Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Tatlı Cadı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:40 pm

Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-su bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi





Tanıtım



Lee da hae yaramaz,tembel kısacası ailesinin yüzkarasıdır.Serviste ilk gördüğü
yakışıklı birine aşık olur.Bu kişi da hae ile aynı okulda ve hatta aynı yerde
oturmaktadırlar.

Jeong ıl woo annesinin ölümünden sonra babasıyla newyorktan memleketleri
koreye geri dönerler.Jeong ıl woo hye jinin okuluna kayıt olur. Da hae ve ıl
woo kötü bir tesadüf tanışırlar ve aralarında büyük bir kavga başlar.Acaba da
hae ilk aşkını mı seçecek yoksa hayat ona daha başka sürprizlerle mi çıkıcak?
Görelim bakalım.







Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-su bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



1.bölüm



Bugün harika bir gün olmasını istiyorum.Hava yağmurlu,okul var ama hiç biri
umurumda değil.

Yatağımdan doğruldum, hava hala karanlıktı.Daha vakit vardır diye biraz daha
uyudum.



DIRRRRRRRRRRRR….DIRRRRRRRRRRR



Omo buda neyin nesi.Ahh çalar saatli horozum.Horozun kafasına bir tane
geçirdim ve yatağımın ucunda duran terliğimi giydim.Saat daha 6ydı.Servisimin
kalkmasına bir buçuk saat vardı.Kahvaltımı hazırladım,sütümü içtim.Sütten
nefret ediyorum ama napalım annemin zoruyla içmek zorunda kalıyordum.



Servisin beklediği yere gittim. Ama orada ne bekleyen vardı nede giden .Bu
çok garibime gitti.Servise hep en geç gelen ben olurdum.Doğrusu onu hep giderken
yakalardım.5-10-15 dakikalar geçti.Ne gelen vardı nede giden.Ordan geçmekte
olan birine saati sordum.Nee? saat 8 mi? Olamaz, dün saatimi bir saat ileriye
almayı unutmuşum. Lee da hae gene yaptın yapacağını dedim.Neyse ki bizim buraya
sık sık servis gider gelir.8 servisine bindim.

İlk dersi kaçırmıştım.Müdür Handan izin kağıdı aldım ve sınıfa girdim.

-Lee da hae nerde kaldın? Bu konuşan benim en iyi arkadaşlarımdan Ji
eundu.Hyu seon diğer iyi ardaşım öğrenmenin masasından inip yanıma
geldiler.Onlara hafif tebessüm edip yaptığım aptallığı anlattım.Hyu seon hiç
şaşırmamıştı. Bana dönerek “senden başka ne beklenirdi ki” dedi.Bende onun
koluna dirseğimle vurdum.”yaa Da hae ölmek mi istiyorsun?”

Arkadaşlarıma dalaşmayı gerçekten çok seviyorum.Ben onlar için her zaman en
büyük baş belasıyım.

Biz kızlarla sınıfta koşarken öğretmen derse girdi. Bayan seul gözlüğünün
üstünden beni işaret edip yanına çağırdı.



“ Lee… da… hae.” Bayan seul’un yanına yavaş yavaş,arkama baka baka gittim.

“Buyurun bayan seul” ne kadarda naziğim değil mi? Arkadaşlarım arkamdan
kıkırdıyor,bayan seul’ul bugün bana hangi cezayı vereceği hakkında iddaaya
giriyorlardı.Onlara yine bir eğlence çıkarmıştım.Bayan seul ona iyice yaklaşmam
için baş parmağıyla beni kendine çekti.Ahh acıttın bunak cadı dedim ama tabii
içimden.

“Bugün nasıl bir ceza istersin da hae?” Bu kadın bir gün elimde kalacak ama
.Bana ceza vermeyi resmen gelenek haline getirdi.Her gün her gün bu ne
yaa.Dalga geçercesine bayan seul’a dönüp

“Dün dışarıdaki çöpleri toplamamı,ertesi gün okulun duvarlarını silmemi,öbür
gün ise lavaboları temizlememi . Bayan seul şunu söylemeliyim ki bu okul hiç bu
kadar temiz olmamıştır.Hizmetlilere vereceğiniz parayı bana versenize” Sanırım
sesim fazla yüksek çıkmıştı ki sınıfın hepsi bana döndü.Bayan seulunda gözleri
eşek gözü kadar açıldı.Gülmemek için kendimi zor tuttum.

“yaa demek öyle. “ Öyle tabii dedim ama yine içimden.Konuşmasına devam etti.

“bu okula bir yararın olduğu söylenemez, derslerin dibi boyladı,yaramazlık
desen okulun erkeklerinin geçtin. Bari bir işe yara değil mi?” Gene mi bu ders
konusu.Ne yapabilirim baba tarafına çekmemişim.Anne tarafına
çekmişim.Dayılarım,teyzelerim hepsi birbirinden aptal.Bu işi fazla uzatmamaya
karar verip “Benden ne isterseniz bayan seul”dedim. ayağımı hafifçe geriye
uzatmış İngiliz ladyleri gibi başımı öne eğmiştim.O anda arkadaşlar gülmeyi
bastırdı.Bu bayan seul’ul daha fazla sinirlenmesine neden oldu.

“lee da hae herkes gittiğinde sen okulun tüm merdivenlerini
sileceksin”

“Ne? Okulun tüm merdivenlerini mi? “ az yede bir hizmetçi tut pis cadı
dedim.Normalde içimden söylediğimi sanmıştım ama meğersem yükses sesle
söylemişim.”Çok…çok üzgünüm bayan seul tabii hemen yaparım “ kafamı kaç kez
indirip kaldırdığımı anlamamıştım bile.O sırada zil çalmıştı.Bayan seul hızla
çantasını alıp çıktı.Arkadan bir ses gülerek “ da hae harikasın yine dersi
kaynatmayı başardın.” Dedi. Bende ona gülüp “ ne demezsin,gülmesi kolay dimi “
dedim.

Kızlar yanıma gelip,kolumu çekiştirmeye başladılar.”Nereye” dedim onlara
nerdeyse küfretmediğim kalmıştı.

Beni okulun parkına götürdüler ve ordaki bir banka oturttular.Hyu seon söze
ilk başlayan oldu.” bugün işi için yardım isteyeceksin ama benimde ne halde
olduğumu biliyorsun eve geç gidersem babam beni, doğrar.” Ardından ji eun
konuştu”bugün eve teyzemler gelecek annem eve erken gelmemi söyledi.”
İnanamıyorum yaa bu kızlar cidden birgün benim elimde kalcak.Arkadaşım
olmasalar ikisini de bir çırpıda haşlardım.Ama bu seferlik onları mazur
görücem.

“Tamam tamam .Bu seferlik hadi iyisiniz.Merdivenleri silmek ne kadar zor
olabilir ki” doğruya ne kadar zor olabilir 8 kat,her katta 3 merdiven ve her
biri 10 basamak .Ben bunları düşünürken onlarda mahcup bir şekilde
gülümsüyorlardı.Önümüzden o vakit okulun en havalılarından bae su bin
geçti.Havalı olduğuna göre okulunda doğal olarak tüm kızları ona yanıktı. Ve
tabi bende.hemde okul başlamadan çok önce .Bir yıl önceydi. eve
gidiyordum.Biletimi basıp en arkadaki boş koltuklara giderken onunla göz göze
gelmiştik.O zamandan beri benim hayalimin aşkı oldu.

Ben ona dalmış giderken Hyu seon beni çimdikledi.”Ona dönüp “yaa” diye
bağırdım. “Yine nereye gittin da hae” Ji eun hemen atlayıp” nerde olabilir
arkadaşımız kanatlandı,uçuyor hayal aleminde”

“Yaa siz cidden benim arkadaşım mısınız,yoksa beni çıldırtmak için
gönderilmiş gizli ajan mı?”İkiside bana daha fazla yaklaştı.Ji eun elimden
tuttu ve yanağıma bir öpücük kondurdu.

“Da hae onu sevmeyi kes artık.O hem havalı hemde senin babanın başkanının
oğlu.”

“eee ne olmuş yani “ dedim bağırarak

“Yani o sana bakmaz” bu söylediği kulaklarımı tırmalamıştı.

“Neden olmasın”

“Ji eun bırak onu ne desen boş o yine bildiğini okuyacak”

İkisininde kolundan tutup onları banktan kaldırdım

“Hadi zil çalcak,gidelim.” Beni dürtüp kaçtılar bende onların arkasından
koştum,onlara doğru bağırıyordum “Gelin buraya ikinizde yok olacaksınız” .
Öylece koşarken ayağım bir taş parçasına takıldı ve bana doğru gelmekte olan
kişinin üstüne düştüm.Dudaklarımız nerdeyse birbirine değmişti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:40 pm

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-su bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



2.BÖLÜM





Gözlerimi hala kapalı tutuyordum.Rezil olmuştum.Üstüne çullandığım kişinin
yüzüne bakmaya cesaret bile edemiyordum.Hala o öpücüğün etkisinde
kalmıştım.Hain insan bu benim ilk öpücüğümdü ve ben ilk öpücüğümün hep bir
korku filmi izlerken olsun istemiştim.Ben bunları düşünürken ağzıma acımsı bir
tat geldi.Gözümü açtım ve kendimi çamurun içinde saplanmış şekilde buldum.Bu nasıl
biri yaa! Beni bu pisliğe nasıl bırakır.Yüzümü elimle sildim ve kabadayının
arkasından bağırdım

"Heyy!" Beni duymamış olmalı ki arkasına bakmaya yeltenmedi.Onunda
üstünün başının çamur olduğunu farkedince beni gülme tuttu.Güldüğümü farkedince
durdu.

"Hey baksana sana sesleniyorum" başparmağımla onu işaret
etmiştim.Döndü ve bana doğru ilerlemeye başladı.

"Bana mı sesleniyorsun?" O anda nutkum tutulmuştu.Vay anasını sen
ne yakışıklısın böyle dedim içimden.Kumral teni ve o dikleşmiş,havalı
saçlarıyla mükemmel birine benziyordu.Giysileri desek üçgen vücudunu daha da
bir göz önüne seriyordu.Güçlükle yutkundum.

"E...vet sana sesleniyorum."





JEONG IL WOONUN AĞZINDAN



Nerden çıktı şimdi bu kız yaa.Şunun haline bir bak çamura yatmış domuzdan
farkı yok.Geçte kalıcam şimdi.Geç kalırsam tüm sürprizim batar.

Bir de utanmadan parmağını bana dikmiş,küstah küstah bakıyor.

"Ne var" diye sordum.Gözleri fal taşı gibi açılmış,beni
seyrediyordu

"Sen bir bayana nasıl davranılmasını bilmeyen taş kafalının
tekisin" dedi. hah! kendini kadın mı sanıyor bu.Vücudu desen 12 yaşındaki
kızlardan bir farkı yok.





LEE DA HAENİN AĞZINDAN



Bu çocuk nereye baktığını sanıyor böyle.Parmağımı onun yüzüne daha da fazla
yaklaştırıp

"Sen nereye baktığını sanıyorsun.Sapık şey!"

Ukalaca sırıtıp,parmağımı yüzünden çekti,bana doğru eğildi.Onun nefesini
yüzümde hissedebiliyordum.

"Olmayan şeylerine" dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı.

Onun bunları söylemesiyle olduğum yerde kala kalmıştım.Bu insan mı yaa! Bana
nasıl böyle şeyler söyler.

Birinin beni sarsmasıyla bu düşüncelerden sıyrıldım.

"Bana ne dediğini duydunuz mu?" Hyu seon hafif sırıtarak

"Başını belaya sokmadan duramıyorsun,hadi gel üstüne başına bir şeyler
bakalım."

"Yaa bana ne dediğini duydunuz mu? ahh çıldırmış kafayı yemiş bu
çucuk."

"Senin bir kız olmadığını,göğüslerinin küçük olduğunu falan" Ji
eun motor gibi saydırdı.Kafamı sağa sola sallayıp,kendime gelmeye
çalıştım."Bir daha karşıma çıksın,onu annesinden doğduğuna pişman
edeceğim." sözümü kesen hyu seon oldu.

"Hadi da hae üşüteceksin.Gidelim."

Allahtan bugün beden dersi vardı,spor giysilerimi üstüme geçirdim ve derse
girdim.

Öğretmen derse girdiğinde herkes ayağa kalktı ama ben kalkmadım.Eğer beni
böyle görürse kesin kapı dışarı ederdi. KLASİK hocalar işte.Aslında beni
göremezdi.En arkada oturuyordum ve önümde zürafa kadar uzunlukta erkekler
vardı..Ders boyunca kafam sıramda uyudum.

"Da hae uyan"

"Ahh! harikasın.Sende öyle" ben uykumda sayıklarken tekrar
dürtüldüm.

"Da hae,da hae" Hızlı bir şekilde ayağa kalkıp telaşla

"Hıı... ne? ne oldu?" O sıra tüm sınıf gülmeye başladı.Beni dürten
çocuğa döndüm oda gülüyordu.Ona sinirli bir bakış atarak "beni niye
uyandırdın" diye sordum.

"Hoca sana sesleniyor" Kafamı yavaşça öğretmene doğru
çevirdim.Öğretmende bana bakıyordu.Buna bakmak denirse kadın resmen burnundan
soluyordu.

Elindeki kalemi hızlı ve sert bir şekilde tahtaya vurarak bana
bağırıyorrdu:"bu kaçıncı oldu da hae?"

"Ne kaçıncı oldu bayan seok"

"Bide anlamamazlıktan gel.Yürü müdürün odasına"

Alışmıştım artık müdürün odasına gitmeye.Hızla Bayan Seokun yanından geçtim
ve kapıyı çarpıp çıktım.

"Hah salak hoca! müdürün yanına gitmeyeceğim işte." bunu koridorda
yükses sesle söylemiştim.Koridoru hızla geçtim ve dışarı çıktım.Dışarıda heryer
hala çamurdu.Tekrar okulun içine girdim.Okulun ponpon kızlarından chae-rini
gördüm.O mine eteğiyle ne kadar da aptal görünüyordu.Aceleyle koşarak yanımdan
geçti.Onun arkasından "Hey chae iyi misin?" dedim.Durup bana döndü.

"Da hae" vay anasını adımı biliyor.Doğruya okulun kaçığının adını
kim bilmez.

"Nereye böyle aceleyle"

"Hiç sorma maça geç kaldım."

Ne maçı? Niye ben bilmiyorum.Bu maçı kaçıramam seo-bin oynuyor.Hemen onun
yanına koşup kolundan tuttum.

"Hey hadi ne bekliyoruz gidelim." Bana şaşkın bir bakış atsada hiç
oralı olmadım.Stada yaklaştığımızda chae kolumdan tutup beni durdurdu.

"Da hae ben gitmeliyim"

"Tamam görüşürüz" dedim ona sırıtarak.Her ne kadar görüşürüz
desemde popnponcularla işim olmazdı.



Boş koltuklardan birine geçtim,oturdum.Gözüm her yerde seo-bini arıyordu.Maç
75e 69du.Bizimkiler yeniyordu.Bir takımda seo-bin olacakta yenilecekler.Gözümle
görsem inanmam.

Harika! onu gördüm.kırmızı-beyaz formanın altında daha bir yakışıklı
yaa.Off, saçları ne kadar da güzel savruluyor.Ben seo-bine dalmış,onda
kaybolacakken birisi beni dürttü.



GERİYE BAKIŞ(JEONG IL WOONUN AĞZINDAN)



"Il woo" seo-bin koşarak bana yaklaştı ve hiç durmadan beni
kollarının arasına aldı.Bu çocuk hiç değişmeyecek,hep böyle tez canlı.Bende ona
sarıldım.Ne yapabilirdim ki aradan 4 yıl geçmişti,özletmişti kendini kereta.Beni
kendinden uzaklaştırdı ve gözleriyle beni süzdü.

"Sen hep bir yakışıklıydın ama şimdi daha iyi olmuşsun" ardından
ekledi "kimin kankası beeaa" diyip enseme vurdu.

"Seni burda bulacağımı biliyordum." Seo-bin mütevazi görünmeye
çalışarak:

"Naparsın,burda bu çömezlerle vakit öldürmeye çalışıyorum"
Arkadaşımın hakkını vermek lazımdı basketbolda 2 numaradır,bir numara ise
benim.Ona doğru kurnaz bir gülümsemeyle

"Bir ara gelde boyunun ölçüsünü alayım."

"Tamam,al bakalım" dedi ve enseme bir tane daha geçirdi. Aishh
bunu yapmayı hiç kesmiyor.Maça çıkmayacak olsaydı şu anda kendini başının
etrafında yıldızları sayarken bulurdu.

Arkadan kaptan olduğunu tahmin ettiğim birisi"hazırlanın,son 10
dakika" dedi.

Seo-bin arksını dönüp "tamam kaptan"dedi.Ardından bana döndü ve
"hayranlarım beni bekler" dedi.

Bende onun sırtına bir tane geçirip "iyi o zamn ben de hayran tribününe
geçiyim" dedim.

"Hey ne yapıyorsun?" sesi baya bir yüksek çıkmıştı.Bu enerjisini
maça saklasaya.

"Ödeşmiş olduk " ne yapabilirdim ki içimde taşıyacağıma dışarı
vurmam en iyisiydi.

Bana doğru yumruk yaptı ve tam vuracakken "eğer bana bişey olursa,bu
stattaki fanlarım seni mahveder"

"Yakında benimlerdir" dedim. Bana ne demek istiyorsun dersesine
bakınca,yüzümdeki o gülümseyişin yerini somurtma aldı."

Bu okula kayıt oldum."

"Sen ciddi misin?"

"Şimdilik"

Kaptan tekrar içeri girdi "hadi,hadi son hazırlıklarınızı yapın"

onunla tokalaştıktan sonra soyunma odasından ayrıldım.Tribündeki boş
koltuklardan birine çamura yatmış olan hırkamı attım. Ordan bir ahjssiye
kantinin nerde olduğunu sordum.





GERİYE DÖNÜŞ BİTTİ



"Heyy çek elini." elimle onun benim omzumu kavrayan elini ittim ve
maçı seyretmeye başladım daha doğrusu seo-bini.O kahrolası el tekrar omzuma
dokundu.

"Ya bir git,şurda maç izliyorum" Tam seo-bin potaya
yaklaşmış,havaya sıçramıştı ki el tekrar omzuma dokundu. daha fazla dayanamayıp
ayağa kalktım ki o ne? Onun burda ne işi var?



Bakalım bundan sonra ne olacak:) umarım beğenirsiniz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:41 pm

Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-su bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



3.BÖLÜM





Bu çocuk niye burda?Şuna bak o pis sırıtmasıyla karşımda nasılda dikiliyor.O
sırada maçın bitiş düdüğü çaldı.Bir seo-bine bakıyor birde bu karşımdaki
ukalaya bakıyordum.Bu çocuk karşıma çıkalı hayatın tadını kaçırdım yaa!

Tam arkasını döndü gidiyordu ki omzumdan yakaladım.

"Beni hem rahatsız ediyorsun hemde bir şey demeden gidiyorsun
haa?"

Ellerini göğsünde birleştirdi ve bana doğru yaklaştı.Aramızda 1 santim bile
kalmamıştı ki benim yanımdan hızla geçti ve oturduğum yerdeki kahverengi
hırkayı aldı.Dur bir dakika orda hırka ne arıyor?

Bana doğru yine yaklaştı ve benden 2 adım ilerde durdu.

"Bir daha oturduğun yere dikkat et?"

HAHH! nasıl edebilirim ki!Gözüm seo-binden başkasını görmezken senin bu
nalet şeyini mi görücem.Oldu canım başka isteğin var mı?

Bana başka bişey söylemeden ilerledi.Havalı mı olmaya çalışıyor bu ne?

Merdivenleri çıkacakken bana doğru döndü.Gözleri ne kadar da keskin bakıyor
öyle?Ben öylece kalmış ona bakarken yakaladı beni.Hemen gözlerimi ondan
kaçırdım ve maçın sonucunu veren tabelaya baktım.Her ne kadar seo-binin son
atşını izleyemesemde-eminim kesin atmıştır-bizim okul kazanmıştı.Kafamı
çevirdim ve hala bana bakarken buldum onu.Doğrusu utanmıştım.Beni böyle
izlemesi bana garip gelmişti.Elimi yüzüme götürdüm,kızarmıştım.

O sırada birinin beni itmesiyle koltuklardan birine yapıştım.Ahh! olamaz bu
seo-bin.Niye böyle koşuyor?Dur bir dakika bu ukalaya mı sarıldı?Tokaşalıyor ve
gülüşüyorlar.Kafam allak bullak olmuştu.Bunlar tanışıyor mu?İkisininde yüzleri
gülüyordu.

Onların arkasından birinin bana el salladığını gördüm.Koşarak yanıma
yaklaştılar.Jieun koşarak beni kolumdan tuttu.Hyu seon biraz iri yarı
olduğundan o arkasında basamakları yavaş yavaş iniyordu.

"Da hae her yerde seni aradık, nerdeydin?"Jieun nefes nefese
kalmıştı.Halinden gerçektende beni baya bir aradıklarını anladım.

Kafamı hafifçe eğip "üzgünüm! ben sizi tamamiyle unutmuşum."

Jieun sinirli bir şekilde "tabii yaa senin gözün.." tam bu
kelimeyi söyleyecekken ben ağzını kapattım."Heyyy sus o burda!"
Gözleriyle etrafı inceledi ve kulağıma yaklaşıp "Nerde?" diye
sordu."Arkada" diye cevapladım.Hemen sakinleşti ve bana yumuşak bir
sesle "Da hae,canım arkadaşım! senin burada olacağını tahmin
etmiştim." Cidden o sırada gülmemi tutmak benim için çok zor oldu.Jieunun
o şaşkın ve bir anda sakinleşen yüz ifadesi ona çok komik bir hava
katmıştı.Arkamızdan hyu seon bağırdı: "Kızlar! Ne oldu biliyor
musunuz?" Jieun, hyu seona gülümseyip "Yoksa seo-bini mi
gördün?" Hyu seon daha da heyacanlanmıştı.Jieun onu daha fazla merak
ettirmeden "Sevgili arkadaşımız da hae onu izlemeye gelmiş" Bende ji
eunun koluna bir tane geçirdim.Acımış olmalı ki kolunu tuttu.

"Hey bu doğru değil.Ben sadece dersten atılınca canım sıkılmasın diye
maçı izledim." İkiside birbirlerini bakıp,gülüştüler.İnanmadıklarını
biliyordum.Kırk yıllık arkadaşlarımı mı kandırmaya çalışcam.Bu benim bile
yapamayacağım bir şey.

İkisine doğru sinirli bir bakış atıp-her ne kadar başaramasam da-"hadi
gidelim" dedim.Hyu seon hemen oturdu.

""Ahh da hae seni ararken ne kadar yoruldum biliyor musun?"
"Bilmez miyim şu haline bir bak.Seni koç bile böyle koşturamıyor."Ona
doğru hafif tebessüm edip,kendimi onlara affettirmeye çalıştım.

"Heyy ne dersiniz,çıkışta size güzel bir yerde yemek ısmarlayım
mı?" İkisininde gözleri irileşti.Bizim aramızda yemek sözü geçince akar sular
dururdu.İkisinin de zayıf noktasını biliyordum.Jieun, hyu seona dönüp kaş-göz
hareketi yaptı ve bana dönüp "doğrusu.....buna hayır diyeceğime ji
hoo-hoşlandığı çocuk-nun çıkma teklifine hayır derim" dedi.Hepimiz
gülüştük.

"Hadi gidelim o zaman" diyip arkamı döndüğümde seo-bini görücem
sandım ama hiçbir yerde görünmüyorlardı.Yüzümün bir anda solduğunu kızlara
farkettirmeden "ilk giden kimchi kadar tatlı olsun" diyip stadın dış
kapısına doğru koştum.



JEONG IL WOONUN AĞZINDAN



"Okulu beğendin mi?" Seo-bin'in arabasına doğrı giderken onun bu
sorusuyla,ilk kez okulu dıştan inceledim.Fena sayılmazdı.Sonuçta korenin en iyi
okullarından birincisi.

"Güzel" dedim Cevabımı biraz geçiştirme buldu sanırım.Yüzünü astı.

"Eee! kızlarla nasıl gidiyor?"

"Arada bir canım sıkılınca işte" bana doğru gülümsedi ve sırtıma
bir tane vurdu.

"Hadi ama, bu boy postla az kızı üzmemişsindir sen newyork'ta?"

İster istemez ona doğru bende gülümsedim.Ağzımı arıyordu aklı sıra.

"Sevdiğim falan yok."

Sırtıma bir tane daha vurup "görüşmeyeli zekanda gelişmiş"

"Seninde çenen düşmüş" tam sırtıma bir tane daha vuracakken
kolundan tuttuğum gibi onu yere serdim.Sonuçta maçı bitmişti ve o bunu çok
önceden haketmişti.Elini sırtında bir ileri bir geri sürüp bana bağırıyordu.

"Alçak,niye yaptın şimdi bunu?" bende ona doğru eğilip,sırıttım.

"Düşen çeneni yerden alman kolay olsun diye"

Ben yürürken o hala arkamdan sayıyordu.

"Ahh belim,offf,nerden çıktın ılwoo "

Arkamı arabaya yasladım ve onun bana bağırdığı gibi bende ona "daha demin
öyle demiyordun ama" dedim.Kendini zor gücül kaldırdı ve eli belinde
yanıma doğru geldi.

"Atla arabaya bugün yemek senden"

"Böyle mi ödeşiyoruz" dedim ona dönüp

"hahh bu ödeşme mi sadece sana iyi bir maç izletmemin ödülü" o da
sırıtmıştı.

Ne güzel de izledim.Birisinin kantinde suyu üstüme dökmesi,başka birinin
yerime oturması ve o aynı kişinin sabah ....ayhhh hatırlamak bile istemiyorum.O
sırada bunları unutmak için kafamı sallamıştım.Seo-bin bada dönüp

"iyi misİn?" Ona doğru yüzümü buruşturarak

"Okulda ilk günüm süper geçti" dedim.

"Oooo bu okula bir alış,daha neler yaşayacaksın?"

İlk günden böyleyse bu okula alışmam uzun zaman alacak.



LEE DA HAENİN AĞZINDAN



Hyu seon kolumu dürtüp "Hey da hae şu çocuğu görüyor musun? tam benim
tipim.Göbekli" dedi.

Kafamı çevirip bana gösterdiği yöne doğru baktım.

"Yanında ki de benim olsun o zaman" dedi jieun sırıtarak.

Şansada bakın iki kişilerdi.Yüzümü masaya koyup "Yaa hadi ama burayı
erkekleri kesmeye mi(o sıra midemi ovuşturdum) midelerimizi şenlerdirmeye mi geldik?"

"Doğrusu şu anda benim gözüm aç" gözleri irileştirerek bana
bakmıştı hyu seon.

"Hey" saçlarımı toplayıp,kızlara seksi bakış attım."bana
bakın,arkadaşınıza, ben daha yakışıklıyım onlardan değil mi?"

İkiside bana dönüp aynı anda "Kes sesini da hae" dediler.

Yaa bu ne bee! Yemek bedava,bakmak bedava.OHH? bundan iyisi can
sağlığı.Ayaklarımı masanın altına doğru uzatıp,onların ne zaman bana
yoğunlaşcaklarını bekledim.Siparişlerimizi çoktan verdiğimizden, beklerken
canım çok sıkılıyordu.Zaten kızların gözü de başka bir yerdeydi.Dedikodu
desen,ondan daha ilgi çekici şeyler vardı şu anda.

O sırada bir ses bize seslendi.Siparişlerimizin hazır olduğunu
söylüyordu.Ayağa kalktım "neyse ben almaya giderim" dedim ama hiç
umurlarında değildim.Masaya sertçe vurdum ve elimi gözlerinin önünde
salladım."siparişler.....hazır" Hyu seon hemen kalkıp "AHH! da
hae sana yardım ediyim" dedi.

"Canımm...hiç gerek yoktu.Sen oturup aklını yeseydin yaa!" sesim
yüksek çıkmıştı.Çünkü bağırmıştım.Bu ikisininde bana bakmasını sağlayacaktı,sağlamıştı
da.

İkisi de koluyla beni sandalyeye ittiler.

"Sen burda bekle,biz alalım" dedi jieun.

"Tamam" dedim ve sandalyeye oturdum. Arkalarından "Sizi
affettiğimi sanmayın,sakın!" diye bağırdım.



----------



"Ahh kızlar ben acayip şiştim" dedim.Bana şaşkınlıkla
bakmışlardı.Onlar daha yarısındaydılar.

"Napıyım çok acıkmıştım."

Karnımı çok kötü hissediyordum.Acilen lavaboya gitmem lazımdı.

"Karnım..karnım...kızlar ben..." sözümü tamamlayamadan saldalyemi
itip,tuvalete doğru koştum.Arkamdan "da hae,iyi misin?
yardıma..."Devamını duymamıştım.İnsanlara çarpmam umrumda değildi.WC
işaretlerini takip ettim ve kendimi en yakın tuvalete attım.

Tuvaletten çıktığımda gerçekten çok rahattım.Bu sanki sinirlerimi bile
emmişti.Kapıda biraz bekledim ve o anda WC kapısının sağında bulunan bankada
çektiği parayı çantasına koyar koymaz; birisi hızla geldi,kadının çantasını
kaptığı gibi kaçtı.Allahtan karnım boş.O an hiç düşünmeden bende adamın
arkasından koştum.

"Heyy,hırsız varrr! Yetişin"

Öyle yükses sesle bağırıyordum ki yanından geçtiğim herkes,merakla dönüp
bana bakıyordu;ama bu ne biçim insanlık.Hiç biride yardım etmez mi yaa.Hırsız
önümde ben arkada koşuyorduk.Aramızda en az 200 metre vardı.İlerdeki kitap
mağazasından sağa döndü ve bende tam dönecekken kendimi yerde buldum.Hırsız ise
durmadan koşuyordu.Ahh! katretsin yakalamaya az kalmıştı.





Beğenmeniz dileğiyle:) Bu bölümü yazarken çok eğendim umarım sizde
eğlenirsiniz:D
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:41 pm

4.BÖLÜM





"iyi misin?" Birisinin bana seslenmesiyle kendime gelmiştim. Beni
kollarımdan tuttu ve ayağa kaldırdı. Beynimin içinde sanki davullar,zurnalar
çalınıyordu.

"Hastaneye gitmek ister misin?" Dur bir dakika. Ben bu sesi bir
yerden tanıyorum.Kafamı yerden kaldırdım ve beni ayakta tutmaya çalışan kişiye
baktım.Boyu çok uzundu;yalnız çenesini görebiliyordum;ama bu çeneyi nerde
görsem tanırdım.Çenesinin ortasında,ona ayrı bir hava katan gamzeyi. Hemen
kendimi kollarından sıyırdım.

"Se..seo-bin?" Aklım karışmıştı.Ben daha demin seo-binin
kollarının arasında mıydım? Ona şaşkın gözlerle bakıyordum. O da şaşırmış
olacaktı ki gözlerini kocaman ayırdı.

"Sen beni nerden tanıyorsun?" Doğrusu bu söylediğine çok
alınmıştım. Oysa onunla aynı okulda, aynı servisteydik. Bir şekilde beni görmüş
olmalıydı. Ona doğru gayet yumuşak bir sesle " seninle aynı okuldayız
" dedim. Madem beni ilk defa böyle yakından görüyor, o zaman beni iyi
tanısın değil mi?

"Seni daha önce..." konuşmasını kesmişti ve yeni bir şey
hatırlamış gibi "Ahh! dur bir dakika sen geçen o ağaca tırmanıp,düşen
kızsın değil mi?"

Bu çocuk delirmiş. Beni sadece ağaca tırmanan kız olarak mı tanıyor.Güzel
onun aklında harika bir ünvana sahibim. Şimdi içim huzurlu işte.

Ağzını kocaman açtı ve gülmeye başladı. Ben ne haldeyim o ise ne yapıyor.
Ona doğru sinirli bir bakış attım. Kızmış olduğumu anladı ki hemen yüzünü
ciddileştirdi.

"Çok üzgünüm, senin o halin gözümün önüne gelince....hımm neyse daha
iyi misin?" Seo-bin sen böyle tatlı ve masum bana gülersen ben sana nasıl
kızgın olabilirim?

Bana doğru elini uzattı ve kolumdan tuttu.Beni ordaki koltuklardan birine
oturttu.Rüyada gibiyim. Seobin ve ben aynı koltukta,yan yana oturuyoruz.
Kendimi bu rüyadan uyandırmak için kolumu çimdikledim. Gerçekti.

Bana doğru dönüp

"Neden öyle koşuyordun?" dedi.

Bir an için neden koştuğumu unutmuştum. Hızla ayağa kalktım.

"Ahh! olamaz hırsız kaçtı."

"Ne hırsızı?" seobin de ayağa kalktı ve bana doğru yaklaştı.

"Kadının çantasını çalmıştı. Olamaz eğer sen karşıma çıkmasaydın,
yakalayacaktım." Bana doğru küçümser bir bakış attı.

"Sen hırsızı mı yakalamaya çalışıyordun?" dedi ve yüzünü zorda
olsa ciddileştirdi; ama sanki içten içe kıkırdıyordu.

"Neyse ben gitmeliyim?" dedim.

"Nereye?"

"Sayende hırsızı kaçırdım, arkadaşlarım merak etmiştir,
gitmeliyim."

Elini bana doğru uzattı. Benimle tokalaşmak mı istiyor bu şimdi? Elimi
yavaşça onun eline yaklaştırdım ve elini sıktım.

Giderken arkasını bana doğru döndü ve "eğer hırsızı yakalarsan haber
ver" Tabii veririm. Sen geç dalganı. Erkek milleti değil mi? Hepsi aynı.





------------





"Hoş geldin yavrum."

Koşarak anneme sarıldım ve onun yemek yapmaktan kızarmış yanaklarını öptüm.
"Selam annelerin en tatlısı" dedim onun yanağından tekrar öpüp.

"Neden geç kaldın?" dedi bana doğru gülümseyip.

"Şey.. annecim,
kızlarla takıldık biraz"

"Yemek hazır hadi
gel"

"Tamam geliyorum"
diyip odama geçtim.

Kendimi hemen yatağıma
attım ve bugün olanları düşündüm. Bir günde ne çok şey yaşamıştım.

Kızları bunları anlatmak
bile beni yormuştu. Doğal olarak her ayrıntısını istediler. Bende onlara en
ince ayrıntısına kadar anlatmıştım.Aşağı indim. Herkes masanın başındaydı ve
yemeğe başlamışlardı.

"Selam benim çekirdek
ailem" dedim sandalyeye oturup.

"Dersin nasıl geçti?" dedi babam. Ona ne diyebilirdim ki.Sınıftan
uyuduğum için atıldığımı falan mı. Asla olmaz. Ona doğru gülümseyip

"Harika geçti babacım" dedim.

Min ho ağzındaki lokmayı bitirdi ve suyundan bir yudum içti.

"Bana senin bu salak kızın ne zaman adam olacak?" dedi bana kurnaz
kurnaz gülümseyerek.

"Gene ne yaptı"
dedi babam.

"Sınıf.." Min ho
sözünü tamamlayamadan ağzını kapattım.

"Şeyy.. babacım
sınıfta hoca bir soru sordu ve tek ben çözdüm" dedim.

Babamın bir anda gözleri
ışıldadı."Afferin benim kızıma" dedi.

Min ho bana doğru kızgın
bir bakış attı. Bunun öcünü benden çıkarırdı kesin. Şimdilik sustu.

Çevreme doğru bakındım. Ama onu bir türlü göremedim.

"Anne hero nerde?" diye sordum .

"Buralarda olmalı" dedi. Onuda gözleri heroyu aradı.

"Yemek vakti genelde evde olurdu ama"

Annem beni sakinleştirmek için sırtımı ovaladı.

Min ho bana doğru sırıtıp " sana dayanamadı,kesin kaçtı" dedi.

Bunu bana yapmazdı. O beni
severdi. Benim en iyi sırdaşımdı. Kaç yıldır onunla birlikteydik.

"Ben onu
aramalıyım" diyip dışarı çıktım.

Her yerde onu arıyor,
"Hero" diye bağırıyordum. Ama onu hiç bir yerde görememiştim. Sanki
yer kazındı yerin içine girdi.

Yanaklarım acışıyordu.
Elimi yanağıma götürdüm. Ağlıyordum.

Karşıma çıkan herkese, her zaman yanımda taşıdığım resmini gösterdim.
Bazıları kafasını sallıyor, bazıları ise beni teselli etmeye çalışıyordu. O
anda dengemi kaybettim ve olduğum yere çömeldim. Tüm takatimi kaybetmiştim.
Artık onu bir daha görememe düşüncesi içimi eritiyordu. O sıra bir ses duydum.
Bu onun sesiydi,buna emindim. Tüm gücümü toplayıp, ayağa kalktım. Evet bu oydu.
Ona doğru koşmaya başladım. Ona yaklaştıkça kendimi daha bir huzurlu
hissediyordum. Son beş adım daha. Kollarımı kocaman açtım ve boynuna sımsıkı
sarıldım. Gözyaşlarımın arasından ona "seni seviyorum" dedim. Biraz
kısa oldu.Dersaneden gelir gelmez anca yazabildim.Bir dahakini daha uzun
yapıcam.Umarım beğenirsiniz:)







Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



JEONG ILWOONUN AĞZINDAN



Yeni evimizin basamaklarından indim ve dışarı çıktım. Buranın havası
gerçekten de çok güzel. Seo-bin'in dediği kadar var. Az ilerde, oyun parkında
çocukların sesini duyuyordum. Görünen o ki gayet mutlular.

Cebimdeki telefonu aldım ve arayanın kim olduğuna baktım. Seo-bindi. 5
dakika yalnız kalmak istiyorum. Niye anlamıyor ki? Telefonu açtım ve kulağıma
götürdüm.

"Ne var seo-bin?"

"Adamım bu ne soğukluk böyle. Yeni mekanını gezdirecektim sana?"

"Ne mekanı?" sesim fazla soğuk çıkıyordu. O ise hala ısrar etmeye
devam ediyordu.

"Heyy! hadi ama taşındığın site öyle yakından küçük görenebilir ama
oldukça büyük."

Hafif gülümsedim "Beni sen mi gezdirceksin? Son dışarı çıkarmanda beni
saatlerce beklettin."

Aradan biraz zaman geçti. Belli ki hatasını biliyordu." Bu başka.
Ciddiyim o sefer kızların peşinden koşmadım. Birine yardım ediyordum."

"Neyse ben bu seferlik önlemimi alayım."

Sesi fazla hiddetli çıkmıştı. "Hıhhh merak etme zaten bu sitede güzel
kız bulamazsın." dedi ve yüzüme kapattı.

Biraz ilerledim. Gerçekten seo-binin dediği kadar vardı. Burası kocamandı.Üç
dört ev şeklinde gruplanmış bir siteydi ve her ev grubuna çocukların oynaması
için oyun parkı yapılmıştı. Büyük yeşil bir bina üstünde yazdığına göre
marketti. İçeri girdim ve bir tane çikolata aldım. Yağmurlu havaha beyaz
çikolata yemesi gibi yoktur.

Arkamdan birinin beni çekiştirdiğini son anda farkettim. Arkamı döndüm ama
kimse yoktu. İlerlemeye devam ettim; ama hala birileri pantolonumun paçasından
çekiştiriyordu. İnanamıyorum. Karşımda beyaz bir sibirya kurdu.

Ondan kaçmak istedim; ama ayaklarım beni ona doğru itiyordu. Köpeğin gözleri
elimdeki çikolatadaydı. Bu köpek ona ne kadar da çok benziyor? Elimi yavaşça
ona doğru uzattım. Ben elimi ona doğru yaklaştırdıkça o gözlerini daha da bir
irileştirdi. Elimi ondan çektim ve tam ağzıma götürecektim ki havlamaya
başladı." Ayhh! sana bu çikolatayı asla vermem." ben ona bağırdıkça o
daha da bir havluyordu.

"Kes sesini" gözyaşımı zor tutuyordum.Tam dönüp gidecekken köpeğe
doğru sarılmakta olan birini gördüm. Ne kadar da sıkı sarılıyordu öyle?



LEE DA HAE'NİN AĞZINDAN



"Seni kaybettim sandım" Hero'ya öyle sıkı sarılıyordum ki kendini
boğulacakmış gibi hissetmiştir. Kendimi ondan zor kurtardım. Ayağa kalktım ve
kafasını okşadım.

"Haylaz köpek! Sakın bir daha kaçıyım deme" Ben hero'ya bunları
söylüyordum; ama onun ilgisi sanki başka birşeylerdeydi. Onun baktığı yere
doğru bende baktım. Bu çocuk her yerde karşıma çıkmak zorunda mıydı?

Bir kolum heronun başında diğer kolumu Ilwooya doğru uzattım.

"Senin burda ne işin var?" diye sordum.

O da şaşrmış olacaktı ki kendini zor topladı.

"Seni ilgilendiriyor mu?"

Bu soğukta birde bunun soğukluğunu çekemeyeceğim doğrusu?

Arkamı döndüm ve Hero'ya "HAdi gidelim burdan canım" dedim.

"Dur bir dakika o senin köpeğin mi?" Yok ebemin köpeği. Başka
kimin olabilir?

Ona arkamı doğru dönmeden "Evet benim. Niye sordun?" dedim.

"Anlamalıydım. Baya bir benziyorsunuz." hahh şimdi bu ne dedi?
Komik olmaya çalışıyor aklı sıra.

Arkamı doğru hızla döndüm ve ona doğru hızla yürüdüm. Korkmuş olacak ki bir
adım geriledi. Kafamı ona doğru eğdim. O da benimle birlikte kafasını çekti.

"Teşekkür ederim." Kafamı yavaşça çektim ve heronun yanına doğru
gittim. Onu korkutmak gerçekten çok zevkliydi.





-----------





"Annecim ben çıkıyorum." ayakkabımı hızla giyindim ve kapıyı
çarpıp çıktım. Bugünde geç kalmıştım. Servisin kalkmasına bir dakika kalmıştı.
Hızla koştum. Ortadaki büyük saati çoktan geçmişti bile. Yine kaçıramazdım.
Kestirme yoldan ağaçları ayıran demirleri atladım. Ve tam önelerine çıktım. Kör
şoför nerdeyse çarpacaktı; ama kılpayı kaçırdı.

"Kendini öldürtmek mi istiyorsun?" dedi. ben hızla servisin
merdivenlerini çıkarken.

" Merak erme ajussi. Ölmek istesem senin arabanın önüne atlamam. Bir
mercedes bulurum." yerime geçen sırıtıyordum.

Servise genelde enson yetiştiğim için hiç oturamazdım. V eyine öyle olmuştu;
ama ılwoo gildiği ilk gün oturmuştu. Hem en arkaya hem de seo-bin'in yanına.
Ona doğru kaçamak bir bakış attım. Benim geldiğimi görmemişti. Dışarıyı
seyrediyordu.

Bu kadar koşmanın üstüne birde ayakta kalmak insanı cidden yoruyordu. Herkesin
bana yan gözle baktığını görebiliyordum. Erkeklerin hepsi benden gözlerini
kaçırıyordu yer vermemek için. Hahhh! sanki sizden yer isteyen varda dedim
içimden. Kızlar ise benim saçlarım hakkında yorum yapıyorlardı. Ne yapabilirdim
ki onlar gibi servisin kalkmasına üç saat kala kalkmıyorum yaa! Bu kızların
hepsi salak.





------------





Servisten indiğimde kızlar beni bekliyorlardı. Koşarak yanıma yaklaştılar.
Bu okulda böyle arkadaşlara sahip olmak gerçekten güzel birşey. Bunun nedeni de
çocukluktan arkadaş olmamızdan kaynaklanıyor. bende onları kocaman kucakladım
ve yanaklarına birer öpücük kondurdum. Seobin ve o soğuk çocuk yanımızdan hızla
geçtiler ve tabii arkasından diğer kızlarda.

Hyuseon kolumu dürrtü ve bana doğru dönüp:

"Dahae şu yeni gelen çocukta mı sizinle aynı yerde oturuyor?"
sesini bir ton daha yumuşatıp "Dahae öyle şanslısın ki! onunla istediğin
zaman karşılaşabilirisn?"

İçimden istemediğn zaman da dedim.

"Yaa dedim ne şans"



Hep birlikte okula doğru gittik. Kızlar kantine gitmek istiyordu; ama ben
öyle yorgundum ki onları ekip sınıfa çıktım. Çantamı sırama koydum ve üstüne
yığıldım. Dersin başlamsına daha 20 dakika vardı ve ben daha
uyayabilirdim.Gçzlerimi yavaşça kapattım ve uykuya daldım.



--------------





"Da hae, uyan" beni dürten hyu seondu.

Kafamı çantamdan kaldırdım ve gözlerimi hafif aralayarak

"ne var" dedim. Kolumda ki saate baktım daha beş dakika vardı.

Jieun'un gözünde bir karamsarlIk vardı. KÖtü bir şey olmuştu. Ellerimle
gözlerimi ovuşturdum ve merakla hyu seona sordum.

"Ne oldu hyu seon çatlatma insanı."

Derin bir nefes aldı ve bana doğru iyice yaklaştı.

"Seo-bin'e sınıf adan bir kız çıkma teklifi etti" dedi.

Buna hiç şaşırmamıştım. Bu okuldaki ve hatta birçok okuldaki kzların hepsi
onunla çıkmak için can atıyordu. Umarsamaz bir tavırla "ne
yapabilirm?" dedim.

Jieun oturduğu yerden kalktı ve bana doğru kurnaz bir gülümseme atıp
"düşüneceğim" dedi.

Kalakalmıştım. Seobin hiç bir kzın teklifine düşüneceğim demezdi. Bu nasıl
olurdu? Beynime kan fışkırmıştı.

"O..Olamaz" dedim gözüm tavana asılı kalmıştı. Doğrusu onu birçok
kızla görmüştüm ama hepsi ondan büyüktü.





BAE SEOBİNİN AĞZINDAN



Hala karşımda oturmuş kıkırdıyordu. Ona doğru sert bir şekilde " kes
artık ılwoo" diye bağırdım.

Gözlerini hemen bana doğru devirdi. "Neden düşüneceğim dedin?"
diye sordu.

"Canım sıkıldı büyük kızlarla takılmaktan sıkıldım. Biraz değişiklik
olsun " dedim sesim çok sakin çıkmıştı.

"Sohbetine doyum olmuyor seobin" dedi ve kantinden dışarı çıktı.

Ne yapabilirdim ki! Şu sıralar morallerim çok bozuk ve ılwoo hiç yardımcı
olmuyor. Kafamı dağıtmam lazım. Hem biriyle çıkmam hala kızları dikizleyemem
demek değil yaa!





LEE DAHAENİN AĞZINDAN



Elimi hızla masaya vurdum. "Yeter artık platonik aşk yaşamaktan bıktım,
usandım. Ona herşeyi söyleyeceğim." dedim.

"Saçmalama dahae. Rezil olursun." dedi jieun. Benim için
endişeleniyor olabilirlerdi;ama benden küçücük kız bile bunu başardıysa bende
başarmalıydım. Kararlı bir ses tonuyla

"Kızlar peşimden gelmeyin" dedim ve sınıftan çıktım.Köşeyi tam
dönecektim ki biri kolumdan tuttu ve beni kendine doğru çekti.










6.BÖLÜM





Beni bileğimden tuttu ve okulun arka bahçesine götürdü. Elimi her ne kadar
ondan kurtarmaya çalışsam da o daha da sıkı tutuyordu. KOnuşmaya ilk ılwoo
başladı.

"Demek seo-bin'den hoşlanıyorsun?"

Haa? Bu çocuk ne diyor böyle? Yoksa... Olamaz. Tüm konuştuklarımızı duydu mu
yoksa?

Konuşmasına devam etti.

"Seo-bin'e aşkını itirafa mı gidiyordun yoksa?"

Salak şey? Bizi dinlediysen nereye gideceğimi de bilmen gerek. Ona
telaşlandığımı belli etmeden sakin bir şekilde konuştum.

"Kantine gitmekte mi suç?" Ellerimi göğsümde birleştirdim ve
kurnazca gülümsemeye başladım. Bakalım şimdi ne yapacak?

"Yaa! demek kantine gidiyordun. Yalnız kantin üst katta değil mi? Sen
ise merdivenlere gitmiyordun?"

Aferin sana da hae. Ver çocuğun eline kozu. Başıma kaynar suların
döküldüğünü hissettim sanki. Yıllardır sakladığım bu aşk şimdi bu çocuğun
diline düşmüştü. Bir de en yakın arkadaşı. Kesin gider yetiştirir;bu boşboğaz.

Ben bunları düşünürken yüzümden aşağı terlerin kaydığını hissettim ve ona
çaktırmadan sildim.Bu işi bir an evvel toplamam lazımdı. Derin bir nefes
aldım.,

"Vayy anasını! Hemen keşfetmişsin okulu." Sakin olmak elde değil;
ama ne yapalım olucaz artık.

Hafif bir şekilde tebessüm ederek:

"Benim kadar zeki olsaydın..."

Ne? Bu çocuk şimdi bana ne
dedi. Ahh! seni ellerimde boğmak öyle istiyorum ki. Geber pislik!

Konuyu değiştirmeye çalıştım.

"Pekala beni niye sürükledin?"





JEONG ILWOO'NUN AĞZINDAN



Ahh! doğruya bu salak kızı buraya kadar niye getirdiği mi unutacaktım. Bu
konu da emin olmam gerekiyordu yoksa tüm plan suya düşerdi.

"Seo-bin'den hoşlanıyor musun?" Bakalım cevabı ne olacak? Bu
sorumu duyar duymaz daha deminki ruh hali çöktü üstüne. Yine terler dökülmeye
başlamıştı.Güçlükle yutkunarak

"Bunu da nerden çıkardın?" dedi.

Sakin olmaya çalışıyor. Oysa ne kadar da titriyor görünüyor. Demek
seo-bin'den cidden hoşlanıyor. Bu kız bana çok yardımcı olacak.

"Sana yardımcı olabilirim." dedim ona doğru dikkatli b,r şekilde
bakarak.



LEE DAHAE'NİN AĞZINDAN





Nee? Bu çocuk kafayı mı yemiş? Anlaşıldı buna kore yaramadı.

Kafama birkaç kez vurdum. Doğru duymuştum değil mi? Emin olmak için ona
"S...sen ne d..dediğinin farkında mısın? diye sordum. Sesim o kadar
titriyordu ki engel olamadım.

Soğuk bir ses tonuyla:

"Evet." dedi.

Bir adım sendeledim. Hayatımda böyle birşey görmemiştim. Şimdi bu çocuk bana
yardımcı mı olacak?

"Nasıl yani?" dedim.

"Ufff! sen de ne çok soru soruyorsun yaa?"

Yaa tabii. Onun için hava hoş. Kafası karışan o değil, benim.

"Yaa bugün 1 nisanda değil..." Gözümü etrafta gezdirdim ve ona
doğru şaşkın bir bakış atıp "kamera da görünmüyor ortalıkta..." dedim

Bu halim onu baya bir güldürmüştü; ama ben ona hala şaşkın bir şekilde bakıyordum.
Boğazını temizledi. Beni kendine doğru çekti. Sanki burda birileri bizi
duyacakta. Kulağıma doğru yaklaştı.

"Seo-bin'i kendine aşık etmene yardımcı olucam. Sen her şeyi bana
bırak."

Ağzımı açacaktım; ama o konuşmasına devam etti.

"Seo-bin'in sana ihtiyacı var?"

Ne? Bana mı ihtiyacı var. Daha beni adam akıllı tanımıyor bile. Nasıl bana
ihtiyacı olsun.

"Her şeyi bana bırak sen" dedi ve beni bırakıp,okulun giriş
kapısına doğru yöneldi.





---------------



"Da hae iyi misin?" hyu seon'un beni dürtmesiyle ütopyadan geri
dünyaya döndüm. Bu gördüklerimin hepsi bir rüya olmalıydı. Kolumu çimdikledim.
Hayır, hepsi gerçekti. Kafam öyle karışıktı ki dersi dinleyecek havamda
değildim.

Bayan seul içeri girdi ve herkes ayağa kalktı.(ben dışında)

Hemen masasına geçti ve oturdu. Kimse öğretmeni takmıyordu. Herkes kendi
halinde ya müzik dinliyor ya da sıra arkadaşıyla konuşuyordu. Elinde ki cetveli
tahtaya vurarak sessizliği sağlamaya çalıştı; ama olmadı. O sırada kapı açıldı
ve içeri Müdür Dae girdi. Onun girmesiyle herkes ayağa kalktı. Sınıfta çıt
çıkmıyordu. Bayan seul buna sinirlenmiş görünse de Müdür Dae'ya koltuğu işaret
etti.

"Dersinizi böldüğüm için üzgünüm hocam. Bir duyuru yapacaktım."

Bayan seul, saygılı bir ses tonuyla " buyrun hocam" dedi.

"Evet çocuklar. Biliyorsunuz iki gün sonra yirmi üç nisan."

Eeee ne olmuş 23 nisansa. A-A tatil mi yoksa? AHH! keşke öyle olsa.

"Bu yıl Türkiye'ye gidecek öğrenciler bizim okuldan seçilecek?

Bu konuşma dikkatimi çekmişti. Kafamı sıramdan müdüre doğru kaldırdım. Türkiye'de
neresiydi. Daha önce hiç böyle bir yer duymamıştım.

"Sizin sınıftan da bir kişi gidecek." dedi müdür dae.

Sınıftan bir ses koptu. Belli ki herkes gitmek için can atıyordu; ama benim
hiç umurumda değildi. Shin hye ayağa kalktı.

"Öğretmenim 23 nisanın ne özelliği var ki?" diye sordu.

Meraklı. Ne olabilir ki. Öylesine bir okul gezisi işte.

Müdür Dae bu sorudan hoşlanmışa benziyordu. Shin hye'a doğru döndü.

"Türkiye'de kutlanan, o millet için özel bir gün."

İyi o zaman kutlasınlar da bize ne? Bizi niye ilgilendiriyor?

Müdür Dae soran gözlerimize cevabı verdi.

"Sevgili çocuklar, 23 nisan Türklerin ulu önderi ******'ün çocuklara
verdiği bir gün."

Sınıfın oburu song do ayağa kalkıp "hocam bizlere her gün bayram"
dedi. O sıra tüm sınıf kahkahayı patlattı. Doğru söylemişti. Bizler için her
gün bayramdı.

Müdür Dae ellerini birbirine vurdu sınıfı susturmak için.

"Tamam ukalalığı kesin. Sizin sınıftan da bir kişi katılacak o
da..."

Doğrusu kimseden ses soluk çıkmadı. Hocanın arayan gözleri bana devrildi.

"Da hae sen gideceksin" dedi beni işaret ederek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:42 pm

Hikayenin adı:tatlı cadı



Yazar:derya



Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.



Bölüm sayısı:belli değil



Türü:romantik-komedi





TATLI CADI



7.BÖLÜM



Ayağa hemen fırladım. Bu müdür bozuntusu neden bahsediyordu böyle? Onca
kişiden niye ben gidiyorum hem. Hemen bir şeyler yapmalıyım.

Öğretmene doğru masum bir bakışla "Bende, tabi gitmek isterdim; ama
annem hasta ona bakacak kimse yok öğretmenim." dedim.

"Da hae bizi bu kadar salak mı görüyorsun?"

Doğrusu görmüyor değilim.

"Sana söylemeden önce annenlere haber verdim. Çok sevindiler. Bu arada
annenin sesi de gayet iyi." Müdür Dae'nın yüzünde bir zafer edası oluştu.

Hayy aksi! Tamam o zaman elden ne gelir. Gidelim bakalım Türkiye denen yere.

Kafamı yavaşça salladım. Öğretmen kabul ettiğimi anlamış olacak ki hemen
yönünü Bayan Seul'a çevirdi. "Tamam o zaman siz derse devam edin"
dedi ve sınıftan çıktı.

Bayan seul, müdür sınıftan çıkınca bana doğru yaklaştı. "Acaba senle
başka kim gidecek?" diye sordu.

Kim bilir benim gibi kaç kişi gidecek?



-----------------

"Ne olamaz, sen ne
dediğinin farkında mısın? " dedim hırçınlıkla.

Hyu seon kafasını evet
dercesine salladı. Bu olamaz Ilwoo ve Seobin'de mi gelecek?

Aldık başımıza belayı. Beni Türkiye'de de buldu bu çocuk. Ahh! keşke
Seobin'le ben gitseydik sadece. Ben hayallere dalmış giderken önümde sallanan
elle kendime geldim.

Ji Eun kafasını yüzüme doğru eğdi . "Yaa iyi misin?" dedi.

"Hahh nasıl iyi olabilirim. " dedim. Dur bir dakika yoksa her şeyi ılwoo... Kafamı hayır
dercesine salladım. Bu olamazdı.

"Kızlar ben
gidiyorum" dedim ve yanlarından ayrıldım.

Koridorda öylesine dolaştım.
Bu çocuğun sınıfını bilmiyordum. Acaba nerden öğrenebilirdim ki.

"Ahh! işte seni gökte
ararken yerde buldum." dedim ona doğru koşarak. Tamda karşımdan bana doğru
geliyordu.

Beni görmedi bile. Yanımdan
geçti ve ilerledi. Ona doğru hızla koştum ve önünü kestim.

"Heyy! kör müsün? Tam
karşında duruyordum?" dedim.

Havada olan burnunu bana
doğru indirdi.

"Ne istiyorsun?"
dedi sesi çok soğuktu.

"Ben seninle konuşmaya
sanki can atıyorum." Ona doğru iyice yaklaştım. Ensemde onun nefesini
hissedebiliyordum. Ne yapabilirdim ki. Bu salak şimdi beni duymazda.

"Bu işi sen mi
yaptın?" dedim.

"Hangi işi?" Birde anlamamazlıktan geliyor alçak herif.

"Başka bir ülkeye.."

"ımmm... Evet ne olmuş? Sana bir şeyler yapıcam demedim mi?"

Hahh! BİNGOO. Biliyordum senin yaptığını.

"Özel hayatıma nasıl karışırsın. Sen ne.."

Aramızdaki mesafeyi kafasını eğerek iyice azalttı. Ne oluyor yaa? Bu çocuk...



JEONG ILWOO'NUN AĞZINDAN

Sana bu işi bana bırak dedim, sen ise hiçbir şey söylemedin. Şimdi de hesap
mı soruyorsun. Cidden insanı deli edersin. Acaba sana yardım ederek iyi mi
yapıyorum?

Ahh! bu ağız kokusu senden mi geliyor? Ne yedin sen allah aşkına? Kafamı hemen geri çektim. Bu kızla aramda ki
mesafe 5 metreyi aşmamalı.

"Yarın gidiyoruz.
Üstüne güzel bişeyler al" dedim burnumu kapatarak. Daha fazla dayanamadım
ve oradan uzaklaştım. Onun cevabının hiçbir önemi yoktu. Sonuçta gelecekti.



LEE DAHAE'NİN AĞZINDAN



Şuna bak be. Elinde oyuncak
yapmaya mı niyetli beni. "Sen hiç merak etme çok şık olucam" dedim
onun arkasından bağırarak.

Müdür yardımcısı herkes
sıra olunca: " Sevgili öğrenciler, yarın Türkiye'ye gidecek öğrenciler,
okulda buluşup, birlikte servisle dideceğiz." dedi.

Kızlar benim açımdan çok
mutluydular. Onlar için en iyi tarafı başka bir ülke görmekti. Üçümüzde bu
yarım ada ülkeden dışarı adımımızı atmamıştık hiç. Benim içinse en güzel yanı
ilk defa Seobin'le aynı anda yokculuk edecektik.Kim bilir yan yana bile
oturabilirdik. İkiside beni yanaklarımdan öptüler ve bana bol bol eğlenmemi
söylediler. Bu arada ordan onlara özel hediye siparişi bile verdiler. Sipariş
edilen bir hediye ne kadar hediye olurdu orası malum.

-------------

Hero'yu da öpüp evden
çıktım. Okulun bahçesinde öğretmenler doluşmuştu bile. Müdür Dae'yı bir telaş
almış, götürmüştü. Bayan Seul'a doğru yaklaştım ve " ne oldu?" diye
sordum. Onunda yüzünde ter damlacıkları oluşmuştu.

"Kız öğrenci
yok." dedi. Sesi oldukça aceleci çıkmıştı.

"Başka kız öğrencide
mi var?" diye sordum.

Onu lafa tuttuğumun
farkındaydım ve beni hemen başından savmak istediğininde farkındaydım ; ama ne
yapabilirim ki merak işte.

"2 kız 2 erkek öğrenci
gönderileccekti; ama diğer kız öğrenci hastalanmış. Şimdi ne yapacağımızı
düşünüyoruz." dedi.

Bu benim için daha iyi. Tek
kız ben gidersem, Seobin'in dikkatini de tek ben çekerdim.

"Niye gülüyorsun?" dedi bir ses. Arkamı sese doğru döndüm. Bu
gelen Ilwoo'dan başkası değildi. Hafifçe omzumu kaldırdım ve "sana
ne" dedim.

Gözleriyle beni bir güzel süzdü. Sonra da çantasını yere bırakıp beni bir
kenara çekti.

"Sana güzel ol
demiştim." dedi sesinde bir tiksinme vardı.

"Bu ne peki" dedim giysilerimi göstererek.

Yüzünü buruşturdu. "Sen buna güzel mi diyorsun?" dedi.

"Evet" dedim kafamı sallayarak.

Gülümsemeye başladı. Ardından da kendi kendine konuşmaya.

"Aişhhh! Bu işe bulaşmamalıydım. Delircem kesin delircem bu kızın
yüzünden..." diyip duruyordu.

"Yürü gidelim." dedi ve beni kolumdan çekiştirmeye başladı.

"Koluma kurtarmaya çalışırken ona "nereye?" diye sordum.

"Bizsiz mi gitsinler?" dedi. Hala tıslıyordu.

Gözlerim her yerde Seobin'i arıyordu, ama o hiçbir yerde görülmüyordu. Ilwoo
içinde farlı bir durum yoktu. Onunda gözleri Seobin'i arıyordu.

Müdür yanımıza yaklaştı. Siniri bin kat daha artmıştı. Sonuçta şimdi de
erkek öğrenci yoktu. Nasıl sinirlenmesin.

"Heyy Ilwoo, Seobin nerde?" diye sordu.

Ilwoo sakin bir ses tonuyla " gelecekti." hocam dedi.

Arkadan birisi Ilwoo'nun omzundan yakaladı ve "Selem dosstum."
dedi.

İkimizde arkamızı döndük. Gelen Seobin'di. Biliyordum bizi yarı yolda
bırakmayacağını.

Ilwoo'da o sıra onunu sırtına geçirdi." Nerde kaldın şerefsiz"
dedi.

"Geldim işte"

Seobin müdür yanına gelince hafifçe eğildi.Müdür ona nerdeyse kızacakken
seobin "Hocam kız öğrenci getirdim." dedi.

Ne kız öğrenci mi? Hemde Seobin'le birlikte geldi. Ahh! olamaz hayallerim...










8.BÖLÜM



Başıma birisi sanki sopayla vurmuş gibi hissediyordum. Gözüm Seobin'de
takılı kalmıştı. Nerden bulmuştu bu kızı? Ve niye onla gelmişti? Aklımda binbir
soru; ama hiçbirinin cevabı yok. Ben bunlara dalmış, düşünürken Ilwoo kolumu
çimdikledi. Kafamı ona doğru çevirdim. Onun gözlerinde de şaşkınlık vardı.
Belliki o da bilmiyordu.

Bayan seul ve müdürün sonunda gözleri gülmeye başlamıştı.

"Hadi çocuklar servise..." dedi Müdür Dae.

Herkes gitmiş en arkada ben kalmıştım. O servise adımımı atarsam benim
cehennemim olacaktı. Bundan eminim. Ayrıca bu kızın kim olduğunu da merak
etmiştim. Koşarak servise doğru giden Ilwoo'ya yetiştim.

"Heyy! Baksana bu kim?" kafamla kIzı işaret etmiştim. Seobin'le
gidiyorlardı.

"Seobin'e çıkma teklifi eden kız." dedi soğuk bir şekilde.

Kafasını bana doğru çevirdi ve "belki de seni tutmamalıydım. Gidip
söylemeliydin. Bu daha çok işe yarar gibi görünüyor. Seobin'i daha önce hiç
böyle görmemiştim." dedi.

Sonunda servise bindik ve havaalanına yaklaştık. Gözüm bir türlü onlardan
ayrılmıyordu. O kadar yakın görünmeselerde kız birşeyler anlatıyor, Seobin ise
ona karşılık o havalı gülümseyişiyle gülüyordu. Ilwoo ise serviste ki tekli
koltuklara oturdu. Kafasını dışardan saniyesine ayırmadan, dışarıyı izledi.

Biletlerimizi almıştık. Uçağa binmemize daha 30 dakika vardı. Gözlerim
Seobin'den biran olsun ayrılmıyordu. Sanki ona bakmasam kız onu alıp
götürecekmiş gibİ hissediyordum.

"Bakmayı kes artık" dedi bir ses. Kafamı zor gücül ona doğru
çevirdim. Konuşan Ilwoo'ydu.

"Neden yanına gitmiyorsun arkadaşının" diye sordum.

"Seni ilgilendirmez." dedi. Pis soğuk. Adam gibi cevap versen
ölürsün zaten.

Müdür Dae hepimizi etrafına topladı. Belliki konuşma yapacaktı. Ellerini
birbirine kenetledi ve konuşmaya başladı.

"Oraya vardığımızda farklı bir dil, farklı insanlar olacak. Daha önce
hiç dışarı çıkmayanlar için alışmak baya zaman alacak" Doğrusu bu
söylediği tüylerimi diken diken etmişti. Kore'den dışarı admımı bile
atmamıştım. Burada en iyi sanırım Ilwoo. Sonuçta Newyork'tan geldi. Kafamı ona
doğru çevirdim. Rahatlığına da diyecek yok yani.

Müdür Dae konuşmasına devam etti."orda ki bir okula misafir olarak
gideceğiz. Ve hepiniz birer aile tarafından misafir kabul edileceksiniz."

Ne? Tanımadığımız, dilini falan bilmediğimiz bir ailede mi kalacağız. Şöyle
beş yıldızlı otel yok muydu? Ben onu tercih ederim. Hemen atladım. Buna hayatta
izin vermezdim.

"Müdür dae, sizde mi bir ailede kalcaksınız." Birbirine
kenetlenmiş ellerini ayırdı.

"Hayır, bir otelde kalcaz" dedi.

"Bende sizinle..." sözümü tamamlayamadan Ilwoo sözümü kesti.

" Bu bayramın özelliği bu. Her ülkeden giden çocuklar bir ailede
kalır." dedi. Çok bilmiş, ukala seni.

Bakalım hangi talihlinin evinde kalıcam?

-----------------

Yerlerimize yerleştik. Beni bir korku almıştı. Bunun bir nedeni başka bir
ülkeye gitmem olsada diğer nedeni hiç uçağa binmememdi. Ve ben bunu kimseye
söylememiştim. Söyleseydim, kesinlike beni götürmezlerdi. Koltularda her bölüm
iki kişilikti. Benim yanıma Ilwoo oturmuştu. Seobin ise o kızla. Kahretsin.

"Sen iyi msin?" dedi ılwoo.

Anladı mı acaba? Telaşlı bir şekilde " ne? yok....ben ....iyiyim."
dedim.

Yüzüne kurnaz bir gülümseme takınıp " Hiç uçağa binmedin değil
mi?" dedi.

"Ahhh! saçmalama canım. Kaç defa bindim hemde " dedim çocukça bir
şekilde gülümseyerek.

"İyi sen bilirsin." dedi ve kafasını her zamanki gibi pencereye
döndü.

Uçak önce hareketlendi ve uzun bir yol almaya başladı.

Gözüm kapalı bir şekilde "kalktık mı?" dedim.

"Daha değil."

Gözlerim hala kapalıydı. Ve ben acayip tırsıyordum. Bunu her ne kadar belli
etmemeye çalışsamda beceremiyordum. Yukarıya doğru havalandığımızı hissetim.
Ahh! midem. Dayanamıyorum. Emniyet kemeride zaten bir yandan midemi sıkarken
buna nasıl dayanırdım. Ellerimle koltuğumun iki yanını iyice kavradım. Bir anda
Ilwoo'nun eliyle ellerimiz birbirine değdi ve ben hemen geri çektim.



JEONG ILWOO'NUN AĞZINDAN



Her ne kadar korktuğunu belli etmemeye çalışsa da o bir ödleğin teki. Elleri
buz gibi de olmuş.

"Kusucam....kusucam..."

Bu kız neden bahsediyor böyle? Kafamı yavaşça ona doğru çevirdim. Bu hali
cidden hiç iç açıcı görünmüyordu. Hemen çantamda ki poşeti ona verdim.Ve kafamı
tekrar pencereye uzattım. Bu sahneyi görmek benim için de hiç iyi olmazdı.
Birkaç böğürme sesi duydum. Seobin sana bunu ödetcem. Alçak adam beni bir kıza
sattın.

"Teşekkür ederim"
dedi işkencesi bitince.

LEE DAHAE'NİN AĞZINDAN

Şimdi çok daha iyiyim.
Şimdi biraz da uçağın keyfini sürelim. Hostes aralıkta sürdüğü arabayla bize
doğru yaklaştı.

"Ne istersiniz?"
dedi. Sesi oldukça saygılıydı.

Ilwoo bir tane sandviç
istedi. Gözümü arabanın içinde gezdirdim. Ne ararsan vardı ve benim midem bir
kaç olaydan ötürü(adı bile midemi bulandırıyor) baya boşalmıştı.

"Ben bir kimchi, bir tane de soya soslu tavuk... ah! bir de kola"
dedim.

Aslında hepsini yemek vardı; ama kiloma dikkat etmeliyim öyle değil mi?

"Hepsini yiyecek
misin?" dedi ılwoo. Sesinde bir iğrenme vardı.

"Tabii . Sende o kadar
şeyi çıkar. Ve sonra acıkma .Olacak iş değil" dedim. Hafif bir tebessümle.

"O kadar şeyi
yiyorsun; ama hala çöp kadar incesin." kafasını tekrardan pencereye
çevirdi." Sanırım tek iyi yönün bu" dedi sonra.

"Bunu iltifat olarak
kabul ediyorum." dedim gülümseyerek.

Tüm yemeği sonuna kadar
yedim. Yemekten sonra üzerime bir ağırlık çöktü. Uykunun tadınada varmak
için biraz kestirmeye karar verdim.

Kafam büyük bir sarsıntıyla önümdeki koltuğa çarptı.

"Hı..hı...ne oldu?" diye etrafıma bakındım. Bir bayanın sesi
" Türkiye'ye gelmiş bulunuyoruz. Lütfen emniyet kemerlerinizi ikaz edilene
kadar açmayın." dedi.

Kafamı Ilwoo'ya doğru çevirdim. Kafasını cama yaslamış bir şekilde uyuyordu.
Ona doğru yavaşça yaklaştım. Ellerimle ona dokunmadan yüzünü inceledim. Yüz
hatları kaslı ve o kadar belirgindi ki. Alnına sarkan saçı onu çok yakışıklı
gösteriyordu. Gözlerini açtığı an hemen kendimi topladım ve kendi koltuğuma
yaslandım. Belli etmemeye çalışmak için önümdeki gazeteyi aldım.

Kurnaz bir gülümseyişle yüzünü bana doğru çevirdi "nasıl ama dünyada
bir ilk değil mi?" diye sordu.

"Ne?" dedim şaşkınca.

"Ben..yani beni izlemiyor muydun?" dedi.

"Hahh! kendinde misin? Türkiye'ye geldik. Dışardan ona
bakıyordum." dedim. İyi yırtmıştım.



----------------

Ya demek burası türkiye. Vay anasını havası aynı bizim Kore gibi. Sanki yeni
doğmuş bir bebek gibi derin derin soluk alıp verdim.

Müdür Dae ve bayan seul pasaportlarımızı görevliye verdi. Ve bizde beklemeye
başladık. Ilwoo Seobin'le konuşuyor. Kız ise onların yanında dikiliyordu.
Onlara doğru baktığımı nalayınca yanıma doğru yaklaştı ve elini uzattı.

"Adım Min Hye" dedi. Bende istemsizce elimi uzattım. "Senin
adın ne?"

"Da hae" dedim yine istemsizce. Ne o benimle arkadaşlık mı kurmaya
çalışıyorsun. Hiç uğraşma güzelim sen benim edebi düşmanımsın.

Servise bindik. Min hye bu sefer benim yanıma oturmuştu. Vay anlayışlı kız.
İki arkadaşı baş başa bırakıyor. Okulun giriş kapısında içeri girdik. Bir grup
bizi bekliyor olacaktı ki biz gelir gelmez konuşmalarını kestiler ve bize doğru
geldiler.

"Wlcome" dedi bir adam. Sanırım o da bu okulun müdürü. Bizim
müdürde karşılık verdi ve bizim usül kafasını eğdi. Ardından bizde eğdik.
Birkaç -her ne kadar ingilizde olsada bir kelimesini anlamam- bişeyler
konuştular. Bize doğru dört tane öğrenci yaklaştı. Onlarında ikisi kız ikisi
erkekti. Dördünüde süzebilme vaktim olmuştu. Erkekler bence hepsi birbirinden
şapşaldı. Kızlar deseniz biri gözlüklü onda inek havası vardı. Diğeri ise
saçını arkadan bağlamış ve kakülleri önüne doğru uzanıyordu. Doğrusu biraz bana
benziyordu.

Saçı kaküllü olan kız bana doğru yaklaştı ve "annyeonghaseyo"
dedi. Vay anasını dilimize konuşabilen bir türk. Bende kafamı hafifçe eğdim.
İçimden bu kızı sevmiştim.Umarım bu kızın evinde kalırım.

Allah'tan başka bişey isteseydim olurmuş. Adının Tuğçe olduğunu söyledi; ama
ona yuggun'da diyebilirmişim. Anlaşmamız zordu; ama korece,ingilizce karışık
bir şekilde,şöyle böyle anlaşıyorduk. Kim bilir belki anadillerini bile
öğretebilirdi bu kalın kafama










Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi 9.BÖLÜM 1.KISIM



Bu gece herkes-müdür ve Bayan Seul hariç-bir öğrencinin evinde kalacaktı.
Bende Yuggun'un evinde kalacaktım. Şimdiden kıza kanım kaynamıştı bile. Bizi
götürmeye aileside gelmişti.

Arabaya bindik. Burda da aynı Seul'da olduğu gibi arabalardan yol
görünmüyordu. Yol boyunca Yuggun'un ailesi pek konuşmadılar. Doğrusu şu anda
ben bile pek konuşmak istemiyordum. Onlar beni gözleriyle incelerken ben ise
dışarıyı meraklı bakışlarla izliyordum. Başka bir ülkede olmak beni
heyecanlandırıyordu. Anlamadığım dilde konuşmaya başladılar. Hep birlikte bir
şeylerden bahsediyor,gülüşüyorlardı. Sonra Yuggun bana doğru döndü. Korece
konuşmaya çalıştı. Doğrusu çok akıcı bir şekilde telafuz ediyordu.

"Yarın harika bir gün olacak." dedi gülümseyerek. Bende ona aynı
şekilde gülümsedim.

Yuggun'un babası arabayı park etti ve hepimiz dışarı çıktık. Etrafımda çok
katlı bir sürü ev vardı. Saymaya kalksam buna matematiğim yetmezdi.

"Hadi gidelim" dedi yuggun evin yolunu işaret ederek. Yuggun'un
ailesi önde, biz ikimiz arkada onları takip ettik. Bavul falan getirmemiştim.
Sadece küçük bir çantam vardı. İçinde pijamam,diç fırçam ve cüzdanımdan başka
birşey yoktu.

Kapıdan içeri girdik. Aynı bizde olduğu gibi onlarda eve girmeden
ayakkabılarını dışarda çıkarıyorlardı. Bu ülkenin geleneklerine sanırım kolay
alışacağım. Elimdeki çantayı hemen elimden aldı ve odası olduğunu tahmin
ettiğim bir yere girdi. Bende kafamı eğdim ve onun arkasından ilerledim. Bana
ait, dolabında yer bile ayırmıştı. Dolabın içi kocamandı; ama beni m orayı
dolduracak eşyam pek yoktu.

"Eşyalarını buraya yerleştirebilirsin." dedi korece. Bende ona
teşekkür ettim ve yerleştirmeye başladım. Ben eşyalarımı yerleştirirken
gözleriyle beni incelediğini farketmiştim.

Odasını şöyle bir göz gezdirdim. Klasik bir odaydı. Bir yatak,dolap, yatağın
ayak ucunda çalışma masası vardı. Gözüm dolabının üstündeki postere takıldı.
Aman allahım! Bu Lee min ho değil mi? Parmağımla lee min ho'yu işaret ettim.

Benim yanıma yaklaştı. "Onun büyük bir hayranıyım." dedi.

Ona doğru gülümsedim. Lee min ho'yu bende seviyordum. Bu kızın Kore'yi nasıl
bu kadar iyi tanıdığını merak ettim. Oysa ben Türkiye hakkında pek birşey
bilmiyordum ve bundan dolayı biraz utanmıştım.

"Sen baya ilgilisin galiba" dedim sevimli olmaya çalışarak.

"Sizi dizilerinizden tanıyorum." dedi tatlı bir gülümsemeyle.

Ahh! diziler. Diziler diyince benim için akar sular dururdu ve bu kızla
ortak bir yanımı bulmuştum. Dakikalarca dizilerden konuştuk. Yuggun bana
onun,bunun sevgilisi var mı diye soruyor, ben de ona zevkle cevap veriyordum.
Dakikalar dakikaları kovaladı . Kapının çalınmasıyla ikimizde birden sustuk.
Gelen Yuggun'un annesiydi. Bana korece "Daha tanışamadık. Tuğçe hemen
kaptı seni tabii. Adım Zeynep" dedi. Beni bir şaşkınlık almış,götürmüştü.
Yuggun'un anneside Korece konuşmuştu.

"Sizde mi konuşuyorsunuz korece" diye sordum kekeleyerek.

Bana doğru gülümseyerek "Naparsın evde 24 saat kore dizileri izlenince
bizde de kulak dolgunluğu oldu" dedi ve devam etti "hadi gelin
bakalım yemek hazır."

Ahh! tam zamanı. Acayip acıktım.

Yemek, yemek.... Heyecanla masaya yerleştim. Bakalım menüde ne var.

Masadaki yemeklerin hiçbirini tanımıyordum. Hepsinin kokusu,görüntüsü
yabancı gelmişti. Heyy! nerde kimchi,ramen...

Herkes tabaklarına yemeklerini aldılar. Önce sanırım bu çorbaydı. Ondan
başlanıldı; ama bana kokusu çok garip gelmişti. Zeynep teyze(ona böyle
seslenmemi söyledi.) yüzümden hoşlanmadığımı anladı ki "sevmedin
sanırım" dedi. Bu aileyi üzmek en son isteceğim şeydi. Sonuçta misafir
umduğunu değil bulduğunu yerdi.

Kafamı hayır anlamında salladım ve kaşığımı çorbaya daldırdım .Tüm aile
benim başlamamı bekliyordu sanki. Hepsinin de gözleri bendeydi. Ağzımı kocaman
açarak "mükemmel" dedim. Onlarda yemeğe başladılar. Çok şanslıydım.
Bu aile mükemmeldi hem korece konuşabiliyorlardı. Az da olsa. Hem de çok cana
yakındılar. Yemekten sonra benim için korece film bile izledik.Doğrusu
koydukları film 2010 yapımıydı ve ben bunu 3 kez izlemiştim; ama yine
izleyebilirdim. Zeynep teyze bize mısır patlaşmıştı ve biz mısırı havaya atıp
ağzımızda yakalamaya çalışıyorduk. Bu gerçekten de hayatımda geçirdiğim en
harika gündü.



-------------------



Yuggun'un ailesiyle vedalaştım ve Yuggun'la birlikte servise binerek okul
yulunu tuttuk. Yol boyunca onun mp3 çalarından Big bang dinledik. Onun en
sevdiği grupmuş ve ben bir kez daha Yuggun'la ortak bir yanımızı bulmuştum.

Sanırım en geç biz kalmıştık. Herkes bahçedeydi. Biz bahçenin kapısından
içeri girince herkesin yüzü bize çevrildi. Seobin ve Ilwoo birlikte
konuşuyorlardı. Gözüm bir anda Seobin'e takıldı. Yuggun'un beni dürtmesiyle
kendime geldim ve ona gülümsedim.

Müdür Dae hepimizi etrafına topladı. Yüzünde güller açıyordu sanki. Bizim
asık suratlı Bayan Seul'un bile yüzü gülüyordu. Bu biraz garibime gitmişti
doğrusu.

"Şimdi çocuklar Anıtkabir'e gideceğiz." dedi. Orası da neresi?
Sorumun cevabını Müdür Dae verdi bile.

"Türk milletinin en sevdiği insanın yattığı yer." dedi.

Hepimizin bahçedeki servislere binmesi söylendi. Yuggun beni bir dakika bile
yalnız bırakmıyordu. Bu çok hoşuma gidiyordu. Onunla harika bir ikili olmuştuk.

Servise doğru ilerlerken biri kolunu bana doğru uzattı.

"Ne var Ilwoo" dedim.

"Görüşmeyeli nasılsın?" dedi gülümseyerek.

"Seni görene kadar iyiydim" dedim ve hızlıca onu arkada bırakıp
yürüdüm.

"Çok yakışıklı" dedi Yuggun gözüyle Ilwoo'yu işaret ederek. Ahh!bu
kız. Bak işte bu konuda sana katımıyorum. Ilwoo'nun yanındaki oğlanı görmedi
galiba. Onu görse kesin bayılırdı.

Onnun bu söylediğine aldırmadan yürüdüm.

"Ama sen yanındakiyle ilgileniyorsun galiba " dedi kurnazca
gülümseyerek.

Hıııhhh? Bir anda olduğum yerde kala kaldım. Kafamı çevirip yüzüne şapşalca
baktım. Yüzünde tatlı ve bana herşeyi analatabilirsin, çok iyi sır tutarım gibi
bir hava vardı.

"Bu aramızdaki büyük sır olsun" dedim işaret parmağımı sus
dercesine .

"O zaman bir tane daha büyük sırrımız olsun" dedi gülümseyerek.

Ilwoo'nun yanındaki çocuğu gösterdi. "Bende ondan hoşlanıyorum."
dedi.

Hoşlandığı çocuğu göz ucuyla şöyle bir inceledim. Gözleri aynı bize
benziyordu.

"Vayy anasını ondan neden hoşlandığını anladım." dedim kurnazca.

Kolumdan tuttu ve beni salladı." dimi? Ne kadar da çok size benziyor.
Doğrusu onu ilk gördüğüm andan beri o benim kore prensim." dedi. Beni
bıraktı ve sanki büyük bir hayale dalmış gibi yürüdü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:43 pm

Hikayenin
adı:tatlı cadı


Yazar:derya

Kahramanlar:lee
dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma göre kahramanlar
artabilir.


Bölüm
sayısı:belli değil


Türü:romantik-komedi



9. BÖLÜM
2.KISIM


"Da
hae, sen servise bin.
Ben bir tuvalete
gideceğim." dedi Yuggun. Beni servise doğru itekleyerek.


Aradan beş dakika geçti, on dakika geçti;ama Yuggun'dan ses seda yoktu.
Servis tam kalkacaktı ki


"Bekleyin Yuggun yok." dedim bağırarak.

Müdür Dae etrafına şöyle bir bakındı. "Ilwoo nerde?" diye sordu.
Gerçekten Il woo'da yoktu serviste. Yuggun'un lavaboda olduğunu biliyordum;ama
Il woo denen züppenin nerde olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu.


" Ilwoo acil bir işi olduğunu söyledi" dedi Seo-bin.

Aradan beş dakika daha geçti. Yuggun koşarak servise bindi ve herkesden özür
diledi.


Yanıma
oturduğunda kafamı ona doğru çevirdim ve "ne oldu?" diye sordum.


Gözlerini
kocaman açtı. Bakışlarını bana dikti.


"Hi....hiç bir şey. Sadece isal olmuşum." dedi kekeleyerek.

Hala Ilwoo'dan haber yoktu. Sorumsuz şey. Bunca insanı bekletmeye utanmıyor
galiba.


Hahhh! işte
orda. Şunun haline bak nasılda salına salına geliyor. İnsanı çıldırtmak mı
istiyor bu adi.Müdür Dae kafasını pencereden çıkardı ve elini acele et
dercesine salladı. Şoför servsi ona doğru sürdü ve tam yanında durdu. Yoksa bu
adi gelene kadar üsküdar geçilecekti. Doğrusu bu kadar acil ne işi olduğunu
merak etmedim diyemem.


-----------------------

Serviste
Yuggun'la beraber çene çalıyor, biribirimizle şakalaşıyorduk. Bazen o kadar
ileri gidiyorduk ki sesimiz servisin içinde parlıyordu ve herkes ayıplarcasına
bize bakıyordu. Bizde hemen kafamızı yere eğiyorduk;ama içten içe de gülmeye
devam ediyorduk.


Anıtkabir
denilen yere sonunda gelmiştik. Müdür dae hepimize onu takip etmememizi
söyledi. Ne olur ne olmaz kaybolurmuşuz diye. Yanımda Yuggun varken kaybolur
muydum hiç? O sırada biri koluma uzandı. İkimizde arkamızı döndük.. Gelen Hye
jin'di. Elini Yuggun'a doğru uzatti. Gözlerimi kocaman açtım. Vayy anasını
doğrusu ondan böyle bir hareket beklemezdim. Yuggun'da elini ona doğru uzattı.
Tokalaştılar.


"Benim
adım Hye jin." dedi gülümseyerek.


Yuggun biraz
tereddütten sonra cevap verdi.


"Benimki
de Tuğçe"dedi onun aksine soğuk bir sesle.


İkiside
ellerini birbirinden ayırdılar ve Hye jin bana yan bir bakış atıp, yanımızdan
ayrıldı. Bende hala ona bakakalmıştım. Koştu ve Seobin'in koluna girdi. Ağzım
açık bir halde onlara bakıyordum. Yuggun'un beni dürtmesiyle sessizce yürümeye
başladım.


"İkisi
çıkıyorlar mı?" diye sordu Yuggun.


"Haa?"
dedim şaşkınca. "sanırım..."


"Sanırım
mı? Emin değil misin?"


Kafamı hayır
anlamında salladım. "Çıkıyorlardır herhalde..." dedim bıkkın bir
şekilde.


"Doğrusu
Da hae, sen ondan daha güzelsin." dedi gülümseyerek.


Yuggun'un
bozuk keyfimi yerine getirmeye çalıştığının farkındaydım. Ona doğru hafif bir
tebessüm ettim;ama o kadar. İçimden başka birşey gelmiyordu. İkisinin o
konuşmaları, gülüşmeleri beni yerle bir etmişti. Kalbimin sızısının uçup
gitmesini, bu günün tadını çıkarmayı öyle çok istiyordum ki. Ben bunlara
dalmış,yürürken birisinin bana çarpmasıyla kendime geldim. Kafamı birkaç kez
yere eğdim ve özür dilemeye başladım.


O ne?
Yuggun?


Gözümle
çevreme bakındım. ne Yuggun ne de Seobinler görünüyordu ortalıkta. O kadar
kalabalık vardı ki! İnsanlara koşarken çarpmadan edemiyordum. Nerdeydi bu kız?
Burada, tanımadığım bir yerde kaybolmuştum. Bu olacak iş değildi. Kalbim
korkudan çok hızlı atıyordu. Bu kadar kalabalıkta onları nasıl
bulacaktım?




JEONG
ILWOO'NUN AĞZINDAN




Vay canına.
Bu ne kalabalık böyle. Herkesin elinde bir bayrak bir o yana bir bu yana
sallıyor, kendilerini o bayrağın nazik salınışına bırakıyorlardı.


"Yardım
edin, Da hae, Da hae yok."


Kimdi bu
bağıran? Nefes nefese Müdür Dae'nin yanına gitti.


"Da hae
yok, kayboldu."


Bu Da
Hae'nin yanında ki kızdı. Telaşlı bir şekilde müdüre bir şeyler anlatıyor,
Müdür Dae ise o konuştukça gözleri daha da irileşiyordu.


Eline
telefonu aldı; sonra birşey hatırlamaçasına durdU ve bakışını bana çevirdi.
Yanıma doğru koşar adımlarla yaklaştı.


"Sende
Da hae'nin telefonu var mı?" dedi.


Onun
telefonu mu? Niye ki?


Kafamı hayır
anlamında salladım. Bayan Seul haberi duymuş,ama emin olmak için Müdür Da'ye
"ne oldu?" diye tekrar sordu.


"Kayboldu"
dedi telaşla Müdür Dae.


Herkesi
başına topladı ve konuşmaya başladı.


"Çocuklar
ayrılıp Da hae'yı arayacağız. Yarım saat sonra bulsanızda bulamasanızda şu
askerlerin nöbet tuttuğu yerin yanında buluşalım.
Tamam
mı?" dedi.


Bir anda herkes, telaşla her yere dağıldılar.

Benim ise
umrumda değildi. Onca insan elbet bulabilirdi.




LEE DA
HAE'NİN AĞZINDAN




Etrafımı
şöyle bir gözden geçirdim. Daha önce ki yerden baya bir uzaklaşmıştım. Bu
insanların dilinden de anlamıyorum? Nasıl anlatacağım onlara. Hem onlardan
telefon istesem bile kimin telefon numarasını ezbere biliyordum ki.


Orada
bulunan çimenlerin üstüne oturdum. Bacaklarım koşmaktan ağrıyordu. Artık bir
adım bile yürüyemezdim. Hem belki yokluğumu hissetmiş, beni arıyorlardır bile.
Güneşte tam tepemde, susuzluktan ölebilirim.
Yorgunlukk....güneş.....susuzluk...


Bayılmamak
elde değildi. Kendimi çimenlerin üstüne bıraktım. Elimden hiçbir şey
gelmiyordu. Halsizlik ve susuzluk beraberinde uykumuda getirmişti. Tam
gözlerimi yummuş , uykuya dalıyordum ki kaba bir el beni dürttü.


"Heyyy,
uyan. Heyyy"


Gözlerimi
güneşten dolayı tam açamıyordum. Tek gözümü kıstım ve karşımda eğilmiş bana
bakan kişiye dikkatlice baktım.




JEONG
ILWOO'NUN AĞZINDAN



Şİmdi herşey yolunda






Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Yayınlayan Admin:Sassy

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi 10.BÖLÜM



<<<<<""""JEONG IL
WOO""""">>>>> GERİYE BAKIŞ

"Müdür Dae, Da Hae'yı buldum. Siz kafetaryaya gidin, biz
geliyoruz."

İşte oldu. Şimdi geriye Seo-bin'in onu bulması kalıyor. Eğer Yuggun
olmasaydı; sanırım bu işin içinden çıkamayacaktım.

Elime telefonu aldım ve hızlıca numarayı çevirdim.

"Seo-bin nerdesin?"

"Kızı arıyoruz ve nerde olduğumuzu cidden bilmiyorum?" dedi.
Sanırım peşine o kızıda takmış. Lanet olsun!

"Seo-bin, gelirken aslanların olduğu bir yoldan geçmiştik hatırlıyor
musun?"

"Evet, ne olmuş?"

"Orayı geç;sonra sola dön."

"Niyeymiş?" Lanet çocuk! Bir kere de dediğimi yapsan. Bir yerin
çatlıcak dimi?

"Soru sormayı kes ve yalnız gel."

"İyi be, tamam."



<<<<<""""LEE DA
HAE"""">>>>>



Güneş çok fazla parlıyordu ve ben gözlerimi milim oynatamıyordum.

"Hey, hadi kalk.
Milleti korkutmaya nasıl cesaret edersin?" dedi. Tanıdık gelen bir ses.
Beni kollarımdan tuttu ve ayağa kaldırdı. Başı güneşin yüzüme gelmesini az da
olsa engelliyordu. Olamaz bu oydu. Yuvarlak çenesini ve çenesindeki gamzeyi
nerde görsem tanırdım.

"Se...Seo...Seo-bin"
dedim şaşkınlıkla. Şu anda onun kolları arasındaydım. Ama niçin? Ne oldu ki?

"Ne oldu?" diye
sordum kendime gelmeye çalışarak.

"Küçücük yerde bile
kaybolmayı başarabiliyorsun?" dedi gözlerini bana devirerek.

Küçücük bir yer
olabilir;ama ne dilini anlıyorum ne de insanını tanıyorum. Gel bir de
sen kaybol. Hem telefonum bile yok. Düşüncelerimi bölen Seo-bin oldu.

"Acele edelim. İnsanlar meraklandı"

Beni sıkıca tutan kollarından kurtulmaya çalıştım. "Bırakabilirsin, ben
giderim."

"Hııı...tamam o zaman" diyerek beni hemen bıraktı. Ben böyle bir
oduna mı aşık oldum yani. Genelde ısrar etmeleri gerekmez mi? Başka çare yok.
Ben kaşındım. Kollarını hemen gevşetti ve hızla ilerlemeye başladı.

"Yaa.. bu ne uyuşukluk. Hızlı olsana." dedi arkasını dönerek.

Nasıl olabilirdim ki! Topalladığımı yeni farkediyordum. Sağ ayağımın üzerine
hiç basamıyor; ne kadar zorlasam da olmuyordu.

Hızla yanıma geldi.

"Gene ne var?" diye sordu bıkkın bir sesle. Sanırım beni ararken
baya yorulmuş olmalı.

"Şeyy...sanırım, ben yürüyemeyeceğim." dedim utanarak. Bu demek
oluyordu ki benim yürümeme yardım edecek. Aslında bir bakıma sevinebilirdim.
İlk kez onunla bu kadar yakındık ve ilk kez konuşmamız iki üç cümleyi geçmişti.
Genelde fazla kalemin var mı?, kontörün var mı? gibi konuşmalar geçiyordu
aramızda.

Fazla zaman kaybetmeden kolumu omzuna attı ve yavaş yavaş yürümeye başladık.
Seo-bin'in nefes alıp verirken genişleyen göğsü ve yutkunurken boğazının o
hareketi beni kendimden almıştı. O beni yürütmeye çalışırken ben bakışlarımı
ondan bir dakika bile alamıyordum. OMO! O da ne? Kafasını bana doğru çevirdi ve
ben yüzümü hemen aşağıya eğdim. Kızarmamak elde değildi.

Bir kapının önünde durduk. Eline telefonu aldı ve konuşmaya başladı.

"Geldik.....sanırım burası......o da burda" Kimle konuştuğunu
anlamamıştım.

Birden birinin kolunu omzumda hissettim beni kendine hızlıca çekti. Yuggun
heycanlı bir şekilde konuşuyordu. "Çok korktum Da hae, üzgünüm seni
bırakmamalıydım." dedi.

Bende sırtını nazikçe ovaladım.

"İyiym,cidden"

Bakışlarını kocaman açtı ve etrafa bakındı. Gözleriyle sanki birini arıyor gibiydi.
O sırada bize doğru gelmekte olan Ilwoo'yu gördüm. Şuna da bakın. Herkes
meraktan çatlarken o kendi halinde mutlu. Yüzüme bile bakmadan Seo-bin'in
yanına yaklaştı ve onun sırtına bir tane vurdu. Neydi bu şimdi?

Müdür Dae, arkamdaki kapıdan hızlıca çıktı. Doğrusu bana bağıracağını
sanmıştım;ama çok yumuşaktı. Doğrusu bu adamı ilk kez böyle görüyordum. Bayan
Seul bile koşarak bana sarıldı.

Uçağımızın kalkmasına son üç saat kalmıştı. Bu zamanda bizi, Ankara'nın
tarihi-turistik yerlerini ve eğlence parklarını gezdirdiler. Müüdür Dae her ne
kadar lunaparka gitmek istemesede-bence korkuyordu öyle şeylerden-oylamayla
gittik. Doğrusu bu her okulda yapılmazmış;ama Yuggun ve arkadaşları müdürle biz
gelmeden anlaşmışlar. Lunapark insanlarla kaynıyordu. Bağrışmalar, gülüşmeler
ve hatta kusmalar.

Seo-bin'e o zamandan beri hiç bakmadım. Ciddden şu sıra eğlenmek en büyük
amacımdı. Ayağımın ağrısı bile geçmişti şimdiden. Tabii-her ne kadar itiraz
etsem de-Yuggun kolumu hiç bırakmıyordu. Sanki kendini suçlu hissediyor
gibiydi. Lunaparktaki en tehlikeli şeylere binmek istiyordum. Ama herkes
çarpışan araba,dönme dolap gibi absürt şeylere binmek istedi. Çocuk
beyinliler.. Yuggun'u o kadar ikna etmeye çalıştığım halde nuh diyor peygamber
demiyordu.

"Hayır,hayır,hayır Da hae kimse beni bindiremez o korkunç
şeylere." dedi kafasını hızla sallayarak.

"Lütfenn...hadi ama baksana insanlar nasıl da eğleniyor." dedim
kendimi masum göstererek.

Ama hiçbir işe yaramadı. Sanırım kendim binecektim.. Aralarından en
tehlikeli olanı seçtim.

A-A! Bu Seo-bin ve Ilwoo
mu? İnanmıyorum. Onlarda benimle aynı bilet gişesinde. Seo-bin'in sümüklü
böceği-yanından hiç ayrılmayan kız-yoktu. Ödlek, yemedi tabii. Bilet
gişesinde dört kişiydik. Onlar en önde, benim önümde de bir kız ve sonra ben.

"Heyyy."

Biri bana mı sesleniyordu.
Etrafıma bakındım. Anlamadığım bir dilde ahjussi beni yanına çağırıyordu.
Yanına doğru ilerledim. Yabancı olduğumu anlamış olacak ki bu sefer bana
işaretle bir şeyler anlatmaya başladı.

Bu ahjussi cidden ne
yapmaya çalışıyor? Neymiş erkek kız oturalım ki;erkekler bizi korusun. Ayhhh!
ve bu erkek Ilwoo. Eğlencemin içine ettin be ahjussi.

Yavaşça yanına yaklaştım,
gözlerimi ondan kaçırmaya çalışıyordum. Doğrusu onunda bana baktığı yoktu.
Seo-bin ise tam arkamızdaydı. Yüzünü ne kadar uğraşsamda göremiyordum. Yanına
geçtim ve kemerimi bağladım. Bindiğimiz şeyin her yeri kafeslerle çevrilmişti.

"Ilwoo, en sağlam olan
sıradaki oyunun parasını öder" dedi Seo-bin arkadan sırıttığını
duyabiliyordum.

"Cebindeki paralara
sahip çık o zaman, düşmesin" dedi Ilwoo kurnaz gülümseyişiyle.

"Görücem seni aşağıda" dedi seo-bin.

Bu ikisinin konuşmalarını dinlerken alet başladı çalışmaya. Her ne kadar
tehlikeyi sevsem de doğrusu buna ilk kez biniyordum. Dışardan gerçekten çok
sıra dışı gelmişti. Seul'da bunun gibi yoktu nedense. Gittikçe hızlanmaya
başlamıştı. Bir elimle önümde ki emniyet çubuğunu tutarken, diğer elimle ise
kafesi tutuyordum. Şimdi yüzseksen derece dönmeye başladık. O sırada bu
hareketliliğe birde müzik eklendi. Şimdi tam sırasıydı. Ağzımı kocaman açacak
ve bağıracaktım. Bunun zevki başka nasıl çıksın ki? Yanımdaki gibi heykel gibi
oturacak değildim yaa.

Başladım bağırmaya. Bağırıyor...bağırıyor ve bazen ise elimi bırakıp alkış
tutturuyordum. Benim bu bağırışıma bir de Seo-bin'in yanındaki kız eklendi.
Onunki daha çok korkudandı.

"Ilwoo, sen de bağır" dedim.

Beni hiç önemsemedi. Kolunu dürttüm ve "hadi bağır" dedim.

Kafamı ona doğru çevirdim. Sanki midesi kalkmış gibiydi. HAhh! bir de
kendine çok güveniyor.

"Heyy, Ilwoo bağır, kendini iyi hissedersin" dedim. Ardından
tekrar bağırdım.

"Sen ne bilirsin ki." dedi. Nasıl bilmem. Ben bu işin ustasıyım.

"Bak beni bir dinle. Ağzını ayırana kadar bağır" dedim.

Sanırım kendini zorluyordu. Tam bir kilometreden aşağı inecektik ki Ilwoo
bağırmaya başladı. Aşağıya indiğimizde ikisinin de binmeden önceki hallerinden
eser yoktu. Gülmemek için kendimi zor tuttum.

Yuggun ise kendi okullarının müdürü, Müdür Dae ve Bayan Seul ile birlikte
çarpışan arabalara binmişlerdi.

3 saat çabucak bitmişti. Hep birlikte Yuggun'ların okuluna gittik. Orda
ayrılacaktık. Dakikalarca sarıldık. Sarılırken kulağıma doğru yaklaştı ve
"Ilwoo'ya teşekkür etmelisin." dedi ve hemen geri çekildi. Ben ise ne
olduğunu anlayamamıştım. Ona neden teşekkür etmeliydim ki? Hem onun bana
teşekkür etmesi gerekmez miydi? Az daha insanları kusmuk yağmuruna tutacaktı.

Kafamı ona doğru çevirdim. "Neden?" diye sordum.

Kafasını salladı ve "Önemli değil." dedi.

Ama ben bunu öğrenirdim.



Beğenmeniz ve bol bol yorum yapmanız dileğiyle^^











Hikayenin adı: Tatlı cadı

Yazar: Derya

Kahramanlar: Lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı: Belli değil

Türü: Romantik-komedi



11.bölüm



Bu seferki yolculuğum, öncesine göre daha rahat geçmişti. Ama ben ne olur ne
olmaz diye çantamı poşetlerle yine de doldurmuştum.

Evi,kızları herkesi çok özlemişim; bunu farkettim. Müdür Dae, herkesi
evlerine tek tek bırakacaklarını söyledi.

Seo-bin hemen lafa karıştı.

"Müdür Dae, siz zahmet etmeyin biz taksiyle gideriz." dedi
Ilwoo'ya bakıp;kurnazca gülümseyerek.

"Ahhh! bu çok iyi Seo-bin. Zaten sizin oraya gidene kadar baya benzin
yakardık."

Cimri müdür. Doğrusu yalanda değildi. Bizim semt Seul'un az buçuk
dışındaydı. Müdür Dae ardından sözüne devam etti.

"O zaman Da hae'yi de götürün. Sonuçta aynı yerde oturuyorsunuz."

Ahh! süper. Müdür, senin aklın arada çalışıyor be.

"Olmaz." dedi Ilwoo sakin bir şekilde.

Kafamı hemen ona doğru çevirdim ve tiksinç bir bakış attım. Pis herif.
Çeneni eşek arıları soksun.

"Hem onun parası da yoktur, beleşe götürmeyiz kimseyi" dedi
kurnazca gülümseyerek.

Senin parana mı kaldım ben. Görürsün sen.

"Hıhh... hiçte bile. Parana mı kaldım?"

Sanki kendi parası. Babasının parasının üstüne yatan hanım evladı. Ne olcak?

"İyi o zaman." dedi ve Seo-bin'e göz kırptı. Sanırım bu "hadi
gidelim" demekti.

"İyi günler" diyip bende arkalarından koşarak yetiştim.

Arabada en öne oturmuştum.

Seo-bin, Ilwoo'ya Türk kızlarından bahsediyordu. Ne kadar güzel
olduklarından, bir kaç gün daha kalsalarmışta iyice bir alışsalarmış Türkiye'ye
falan. Türkiye'ye mi yoksa başka şeylere mi? Ahh! Seo-bin, gözünün önündekileri
neden görmezsin ki. Beni hiç aldırdıkları yoktu. Var mıyım yok muyum
umurlarında bile değildim.

"Da hae, burdan sonrasını kendin gidebilirsin değil mi?"

Nasıl? Seo-bin neden bahsediyorsun sen?

"Ne?" dedim şaşkınca.

"Ahjussi, sağ köşede dur" dedi Seo-bin aceleyle.

Bunlar ne yapıyordu böyle? Bİr kızı tek başına nasıl bırakırlardı? Birde
erkeğiz diye geçinirler.

Seo-bin ilk önce indi. Ilwoo tam inerken ahjussiye cüzdanından para uzattı.

"Kızdan almayın." dedi ve çıktı.

Vay anasını! Ilwoo centilmen mi olmaya çalışıyor. Bir kafamı arkaya
çeviirdim. Onlardan çoktan uzaklaşmıştık bile.

"Hangisi sevgilin" dedi ahjussi kafasını bana doğru çevirerek.

"Hi...hiçbiri" dedim. Yanaklarımın kızarmasını engelleyemedim.

"Zaten bu ikisinden hiçbir şey olmaz kızım" dedi. Bana karşı
sevecen olmaya çalışıyordu belliki. Bu ahjussi yoksa bir şey mi anladı. Ahh!
kahretsin. Dikiz aynadan Seo-bin'i dikizliyordum;ama görebilir miydi? Yooo yoo
bu imkansız.

Eve sonunda gelmiştik. "Teşekkür ettim" ve koşarak eve gittim.
Zili çalar çalmaz annem kapıyı açtı ve boynuma kocaman sarıldı. Annemin
kollarından kurtulur kurtulmaz, babamın kollarına atıldım. O da beni kocaman
kucakladı. Gözüm Min ho'ya takılmıştı. Salonda kitap okuyor, geldiğimi
umursamıyordu bile. Koştum ve boynuna sarıldım.

"2 günlüğüne gittin, bu ne sulanıklık." dedi beni kollarımdan
iterek. Ben ise onu hala kendime doğru çekiyordum.

"Özlemedin mi beni" dedim ona doğru gülümseyerek.

"Evin içi sensiz çok daha iyiydi." dedi beni başından savurarak.

"Anne, Hero nerde?" dedim. Gözlerim her yerde onu arıyordu. Sesimi
duyar duymaz, koşması gerekmez miydi?

"Şeyy...kızım...Hero" dedi kekeleyerek.

"Ne var" dedim. Sesim fazla hiddetli çıkmıştı.

"Söyleyin de kurtulun" dedi Min ho keskin bir bakışla.

Neler oluyordu böyle? Hero nerde? Koşarak annemin yanına gittim.

"Annecim ne oldu?...Hero nerde?" dedim. Ağlamak üzereydim.

-----------------

Bu nasıl olur? Ne zamandır bizimle yaşıyordu;ama hiçbir sorun çıkmamıştı.
Şimdi bu da ne demek? Onu artık apartmanda istememek... Bu insanlar çıldırmış
mı?

"Ama daha önce böyle şeyler hiç olmadı?" dedim. Gözümden bir damla
süzülmeye başlamıştı.

"Sen gidince oldu zaten" dedi babam.

"Onu aramaya çıkıyorum" dedim ve ardından sertçe kapıyı çektim.
Arkamdan beni çağırmaları falan umurumda değildi. Ben olmasam bile ona sahip
çıkmalıydılar. Şu anda dışarda. Kimsesiz. Ne yapıyordur?

Merdivenlerden aşağı hızlıca indim.

Olamaz, yağmur! Bir bu eksikti.

"Hero....Hero....Hero..." diye bağırıyordum;ama sesime karşılık
hiçbir havlama alamıyordum. Kesinlike buralarda bir yerdeydi. Eminim. Bunu
hissedebiliyordum.

Sesim kısılana kadar bağırmaya devam ettim;ama artık bağıracak ses bile
kalmamıştı bende. Her yerim çamur içinde kalmıştı. Saçlarım banyodan
çıkmışçasına sırık sıklamdı.

Olamaz. Bu Hero'ydu. Parktaki banklardan birinin altına girmiş,yağmurdan
korunmaya çalışıyordu. Ona doğru koştum ve her ne kadar sesim kısılmış olsada
bağırdım.

Kafasını bana doğru çevirdi. Şaşkınlığın ardından bana doğru koşmaya
başladı. İkimizin kucaklaşması dakikalarca sürdü. Onun o tüylü sırtında
dakikalarca ağladım. O ise durmadan havlıyordu.

Ayağa kalktım ve başını okşadım.

"Uslu çocuk, sessiz ol! Burdan da kovulmak istemezsin değil mi?"
dedim gülümseyerek.

Onaylarcasına havladı.

Etrafımı şöyle bir gözden geçirdim.

"Madem seni eve almıyorlar. O zaman bizde sana ev yaparız" dedim.
kafasını okşayarak.

Hero'yla birlikte apartmanların ilerisinde ki depoya gittik. Oradan işe
yaramayan birkaç odun ve demir parçaları aldım. Geriye çivi ve çekiç bulmak
kalmıştı. Onları da gizlice sorumluların odasına girdim ve cebimi, ne kadar
sığdıysa çiviyle doldurdum.

"Hero nasıl bir ev
istersin? Dubleks,triplesk..." dedim ona doğru gülümseyerek.

"Havv havv havv"
dedi. Sanırım bu üç havlama triplesk istediğini gösteriyordu;ama maalesef oğlum
ustadan anca dört köşeli,kapılı bişey çıkacak. Daha onun çıkması bile makul
değil yaa.

Ben, genelde kimsenin
uğramadığı bir yerde kulübeyi yapmakla uğraşırken; Hero yanımda, gözlerini hiç
ayırmadan bana bakıyordu. Birden havlamasıyla irkildim. Dalgınlığıma
geldiğinden çekici elime vurdum.

"Ne oldu Hero"

Hala havlamasına devam
ediyordu. Arkamı döndüm ve bize gelmekte olan birini gördüm. Hızlıca bize doğru
koşuyordu. Bu kişiyi göremiyordum. Yağmur bulanıklaştırıyordu görmemi. Daha da
yaklaştı. Gelen Ilwoo'ydu.

"Heyy! şu arsız
köpeğini çek yolun ortasından" dedi Hero'ya doğru bağırarak;ama ben üstüme
alındım.

"Çimenlerin üstünden geç" dedim umursamazca.

"Yaa. Ayaklarım çamur mu olsun istiyorsun sen?" dedi. Bu sefer
bana doğru bağırmıştı. Onun ardından Hero havlamaya başladı.Gözlerini bana
doğru diktiğini hissettim bir an.

"Sen ne
yapıyorsun" dedi. Bu sefer sesi sakin çıkmıştı.

"Kör müsün? Odun kırıyorum" dedim.



<<<<"""JEONG
ILWOO'NUN"""">>>>

Odun mu kırıyor yoksa elini mi? Şu haline bak elin kanıyor.

"Odun mu kırıyorsun elini mi??" dedim ona doğru kurnazca
gülümseyerek.

"Sana ne? İstediğim yerimi kırarım" dedi bağırarak. Bu dediğinin
saçmalığını anladı ki yüzünü hemen önüne çevirdi ve tekrar odunu-bence
elini-kırmaya başladı.

Doğrusu sabah ona karşı ne kadar iyi bir insan olduğumu göstermiştim; ama
sanırım bunu bir kere daha gösterebilirim.

Elindeki çekici elinden kaptım ve

"Bunla kırılmaz" dedim sırıtarak.



<<<<""""LEE DA HAE'NİN
AĞZINDAN>>>>""""

Bu çocuk şimdi ne yapıyor böyle? Yanlış görmüyorum değil mi? Odunu kırıyor.
hemde nasılda çevik. Benim bir saat uğraştığımı o beş dakikada kırıverdi. Odunu
kırarken ne kadar da yakışıklı görünüyor.

Ahh! Da Hae saçmalamayı kes. O egosunu tatmin eden, hıyarın teki. Sabahki
yaptığınıda unutmadım daha. Yanına doğru yaklaştım ve taşın üzerinde duran
odunu aldım.

"YA! senden yardım isteyen mi oldu? Kendi işine bak" dedim.
Sinirli olmaya çalıştım;ama pek beceremedim. Doğrusu bu hareketi hoşuma gitmedi
değil.

"İşim bu" dedi.

Bu cidden neden bahsediyor böyle?

"Ver ben yaparım" dedi ve elimdeki odunu kaptı.

İnat değil mi? Bende onun elinden odunu tam alacaktım ki o benden önce
davrandı ve elini çekti. Elim boşlukta kalmıştı ona doğru uzanırken. Kendimi
her ne kadar geri çekmeye çalışsamda becemedim. Kendimi ona sarılırken
bulmuştum.



yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum^^











Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi





12.BÖLÜM



Niye? Niye? Niye?

Kafamı hala onun göğsünün üstünde tutuyor, bir türlü kendimi geri
çekemiyordum. Geri çeksem hem nasıl yüzüne bakıcaktım? Utancımdan şu anda yerin
dibindeyim. Beni kendime getiren Hero'nun havlaması olmuştu. Hemen doğruldum ve
onun elindeki odunu aldım.

Sinir bozucu herif nasılda gülüyor. Yerler çamur olmasa, yerlere yatacak.

"Yaa! niye gülüyorsun?" dedim bağırarak.

Baş parmağıyla yüzümü işaret etti. "Sen...sen çok komik
görünüyorsun."

Ellerimle yüzüme dokundum. Yüzümde ne olabilirdi ki!

"Yüzümde ne var?" diye sordum.

"Yüzünde bişey yok. Sadece kızarmış." dedi hala
gülümsüyordu.

Ahh! olamaz. Bu vücud neden benim sözümü dinlemez ki? Yine beni ele verdi.
Kendimi bir şekilde savunmalıyım.

"Bu yağmurda saatlerce sende dur da görelim?" dedim kurnazca
sırıtarak.

"Hımmm...yağmurdan yani?" dedi. Hala tiksinç derecede sırıtıyordu.

"Başka neden olabilir?"

O sırada elimdeki odunu aldığı gibi zaman kaybetmeden kırmaya başladı. Bu
sefer almaya çalışmadım. Hem benden daha iyi kırıyordu ve hem de hızlıydı. Şu
anda bunu gurur meselesi yapmanın sırası değildi. Hero'nun eve ihtiyacı vardı.

O odunları kırarken bende kırdığı odunları çiviyle birleştirmeye
çalıştım;ama bunuda elime yüzüme bulaştırdım. Oduna çakmaya çalıştığım çivi ya
eğriliyor ya da ben vurduğum an çamura saplanıyordu. Ilwoo kırmaya çalıştığı
odunları bıraktı ve elimdeki çekici aldı. Bu çocuk cidden kendini beğenmiş,
hıyarın teki. Her şeyi yapabileceğini sanıyor herhalde.

"Yaa... Sen kendi işini yapsana" diye bağırdm.

"Doğrusu böyle şeyler yapmayalı uzun zaman olmuştu" dedi bir
anda.Kafasını bana doğru çevirdi. Gözleri o sırada çok sevecen bakmıştı.

Bunu kurcalamak isterdim;ama sormadım.

"Benimde çok iyi bir arkadaşım vardı." dedi yeniden işe koyuldu.

"Ne oldu ona?" diye sordum.

"Fazla hareketliydi. Arabanın altında kaldı." dedi. Bu sözcüğü çok
zor söylemişti. Gözünden akan yaş mıydı? Yoksa yağmur mu? bunu
anlamamıştım.

--------------

Sonunda kulübe hazırdı. Bu kulübeyi yapmak için tam 3 saatimizi vermiştik ve
nasıl olduysa havanın karardığını anlamamıştık. Hero'yu kulübesine yerleştirdik
ve ışıklı yoka doğru yöneldik. Yol boyunca hiç konuşmadık. Bizim eve doğru
yaklaşmıştık.

"Teşekkür ederim" dedim. Ona karşı gülümsemeye çalıştım. Arkamı
dönmüş gidecekken kolumdan tuttu.

"Seo-bin'i seviyor musun?" diye sordu. Bu soru karşısında nutkum
tutulmuştu. Nasıl bir cevap vermeliydim. Ve şu anda onun sıcaklığını hissetmek
içimi ürpertmişti.

"Şey...evet...seviyorum" dedim kekeleyerek.

Bu çocuk ne yapıyor böyle? Hala kollarımdan tutuyordu ve beni yavaşça
kendisine doğru çekti. Ahh! Olamaz bu vücud yine kendi halinde takılıyor. Neden
kalbim, böyle? Yaklaştı. Aramızda nerden bakılsa 10 santim bile yoktu. Ne
yapmalıydım. Kafasını yavaşça bana doğru eğdi. Bu görüntüye daha fazla
dayanamayacağım? Hemen gözlerimi kapattım.

O sırada olduğum yerde kaldım. Gülme sesi duyuyordum. Gözlerimi açtım. İki
kolunu da karınıda birleştirmiş, katıla katıla gülüyordu.

"Seni öpeceğim mi sandın?" dedi. "Bana borcunu ödemiş oldun.
Aiyhh! Ne zamandır böyle gülmemiştim."

Olamaz. Bu şimdi benle dalga geçti haa?

"Sen... Benim elimden ölmek için doğmuşsun." diye bağırdım.

Hiçbir şekilde beni takmıyordu. Bir anda yüzünü ciddileştirdi.

"Kaldığımız yerden devam edicez" dedi soğuk bir sesle.

"Ne? Kaldığımız yer mi?"



JEONG ILWOO'NUN AĞZINDAN

Bu kızı nasıl adam edicem ben? Hiçbir çekici yanı yok, vücunun 12 yaşındaki
kızlardan farkı yok, güzel mi? Güzel olsa bile şu kılık kıyafeti ne bir bak?
Klasik geniş bir kot pantolan,üzerine ise eşortman üstü. Hiçbir vücud hattı
belli değil.

"Yaa, sen nereye baktığını sanıyorsun?" dedi. Vücudunu
incelediğimi anladı. Eşortmanını göğsüne doğru iyice çekti. Sanırım bir tek bu
komikliğin şimdilik işimizi görür.

"Nereye bakabilirim ki?" dedim. Gözlerimle onu küçümsercesine.

Bu onu daha da fazla sinirlendirmişti.

"Yeni bir plan yapıcaz yarın?" dedim." Bir an önce siz ikiniz
çıkmalısınız."

"Niye bana yardım ediyorsun?" dedi.

Doğruya sana niye yardım ediyorum? Seo-bin'e acıdığımdan mı? Ya da sana
acıdığımdan mı? İkiside değildi. Sadece bunları yapmak zorundayım. Seo-bin'in
iyiliği için. Şimdilik bunları bilmesende olur.

"Halin çok acıklı." dedim sırıtarak.

<<<<""""LEE DA
HAE"""">>>>

"Demek öyle." dedim. İçten içe sinirden kuduruyordum;ama bunu
belli etmemeye çalıştım. Ona doğru yavaşça yaklaştım. Gülümsemeye çalışıyordum.
Hıyar! Tam önünde durdum. Hafifçe kafamı eğdim. Ve o sırada ona kafa attım.
Doğrusu benim bile kafam çok acımıştı. Il woo ise kafasını tutuyor, ağzına
olmadık sözler alıyordu.

"Beni kendi halime bırak. İnan senin fikirlerinden çok daha iyi şeyler
yapıcam." dedim ve onu orada, kafasındaki şişiyle baş başa bıraktım.



------------

O kadar yorgundum ki. Sabah kalkmak eziyet gibi geldi. Hala annemlerle
konuşmuyordum. Onlar her ne kadar özür dileselerde.

Serviste Seo-bin ve Ilwoo yine en arkada kurulmuşlardı. Ilwoo'nun alnındaki
morluk cidden ona çok yakışmıştı. Kim yaptıysa ellerine sağlık.

Serviste yine ayakta kalmıştım. Ve ben bu sefer çok yorgundum. Çantamdan bir
tane defter çkardım ve onu merdivenlerin oraya koydum. Naparsınız? Bunlara
idare edicez artık.

-----------------

"Da Hae" diye bağıran Hyu seon'du. Yanıma doğru koştu ve kucağıma
atladı. Deli kız! Ne sanmıştı onu kucaklayıp, döndüreceğimi mi? Bende kolarımı
gevşettim ve yere düştü. Okulumu çok özlemiştim. Özelliklede kızları.

Ji eun, Hyu seon'un kolundan tuttu ve onu kaldırdı. Ben ise hala
gülüyordum.

"Gelir gelmez başladın." dedi Ji eun. Kızgın olmaya
çalışıyordu;ama o da aslında gülüyordu.

Sevgili arkadaşım Hyu Seon, ayağa kalkar kalkmaz beni yine koları arasına
aldı. Bu sefer bende ona sıkıca sarıldım.

Hocalarım bile beni özlemişler buna çok şaşırdım. Ders boyunca uyudum. Ve
şans işte kimse de gelip beni uyandırmadı.

"Da hae,hadi gel kantine gidelim." dedi ji eun.

Olduğum yerde sıçradım. Bu olayı o kadar çok yaşamıştım ki. Uyanır uyanmaz
karşımda asık suratlı, moruk öğretmenleri görüyordum. Jieun'u görürü görmez
içim rahatladı.

"İnsanı bir uyutmadız ya" dedim. Kaşlarımı çattım.

"Derste uyursun. Tenefüsteyiz." dedi Hyu Seon.



Kantin yine tıklım tıklım doluydu. Bizde herkes gibi sıraya geçtik. Boş
masalardan birine oturduk. Bana Türkiye'de ne yaptığımı, nasıl bir yer olduğunu,
yanında kaldığım kızı en ince ayrıntısına kadar anlatmamı istediler. Sadece
Yuggun'u anlatabildim onlara. Gerisi çok yüzeysel kalmıştı.

Zilin çalmasına son on dakika kala kalktık.

"Da hae, sen sınıfa git, biz ödevimizi verip gelicez." dedi
kızlar. Bende kafamı "Tamam" dercesine salladım ve yarı uykulu bir
vaziyette ilerledim.

"Da Hae,konuşabilir miyiz?" dedi bir ses. İnanmıyorum bu Seo-bin.
Doğru görüyorum değil mi? Yoksa ayakta mı uyuyorum. Öyle çok şaşırmıştım
ki.

"Okulun arka bahçesine gidelim." dedi. Cevap veremiyordum;ama o
önde ben arkada onu takip ettim. Acaba benimle ne konuşacaktı?



nomu nomu nomu beğenirsiniz umarım^^


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:44 pm

Hikayenin adı: Tatlı cadı

Yazar: Derya

Kahramanlar: Lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı: Belli değil

Türü: Romantik-komedi



13.BÖLÜM



"Bunu bana neden söylemedin?" dedi.

Neyi söylemedim? Dur bir dakika...yoksa...öğrendi mi? Ondan hoşlandığımı
biliyor mu artık. Kendimi Himalaya Dağların'ndan aşağıya yuvarlanıyormuş gibi
hissediyorum. Bu nasıl olur?

"Bak anlatabilirim. Aslında..." daha ben sözümü tamamlayamadan
Seo-bin başladı konuşmaya.

"Da Hae, sen harika bir kızsın. Bunu bana söyleyebilirdin"

Ne diyor bu şimdi? Yoksa sende mi benden hoşlanıyorsun Seo-bin? Ahh! olamaz
yine utanıyorum. Ve yine sözüm dinlenmiyor.

"Şey...aslında ben söyleyecektim;ama utandım."

Şu anda hayatımın sanırım en güzel anını yaşamaktayım.

"Ilwoo ilk kez bir
partiye katılcak." dedi. O güzel gülümseyişiyle.

Nee? Ne yani şimdi o benim,
ondan hoşlandığı mı bilmiyor mu? Buna sevinmeli miyim? Üzülmeli mi?

"Ve onu sen ikna
etmişsin." diye devam etti.

Bu Ilwoo ne planlıyor
böyle? Ne zaman ona böyle bir şey söyledim ben? Öldün sen Ilwoo. Bu
senin iyi günlerin.

"Şey..."

"Yıllardır arkadaşım;ama bir kere bile doğum günü partime gelmedi. Bu
da senin sayende" dedi ve beni kucakladı.

Ahh! Nefes alamıyorum. Şu anda onun omzunda başım ve ben onun kokusunu içime
çekiyorum. Ah! ter kokuyor. İşte bana da anca böyle rast gelir. Spordan çıkmış
Seo-bin.

Onu kendimden çektim ve yüzüne zorda olsan gülmeye çalıştım. Omzuma eliyle
'teşekkür ederim' dercesine vurdu. Ve gitti.



<<<<""""JEONG ILWOO'NUN
AĞZINDAN"""">>>>

"Ya, sen canına mı susadın" dedi. Arkamdaki ses. Bu ateş fışkıran
gözler. Kim olabilirdiki ondan başka.

"Ne yaptım yine?" diye sordum umursamazca.

"Ya, birde bilmemezlikten gel. Senden başka ne beklenir." dedi.
Resmen burnundan soluyordu.

Boşboğaz Seo-bin yetiştirmiş hemen. Neyse sonuçta öğrenecekti.

"Partiye gitmeye hazır
mısın?" dedim. Mükemmel gülümseyişimle.

"Ben partiye falan gelmiyorum." dedi. Sesi fazla ciddi gelmişti.
Ama ben seni ikna etmesini bilirdim.

"Baksana tokmak kafa" dedim. "Aklını çalıştır. Şimdi tam
zamanı."

Bu söylediklerim onu şaşırtmıştı. Sanırım bu sefer bana kızmayacak. Ve öyle
oldu. Yumruk yaptığı elini gevşetti, kalkmış olan kaşlarını indirdi. Ve
sorarcasına bana baktı.

"Nasıl yani" dedi.

"Parti Daejeon'da ve ben size bir oda ayırdım" dedim. Sırıtarak.
"Gerisi sana kalmış."

"Sen.." dedi ve elini yeniden yumruk yapıp karnıma geçirdi.



<<<<""""LEE DA
HAE>>>>""""



Tam bir tane daha geçirecekken elimden tutu ve bana acıklı bir şekilde
baktı.

"Bırak şu elimi" diye bağırdım. Bir şekilde elimi kurtarmaya çalışıyordum. Daha yeni başlıyorduk.
Bugün seni kefenli yapmazsam bana da Da hae demesinler.

"Bekle...bekle..." dedi. Hala elimi sıkıca tutuyordu.
"Şaka...şaka yaptım."

"Şaka haa? Çok mu düşündün bu şakayı?" diye sordum bağırarak.

Elimi yavaşça bıraktı. Biraz düşündükten sonra "Hayır" dedi.

Hala ukalalığa devam ediyor.

"Ben partiye falan gelmem" dedim. Tam arkamı dönecekken tekrar
kolumdan tuttu.

"Yoksa hiç partiye gitmedin mi?" diye sordu.

'Evet, hayatım boyunca hiç ama hiç gitmedim. Oldu mu?' diyemedim. Gözünde
küçük görünmek istemiyordum.

"Tabii ki gittim. Hem de çok kez." dedim.

"Tamam o zaman.Güzel elbiselerinden bir tane giy" dedi. Arkasını
döndü tam gidiyordu ki "bekle" dedim.

Şİmdi ona hiç elbisem olmadığını nasıl diyecektim? Yine benimle dalga geçerdi.

"Ne var?" dedi.

Hayır, hayır söyleyemem.
"Sormayı unuttum. Ne zaman?" dedim sadece.

"Bugün saat 8'de"

Bu şimdi mi söylenir. Öldüm.



---------------------



Ders boyunca hiçbir şey düşünemiyordum. Aklım partideydi. Giyecek hiçbir
şeyim yok. Ve ben bir partide nasıl giyinilir hiç bilmiyorum.

"Da hae, iyi misin?" dedi Hyu Seon;ama ben hala onu duymuyor,
başım sırada, kara kara düşünüyordum.

Birden bir el beni dürttü.

"Ya" diye bağırdım o an.

Bağırmaz olaydım. Bağırmamla tüm sınıf dikkatini bana çevirdi. Bayan Seul'da
o sırada tahtaya anlamadığım bir şeyler yazıyordu. Bana doğru döndü ve
gözündeki gözlüğü burnundan aşağıya indirdi.

"Bir şey mi diyeceksin Da Hae?" diye sordu.

Bir şekilde kaytarmalıydım. Bu Bayan Seul'du. Sağı solu belli olmayan Bayan Seul. Tahtaya
baktım. Tahtada kocaman bir piramit çizilmişti. Neydi bu? Ahh! tabii ya.
Mısır'daki Keops heykeliydi. Kurnazca gülümsedim. Ehh! bizde de biraz genel
kültür vardı yani.

"Mısır'ın en büyük piramidi" dedim. Sırıtıyordum. O sırada bir
kahkaha koptu sınıftan.

"Lee Da Hae, aklın nerde?" diye sordu. Burnuna kaymış gözlüğünü
düzelterek.

Ne yapmalıydım. Tahtadaki bas baya piramit işte. Kim görse tanırdı. Neyse ki
ucut atlatmıştım. Küçük bir azarlamayla bu işin üstesinden geldim. O piramite
benzeyen varlıkta besin piramidiymiş. Pehhhh...



"Ne oldu Da hae" diye sordu Jieun. İkiside gözlerini çevirmiş bana
bakıyorlardı.

"Şey...ben bir partiye davetliyim ve.."

Gözlerini kocaman açtılar ve bana doğru iyice yaklaştılar

"Bu parti Seo-bin'in doğum günü partisi."

İkisi de aynı anda "NE?" diye bağırdılar.

Bu sırada tüm kantinde yüzünü bize çevirdi bakıyordu.

"Heyy! sessiz
olun." dedim.

"Ne? Nasıl
oldu? O mu teklif etti?..." gibi ararda sıralanan soruları yağdırdılar.

"Tek tek sorun." dedim.

Jieun başladı ilk. "O mu davet etti seni?"

"Pek sayılmaz aslında"

"Nasıl yani?"

"Bir de şey var" Dudağımı ısırıyordum. "Benim hiç giysim
yok." dedim utangaç bir halde.

"Amba yaptın be Da Hae" dedi Hyu Seon ve sırtıma vurdu.

"Biz ne güne duruyoruz."

Kollarımı kocaman açtım ve onlara sarıldım.

"Sizi çok seviyorum."



----------------------



Beni kollarımdan tuttukları gibi bir mağazaya soktular. Mağaza iki kaylıydı
ve oldukça lüks görünüyordu.

"Yaa! bura bizi
aşar" dedim. Sessizce konuşmuştum.

"Merak etme."
dedi Hyu Seon. "3 porsiyon sığır eti yiyince, burada indirim çeki
kazandım."

İçim biraz da olsa
rahatlamıştı. Ailemizden aldığımız harçlıkları toplasak, burdan bir şey bile
alamazdık.

Bana gösterdikleri hiçbir
giysiyi beğenmedim. Ya fazla parlak oluyordu ya da benim tipim değildi.
Kızlarda bunlardan bıkmış olacakler ki kendilerini oradaki koltuklara attılar.

"Yaa! hadi
kalkın" dedim. Kollarından tuttum kaldırmak için;ama nafile. Oraya çiviyle
çakılmışlardı sanki.

"Size nasıl yardımcı
olurum hanfendi" dedi birisi. Benimle konuşan, mağazanın bir çalışanıydı.

"Ben birkaç
giysi..."

"Bende sana göre bir
şey var" dedi ve beni kollarımdan tutarak hiç bakmadığımız bir giysi
reyonuna götürdü. Onlara baktıkça içim açılıyordu. Hepsi rengarek,cıvıl
cıvıldı. Bana doğru mavi bir elbise uzattı. Gözlerim kocaman açılmış, ona
hayranlıkla bakıyordum.

"Bu sana çok
yakışıcak." dedi gülümseyerek.

Kabine girdim.

Çıktığımda uyuşan
arkadaşlarımda dahil herkes bana bakıyordu.

Görevli kız, beni etrafımda
döndürdü. Üzerimdeki elbise benim dönmemle etek tarafı hafifçe havalandı.

"Da Hae, süper olmuşsun." dedi hyu seon.

Arkamdaki aynaya doğru döndüm. Altın rengindeki askılığı, belindeki
kurdelasıyla üzerimde ahenkle dansediyordu. Yada ben onun içinde öyleydim.

Elbiseme uyacak bir de ayakkabı aldık ve geriye saçımı yaptırmak kalmıştı.
Saatime baktım. Olamaz! Saat yedi buçuk.

"Kızlar, geç kalıcam." dedim.

"Oraya nasıl geçeceksin" dedi Hyu Seon telaşlı bir sesle.

"Ahh! olamaz. Ben yolu bilmiyorum." dedim.

"Aiyhhh!" dedi Jieun ve kafama bir tane vurdu.

"Hadi gel kuaföre gidelim. Orasını sonra düşünürüz."

Dalgalı saçlarımı sadece düz bir fön çektirmiştim. Bu elbiseye en güzel o
giderdi çünkü.

Şimdi her şey tamamdı;ama ben oraya nasıl gidecektim. Kuaförden çıktık.

"Kızlar siz gidin. Geç oldu hem" dedim. Doğrusu bu karanlıkta
onların gitmesini istemiyordum;ama kendi başımın çaresine bakabilirdim.

"Emin misin? Da hae" dedi Hyu seon.

Gülümsedim. Korktuğumu belli etmemeye çalışıyordum.

"Hadi ama" dedim
ve onları gitmeleri için ititim. Arkalarına baka baka da olsa gittiler.

Şimdi yalnızdım ve ben yolu
cidden bilmiyordum.

O sırada bir kol omzuma dokundu ve beni kendine çevirdi.

Sen. Senin partide olman
gerekmiyor muydu??



~~~~

Lütfen beğenin ve
yorumlarınızı eksik etmeyin Smile







Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong
ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi
14.BÖLÜM



<<<<""""JEONG
ILWOO>>>>""""



Koltukta oturmuş,
bilgisayardaki işlerimi yaparken telefonum çaldı. Arayan Seo-bin'di.

"Ne var?" dedim.
Başım öyle çok ağrıyordu ki bilgisayarın başında oturmaktan sesim halsiz
çıkmıştı.

"Ne mi var? Bugün
parti var ve sen geleceğine dair bana söz verdin" dedi. Burdan bile pişmiş
kelle gibi sırıttığını hissedebiliyordum.

"Hatırlatmasan
olmuyor... Gelicez merak etme"

"Ben yine de söyleyim
de." dedi. "Bu arada takımın var mı?"

"Niye ki?" dedim.
O sırada bilgisayarı da kapatmıştım. Partiye kadar biraz geçse iyi olur.

"Ilwoo, benim partimde
spor ayakkabı ve kot pantolonla katılamazsın. Olmaz anlıyor musun?" dedi.
Son cümlenin üstüne basarak konuşmuştu.

"Tamam o zaman etek mi
giyim Seo-bin?" dedim sırıtarak.

Kottan başka pantolon
giymek istemiyordum ve o da bunu bile bile inatla bana takım giydirmeye
çalışıyordu.

"Neyse kanka, sen anladın ne giyeceğini. " dedi. Tam kapatacakken
alizede hala konuşma sesi duydum ve alizeyi kulağıma götürdüm. "Ha! bu
arada partiye son beş dakika geleyim deme" dedi ve kapattı.

Doğrusu aklımdan geçmedi de değil.



----------------



Birkaç mağazaya uğradım; ama hiçbir denediğim takım vücudumu ana hatlarıyla
göstermiyordu. Zaten bu mağazalarda bana göreyi bulmak oldukça zor işti. Neyse
ki son baktığım mağaza da üstüme oturan, güzel bir takım buldum. Siyah, dikey
yönde, beyaz çizgili bir takımdı. Onu direk üstüme giyimdim ve mağazadan
çıktım. Eve gitmeye vaktim yoktu. Saat sekize geliyordu. İyiki son anda araba
kiralamayı akıl ettim. Yoksa bu saatte birde taksi mi bekleyecektim.

Arabama binecekken karşı tarafta gördüğüm kişi beni şok etti. Bu Da Hae
miydi? Gözlerime inanamamıştım. O böyle bir elbiseyle ve saçla... Ne kadar da
güzel görünüyordu. Etrafına şaşkınca bakıyor ve önünden geçen taksilere el
kaldırıyordu. Bu saatte boş taksi bulacağını bilmeyecek kadar aptalın teki.

Hemen karşı tarafa geçtim ve arabayı onun göremeyeceği bir yere park ettim.
Arkası bana doğru dönüktü. Omzuna dokunduğum an hemen geri döndü. O kadar çok
tırsmıştı. Beni sapık sandığına eminim.

"Sen? Senin partide
olman gerekmiyor muydu?" dedi. Şaşkın şaşkın bakarak.

Saatime baktım.
"Partinin başlamasına daha yirmi dakika var" dedim.

"Neden burdasın?"
dedi.

"Birkaç işim
vardı."



<<<<""""LEE DA HAE>>>>""""



Ahh! Ilwoo seni bana Allah gönderdi. Burada ne yapacağımı hiç bilmiyordum ve
hiçbir takside durmuyor. Hepsi dolu. Bu saatte niye böyle dolu olur hiç
anlamıyorum.

"Sen burda ne
bekliyorsun?" dedi.

Dalgın bakışlarımı ona
çevirdim.

"Şey...taksi bekliyordum
ben." dedim.

Ama artık taksi beklememe
gerek yok. Kesin beni davet eder. Ilwoo çok nazik biridir. Kesin eder.

"Tamam o zaman. Partide görüşürüz." dedi gülümseyerek.

Ne diyor bu şimdi? Ne yani beni bu karanlıkta tek başıma mı bırakacak.
Alçak! Bu belayı başıma sen sardın. Şimdi de böyle bırakıp gidecek misin?

"Beni de götür" demek öyle çok istedim ki! Ama o nalet gurur,
önüme çıktı.

"Görüşürüz." dedim zorla da olsa gülümseyerek.

Arkasını döndü tam gidiyordu ki durdu ve bana doğru döndü. Ahh! Sanırım
jetonu yeni düştü. Beni çağırcak öyle değil mi? Lütfen Ilwoo lütfen!

" Parti dokuzuncu kattaki barda" dedi ve tekrar arkasını döndü.

Ilwoo sennnn....

Kaldık mı yine taksiye . Oradaki bekleme yerlerinden birine geçtim, oturdum.
Ayakta durmaktan ayaklarım ağrımıştı. Birde bu topuklularla fena sızlıyorlardı.
Kafamı iki elimin üstüne koydum ve beklemeye başladım. O sıra önümde siyah
Honda Cıvıc durdu. Penceresini açtı ve içerdeki bir ses "Hey, hadi
bin" dedi.

İnanamıyorum bu Ilwoo'ydu. Nasıl oldu da beni almak aklına geldi? Kıyamet
vakti mi yaklaştı acaba? Bu araba da nerden çıkmıştı?

"Yaa? Binmiyor musun?" dedi.

Ne yapabilirdim ki? Çok ısrar etti. Binmesem olmaz.

Yol boyunca ne o konuştu ne de ben. Kafamı gizlice sola doğru çevirdim. Bu
araba da mı sürüyormuş. Doğrusu Ilwoo'nun beceremediği bir iş var mı merak
ettim.. O da aniden kafasını bana çevirince kafamı hemen cama çevirdim. Bu
hareketimizi birkaç kez daha tekrarladık.

Sessizliği bozan o oldu.

"Sonunda senin kız olduğuna kesin emin oldum" dedi koca ağzını
açarak.

İltifat mı etmişti bu şimdi?

"Gözüne lens mi taktırdın?" dedim. Koca ağzımı açarak.

Kafasını bana doğru çevirdi. "Hayır" dedi.

"O zaman bir doktara gitsen iyi olur. Göz taraması yaptırırsın"
dedim.

Bana doğru kızgın bir bakış attı. Ben ise hiç oralı olmadım. Nasılmış
benimle dalga geçmek.



Sonunda otele gelmiştik. Bu otel mi cidden. Saray yavrusu mübarek.. Ağzımı
kocaman açmış, otele bakakalmıştım. Parti burada mıydı?

"Ağzının salyasını sil" dedi Ilwoo. Yüzündeki küçümseme bile hiç
umrumda değildi. Burası kelimelere sığmayacakcasına güzeldi.

İçerde güvenlik üstümüzü taradıktan sonra asönsöre doğru gittik. Ben düğmeye
basmak için elimi uzatmışken bir anda elim Ilwoo'nun elinin üstündeydi. Aynı
anda elimizi çekmiştik. Ben kafamı hemen başka bir yöne çevirdim ve etrafı
incelemeye başladım. Onun yüzüne bakamıyordum bile. Asansörün içinde de o bir
köşede ben bir köşede durmuş, birbirimize bakmamıştık.

Barın kapısından içeri girer girmez Seo-bin bizi karşıladı. Ilwoo'nun
sırtına 'gelmeseydin, ölürdün' dercesine vurdu. Beni görünce önce bir
duraksadı. Sonra kendini toplayarak:

"Hoşgeldin, Da Hae" dedi.

İçeri girdiğimiz zaman herkes gelmiş, çoktan partinin havasına kendilerini
kaptırmışlardı. Her yer yemek kaynıyordu. Masaların üstünde ne arasanız vardı.
Gözlerimi masadan alamıyordum.

"Yemeğin sırası değil." dedi Ilwoo kolumu dürterek..

"Sırası gelince bana sen mi haber vereceksin." dedim kızgın bir
şekilde.

Ne o? O şunu yap derse yapcam yapma derse yapmayacak mıydım?

"Ben sırası olmayan şeyleri yapacağım." dedim.

Arkamdan kaç kere "Da Hae" demesi umrumda değildi. Herkes gibi
bende bu partiye çağrıldım ve herkes gibi bende zevkini çıkaracaktım.

Yemek aşaması bitmişti ve ben kendimi çok rahat hissediyordum. Her yerde Ilwoo'yu aradım;ama onu
hiç bir yerde bulamadım. Neredeydi ki bu şimdi?

Acaba beni eve de götürür
müydü? Çok şey istiyor olmazdım değil mi? Hem o beni buraya getirmeyi davet
etmişti. Yani sorun yoktu.

O sırada hoplayıp zıplayan
herkes, dans etmeye başlamıştı. Ben ise onların ortasında kalakalmıştım.
Her yer dans edenlerle doluydu. Adımımı atacak yer yoktu. Bir anda kendimi
yerde bulmuştum. Bunun nasıl olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tam
kalkacakken birisi bana elini uzattı.

Kafamı kaldırdığımda Ilwoo'yu görmüştüm. Onun yardımına ihtiyacım yoktu.
Derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım. Arkamı dönmüş gidecekken beni
kolarımdan tuttu ve kendine yaklaştırdı.

"Buradan dans etmeden ayrılma" dedi gözlerimin içine bakarak..

Ellerimi hızla ellerinin arasına aldı. Ve beni kendine iyice yaklaştırdı.
Bir anda kendimi onunla dans ediyor bulmuştum. O yüzüme bakmaya çalışsada ben
kafamı sağa sola çeviriyor, diğer dans edenleri izliyordum.

Buraya Seo-bin için gelmemiş miydim? Niye kalbim senin yanındayken bu kadar
hızlı atıyor ve neden hep karşıma çıkıyorsun?

Gözlerimiz bir anda birbirlerine takıldılar. Dans boyunca hep böyleydik. Ne
fazla yakın ne fazla uzak.

Müzik kesilmişti. Ilwoo'nun ellerini yüzümde hissettiğim an bir ses onu
dondurmuş, kendine getirmeye çalışmıştı. Yüzünü sesin geldiği yöne doğru
çevirdi. O sesin sahibi koşarak yanımıza yaklaştı.

"Oppa, burda olduğuna
inanamıyorum." dedi. Umarım beğenirsiniz Smile İşler kışıştı valla Da Hae
nassıl çıkacak bu işin içinden??










Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong
ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi

15.BÖLÜM



"Oppa burda olduğuna inanamıyorum" dedi ve Ilwoo'nun kollarına
atladı.

Gözlerim istemsizce fal taşı gibi açıldı. Hala ellerim Ilwoo'nun ellerinin
arasındaydı. Kız ona sarılır sarılmaz ellerimi hemen çektim.

"Seo-bin'in partisinde sen ha..." dedi kız. Sevinçten bir havalara
uçmadığı kalmıştı. Gözlerimi Ilwoo'dan kaçırmaya çalışıyordum.

Şimdi ne yapmalıydım? Bu kız kimdi bir kere? Merakıma hep yenik düşerdim.

"Merhaba ben Da Hae" dedim. Kendimi zor da olsa gülümsetmiştim.

Onun gözleri hâlâ Ilwoo'daydı. Benim konuşmam karşısında şaşkınlığını
gizleyemedi.

"Bende Ji Min" dedi.

Gözleriyle Ilwoo'ya 'bu kim?' dercesine bakıyordu. Ben tam ağzımı açmış
söylecekken Ilwoo:

"Seo-bin'in kız arkadaşı" dedi.

Bu cevap karşısında şaşkınlığım daha da arttı. Seo-bin'in kız arkadaşı? Bir
zamanlar onun kız arkadaşı olmak istiyordum;ama şimdi aklım o kadar karışıktıki.
Ve Ilwoo'nun bu söylediği üstüne aklımı tamamen kaybetmiştim.

"Ji...Ji Min.." dedi arkamdaki bir ses. Beni kollarıyla iterek Ji
Min denen kızın yanında durdu.

Seo-bin'i hiçbir kıza böyle bakarken görmemiştim. Gözlerindeki sevgi mi
yoksa nefret miydi?

"Ahh...Seo-bin" dedi kız. "Mutlu yıllar"

"Ne işin var burda?"dedi. Sesi çok soğuk çıkmıştı. Kendimi burada
Fransız gibi hissetmiştim. Aralarındaki her neyse benim olmamam gerekiyordu.
Arkamı dönmüş gidecekken Ji Min seslendi.

"Da Hae, bekle." dedi. "Birlikte bir şeyler içelim."



JEONG ILWOO



ji Min, senin Amerika'da olman gerekmiyormuydu. Burda ne işin var?

Da Hae'nin ellerini ellerimde hissetmememle kendime geldim. Yüzündeki merakı
görebiliyordum. Bir anda Ji Min'e adını söylemesi ve ona gülümsemesi beni daha
da şaşırttı. Normal bir kız bu durumda kıskançlık edip, bağırıp çağırmaz mıydı?

O ise çok sakin bir şekilde duruyor, Ji Min'le konuşuyordu.

Şİmdi herşeyi mahvetmiştim. Ona yakınlaşarak ve ona karşı garip duygular
hissederek. Buraya gelmemdeki amacım ve planım vahvolmuştu. Birde Ji Min
eksikti.

Kadroya Seo-bin de eklendi. Şimdi herşey tam oldu. Ne yapacaktım ben?

Adını koyamadığım bu ilişkiyi ve en yakın arkadaşımı kaybedemezdim.
Yanlarında tek mutlu olduğum bu insanlar, tek gerçek sahip olduklarım.

Ama birinden birini seçmeliyim. Madem bu işe başladık. Bitirelim...

Üzgünüm Da Hae...



LEE DA HAE



Terasa çıktık ve oradaki koltuklara oturduk. Herkes susuyor, sadece gözler
konuşuyordu sanki. Benimkilerse tamamen boştu. Bu üçünün aklından neler geçiyordu
böyle? Sessizliği bozan Ji Min oldu.

"Umarım bu sefer mutlu olursun Seo-bin" dedi. Bacak bacak üstüne
attı ve ellerini üstte kalan bacağında birleştirdi. Konuşmasıyla, duruşuyla çok
asil görünüyordu.

"Ne demek istediğini anlamıyorum." dedi Seo-bin. Ben ise
anlamıştım. İkimizi kutluyordu. Olmayan ilişkimizi. Ilwoo, söylediğin şeyin
sonuçlarına da katlanırsın umarım.

"E..bir şeyler içmeye ne dersiniz." dedi Ilwoo. Bana doğru kaçamak
bir bakış attı.

Madem sen oyun oynuyorsun. Senin hamlelerinle oynanmayacak bu oyun Ilwoo.

"Harika fikir... Hadi bir şeyler içelim" dedim. Ilwoo'ya doğru yan
bir bakış attım.

Garson kahveleri getirene kadar hiç bir şey konuşulmadı. Ve bu benim canımı
sıktı. Ne vardı ki bunların aralarında? Acaba ben varım diye mi böyleler?

"ühü....öhü... Korede mi yaşıyorsun?" dedim Ji Min'e. Sessizliği
bozmak bana kalmıştı.

Ona sorduğumu çok sonra anladı. Başka kime soracaktım ki burdaki herkesi
tanıyorum.

"Ahh..hayır..Dün geldim." dedi.

"Yaa...ne zamandır Kore'ye gelmiyorsun?"

"4 yıldır." dedi. Bu sorularımdan sıkılmışa benziyordu. Ama
napayım bende bu sessizlikten sıkılıyorum. Hem konuşmak sinirlerimi de emiyor.
Sessiz durursak çok garip şeyler düşünecek ve yapacaktım.

"Dün geldiğine göre gezmişsindir. Nasıl değiş mi Seul?" dedim
tebessümle.

"Pek gezemedim;ama gördüğüme göre çok güzel bir yer olmuş" dedi.

"Yaa..evet öyledir Seul."

Seo-bin ve Ilwoo ise susuyor, konuşmalarımızı dinliyorlardı. Seo-bin'e
bakmak içimi acıtmıştı. Onda garip şeyler vardı. Bunun cevabını da tek bilen
Ilwoo'ydu. Bundan eminim. O anda aklıma Ilwoo'nun bana daha önce söylediği
şeyler geldi.

' Seo-bin'in yardımıma ihtiyacı var. Ona, bunu mecburum.' ne demekti bunlar?
Kahveleri garson getirdiği an Ilwoo ayağa kalktı ve Ji Min'in kolundan tuttu.

"Siz başlayın. Hemen geliyoruz." dedi ve kızı arkasından, kolunu
hiç bırakmadan götürdü.

Onların arkasından bakarken:

"Da Hae, benle gelir misin?" dedi Seo-bin.

Kafamı bir anda Seo-bin'e döndüm. Gözündeki gözyaşı mıydı?

"Ta..tabii" der demem, ayağa kalktı. O önde ben arkada yürüdük.
Nereye, niçin gittiğimi hiç bilmiyordum;ama Seo-bin'le gitmem gerektiğini
hissediyordum. Otelden çıktık. Dakikalarca öyle yürümüştük. Bir anda durdu ve
ayağı geriye doğru sendeledi. Gözleri ilerdeki parktaydı. Parka dakikalarca
baktı. Hiçbir şey diyemiyordum. Ne diyebilirdim ki? Kafamı biraz zorladım .

"Seo-bin, biraz otursak mı?" dedim sadece. Bana bir şey söylemeden
ilerledi ve ordaki bir banka oturdu. Bende onun yanına geçtim.

"Burası harika değil mi?" dedi. Ona doğru döndüm.

"Evet çok güzel" dedim gülümseyerek.

Dakikalarca parkta oturduk. Seo-bin'in gözleri hep aynı yerde donmuş,gözünü
bile ayırmadan oraya bakıyordu.

"Da Hae, sana bunu yaptığıma üzgünüm." dedi. Cevap veremeden bana
doğru yaklaştı. Gözlerimi kocaman açmış ona bakıyordum. Aramızda beş santim
kalmıştı. Daha da yaklaştı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Dudaklarımız birbirine
bir dakika boyunca kenetlendi. O bıraktığında hiçbir şey hissetmiyordum.
Yalnızca çaresizlik vardı.

"Gittiler." dedim.

Kafasını "Nasıl?" anlamında salladı.

Aptal olabilirdim;ama onları görmüştüm. Bunu neden yaptığını da artık
biliyordum.

"Gidelim mi artık?" dedim. Ona çok içten gülümsemiştim. Seo-bin'i
seviyordum;ama bu sefer ona karşı duyduklarım başkaydı. Bu sefer yan yana
yürüdük. Beni evime bıraktı. Merdivenlerden koşarak eve gittim. Annemlere
hiçbir şey anlatmadan odama geçtim. Üstüme yorganı kapattım ve ağladım.

Neden ağladığı mı hiç bilmiyordum;ama içimden ağlamak geldi. Bu ilk ve
sondu.

Sabah hiç olmadığım kadar enerjik kalktım. Odamdan hızla çıktım ve kahvaltı
hazırlamakta olan annemin yanaklarına öpücük kondurdum. Bana doğru şaşkın
baksada hiç umursamadım. Min Ho(Da Hae'nin erkek kardeşi)'nun odasına daldım.
Yatağının baş ucundaki yastığı aldım ve kafasına geçirdim.

"Yaa, salak" diye bağırması bile umrumda değildi. Koşarak üstüne
atladım ve ona sıkıca sarıldım.

"Aptal şeey bırak. Daha dün gece duş aldım. salyalarınla kirletme
yüzümü" dedi bağırarak.

O sırada annem kapıda durmuş bize bakıyordu.

"Dün seni böyle mutlu yapacak ne oldu tatlım?" diye sordu
gülümseyerek.

Kendimle ilk kez gurur duyuyordum. Ailemi inandırmıştım mutlu olduğuma. Ona
doğru döndüm.

"İyi şeyler." dedim ve odadan hızla çıktım.

Bugün ilk kez bu kadar erken uyanmıştım. Ama yemeği tam tamına yarım saatte yedim. Saat yedi buçuğa geliyordu.
Son beş dakikayıda oyalanınca evden çıktım. Gözümün önünden servis geçti;ama
ben zaten planımı yapmıştım. Bugün aile servisiyle gidecektim.

Okul çoktan derse girmişti. İlk dersi zaten kaçırmıştım. Bu yüzden kantine
geçtim ve zil çalana kadar, elimdeki plastik şişeye olmadık işkenceleri yaptım.
Saatime baktığımda zilin çalmasına beş dakika kalmıştı. Kantinin kapısından tam
çıkacakken karşımda Ilwoo'yu gördüm. Ona çaktırmadan nasıl çıkacaktım bu
kantinden. Hemen duvarın arkasına saklandım. Ona gizlice baktığımda iyice
yaklaşmaktaydı buraya. Bir anda arkamdaki camı farkettim. Pencereyi açıp,
oradan atlayabilirdim.

Onun kantine girmesini de hesaplayak;o tam kantin kapısından girerken ben
atlayacaktım. Pencereyi açtım,kendimi atlamaya hazırladım ve hızla atladım. Ama
hay aksilik. Çantamı unuttum. İçeriye baktım;ama ne ılwoo'yu nede çantamı
gördüm. Arkamı dönüp içeri girecekken Ilwoo karşıma çıktı.

"Bunu mu arıyorsun?" dedi sırıtarak.

Korktuğumu belli etmemeye çalışarak gülümsedim. "Buraya kadar getirmene
ne gerek vardı." dedim . Tam elinden çantayı alacakken o benden önce
davrandı ve çantayı havaya kaldırdı.

"Ver şu çantayı.." dedim. Sesim fazla yüksek çıkmıştı.

"Sakin ol."

"Derse geç kalıcam."

Bana doğru eğildi ve kafama baş parmağını bükerek vurdu.

"Sen ve ders haa? Sen tanıdığım Da Hae misin?" dedi. Tiksinç
sırıtmasıyla.

"Sen Da Hae'yi ne kadar tanıyorsun ki?" dedim. Ve çantamı
alıp,hızla yürüdüm.

Arkamdan koşarak bana yetişti ve kolumdan tutarak kendine çevirdi.

"Konuşalım."

Ne konuşucaktık ki. Dünkü olayları mı? Anlatmak istesen önceden anlatırdın.
Niçindi bu kadar gizem?

Kendimi zorda olsa kolundan kurtardım.

"Da hae bekle" dedi. İstemsizce durdum. Arkamı tam dönecekken
birisi bileğimden tuttu ve kendisine doğru çekti.

Beğenilerinizi ve yorumlarınızı eksik etmeyin bu garipten Smile)







Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir. Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



16.BÖLÜM



JEONG ILWOO-GERİYE BAKIŞ



"Oppa, bileğim acıyor." dedi Ji Min. Duymamazlıktan gelerek onu
otelin kapısından dışarı çıkardım. Ve bir köşeye çekip:

"Neden burdasın Ji Min" diye bağırdım.

Gözlerindeki şaşkınlık gitmiş yerine eski,kurnaz Ji Min gelmişti.

"Seni özledim." Dedi ve ellerimi ellerinin arasına alıp,
yalvarırcasına baktı.

"Saçmalama, Amerika'ya gittikten sonra hiç görüşmedik." dedim.

Ellerimi hiddetle bıraktı ve bağırmaya başladı.

"Oppa....Sen görüşmek istemedin. Oysa seni ne kadar aradım. Haberin var
mı? "

"Ji Min, beni aptal mı sandın sen? Beni gerçekten sevdin mi?"

Yüzündeki kurnazlık gitmiş. Yerine masumca bakan Ji Min gelmişti. Eğer
büyükannemin arkadaşının torunu olmasaydın; sana bu kadar katlanmazdım.

"Sevmesem peşinden bu kadar koşar mıyım?"

" O zaman Seo-bin'i kullanmayı kes" dedim hiddetle.

"Hıhhh....Oppa...Yoksa sen hâlâ o kazadan kendini mi suçluyorsun?"
dedi. "Hadi ama; her şey o kadının yüzündendi."

"Kes sesini. Ondan böyle bahsetmeye hakkın yok." dedim.

O güne lanet olsun. O gördüğüm güne her gün, her dakika lanet okuyorum. En
yakın arkadaşımı, bu kadın yüzünden kaybedecektim. Birden Ji Min'in kolumu
sarsmasıyla kendime geldim.

"Bu konuyu bir daha açma. Ben sana yıllar önce yardım etim Ji Min.
Elimden başka bir şey gelmez." dedim ve tam arkamı dönecekken onları
gördüm. Nereye gidiyorlardı böyle.

"Onlar, Seo-bin ile Da Hae değil miydi?" dedi Ji Min yanıma
gelerek.

Bizi beklemelerini söylemiştim. Şimdi nereye gidiyor bunlar?

"Sen burda kal. Ben gidiyorum." dedim ve arkalarından yürüdüm.

Arkamdan gelen ayak seslerini duyar duymaz durdum.

"Sana kalmanı.." sözümü tamamlayamadan ji Min beni geçmişti bile.

"Harika, acaba nereye gidiyor bu çift." dedi. Tek gözünü kırparak.

Onların sevgili olmadığını tam söylecektim ki, Ji Min,gelmediğimi görüp
kolumdan tuttu ve bu sefer o beni sürükledi.

Onlar bankta oturmuş konuşurlarken bizde çalılıkların arkasına saklandık.
Bunu neden yaptığımıza dair hiçbir fikrim yoktu. Ji Min onları böyle
dikizlemekten eğleniyor görünüyordu. Ben ise onların aptalca bir şey
yapmalarından korkuyordum. Yapmışlardı da. Korktuğum böyle bir şey değildi;ama
ikisi öpüşmüşlerdi. O an kalbimin sızladığını hissettim. En başından beri
amacım bu değil miydi? İçimin rahat olması gerekmez miydi? Ama ben kendimi
garip hissediyordum. Kendime gelmeye çalıştım ve Ji Min'in bileğinden tutarak
"gidiyoruz." dedim

Bir şeylere karar vermem gerekiyordu. Artık her şeyi açıklayacaktım.



LEE DA HAE

Okul kapısından ilk kez başkasının zoruyla kaçıyorum. Bu biraz garibime
gitse de bugün zaten hiç havamda değildim. Kafamı ona doğru döndüm.
Bakışlarımdan şaşkınlığımı anladı ve hemen durdu.

"Sanırım bana bir teşekkür borçlusun" dedi gülümseyerek.

"Hı?" dedim sadece.

Kafasını bana doğru eğdi. Sanırım onun gözünde duyma sorunu olan bir kız
olmuştum.

"Diyorum ki seni vahşi Ilwoo'dan kurtardım. Şimdi ne yapmak
istersin?" dedi duymam için bağırarak ve tekrar kafasını kaldırdı.

Ağzımı tam açmış bir şeyler söylecekken Seo-bin konuşmaya başladı.

"Aslında şöyle bir şeylere vurmalı, atmalı bir oyun mu oynasak."
dedi bana doğru kafasını tekrar eğdi.

Doğrusu bu çok iyi bir fikirdi. Bir şeylere geçirmeyi öyle çok istiyordum
ki. Kendime anca o zaman gelirdim. Ama lütfen bu futbol olmasın. En son oynamam
ambulansla son bulmuştu.. Takımdaki herkesi hastanelik etmiştim ayaklarına
dadanmaktan.

"Bowlinge ne dersin?" dedi Seo-bin.

Seo-bin senin vurma-atma anlayışın bu muydu? Elimde olmadan gülümsedim.
Sanırım bunu evet olarak algıladı.. İki elini birbirne çarptı.

"Süper. Uzun zamandır oynamamıştım." dedi ve önden ilerledi.

Yalnız tek bir sorun vardı. Ben bowling oynamasını bilmiyordum. Koşarak ona
yetiştim. Söylememe fırsat vermiyordu. Yol boyunca saçma sapan espriler
yapıyor, bende-hiç hoşlanmasamda- gülüyordum.

Sonunda bu çile bitmiş. Seul'da yeni açılan bir alışveriş merkezine
gelmiştik. Hiç zaman kaybetmeden en üst kata çıktık. Seo-bin, görevli kadına:

"İki kişi...39 numara." dedi. Ben ise şaşkınca etrafa göz
gezdiriyor,insanların elleriyle tutukları topu atmalarını seyrediyordum.

"Heyy...Da Hae, sane diyorum. Ayak numaran kaç?"

Bir anda gözümün önünde gidip gelen bir el gördüm ve kendime geldim.

"Ne?"

"Ayakkabı numaran.."

"36" dedim hemen.

Elime tutuşturduğu ayakkabıyla, onu takip ettim. Seo-bin, oradaki
koltuklardan birine geçti ve hemen elindeki ayakkabıyı giymeye başladı. Bende
hiç zaman kaybetmeden karşısına geçtim.

"İlk el benimdir." dedi ve orada yığılı olan topların önünde
durdu. Kafasını hafifçe sağa sola salladı. Sanırım top seçmeye çalışıyordu. Ona
baktığımda öyle, çok tatlı görünüyordu. Onu ilk kez böyle görüyordum okul
dışında.



Mavi bir tane top seçti. Bende Seo-bin'i daha net görebilmek için ayağa kalktım.
Belki onu izlersem bu işi kavrayabilirdim. Kolunu geriye doğru
gerginleştirdi,hafif eğildi ve topu, sıralanmış şişelere gönderdi. Bir anda
şişelerin hepsi devrilmişti.

"İşte budur" dedi ve elini çakmam için bana uzattı.. Bir an
tereddüt etsem de iki elimide uzatıp, çakıştık.

"Da Hae, sıra sende." dedi.

Ahh! Olamaz. Şimdi hapı yuttum. Onun yaptığı gibi topları uzaktan izledim.
En sevdiğim rek olan sarıyı seçtim ve Seo-bin'in yaptığı gibi orta parmağımla
yüzük parmağımı yanyana sıralı ikili çukura, baş parmağımıda onların altındaki
büyük çukura yerleştirdim.

Seo-bin ayakta durmuş, beni izliyordu. Bu hareketlerim ona ustaca görünsede
hepsi formaliteydi. Sadece onu taklit ediyordum.

Kolumu gerginleştirip, hafif eğildim.

Olamaz. Top bir anda elimden düştü ve sağa sola çarparak şişelerin olduğu
yere gitti. Yüzümü yavaşça Seo-bin'e döndüm. Tahmin ettiğim gibi sırıtıyordu.
Utanmasa yerde yuvarlanacak. Toplardan birini eline geçirdi ve yanıma yaklaştı.

"Beklediğimden iyi." dedi.

Ne demek istemişti bu şimdi. Elindeki topu bana uzattı.

"Al bunu. Sana öğreticem." dedi. Daha ben elimi uzatmadan o, topu
parmaklarıma yerleştirmişti bile.

Elimde olmadan onu seyretmeye başladım. İşaret parmağıyla orta çizgiyi,
sonrada şişelerin en önündeki topu gösterdi. Birkaç şey anlatsada pek
anlamadım. Geriye doğru çekildi ve ellerini göğsünde birleştirip, izlemeye
başladı.

Derin bir nefes aldım cesaretimi toplamak için. Daha önce yaptığım şeyleri
aynen tekrarladım ve bu sefer topu gönderebilmiştim. Şişelere doğru iyice
yaklaştı. Ellerimle gözlerimi kapattım. Bu sahneyi göremeyecektim.

Seo-bin'in kolunu boynumda hissettim. Koluyla boynumu sıkıyor.
"Başardın." diye bağırıyordu. Gözlerimi açtığımda şişelerin hepsinin
devrildiğini gördüm. Bir anda bende havalara uçmuştum.

Bu böyle hep sürdü mü? Tabiki hayır. Ya kenara düşüyor ya da en fazla 3-4
tane deviriyordum. Bendeki zaten acemi şansıydı.

Oyun bitmiş, eve gidecekken saatimin olmadığını fark ettim. Cebime falan
baktım;ama yoktu.

"Bir sorun mu var Da Hae?" diye sordu Seo-bin.

"Saatim...saatim yok." diye bağırdım.

"Bowling oynarken düşürmüşsündür. Hadi gidelim." dedi ve kolumdan
tuttu.

O sırada zil sesi duyduk. Benim telefonum böyle çalmazdı. Seo-bin'e
'seninki'der gibi baktım ve hemen durduk.

"Efendim... Anlamadım...Çok mu acil?...Tamam,geliyorum." dedi ve
telefonu hızla ceketinin cebine koydu.

"bugün için çok teşekkür ederim." dedim. "Sen git."

"Ama..."

Bugün yeterince yardım etmişti bana zaten. "Seninki acil. Ben
bulmasamda olur." dedim gülümseyerek.

O gittiğinde bowling salonuna çıktım hemen;ama hiç bir yerde yoktu. Nerde
düşürmüş olabilirdim ki bu aptal saati? Babamın doğum günü hediyesi olmasa bu
kadar umursamazdım. Bir saat içinde anons yaptırmak çok saçma olurdu. Aiyhhh!
Çıldırıcam.



JEONG ILWOO

Bunu hiç planlamamıştım.

" Büyükanne, bunu bana söylemeliydin. Bu saçma toplantı da nerden
çıktı. " diye bağırdım.

"Orada bizden kimse yok. Büyükanneni kırmayacaksın değil mi Ilwoo"
sesindeki uyarı beni korkutmuştu. Kim bilir katılmasam bana ne işkenceler
yapacaktı.

"İyi. Tamam." dedim ve büyükannemin konuşmasına fırsat vermeden,
telefonu kapattım.

Toplantı, Seul'da yeni açılan alıveriş merkezinde olacaktı. Seo-bin'in doğum
gününde giydiğim takım elbiseyi üstüme geçirdim.

----------------------

Toplantı boyunca, indirim, kredi, müşterilere saygınlık gibi ilgimi çekmeyen
konuşmalar geçti. Tam tamına 2 saat sürmüştü. Sonunda tam 'bitti, gidiyorum'
derken; Finans Müdürü;

"Efendim, bowlinge ne dersiniz?" diye sordu.

Ona doğru gülümsedim. Bu adamlar sonunda anladığım dilden konuşuyorlardı.

Toplam beş kişiydik ve ben hepsini haklamıştım. Doğrusu bir şeyine
oynamadık;ama hepsinden birer tane, mağalarından hediye çeki aldım. Ayağa
kalkmış gidecekken, şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Onun burda ne işi vardı.
Ve böyle ne arıyordu telaşla. Garsonlardan birine sordurttum. Saatini
arıyormuş. Bende birşey sandım.



LEE DA HAE



Alışveriş merkezinin kapısından tam çıkacekken bir anons duydum. Anonsta:

"Bowling salonunda bir saat bulunmuştur. Bowling salonunda bir saat
bulunmuştur." diyordu.

Müşteri hizmetlerinden nereye gitmem gerektiğini öğrendim. Kalbim duracaktı
nerdeyse.

Kapıyı açıp içeri girdim. Masada oturmakta olan adamın önünde durdum ve
kolumu masaya dayadım.

"Sa...saat bulunmuş." dedim. Koşmaktan nefessiz kalmıştım.

"Buyrun hanfendi. Evet, bir saat bulundu." parmağıyla birini
gösterdi. "İşte bu beyfendi bulmuş." dedi. Hızla arkamı dönmemle şok
olmam bir oldu. Bu beyfendi Ilwoo mu?

beğeni ve yorumları bekliyor olacağım
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:45 pm

Hikayenin adı: Tatlı cadı

Yazar: Derya

Kahramanlar: Lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı: Belli değil

Türü: Romantik-komedi



17.BÖLÜM



Gözlerim şaşkınlıktan kocaman açılmıştı. Baş parmağımı Ilwoo'ya doğru
uzatmış, oracıkta heykel gibi dikiliyordum. Bir anda Ilwoo'nun kollarını
omzumda hissettim.

"Da Hae, seni burda göreceğimi sanmıyordum." Elindeki saate doğru
baktı ve tekrar bana döndü. "Bende bu saati nerden tanıyorum,
diyorum." dedi. Bana göz kırparak.

Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Koluyla omzumu daha sıkı kavrıyor ve
beni kendine yaklaştırıyordu.

"Her şey için teşekkürler. Bundan sonrasını ben hallederim." dedi
görevliye ve hızla dışarıya çıktık.

Asansöre doğru yaklaştığımızda, kafamı ona çevirdim ve bir anda onun
kollarının hâlâ omzumda olduğunu görünce kendimi ondan bir adım öne attım.

"Yaa, sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdım. Ulu orta.

" Kimlik onayıyla falan zaman kaybecektik. Bu işi kısa yoldan
çözdüm." dedi kurnazca sırıtarak.

Ukala. Çok bilmiş domuz. Ben bunları söylerken farkında olmadan da elimi
yumruk yaptım.

"Hey,hey sakin ol.
Agresiflik başına vurmuş senin." dedi.

Ayağına bir tane
geçirecekken, dikkatim elindeki saate takıldı.

"Haa, bu saat. Al
senin." dedi. Saati bana doğru uzatarak. Bakışlarını benden kaçırıyordu o
sırada.

Saati elime bıraktı;ama bu saat benim kaybolan saatim değildi ki. Benimkisi
klasikti. Bu elimdeki saat ise tam aksine, etrafındaki taşlarla parıl parıl
parlıyordu. Kafamı şaşkınlıklar içerisinde ona doğru çevirdim. Yüzü, kahraman
edasıyla bana bakıyordu.

"Bu saat, benim saatim değil" dedim. Saati onun gözüne doğru
sokarak.

"Saat, saat değil mi? Hepsi aynı. Bence o külüstür saatinden daha
iyi" dedi. Saati havaya kaldırdı ve onu hayranlıkla izledi.

"Al bu saati sen sevgiline ver." dedim ve asansörün düğmesine
hızla bastım.

Ben asansörün gelmesini beklerken, Ilwoo bir anda yanımda belirdi. Ona doğru
bakmamaya çalıştım.

Asansör geldiğinde tam binecekken, o benden önce davrandı ve ilk o girdi
asansöre. Oyun mu oynuyor bu? Kafamı ona doğru çevirdiğimde çok sakin
görünüyordu. Elimi düğmeye doğru uzattığımda ise yine benden önce davranmış,
zemin kata ilk o basmıştı. Ahh! çıldırmak üzereydim. Benimle oyun mu oynamak
istiyor bu? Ben ona oyun oynamasını gösteririm. Demek benim yaptıklarımı
yapıyorsun haa? Gör bakalım.

Asansör zemin katta durdu. Adımlarımı yavaşça atıyordum benden önce çıkması
için. Öyle de oldu. Benden önce çıkmıştı;ama ben oyunbozanlık yapmıştım. O
dışarı çıktığında hemen içeri girdim ve hızla kapıyı kapattım. Yukarı çıkarken
onun şapşal bakışlarını görmek, bu günüme moral gibi gelmişti.



JEONG ILWOO



Yüzündeki şaşkın ifadeyede bak. Saati görünce ne kadar da mutlu oldu. Ya da
ben öyle sandım. Bir anda yüzü düştü ve saati bana doğru uzattı. Bu saat onun olmasada
onunkinden daha güzeldi.

Ve neydi o öyle? Bu saati sevgilime mi verecek mişim? Yoksa sen Ji Min'i
sevgilim mi sandın? Ahh! yüzündeki ifade ne kadar da komik. Bu kadar
yoğunluktan sonra insana çok iyi geliyorsun Da Hae. Senin yanında neden böyle
çocuk oluyorum? Hep seni sinir etmek neden beni böyle eğlendiriyor?

Ama bu şapşal da arada aklını kullanabiliyormuş. Bu tuzağa nasıl düşerim.

Bu arada bu saat neden senin için bu kadar önemli? Neyse umrumdaydı
sanki,eve gidip hemen kendimi yatağa atmak istiyorum.

Ben böyle düşünüyordum;ama bir türlü ayaklarım ileri gitmiyordu. Madem bu
saat senin için bu kadar önemli. Onu bulacağım Da Hae.



LEE DA HAE

Kafayı yemek üzereyim. Bu çocuk ne zaman karşıma çıksa hep böyle ters mi
gidecek benim günüm? Hem saatimin kaybolduğunu da nerden biliyor? O pahalı
saati alacak parayı nerden bulmuş?

Kafamı bu düşüncelerden kurtarmak için sağa sola salladım. Onu
düşünmemeliydim. Zaten her gün onun yüzünü görmekten sinir krizi geçiriyorum.
Bir de durmadan onu düşünmek, beni tımarhanelik edecek. O sırada bizim oraya
giden servis, durağa gelmişti. Son anda gördüm ve hızla koştum.

Eve giderken, saat olayını annemlere nasıl anlatacağımı düşündüm. Belki
tekrardan bir saat alınabilirdi;ama o saat benim için ayrı bir sürpriz olmuştu.

Doğum günümü evde kutlamıştık ve babam beni romantik bir şarkıda dansa davet
etmişti. Min Ho ise-her ne kadar istemese de- annemin zoruyla annemle dans
etmişti. Babam beni kendi etrafımda döndürdüğü an bileğimde bir ağırlık
hissetmiştim. İşte o an o saati görmüştüm. Paha biçilemez bir hediyeydi.
Babamın da kendine has böyle sihirbazlıkları vardı işte.

Evden içeri girdiğimde,herkes yemek masasının etrafında oturmuş, yemeğe
başlamışlardı.

"Da Hae, nerde kaldın?" dedi babam. Oturduğu sandalyeden arkasını
dönerek.

Onlara neden geciktiğimi söyleyemezdim.

"Kütüphanede ders çalıştık kızlarla." dedim. Çantamı dış kapının
oraya koydum ve sandalyeye yerleştim. Karnım zil çalıyordu. Kaşığımı tam
kimchiye daldıracaktım ki babamın:

"Kızlar, birlikte olmadığınızı söyledi." dedi. Kafamı tabağımdan
kaldırdım. Dudağımı büktüm ve babama shrek'teki çizmeli kedi gibi baktım.

"Babacım, kızlara bunu nasıl söyleyebilirim. Hyu Seon'un iki gün sonra
doğum günü. Bende bu yüzden bir kaç dükkanı gezdim" dedim.

Ucuz atlatmıştım. Babam bu konunun üzerinde fazla durmadı. İki gün sonra ise
Hyu Seon'un doğum günü değildi. Sadece beyaz bir yalandı bu söylediğim.

-----------------

Sabah, uykumdan fedakarlık ettim ve beş dakika erken uyandım. Üstümü giyinme
ve kahvaltı faslını hemen bitirip kendimi dışarı attım. Servis daha
gitmemişti;ama kalkmasına da son beş dakika kalmıştı. Haha! beş dakika erken
kalkmanın yararları.

Servise girdiğimde gözlerime inanamadım. Bu servis daha önce de bu kadar
tıklım tıklım dolu muydu. Servise göz gezdirdiğimde Ilwoo'nun da ayakta
olduğunu farkettim ve yanında Seo-bin yoktu. Kendimi iyice yukarı kaldırdım.
Belki arkalarda bir yerdedir diye;ama onu hiç bir yerde göremedim.

Servis ben geldikten sonra da baya doldu. İlk kez benden başka ayakta
kalanlarda vardı. İnsanların beni itmesiyle bir anda kendimi Ilwoo'nun yanında
bulmuştum. O sırık boyuyla çok rakat görünüyordu;ama ben küçük boyumla ve bu
kalabalıkta zor tutunuyordum. Vücutlarımız birbirine değiyordu nerdeyse.
Kendimi ondan her ne kadar geriye çekmeye çalışsamda bu seferde yanımdaki
insanlarla temas kuruyordum.

Şoförün aniden durmasıyla herkes öne doğru kaymış; ama ben elimde olmadan
Ilwoo'dan tutunmuştum. Belinden sıkıca tuttum ve kafamı ona iyice yasladım. Bu
yaptığım onu o kadar zorlamıştı ki düşmemek için baya bir güç harcamıştı.

"Yaa, fırsatçı sapık." dedi kulağıma eğilerek.

"Ne?" dedim ve hemen onun beline dolanmış kollarımı çözdüm.

"Eğer bana sarılmak istediğini söyleseydin; seve seve sana
sarılırdım." dedi gülümseyerek.

Aiyhh! Delireceğim. Neden bende herkes gibi öne doğru düşmedim. Rezil
olurdum olmasına;ama bu Ilwoo'ya rezil olmaktan iyidir. Yol boyunca yüzüne
bakamıyordum. Ama onun bana bakarak güldüğünü hissediyordum.

Sonunda okula gelmiştik. Koşar adımlarla okul kapısına gidiyordum ki bir
arkamdan tokat sesi duymamla durmam bir oldu. Hemen geriye döndüm. Dikkatim
yerde yatan Ilwoo'ya takıldı. Tekrar birisi onun yakasından tuttu ve ayağa
kaldırdı.

"Bana söylemediğin başka ne var Ilwoo?" dedi.

Elini tam yumruk yapmış vuracakkken durdu.

"Bu kadar çok mu öğrenmek istiyorsun" dedi Ilwoo. Bu bölüm biraz
kısa olmuş olabilir. Yeni bölümde biraz geç gelecek. Kusura bakmayın. Bu hafta
sınav yoğunluğundan başımı kaldıramıcam. Umarım beğenirsiniz Smile










Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



18.BÖLÜM



Vücudumun titremesine engel olamıyordum. İkisini de daha önce hiç böyle görmemiştim.
Bütün okul onların başına toplanmış, ben ise en dışta heykel gibi dikiliyordum.
Toplanan herkes, şaşkınlıktan ağızlarını kapatmış, gözlerini kırpmadan olanları
izliyordu. Daha fazla dayanamadım. Önümdeki insanları iterek en öne geçtim.

"Bu kadar çok mu öğrenmek istiyorsun." dedi Ilwoo. Yakasındaki eli
iterek. Gömleğinin yakasını dikleştirdi ve dudağındaki kanı elinin tersiyle
sildi. Davranışlarıyla fazla sakin görünüyordu; ama Seo-bin onun tam tersine
elleri titriyor, alnından ter damlacıkları akıyordu.

"Hadi gidelim." Başını etrafında gezdirdikten sonra "Burası
uygun değil." dedi.

Ilwoo önündeki insanların çekilmesini beklemeden oradan ayrıldı. Arkasından
da Seo-bin gitti.

Onlar gittikten sonra zil çaldı ve herkes sınıflara dağıldı. Ne yapacağımı
bilememiştim. Olacakları çok merak ediyordum. Bir anda arkamda bir el
hissetmemle, hızla arkamı döndüm.

"Yaa...Da Hae, burda ne arıyorsun?" dedi Hyu Seon. O sırada da
elindeki sandviçi ısırıyordu.

Onlara bu olanları anlatmayı öyle çok istiyordum ki.

"Şey...kızlar ben..."

Sözümü kesen Hyu Seon oldu.

"Off...arabaya bak." dedi. "Millet okula son modellerle
gelirken biz pabuç eskitiyoruz." dedi kollarını sallayarak.

Gelen arabayı merak ettiğimden arkamı döndüm. Olamaz. Bu Ji Min değil mi?
Onun burada ne işi var? Arabadan indi ve bize doğru yaklaştı.

"Konuşmamız lazım." dedi.

Sağıma, soluma, arkama baktım hızla. Burada bizden başka kimse yoktu.
Benimle mi konuşmak istiyordu?

"Neden?" diye sordum.

Gözleriyle kızları süzdü.

"Burada olmaz. Başka
bir yere gidelim." dedi.

Arkadaşlarımdan gizli
saklım olmazdı;ama şu anda bunun sırası değildi. Onu izleyecektim.

"Da Hae,biz
sınıftayız. Derse geç kalayım deme. Bayan Seul'un yine cinleri tepesinde."
dedi Hye jin.

Onlar gittiğinde uzun bir
sessizlik oldu. Sonunda konuşmuştu.

"Ilwoo'yu gördün mü? Ulaşamıyorum." dedi telaşla.

"Ne oldu?" diye sordum. Merakıma yenik düşmüştüm.

"Seo-bin....Onun bize ihtiyacı var?"

"Anlamadım." dedim kafamı sallayarak.

"Da Hae, sana bunu sonra anlatırız. Onları bulmam lazım."

Gözlerindeki korku bir an titrememe neden olmuştu.

"Tamam beni takip
et." Dedim. "Bu tarafa gitmişlerdi en son."



JEONG ILWOO

Sana her şeyi anlatıcam
Seo-bin. Neden Ji Min'in seni terkettiğini, neden Amerika'ya gittiğimi. Sana
hep bunları anlatıp anlatmama konusunda kararsız kaldım. Senin de benim gibi
hayal kırıklığı yaşamanı istemedim.

"Fabrikayı neden
kapatıyorsunuz." dedi.

Ne dediğini anlamamıştım.
Fabrika mı? Benim fabrika olayıyla ne ilgim olabilirdi ki?

"Nasıl?
Anlamadım." dedim. "Sen..."

Sözümü tamamlamadım. Ne
yani Seo-bin'in hiçbir şeyden haberi yok mu şimdi? Ama benim de fabrika
hakkında hiçbir bilgim yoktu?

"Ne kapatması?"
diye sordum.

" Babamı telefonda
konuşurken duydum."

"Ne duyduğunu
bilmiyorum;ama benim bununla hiçbir ilgim yok." dedim.

Gözlerindeki kızgınlığı
anlayamıyordum.

"ya... demek
burdasınız." dedi bir ses. Hızla arkama döndüm. Ji Min ve Da Hae'nin burda
ne işi vardı?

"Seo-bin, iyi misin?" dedi Ji Min. Gözlerindeki telaşı farkettim.
Sanırım oda benim düşündüğümü düşünüyordu.

"Bak her şey..."

Sözünü tamamlamasına izin vermedim.

"Kızlar, burda ne
işiniz var?" dedim. Ji Min'e kaş, göz işareti yaptım susması için. Bu
hareketlerimden önce pek bir şey anlamasa da, sonradan kendini topladı.

"Ahh...Anladım. Erkek
erkeğe....konuşma... Sanırım bize yer yok." dedi Ji Min. Bana göz
kırparak.

Dikkatim bir anda Da Hae'ye kaydı. Onun burda olduğunu nerdeyse unutacaktım.
Ona göstermem gereken bir şey vardı.

" Seo-bin bundan sonra kulak kabarttığın bilgilerle arkadaşının güzel
suratını parçalama." Dedim sırıtarak. Ortamın havasını yumuşatmak için.

" Bu işin aslını öğrendiğimde sana yapmam gerekeni yapacağım."
dedi ve arkasına bakmadan uzaklaştı.



LEE DA HAE

Bu işten bir şey anladıysam Kuzey Koreli olayım. Niye bu kızı peşimden
getirdim ki. Hem niye bu kız gelir gelmez ortam yumuşadı. Bu ikisi niye bu kıza
böyle garip bakıyorlar?

Seo-bin gitti. Sanırım benim de gitmem gerekiyordu. Bu ikisini baş başa
kalmak isterlerdi şimdi. Arkamı dönmüş gidecekken, Ilwoo kolumdan tuttu. Hey,
yanlış kişiyi tutuyorsun Ilwoo. Kafamı ona doğru çevirdim.

"Sana söylemem gereken bir şey var." dedi. "Ji Min, senle
daha sonra konuşalım."

Hahh. İnanmıyorum. İki kızı da aynı anda idare et. Bende göz yumayım ha?

"Bırak kolumu." dedim. O sırada da kendi kendime kurtulmaya çalıştım;ama
olmadı.

"Oppa, her şey hallolcak." dedi ve 20 santimlik topuklu
ayakkabısıyla ses çıkarta çıkarta uzaklaştı.

Kolumu sonunda bırakmıştı.

"Evet, bana ne söyleyeceksin?"

Bir anda kurnazca gülümsedi ve beni bıraktığı kolumdan tutarak kendine çekti.
Ne olduğunu anlamamıştım. Şu anda, başım onun omuzlarında, kollarım ise onun
sırtını sarmıştı. Kendimi kurtarmaya çalıştıkça, ona daha fazla yaklaşıyordum.

"Tamam, şimdi oldu." Dedi ve beni kendinden hızla uzaklaştırdı.

Gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. Kızarmamı engelleyemedim. Bu durumda
köşeye sıkışmış gibi hissediyordum. Acaba kendimi fazla belli ettim mi? Elimle
bileğimi tuttuğumda orada bir şeylerin olduğunu farkettim. Kafamı aşağı
eğmemle, Ilwoo'nun gözlerine bakmam bir oldu. Olamaz, bu benim saatim.

Kendime engel olamadım ve ona sarıldım.



~~~~



Yorumlarınızı dört gözle bekliyorum Smile










Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi 19.BÖLÜM



Amanın... Ne yaptım ben şimdi? Sadece saatimi, bana verdiği için mi böyle
sarıldım? Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyor. Olamaz...olamaz. Ben
Ilwoo'dan hoşlanamam. Ben Seo-bin'i sevi...

"Ya...amacın beni boğmak mı?" diye bağırdı Ilwoo.

Kollarımı hemen saldım ve arkamı döndüm. Ne yapacaktım şimdi? Kendimi resmen
deşifre etmiştim.

"Bir saatin seni bu kadar mutlu edeceğini sanmazdım." dedi.

Kendimi toplamak için derin bir nefes aldım ve ona doğru döndüm.

"Evet saat. çok teşekkürler."

Gözlerinden hiçbir şey anlayamıyordum. Bakışlarını bende kenetlemiş,
gözlerini ayırmadan bana bakıyordu. Kesin yüzüm domates gibi kızardı. Aiyhh....
Şimdi koca ağzını açıp dalga geçmeyede başlar.

"Belki sen de..." dedi ve birden kafasını sallamaya başladı.

"Hayır, hayır, hayır. sen Se..."

Sözünü tamamlamadı.

Dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Kendine gelmesi için elimi, gözünün
önünde hızla salladım.

"Ilwoo, ne diyorsun?"

Kafasını aşağıya eğdi ve tekrar yukarı kaldırdı.

" Seo-bin'den hala hoşlanıyor musun?" dedi.

Şimdi ne demeliydim. 'Hayır ondan hoşlanmıyorum. Seni seviyorum.' desem bana
güler miydi? Ona doğru bakamıyordum. Eğer ona bakarsam sanki, ondan
hoşlandığımı çakacakmış gibi hissediyordum.

"Ondan hoşlanamazsın." dedi sakin bir şekilde.

Neden böyle dediğini anlayamamıştım.

"Niçin?" diye sordum.



JEONG ILWOO

Da Hae, neden şimdi bana sarıldın ki? Sana olan duygularımı bastırmaya
çalışırken, sen neden hep karşıma çıkıyorsun? Neden her defasında da seni
kendime daha yakın buluyorum. Elimde olmadan seni yakınıma çekiyor ve sonra da
hiçbir şey olmamış gibi davranıyorum.

Sen en yakın arkadaşımdan hoşlanırken, ben ise senden hoşlanıyorum. Onu sana
bağlamaya çalışıyorum. Bu yaptığım en aptalca şey.

"Ondan hoşlanamazsın." demem tek bir nedenden; çünkü ben senden
hoşlanıyorum. Ama sanırım bunu söylememeliydim. Zaten, artık her şey birbirine
girdi. Ve seninde bu işin içinde kaybolmanı istemiyorum. Belki de önce sana
söylemeliyim her şeyi.



LEE DA HAE

Aigoo... Bu çocuk niye böyle yaa. Ağzından kelimeleri oltayla alıcaz illa.

" Ağzını açmadan beni dinle Da Hae." dedi birden ve bileğimden
tutarak beni ordaki banklardan birine oturttu.

"Evet, seni dinliyorum."

" O kalın kafan bu söylediklerimi iyi anlasın, bir daha
söylemeyeceğim."

Her şekilde benimle dalga geçebiliyorsun değil mi? Tam kafasına bir tane
geçirecekken, konuşmaya başladı.

"Seo-bin'in doğum günüydü. O gün ikimizde aynı kıyafetleri
giyinecektik. Mor bir takımdı. Ben her ne kadar istemesemde elime tutuşturdu.
Giymekten başka çarem yoktu."

Gözlerindeki üzüntü, kalbimin acımasına neden oldu.

"Yukarı kata çıktığımda Seo-bin'in odasında birilerini tartışırken
buldum. Biri Seo-bin'in annesi, diğeri ise bir adamdı,ama onu görememiştim.
Seo-bin'in annesi;

-O senin oğlun. Her zaman da öyleydi.

dedi. Adamı tam göremediğimden, kapıyı hafifçe araladım."

Gözlerini kapattı. Sanki bir şeyler hatırlamaya çalışıyordu. Ya da ben öyle
sanmıştım.

"Ji Min'in babasını gördüm. Elini masaya vuruyor, kadına olmadık sözler
söylüyordu.

-Saçmalama be kadın. O zamanı hatırlamıyorum bile.

İnkar ediyordu. Ama Seo-bin'in annesi, onun oğlu olduğunu, çok hasta
olduğundan oğluna gerçek babasının bakmasını istediğini söyledi. Şaşkınlıktan
elimdeki çantayı yere düşürmüştüm. Ne yapacağımı bilemeden koşarak aşağıya
indim. Arkamdan da Seo-bin'in annesi geldi."

Bu söyledikleri karşısında kalakalmıştım.. Bunca yıl bunları nasıl olur da
saklamıştı.

"Başka birileri biliyor mu peki?" diye sordum.

Kafasını bana doğru döndü." Seo-bin ve babası hariç herkes
biliyordu." dedi.

Yani kuyruğu koparan ilk sen oldun ve herkese söyledin öyle mi?

"Se..sen mi söyledin?" dedim zorda olsa.

Hafifçe tebessüm etti.

"Ben ve Ji Min hariç herkes biliyordu. Bende öğrenince mecbur Ji Min'e
de söylediler. Babam ve Ji Min'in babası planı çoktan yaptılar. Buradan
Amerika'ya taşınacaktık."

İlk kez Ilwoo'yu böyle görüyordum. Korumasız, yalnız. Ona doğru iyice
yaklaştım. Kolumu omzuna dolayacağım an, o benden önce davranmış, başını omzuma
yaslamıştı. Ağzımı açamıyordum. Ne söyleceğimi, nasıl davranacağımı
bilemiyordum. Bir süre öyle durduk. Sessizliği Ilwoo bozdu.

"Seo-bin'in babası iyi biriydi. Büyükannem ona hep sonradan görme
derdi. Babam kadar güçlü değildi. Seo-bin'e hiçbir şey anlatılmadı. Annesi ise
bunlara daha fazla dayanamayıp onları terketti.Ama bence babası onu zorladı
terketmeye."

İnanamıyordum. Şimdi Ji Min ve Seo-bin kardeş miydi?

"Da Hae, Seo-bin'in annesi yaşıyor." dedi ve telefonunu cebinden
çıkardı. Bir resim gösterdi. Resimdeki kadın çok alımlı, çok dikkat çekici
biriydi.

"Bu kadın onun annesi." dedi. " Buraya onu aramaya geldim
."

Birden ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla bende kalkmıştım. Belki de bunları
bana hiç söylememeliydi. Ben şimdi Seo-bin'in yüzüne nasıl bakacaktım? Onun
yanında nasıl davranacaktım?

Dur bir dakika. Bu bana belki de şaka yapıyor. Saf buldu beni tabii. Böyle
bir şey nasıl olur ki zaten. Evet...evet bu bir şaka. Ayhh...inanmıyorum. Bir
de üzülüp, ona sarıldım.

"Yaa...Ilwoo, senarist
olsana sen. Harcanıyorsun burda." dedim sırtına vurarak.

O sırada telefonu çaldı.
Yanımdan ayrıldı ve okula doğru yürümeye başladı. Bende onun arkasından
yürüdüm.

"Nasıl?....Nerdeymiş?"

Adımlarını hızlandırmaya
başladı. Arabasına doğru yaklaştı ve telefonu kapattı.

"Sen okula git. Benim
işim var." dedi ve arabanın kapısını açtı.

Ders çoktan başlamıştı ve
bu duyduklarım-hala doğru olmadığı kanısındayım ama-karşısında bende beyin
kalmamıştı. O arabaya biner binmez, bende kapıyı açtım.

"Eeee...nereye
gidiyoruz." dedim. Onun hayır diyeceğini bildiğimden hemen kapıyı
kapattım.

Arabanın anahtarını kontağa
taktı;ama çalıştırmadı. Bana doğru döndü ve yaklaşmaya başladı.

Kalbim ona sarıldığım
zamanki gibi hızla atmaya başladı. Daha da yaklaşınca istemsizce gözleri
kapattım. Ve ne olacağını beklemeye başladım. Ama olan hiçbir şey yoktu.
Gözlerimi açtığımda, karşımda kimseyi göremedim. Yavaşça kafamı ona doğru
döndürdüğümde, gülümsediğini farkettim. Onu böyle görmek daha güzeldi.

"Sen cidden sapıksın Da Hae." dedi.

Ahh... Olamaz. Yine hapı
yuttum.

"Emniyet kemerini
bağlamak bu kadar mı zor?" diye sordu. Kendimi koltuğa doğru iyice gömdüm
ve kafamı cama yapıştırdım. Niye her defasında böyle oluyor?

Arabayı çalıştırdı. Ama çok
garipti. Seul'den çıkmış, Incheon'a doğru gidiyorduk.

"Hey...nereye
gidiyoruz?" diye sordum.

Ama o sanki beni hiç
duymamış gibi sürmeye devam etti.

"Yaa.."diye
bağırdım. Bu sefer dikkatini çekmiştim.. Gene nereye daldın Ilwoo?

"Ne var?" dedi
soğuk bir sesle.

"Kaçırıldığım yeri
öğrenebilir miyim?" dedim.

"Seni kaçırdığım falan
yok. Ya..dikkatimi dağıtmayı kes. Seninle konuşmak istemiyorum." dedi.
Bana doğru parmağını uzatarak.

----------------------

Büyük, şato gibi bir yere
gelmiştik. Arabayı rasgele bir yere koydu ve aşağı indi. Arkasından bende hemen
indim ve koşarak onun yanında yürümeye başladım.

"Burası neresi
böyle." diye sordum.

Hafifçe gülümseyerek
"tam sana göre bir yer." dedi.

Gözlerimle etrafı
inceledim. Beyaz gömlek giymiş bir kaç insanın banklarda oturduğunu gördüm.
Olamaz burası bir deliler hasyanesiydi. İçeri girdiğimizde, Ilwoo danışmadan
bir kıza:

"Yoon Eun so'nun odası nerde?" diye sordu.

Danışmadaki kız biraz düşündükten sonra "3. kat numara 210" dedi.

Ilwoo, danışmanın hemen sağındaki asansöre bastı.

"Ben merdivenlerden çıkıcam. Sen istersen bekle." dedi. Aynı anda
iki üç basamak atlayarak, merdivenleri çıkmaya başladı.

"Beni bekle." dedim ve ona yetişmek için koştum.

Yoon Eun So'nun kim olduğunu merak etmiştim. Neden buralara kadar onu
görmeye gelmiştik. Üçüncü kata çıktık. Adımlarını daha da hızlandırmıştı.
Odanın kapısına gelince biraz durdu ve yavaşça kapıyı açtı. İçeriden hiçbir şey
görünmüyordu. İçeri girip girmeme konusunda kararsız kalmıştım. Ilwoo, hastanın
yatağına yaklaşınca durdu ve bir adım sendeledi. Ne gördüğünü merak ettiğimden,
bende hızla içeri girdim.

Ama Seo-bin'in burada ne
işi var?

Bu bölümde sanırım kısa
oldu:) beğenilerinizi ve yorumlarınızı özellikle bu bölüm için istiyorum.. Sonuçta
artık herşey açığa kavuştu.










Hikayenin adı:Tatlı Cadı

Yazar:Derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



20.BÖLÜM



JEONG ILWOO

"Bana her şeyi anlatacak mısın?" diye sordum.

Da Hae'yi, Bayan Eun Son'nun yanında bıraktık. Onunla özel konuşsam daha iyi
olacaktı. Bana doğru yaklaştı.

"Her şey gördüğün gibi. Annemin yaşadığını biliyorum. Babamın aslında
babam olmadığını biliyorum. Ji Min'le kardeş olduğumuzu biliyorum. Ve senin de
her şeyi bildiğini biliyorum." dedi Seo-bin, gözlerimin içine bakarak.

Ona ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Aslında söylecekte bir şey kalmamıştı.
Her şeyi bildiğine göre...

"O zamanlar ne yapacağımı bilemiyordum. Kafam karışmıştı. Her çocuk
gibi bende ilk aileme anlattım gördüklerimi. Onların kartlarıyla oynadık."
dedim.

Kafasını anlamamış gibi salladı. " Partide zorla mor takım giydirecek
kişi yok karşında artık. İkimizde büyüdük. Büyüklerimizin kozlarıyla
oynamayacağız. Ben seçimimi yaptım. Her ne kadar annemin yaptıkları hata olsa
da, onun bana ihtiyacı var dostum." dedi.

Elini omzuma koydu. Ve beni kendine doğru çekip, sarıldı. Bunu yapar yapmaz,
onu kendimden ittim.

"Evet, sen baya büyümüşsün." dedim gülümseyerek. Sonradan yüzümü
ciddileştirdim. Aklıma takılan bir soru vardı.

"Peki, bu fabrika işi ne?" diye sordum.

"Bilemiyorum. Ama, bunu araştıracağım." dedi.

Fabrika ve fabrikanın satışı. Sanırım bunu benimde araştırmam gerekecek.

"Da Hae'yi meraklandırmayalım. Hem hasta ziyareti kısa olur
derler." dedi Seo-bin.

Odaya girdiğimizde Da Hae, Bayan Eun So'nun saçını tarıyordu. Bizi kapıda
görür görmez ayağa kalktı. Bana soran bakışlarla baksada ben aldırış etmedim.
Seo-bin, annesine doğru yaklaştı ve taranmış saçlarını oksadı.

Da Hae'ye doğru dönerek, "Beni kuaför masrafından kurtardın." dedi
gülümseyerek. Ardında Da Hae'de gülmeye başlamıştı.

Da Hae, beni bir kez daha şaşırtmıştı. Ortama hemen uyum sağlıyordu. Ne
olursa olsun. Kim bilir kaçırılsa, onlar mı kaçırıldı yoksa Da Hae mi belli
olmazdı. Onlar kahkahalarla gülümserlerken, ben dışarıya çıkıp telefon ettim.

----------------------



LEE DA HAE



Seo-bin'in annesi çok tatlı bir kadındı. Bana Seo-bin'in haylazlıklarını
anlatıyordu. Küçükken bile çapıkınmış annesinin söylediğine göre. Gözlerim oda
da Ilwoo'yu aradı. Nereye gitmişti ki bu şimdi? Ben tam sandelyeden kalkacakken
Ilwoo geldi. Yüzünde bir gariplik olduğunu sezmiştim.

"Seo-bin, biz artık gidelim." dedi Ilwoo.

Bayan Eun So, biz giderken arkamızdan çok hüzünlü bakmıştı. Ona tekrar
geleceğimizi söylediğimde gözlerinin içi parladı.

Dışarıya çıktığımızda arabaya kadar ikimizde konuşmadık. Ne ben ona bir şey
sordum ne de o bana bir şey söyledi.

"Ya, kavşağı geçtin." diye bağırdım.

Evin yolunu şaşırdı heralde. Kafasını bana doğru çevirdi. Çocuksu bir
tavırla, "bana yemek ısmarla." dedi.

"Sen kafayı mı yedin? Parası bol olan sensin. Sen ısmarlasana."
dedim.

Arabayı sürerken genelde ciddi olurdu;ama Ilwoo'yu ilk kez böyle görüyordum.
Çocuksu,tatlı...

"Seni buraya kadar getirmek beni acıktırdı." dedi. Yine o çocuksu
haliyle.

Aiyh... İnanamıyorum. Sanki, sırtında taşıdı.

"Tamam, o zaman ramene ne dersin?" dedim kurnaz bir şekilde
gülümseyerek. Pek hoşuna gitmemişe benziyordu bu teklifim.

"Ramen ha? Doğru unutmuşum. Harçlığın anca ona yeter." dedi o
tiksindirici sırıtmasıyla.

Bu beni çıldırtacak. Hem ısmarla diyor, hem de ısmarladığıma razı olmuyor.

"O zaman keyfin bilir. İndir beni şurda." diye bağırdım.

Bunları bilinçsiz bir şekilde söylemiştim. Bıraktığı an, ben bittim.

Arabayı birden durdurdu ve " İn. O zaman." dedi.

Kapıyı yacaşça açtım. Kafamı ona doğru çevirdiğimde gözünü bile kırpmıyordu.

Sinirli bir şekilde kapıyı kapattım. Hiç beklemeden gaza bastı. Resmen,
otoyolda beni böyle sap gibi bırakmıştı.



JEONG ILWOO

Onunla böyle dalaşmak beni öyle rahatlatıyor ki. O kzıgın suratı, ellerinin
yumruk şeklini alması onun en sevdiğim özelliği. Bu yüzden onu hep kızdırmak,
sinirlendirmek istiyorum. Ama bu sefer fazla abarttım. Burada, tek başına bir
gramlık aklını da kaybedecek. Arabayı aniden durdurdum. Ve dakikaklarca onu
arkamdan seyretim. Nerdeyse arabaların önüne atlamadığı kalmıştı. Sonunda pes
etti ve yolun kenarında oturdu. Onun yüzüne ilk kez bu kadar çok bakmıştım. Bir
dahakini çok özleyeceğim.

Arabayı hemen çalıştırdım. Yanında arabanın durduğunu duyar duymaz arkasını
büyük bir sevinçle döndü. Ama bu sevinci beni görene kadar sürdü. Pencereyi
açtım.

"Hey, hadi bin." diye bağırdım.

Beni duymazlıktan geldi. Koşar adımlarla yanına gittim ve kolundan tutarak
ayağa kaldırdım. Her zamanki gibi kurtulmaya çalışsada nafile. Bana hiç
işlemedi.

Yol boyunca gözlerini hep benden kaçırıyordu. Ağzını tam açacakken, benim
ona bakmamla susuyordu. İçten içe bana küfrettiğini hissediyordum.

Yol kenarında bir lokantanın önünde durdum. Ama Da Hae'nin inmeye hiç niyeti
yok gibiydi. Onu arabada bıraktım ve koşar adımlarla lokantaya girdim. Madem o
gelmeyecekti, bende hatamı düzeltmek için yemeği onun ayağına getirirdim.

Arabaya geldiğimde uyuduğunu gördüm. Birkaç kez yemeğin kokusunu duyar da uyanır
diye etrafında yemek paketini dolandırdm. Ama hiçbir işe yaramadı. Da Hae,
mışıl mışıl uyuyordu.



LEE DA HAE

Ah...kendimi daha iyi hissediyorum. Uyumak iyi geldi. Uyumak mı? Uykulu
gözlerimi kocaman açtım. Ama burası, bizim evin arkasıydı. Hero(unutanlar için
söyleyim dedim. Hero Da Hae'nin köpeğinin adı.)'nun evinin olduğu yer. Ama
benim burada ne işim var.

En son Ilwoo ile bir lokantaya gelmiştik. Sonrasını hatırlamıyorum. Kafamı
hemen yana çevirdim. Ama Ilwoo'dan eser yoktu. Beni burda arabasının içinde mi
bırakmıştı? Kapıyı hemen açtım. Kulübeye doğru ilerledim. Kulübede Hero'yu
göremeyince olduğum yerde kaldım. Akşam vakti nereye gitmişti bu köpek? Ve
kulübesinin önündeki yemek paketleri de neydi? Hero'ya ben böyle şeyler
yedirmezdim ki!

Havlama sesi duyar duymaz arkamı döndüm. Gelen Hero ve Ilwoo'ydu. Hero koştu
ve yanağımı yaladı. Ilwoo ise arkasından yavaş adımlarla geliyordu. Hero beni
bir güzel yaladıktan sonra, koşarak Ilwoo'nun yanına gitti. Onun etrafında
döndü ve sonra patisiyle Ilwoo'nun kafasına vurdu.

"Yaa, beni nasıl uyandırmazsın. Ahh...karnım da zil çalıyor." diye
bağırdım.

Ilwoo sakin bir şekilde, "Yüzünü yalamaktan harap oldu köpek."
dedi.

Evdekiler çoktan yemeklerini yemiştir. Bugün yatağıma aç gireceğime
inanamıyorum. Bu saatte de nerde yemek bulacağım. Birden önüme Ilwoo bir poşet
uzattı.

"Acıktığını söylemedin mi? Al işte." dedi.

Gözlerim kocaman açılmıştı. Elinden kaptığım gibi poşeti yırttım ve içindeki
hamburgerlere daldım. Karnım tıka basa doymuştu. Kafamı, silip süpürülmüş yemek
poşetinden kaldırdığımda Ilwoo ve Hero'nun bana şaşkın bir şeklide baktığını
gördüm. Yemek yememi sanırım çok acınası buldular.

"Gören seni Afrika'Dan geldi sanır." dedi Ilwoo sırıtarak.

Ona doğru dilimi çıkardım.



JEONG ILWOO

Kaç saattir uyanmanı bekliyorum. O kadar gün bekledim, saatlerde
bekleyebilirim. Uyandığında acıkacağını bildiğimden Hero'yla sana hamburger
yaptık. Bir daha köpeğini eve alan ne olsun. Dağılmadık yer bırakmadı.

Da Hae, sen şu anda yemek mi yiyorsun, yoksa boğuşuyor musun? Bu nasıl yemek
yemektir?

"Sen gidebilirsin artık." dedi ağzındaki lokmayı yutarak. Bunca
saat beni kovman için mi bekledim. Benim başka planlarım var. Hamburgerini
bitirince elimdeki su şişesini ona uzattım. Hiç beklemeden aldı ve bir dikişte
hepsini bitirdi.

"Geç oldu, seni bırakıyım eve." dedim. Lütfen kabul et Da Hae.
Yüzünü biraz daha göreyim.

"Olur." dedi ve Hero'nun başından öptü. Bu köpeği bile
kıskanabilirim.

Da Hae'nin evinin önünde durdum. Kapıyı açtı, "İyi akşamlar." dedi
ve hızla eve doğru yürüdü.

Daha fazla dayanamayacağım. Arabadan hızla çıktım ve koşarak, onun kolundan
tutup bana doğru çevirdim. Bu yaptığım onu çok şaşırtmıştı.

"Ilwoo, ne yapıyorsun?" dedi.

"Her zaman yapmak istediğimi..." dedim ve yavaşça dudaklarımı
dudaklarına değdirdim.



Bu bölümde kısa oldu Sad bu hafta aslında çok sınavım var ama arayı açmamak
için yazdım. Bu arda beğenen ve yorum yapan herkese çok teşekkür ederim 19.
bölüm +90 olmuş Smile
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Tatlı Cadı Empty
MesajKonu: Geri: Tatlı Cadı   Tatlı Cadı Icon_minitimeSalı Haz. 28, 2011 11:46 pm

Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi

21.BÖLÜM

Şu anda bunun bir rüya olmaması için neler vermezdim. Hala inanamıyorum.
Bizim playboy benden hoşlanıyor. Kalbim güm güm atıyordu. Bir anda Ilwoo durdu
ve beni kollarımdan tutarak, kendinden uzaklaştırdı. Ne olduğunu anlamak için,
gözlerimi açtım. Elleri kollarımda beni tutuyor;ama hiçbir şey söylemiyordu. Bu
sessizliği bozan ilk ben oldum.

“Ilwoo, ben…”

“Da Hae, sözümü kesme ve sadece beni dinle.” Dedi “Senden hoşlanıyorum…”

Bu sözü kalbimin iki kat gümlemesine yetti.

“Ama, seninle şimdi olmaz.”
Dedi.

Ne diyeceğimi bilememiştim bunun üzerine. Şimdi olmaz mı? Ne demekti bu?

“Neden?” diye sordum. Bu öpücük, “seni seviyorum, sevgilim olur musun?”
demek değil miydi?

Saçlarını karıştırdı ve bana mahcup bir şekilde baktı.

“Bir şeylerden emin olmalıyım. Seni sev…” cümlesini tamamlayamadan, bacağına
tekme attım ve hızla koşarak eve doğru ilerledim.

Hem öpüyor hem de sevdiğinden emin mi olmak istiyor? Ne yaptığını sanıyor?
Ahh…çıldırcam. Kalbim nasılda hızlı atıyor.

Evin kapısının önünde durdum. Bir türlü zile basamıyordum. Hem aileme ne
diyecektim? Kesin beni soru yağmuruna tutacaklardı. “neden geç geldin?
Neredeydin?” bu tür sorulara cevap verecek durumda değildim. Keşke bu öpücüğü
aklımdan silebilseydim.

Derin bir nefes aldım ve son gücümle zile bastım. Kapıyı açan erkek kardeşim
Min Ho’ydu.

“Vay canına, evin aptal
kızı teşrif ettiler sonunda.” Dedi. Bana doğru pis sırıtışıyla. Sinirimden ona
bir güzel vurabilirdim;ama kendimi zor tuttum. Hiçbir şey belli etmemeliyim.
Oturma odasına doğru ilerledim. Babam, bacaklarını uzatmış maç izliyor, annem
ise babama meyve hazırlıyordu. Şimdi sinirden daha da bir hopladım. Bu
erkekler niye kadınları kulanır ki? Aiyhhh…

“Ben geldim.” Dedim ve arkama bile bakmadan odama yürüdüm. Kendimi odamda
çok yalnız hissettim. Ne zaman böyle hissetsem telefona koşar kızlarla
saatlerce konuşurdum. Ama bunu onlara nasıl anlatacaktım? Hiçbir şeyden
haberleri yoktu. Belkide beni hala Seo-bin’e aşık sanıyorlardır.

Bunları düşündükçe daha da çok delirdim. Onlara bunu söylemeliydim.
Ellerinde öleceğimi bilsem de.



-------------------



Sabah her zamanki gibi yavaş yavaş hazırlandım. Servisin kalkma saatini
bekliyordum, evden ayrılmak için. Saat buçuk olunca evden ayrıldım. Ama aksilik
değil mi? Servisinde tam beş dakika fazladan beklemesi tuttu. Mecbur bindim.
Neyseki Ilwoo denen züppe yoktu ortalıklarda. İçim az da olsa rahatlamıştı.



Okula geldiğimde, kızlar her zamanki gibi beni bahçede bekliyorlardı. Dünkü
olaydan sonra araba çarpmış;ama o çarpmadan sonra bir şey olmamış gibi
gibiydim. Yüzüme sahte gülücükler takınıp, yanlarına koştum. Beni görür görmez
konuşmalarını yarıda kesip, bana sarıldılar. Ah…bu kolları özlemişim.

“Da Hae duydun mu?” dedi Hyu seon. “Eun Bin, woo Joong’u seviyorum, derken
Kang’la çıkmaya başladı. Bu kız tam…” Sözünü tamamlayamadan ben söze atladım.
Devamı hoş olmayabilirdi.

“Hey, hadi ders başlayacak.
Kaçırmayalım.” Dedim. Bunu demem üzerine şaşkınlıktan küçük dillerini
yutacaklardı. Ben ve ders, bu iki şey Kuzay Kore ve Güney Kore’nin
barışmasından bile olasıydı. Onlara doğru çocukça gülümsedim.

Ders boyunca aklım hep
başka yerlerdeydi. Kafamı sağa sola salladım. Bu duygulardan hemen
kurtulmalıydım.



JEONG ILWOO



Odanın kolunu çevirdim ve
içeriye girdim. Büyükannem, çoktan uyanmış, çalışma masasında bir şeyler
inceliyordu. Onu böyle görmek beni hiç şaşrtmadı. Tipik büyükannem.

Onun, geldiğimi fark etmesi
için birkaç kez öksürdüm. Kafasını bana doğru çevirdi ve tatlı bir şekilde
gülümsedi desem yalan olur. Her zamanki büyükannem; asık suratlı, soğuk ve
herkesi kendinden küçük gören.

“Geldin demek Ilwoo.” Dedi.
Masasına doğru yaklaştım ve saygımı göstermek için eğildim.

“Beni neden çağırdın?” diye
sordum.

Masadaki telefonun
ahizesini aldı.

“İki papatya çayı.” Dedi.
Bu demek oluyordu ki uzun bir sohbetimiz olucak.

Oradaki koltuklardan birine
oturdum.

“Buraya neden geldiğini
biliyorum Ilwoo.” Dedi ve devam etti.

“Sanırım her şeyi
hallettin. Burada bir işin kaldığını sanmıyorum.”

Büyükannemin her söylediği bir emirdir. Bu sanmıyorumun altında aslında
“Artık Amerika’ya dönebilirsin.” Yatıyordu.

“Hayır, daha bitmedi.” Dedim soğuk bir sesle.

“Nasıl” anlamında kafasını salaldı..

“Fabrikadan haberin var mı?” diye sordum sert bir ses tonuyla. Bunun üzerine
şaşkınlığını gizleyemedi.

“Bunu nerden biliyorsun?” diye sordu.

“Anlat bana.” Dedim.

Koltuğundan kalktı ve odadaki pencereye doğru ilerledi.

“Ilwoo, gözünde ailen
canavar görünüyor olabilir. Ama bizde geçmişteki hatalarımızın farkındayız.”
Dedi ve yüzünü bana doğru döndü.

“Bizde bu işe bir el attık.
Seo-bin’in babasının elindeki fabrikayı oğlunun üzerine yapacağız. Zaten en
başından beri bu onun hakkıydı.” Dedi. Zorlada olsa gülümsemeye çalışıyordu.

“O fabrika babasının değil mi?” diye sordum. Bu sorum büyükannemin koltuğunu
kabarttı.

“Ilwoo, onun gibi biri, nasıl böyle büyür? Anlasana bu sırrı saklaması için
ona neler verdik. Şimdide asıl sahibine veriyoruz.” Dedi.

Kafam çok karışmıştı. Bu aslında iyi miydi? Onu bile anlayamıyordum.

“Seo-bin o fabrikayı ne yaparsa yapsın. Artık onun.” Dedi.

O sırada içeri, ellerindeki bavullarla Sekreter Kang girdi. Elinde de bir
bilet vardı.

“Bunlar ne?” diye sordum.

“Artık Amerika’ya dön Ilwoo. Annen seni özledi. Babanda.”

Babamda mı özlemişti. Buraya geleceğimi duydu;ama bir kere bile sarılmadı. O
adam mı beni özledi büyükanne.

“Burada kalmam lazım büyükanne. Biri…” sözümü tamamlayamadan beni durdurdu.

“Hastaneye birlikte gittiğiniz kız mı? Hayır Ilwoo. O kız için burada kalacak
kadar küçülmedin sen.” Dedi.

Bunu söylemesiyle şah damarıma basmıştı. Kendimde olmadan ayağa kalktım ve
hızla büyükanneme doğru yürüdüm.

“Senin bu konuda konuşmaya hakkın yok.” Dedim bağırarak.

Soğuk bir şekilde, “onunla olmaz Ilwoo. Uçağın 3 saat sonra.” Der demez
odadan çıktı.

Arkasından gidecekken Sekreter Kang beni durdurdu.

“Büyükannenizi dinleyin efendim.” Dedi.

Büyükannemi dinlemek mi? Bunu yapamam.

LEE DA HAE



Ah… bu dersler beni öldürecek. Acayipte uykum var.

“Hey, Da Hae hadi dışarı çıkalım.” Dedi Hyu Seon

“Bırakın beni. Siz gidin.” Dedim. Onları başımdan kovmak için elimi kolumu
salladım. Ama hiç umursamadılar bile. Kolumdan tutarak beni dışarı çıkardılar.
Temiz hava az da olsa uykumun kaçmasını sağladı.

Bir anda arkamdan bir ses, “Da Hae.” Diye bağırdı. Arkamı döndüğümde
gözlerime inanamadım. Bunlar Seo-bin ve Ji Min’di. Onların burada, birlikte
görmek beni çok şaşırttı.

Ji Min, yanıma hızla geldi ve koluma girdi.

“Nasılsın Da Hae?” diye sordu. Bu kız niye bana bu kadar sıcak davranıyordu
ki?

“İyi.” Dedim sadece. Kolumu daha da sıkı tuttu. Bana doğru göz teması kurdu.
Sanki bir şeyler vardı.

“Seninle biraz konuşalım.” Dedi yumuşak bir ses tonuyla. Onu daha öncede
böyle görmüştüm. Seo-bin ve Ilwoo kavga ederken. Ama kızları yalnız bırakamazdım.

“Kızlar…” sözümü tamamlayamadan Ji Min, Seo-bin’e;

“Hey Seo-bin, kızlara birer dondurma ısmarlamaya ne dersin?” dedi. Seo-bin
onaylarcasına kafasını salladı. Vay anasını bunlar kardeş olmuş ya.



Okulun arka bahçesine doğru ilerledik. Kolumu sıkmayı sonunda bırakmıştı.

“Ilwoo gidiyor Da Hae.” Dedi birden. Bunu söylemesiyle durdum. Gözlerine
doğru bu sefer ben baktım.

“Amerika’ya gidiyor. Onu
bir tek sen durdurursun.” Dedi aceleyle.

Ben mi?

“Nasıl?” diye sordum.

“Ilwoo, sana nasıl aşık oldu hala anlamış değilim.” Dedi.

Ilwoo, bana mı aşık? Ama o
dün…

“Da Hae, bunu anlamayacak
kadar aptalsın. Senin için gitmek istemiyordu; ama cadı büyükannesi onu zorla
gönderiyor.” Dedi.

Tek kelime söyleyemiyordum.
O beni seviyor.

“Ne zaman gidecek?” diye
sordum.

Saatine baktı. Ciddi bir
sesle, “En fazla bir saati var.” Dedi.

Olamaz. Ben nasıl
yetişirim. Yanımızda bir anda Seo-bin belirdi.

“Sanırım nasıl yetişeceğini düşünüyorsun. Ilwoo’nun kadar güzel olmasa da
benimde bir arabam var.” Dedi bana gülümseyerek.



---------------



Daha fazla zaman kaybetmedik. Seo-bin arabayı o kadar hızlı sürüyordu ki,
nerdeyse midem kalkacaktı.

“Teşekkür ederim.” Dedim. Seo-bin’e doğru bakarak.

Hiç istifini bozmadan, “
Seni yetiştireyim. Öyle teşekkür et.” Dedi.

Onunla daha fazla
konuşmadık. Konuşamıyordum. Öyle heyecanlıydım ki! Ya yetişemesek. Bir daha
Ilwoo’yu görebilir miydim? Ona daha o iki kelimeyi etmemişken.

Havaalanına geldik. O kadar
kalabalıktı ki Seo-bin,

“Seni keşke Ilwoo’dan önce
ben sevseydim.” Dedi ve hızla kapımı açtı. Kapıdan hızla çıktım. Ona tam
teşekkür edecekken, arabasını sürdü.

Seni Ilwoo’dan önce ben mi
sevseydim? Ahh… Da Hae ne düşünüyorsun sen? Ilwoo’yu bulmalıyım.

Hızla koşarak havaalanının içerisine girdim. İnsanlara çarpmak umrumda bile
değildi. Koşuyor, “Ilwoo.” Diye bağırıyordum. Gözlerimden akan yaşlar,
görüntümü bozuyordu. İnsanları daha da bulanık görmeye başladım. Göz yaşlarımı
silecek vaktim bile yoktu. Ama bir anons dikkatimi çekti:

“Amerika, Washington 16 seferi kalkışa hazırdır..” Dedi. Bunu duyar duymaz
olduğum yerde kaldım. Dizlerim daha fazla dayanamadı ve yere çöktüm. Artık
gözyaşlarım daha da hızlı akıyordu. Son bir kez- bir daha söyleyemeyeceğimi
bildiğimden-yüksek sesle,

“Seni seviyorum.” Dedim.



beğeni ve yorumları bekliyorum demeden önce beğenen ve yorum yapan herkese
çok teşekkür ederim Smile şimdi diyebilirim beğeni ve yorumları dört gözle
bekliyorum Smile










Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi 22.BÖLÜM

Her ne kadar net göremesemde gözümün önünde bir peçete belirdi. Tereddüt
etmeden aldım ve bana bunu vereni daha iyi görebilmek için ayağa kalktım.

Şu anda karşımda olduğuna inanamıyoum. Bunun hayal olma olasılığını da
düşünerek, yüzüme bir kaç tane tokat attım. Ilwoo, birden kolumu tuttu ve beni
kendine doğru çekti.

"Emin ol, bu rüya değil." dedi. Kendimi ondan uzaklaştırdım ve
yüzüne baktım. Evet bu Ilwoo'ydu. Kim böyle gamzelerini çıkararak
gülümseyebilirdi ki.

Ben ona böyle bakarken, Ilwoo birden kolumdan tuttu ve havaalanında
koşturmaya başladık. Ne olduğunu anlayamamıştım. Neden böyle koşuyorduk ki?
Yüzümü Ilwoo'ya doğru döndüm. Hayatından memnun görünüyordu. Onunla böyle
koşmak, kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu etmişti. Havaalanından dışarı
çıktık. İlk karşımzıda duran taksiye zaman kaybetmeden bindik. Nereye ve neden
böyle koştuğumuzu hiç anlamamıştım. Ama Ilwoo'ya güveniyordum.

Han Nehri'nde indik. Sahil kenarında yürürken, beni durdurdu ve beni
karşısına geçirdi.

" Seni seviyorum Da Hae. Hayatımda hiç olmadığım kadar huzurluyum
yanında. Seni bırakamam." dedi.

Kendimi şu anda onun kollarına atabilirdim. Sevinçten bağırsam tüm Kore'ye
rezil olabilirdik. Sanki herkes bizi izliyor gibi geliyordu burada.

"Benim sevgilim olur musun?" dedi.

Şaşkınlığımı üzerimden atmama rağmen bir şey söyleyemiyordum. Sadece kafamı
sallayabildim. Bu onun beni öpmesine yetmişti bile. Bu seferki karşılıklı ve
aşk doluydu. Bunu her gören hissedebilirdi.

-----------------------

Sabah hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. İki saat erken kalktım. Daha annem
bile kalkmamıştı. Bugün kahvaltılarını ben hazırlayacaktım. Ama önce duş almam
lazımdı.

Annem kalktığında bendeki farklılığı görünce, yanıma doğru yaklaştı. Bu
halimden sanırım endişe duymuştu.

"Sen iyi misin tatlım?" dedi. Gözlerini benden saniyesine
ayırmıyordu. Kendimde olmadan gülümsedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Bu
onu daha da şaşırttı.

"İyiyim anne. Hemde hiç olmadığım kadar." dedim ve evden çıktım.

Servisin kalkmasına daha 15 dakika vardı. Fazla beklemeden servis geldi. İlk
kez okula oturarak gidecektim. Bacaklarımı uzattım ve bu anın keyfini
çıkardım.Serviste her yer dolmuştu ve sadece benim yanım boştu.

"Oturabilir
miyim?" dedi bir çocuk. Yapacak bir şey yoktu. Erken gelen kapar.

Ilwoo, servise bindiğinde göz göze geldik; ama hemen kafasını çevirdi. Acaba
yer tutmamı mı bekliyordu. Tefonumun titremesiyle, mp3 çalarımı nkulaklığını
çıkardım. Arayan Ilwoo'ydu.

"Günaydın." dedim gülümseyerek.

"Neden bana yer tutmadın?" dedi. Sesi çok soğuk gelmişti. Kim
bilir arkada ne kadar somurtuyordur.

"Neden geç geldin?" diye sordum.

"Yanındakine söyle, kalksın yanından." dedi.

Bu acaba kıskançlık belirtileri miydi? Şu anda yüzünü görmek öyle çok
isterdim ki Ilwoo.

"Niye ki? Tatlı çocuk." dedim. Gülmemi zor tutuyordum. Ilwoo'yu
ilk kez böyle görüyordum. Bu hali bile çok hoşuma gitmişti.

"Yaa, daha dün benimle öpüştün. Şimdi de o çocuğa mı..."
söyleyeceğini tamamlayamadan sustu. O kadar yüksek bağırmıştı ki herkes-bende
dahil- ona doğru baktı. Yüzünün hali beni çok güldürmüştü.

Servis durur durmaz aşağıya atladım. Kızlar büyük ihtimalle beni
bekliyorlardı. Bizi yakın görmeden, benim onlara her şeyi anlatmam lazımdı. Ama
kıskanç ve sinirli oppam durur mu? Ona oppa demek bile bir garibime gitti. Beni
kolumdan tuttuğu gibi durdurdu. Yüzüne bakarsam kesin gülme krizine girerdim.
Bu yüzden elimden geldiğince kafamı ona doğru çevirmedim.

"Sen...ölmek mi istiyorsun?" dedi. Sinir küpüne dönmüştü adeta.

Umursamamaya çalışarak, "sonra konuşalım Ilwoo. İşim var." dedim.

"Da Hae bu söylediğine seni pişman edeceğim." dedi ve yanımdan
ayrıldı. Ne yapabilirdi ki?

O gider gitmez kızlar yanımda belirdi.

"Selam." dedim. Onlara nasıl söyleyeceğimi hiç bilmiyordum.

Hyu Seon büyük bir lokma ısırdı ve bana doğru konuştu. " Da Hae, kaç
gündür birlikte bir şeyler yapmadık. Yarın arkadaşlığımızın sekizinci yıl
dönümünü kutlamaya ne dersin?" dedi.

Bu harika bir fikirdi. Ama ilk günlerden Ilwoo'yu ekmek de istemiyordum. Tam
kızlara Ilwoo'yla çıktığımı söylecekken, gürültülü bir ses duyduk.

"Lee Da Hae...Lee Da Hae... Bu isim size tanıdık gelmiş olabilir. Bu
kız benim sevgilim. Ona yan gözle bakan elimde kalır." anonsta bir
kesiklik oldu. Kafamı kızlara doğru döndüm. Ilwoo yine yapacağını yapmıştı.
Kızlara her şeyi alıştıra alıştıra söyleyecektim. Ama şimdi bugünü arkadaş
katletme günü olarak ilan edeceklerdir. Kim bilir?

"Kızlar bakın...aslında...ben zaten size..."

Bir türlü söyleyemiyordum. Jieun bana doğru yavaş yavaş yaklaştı ve sırtıma
bir tane geçirdi.

"Helal sana Da Hae, sonunda turnayı gözünden vurdun." dedi
gülümseyerek.

"Sen bizi salak mı
sandın. Hey! Jieun ben sana demiştim." dedi Hyu Seon.

"Sizin haberiniz var
mıydı?" dedim gözlerimi kocaman açarak.

"Azcık ipucu aldık;
ama çok az." dedi Hyu Seon.

Bu azcık ipucuyu kim
verdiyse, hayatımı kurtardığı kesin. İçim şimdi rahattı işte.

Okuldan çıkışta servis,
okulun dışında bekliyordu. Ona doğru giderken birisi arkamdan adımı seslendi..
Bu sesi daha önce hiç duymamıştım ve tanımıyordum.

"Bayan Da Hae, biraz
konuşabilir miyiz?" dedi ve parmağıyla, siyah, son model bir araba
gösterdi.

Uzaktan Ilwoo'yu görmüştüm.
Ona tam seslenecekken sekreteri andıran adam beni durdurdu.

"Kimsenin haberi
olmaması gerekiyor. Lütfen gidelim." dedi.

Arabaya bindiğimde
gözlerime inanamadım. Bu kişiyi daha önce görmüştüm.



JEONG ILWOO

Serviste Da Hae'yı
göremeyince, aklıma arkadaşlarına sormak geldi. Son anda onları servise
binerken yakaladım. Da Hae'nin servise gittiğini ve bir daha görmediklerini
söylediler. Nereye gitmişti bu kız şimdi?

Tefonumdan numarasını
çevirdim; ama meşgule veriyordu. Daha da çok meraklandım. Evi arayıp, nerde
olduğunu sorarsam da ailesi telaşlanacaktı. Ahh! Bu kız...

Ne yapacağımı
bilemediğimden eve gittim. Canım o kadar çok sıkılmıştı ki, dışarı, yürüyüşe
çıktım. Hero ve -sanırım Da Hae'nın erkek kardeşiydi- küçük bir çocuğun bankta
oturduğunu gördüm. Islık çalmamla Hero koşarak yanıma geldi. Sahibi gibi
yaramaz değildi en azından. Kardeşide Hero'nun arkasından geldi.

"Merhaba ben
Ilwoo." dedim.

Çocuk tatlı bir şekilde
gülümsedi. Ve "bende mİnho." dedi. Erkek kardeşi de Da Hae
kadar tatlıydı. Minho'nun Da Hae hakkında haberi olup olmadığını merak
ediyordum. Bu yüzden ağzını aramaya karar verdim.

"Genelde kız kardeşin gezdirirdi." dedim. Çocuğun yüzüne bakmamaya
çalışıyordum. Bir şeyleri çakmasından korkmuştum.

Yüzüme garip garip baktıktan sonra, "Unnim daha gelmedi." dedi.

Daha gelmedi mi? Da Hae, neredesin?

"Tamam, görüşürüz." dedim ve hızla yanlarından uzaklaştım.

Gidebileceği yerleri dakikalarca düşündüm. Daha ilk günden beni ekmiş
olamazdı değil mi? Kafamda son anda bir şey çaktı. Ben servise binerken, okulun
bahçesinden siyah bir Mercedes ayrılmıştı. Bunu neden daha önce düşünemedim ki!
Büyükannemin, mafya kılıklı korumalarından kurtulunca boş kalmayacağını
bilmeliydim. Evin önündeki arabaya hızla koştum ve büyükannemin kaldığı otele
doğru gittim.

Asansörün düğmesine basacakken, Da Hae'yı danışmanın önündeki koltuklarda
otururken gördüm.

Ona doğru yaklaştım ve yanındaki koltuğa oturdum. Beni hiç farketmemişti
sanki. Kafasını eline dayamış bir şeyler düşünüyordu. Ona doğru eğildim ve
"Buranın yemekleri çok lezzetlidir." dedim. Kafasını bana doğru
çevirdi. Beni görür görmez yüzünde bir gülümseme belirsede hemen silindi. Bana
hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı ve otelin dış kapısına gitti.

Onu kapıda yakaladım ve kendime doğru çevirdim. Gözlerinden hiçbir şey
anlamıyordum. Büyükannem ona ne söylemişti?

"Da Hae, o kadın sana ne söyledi?" diye sordum. Bakışlarını benden
kaçırıyordu. Elimle yüzünü kendime çevirdim.

"Ben bunu yapamam." dedi ve hemen yanında duran taksiye hızla
bindi.

Giden taksinin arkasından dakikalarca baktım. Hayatıma engel olunacaksa bunu
adaletli yapmalılardı. Ben bunu haketmemiştim.

Her şeyi düzeltmeliyim. Da Hae, beni bir kere dinleseydin keşke... lütfen
beğeni sayısı düşmesin Smile beğeni yine iyi ama olsun Wink beğenilerinizi ve
yorumları bekliyorum Very Happy ♥️










Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



23.BÖLÜM

Da Hae yanımdan hızla ayrıldı ve ilk duran taksiye bindi. Gözlerim hala
uzaklaşmakta olan taksideydi. İçten içede kendime kızıyordum. Onun gitmesine
nasıl müsaade etmiştim. Dakikalarca otelin önünde, şapşal gibi durdum. Kendime
gelmem uzun zaman aldı.

Hızla büyükannemin kaldığı odaya çıktım. Kahya beni görünce hiç şaşırmadı ve
hemen kapıyı açtı. Demek geleceğimi biliyordu cadı. Onu her zamanki gibi
masasında otururken buldum. Kim bilir Da Hae’ye neler söyledi?

Beni görünce hiç istifini bozmadan tekrar önündeki dosyaları inceledi. Sanki
burada yok muşum gibi. Onun bu tavrı üzerine iyice sinirlenmiştim. Bu sinirle,
masasına ellerimi dayadım. Fazla ses çıkarmış olacak ki kızgın bir şekilde bana
baktı.

“Ona ne söyledin büyükanne?” dedim. Sesimi sakinleştirmeye çalışsam da bir
türlü olmuyordu.

“Seninle olamayacağını”
dedi. Benim aksine sesi oldukça sakindi.

“Peki o?” diye sordum.

“İlk başlarda o da senin gibiydi. Ama ailesi hakkında olacakları duyunca,
daha ben bir şey demeden odadan hızla çıktı.” Dedi.

Bu ne demek oluyordu şimdi?

“Ailesine ne yapacaksın?” diye sordum.

“Babasının fabrikadaki konumu oldukça iyi. Adam çalışkanmış. Kızı, babasına
hiç çekmemiş. Biliyorsun onu çok kolay bu işinden ederim.” Dedi.

İşte benim tipik büyükannem. Onun bu sözleri beni hiç şaşırtmadı. İstediği
olmadığı zaman mutlaka, bunu kendi lehine çevirirdi. Ve yine yapmıştı.

“Bunu yapma.” Dedim. Sakin
olmaya çalışıyordum. “Büyükanne, Da Hae’yi bırakmayacağım.”

Ayağa kalktı. Ve kendine
viski doldurdu.

“Beni kötü büyükanne yapma
Ilwoo. Buraya seni acil götürmeye geldim. Baban hasta. Seni çağırdığımı o hiç
bilmiyor. Bilse kesin bana engel olurdu. Bu zamana kadar, hasta olduğu halde
sana karşı hiçbir şey söylemedi.” Dedi. Gözleri dalmıştı. Bir an büyükannemin
gözyaşlarının aktığını bile söyleyebilirim. Viskiyi tuttuğu elleri titriyordu.
Bir an düşeceğini hissettiğimden hızla elindeki kadehi aldım.

“Babanı, tedaviye isveç’e
göndereceğiz. O zamana kadar Newyork’a git. O zamanda, o kızı hala seversen
karışmayacağım.” Dedi.

“Kaç yıl kalacağım?”

“5” dedi. “Babanın uçağı
yarın sabah kalkıyor. Bir an önce şirketin başına geçmelisin.”

Bu sefer itiraz edecek
durumda değildim. Babamı gördüğüm son haliyle düşündüm. Ben gideceğimi
söylediğimde beni hemen yanından kovdurmuştu. Kapıyı aralayıp, ona baktığımda
bir resme hüzünle bakıyordu. Bu belkide babama karşı yapmam gereken son görevim
olabilirdi.

Kafamı hafifçe salladım. “Uçağım
kaçta?”

“Bu sabah 6’da” dedi.

“Peki ya sen?”

“Buradakilerle
ilgileneceğim.” Dedi.

Zamanım yoktu. Da Hae’ye
beş yıl sonra döneceğimi nasıl söyleyecektim.



LEE DA HAE

Taksiden iner inmez Hero’nun yanına koştum. Bu durumda eve gidemezdim. Önce
kendimi toplamam lazımdı. Onu görür görmez, daha da hızlandım ve boynuna
atladım. Kafamı, yumuşak tüylerine gömdüm. Etraf karanlıktı; ama birileri
görmesin diye Hero’yu kendime siper etmiştim.

Bir yandan ağlıyor bir
yandan ise kendime kızıyordum.

Hıçkırıklarıma engel
olamadan, “ Onu görünce kendimi öyle zor tuttum ki Hero. Nerdeyse boynuna
atlayacaktım.” Dedim.

Gözyaşlarımı elimin
tersiyle sildim.

“Hero yarına hazır mısın? Seni
en sevdiğimiz yere götüreceğim.” Dedim.

Benim bu söylediğimi duyar duymaz havlamaya başladı. Yarın, orada daha iyi
olacağım.

---SABAH---

Sabah erkenden kalktım. İçimde garip bir huzursuzluk olsa da umursamadım.

“Büyükbabana bunları da götür.” Dedi annem elindeki kutuyu uzatarak.

“Bunlarda ne anne?” diye sordum.

“Onun sevdiği yemekler.” Dedi gülümseyerek.

Annemin yanına doğru gittim ve yanağına bir öpücük kondurdum.

“Sen birtanesin” Dedim ve kapıdan hızla çıktım.

Hero’yu da alıp, büyükbabamın yanına doğru ilerledik.

Büyükbabam, bir dağın tepesinde, Seul’un ayaklarının altında olduğu bir
yerde. O öleli tam tamına üç buçuk yıl oldu. Büyükbabam, ben ve Hero harika bir
takımdık. Kendimize hep üç silahşörler derdik. Min Ho bizle pek takılmazdı. Ama
büyükbabam onunla da zaman geçirirdi. O ders çalışmak istese büyükbabamda
onunla birlikte çalışırdı. Ders çalışırken bile çok eğlenirdi Min Ho’yla. Bu
durumda onları biraz kıskanırdım; ama büyükbabamın en çok beni sevdiğini de
bilirdim. Onun Porthos’uydum.

Annemin getirdiği yemekleri açtım. Büyükbabama saygımı sunduktan sonra ayağa
kalktım. Hero’da ben kalkar kalkmaz kalktı. Büyükbabamın çevresinde çıkan
yabani otları yolduktan sonra, tam gidecekken yanımıza siyah bir araba
yaklaştı. Bu araba bana çok tanıdık geldi. İçinden tamamen siyah giyinmiş
birisi çıktı ve hızla arka kapıyı açtı. İçerden bir kadın çıktı. Onu daha net
görebilmek için kafamı hafifçe eğdim. Ama bu nasıl olur? Bu kadın Ilwoo’nun
büyükannesiydi.



Yolculuğum uzadı; ama fazla bekletmemek için yazdım. Umarım beğenirsiniz.
Diğer bölümü final yapmayı düşünüyorum. Smile







Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi

24.BÖLÜM



Bu kadını ne zaman görsem tüylerim diken diken oluyor. Ayhh! Niye karşıma
çıktı ki. Acaba yanından çaktırmadan geçsem mi? Hayır, yapamam. Bu seferde
saygısız olurum. Büyükbaba, ordan bile başımı belaya sokuyorsun. Kafamdaki
şapkayı çıkardım ve Bayan Jeong’un önünde hafifçe eğildim. O da aynı benim gibi
şaşkın görünüyordu. Neden, bu kadın büyükbabamı ziyarete gelmişti ki?



“Merhaba, efendim.” Dedim.

Yüzüme manalı manalı bakıyor; ama hiçbir şey söylemiyordu. Sessizliği mecbur
bozan ben oldum.

“Büyükbabamı nerden tanıyorsunuz?” diye sordum.

Bunu duyar duymaz, yüzünden kan çekildi sanki. Yavaş adımlarla büyükbabama
doğru yaklaştı ve Sekreter Kang’ın ona uzattığı çiçeği büyükbabamın önüne
koydu. Ardından ise getirdiği bir şişe sojuyu büyükbabama ikram etti. Bayan
Jeong bunları yaparken, Hero ile ben şaşkınlıkla olanları izliyorduk. Temkinli
adımlarla Bayan Jeong’a doğru yaklaştım.

“Demek chun gu senin büyükbaban?” dedi. Sesi hafif titriyordu. Yüzünü daha
iyi görebilmek için, Bayan Jeong’un yanına çöktüm.

“Evet, o benim büyükbabam.”
Dedim. Sesim fazlasıyla gururlu çıkmıştı.

“Bunu nasıl anlayamadım.”
Dedi ve kafasını bana doğru çevirdi. “Gözlerin, aynı Chung.”

Bunun üzerine ne diyeceğimi
bilemedim; ama ağzımdan tek şu kelimeler çıktı. “Burnumu da ona benzetirler.”
Dedim. Ben bunu söylememle Bayan Jeong hafif bir tebessümle güldü. Garip bir
kadındı gerçekten. Sanki o soğuk, ciddi tavırlarını unutmuştum bir anda.

Ayağa tam kalkıp
gidecekken, “Büyükbabam sizinle nerden tanışıyor?” diye sordum. Bu sefer sorum
arada kaynamasın diye vurgulu söylemiştim.

“Sevdiğim bir dostum.”
Dedi. Yüz ifadesini görememiştim. Arkasını dönmeden son model arabasına bindi.





Hero’yla yolda giderken
kendimize birer çikolata aldık. Çikolata dün yaşadıklarımı az da olsa
düşünmememi sağlıyordu. Hero kendi çikolatalarını bitirmiş, bu seferde
benimkilerini istiyordu. Yol boyunca bana yalvaran gözlerle baktı. Daha fazla
dayanamayıp, ona da vermeye başladım. Hatta bunu oyuna bile çevirmiştik. Ben
havaya atıyor, Hero’da havada yakalıyordu. Onun çikolatayı havada yakalamak
için verdiği çaba çok komikti.



Trafik ışığı kırmızı
yanınca karşıya geçmeye başladık. Karşıya geçerken bile, oynamaya devam
ediyorduk. Ben Hero’nun gelmediğini fark etmeden karşıya geçtim. Yanımda onu
göremeyince, telaştan hemen arkamı döndüm. Yeşil ışığın yanmasına son on saniye
kalmıştı ve benim köpeğim havada yakalayamadığı çikolata parçasını almaya
çalışıyordu. Hızla koşuyor ve bir yandan da “Hero” diye bağırıyordum. Son beş
saniye daha da hızlanmaya çalıştım. Ama son duyduğum büyük bir çarpma sesi ve
köpeğimin kanıydı.





Yattığım yataktan yavaşça
doğruldum. Uyandığım yeri ilk defa görüyordum. Oda da bir tek ben ve
koltukta uyuyan annem vardı.

“Anne neler oluyor?” dedim.

Yattığı yerden hemen doğruldu ve eliyle saçlarımı okşamaya başladı. Hala
hiçbir şey anlamamıştım. Benim bu hastane odasında ne işim vardı. Ben bunları
düşünürken beynimde bir anda çarpma sesi duydum. Sanki her şey bir saniye de
olmuştu. Hero’ya arabanın çarpması ve ambulans sesleri. Sonra ne olduğunu hiç
hatırlamıyordum.

Telaşlı bir sesle, “Anne, Hero nerde?” dedim.

Yumuşak bir ses tonuyla beni sakinleştirmeye çalışıyor ve anlamadığım bir
şeyler söylüyordu. Daha doğrusu dinlemiyordum. Koluma bağlı serumu çıkardım ve
yatağın altındaki terliği hızla ayağıma geçirdim. Annemin bana yalvarması veya
durdurmaya çalışması umurumda bile değildi. Kapıyı açtığım an karşımda babamı
buldum.

“Bırakalım gitsin.” Dedi. Sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Yoksa Hero’ya… Hayır,
düşünmek bile istemiyorum.



Hero’nun odasında birçok doktor vardı ve garip şeyler yapıyor ya da
inceliyorlardı. Doktor, durumunun kritik olduğunu ve bir bakıma ümidimizi
kesmemizi istedi. Hero’yu kaybedemezdim. O büyükbabamdan kalan son şeydi. O da
giderse…

Hastane koridorunda ileri geri dolanıyor, bir türlü sakin olamıyordum.
Arkamda birden tanıdık bir ses duydum.

“Da Hae, iyi misin?” dedi Ji Min. Hızlı adımlarla yanıma yaklaştı ve
ellerimden tuttu. “Her şey iyi olacak.”

Hiçbir şey söyleyemedim. Sadece kafamı sallayabildim. Böyle sözlere
ihtiyacım vardı.

Onunla birlikte aşağıdaki kafetaryaya indik. Sanki bana bir şeyler
söyleyecek gibiydi.

“Da Hae..” dedi ve derin bir nefes alarak devam etti. “Biliyorum şimdi hiç
sırası değil, ama…” sözünü kestim. Ne söyleyecekse ağzında evirip çevirmesini
istemiyordum.

“Konuya gir Ji Min.” Dedim.

Çantasından bir kutu çıkardı ve bana doğru uzattı. “Bunu sana Ilwoo
gönderdi.” Dedi.

Kutuyu elime aldım;ama bir türlü açmaya cesaretim yoktu.. “O niye vermedi.”
Dedim.

“Ilwoo, Amerika’ya gitti.” Dedi.

Bunu duyar duymaz, elimdeki kutu yere düştü. Ellerim o kadar titriyordu ki
almak için yere eğildiğimde bile, sanki ellerim uyuşmuş gibi yerdeki kutuyu
alamıyordum. Ji Min yanıma yaklaştı ve önüme çöktü.

“Gitmeden önce sana bu kutuyu vermemi istedi.” Dedi.

“Neden bana söylemedi.”
Dedim. Göz kapaklarıma yaşlar dolmuş;ama onları bırakamıyordum.

“Zamanı yoktu.” Dedi ve yerdeki kutuyu alarak bana uzattı. “Bence bunu
açmalısın.”

Ellerim her ne kadar titresede kutuyu açtım. Ama bu? Bana aldığı saatti. Saati kutudan
çıkardım. Kutunun içinde bir de not vardı. Ji Min tek başıma daha rahat okurum
diye yanımdan ayrıldı.

Notta şunlar yazıyordu:

“Da Hae umarım o saati bu
sefer koluna takmışsındır. Eğer takmadıysan emin ol ben gelir takarım.
Newyork’a gitmem ani olduğundan ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Randevumuzu da
geldiğim güne saklayalım. Ben gelene kadar, hayatındaki tek erkek baban, Min Ho
ve Hero olsun. Seni seviyorum.”

Bunları okur okumaz, gözyaşlarımı daha fazla esir edemedim. Sel olup
gitmişlerdi.

Bu sel kötü bir haberle daha da arttı. Sevdiğim iki kişi de yoktu artık
hayatımda.





5 YIL SONRA



“Ah… bekle…ahjussi” diyerek hızla servise doğru koştum. Son anda servise
yetişmiştim. Herkesin bana dik dik bakmasını umursamayarak, boş bulduğum bir yere
oturdum. Yarın mezun olacaktım. “Mezun” kelimesi bile bana öyle yabancı
geliyordu ki. Artık ben Veteriner Lee Da Hae’ydim.

Kampüs kapısından içeri girdim. Karşımda Seo-bin’i görür görmez yanına
koştum. Elinde bir poğaça, hem yiyor hem de bana bir şeyler anlatıyordu.. He ne
kadar anlamasamda, dinliyormuş gibi yaptım.

“Varya, bence Hyu Seon bir
uzaylı.” Dedi gülümseyerek. Kafamı anlamamış gibi salladım. Bana doğru ağzına
götürmekte olduğu poğaçayı uzattı.

“Bunlar enfes.” Dedi ağzına
açarak. Midem nerdeyse kalkacaktı.

“Yavaş ye, boğulacaksın.”
Dedim sırıtarak. O sırada öksürmeye başladı. İçimden “Hayy dilimi eşek arıları
soksaydı.” Dedim. Daha fazla kızarmış tavuğa benzemesin diye sırtına hokkalı
bir yumruk geçirdim.

“Yaa, beni öldürmeye mi
niyetlisin?” dedi göğsüne vurarak.

Seo-bin bu sıralar o kadar fazla yiyordu ki. En az on kilo almıştır. Hyu
Seon gibi Seo-bin’de aşçılık okuyor. Ama gel görün ki Hyu Seon bu zaman
zarfında zayıflayarak, çok güzel bir kız oldu. Aşçılık bölümü ise Seo-bin’e
yaradı. O zayıf, üçgen vücutlu hali gitti yerine oburiks geldi. Seo-bin ile
kafetaryaya giderken, arkamızdan Ji Eun’un sesini duyduk. Sevgili arkadaşım
elindeki suyu depesine dikerek bize yaklaştı.

“Yaa, Seo-bin beş yılda bir insan bu kadar mı değişir?” dedi ve Seo-bin’in
göbekli karnına şişesiyle vurdu.

Seo-bin, Ji Eun’u takmadı bile. Ji Eun ise hala onunla dalga geçmeye devam
ediyordu. Beş yıl önce yan yana bile gelmez dediğimiz insanların arasından
şimdi su sızmıyordu. Birden aklıma bir şey geldi. Saatime baktığımda zaman
yaklaşmıştı.

Seo-bin bana doğru yaklaşarak, “Da Hae, seni hala anlamış değilim. Bir insan
modadan uzak olurda bu kadar değil. Niye iki saati aynı anda takıyorsun?” dedi.

Bakışlarımı saatlerime doğru yoğunlaştırdım ve kafamı Seo-bin’e doğru
çevirdim. “Onlar…. en sevdiklerim.” Dedim gülümseyerek. Pek anlamasa da anlamış
gibi yaptı.

Onları ekerek, okulumuzun bir alt sokağındaki parka gittim. Her zaman bu
saatlerde beni bekleyen birisi vardı. Marketin önünden geçerken bir şeyler
aldım yemesi için. Her zaman ki gibi beni, heyecanla bekliyordu. Bunu nerden mi
anladım? Beni görür görmez, kulaklarını dikleştiriyor ve benim onu çağırmamı
bekliyordu.

Aldığım tüm kurabiyeleri yedikten sonra ona cebimden çikolatalı bir gofret
çıkardım. Bunu hep en sona saklardım.

Birden telefonumun titrediğini hissettim. Ayağa kalkıp, konuşmak için sessiz
bir yer aradım. Kalabalıktan pek bir şey duyamıyordum. Arayan annemdi. Benden
yine okulun dergilerini istiyordu.

Telefonu kapattım. Bomul’u bıraktığım yerde göremeyince,parka doğru
yöneldim. Bir yerlerde havlama sesleri duyunca oraya doğru gittim. Bomul’la,
onun boylarında bir kurt köpeği gördüm. Ona doğru koştum. Yanındaki köpekle
nerdeyse birbirlerini yiyeceklerdi. Ben onları ayırmaya çalışırken arkamdan bir
ses duydum.

“Hey, o köpeğe nasıl dokunursun.” Dedi. Sesin geldiği yöne doğru döndüğüm
an, gözlerime inanamadım. Bu oydu. Aradan tam tamına beş yıl geçmişti.



final bir bölüm daha uzadı Smile beğeni ve yorumları bekliyorumm Smile












Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi



25.BÖLÜM(FİNAL PART 1)



Taktığı, büyük güneş gözlüğüne rağmen onu tanımıştım. Duruşu, seslenişi, her
şeyiyle aynıydı. O Ilwoo’ydu. Ona doğru yavaş adımlarla yaklaştım. Koşarak
boynuna atlamak istiyordum;ama vücudum beni dinlemiyordu. Beni görünce, yüzünün
yarısını kaplayan güneş gözlüğünü çıkardı. Kalbim pır pır atıyordu. Ona doğru
iyice yaklaştım; ama Ilwoo sanki beni görmüyordu. Bu az da olsa kalbimi
acıtmıştı. Aramızda nerdeyse 10 metre bile yoktu. Nefes alış verişlerim
hızlandı. Gözlerim ona kenetlenmişken, arkamdan bir şeyin beni çektiğini
hissettim. Yavaşça arkamı döndüğümde, Bomul’la kavga eden köpek, pantolonumdan
çekiştiriyordu. Bu çekiştirme, ne bir hırlama ne de sahibini koruma amaçlıydı.
Yüzündeki o tatlı bakış, bana Hero’yu hatırlattı. Bu köpeğinde Hero’nunkiler
gibi beyaz tüyleri ve başında siyah bir topluluk vardı. Benim ona dönüp
bakmamla, pantolonumun paçasını çekiştirmeyi bıraktı. Tam eğilip, onun başını
okşayacakken, Ilwoo’nun ıslık çalmasıyla yanına koştu. Köpeğin arkasından bende
ona doğru ilerledim. Beni gördüğüne mutlu değil miydi? Neden yüzünde herhangi bir
tepki yoktu? Bu beş yılda ben onu bu kadar özlemişken, o beni…? Bir anda
aklımda şeytanca bir şey çaktı. Yoksa hayatında yeni biri mi vardı? Ilwoo’nun
yanına yaklaştım. Ona seslenmem, köpeğiyle onun arasına girdiğime dair bir his
verdi.



“Merhaba.” Dedim. Hafif
titreyen bir ses tonuyla. Kendimi her ne kadar güçlü bir karakter olarak
göstermeye çalışsamda, sesim beni alt etmişti.



“Selam.” Dedi, hafif bir
tebessümle. Bu kadar mıydı yani? Küçücük bir ‘selam’ mı? Ben ona böyle şaşkın
şaşkın bakarken, arkadan tatlı bir bayan Ilwoo’ya seslendi. Onun o topuklu
ayakkabılarının çıkardığı ayak sesleri, kulağımı paslandırdı resmen. Tatlı
sesli kız, Ilwoo’ya yaklaştı ve yanağına küçük bir buse kondurdu. Ardından ise,
köpeğin başını okşadı. Köpekte ona karşılık verircesine havladı ardardına.



Şu anda içimden olmadık
küfürleri saymanın yeridir. Bu ne yaa?

Kız, beni görür görmez,
soran bakışlarla Ilwoo’ya baktı. Ilwoo, kafasını benden yana çevirerek;

“ah, sizi tanıştırayım. Bu
Da Hae. Arkadaşım.” Dedi. Ilwoo, ne zamandır arkadaşlık kelimesi, sevgili
anlamına geliyor. Oğlum, ben senin basbaya sevgilin sayılmaz mıyım? Kız nazikçe
elini uzattı ve, “Tanıştığıma memnun oldum. Ben de Seo yoon” dedi gülümseyerek.
İnci gibi dişler, sırık gibi boy, giysilerinden pek anlamasamda harika bir
vücud ölçülerine sahip olduğu belli oluyordu.

“Bende.” Dedim. Ama ben gülümsemiyordum. Gözlerimden ateş fışkırmadığı
kalmıştı. Ben böyleyken Ilwoo, gayet sakin yanımızda heykel gibi dikiliyordu.
Bu ortama daha fazla dayanamayacağımı düşünüp, yanlarından izin isteyerek
ayrıldım. Arkama bakmadan kampüse doğru ilerledim.



Derse girmek istemiyordum. Hem girsem de ne anlayacaktım ki! Onun yerine,
kafetaryaya geçtim. Dirseklerimi masaya dayadım ve bugünkü olanları düşünmeye
başladım.





O kadar çok dalmışım ki, Ji Eun’un beni dürttüğünü bile hissetmedim. Yanıma
doğru sandalyeyi yaklaştırdı.

“Alooo, uyuyan güzel, sana sesleniyorum. Ne o Japon Denizi’nde gemilerin mi
battı.” Dedi sırıtarak.



Kafamı ona doğru kaldırdım. “Ne?” dedim şaşkın bir ifadeyle.

“Oooo” dedi elini havada
sallayarak.

Ji Eun’un ardından Seo-bin geldi. Yüzünde garip bir hava sezmiştim. Bana kaş
göz hareketleri yaptığını ise son anda fark ettim. Kafasıyla dışarıyı işaret ediyordu.

Ji eun, bize üç tane papatya çayı söyle, geliyorum.” Dedim.

Kampüsün banklarına geçtik. Soran bakışlarla ona baktım.

“Da Hae…şey var…şey yani…” Ağzında lafı gevelemesine sinir olduğumdan,
“Seo-bin söyle hemen.” Dedim.

Yüzünü benim göremeyeceğim bir yöne çevirdi. “Ilwoo, Amerika’dan gelmiş.”
Dedi. Bana söyleyeceğin bu muydu?

“Eee, ne olmuş?” dedim
umursamaz bir tavırla.

Kafasını hızla benden yöne
çevirdi. Yüzünde kocaman bir şaşkınlık vardı.

Elini güzümün önünde salladı ve bir yandan da “Ilwoo diyorum, gelmiş.” Dedi.

Doğrusu Seo-bin’e böyle davranarak sanki, Ilwoo’nun bana soğuk davranmasının
öcünü alıyordum. Umursamıyacaktım. Yanındaki o kız…Ayhh, düşündükçe sinirlerim
hopluyor.

Sakin bir ses tonuyla, hafif gülümseyerek, “Hadi ama Seo-bin, aradan kaç yıl
geçti.” Dedim. Kafasını anlamamış gibi salladı. “Ben sizi…yani ne biliyim.
Neyse.” Dedi. Fazla uzatmamasına sevinmiştim. Nerdeyse gözyaşlarım beni ele
verecekti.

Bu konu burada kapatılmıştı. Kızların yanında bu konuyla ilgili hiç
konuşmadık.

“Çıkışta, karaokeye ne dersiniz?” dedi Jieun. Doğrusu kafa dağıtmaya karaoke
birebirdir.

“Olur, hadi gidelim.” Dedim ve kızların kolundan tuttuğum gibi, onları çıkış
kapısına doğru sürükledim. Arkamızdan koşarak, Seo-bin yetişti. “Hey, nereye?”

Jieun ona doğru gülümseyerek, “Karaokeye gidiyoruz.” Dedi. Seo-bin bunun
üzerine Jieun’un koluna girdi ve “Süper, hadi gidelim.” Dedi. Kızlar bana doğru
sinirli bir şekilde baksalarda, umursamadım. Kapıdan çıktığımızda, mavi bir BMW
yaklaştı. Bu araba, bizim iş kadını Ji Min’indi. Evet, yanlış duymadınız. O
Seo-bin’in fabrikayı devraldı. Seo-bin ise, hayallerinin peşinde, aşçılık
yolunda ilerliyor. Doğrusu ona hala bu mesleği yakıştıramasakta o halinden çok
memnun.

“Hey, böyle cümbür cemaat nereye?” dedi gülümseyerek. Ji eun’un sessiz; ama
benim duyabileceğim kadar sesli bir şekilde “Bir sen eksiktin.” Dediğini
duydum.

Seo-bin benden önce atladı söze. “Hadi gel kardeş, karaokeye.” Dedi.

“Süper, atlayın o zaman.” Dedi
Ji Min arabasını göstererek.



Herkes, nerdeyse kafayı yemişti. Kimse, altta geçen metinlere kulak asmıyor,
kafasına göre söylüyordu. Masamız o kadar doluydu ki, hem sinirden hem de
açlıktan ne var ne yok hepsini süpürdüm. Rahatlamak için arkama yaslandığımda,
Hyu Seon, kolumdan tutarak, beni zorla kaldırdı. Herkes oturmuş pürdikkat beni
izliyordu. Şansıma romantik bir şarkı çıkmamıştı. Hem söylüyor hem de saçma
sapan hareketler yapıyordum. Millet ise beni gülerek izliyordu. Ben havada
hoplar zıplarken, birden midemde garip bir sancı hissettim. Sanırım o kadar
yemek yemek mideme iyi gelmemişti. Koşar adım tuvaletin yolunu tuttum.



“Ohhh… rahatlamak diye buna denir.”

Tuvaletten çıktım ve bizimkilerin olduğu odaya doğru gittim. Ama, burada o
kadar çok koridor vardı ki, hangisi bizimkisi karıştırdım. Şansımı bir denemek
için herhangi bir odaya daldım. Ahh! Olamaz. Kadermi bu ya? Yine onu gördüm
karşımda, hem de o kızla.



JEONG ILWOO=GERİYE BAKIŞ



Seo Yoon’la holdingten çıkınca, ona Kore’yi gezdirmek istedim. Daha geleli 2
gün olmuştu ve o bir Koreli olarak buraları hiç bilmiyordu. İlk olarak, kiraz
ağaçlarının olduğu yeri görmek istedi. Kiraz çiçeklerinin şimdiye kalmadığını
söylesemde, beni dinlemedi. Yanımıza Yeong’u(köpek oluyor kendisi) da alıp,
arabaya atladık. Yol boyunca bana saçma sapan sorular soruyor, merakını bir
türlü yenemiyordu.

Parkta Yeong’u serbest bıraktım. Amerika’dan döneli hiç dışarı çıkmamıştı.

“Gerçektende anlatıldığı kadar var. Harika bir yer burası.” Dedi
gülümseyerek Seo Yoon.

“Sen bir de çiçeklerinin açtığı zaman gör burayı.” Dedim.



Yürüyüş parkında yürüdük. İş konuşmamaya karar versekte, onunla konuşacak
pek bir konumuz olmadığından, işle ilgili bağzı detayları konuştuk. Seo Yoon,
bizimkiler gibi, ailesi Kore’den Amerika’ya göçmüş ve oradan işleri
yürütmüşler. Bizde onlarla, bu yıl bir yemek davetiyesinde tanışmıştık. Koreli
olarak birbirimize destek verme düşüncesiyle, aynı işi devraldık. Bu işi almaya
çok can atmıştım. Çünkü bundan sonra artık, Kore’ye dönebilirdim. Tam beş yıl
olmuştu. Babam iyileşeli bir yıldan fazla oldu. Bu benim son görevimdi. Böyle
anlaşmıştık.

Ben bunları düşünürken birden bir havlama sesleri duydum ve hızla
havlamaların geldiği yöne doğru koştum. Yeong, bir köpekle birbirlerini
yiyorlardı. Aralarında ise saçı başı dağılmış ve Yeong ile-sanırım kendi
köpeği-bir köpeği ayırmaya çalışıyordu. Yeong’a dokunmasına öyle sinirlenmiştim
ki, sonuçta yabancı birisiydi, o sinirle ona bağırdım. Arkasını bana doğru
döndüğünde gözlerime inanamadım. Bu benim Da Hae’mdı. Donakalmıştım. Onu, böyle
bir zamnda göreceğimi hiç düşünmemiştim. Bana doğru yavaş yavaş yaklaşıyor; ama
ben bir adım dahi atamıyordum. Onu görmeme daha vardı. Son bir iş. Bu da
bitince, sözümü tutmuş, bir daha kimseyi dinlemeden, onunla olacaktım.
Sevgilim, daha vaktimiz var.

Benim tam önümde durdu.

“Merhaba.” Dedi. Sesindeki titreme dikkatimi çekti. Onun içinde büyük bir
şok olmuştu. Kendime öyle zor tutuyordum ki, ona sarılmamak, kokusunu içime
çekmemek için. Bir anda, Seo Yoon, yanıma yaklaştı ve yanağımdan öptü. Ben bu
şaşkınlıkla hemen Da Hae’ye baktım. Benim, tatlı cadım, kim bilir aklından
neler geçiriyordur? Umarım yanlış anlamazsın. Ama, yüzü hiç de öyle demiyordu.
Onun gitmesinin ardından dakikalarca, olduğum yerde dikildim. Seo Yoon’un beni
neden öptüğünü çok merak ettim.

Hafif mahcup bir şekilde, “Burası harika bir yer Ilwoo, teşekkür ederim.”
Dedi. “Duyduğuma göre, karaokeleriyle ünlü bir yer varmış” dedi gülümseyerek.

Sanırım, kafamı dağıtmama yardımcı olabilirdi karaoke.





LEE DA HAE



İlk parkta şimdi de burada. Ayaklarım, seni bana çekmek zorunda mı Ilwoo? Bu
kızın saçını başını yolmak lazım.

“Ah, sen parktaki kız değil misin?” dedi kız, işaret parmağıyla beni
göstererek. Daha bir bi kez bile karaokeye gitmedik. Daha doğrusu biz bir kere
bile randevuya çıkmadık. Ama bu kız bir günde, hiç Ilwoo’nun kuyruğunu
bırakmıyor. Tipide güzel olsa. Hıııh?

“Ah, demek burada da karşılaştık. Ne tesadüf.” Dedim muzip bir şekilde.
Omuzlarımı dikleştirdim.

“Gelsene.” Dedi, aptal kız. Kafamı Ilwoo’ya doğru çevirdim. Bana doğru
bakmıyordu bile, elindeki içki kadehini evirip, çeviriyordu öyle.

Yüzüme tatlı bir gülümseme takınıp, “Çok isterdim; ama naparsın.
Arkadaşlarıma sözüm var.” Dedim.

Bunları hiç sözcükleri titretmeden, yutmadan söyleyen ben miydim? Şaşırılcak
iş değil.

Daha kızın söyleyeceği söze fırsat vermeden arkamı dönüp, uzaklaştım o
uğursuz yerden. Gitmeden önce ise son kez Ilwoo’ya tekrar baktım.

Lütfen yorumlarınızı yazın Smile) Umarım beğenmişsinizidir ♥️












Hikayenin adı:tatlı cadı

Yazar:derya

Kahramanlar:lee dahae,jeong ılwoo,bae-seo bin,han jieun,ku hyu seon,duruma
göre kahramanlar artabilir.

Bölüm sayısı:belli değil

Türü:romantik-komedi





Göz kapaklarımda oluşan damlacıkları hissedince, kendime gelmek için duvara
yaslandım. Arkadaşlarımın yanına böyle gidemezdim. Gözyaşlarımı elimin tersiyle
sildim ve hızla, Karaoke Club’ten çıktım. Çocuklara sadece mesaj göndermekle
yetindim. Sesimin titremesinden korkuyordum çünkü. Yol boyunca, nereye
gittiğimi bilmeden yürüdüm. Aptal aptal…



Akılma bir anda o geldi. Büyükanne… Onu görmeyeli baya olmuştu ve özlemiştim
yemeklerini. Telefonumu elime aldım . Açan sanırım hizmetliydi.

“Buyurun, Jeong malikanesi.” Dedi tatlı bir şekilde.

“Be…ben Da Hae. Büyükanneyi verir misiniz?” dedim. Sesim elimde olmadan
titriyordu hala. Telefondan, topuklu ayakkabıların sesini duyabiliyordum.
Ahizeden bir anda, soluk soluğa kalmış biri konuştu.

“Ahh…Da Hae, beni aramana inan çok sevindim.” Dedi büyükanne. Sesi çok tatlı
ve sakin çıkmıştı.

Biraz utangaç bir tavırla, “Büyükanne yanına geliyorum, bana harika
yemeklerinden yapar mısın?” dedim. Sinir küplerimi bir tek yemek yatıştırırdı
ve inanın büyükannenin yemekleri bir numaradır. Hafif bir bekleme oldu.
Büyükanne, cevap vermeden önce çoktan hizmetlilere söylemişti yemek menüsünü.
Bunu duyar duymaz, yüzümde hafif bir tebessüm oluştu.

“Tamamdır.” Dedi büyükanne.

Hiç zaman kaybetmeden, duraktan bir taksiye bindim. Büyükanne, ben ne zaman
sıkıntıda olsam mutlaka bana harika yemeklerinden yapar. Onunla, hiç sıkı bir
ilişkimiizn olacağını düşünmezdim. Yıllar önce tanıdığım, aksi, huysuz, dediğim
dedik kadın gitti yerine tatlı ve harika yemekler yapan biri geldi. Sanırım
bunun en büyük nedeni emekliye ayrılması ya da bilmiyorum.. Tek bildiğim
aramızın Ilwoo gideli böyle olması. Ona bunun nedenini hiç sormadım. Hatta ona
ne zamn Ilwoo hakkında bir şey sorsam hep geçiştiriyor. Taksi, büyükannenin
köşkünde beni indirdi. Daha o büyük, şık kapının zilini çalmadan kapı
açılmıştı. Karşımda büyükanneydi. Beni hemen içeri davet etti. Salona doğru
yaklaştığımda, harika yemeklerin kokusunu aldım. Cidden çok güzel kokuyorlardı.
Salondaki yemek masasında kuş sütü bile eksik değildi. Arkamdan gelen
büyükanneye doğru döndüm ve hafif bir tebessümle,

“Büyükanne, yine döktürmüşsün.” Dedim.

Beni o kısa bacaklarıyla hızla geçti. Yemek masasına kurulur kurulmaz, “Hadi
gel, soğutmak istemezsin değil mi?” dedi.

“Tabii.” Dedim ve bende onun karşısındaki sandalyeye geçtim.

Aradan dakikalar geçti; ama ben bir türlü ağzımdaki baklayı çıkaramıyordum.
Ne zaman bir şey söyleyecek olsam büyükannem ya lafımı kesiyor ya da ağzıma
yemek tıkıyordu. Buna bir son vermek için hafif bir şekilde öksürdüm.

“Büyükanne…şey…” diyebildim tek. Ağzımdan bir türlü o kelimeler
dökülmüyordu.

Kafasını gömdüğü tabaktan kaldırdı ve bana talı bir şekilde, “ Söyle, tatlım.”
Dedi.

Son kez derin bir nefes aldım. “ Ilwoo’nun geldiğini bana neden söylemdin?”
dedim. O, küçük gözleri nerdeyse eşek gözü kadar büyüdü.

“Ahh, o mu? Bilirisin, bana pek bir şey söylemez.” Dedi. Ya ben yanlış
anladım ya da bilmiyorum; ama büyükanne gözlerini benden kaçırıyordu.

“Bunu söyleyebilirdin.” Dedim ve gözlerimi masanın örtüsüne diktim.

“Onu, unuttuğunu sanıyordum. Bunca yıldan sonra…”

Yine kendime engel olamadım. Göz kapaklarım yine ve eskisinden de çok döküldü
gözyaşlarım. Hızlı bir şekilde yanıma geldi ve başımı, yumuşak göğüslerine
gömdü.

“Onu neden unutmadın tatlım?” dedi. Sesi sevecen doluydu; ama bana öyle
tiksinç gelmiştiki kafamı ona doğru çevirdim ve gözlerinin içine baktım.

“Yoksa sen hala, benimle onun birlikte…” sözümü tamamlayamadan, büyükanne
konutlu. “Sen, benim için çok değerlisin. En az Ilwoo kadar.” Gözlerimin içine
daha da derinden baktı. “Büyükbabana o kadar benziyorsun ki. Onun gibi hiç
bırakmayan, azimli.” İnanamıyorum. Bu ikinci oluyor. Hem ikiside aynı kişiden
söz edince. Yani büyükbabamdan. Ahh! Dur bir dakika! Yoksa, büyükannemle
büyükbabam. Bunu daha çok deşmek istemedim. Kim bilir, bu kadının yüreği de ne
kadar sızlıyordur.

“Peki, onun yanındaki kız kim?” diye sordum. Bu kızın düşündükçe tüylerim
diken diken oluyor. Aiyhh!

“Hangi kız?” dedi kafasını sallyarak. “Ilwoo’nun yanındaki kız.” Dedim
sinirli bir şekilde.

“Seo Yoon mu?” dedi. Kafamı yavaşça salladım. “O, Amerika’daki ortağımızın
kızı. Buraya, iş için geldi. Ilwoo’da ona eşlik ediyordur büyük ihtimal.” Büyük
ihtimal mi? Başka bir ihtimal daha da mı var? Düşünmek bile istemiyorum.

“Neyse, tatlım hadi sen eve git. Ailen merak etmesin.” Dedi. Sesi biraz
soğuk çıkmıştı. Seo yoon mu adı her meyse, ondan bahsedince sanki yüzü düştü.
Ahh! Bu kız, bir daha karşıma çıkta bak ne oluyor.





JEONG ILWOO



Yatağımda uzanmış, televizyon izlerken, telefonum çadığını hissettim.
Arayan, büyükannemdi. Buraya geleli onla daha hiç görüşmedik. Doğrusu, ne o
beni aradı ne de ben onu. Telefonu temkinli bir şekilde açtım.

“Ilwoo, hemen buraya gel.” Dedi büyükanne. İnanamıyorum. Beş yıl, bu kadına
daha da bir sinir şarj etmiş. Ne kadar gitmek istemesem de, beni zorla
götürteceğini bildiğimdem, “Tamam.” Dedim ve hemen otelden çıktım.

Köşk hala aynı renginde. Bahçıvan aynı, bahçe aynı, büyükannemin
davranışları aynı. Burası insanı cidden çıldırtır. Kapıyı, bir hizmeçi açtı.

“Buyurun efendim, büykanneniz salonda.” Dedi. Salona doğru ilerlerken garip
bir koku burnuma geldi. Masada ne ararsanız vardı. Acaba bunları bana mı
hazırlamıştı? Gözlerimin masada olduğunu fark edince büyükannem, “Önemli bir
misafirim vardı.” Dedi. Biliyordum. Bunlar, bana hiç olmadı, olamazda. Masadan
gözlerimi ayırdım ve büyükanneme hayal kırıklığımı belli etmeyecek ciddi bir
maske takındım.

“Beni neden çağırdın?”

“Seo Yoon, neden senle geldi?” Bunda garip olan ne vardı ki?

“İş.” Dedim sadece. Masadan bir bardak su aldı ve yavaş bir şekilde içti.
Hiçbir şey söylemden onun, suyunu bitirmesini bekledim. “İş olduğunu bende
anladım. Ama o kızla fazla takılmışsın. Kiraz Parkı, karaoke…” Büyükannem
bunları nerden biliyordu böyle? Ve, hayret edilcek şey. Hayatımda ilk kez ona
uygun biriyle bir şeyler yapmışım ve bana kızıyor. Sanırım hata etmişim.
Büyükannem değişmiş.

“Sen, nerden biliyorsun?” diye sordum.

Gözlerini benden kaçırarak, “Kuşlar fısıldadı. Ilwoo, arkanda ne kadar
adamım var biliyor musun?” dedi. Doğru. Sen, her şekilde beni takip
ettirebilirsin.

“Da Hae’yi gördün mü?” dedi, soğuk bir şekilde. Onu doğru yan bir bakış
attım. Bunu, neden merak ediyordu ki?

“Gördüm.” Dedim. “Peki ne yaptın?” Büyükanneme doğru kafamı daha çok
çevirdim. Yüzünde sinirden öte, merak ve heyecan vardı. Kafamı ‘hiçbir şey’
anlamında salladım. Birden yanıma hızla yaklaştı ve sırtıma bir tane geçirdi.
Şaşkınlığım bin kat daha arttı. “Aptal çocuk. Senin kadar aptalını görmedim. Da
Hae, ne kadar üzgün haberin var mı? Ve sen git o kızla takıl. Sevgilin
duruken.” Bunları öyle bir hızla söylemiştiki. Hangi kelimeye şaşıracağımı
şaşırdım. Bunları büyükannem mi söylüyor. Ve şu anda Da Hae’yı mı övüyor?

“Hıı? Sen Da Hae’yi mi savunuyorsun.” Dedim sadece. Elini ileri geri
salladı. “Uzun hikaye, boşver..” Dedi. Kafam acayip karışmıştı. Büyükannem, şu
anda o kadar tatlı gelmişti ki onu kucaklayabilirdim. Ama garip olan şey, Da
Hae, bana çok soğuk davrandı; ama büyükannemde üzgün diyor.

“Ama, sanırım beni unuttu.” Dedim halsiz bir şekilde.

“Aptal torunum benim, kız seni o Seo Yoon’la görünce…” Sözünü bile
tamamlatmadım büyükanneme. Ona karşı istediğim şeyi yaptım, onu kocaman
kucakladım. Demek beni…Ahh! Benim kızkanç sevgilim. Beni kıskanmış demek. Bunu
ölse bile inkar eder. Bunu duymak o kadar mutlu etti ki beni.

“Artık, sizi sözlesek mi?” dedi büyükannem. Bu söylediği o kadar ani
gelmişti ki. Öksürmeme engel olamadım. “Ne?” dedim. Ve tekrar öksürmeye
başladım. “Beş yıl uzun bir süre. Artık torun sevsem hiç fena olmaz.” Dedi
gülümseyerek.

Söz…torun… Bunlar, emin ol benimde istediğim şeyler büyükanne. Ama birden
kafamda bir şimşek çaktı. Demek, beni Seo Yoon’la sevgili sanıyor.

Heyy, Ilwoo beni duyuyor musun?” dedi büyükannem.” Aklıma harikadan da öte
süper bir fikir geldi” dedim.



1 HAFTA SONRA=LEE DA HAE



Bir haftadır, ne arayan var ne de soran. Görende 3. dünya savaşı çıktı. Tüm iletişim
aletleri kesilde sanır. Bir arayan da mı olmaz yaa. Ahh! Olamaz. Çalan benim
telefonum mu. Hızla telefonumu elime aldım. Arayan, Seo-bin’di.

“Yaa, hiç aramasaydın. O, Hyu Seon’a ve Ji Eun’a söyle bir daha benimle
konuşmasınlar. İnsan bir kere bile mi aramaz, en yakın arkadaşını. Burada,
direk oldum bee! Hıı, bu arada sen beni niye aradın.” Dedim sinirli bir
şekilde. Ama boşuna. Seo-bin, tarafından ses seda yoktu. Tlefonu kendimden
uzaklaştırdım ve ağzımı kocaman açtım. Yoksa yüzüme mi kapatmıştı. Demek, bu
kadarlıktı arkadaşlığımız. Bir anda, bir ses duydum Konuşan, Ji Eun’du.

“Da Hae, bunu sana nasıl söyleyeceğimi hiç bilmiyorum. Lütfen bir kerede
anla. Daha fazla söylemeye gücüm yetmez.” Dedi. O kadar yavaş söylüyordu ki
kelimeleri. Heyecandan çatlıyacaktım. “Söylüyorum hazır mısn?” dedi. “Hadi Hyu,
söyle.” Dedim telaşla.

“Ilwoo, nişanlanıyor.”

Bu cümle, aklımda birkaç kez yankılandı. Telefondan, meraklı meraklı sesler
geliyordu; ama ben şu anda onlara hattımı kapatmıştım. “Ilwoo,
nişanlanıyor…Ilwoo, nişanlanıyor.” Daha fazla tekrarlamak istemedim ve elimden
düşen telefonu kulağıma doğru götürdüm. Hiçbir şey diyemedim. Durumumu
anlamasınlar diye sadece, “Hımmm” diyebildim. Hyu Seon, sesimi duyar duymaz,
yine o ses tonuyla, “Sende davetiyelisin.” Dedi. Nee? Bende mi davetiyeliyim.
Ahh! Ilwoo, öl sen. Seni ellerimle öldüreceğim. Seni, han nehrinin
derinliklerine gömeceğim.



Üstüme, dolabımdan bir tane gece kıyafeti seçtim. Saçımı da üstten topuz
yaptım. Her şey tamdı. Artık gidebilirdim.



Yol boyunca o kadar trafik vardı ki, araba bir santim bile oynamıyordu
yerinden. Zaten sinirlerim tavan yaptı. Bir de bu üstüne resmen tuz bastı. Off,
aslında belki de böyle olması daha iyi. Hem ben niye gidiyorum ki onun
nişanına. Yüzsüz şey, birde beni de çağırmış. Hem nerde benim davetiyem. Ahh,
ne düşünüyorum böyle. Nişan şimdiye başlamıştır. Böyle bir şey yapacağımı kırk
yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ben, Ilwoo’nun nişanına, misafir olarak
gidiyorum.



Yol sonunda tenhalaşmıştı. Pencereyi hafif araladım. Serin hava aklımı
başıma almama yardımcı olabilirdi. Yarım saat sonra araba, büyük, görkemli bir
villanın önünde durdu. Tabii ya, zengin erkek ve kız başka nerde evlebilirdi
ki. Villadan içeriye girdiğimde her yer, çok güzel donatılmış, merdiven
basamaklarına, kapıların olduğu yere çiçekler konmuştu. İçerisi gerçekten çok
güzeldi. Tamamen siyah giyinmiş biri kadın yanıma yaklaştı ve önümde hafif bir
şelikde kafasını eğdi.

“Efendim, buradan.” Dedi eliyle göstererek. Kadın önde, ben arkasında üst
kata çıktık. Ama buralarda hiç kimsecikler yoktu. Büyük bir odaya girdik.
Odanın her tarafı ayakkabılar, çantalar ve çok şık giysilerle doluydu. İçeri
girer girmez etrafı birçok kişi donattı. Bir kaçı saçımı çözüyor, bir kaçı
ayaklarıma manikür yapıyor. Garip bir şekilde herkes kendi işinde hızlı bir
şekilde, bir şeyler yapıyorlardı. Bense şaşkın bir şekilde olanları izliyor, bu
insanlara hiçbir şey diyemiyordum. Birisi beni ayağa kaldırdı ve büyük bir
aynanın karşısına geçirdi. Amanın! Aynadaki kişi ben miyim. Dağınık; ama havada
uçuşan saçlar, parıldayan ayakkabı, askısız, mavi bir abiye. Daha ben bir şey
söyleyemeden

beni odadan çıkardılar. En alt kata, yavaş adımlarla indim. Bu topuklularla
yürümek cidden çok zordu. Nişan, havuzun kenarındaydı ve bir çok insan oraya
toplanmıştı. Herkes, en az benim kadar şıktı. Ama, hala anlamış değilim; neden
beni bu hale getirdiler. Dışarı kapısından dışarı çıktığımızda tüm gözler bana
çevrildi. Acaba, çok mu lüküş olmuştum. Ama, bunu ben istemedim ki! Birden
karşımda annemle, babamı gördüm. Onun yanında Hyu Seon, Ji Eun hatta Ji Min
bile vardı. Hyu Seon ve Ji Eun, koşarak yanıma geldiler. Afallamış bir şekilde
onlara baktığımdan, kendilerini tutamayıp gülüyorlardı. Bu çok garipti. Sanki,
Ilwoo’yla nişanlanan ben mişim gibi hissediyordum. Kafamı, bu düşüncelerden
kurtarmak için iki yana salladım. Ama, o da nesi? Karşımda, beyaz bir takın
giymiş, havalı bir şekilde bana doğru yürüyen Ilwoo . Gerçekten bana
yaklaşıyor. Aramızda birkaç santim kalır kalmaz beni kendine doğru çekti. Bir
kolu, benim omzumda diğer kolunu ise insanları surturmak için kullandı. Tüm
gözler, ikimize dikilmişti. Ben her ne kadar bu işi anlamasamda, bu kolarda
olmak beni mutlu etti. Kafamı Ilwoo’ya dönmüş, onun ne yapcağını merak
ediyordum.

“Sayın misafirler” Birkaç kez sesini netleştirmek için öksürdü. “Şu anda,
burada benim nişanım için toplanmaktayız.”

Ilwoo, nişanlanacağın kişiyi karıştırdın herhalde. Kimseye çaktırmadan,
karnına dirseğimle bir tane geçirdim. Bana hiç kulak asmadan sözlerine devam
etti. “Ama izninizle, önce sevdiğim bu insana, evlenme teklifi etmeliyim.” Bir
anda insanlarda bir hayret nidası oluştu. Beynim, Ilwoo’nun söylediklerini o
kadar geç anlıyordu ki. Herke bana bakarken, ben ise o kızı arıyordum. Gözlerim
bir şekilde Ilwoo’yla birleşti. Kulağına doğru hafif yaklaştım ve kimsenin
duymayacağından emin olarak, “Aptal şey, beni niye tutuyorsun.. “Dedim.
Sözlerim karşısında hiç istifini bozmadan, “ Da Hae, asıl aptallık eden sensin.
Hala anlamamakta ısrar ediyorsun.” Dedi.

Ne anlayabilirdim ki! Beni, bunca yıl bekletip, bir kızla karşıma çıktığını
ve sonra nişanına beni de çağırdığını mı?

“Seni seviyorum.” Dedi bir anda ve yüzünü bana doğru eğerek, dudaklarımdan
öptü. “ Da Hae, benim tek sevdiğim sensin.”

Bu dudakları, bu sarılışı öyle çok özlemişim ki! İnsanların bize bakması
umrumda bile değildi. Bu sefer, o dudaklara yapışan ben oldum. Uzun…uzun ve
daha uzun.



JEONG ILWOO



Her zaman, beni şaşırtmakta üstüne yok. Bu şaşkınlıktan, kafamı hafifçe
ondan çektim. Şaşkın gözlerle ona bakmam, onu fazlasıyla eğlendirmiş
görünüyordu.

Elimden hızla mikrofonu kaptı.

“İzninizle, bu kişiyi almak zorundayım.” Dedi ve beni kollarımdan tutarak,
havuz bahçesinden çıkardı. Şaşkınlığın daha da arttı. Şimdi bu kız ne yapıyordu
böyle. Nişanı berbat etti. Aiyhhh!

“Bana, arabanın anahtarını ver.” Dedi.

“Ne?

Aceleci bir şekilde, “Hadi Ilwoo.” Dedi. Gözlerimi ondan bir saniyeliğine
ayırmadan, cebimden anahtarı çıkardım. Ben ona uzatmadan, o çoktan elimden
kapıvermişti.

Arabayı o kadar yavaş sürüyordu ki, nerdeyse çatlayacaktım.

“Nereye gidiyorsak, biraz hızlı gidebilir misin?” dedim. İstifini hiç
bozmadan, “Hızlı gidiyorum yaa.” Dedi. Kırkla gidiyor ve buna hızlı diyor.
Nişan gecemde, tımarhaneyi mi boylayacağım. Sonunda, arabayı ıssız bir yere
parketti.

“Şimdi, neden buraya geldik?” dedim. Her yer kapkaranlık ve sakindi.

“Seni seviyorum Ilwoo.” Dedi birden ve kafasını bana doğru çevirdi. Sadece
bunu söylemek için mi gelmiştik buraya. Çılgın cadım benim.

“Bende seni.” Dedim. Bu sefer ki…(neyse burası o kadar önemli değil. Yani
sizin için)



1 YIL SONRA



Olamaz. Heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Bu kız, niye hala orda. Seo-bin,
yanıma yaklaştı ve elini omzuma koydu. “Sakin ol kardeşim. Birazdan çıkarlar.”
Dedi. Ama ben yine de sakin olamazdım. Onu derhal görmek istiyordum. Şu
karnındaki her neyse, ona acık çektirmeyi bıraksa iyi olur. Hyu Seon, oturduğu
yerden gülümseyerek, “Yalnız anlamadığım şey, 2 ay erken doğması bebeğin.”
Dedi. Bunu duyar duymaz, arkamı onlara doğru döndüm. Belki birkaç kaçamak olmuş
olabilirdi. Arkamdan gülüşmeleri duyuyordum; ama hiç umursamadım. Önümdeki kapı
birden açıldı ve “Tatlı bir kızınız oldu. Birazdan ikisini de görebilirsiniz.”
Dedi. Ahh! Sonunda. Yarım saat sonra bizi içeri aldılar. Yavrum mışıl mışıl
uyuyordu. Ahh! Ne kadar da tatlı bir kız. Bu arada yanlış anlamayın Da Hae’mdan
bahsediyorum. Bir anda yanımdaki hemşire elindeki, beyaz tenlı, kiraz dudaklı
küçüğü elime tutuşturdu. Onu verir vermez, bağırmamı engelleyemedim.

“Yaa, alın şunu.”

Her ne kadar, kucağımda tutmak istemesemde Da Hae, uyanana kadar kucağımda
tuttum. Küçük kız, annesini beklerken benim kucağımdan hiç inmek istemedi. Bu
zamanda gerçekten de harika bir şey olduğunu fark ettim. Harika iki, tatlı
cadım olmuştu. O sırada Da Hae, gözlerini açtı.

“Baba-kız ne konuşuyorsunuz?” dedi gülümseyerek.

Ona doğru hafifçe eğildim ve alnından öptüm. “Baba-kız arasında, kimseye
söyleyemeyiz” dedim kurnazca gülümseyerek. Kaşlarını çattı ve sinirli bir
şekilde, “Ilwoo, sen…” daha o bir şey söylemeden, dudaklarından öptüm ve, “ama,
sana bir istisna yapabiliriz. Seni çok seviyoruz.” Dedim.



Yorum yapan ve beğenen herkese çok teşekkür ederim Smile Umarım hikayemi
sıkılmadan, beğenerek okumuşsunuzdur. Final bölümü iyi yapabileceğimden pek
emin değildim. Umarım iyi olmuştur. Bu hikayemi yayınlayan bütün adminlere de
ayrıca çok teşekkür ederim. ♥️
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tatlı Cadı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» .:BAY CADI:.
» Tatlı Gerçek

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Dream Stories of Korea :: Bitmis Hikayeler-
Buraya geçin: