üzerine dağılmış ve şapkayla saklamaya çalıştığı kıvır kıvır saçları... alnına dökülen tel tel buklelerin takılıp kaldığı uzun kirpikler ve irice güzel gözler... içimi derin bir ağırlık kaplıyor... ceketimin cebinden sigara almak için davranıyorum ama geceyi parlak farlarıyla delip geçen otobüsü görünce vazgeçiyorum...



otobüs büyük bir gürültüyle durağın önünde duruyor... çalışan motorun egzozundan çıkan koyu renkli duman usulca havaya karışıyor ve burnuma keskin kokusunu bırakıyor... buğulanan camların ardından bir kaç yolcu otobüse binmeye çalışanları izliyor... bir çocuk, buğulanan cama minik parmaklarıyla bir şeyler karalıyor...



orta yaşını geçkin adam, genç delikanlı ve o... onlar bindikten sonra soğuk otobüs parmaklıkların tutunup içine giriyorum... koyu renk kabanların, şapkaların ardına gizlenmiş bedenler buldukları boş koltuklarda sessizce oturuyorlar... kıvır kıvır bukleleri olan kızda bu kalabalığın içine karışıp cam kenarında olan boş koltuklardan birine oturuyor... bense bir kaç koltuk arkasında başım cama dayalı, zar zor seçebildiğim cama vurmuş yansımasından sessizce, uzaktan uzağa onu izliyorum...





***



hava soğuk... sabah parlayan güneş, ayazı da beraberinde getirmiş kıyıda köşede kalmış cılız otlar, araba camları ve yerdeki ufak su birikintileri buz tutmuş... üzerimde kalın kabanım, ayaklarımda bağcıkları yere sürünen botlarımla ilerliyorum... kulaklarımı kabanımın havaya kalkan yakasıyla soğuya karşı korumaya çalışırken ellerim cebimde, yolda karşıma çıkan buz tutmuş çukurlara bakıyorum... ağzımdan çıkan sıcak buhar yüzümü ısıtıp hızlıca kaybolurken, kulaklarımda kırılan buzun sesi yankılanıyor...



köşeyi dönünce karşı kaldırımda ilerleyen O'nu görüyorum... kahve köpüğü rengi kabanı, sarı buklelerini örten buz mavisi şapkası ve kaşkolu, kabanının cebinden dışarı taşmış yine buz mavisi eldivenleri... yanından geçen arabanın rüzgarıyla havalanan ama kabanının örttüğü kareli, kısa okul eteği ve üzerinde benek benek çamur lekesi olan beyaz çorabıyla hızlıca ilerliyor... kalabalıkları yararken, omuzundan attığı siyah çantası sağa doğru savruluyor...



ellerimi cebime daha bir sıkı sokuyorum, başımı kabanıma iyice gömüp, hızlı adımlarla bakkala doğru ilerliyorum... canım sıkılıyor, kabanın üst gözünde sigaramı arıyorum, bulamıyorum... daha da canım sıkılıyor, hızlı hızlı ilerliyorum...



***



kirli duvara sırtımı yaslamış, okuldan çıkanları uzaktan uzağa izliyorum... okulun büyük kapısından oluk oluk öğrenci akıyor... kimi şakalaşarak çıkıyor kapıdan, kimi yavaş adımlarla, kimi koşarak... bu kadar insanın içinden buz mavisi şapkasıyla onu görüyorum... yanındaki iki kızla yüksek sesle gülerek kalabalığın içinde ilerliyor... bir ara gözüne gözlüklü bir çocuk takılıyor... sesini duyurmak için yüksek sesle gülüp, yanan bukle bukle saçlarıyla yanından geçiyor... canım sıkılıyor, cebimden bir sigara çıkarıp yakıyorum...



ilk nefesi çektikten sonra ağzımdan çıkan duman soğuk havada dalga dalga yayılıp kayboluyor... gözlerim hala üzerinde, uzaktan uzağa onu izliyorum... iki kızın da koluna girip, benim olduğum caddeye geçmeye çalışıyorlar... karşıdan hızla bir araba geçiyor, üçü koşarak benim olduğum caddeye koşuyor... bir nefes çektiğim dumanı havaya savurup, usulca izliyorum onu... bukle bukle saçlarını buz mavisi şapkanın altından savurarak bana doğru ilerliyor... gözlerim gözlerini yakalıyor, bırakmıyor... iri gözleri beni tepeden tırnağa süzdükten sonra, kibirli bir gülüşle yanındaki kızlara bir şeyler söylüyor... bense biten sigaramdan son bir nefes çekip, trafiğin aktığı caddeye fırlatıyorum; gözlerim hala onda...



yanımdan yanan saçlarını savura savura geçiyor... diğer iki kıza bir şeyler söyleyip yeniden gülüyor... canım sıkılıyor, bir sigara daha yakıyorum...



***



ertesi gün yine aynı yerdeyim... gözlerim kalabalığın arasından buz mavisi şapkasıyla onu yeniden seçti... bu sefer gözlerim bakmadı gözlerine... uzaklara, çok uzaklara daldım gittim...



yanımdan usulca geçti, bu sefer diğer iki salak kız yoktu yanında... bir kaç metre ilerledikten sonra, sarı bukle saçlarını savura savura geri döndü... bence gözlerimi uzaklara diktim, öylece akan trafiğe bakıyorum... kibirli gözlerini gözlerime dikti, cılız sesiyle gözlerim gözlerinde kilitlendi...



"sen beni mi takip ediyorsun...?!"



"hayır..."



"neden sürekli karşıma çıkıyorsun peki...?!"



"sen benim karşıma çıkıyorsun..."



bir an afalladı... kibirli gözlerin yerini şaşkınlık aldı... yüzümde yalanın çizgilerini aradı... bense cebimden çıkardığım sigaramı usulca yaktım... bir nefes çekip, havaya savurdum... göz ucuyla yüzüne baktığımda, utanç ve sinirin kol gezdiği yüzünü gördüm... derin bir nefes aldı, gözleri sağa sola baktı. sıcak nefesi havada dalgalar çizerken, hışımla döndü; sarı buklelerini savurarak yanımdan ayrıldı... canım sıkıldı, elimdeki sigarayı bitirmeden, yere fırlattım...



***



iki gün evden çıkamadım... dört duvarın arasında öylece duvardaki saatin tik taklarını saydım... canım sıkıldı, yine bir sigara yaktım... içeriden annemin ağlamaklı sesini duyuyorum, canım sıkılıyor, yine bir sigara yakıyorum, gözlerim camda, dumanı öylece bırakıyorum...



***



iki günün sonunda yine dışarıda, yine okul çıkışını uzaktan izliyorum... kalabalığın arasında buz mavisi şapkasından seçiyorum onu... saçlarını savura savura etrafına bakıyor, gözleri gözlerime değiyor, başımı öne eğiyorum...



caddeden hızla bir araba geçiyor... bir kuş cılız daldan ötekine konarken, uzaktan yaşlı bir adamın öksürmesini duyuyor kulaklarım... o sarı buklelerini savura savura, başı önünde hızla geçiyor yanımdan... canım sıkılıyor, elimi cebime atıyorum, sigara bulamıyorum... soğuk havayı ciğerlerime çekip, bakkala doğru yürüyorum...



***



"neredeyse her gün burdasın... neden...?"



boş boş, yüzüne bakıyorum... gözlerinde merak ve tedirginliği görüyorum... gözlerim uzaklara bakıyor, devam ediyorum...





"öylesine..."



"bir nedeni olmalı..."



diyor, merakın ve hüzün kol gezdiği gözleriyle... ağzımın kenarıyla gülümsüyorum. yere attığım izmaritin üzerine bir kez daha basıp, devam ediyorum,



"öylesine..."



ellerimi paltomun cebine sokup, çiseleyen yağmur altında öylece ilerliyorum, arkamda sarı bukleli kızı bırakarak...



arkamdan koşan ayak seslerini duyuyorum, ama ilerliyorum... birden önüme geçiyor, nefes nefese kalmış bedeniyle tam önümde dikiliyor... ayaklarım yürümeyi bırakıyor, gözlerim gözlerine kayıyor... nefesini toparlayıp devam ediyor...



"söyle...!"



boş boş bakıyorum gözlerine, içimdeki acıyı saklarcasına...



"söyle, kim...?!"



diyor, soğuktan çatlayan sesiyle... gözlerimi gözlerinden usulca çekiyorum. yere çakılan ayaklarım hareket etmeye başlıyor, yanından sıyrılıp geçiyorum... buz mavisi eldivenin kapladığı eliyle koluma yapışıyor... parmaklarını kolumda hissediyorum, kalbime ağırlık doluyor... ayakları yeniden yere çakılıyor, duruyorum... bir kaç adımda karşıma geçiyor, güzel iri gözleri gözlerime kitleniyor... cılız sesiyle yeniden soruyor...



"kim...? ben değilsem kim...?!"



gözlerinde kederi görüyorum, kalbim parça parça oluyor... yüreğimdeki ateşi söndürürcesine derin bir nefes alıyorum. umursamaz gözlerle yüzüne bakıyorum...



"hiç"kimse..."



kolumu tutan eli yavaşça düşüyor, yaptığından utanırcasına... sarı bukleleri gözlerinin üzerine düşerken cılız sesinden düşen şu sözler kulaklarımda yankılanıyor...



"seni seviyorum..."



kalbim bir taşın altında eziliyor, aldığım soluk ciğerlerimde kaynıyor, nefesim kesiliyor... bir kaç saniye duruyorum. başımı kaldırıp ağır adımlarla yürümeye devam ediyorum. ellerim cebimdeki sigara paketini arıyor. kalbim acıyor bir sigara daha yakıyorum...



***



iki hafta evden dışarı çıkamıyorum... katil dakikalar benden zamanı çalarak gidiyor. içeriden annemin izlediği saçma kadın programının sesini duyuyorum... yüzümü pencereye çeviriyorum, karşı pencerenin balkonundan sarkan buz mavisi çarşaf, kalbimdeki yarayı sızlatıyor... kalbim acıyor, bir sigara daha yakıyorum...



***



yine sokaktayım... hasta olmayı umursamadan çiseleyen yağmur altında,bu sefer su birikintilerine basarak yürüyorum... yerde sürünen botumun bağcıkları ve pantolonumun paçaları ıslanıyor, aldırmıyorum... amaçsızca dolaşıyorum, çocukluğumun geçtiği bu kirli sokaklarda...



ellerim cebimde, küçükken saklambaç oynarken saklandığım köşeden dönüyorum... gözlerim şaşırıyor, ve gördüğü şey kalbimi acıtıyor... buz mavisi şapkası, kaşkolu ve sarı bukleli saçlarıyla duvar köşesinde öylece duran cisim, canımı yakıyor... gözleri yavaşça gözlerime değiyor... hüzün kırıntıları mavi gözlerde dalgalanıp duruyor... utangaç bakışlarla etrafı süzdükten sonra başını kaldırıp bana bakıyor...



"seninle konuşmak istedim..."



susuyorum, sarı kaküllerin altında kederle bakan mavi gözlere bakıyorum...



"ben... beni..."



derin bir nefes alıp devam ediyor... bense kalbim ağzımda onu dinliyorum...



"ben nişanlanacağım..."



bu söz kalbimde koca bir delik açtı... sustum, tek kelime etmedim... yaralı kalbimi saklarcasına gözlerimi mavi gözlerinden kaçırdım, uzaklara baktım...



"eğer... eğer yapma dersen yapmam..."



sessizce gözlerine baktım... tek kelime etmedim... elimi cebime soktum bir sigara çıkardım... çakmağımla yaktığım sigaramı dudaklarıma götürdüm, bir nefes çektim... o ise bana meraklı ve kederli gözlerle bakmaya devam ediyordu... dumanı havaya savurdum, kaybolmasına, havaya karışmasına baktım... umursamaz gözlerle gözlerine baktım, ve devam ettim...



"ben bir serseriyim... sevilmeye değmeyen bir serseri..."



gözleri dolu dolu oldu, canım yandı... sigaramdan yeni bir nefes çektim ve gözlerimi gözlerinden kaçırıp, usulca yoluma devam ettim... acıyan ağrıyan kalbimle, sarı bukleli kızın duymadı şu sözler ağzımdan döküldü...



"ama serseriler de sever..."



canım sıkıldı, bitmemiş sigaramı sokağın ortasına fırlattım, çiseleyen yağmurda yoluma devam ettim...



***



evdeyim,



usulca kalktım yerimden... yorgun adımlarla salonu ortalayan masayı geçtikten sonra pencerenin kenarına yanaştım... bir elimi geçen bahar değiştirilen ev boyasının kayganlaştırdığı duvara dayadım. diğer elimi tül perdeye doğru uzattım. yumuşak tül ellerimin arasından kayarken perdeyi usulca araladım... gözlerim pencere camından dışarıya baktı...



karşı apartmanın önünde koyu bir kalabalık ve arasında beyaz tüllerle süslenmiş buz mavisi bir gelin arabası... el çırpmalar ve tezahüratlar içinde kalabalığı yaran iki kişi... herkesin yüzü gülüyor, ama bir köşede usulca gözünden yaş akıtan kadın beyaz gelinlik içindeki sarı bukleleri topuzun içinde kaybolmuş kıza bakıyor...



arada dolaşan beyazlı pembeli küçük gelinlik giymiş ufak çocuklar ellerinde halay mendilleri, koşturuyorlar... bir köşede birbirini kesen gençler...



gelin ve damat arabaya doğru yaklaşıyorlar... kızın yüzündeki mutluluğu izliyorum araladığım tülün ardından... arabanın kapısı açılıyor. öne damat biniyor... arka kapıyı biri açıyor ve arkasındaki diğer kişi gelinliğin yere sürünen beyaz eteklerinden tutuyor... gelin bir ayağını arabadan içeri atacakken duruyor, başını kaldırıp bana doğru bakıyor... duvarın kenarına pusuyorum, ellerim hala kaygan perde tülünde, bir müddet bekliyorum...



artan çığlıklar ve araba sesiyle yeniden yerimden çıkıp, araladığım tülün ardından dışarı bakıyorum... kalabalıkların içinde kaybolan buz mavisi arabaya bakıyorum, köşe başından kaybolana kadar...



elim perdeden usulca sıyrılıyor... geriye dönüp, odama doğru ilerliyorum... duvarda gördüğüm takvimle kulaklarımda doktorun sesi çınlıyor...



"bir kaç ay... ama süreyi uzatabiliriz..."



"ne kadar...?"



"bir kaç ay daha... ama sigarayı bırakmak zorundasınız. aksi halde süreç daha hızlı işleyecek..."



gözlerimi takvimden usulca indiriyorum, ciğerlerimi işgal eden kanser hücrelerine kızıyorum sessizce... ama en çok da kendime...



odama ilerliyorum, aklımda buz mavisi şapka altında salınan sarı bukleler geliyor... kalbim acıyor, ağlıyorum...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
~ Serseri ~
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: