Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Geçmişten Gelen

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:34 pm

"Geçmişten Gelen"



Tanıtım:

Yi Seong Joseon Handenlığı zamanında yaşayan bir generaldir. Sebebini
bilmeden günümüz koresine gelir.

Min Ji Sun: Tarih bölümü öğrencilerinden, profesörün yakın arkadaşının kızı.
Zeki, zengin ancak çalışmayı ve sorumluluk almayı sevmeyen bir kız.

Proseför: Yi Seong'a rehberlik eden, onu bulup dünyaya uyum sağlamasına
yardım eden tarih profesörü.

Kim Yoon Shik: Min Ji Sun ile aynı çevrede büyümüş olan Kore'nin zengin
ailelerinden birinin tek oğlu. Hırslı, istediğini alan biri. Min Ji Sun'a
çocukluğundan beri aşık.

Bay Kang: Min Ji Sun'un babası, bir iş adamı ancak tarihe en az profesör
kadar ilgili.

Hikaye Yi Seong'un yaşadıkları, geldiği bu dünyaya uyum sağlama çabaları ve
onu şoka uğratan Min Ji Sun'u tanıyıp, onunla aralarındaki ilişki ile
ilgilidir.

Biraz tarihi, biraz aksiyon, biraz gerilim, bol miktarda aşk dolu bir hikaye
olmasını umuyorum

NOT: Arkadaşlar reankarnasyon vb tarzı bir hikaye değildir sadece biraz
kurgu ile bir aşk hikayesi yazmaya çalıştım. Lütfen yanlış anlaşılma olmasın
Smile)

Bu arada gerçekte de Joseon Hanedanlığı zamanında yaşamış Yi Seong adlı bir
general varmış. İnternette hikayemde kullanabileceğim isimler ararken rastladım
ve hikayeyi onun üzerine kurgulamaya karar verdim.



1.BÖLÜM



“ilk bakış”

Dünya ne kadar da değişmiş böyle! Benim zamanıma bakıyorum, bir de şimdiki
dünyaya. Daha mı güzel yoksa daha mı kötü henüz karar veremedim... Ben Yi
Seong. Joseon Hanedanlığı zamanında yaşayan bir generalim aslında. Ama nasıl
geldim ne zaman geldim bilmiyorum; kendimi 2011 Koresinde buldum bir anda.

En son hatırladığım ordumla birlikte savaştığımız asileri kovaladığımız.
Sonra bir anda parlak bir ışık gözlerimi kamaştırdı. Açtığımda ise burdaydım.
Tamı tamına iki aydır bu dünyaya ve bedenime uyum sağlamaya çalışıyorum.
Tanrı'ya şükürler olsun ki biri bana yardım etti de biraz ayak uydurmaya
başladım.

Bu adam beni şaşkın şaşkın etrafa bakınırken buldu. Üniversite dedikleri bir
yerde tarih profesörüymüş. Evine getirdi, bana bu ne olduğunu anlayamadığım ve
benim zırhımın yanına lafı bile olmayacak kadar hafif olan kumaş parçalarını
verdi.

O da bana ne olduğunu ve buraya nasıl geldiğimi bilmiyor ama araştırmaları
devam ediyor. Aslında bunu duymak beni şaşırttı ama ben çok ünlüymüşüm
tarihimizde. Nice savaşlar kazanmış; hanedanlığımızın adını duyurmuşum her
yere. Kore tarihinin en genç generali benmişim ve benden sonra da bu ünvana
erişebilen olmamış. Bunları duymak beni çok gururlandırdı. İmparatora ve
ülkemize hizmet etmekten her zaman gurur duydum...

Peki şimdi ne olucak? Yani beni buraya geldiğime göre o savaşları kim
kazanıcak? Ordum şimdi kim bilir ne haldedir, acaba yakalayabildiler mi o
asileri?? Offfff kafam allak bullak. Ne olduğunu bilmediğim, ne yapacağımı
bilmediğim bir dünyada yeni tanıdığım bir adama güvenmek zorundayım. Zaten
başka bir seçeneğim de yok. Evime nasıl dönücem? Dönsem de bir şey değişmez
gerçi beni bekleyen, yanında olmak istediğim birisi yok nasılsa orada.

Bir ara aklımı kurcalayan bir konuyu profesörle paylaştım. Tamam tarihe bu
şekilde bir etkim olmuş madem; peki ben nasıl ölmüşüm? Yani ölümüm ecel mi
olmuş yoksa düşman kılıcının elinde mi can vermişim? Bunları sorduğumda
profesör beni geçiştirdi ve cevap vermedi. Belki de kaderime müdahele etmek
olur bu ama gene de merak ediyorum işte. Hernekadar peşini bırakmamış olsam da
bu konuyu şimdilik kapatma kararı aldım.

İki ay sonra ilk defa bugün dışarı çıkıyorum. Kimseyle konuşmadım henüz.
Profesör beni üniversiteye götürmek istiyor. Cebime o aletten ve para olduğunu
söylediği bir şeyler koydu. Bizim gümüşlerimizin yanında bunların lafı bile
olmaz.

Biz ticaret yapabilmek için kutu kutu gümüş götürüyoruz, onlarsa ceplerine
sığabilen bu kağıt parçalarıyla istedikleri her şeyi alabiliyorlar. İnsanlar
bunlarla nasıl anlaşıyorlar anlamıyorum!

O aletin de ne olduğunu anlamak çok vaktimi aldı. Bir yerine basınca insan
sesi geliyor üstelik. Telefon diye bir şeymiş.

Bu da ne ki daha yeni keşfettiğim bir sürü şey var; televizon, bulaşık
makinesi, çamaşır makinesi, bir de profesör ne demişti... hah! bilgisayar...
Bir insanın yapması gereken her şeyi bunlar yapıyor.

Özellikle bu bilgisayar dedikleri şey şaşılacak bir şey. İçinde herşey var,
her istediğini bulabiliyorsun. Başta çok zorlandım ama artık alışıyorum;
telefon kullanmayı öğrendim bile.

Profesör benimle konuşmayı çok seviyor. Sürekli yaşadığım devir ile ilgili
sorular soruyor bana. Bugün de beni okula götürmesinin nedeni buymuş zaten.
Öğrencilerine hanedanlığımızı anlatıcakmış. Ama bana sakın o devirden geldiğini
söyleme dedi. Benimle dalga geçerlermiş. O yüzden beni Joseon Hanedanlığı
konusunda uzman bir profesör olarak tanıtıcakmış (o ne demek bilmiyorum ama
).

Binalar ne kadar da büyük böyle. Bu kadar katı üst üste nasıl koydular anlam
veremiyorum. Araba dedikleri şeyler, uçaklar ve daha neler neler. Öğrenmem
gereken o kadar çok şey varki kendimi sürekli bunları araştırmaya adadım. Ama
sanırım profesör bir ara bunların hepsini bana anlatıcak.

Benim yaşadığım devirde sularımız tertemiz akar, derelerde istediğin gibi
çamaşır yıkayabilir, su içebilirsin. Ama bir de buraya bak. Suları artık siyaha
dönmüş, üstelik hava da çok pis. Uyum sağlamakta zorlanıyorum bazen boğazım
yanıyor ama zamanla alışmaya başladım. Vücudumda benim gibi şaşkındı başlarda
ama artık bir problem çıkarmıyor.

Şu insanlara bak! Bu da ne böyle? Saçları neden acayip şekillerde? Ben
onlara bakarken onlarda bana tuhaf tuhaf bakıyorlar. Benim saçlarım uzun,
yaşadığım çağda kısa saçlı olmak ya da saçlarını kesmek hakaret sayılır. Her
erkek ve kadın saçlarını uzatır. Ama bunların saçları kısa ve herbiri ayrı
renklerde.

Bu kızlar neden böyle giyinmişler? Hemde erkeklerle bir aradalar, üstelik
okula da geliyorlar. Biz sadece erkekleri eğitir, kadınlara da evde eğitim
verilmesini sağlarız. Eğer bir kadın erkeklerle eşit olmaya çalışırsa cezası
ölümdür!!

Ama sanırım artık şunu kabullenmeliyim ki ben tamı tamına 7 yüzyıl
sonrasındayım!

Neyse zaten okula da geldik. Profesör dışarda beklememi ve çağırdığı zaman
içeri girmemi söyledi. Bu büyük koridorda tek başımayım ve yeni hayatım nasıl
olucak bana ne gibi süprizler yapıcak henüz bilmiyorum!!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:35 pm

Geçmişten Gelen



2.BÖLÜM



“yakışıklı genereal”

“Evet baylar, bayanlar. Bugün dersime gelme zahmetini gösteren herkese çok
güzel bir süprizim var.”

Bunu duyan öğrenciler sabırsızlanmış ve kendi aralarında konuşmaya ve
profesörün süprizi hakkında fikirler yürütmeye başlamışlardı. Profesör fazla
uzatmadan öğrencilerini merakından kurtarmak için söze başladı:

“tamam sakin olun lütfen. Çok merak ettiğinizi biliyorum bu yüzden hemen
açıklamak istiyorum. Biliyorsunuz bu dönemi Joseon Hanedanlığını anlatmaya
ayırdım. Bu yüzden de sizi bu konuda arasanızda bulamıycanız bir kaynakla
tanıştırmak istiyorum. Bu kişi Joseon Hanedanlığı konusunda kimsenin bilmediği
bilgilere sahip tek kişi! Bundan emin olabilirsiniz ki benden bile derin
bilgilere sahip. Sizler birer tarih öğrencisi olarak eşsiz bir fırsat
yakaladınız. Vizelerden hemen önce bu şansa sahip olmak sizin için büyük
mutluluk olmalı. Şimdi size soru hazırlamanız için 5 dakika veriyorum o sırada
bende sevgili arkadaşım Yi Seong'u çağırıcam. İstediğiniz her şeyi sormakta
özgürsünüz”.

Profesörün sözleri sınıfı iyiden iyiye merakta bırakmıştı. Kendinden bile derin
bilgilere sahip olduğunu söylüyorsa gerçekten de önemli bir şahıs olmalıydı bu.
Karşılarında kendini beğenmiş, profesör gibi yaşı geçmiş ve göbekli birini
görmeyi bekliyorlardı aslında. Biraz sıkıntı, biraz da merakla soruları
araştırmaya koyuldular.

Profesör Yi Seong'u içeri çağırdı. General uzun boylu, gayet yapılı vücutlu,
geniş omuzlu, esmer ve çok yakışıklı bir adamdı. Yirmili yaşlarında olması ve
bu kadar yakışıklı olması öğrencileri hayrete düşürmüştü.

Sınıfa girdiği anda bütün kızlardan bir uğultu yükseldi. Şimdi herkes -kimi
tarih merakından, kimi de bu yakışıklı adamı meraktan- dikkat kesilmiş onu
izliyorlardı.

Genç general de onları aynen onların ona baktığı derecede merakla süzüyordu.
Herkesin ona bakıyor olması zaten sert yüz hatlarına sahip olan bu adamı iyice
gergin hale getirmişti. Bir savaşçınun yüz hatlarına sahipti ne de olsa ve
gerçekten korkutucu görünüyordu. Aynı derecede de meraklı!! içinde bulunduğu
dünya onu bile ürkütmeye yetmişti.

Sorular ardı ardına gelmeye başladı. Profesör herkesin en az bir soru
sorması gerekdiğini, bunun öğrencilerin kanaat notunu iyi yönde etkileyeceğini
söylemişti. Öğrenciler deli gibi sorular sormaya başladılar.

Profesör sınıfın bu halinden memnun olmuştu. Ancak soru sormayan bir kişinin
olduğunu farketti. Min Ji Sun en sevdiği öğrencilerindendi profesörün. Çok zeki
ve gelecek vaad eden bir öğrenciydi. Ancak asla derslerle tam olarak
ilgilenmezdi. Babasıyla iyi arkadaş olduklarından dolayı profesör onu iyi
tanıma fırsatı bulmuştu ancak, ne derslere her sabah geç gelmemesini, ne
dikkatini derse vermesini, ne de uyumadan derste bir saat geçirmesini
sağlayamamıştı.

İçten içe bu kıza gülse de kaşlarını çattı ve o gür sesiyle sınıfı
doldurarak başını sıraya gömmüş dünyadan habersiz uyuyan bu kıza seslendi:

“Min Ji Sun!!! Sen de Bay Yi Seong'a bir soru sormak ister misin?”

genç kız profesörün sesiyle bir anda yerinden zıpladı ve etrafına bakınmaya
başladı.

“yine yakalandık” diye düşündü ve sanki dersi dinliyormuş gibi bir hal
takındı

“evet efendim elbette bende soru sormak isterdim ama arkadaşlar benim yerime
her soruyu sordular zaten merak ettiğim bir konu yok, bu arada kime ne sorusu
soruyorduk hocam?”.

Herkes kıkırdamaya başlamıştı. Min Ji Sun sınıftaki konuğun farkında bile
değildi. Arkadaşının onu dürtmesiyle kafasını generale çevirdi.

O sırada Yi Seong ta profesörün seslendiği yöne başını çevirmişti ve bir
anda genç kız ile gözleri buluştu. Hemen ok gibi yerinden fırladı ve yere
kapandı.



-----------------------------------------------2. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:35 pm

3.BÖLÜM



“Prensesim”



Genç kız, profesör ve sınıftaki herkes generale şaşkınlık içerisinde
bakıyorlardı. Genç adam iki elini başının yanına koymak suretiyle Korelilerin
geleneksel selamını vererek;

“prensesim, demek sizde burdasınız. Bağışlayın sizi daha önce tanıyamadığım
için” dedi. Bunları söylerken başını kaldırmıyor, genç kızla göz temasından
kaçınıyordu.

Sınıftakiler artık gülmekten gözlerinden yaşlar gelerek bu tuhaf adamı
izliyorlardı. Min Ji Sun ise karşısında birinin yerlere yatarak selam vermesini
ve ona 'prensesim' diye hitap etmesini şaşkınlık ve merak dolu gözlerle
izliyordu.

Profesör olanlara bir anlam verememişti ancak yine de durumu idare etmek
adına;

“Ahh sevgili dostum ne kadar da şakacısın. Tamam ben herkesin sana soru
sorması gerektiğini söyledim, ama soru sormadı diye de bu kadar dalga geçilmez
bir öğrenciyle değil mi?”

Diğerleri profesörün yaptığı bu ufak açıklamadan sonra genç adamın gelişmiş
bir espri anlayışı olduğuna kanaat getirdiler ve biraz daha güldükten sonra
tamamen sessizleştiler. Profesör durumu kurtarabilmiş olmanın neşesiyle Min Ji
Sun'a döndü ve;

“Evet prensesimiz, güzellik uykunuzdan uyandığınıza göre artık dersi
dinlemeye başlarsınız sanırım” dedi.

Genç kız onunla alay eden bu iki hocaya da sinir olmuştu. Özellikle de yeni
gelen bu misafir hoca ona bu muameleyi yaparak onu iyiden iyiye rezil etmişti.
Sinirle yerine oturdu ve dikkatini derse vermeye çalıştı.

Profesör olanları Yi Seong'a sormak için can atıyordu ve daha fazla
uzatmadan dersi bitirme kararı aldı. Hemen ardından da telaşla genç adamı
odasına götürdü ve ardı ardına sorularını yöneltmeye başladı:

“ Ne oldu Yi Seong? Kime benzettin Min Ji Sun'u? Sen böyle bir tepki verince
açıkcası çok şaşırdım. Ne yapıcağımı bilemedim. Ama Tanrı'ya şükür kimse bir
şey anlamadı.”

Yi Seong ise hala gördüklerinin şokunu üzerinden atamamıştı. Prensesin
burada ne işi vardı? Gerçi profesör onun bir öğrenci olduğunu söylemişti. Ama
Yi Seong hala şaşkındı. Bir anda anıları canlandı. Prensesi ilk gördüğü an
gözlerinin önüne geldi.



Geriye Dönüş



General Yi Seong'un orduya yeni girdiği zamanlardı. Ancak çok genç ve
gözünün kara olması onun ordu içerisinde diğerlerinden öne çıkmasına ve
imparatorun dikkatini çekmesine neden oldu.

İmparatorun en genç generali olma şerefine erişmiş ilk askerdi Yi Seong.
Üstelik imparator onunla bizzat tanışmak istemişti. Bu yüzden saraya gitmiş ve
onunla konuşabilmişti.

İmparator ona çok sevdiği kızını koruma görevi vermişti. Gideceği yere kadar
prensese refakat etmeli ve sağ salim evine geri dönmesini sağlamalıydı.

Ziyaretinin ardından saraydan çıkarken güzeller güzeli bir kız gözüne
takıldı. “bu o prenses olmalı” diye düşündü genç adam. Kendisinin de gösterişli
bir erkek olması prensesin dikkatini çekmesini sağlamıştı. İşte böyle ilk
görüşte aşık olmuşlardı birbirlerine.

General, daha ilk görüşte vurulduğu bu prensesi koruyacak olmanın gururunu
yaşıyordu. Hem imparator için, hem de sevdiği kadının hayatı için bu görevi tam
olarak başarmalıydı.

Yolda çok kişiyle savaşmak zorunda kalmış, ancak hiç biri generalin
kılıcının keskinliğinin tadına bakmaktan kurtulamamıştı.



Geri Dönüş Son



Yi Seong bu düşüncelerle boğuşup, sevdiği kadını düşünürken profesörün
sözleriyle kendine geldi. Hemen diyeceklerini toplayıp söze başladı:

“Oradaki kız... Joseon Hanedanlığı kralının biricik kızı prenses Song Ji.
Orduya girdiğim daha ilk yıllarda ben prensesi koruma ve gittiği yere kadar ona
refakat etme şerefine nail olmuştum.”

Profesör ne diyceğini bilemiyordu. Bu nasıl olabilirdi ki? Min Ji Sun
arkadaşı Bay Kang'ın kızıydı ve bildiği kadarıyla onların kraliyet ailesiyle
bir bağı da yoktu. Yani en azından bunu profesöre daha önce hiç söylememişti.
Düşünceleri karışmıştı artık. Bunu gözlerinden anlamakta mümkündü. Tıpkı
general gibi o da buna bir anlam veremiyordu.

“Bu nasıl olabilir anlamıyorum, bununla daha sonra ilgilenicem. Ancak sana
şunu söylemeliyim. O kişi prenses Song Ji değil. O benim arkadaşımın kızı Min
Ji Sun. Bu yüzden onu gördüğünde selam vermene gerek yok. Biliyorsun ben seni
onlara hoca olarak tanıttım. Bu yüzden sende öyle davranmalısın. Ona bir
öğrenci gibi davran ve sakın fazla saygılı görünme. Tuhaf kaçabilir.”

General sinirlenmişti. Ne olursa olsun o kişi prensesiyle aynı görüntüye
sahipti ve onu daha yakından tanımalı, onu bütün kötülüklerden korumalıydı.
Bunu belki yaşadığı zaman yapamamıştı, ona aşkını hiç itiraf edememişti ama
belki bu sefer bir şansı olabilirdi. Yine de profesöre başıyla onay vermekle
yetindi ve kendi kendine bu kzın gölgesi olmaya söz verdi.

Acaba yeni gün bu gizemli kız ve general için ne getirecekti?

-------------------------------------------3. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:35 pm

Yazar: Bsr Busra

4.BÖLÜM



“Tanışma”



Geriye Dönüş



General prensese refakat etmek üzere onunla birlikte yola çıkmıştı. Yolda
kralın kızının seyehat ediceğini öğrenen asiler etraflarını çevrildiler. Zorlu
bir mücadele onu bekliyordu. Prenses korkmuş gözlerle generali izlerken general
var gücüyle savaşıyor, kimsenin prensese yaklaşmasına dahi izin vermiyordu.

Asiler çok kalabalıktı. Generalin asker sayısı yeterli değildi ve çoğu
ölmüştü. Artık gücünün son anlarını yaşıyordu general ve ne yapacağını
bilmiyordu. Kendisi ölse dahi prensesine bir şey olmasına izin veremezdi....

Saatler hızla geçiyordu ve hala savaş devam ediyordu. Bütün asiler general
tarafından öldürülmüştü. Artık rahatlamıştı genç adam, sevdiği kız ve hizmet
ettiği ülkenin varisi sayılan bu prenses artık emniyetteydi. Ancak bir anda her
yer kararmaya başladı. Başını kaldırdı ve prensesin onu endişeli bakışlarla
izlediğini farketti. Tekrar başını eğdiğindeyse göğsünden kanlar aktığını
farketti ve olduğu yere yığıldı. Son gördüğü şey prensesinin dolu dolu olmuş
endişeli güzel gözleriydi.



Geriye Dönüş Son



Min Ji Sun:

“Offff yine mi sabahın erken saatlerinde kalkmak zorundayım? Bölümümü çok
seviyorum ama şu sabahları erken saate ders koymuyorlarmı deli olmamak elde
değil.”

Min Ji Sun kendi kendine söylenip yataktan kalmaya çalışırken kapısı açıldı
ve içeri çok sevdiği çocukluk arkadaşı Kim Yoon Shik girdi.

Kim Yoon Shik Kore'nin sayılı zenginlerinden birinin oğluydu ve Min Ji Sun
ile çocukluk arkadaşıydılar. Genç kız hiçbir zaman onu bir arkadaştan, bir
abiden öte görmemiş, ona hep güvenmişti ama Kim Yoon Shik Min Ji Sun'a
çocukluğundan beri aşıktı. Yine de genç kızın antipatisini kazanmamak, onu
kendinden soğutmamak için ona şimdilik abi gibi davranmayı tercih ediyordu.
Ancak istediğini almadan bırakmayan ve yenilmekten hoşlanmayan bir yapısı
vardı.

Herzamanki gibi arkadaşını uyandırmak için evden yarım saat daha erken
çıkmış ve onu almak için gelmişti. Ve yine Min Ji Sun onu yanıltmamış hala
yatakta yatmaktaydı.

“Hadi bakalım uykucu sen hala yatakta mısın? Bak gene derse geç kalacaksın.
Hem senin yüzünden bende geç kalıyorum herzaman. Ne var sanki bir günde ben
gelmeden kalksan?”

“Sunbae! Neden öyle diyorsun ki? Madem bu kadar kızıyorsun bana sen kendin
gitseydin okula ben gelirdim nasıl olsa”

Yoon Shik: “yaaa evet tabi seni bırakıp gidiyim de o gün okula gelme dimi.
Ama benden öyle kolay kurtulamazsın. Hem ben sensiz okula gidemem bilmiyor
musun? Bu arada ben bıraksam seni baban benim peşimi bırakmaz. Çünkü sana
sözünü dinletebilen tek insan benmişim bu dünyada”

Yoon Shik bu durumdan hiçte şikayetçi sayılmazdı. Her sabah onu bu halde
bulmak ve uğraşmak hoşuna gidiyordu. Zaten Min Ji Sun olmadan o da okuldan
hiçbir zevk almazdı. İkisinin de istekleri farklıydı bu yüzden Min Ji Sun tarih
bölümünü, Kim Yoon Shik te ekonomi bölümünü seçmişti. Ama yine de Kim Yoon Shik
her fırsatta soluğu Ji Sun'un yanında alıyor, onu bir dakika yalnız bırakmıyordu.
Tabi bunun nedenlerinden birisi de ona yaklaşmaya çalışan diğer erkekleri
engellemekti. Her ne kadar Ji Sun bunu bilmese de Kim Yoon Shik onu herzaman
takip ettirirdi. Ona yaklaşmaya çalışan bir iki erkek Yoon Shik'in
yumruklarının tadına bakmışlar ve Ji Sun'a yanaşılmaması gerektiğini acı bir
yoldan öğrenmişlerdi.

Ji Sun herzamanki tembelliğiyle zar zor hazırlandı ve yola koyuldular.
Aslında tam olarak koyulamadılar çünkü herzamanki kavgaları başlamıştı: Kim
Yoon Shik, Ji Sun'un bisikletle gitme merakını hiçbir zaman anlayamamıştı. Onu
her sabah o son model, bütün kızların binmeye can attığı porshesiyle almaya
gelir, ama Ji Sun inatla bisikletle gitmek istediğini söylerdi. Ama bu seferki
kavga çok uzun sürmedi ve Yoon Shik Ji Sun'u hayretler içinde bırakan bir
hareket yaparak bagajdan kendisi için bir bisiklet çıkardı.

“evet küçük hanım! Madem siz benim arabama binmiyorsunuz, bende sizinle
birlikte bisiklete binerim ama bir şartım var arkama biniceksin. En azından
bunu yapabilirsin değil mi?”

Ji Sun çok mutlu olmuştu ve “Sunbae! Tabiki binerim arkana. Ama illa beni
sen mi bırakmak zorundasın? Yani bisikletle ya da arabayla ama hep sen”. Şimdi
gülümsemişti genç kız ve fazla uzatmadan Yoon Shik'in arkasında yerini aldı.

Yoon Shik hız tutkunuydu ve araba kullanma konusunda üzerine yoktu ama
bisiklet kullanmayı hiçbir zaman tam olarak becerememişti. Bir sağa.. bir
sola... zikzaklar çizerek okulun kampüsünden içeri girmişlerdi. Ama Yoon Shik
bir anda dengesini kaybetti ve Ji Sun ile birlikte yere düştüler. Genç kızın
dizleri kan içerisinde kalmıştı bir yandan da Yoon Shik'e bağırıyordu:

“Yahh Yoon Shik!!! Sen ne biçim bisiklet kullanıyosun böyle? Araba
kullanırken, hız yaparken iyi; ama bu basit şeyi kullanırken becereksizin
teki!!! Aahhh dizim çok acıyor”

Yoon Shik Ji Sun'u düşürdüğünden dolayı çok üzgündü ama bir anda o da
bağırmaya başladı:

“Heyy ne yapabilirim o kadar ağırsın ki dengemi sağlayamadım! Bir genç kızın
bu kadar kilolu olması normal mi hiç? Araba kullanırken bu kadar ağır olduğunu
farketmemiştim ama sen şimdiye kadar bu kiloyla iki tekerlek üzerinde nasıl
gelip gittin şaşıyorum doğrusu”

Herkes bu ikiliyi merakla izliyordu ama Yoon Shik ten korktuklarından dolayı
kimse bir şey diyemiyor, gülemiyordu. Sadece kızlar o saçma tavırlarıyla
“oppaaa iyi misin” diyerek Yoon Shik'e yardım etmeye çalışıyorlardı. Ji Sun'un
zaten canı yanıyordu bir de Yoon Shik'in sözleri canını büsbütün acıtmış,
gözleri dolu dolu olmuştu.

Yi Seong, profesörün çıkmasının ardından dışarı çıktı. Profesörün evi
kampüsün içindeydi ve o da prensesini yeniden görebilmek için etrafa
bakınıyordu. Birden bir kalabalığın ve seslerin olduğunu farketti. Merakla
yanlarına yanaştı ve ortalarında prensesinin dizleri kan içinde yerde
oturduğunu ve yanındaki çocuğun ona bağırmasından dolayı gözlerinin dolu dolu
olduğunu gördü. Bir anda gözleri sinirden karardı.

Ne de olsa hayatını aşkını korumaya vakfetmişti ve Tanrı ona geldiği bu yeni
dünyada aşkını yeniden bulma fırsatı tanımıştı. Bir anda hızla kalabalığı
yararak genç kızın yanına geldi ve genç kız daha ne olduğunu anlamadan Yoon
Shik'e sert bir yumruk indirdi. Yoon Shik hayatında ilk defa böyle bir şeye
maruz kalmıştı ve olanların şokunu üzerinden atamadan çenesi uyuşmuş bir
şekilde düştüğü yerde kaldı. O sırada general Ji Sun'u kucağına aldı ve hızla
binaya doğru yürümeye başladı.

“İyi misiniz? Şeyy yani iyimisin?”

diye meraklı gözlerini kıza çevimişti. Yüzleri birbirine çok yakındı ve genç
kız dolu dolu gözlerler generalin içine işleyen bakışlar atıyordu. Onun aşkına
ne de benziyordu bu kız! Genç kız kekeleyerek cevap verdi:

“ee..evet iyiyim. Ama siz nereden çıktınız bir anda anlayamadım” dedi

“kampüste gezintiye çıkmıştım ve kalabalığın olduğu yere geldiğimde seni
yerde o halde görünce yanındaki o sefilin bir şey yaptığını düşündüm. O bağırıyordu
sen de ağlamaklıydın. Umarım canın çok yanmıyor. Ama ben doktor nerede onu
bilmiyorum. Bana yerini tarif etmen gerekicek”.

Genç kız bu adamı ilk gördüğünde ona sinir olmuştu ve rezil ettiğini
düşünmüştü. Ama şimdi ne kadar kibar ve anlayışlı olduğunu farketti ve
istemeden de olsa ondan etkilendi.

Yi Seong prensesiyle ilk defa bu kadar yakındı. Ve onunla hiç olmadığı kadar
yakın konuşabilme fırsatını bulmuştu. Ona 'sen' diye hitap edebilmek önceden
rüyalarına bile giremiycek kadar imkansızdı. Yüzünde ister istemez bir
gülümseme oluştu ve genç kızın tarif ettiği yerden doktora ulaştı.

Ji Sun'un bacaklarına pansuman yapılmış, yaraları temizlenerek bant
yapıştırılmıştı. Sonra endişeli bakışlarla onu izleyen Yi Seong' bakışlarını
çevirdi ve

“sanırım artık resmen tanışmamızın vakti geldi; ben Min Ji Sun.”

Genç kızın bir anda yüzünü aydınlatan gülüşüyle generalle konuşması
heyecanlanmasına neden olmuştu, biraz kızardığını hissetse de cevap vermekte
gecikmedi:

“Ben de Yi Seong. Sizi... yani seni tanıdığıma memnun oldum.”

Ve artık resmen tanışmışlardı. Yi Seong onu daha da çok tanımak için can
atıyordu. Ji Sun ise yeni tanıdığı, önce sinir eden, sonra da onu etkilemeyi
başaran bu adamı merak etmeye başlamıştı...

-------------------------------------------4. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:36 pm

5.BÖLÜM



“İntikamın soğuk yüzü”



Doktorun yanından çıkarlarken profesör yanlarına gelmiş endişeli
gözlerle Ji Sun'un yaralarına bakıyordu.

“Deli kız! Yine ne yaptın da bu hale geldin? Seni tanıdım tanıyalı bir kere
normal görmedim. Hep ya uykulusun, ya telaşlı ya da yaralı”

Bunu söylerken yüzünde bir gülümseme belirmişti ve şimdi üçü de buna
gülüyorlardı. Gerçekten de bu kız herzaman böyle problemli miydi?

Onlar aralarında konuşup gülerlerken yanlarından Yoon Shik geçiyordu.
Ji Sun'un nasıl olduğunu merak etmiş, ancak sinirinden ve rezil olmanın
utancından yanına gelip durumunu soramamıştı. Çok fazla Ji Sun ile göz göze
gelmedi ancak Yi Seong'a sert bir bakış atarak hızla uzaklaştı.

Ji Sun da çok anlam vermemişti oun bu tavrına gerçi nedenini tahmin
etmek zor değildi ama onun nasıl olduğunu merak etmediğine bozulmuştu. O
bunları düşünürken profesörün sözleri düşüncelerinden çıkmasına neden oldu:

“aslında böyle görmek istemezdim ama seni gördüğüm iyi oldu. Bu akşam Bay Yi
Seong ve ben size gelmeyi düşünüyoruz. Babanı aradım ama ulaşamadım sanırım sen
bildirirsin. Eğer uygunsa bana da haber vermeni rica ediyorum.”

Ji Sun başıyla onay verdi ve yanlarından derse gitmek üzere ayrıldı.
Okuldan çıkış vakti gelmişti ve Ji Sun Yoon Shik yüzünden bugün bisikletsiz
gelmişti. Arayıp şöförü çağırmakta istemiyordu. Ailesi zengin olmasına rağmen o
böyle şeylerden hoşlanmaz ne koruma ne de şöför istemezdi. Normal bir öğrenci
gibi bisikletiyle gidip gelmek onu her şeyden çok mutlu ederdi.

Yolda yavaş yavaş yürürken Yoon Shik'in arabayla yanında durduğunu
farketti. Genç adam seri bir hareketle arabadan indi ve Ji Sun'un yanına
gelerek biraz da mahçup bir şekilde konuşmaya başladı:

“Ji Sun hadi gel seni eve bırakıyım. Biliyorum sabahki olaydan dolayı bana
çok kızgınsın ama napıyım seni öyle görünce zaten yeterince kendime kızdım bir
de sen bana öyle bağırınca kendimi kaybettim bir anda. Hadi lütfen benimle
gel.”

Ji Sun'un inat edicek hali yoktu zaten yanında ne bisikleti vardı ne
de o yolu yürüycek hali. Bu yüzden sadece başıyla onay verdi ve arabaya bindi.
Yolda hiç konuşmuyorlardı. Yoon Shik bu durumdan rahatsız olmuştu. Onun sürekli
bir şeyler anlatmasına ve şakalar yapmasına alışıktı ve bu suskun hali genç
adama dokunmuştu. Onu eve götürmek yerine bir kafenin önünde durdu;

“hadi gel bişeyler içelim şurda dedi ve daha Ji Sun cevap vermeden kolundan
tutup sürükleyerek içeri soktu. Genç kız sinirlenmişti. Herzaman onun bu zorba
tavırlarına deli olurdu ama fazla sesini çıkarmazdı. Bugün olanlardan sonra bu
da üzerine tuz biber olmuştu adeta. Bir anda kolunu çekti ve bağırmaya başladı:

“sen kendini ne sanıyosun Yoon Shik? Sana bu hareketlerinden hoşlanmadığımı
defalarca söylediğimi sanıyorum. Basit bir özür diledin ve kapandı konu öyle
mi? Herkesin içinde bana neler dedin hem de düşmemiz benim değil senin suçundu.
Özür bile dilemeden seni affettiğimi nasıl düşünebilirsin? Ben şimdi eve
gidiyorum peşimden gelme!”

Yoon Shik sabahki yumruğun şokunu atamadan bir de Ji Sun'un ona
bağırmasını hazmedememişti.

“o yumruğun hesabı zaten sorulacak ama şimdi o hoca bozuntusuna bir şey
yaparsam benim yaptığım anlaşılır. O yüzden bekliycem. Ama sana karşı çok
zayıfım Ji Sun, sen bana ne yaparsan yap sana kızamıyorum. Şu an senin bana
bağırdığın gibi biri bağırsa neler yapardım bilmiyorum ama konu sen olunca işin
rengi değişiyor”

Bu düşüncelerle meşgul bir şekilde arabasına yöneldi ve dediği gibi Ji
Sun'u takip etmeden Yoon Shik te doğruca evine gitti. Nasıl olsa akşam onun
gönlünü alırım diye düşündü.

Akşam olmuş profesör ve Yi Seong Ji Sun'un evine yemeğe gelmişlerdi.
Babası herzamanki gibi arkadaşını sevinçle karşıladı ve konuşmaya dalmaları çok
uzun sürmedi. Şimdi Ji Sun ve Yi Seong başbaşaydılar. Annesi Ji Sun'u
doğururken ölmüştü ve bu yüzden genç kız bu koca evde babasıyla birlikte
yaşıyordu. Oturma odasına geçtiler ve yemekten önce birşeyler içmeye karar
verdiler. Gerçi Yi Seong alkollü ve gazlı içeceklerin ne olduğunu hala tam
olarak çözememişti o yüzden sadece çay istemekle yetindi.

“umarım iyisiniz prensesim” dedi ve başını saygıyla eğdi genç adam. Ji Sung
yine sinirlenmişti. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam böyle? Daha sabah kibar biri
olduğunu düşünmüştü ama o, yine onunla dalga geçiyordu.

“yaahhh şimdi nerden çıktı bu prenses lafı gene? O gün güzel bir espri yapıp
sınıfı güldürmeyi ve bütün kızların ilgisini toplamayı başardınız. Şu an
ilgisini toplayacağınız biri yok bu odada”

Yi Seong: “özür dilerim efendim elimde olmadan sizi kırdıysam affedin”
General başta ağzından kaçırmıştı prensesim lafını ama genç kızın sınıftaki
hareketine de alındığını görünce doğru zamanın bu olduğunu düşünerek Ji Sun'a
her şeyi anlatmaya karar verdi.

“sizin kraliyet ailesiyle bir alakanız var mı Kang?” profesör bu soruyu
sorup sormamakta çok düşünmüştü ama sonunda bu kadar benzerliğin tesadüf
olmaıycanı düşünerek sormaya karar verdi.

Kang duyduğu bu soru karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Eşinin
kraliyet ailesinden gelmiş olmasını sır gibi herkesten saklamışlardı. Herkes
kraliyet soyunun tükendiğini düşünüyordu ve son kişi olan eşi de biricik
kızlarının doğumunda ölmüştü.

“neden sordun böyle bir şeyi dostum bir anlam veremedim doğrusu?”

Prof.:”aslında bunları duyduğuna inanamıycaksın biliyorum ama sana anlatmam
lazım. Senin de en az benim kadar tarihe ilgi duyduğunu biliyorum ve bunu
öğrenmek seni de en az benim kadar mutlu eder”

Kang heyecanlanmıştı “hadi o zaman bir an önce anlat ne öğrendiysen
gerçekten merak etmeye başladım”.

“tamam o zaman başlıyorum. Ama kendini hazırla çünkü bu duydukların kulağa
çılgınca gelebilir. Yaklaşık 2.5 ay önce bir gece dışardaydım ve sokakta bir
adama rastladım. Üzerinde 14.yy dan kalma antik miğfer vardı bu adamın. Önce
tenekeden bir zırh giyen bir deli sandım. Ama yanına yaklaştığımda zırhının
gerçek olduğunu gördüm. Adam da ne olduğunu tam olarak anlayamamış, şaşkın
şaşkın etraafa bakıyordu. Onu benim bulmuş olmam inan bana büyük bir şans.
Biraz konuştuktan sonra ise beni daha da şaşırtan şeyler öğrendim. Nasıl oldu
neyle oldu bilmiyorum ama bu adam, 14.yy dan günümüze gelmiş.”

Kang gülmeye başlamıştı, biraz da endişeleniyordu arkadaşının delirmiş
olabilme ihtimali ağır basıyordu ama duydukları da kulak ardı edilemeyecek
kadar ayrıntılıydı. Profesör sözlerine heyecanla devam etti:

“ Yi Seong adını hiç duymuş muydun?”

Kang: “hmmm... evet sanırım... Joseon Hanedanlığı zamanında yaşamış efsanevi
general değil mi?”

Profesör: “hah evet tam da ondan bahsediyorum. Biliyorum inanması zor ama
bugüne gelen o adam efsanevi general Yi Seong”

Kang'ın ağzı açık kalmıştı bir an bilgilerini kafasında güncelledi ve
heyecanla “yani içerde kızımla sohbet eden adam.... efsanevi general Yi Seong
mu?”

Profesör: “evet ama devamı da var. özellikle bunları duymak eminim seni daha
çok şaşırtıcak”

-5.Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:36 pm

6.BÖLÜM



“Geçmişten Gelen”



Geriye Dönüş:

General Yi Seong gözlerini açtığında son hatırladığı şey asilerle
girdiği savaşı kazandığı ancak kendinin de yaralanıp bilincini yitirdiğiydi.
Hemen yerinden doğrulmak için hamle yaptı ama göğsündeki koca kılıç yarası onun
bu hareketini engellemiş acıyla yerine geri yatmasına neden olmuştu. Etrafına
bakındı ve kendi odasında olduğunu farketti. Peki buraya nasıl gelmişlerdi?
Gözleriyle savaş halindeydi genç general. Göz kapakları istemsiz bir şekilde
kapanıyordu ve o hernekadar prensese ne olduğunu, buraya nasıl geldiğini
öğrenmek istesede uykunun kollarına kendini bırakmadan edemedi ve çok geçmeden
uykuya daldı yeniden.

Geriye Dönüş Son



Yi Seong prensesine her şeyi anlatmak için can atıyor tepkisini
öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Bu sırada genç kız hala generale oldukça
sinirliydi ve çay servisi yaparken çayı generalin gömleğine dökmüştü. Genç adam
acıyla yerinden fırladı. Ji Sun'da panik olmuştu. Hemen adama gömleğini
çıkarmasını söyledi ve babasının gömleklerinden birini getirmek için yanından
ayrıldı.

Odaya döndüğünde ise hayretler içerisinde kalmıştı. General gömleğinin
düğmelerini açmış onun gelişini bekliyordu. Ji Sun kızardığını hissetti ancak
gözü adamın kaslı gövdesine takıldı. Ne kadar da çok kesik yarası vardı.
Özellikle sağ tarafındaki yara görmezden gelinemeyecek kadar derin ve büyüktü.
Gözleri kocaman açıldı genç kızın ve bir yandan gömleği ona verirken bir yandan
da hayretini gizleyemeden sordu:

“ama ... ama bu yaralarda neyin nesi? Yoksa siz profesör değil de gangster
falan mısınız? Özellikle bu yara”

Parmağıyla genç adamın göğsündeki yarayı işaret etti. General
heyacanlanmıştı. Ona bu kadar yakın olabilmek tarif edilemez heyecan
hissetmesine neden oluyordu ama genç kızı daha her şeyi anlatmadan korkutmak
istemiyordu bu yüzden sorusunu duymamazlıktan geldi ve aceleyle uzattığı
gömleği giyerek önünü ilikledi.

“oturun lütfen” dedi sakince “size anlatmam gereken şeyler var”.

Ji Sun neler olduğunu anlayamamıştı. Bu adamın nedenini anlayamadığı
saygısı onu iyice meraka sürüklemişti. Bu yüzden anlatılacaklara dikkat kesildi
ancak kapının çalmasıyla dikkati dağıldı.

Gelen Yoon Shik ti. Elinde koca bir buket gül tutuyordu. Ji Sun'un en
sevdiği çiçek güldü ve o da bunu bilir, ne zaman bir kabahat işlese genç kızın
gönlünü almak için ona gül getirirdi. Şimdi de işe yaramış görünüyordu. Çünkü
Ji Sun bu gülleri görünce yüzünde koca bir gülümseme belirdi ve Yoon Shik'i
içeri davet etti.

Genç adam zafer kazanmış bir komutan edasıyla eve girdi. Ama daha
girdiği ilk dakikada generalin keskin bakışlarıyla karşılaştı. Aynı bakışlar
Yoon Shik'in de gözlerinde belirdi ve sinirlendiğini hissetti. Sabah sanki Ji
Sun'un düşmanıymış gibi onu kendisinin yanından alıp gidişini izlemiş şimdi de
sanki evin sahibiymiş gibi genç adamın gelişinden rahatsız olduğunu bildiren bakışlar
atmıştı. Bu adam kendini ne sanıyordu böyle?

Onlar birbirlerine keskin bakışlar atarken Ji Sun odadaki gerilimin
farkına vardı ve araya girerek sahte bir neşeyle konuşmaya başladı:

“Hocam sizi en iyi ve en eski arkadaşım Kim Yoon Shik ile tanıştırmak
istiyorum. Sabah bir yanlış anlaşılma oldu sanırım ve pek te dostça olmayan bir
şekilde tanıştınız. Kim Yoon Shik, bu da pröfesörün arkadaşı Joseon uzmanı Yi
Seong. Bay Yi Seong ve profesör babamı ziyarete gelmişlerdi bizde tam yemeğe
geçiyorduk geldiğin çok iyi oldu” dedi ve Yoon Shik'in koluna girerek yemek
odasına sürükledi. General de arkadan onları kıskançlıkla takip ediyordu.
Elbette bu hali Yoon Shik'in gözünden kaçmadı ve genç kıza daha da yaklaşarak
odaya doğru yola koyuldu. Şimdi biraz neşesi yerine gelmişti.



Geriye Dönüş:

General gözlerini tekrar açtığında yanındaki doktoru farketti. Adam
generalin yarasına bir şeyler sürüyordu, uyandığını farkedince konuşmaya
başladı:

“General itiraf etmeliyim şansınız varmış, ucuz atlattınız. Eğer zamanında müdahele
etmeseydik ölümünüz kaçınılmazdı. Majesteleri sizin için çok endişelendi
uyandığınızı duyunca eminim çok sevinecektir.”

Genç adam zor da olsa yattığı yerde doğruldu ve olanları öğrenmek için
sorular sormaya başladı.

“prenses Song Ji nasıl? En son savaştığımı ve yaralandığımı hatırlıyorum.
Peki sonra neler oldu? Prenses güvende değil mi?”

Doktor gülümsedi ve olanları tek tek anlatmaya başladı. Generalin bu
sadakati doktorun saygısını kazanmasını sağlamıştı. Ölmek üzereyken bile
kraliyet ailesini düşünüyor diye düşündü ama bilmiyordu ki prenses general için
sadece kraliyetin bir üyesi değil aşık olduğu ilk ve son kadındı.

“Ahhh merak etmeyin lütfen prensesimiz emniyette ve gayet sağlıklı. Siz
asilerle mücadele ederken bir haberci gelmiş saraya ve hemen destek yola çıktı.
Onlar gelene kadar zaten siz her şeyi halletmişsiniz ama onlarda sizi yaralı
bulmuşlar. Sizi ve prensesimizi alıp sağ salim saraya getirdiler. Hatta
prensesimiz o kadar iyi ki düğün hazırlıkları tam hızla devam ediyor.”

“Ne? Ne düğünü? Ben ne zamandır uyuyorum?”

Geriye Dönüş Son



Yemekte Kang hayran hayran Yi Seong'u süzüyordu. Ji Sun ve Yoon Shik
olanlara bir anlam verememişlerdi. Bay Kang herkese karşı saygılıydı gerçi ama
bu adama ayrı bir özen gösteriyor, sürekli sanki aile büyüğüyle konuşur gibi
muamele ediyordu. Böyle acayip sahnelerle yemeklerine son verdiler ve artık
onlar için gitme vakti gelmişti.

Yi Seong Min Ji Sun ile konuşamamış olmaktan dolayı rahatsızdı,
üstelik şu sabah yumrukladığı çocukta sanki evin bir üyesiymiş gibi elini genç
kızın omzuna atmış onları kapıdan uğurluyordu. Profesör generalin bu
bakışlarını farketti ve ters bir hareket yapmasından korktuğu için aceleyle onu
oradan uzaklaştırdı. Yolda kendi aralarında konuşmaya başladılar:

P:”Yi Seong, o çocuğa neden o kadar kötü baktığını biliyorum ama kendine
hakim olmak zorundasın. Babası neredeyse Kore'nin tamamına sahip. Eğer onunla
zıtlaşırsan başın gerçekten belaya girebilir.”

“Sen neden bahsediyorsun profesör, ben saha sabah okulda bu çocuğu
yumrukladım”

P:”neee sen ne yaptım dedin? Delirdin mi sen? Hadi babasını geçtim, sen o
okulda hoca olarak bulunuyorsun, misafir bile olsan hoca pozisyonundasın. Nasıl
olur da bir öğrenciyi yumruklarsın?”

“Prensesi bisikletten düşürmüş, üstelik herkesin içinde ona bağırıyordu ve
neredeyse ağlatıyordu. Ne olursa olsun ona kimsenin böyle davranmasına izin
veremem, kendi devrimde ona sahip çıkamadım ama bu sefer olmayacak, ona zaar
gelmesini engelliycem.”

P:” nasıl yani? Prensese zarar gelmesini engelleyemedim de ne demek? Tarihin
ayrıntılı kayıt altına alındığını sanırdım hep, ama seninle kounşunca
farkediyorum ki çoğu şey kayıt dışında kalmış. Neler oldu anlatsana, aranızda
ne geçti, ya da prensese ne oldu?”

General şimdi hüzünlenmişti. Olanlar bir bir gözünde canlanıyordu.
Sevdiği kadına sahip çıkamamış, ona sahip olamamıştı. Ama bunları şimdilik
kimseyle paylaşmaya niyeti yoktu. Onun yerine daha profesörün daha çok ilgisini
çekiceğini düşündüğü bir şey anlatmaya karar verdi:

“Bundan şimdi bahsetmek istemiyorum profesör. Ama sizinle bir şeyi paylaşmam
gerek. Ben kendi devrimde belki en genç general olma ünvanına sahip oldum ama
hep böyle kalmadım elbette.”

“ne demek istiyorsun general anlamış değilm”

“demek istiyorum ki ben buraya gelmeden önce 50 li yaşlarımdaydım. Yani hayatımın
büyük çoğunluğunu yaşamış, artık bir beklentim olmadan sadece imparatora hizmet
eder vaziyetteydim. Ama bu olay olupta ben buraya gelince bir anda kendimi ilk
general olduğum yaşlarda buldum. Beynim sanki patlıycak gibi bana neler oldu
anlayamıyorum. Zaten hayatımın 50 yılını yaşamış artık bir savaş alanında
ölmeyi umut eder haldeydim. Şimdi ise yine 20 li yaşlarıma geri döndüm.
Yaşamdan bir beklentisi olmayan ben, yine mi bu hayatı yaşıycam?”

Bu adam ne diyordu böyle? Profesör iyice allak bullak olmuştu. Nasıl
olurdu bu? Zaten geçmişten gelmiş olması yeterince ilginçti, bir de bu
anlattıkları akıl almıycak şeylerdi...



6. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:36 pm

7.BÖLÜM



“Sevgilim olur musun?”



Yoon Shik bu davetsiz misafirin başına bela olucağını daha ilk günden
anlamıştı. İntikamı için zaten onunla görüşecekti ama onun Min Ji Sun'a
bakışlarından çok rahatsız olmuştu. Ona kendisinden başkasının böyle bakması
genç adamı çileden çıkarıyordu.

Kim Yoon Shik artık daha fazla beklememesi gerektiğine karar verdi. Bugün
herzamanki gibi Ji Sun'u almaya gidecekti ve onunla bu konuda konuşacak,
hislerini ona anlatıcaktı. Herzaman onun yanındayken şık olmaya, düzgün
görünmeye özen gösterirdi ama bu sefer daha şık olmalı, onun gözlerini
kamaştırmalıydı. Yakışıklı bir erkek olması ise bu durumu daha da
kolaylaştırıyordu. Yoon Shik uzun boylu, kumral, ve yeşil gözlüydü. Bütün
kızlar onun gözlerine bakarken adeta kaybolurlardı. Etkileyici derin bakan
gözler ve can yakan bir gülüş... Bunların hepsi Yoon Shikte mevcuttu ama sadece
Ji Sun bunu yıllardır farketmemişti.

Genç adam her sabahki gibi Ji Sun'u uyandırmaya gitti. Onu gene yatakta
bulacağından çok emindi ama bu sefer ilk defa yatakla boğuşurken değilde ayna
karşısında buldu genç kızı. Yoon Shik gerçekten çok şaşırmıştı. Çok güzel bir
kız olmasına rağmen kendine hiç bakmayan Min Ji Sun, bugün adeta bir peri kızı
gibi görünüyordu. Düz ve uzun saçlarını dalgalandırıp omuzlarına indirmiş,
hafif bir makyaj yapmış ve adeta baharın gelişini üzerine yansıtır gibi beyaz
diz üzerinde biten küçük çiçekli bir elbise giymişti. Genç adam Ji Sun'u böyle
görünce yeniden aşık oldu. Ama neden bu kadar özendiğini de merak etmeden
edmedi. Kendisi için olmadığı kesindi. Ne de olsa her sabah görürdü onun
yataktaki uyku sersemi hallerini ve genç kızın buna çok ta alındığı
söylenemezdi.” acaba o herif için mi” diye geçirdi içinden ama bu düşünceleri
kafasından hemen kovdu. Bu ihtimali düşünmek istemiyordu.

Min Ji Sun ayna karşısında zaman geçirirken Kim Yoon Shik'in onu izlediğini
farketmemişti. Genç adam hayran hayran onu izliyordu ve bu durum Ji Sun'un
kızarmasına neden oldu ve hemen bu havayı dağıtmak için;

“Sunbae! Ne zaman geldin sen? Hiç farketmedim. Sanırım hayatının şokunu
yaşıyorsun bak bugün yataktan kazımak zorunda kalmadın beni” dedi ve Yoon
Shik'in içini eritmek istercesine samimiyetle gülümsedi.

“Evet açıkcası şok oldum. Ama beni daha da şok eden şey senin bu halde
olman. Seninlekaç yıldır tanışıyoruz ve bir gün bile etek giydiğini görmedim.
Bildiğim kadarıyla nefret edersin sen etek giymekten”

“Ediyorum ama ara sıra değişiklik yapmakta fayda var değil mi?”

“Bugün işim baya zor görünüyo seni bir dakika bile yalnız bırakamam yoksa
kurtlar kapabilir. Hazırsan çıkalım, bugün benimde sana bir süprizim var”.

İki genç herzamanki saatlerinde evden çıktılar. Bugün Ji Sun da bisiklet
konusunu açmamıştı. Son yaşadıkları fiyaskodan sonra bir de etek giydiğini
hesaba katarak, Yoon Shik'in arabasıyla gitmek en uygun seçimdi şüphesiz.

Arabada çıt çıkmıyordu. İkiside bu durumdan rahatsız olduklarını hissettiler
ve aynı anda elleri radyonun düğmesine götürdüler. Yoon Shik ile herzaman
birbirlerine dokunurlar, sarılırlar, ko kola girerlerdi gerçi ama bugün Ji Sun,
onda değişik bir hava seziyordu. Çocukluk arkadaşı ona herzamanki gibi
bakmıyordu ve bakışları daha değişik, daha ciddiydi. Yoon Shik elini aceleyle
düğmeden çekti ve gergin ortamı dağıtmak için konuşmaya karar verdi:

“Bugün senin önemli bir dersin yoktu bildiğim kadarıyla Ji Sun. o yüzden
seni bugünlük kaçırıyorum. Madem sende bugün bu kadar güzel giyindin, hazırlandın,
bugünü okulda harcamak aptallık olur. Hem artık süprizimi de öğrenmenin vakti
geldi”

Ji Sun biraz gerilmişti. Evet önemli bir dersi yoktu ama o gizemli hocayla
tanıştığından beri tarif edemediği hisler içerisindeydi. Onun profesörle
birlikte kampüste oturduğunu biliyordu ve belki onu görürüm ümidiyle böyle
giyinmişti. Ama şimdi bütün planları alt üst olmuştu anlaşılan. Çok fazla
direnmek istemedi zaten dirense de Yoon Shik'in itiraz kabul etmez yapısını
bilirdi ve direncinin bir faydası olmayacağını tahmin ederdi.

Deniz kenarında bir restoranda durdular. Çok şık bir yere benziyordu burası.
Kahvaltıyı burda yapma kararı vermişti Yoon Shik. Herzamanki gibi kararını
vermiş ve Ji Sun'a sorma gereği hissetmeden uygulamaya koymuştu. İçeri
girdiklerinde kimsenin olmadığını farkettiler. Bellki ki buraya gelicekleri
önceden haber verilmişti. Çünkü tam donanımlı bir kahvaltı masası onları
bekliyordu. Ortada herzaman ki gibi güller vardı ve masa denizi ayaklarının
altında gibi hissedicekleri bir yerde kurulmuştu.

“Sunbae neden bu kadar hazırlık yaptırdın anlamadım, alt tarafı bir kahvaltı
edicez. Bugün özel bir gün den ben mi unuttum?”

Yoon Shik: “aslında özel bir gün değil ama senin kararların sonucunda belki
de özel bir gün olabilir. Aslında seninle bunları akşam yemeğinde konuşabilmeyi
isterdim ama biliyorum ki akşam yemeklerini babandan ayrı yemekten
hoşlanmıyorsun. O yüzden ne kadar romantizimden yoksun olsa da kahvaltıda
konuşucaz.”

“romantizm mi? Nerden çıktı şimdi romantizm? Hiçbir şey anlamadım Yoon Shik”

Yoon Shik: “ Min Ji Sun! Birbirimizi 20 yıldır tanıyoruz. Ve şunu itiraf
etmem gerekirse seni tanıdığım günden beri sana karşı çok güzel hisler
besliyorum. Sen benim....”

Min Ji Sun gerilmeye başlamıştı. Aslında böyle bir sohbeti hiç tahmin
etmezdi ama duymak istemiceği şeyler söyleniceği kesindi. Ji Sun Yoon Shik'i
herzaman bir abi olarak görmüştü. Zaten ondan 2 yaş büyüktü ve ona herzaman göz
kulak olmuştu ama şimdi bu da nerden çıkmıştı. O bunları düşünürken genç adam
derin bir nefes aldı ve yarım kalan sözlerini devam ettirdi:

“sen benim ilk aşkımsın Ji Sun. seni ilk gördüğüm günden beri seviyorum.
Çocukluk aşkımdın, büyüdük, ikimizde olgunlaştık şimdi de hayatımı beraber
devam ettirmek istediğim kızsın. Benimkisi gelip geçici bir şey değil. Gözümü
sende açtım ben. Sevgilim olur musun Min Ji Sun?”

Ji Sun ne diyeceğini bilemiyordu gözleri dolu dolu olmuştu. Tek arkadaşı,
çocukluğundan beri her şeyini bildiği ve paylaştığı bu insanla bu duruma gelmek
istememişti. Şimdi olumsuz bir yanıt vermesi aralarını tamamen bozabilirdi. Ama
öte yandan içinde yeni yeni bir kıpırtı hissetme başlamıştı ve daha önce başına
gelmemişti bu.

“Yoon Shik inan seni kırmayı hiç istemiyorum ama ben sana hiç o gözle
bakmadım. Sen benim abim gibisin ve en iyi arkadaşımsın. Böyle kalsak olmaz
mı?”

Yoon Shik:”bana o gözle bakmadığını biliyorum. Zaten bunca sene susmamın
nedeni de buydu ama artık duygularımın önüne geçemiyorum. Herzaman yanında
olmak elini tutmak istiyorum. Hemen cevap vermek zorunda da değilsin, sana
düşünmen için zaman verebilirim. Ne kadar istersen beklerim seni, ama senden
ricam iyi düşün! Tabi bu süre zarfı içinde de benden uzak durma. Bana uzak
olman beni öldürür Ji Sun”

Genç kız sadece başıyla onay vermekle yetindi. Aslında düşünülecek bir şey
yoktu ama kafası iyiden iyiye karışmıştı. O adama karşı ne hissediyordu? Ya da
o Ji Sun hakkında ne düşünüyordu? Bunlar bile kesin değildi. Hem kendi
duygularını da kestiremiyordu. En iyisi düşünmekti. Düşünmek ve bir karara
varmak.

Sessizce kahvaltılarını ettiler ve okula gittiler. Yoon Shik rahatlamış
hissediyordu kendini. Sonunda her şeyi analtmış, üzerindeki bu yükü atmıştı. Ji
Sun'u iyi tanırdı. Onu üzecek bir şey yapamazdı ne de olsa ve eninde sonunda
ister aşkla ister mantıkla olsun bütün oklar Yoon Shik'i gösterecekti.

Ji Sun sessizce sabahki konuşmayı düşünerek sınıfına doğru ilerliyordu. Ama
sonra hiç derse giresinin olmadığınu farketti ve okulun bahçesinde oturup bir
şeyler içerek kafasını dağıtmaya ihtiyacının olduğunu düşündü. Sessiz sessiz
yürürken arkasından birisinin onun adını söylemesiyle irkildi. Bu kişi Yi
Seongtan başkası değildi. Yüzünde o karizmatik gülüşüyle genç kıza bakıyor ve
hızla ona doğru ilerliyordu. Genç kız bir an kalbi durucakmış gibi hissetti. O
yaklaştıkça Ji Sun'un da kalbi daha da hızlanıyordu. Sonunda Yi Seong yanına
geldi ve

“merhaba derse girmediniz sanırım, yarım kalmış bir konuşmamız vardı onu
tamamlamamız mümkün mü?”

Bugünn özelliği neydi böyle herkeste bir Ji Sun la konuşma merakı vardı.
Peki dedi ve banklardan birine oturdular. Hareketlerinden genç adamın gergin
olduğu anlaşılabilirdi. Önce nasıl oturması gerektiğini bilemedi bir sağa döndü
bir sola döndü, sonunda düzgün oturma şekilini yakaladğında da elleri problem
olmuştu. Önce göğsünde bağladı kollarını, sonra dizinin üzerinde birleştirdi.
Genç kız bunları izlerken yorulduğunu hissetti ve o başlamadan söze girdi

Ji Sun:

“Bu kadar gerilmenize gerek yok hocam. Ne konuşacağınızı gerçekten çok merak
ediyorum ve ayrıca neden benimle bu kadar resmisiniz açıkcası anlam
veremiyorum.”

Yi Seong:

” aslında bende sizinle tam da bu konuda konuşmak istiyorum. Ben... Yani bu
nasıl anlatılır bilemiyorum ama zamanda yolculuğa inanır mısınız?”



Ji Sun:

“bu da nerden çıktı şimdi ben size ne soruyorum siz ne diyorsunuz. Biraz
ciddi olamaz mısınız acaba Bay Yi Seong?”

Yi Seong:

“sanırım böyle bir konuya giriş yapmanın imkanı yok o yüzden direk
söyliycem: Bakın Min Ji Sun ben Joseon Hanedanlığı uzmanı falan değilim. Ben
bizzat o devirden geldim. Nasıl olduğu hakkında bir fikrim yok ama oldu işte.
Ve daha da ilginci siz benim devrimde yaşayan Joseon Hanedanlığı prensesi Song
Ji ile aynı yüze sahipsiniz. Sizi ilk gördüğümdeki tavrım sizi rezil etmek ya
da dalga geçmek amaçlı değildi. Sizinde benim gibi buraya geldiğini düşündüm
bir an.”

Şimdi şaşkın gözlerle onu dinleyen kızın gözlerinin içine bakıyordu general.
Ne tepki vereceğini kestiremiyordu ve kızın hala bir şey dememiş olması onu
huzursuz etmişti.

“ee bir şey demiyecek misiniz?”

“Sabah beni çok şaşırtan bir konuşma içerisinde bulunmuştum ve açıkcası
bugün beni bundan daha çok şaşırtacak bir şey olduğunu tahmin etmezdim. Ama
sanırım sizin tedaviye ihtiyacınız var hocam müsadenizle”

Genç kız gülse mi ağlasa mı bilemedi. Arkasından hüzünle bakan adama
aldırmadan soluğu profesörün yanında aldı.

“hocam sizin şu Joseon Uzmanı sanırım kafayı kırmış” diyerek profesörün
odasına giriverdi. Adam ne dediğini anlamamıştı

“ne oldu Ji Sun neden bahsediyorsun?”

“diyorum ki bu adam delirmiş. Bana söylediklerini duysanız gülmekten yerlere
yatarsınız, nerden buldu bunları bilemiyorum hepsi de deli saçması”

“hmm demek sana anlattı”

“ne demek anlattı? Siz yani bu adamın saçmalıklarını biliyor musunuz?”

“gel Ji Sun şöyle otursan iyi olur sana anlatmam gereken şeyler var
anlaşılan Kang seninle henüz konuşmamış ama sanırım bunları benden duyman
gerekicek”

“hocam şimdi cidden merak ettim babamla ne alakası var o deli
saçmalıklarının?”

“ biraz sakin olmaya çalış Ji Sun. artık bunları öğrenmen gerekiyor. Annen
hakkındaki bu gerçekleri bilmek senin de hakkın”

“annem mi?”

“evet annen. Annenin kraliyet soyundan gelen bir prenses olduğunu biliyor
muydun Ji Sun?”

“neeeee prenses mi? Kraliyet mi? Allahım bu bir rüya olmalı ya da bir
kabus......”



7.Bölüm Sonu



Okuyan arkadaşlar yorum yazıp fikirlerinizi dile getirirseniz sevinirim
şimdiden okuyan herkese teşekkürler Smile
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:37 pm

8.BÖLÜM



“Yeniden doğuş”



Geriye Dönüş:

Yi Seong: “ne kadar zamandır uyuyorum ben? Neler oldu anlat bana”

“Efendim yaklaşık 3 haftadır tedaviniz devam ediyor. Siz buraya
getirildikten sonra gerçekten sizi kurtarmakta zorlandık. Ama direndiniz ve
hayattasınız.

Zaten prensesin o seyehati yapmasının nedeni gelecekteki eşiyle görüşmek
içinmiş. Majesteleri öyle istedi ve sizi de onun için kızının yanında gönderdi
sağ salim gidip dönmesi için. Ve tabi döndükten sonra da düğün hazırlıkları
başladı. Yarın kendileri evleniyorlar general.”

Yi Seong artık söylenilenleri duymuyordu. Demek sevdiği kadın evleniyordu ve
bunlar olurken o sadece uyumuştu...

Keşke hiç uyanmasaydım diye düşündü genç adam, hiç uyanmasaydım da bunları
duymasaydım. Ama ona bugünü hatırlatacak o büyük yarayla yaşamaya devam etmek
zorundaydı. Üzeri kabuk bağlamış iyileşmek üzere olann yaraya baktı. Göğsünde
bir sızı vardı ama bu yarasının olduğu sağ tarafında değil kalbinin olduğu sol
tarafındaydı. Zaten onu sevmeye hakkı yoktu bir prensesle evlenmek hayal bile
edilemezdi onun için ama gene de bunları duymaya hazır değildi genç adam.
Yanındaki doktora göstermeden bir damla göz yaşı döktü sevdiği için ve tekrar
gözlerini kapattı...



Geriye Dönüş Son



Ji Sun duyduklarına inanamıyordu. Bunlar nasıl gerçek olabilirdi ki?
Profesörün odasından çıktı ve dedikleri kulaklarında yankılanarak nereye
gittiğini bilmez bir şekilde kafası allak bullak yürüyordu.

Ama general Yi Seong'un gelişi her şeyin yeniden ortaya dökülmesine neden
oldu. Anlattığım derslerin hiçbirini tam olarak dinlemedin. Eğer dinleseydin Yi
Seong'u tanırdın. Joseon Hanedanlığının en genç generali olma ünvaınına sahip
tek insan o. Seni prenses Song Ji diye çağırmasının nedeni de zaten bu. Onun
yaşadığı devirde senin büyük büyük büyük ... annen sanırım seninle aynı profile
sahipmiş. Seni görünce bir an karşısında o var sanmış. Gerçekten de soya çekim
bu olsa gerek aradan kaç yüzyıl geçmiş ama gene de 7 yüzyıl önce yaşamış atanın
kopyasısın. Sen de hala kraliyet kanı taşıyorsun kızım. Her ne kadar baban asil
bir soydan geliyor olmasa da sen de kraliyet ailesindensin. Ama bu sırrı iyi
saklaman ve kimseyle paylaşmaman lazım. Zamanında kraliyet ailesinin soyunu
tüketmeye çalışanlar majesteleri öldükten sonra annenin ve büyük annenin izini
çok sürmüştler ama büyük annen ölünce anneninde izini kaybetmişler. İşin peşini
bırakmamış olma ihtimalleri var o yüzden kendi güvenliğin için bu sırrı
tutmalısın>>

Yi Seong' a nasıl da inanmamıştı Ji Sun? Şimdi ona deli muamelesi yaptığı
için kendinden utanıyordu ama anlatılanların da inanılacak pek tarafı yoktu.
Elini yüzünde gezdirdi ve ilk defa kendinde bir şey hissetti. Gurur... Demek o
da büyük büyük annesine tıpa tıp benziyordu. Sonra generalin onu görünceki
bakışlarını ve saygısını hatırladı ve içi buruldu. O bu saygıyı kendisine değil
olduğunu sandığı prensese gösteriyordu aslında. “ben onun için önemli değilim
demekki” dedi kendi kendine “sadece o prensese benzerliğim yüzünden benimle
ilgileniyor”.

O bunları düşünürken yolun karşısında şaşkın şaşkın etrafına bakarak yürüyen
Yi Seong'u gördü. Onun için farklı bir ortamdı ne de olsa. Genç adam kahve
makinelerinden birinin önünde durmuş, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ama
anlıycak gibi görünmüyordu. Ji Sun ona yardım etmeye ve sabahki saygısızlığını
telafiye karar vererek generale yaklaştı ve boğazını temizleyerek geldiğini
haber verdi. Biraz mahçup bir ifadeyle “yardım ister misiniz? Generel”

Yi Seong'un şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. Tabi aynı derecede de mutlu
olmuştu. Demek artık ona inanıyordu. Hemen eğildi ve geleneksel selamını
vererek “demek gerçekleri öğrendiniz prensesim” dedi. Genç kızın içini delen
bakışlarla bakıyordu genç adam.

Ji Sun başından beri sergilenen bu aşırı saygı gösterilerini artık anlıyor
ve garipsemiyordu. Gülümsedi ve kendisi ve general için birer kahve alarak
bahçeye çıktılar. Sormak istediği çok soru vardı ve gerçekten de bir tarih
öğrencisi olarak bulunmaz bir fırsat yakalamıştı. Onunla saatlerce konuşmak
istiyordu ama gene de genç adamın onunla kendisi olduğu için değil de biriye
benzer olduğu için ilgilenmesi içten içe kıskançlığa girmesine neden olmuştu.

“General gerçekten de prenses Song Ji'ye benziyor muyum?”

“Evet efendim şaşılacak derecede hemde. Sizi sınıfta ilk gördüğüm zaman ben
nasıl geldiysem siz de öyle geldiniz diye düşündüm. Gerçi ben zamanımda hala
hayattayım. Prenses ise...”

Sözler genç adamın boğazında düğümlenmişti. Gözleri doldu ve prensesi, onun
evlendiğini izlediği günü ve öldüğü günü hatırladı. O anları tekrardan
yaşıyordu adeta. Bu kadarı onun için çok fazlaydı. Bütün bunlarla bir ömür
sürmüştü, bütün bu acılara tadarak yaşamakla lanetlenmişti adeta.

“ne oldu general iyi misinz?”

Genç kızın melodi gibi sesi generali kendine getirmişti. Sevdiğini
kaybettiği günü hatırlarken adeta o günü yeniden yaşamıştı ve şimdi sevdiği
yeniden hayat bulmuş halde karşısında duruyordu. Ama ona dürüst olmalı ve her
şeyi anlatmalıydı. Erdemli bir insan olarak bunları saklamamalıydı. Boğazını
temizleyip derin bir nefes aldıktan sonra sözlerine devam etti:

“Bakın Min Ji Sun. Size anlatmam, daha doğrusu itiraf etmem gereken şeyler
var. ben aslında göründüğüm gibi 20 li yaşlarımda değilim. Bunun kulağa
çılgınca geldiğinin farkındayım ancak, buraya gelirken adeta bir süzgeçten
geçip fazlalıklarımı attım ve ilk general olduğum yaşlarımda geldim buraya. Ben
50 li yaşlarımı yaşıyordum. Hayattan bir beklentim kalmamış, sadece savaş
alanında canımı vermeyi hayal eder olmuştum. Belki bu benim için bir yeniden
doğuş, bir fırsat; belki de bir lanet...”

“Bugünkü duyduklarımdan sonra bana hiçbir şet çılgınca gelemez general.
Dediklerinize tüm kalbimle inanıyorum. Peki merak ediyorum, bu kadar başarılı
bir hayat sürdükten sonra neden hiçbir beklentiniz kalmadı hayattan. Yani bir
sevdiğiniz, bir aileniz...”

Genç kız son cümleleri söylerken utandığını hissetiti. Bu adam hakkında daha
fazla şey öğrenmek istiyordu. Çok yakışıklı ve başarılı bir askerdi ne de olsa.
Çoğu kadın ona aşkını vermeye hazır olmalıydı. Belki onun da gönlünü verdiği
biri vardı. Ne olursa olsun bunları öğrenmeliydi.

“Bana inanmanız beni gurulandırdı efendim. Başarı kısmına gelince; evet
başarılı denilebilecek bir hayattı benim yaşadığım. Çoğu savaş alanından galip
ayrıldım. Evlilik konusunu ise genç yaşımda kapattım ben o sayfayı bir daha
açmadım. Size dürüst olmak istiyorum, saklıycak bir gerek te duymuyorum artık.
Bunlarla bir ömür sürmüşken artık daha fazla içimde tutamam... Ben hayatımda
yalnızca bir kadını sevdim. Öyle çok sevdim ki onu korumak için hayatımı gözümü
kırpmadan verebilirdim. Ama imkansızdı. Benim olamıycak kadar uzaktı. Beni
sevdi mi sevmedi mi onu da bilmiyorum ama imkansızdı işte. Bu kadın... Prenses
Song Ji ydi.”

Genç adam artık bulunduğu ortamdan soyutlanmış, onu gördüğü güne geri
gitmişti adeta. Sadece gözünde o günleri canlandırıyor ve bazen canlanarak,
bazen de hüzünle hikayesini bütün çıplaklığıyla Ji Sun' a anlatıyordu.

“Onu ilk gördüğümde bu yaşlarımdaydım. İmparator beni saraya çağırtmıştı,
önemli bir görev vermek için. Görüşmeden çıktığım zaman gördüm onu da zaten.
Öyle güzel, öyle mağrurdu ki. Sanki cennetten gelmiş bir melekti. Gerçek
olamıycak kadar mükemmel... Majestelerinin beni çağırma sebebi de zaten onu
korumamı istemesiymiş. Bir seyehate gitmesi gerekiyormuş ve kızını benden
başkasına emanet edemezmiş. Beraber ettiğimiz o yolculuk benim için eşsizdi.
Yüzünü sadece iki sefer gördüm gerçi ama benim yanımda olduğunu bilmek beni
rahatlatıyor, eşsiz bir mutluluk veriyordu. Yolculuğumuz sırasında asilerce
saldırıya uğradık. Çok zor bir çatışmaydı. Ona bir şey olacak diye öyle korktum
ki. Onu korumayı ve destek ekip gelene kadar asileri ondan uzak tutmayı başardım.
Sonunda ben galip gelmiştim ama sizin de geçen gördüğünüz yaraya sahip oldum.
Kendimden geçmişim. Uyandığımda ise hiç uyanmamış olmayı diledim. Çünkü meğer o
seyehat prensesin gelecekteki eşiyle görüşmesi için düzenlenmiş. Ben
yaralanınca 3 haftaya yakın tedavi edilmişim ve onun düğün gününde kendime
geldim...”

Ji Sun anlatılanlardan çok etkilenmişti. Tıpkı general gibi onun da gözleri
dolu dolu olmuştu. Nasıl bir kaderdi ki bu ona böyle bir acıyı yaşatmıştı.
Hikayenin devamını merak ediyordu. General susmuş sadece boşluğa bakıyordu.

“Peki sonra ne oldu? Yani prenses Song Ji evlendi mi?”

“Evet evlendi. Bende onu izlemekle yetindim. Sonrasında da zaten evlendiği
insanla yaşayabilmek için saraydan ayrıldı. Belki bunu ben kuruyorum kafamda,
belki gözlerimin bir oyunu emin değilim ama. Gitmeden önce son bir kez gördüm
onu. Gözlerime hüzünle ve sevgiyle baktığını farkettim. Adeta o gün
vedalaşmıştık.”

“Sonra hiç görmediniz mi bir daha?”

Genç adam şimdi gözlerinden dökülen yaşlara aldırmıyordu. Bir savaşçı olarak
sert olması ve erkekler ağlamaz kuralını çiğnememesi gerekirken, ne zaman
prensesi gelse aklına böyle olur, kendini tutamaz ağlardı. Bu sefer tek fark
yanında birinin olmasıydı. Ama bu kıza anlayamadığı bir şekilde güveniyordu.

“Evet gördüm... Saraydan ayrıldıktan sonra bende zaten yaşamanın önemini
yitirmiştim. Her saldırı da, her savaşta belki bu sefer ölürüm diye gittim. Ama
olmadı. Hayat bana daha kötü ne gösterebilir ki diye düşünürken daha kötüsü
olduğunu görmem çok zaman almadı. Birgün majesteleri yine beni huzunura
çağırdı. Prenses kralın anlaşmaya çalıştığı diğer topluluklar arasında söz
sabihi bir asilin oğlu ile evlendirilmişti. Bugünün iş anlaşmaları için yapılan
evlilikler gibi düşünebilirsin bunu. Ama sonradan işler bozulmaya başlamış ve
prensesin eşi ile diğerleri arasında sorunlar baş göstermiş. Ona karşı isyana
kalkışmışlar. Bu yüzden ona destek olarak benim gitmemi ve zamanında olduğu
gibi prensesi ve ailesini korumamı istedi. Fazla vakit kaybetmeden yola
koyulduk. Ama gittiğimde iş işten çoktan geçmişti...”

Gözyaşları durmadan akmaya başlamıştı genç adamın artık istese de engel
olamıyordu. Anlattıklarını tekrar yaşıyordu ve o cümleyi kurmaya içi
elvermiyordu. Bir süre duraksadı ve derin bir nefes alarak konuşmaya devam
etti:

“ Prensesin konutunu basmışlar ve onu da eşini de öldürmüşler. Onu en son
işte böyle gördüm. Prensesi koruyamadım, krala sözümü tutamadım. Eğer daha
hızlı olabilseydim bunlar olmazdı ve bende sevdiğim kadını böyle görmezdim.
Belki benimle değildi ama en azından iyi olduğunu biliyordum. Ondan geriye
sadece korumak için sakladığı oğlu kalmıştı. Bende çaresiz bu küçük çocuğu
aldım ve saraya geri döndüm. Aslında o olmasa geri dönemez, kendimi öldürürdüm.
Bu utançla kralın yüzüne bakamazdım ama onun bir parçası olan bu çocuğu da
kimseye emanet edemezdim.”

Yi Seong yavaş yavaş anlattığı andan çıktı ve bugüne geri döndü. Gözleri
ağlamaktan kızarmıştı ve hüzünlü hüzünlü Ji Sun'un gözlerine bakıyordu.

“Yanlış anlamanızı istemem elbette. Ama ona o kadar çok benziyorsunuz ki. Başta
sizi o sandım. Ama sonraları sizin ondan farklı olduğunuzu gördüm Ji Sun.
yüzünüz aynı olsa da karakterleriniz farklı artık bunu anladım siz o değilsiniz
ama size yakın olmama izin verin lütfen. Sizin için de durumlar biraz karışık.
Profesör annenizin durumunu anlatmıştır sanırım. Siz de tehlikedesiniz. Belki
prenses Song Ji'yi koruyamadım ama size zarar gelmemesi için elimden ne gelirse
yapmaya hazırım. Belki de bu bana verilmiş ikinci bir şanstır.”

İkinci bir şans...



8.Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:37 pm

“Davetsiz misafir”

Evin her yeri dağılmış
vaziyetteydi. İlk girildiğinde bir hırsızın bütün evi dağıttığı sanılabilirdi.
Ancak daha da ilerledikçe bunun bir hırsız işi olmadığı ve içerde birilerinin
boğuştuğu belli oluyordu.

Min Ji Sun birgün için çok
fazla şey duymuştu. Önce çocukluk arkadaşı ona ilan-ı aşk etmiş, ardından
gizemli hocanın geçmişten gelen bir genreal olduğunu öğrenmiş, bunlar da
yetmezmiş gibi kendisinin kraliyet soyundan geldiğini ve birilerinin-nedenini
anlayamasa da – onu öldürmek istediğini öğrenmişti.

Kafası allak bullaktı ama
yürümek ona iyi gelmiş, olanları sindirmesine yardımcı olmuştu. Üstelik general
de onunla birlikteydi ancak hiç konuşmuyor, sadece bu kafası karışık kızı,
aşkının yeniden hayat bulmuş halini izliyordu. Evlerinin önüne geldiklerinde Ji
Sun konuşmaya halinin olmadığını farketti ve sadece iyi akşamlar diyip
generalin yanından ayrıldı. Yi Seong onu eve girene kadar beklemek istemişti.
Sanki bir şeyler olucağını sezinlemiş gibi genç kız içrei girip kapıyı kapatana
kadar bekledi ve emniyette olduğundan emin olunca ağır adımlarla evden
uzaklaşmaya başladı. O sırada duyduğu acı bir çığlık ise olduğu yere
çakılmasına neden oldu.

Bu çığlık genç kıza aitti.
General hemen olduğu yerden döndü ve deli gibi eve koştu. Bahçe kapısından
dolandı ve camı kırarak seri bir hareketle içeri girdi. Ev darmadağındı.
Birilerinin boğuştuğu apaçıktı ve biraz daha ilerleyince kanlar içindeki
babasının başını kucağına almış ağlayan Ji Sun'u gördü. Bay Kang kendinde
değildi ve durumu da pek iyi görünmüyordu. Ji Sun da kendini kaybetmiş gibi
görünüyordu.

Yi Seong hemen genç kızın
olduğu yere dizlerinin üzerine çöktü ve onu sarsmaya başladı. Genç kız boşluğa
bakıyor, deli gibi ağlıyordu. Generalin onu kendine getirebilmesi için
tokatlaması gerekti. Hemen onu burdan çıkarmalıydı, babasına bunu yapanlar hala
etrafta olabilirlerdi ve Ji Sun'a da zarar vermeye çalışabilirlerdi. Telefonu
eline aldı ve profesörü arayıp bir çırpıda olanları anlattı. Yaşlı adam şok
olmuştu ve onlara dikkatli olmalarını polisi ve ambulansı aramalarını söyledi.
O gelene kadar Yi Seong bu denilenleri yapmıştı. Zor da olsa genç kızı
babasının başından kaldırdı ve bir koltuğa otutturdu. Bay Kang'ın bilinci
yerinde değildi ve çok hırpalandığı belli oluyordu. General hemen adamı olduğu
yerde düzelterek yatırdı ve başını sabitledi. Nefes alış verişini kontrol etti.
Zayıf olmasına rağmen hala nefes alıyordu. Sevinçle genç kıza döndü ve
“endişelenmeyin lütfen, babanız yaşıyor, eminim iyi olucak birazdan yardım için
burda olurlar”.

Genç kızın gözünde bir umut
ışığı belirdi ve hemen babasının yanına oturdu. Elini ellerinin arasına almış
göz yaşları içindi onu öpüyor, iyileşmesi için dualar ediyordu. Sonra siren
seslerini duymaya başladılar. Çok geçmeden profesör, Yoon Shik, ambulans,
polisler hepsi oraya gelmişti. Vakit kaybetmeden hastaneye gittiler ve
Kang'ın başında beklemeye başladılar.

Hastane koridorunda bitkin duran Ji Sun hala ağlamaklıydı.. Kim babasından
ne isterdi ki? Onun şimdiye kadar kimseye kötü davrandığını görmemişti.
Generalin sesini duyunca düşüncelerinden sıyrıldı ve nefretle bakmaya başladı.
Genç adam bu tepkiyi beklemiyordu ve genç kızın söyliycekleriyle şimdikinden
daha da şoka giricekti:

“hepsi senin yüzünden”. Dedi Ji Sun. şaşkın şaşkın bakan generalin yüzüne
daha da nefretle bakmaya başlamıştı. Herkes onu ne dediğini merak etmişti ve
Yoon Shik te dahil koridordaki bu üç adam onu dinliyorlardı.

“sen gelene kadar hayatımda hiçbir problem yoktu. Sen geldin ve saçma sapan
hikayelerinle artık öldüğü sanılan mevzuları mezarlarından çıkardın. Sana bu
kadar hayatımıza girme hakkını kim verdi ha? Senin yüzünden hepsi senin
yüzünden. Defol!!! Seni burda görmek istemiyorum defoll...”

Yi Seong neye uğradığını şaşırmıştı. Söyliycek kelime bulamıyordu. Gerçekten
onun yüzünden miydi? Ama buraya gelmeyi o seçmemişti ki. Nasıl onun yüzünden
olabilirdi? Gene de iliklerine kadar işleyen suçluluk duygusu mantıklı
düşünmesine engel olmuştu ve hiçbir şey demeden ona nefretle bakan bu kızın
yanından ayrıldı. Nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Zaten bilmek istese de
bilemezdi çünkü buralara daha önce hiç gelmemişti. Elleri ceplerinde ağır
adımlarla yürümeye başladı ve arkasından gelen sesle irkildi:

“Özür dilerim”

Genç kız generale söylediklerinden daha ilk ağzından çıktığı anda pişman
olmuştu ve hemen onun arkasından geldi. Gözleri yerdeydi ve biraz üzgün biraz
mahçup bir halde generalin karşısında duruyordu.

“Bak ben öyle demek istemedim. Aslında sana teşekkür etmem lazım sen olmasan
belkide babam... belki de ölmüş olurdu. Çok yardımın dokundu. Ben sadece bir an
kendimi kaybettim. Beni anlamaya çalış lütfen bugün öyle çok şey yaşadım ki bir
de bu korkunç olay eklenince sinirlerim harap oldu”. Yi Seong bir şey demek
için ağzını açmıştı ki genç kız hızlı adımlarla ona yaklaştı ve başını genç
adamın göğsüne gömüp hıçkırarak ağlamaya başladı. Genç adam da kayıtsız
kalamamıştı bu duruma ve ona sıkıca sarıldı. Belki Song Ji ye çok benziyordu
ama bu kız daha farklıydı onun için. Onu gördüğünde artık daha farklı duygulara
kapılıyordu. Yoksa ona aşık mı oluyordu? Sadece koruma hissi miydi yoksa? Her
neyse de iki koşulda da onun yanında olmalıydı. Şu an kollarının arasında
ağlayan bu kız neyi isterse o rolü üstlenebilirdi Yi Seong. Belki sevgilisi
olurdu, belki koruması, belki kollarında ağlayabileceği bir arkadaşı... Yeterki
yanında olsundu.

Min Ji Sun yaptığı şeye inanamıyordu. İlk defa birine böyle sarılma ihtiyacı
hissetmişti. Ve onun kollarında kendini inanılmaz derecede güvende
hissediyordu. Böylece ömrünün sonuna kadar kalabilceğini düşündü bir an. Sadece
birkaç dakikalığına da olsa bugün yaşadığı dehşeti unutmuş artık sevdiğine emin
olduğu adamın kollarında huzuru bulmuştu.

Yoon Shik Ji Sun'un Yi Seong'a söylediklerini hastaca bir mutlulukla
dinlemişti. Sevdiği kızın üzülmesi hayatında istiyceği son şeydi belki ama
bütün kinini hayatlarına aniden giren bu davetsiz misafire dökmesi onu
sevindirmişti. Ji Sun çıktıktan sonra ardından o da hastanenin dışına çıktı.
Onu teselli etmek ve yanında olduğunu bilmesini sağlamak istiyordu. Ona yakın
olursa daha da güvenini kazanabilir ve kendisine gelmesini sağlayabilirdi. Ama
gördükleri sinirden köpürmesine neden oldu. Az önce hastane koridorundan
nefretle kovduğu adama sarılmış bahçede duruyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi?
O kendini beğenmiş davetsiz misafirin sevdiği kıza böyle dokunuyor olması genç
adamı çileden çıkarmıştı. Artık ona bir ders verme zamanı geldi diye düşündü
içinden. Sanırım artık intikamının zamanı yaklaşıyordu ve o kendini bilmez suç
defterini daha da kabartıyordu... Yoon Shik onları gördüğünü belli etmeden
sessizce içeri geri döndü ve koridorda önceden oturduğu yerine oturup Ji Sun'un
gelmesini beklemeye başladı.

9.Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:37 pm

10.BÖLÜM

“Geri Dönüş”



Günler hızla gelip geçiyordu. Babası hastaneye yatalı tam bir hafta olmuştu
ancak hala komadaydı. Ji Sun artık her geçen gün umudunu yitiriyordu. Yoksa
babası bir daha gözlerini açıp ona gülümseyemiyecek miydi? Bunları düşünmek
genç kızı deliye çeviriyordu.

Bu da yetmezmiş gibi Yoon Shik bir an olsun yanından ayrılmıyor, ne zaman
gözlerini çevirse karşısında onu buluyordu genç kız. Aslında çocukluk
arkadaşıydı ve bundan daha doğal bir şey olamazdı ama Yoon Shik'in kendisine
olan duygularını öğrendikten sonra ona yakın oldukça kendini rahatsız
hissediyordu Ji Sun.

Her sabah yaptığı gibi bu sabahta uyanır uyanmaz hastaneye koştu ve
babasının durumunda bir değişiklik olup olmadığını öğrenmek istedi. O sırada
general ve profesörün ona doğru geldiklerini gördü ve genç kızın içini tarif
edilemez bir sevinç kapladı. O günden sonra her zaman gelmişti general
hastaneye ve Ji Sun onu ne zaman görse içinde bulunduğu bu korkunc durumun
halini biraz daha üzerinden attığını hissediyordu. O genç adamın yüzüne bakıp
bunları düşünürken general söze girdi:

“Günaydın Ji Sun. Nasılsınız?”

“İyiyim teşekkür ederim, bende birazdan babamın durumunu sormaya gidicektin
istersen birlikte gidelim”

“tabiki gelirim, buyrun gidelim”

“yalnız general sendenbir ricam var bana artık siz demesen de sadece Ji Sun
desen. Malum ben prenses falan değilim. Sen böyle hitap ettikçe kendimi çok
resmi bir ortamda hissediyorum.”“Peki Ji Sun sen nasıl istersen. Gidelim mi
artık?”

“Ah sanırım gerek kalmadı doktorda buraya geliyor! Doktor bey babamın durumu
nasıl? Lütfen bana iyi haberler verin artık”

“Sanırım bugün size verilcek bir güzel haberim var babanız sonunda komadan
çıktı” ve sanırım Birkaç güne hastaneden çıkarabilirsiniz”

Bunu duyduklarında iki gencinde gözünde mutluluk kıvılcımları çakmıştı
adeta. Ji Sun bir an kendini kaybedip sevinçle zıplayarak Yi Seong'un kollarına
attı kendini. Artık hayat onun için yeniden güzelleşmişti. Babası uyanmıştı ne
de olsa ve sevdiği adam karşısındaydı. Şimdi tek eksik generalin onun
hakkındaki hislerini öğrenmekti. Gerçi o karşısında sadece dış görüntüsü
yüzünden ona hayran olan bir adam görüyordu. Ama belki de bu durumu
değiştirebilirdi. Bir de Yoon Shik vardı tabi. Ona da uygun bir dille onu
sevmediğini anlatması gerekiyordu. Sonra hala Yi Seon'un kollarında olduğunu
farketti. O da sarılmasına karşılık vermiş ve sessiz bir kabullenmeyle genç
kızın etrafına kollarını sarmıştı. Sonra ikisi de utanarak birbirlerinden
ayrıldılar ve onlara gülerek bakan doktora ufak bir gülümsemeyle yanından
ayrıldılar.

Yoon Shik:

Her zaman ki gibi ruhumu, yaşama sebebimi görmeye gidiyorum bugün. Aslında
onu biraz sıktığımın farkındayım ama olsun ne zaman başını çevirse o sevimsizi
değil beni görmeli. Hayatının tek gerçeğinin ben olduğumu kabul etmesi lazım.

Genç adam bu düşüncelerle hastaneden içeri girdi. Girdiği anda da o peşini
bir türlü bırakmayan siniri onu bulmuştu. Neler oluyordu böyle? O ikisi
birbirine tekrar mı sarılmıştı? Artık buna dayanamıyordu ve sebep Ji Sun bile
olsa intikamını almalı bu adama dersini vermeliydi. Hemen telefonunu eline aldı
ve birilerini aradı. Konuştuklarını kimsenin özellikle de Ji Sun'un duymaması
için hastaneden hızla çıktı ve arka bahçede karanlık planlar yapmaya
koyuldu.Planı gayet basitti. Ama yapması gerekn şey sadece ona dersini vermek
değil Ji Sun'un da ondan nefret etmesini sağlamaktı. Böylece yine sadece ikisi
olurlardı. İçinden bir ses o adam aradan çekilirse Ji Sun'un kendisine karşı
tavrı değişeceğini söylüyordu. Kendi kendine konuşmaya başlamıştı artık

>

Yoon Shik karanlık planlar yaparken Ji Sun babasının yanına girmiş ve
sevinçten gözleri buğulanmış halde ona sarılmıştı. O gece neler olduğunu
öğrenmek için can atıyordu. Yaşlı adam yavaşca gözlerini araladı ve yorgun ama
sevecen gözlerle kızına baktı. Onu ne kadar endişelendirdiğinin farkındaydı ve
daha güçlü olup kendini koruyamadığı için kendine küfretti.Babasının uyandığını
görür görmez Ji Sun merakla sorular sormaya başladı:

“baba babacım nasılsın? Kendini nasıl hissediyorsun? Ahh senin için öyle
korktum ki. Kim yaptı bunları baba sana?”

Bay Kang hafif bir tebessüm ederek konuşmaya başladı:

“Dur Ji Sun polislerden bile daha meraklısın sen. Biraz nefes al. İyiyim,
kendimi daha iyi hissediyorum. Sen yanımda oldukça ellerimi tuttukça ben naısl
kötü olabilirim canım kızım”

Genç kızın gözleri dolmuştu. Babasına daha sıkı sarıldı ve kafasını göğsüne
yasladı. Odada bekleyen iki adam da baba kızın bu sarılmasını memnuniyetle
izliyorlardı. Profesör her nekadar bu görüntüyü bozmak istemese de lafa girdi:

“Kang çok geçmiş olsun. Bizi çok korkuttun. Ama söylesene o gece neler
oldu?”

“Aslına bakarsan her şey çok ani gelişti. İşten erken dönmüştüm ve içerden
sesler geldiğini farkettim. Eve girer girmez de evin dağılmış olduğunu gördüm.
Çok geçmeden benim geldiğimi farkeden iki adam üzerime atladılar. Yüzlerinde
maskeler vardı bu yüzden kim olduklarını göremedim. Evin içinde bir süre
boğuştuk ve sonra arkadan birisi başıma sert bir şey vurdu ve işte burdayım
sonrasını hatırlamıyorum.”

“Babacım seni evde öyle bulunca çok korktum. General yanımda olmasa ben
hiçbir şey yapamazdım kendimi kaybetmiştim öldüğünü sandım ama o bize yardım
etti ve hemen ambulansı aradı.”

Kang bunu duyduğuna sevinmişti. En azından kızının kendisi yanında yokken
emniyette olduğunu gördü ve biraz olsun içi rahatladı. Şimdi teşekkür eden
gözlerle generale bakarken bir şeyi farketti.

“Demek artık neler olduğunu öğrendin Ji Sun. aslında bunları sana ben
anlatmak isterdim ama profesörün anlatması iyi olmuş. Artık annenle ilgili
gerçekleri biliyorsun. Aslında sana anlatmayarak seni koruduğumu düşünüyordum
ancak görüyorum ki bunu yaparak çok byük bir hata yaptım yaşadıklarım bana
bunun çok yanlış olduğunu kanıtladı adeta. O adamlar evde bir şey arıyorlardı
ve ne aradıklarını aslında tahmin edebiliyorum. Senin de bundan sonra çok
dikkatli olmanı istiyorum kızım. Yanına istersen koruma veriyim ya da ya Yoon
Shikle ya da generalle birlikte ol sürekli. Demek istediğim yalnız olmanı
istemiyorum. Anlaştık mı?”

Ji Sun bunları duyduğuna pek sevinmese de babasını bu haldeyken kıramazdı.
Başıyla onaylamakla yetindi.

Bu sırada Yoon Shik odaya sevinçle girdi. Kang'ın uyandığını doktordan
öğrenmişti ve hemen yanına gelerek “geçmiş olsun Kang amca. Babam da en kısa
zamanda ziyaretinize gelicek. Umarım bunu yapanlar en kısa zamanda
yakalanırlar”

Kang Yoon Shik'i gördüğünü sevindi ve hemen az önce söylediklerini ona da
aktardı. Kızı söz konusu olduğunda Yoon Shik'e sonsuz güvenirdi.

Yoon Shik'in arayıpta bulamadığı fırsat ayaklarına gelmişti adeta ve Ji
Sun'un gölgesi olmaya söz verdi. Ondan başkasına gerek olmadığını ve sadece
kendisinin Ji Sun'u gerektiği gibi koruyabileceğini söyledi Kang'a. Bu durum
her nekadar generalin canını sıksada genç kızın güvenliği her şeyden önce
gelirdi ve ister kendisi ister başkası olsun Ji Sun emniyette olmalıydı.



10. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:38 pm

Geçmişten
Gelen


11.BÖLÜM



“Pijama
Partisi”




Akşam
olmuş Bay Kang kızının artık eve gitmesi gerektiğini kendisini iyi hissettiğini
ve onu için endişelenmemesi gerektiğini söylemişti. Genç kız her ne kadar
istemese de babasına karşı çıkmadı ve onu orda bırakarak eve doğru yol aldı.
Sağında Yoon Shik, solunda Yi Seong olmak üzere üçü birlikte eve doğru yola
çıkmışlardı. Başlangıçta iki adam Ji Sun u eve bırakabilmek için tartışmaya
başlamışlardı ve genç kız çareyi ikisinin onu eve bırakmasının uygun olucağını
söylemekte buldu. Böylesi daha iyiydi zira onların sürtüşmelerini dinleyemiycek
kadar yorgundu.




Üç
genç konuşmadan yürüyorlardı. Sonra Yoon Shik söze girmesi gerektiğini
hissederek konuşmaya başladı:




“Hey Ji Sun
eskiden olduğu gibi bu gece de bizim evde kalmak ister misin? Ya da ben sende
kalıyım ha ne dersin? Pijama partisi yaparız”




Bunu
söylerken Ji Sun'a gülümseyerek göz kırpmış, onunla ne kadar çok şey
paylaştığını göstermek istercesine generale sert bir bakış atmıştı.




“Ne pijama
partisi mi? O da ne?”




General bunu
dediğinde Yoon Shik ona küçümseyen gözlerle baktı.




“Hocasın
falan ama bakıyorum da çok cahilsin daha pijama partisinin ne olduğunu bile
bilmiyorsun. Aslında bu kızlar arasında yapılır ama Ji Sun ve ben bunu çok
yaptık ve yaptığımızda da çok eğlenirdik değil mi Ji Sun? Ne dersin eski
günlerdeki gibi ha lütfen lütfeennnn”




Yoon
Shik'in bu tatlı halleri Ji Sun'un güülümsemesine neden olmuştu. Onunla ne
kadar eğlendiklerinş hatırlardı ve bir an için o eski çocukluk arkadaşının geri
geldiğini gördü. Aslında yalnız kalmaktan hem hoşlanmıyor hem de çok
korkuyordu. Başına gelebilecekler yüzünden tedirgindi.




Biraz
düşündükten sonra kedi yavrusu gibi gözlerinin içine bakan Yoon Shik'e döndü.
İstediği zaman ne kadar da sevimli ve sempatik olabiliyordu bu çocuk!




“Peki tamam
yapalım. Ama sen bana gel şimdi sizin eve gidicek kadar halim yok”.




Yoon
Shik çocuk gibi ellerini vurup zıplayarak “peki peki tamam sen nasıl istersen
öyle olsun prenses” dedi.




General
bunu duyduğunda farkında olmadan içinde bir volkanın patlamak üzere olduğunu
farketti. Kıskançlık krizine girmiş, o ikisinin evde yalnız bir gece
geçirmeleri fikri ürpermesine neden olmuştu. Bir an gözünün önüne olabilicekler
geldi. Muhtemelen tilki kılıklı bu çocuk Ji Sun'a yanaşmak için bir fırsat
olarak görürdü bunu. Yoon Shik'i Ji Sun'a sarılırken görür gibi oldu ve genç
kız da onun sarılışına cevap veriyordu. Bir an bunların gerçek olduğunu
düşünerek “OLMAZ” diye bağırıverdi. Ji Sun ve Yoon Shik meraklı gözlerle
generali izliyorlardı:




“Ne olmaz Yi
Seong” dedi Ji Sun.




Genç adam
çok geçmeden kendini topladı ve




“ıııı
şeyy..... Aslında nasıl bir şey olduğunu bende çok merak ettim. Bu gece bende
sizinle kalabilir miyim? Hem biliyorsun baban seni bana emaneet etti”




O da
sevimli gözlerle Ji Sun'un gözlerine bakıyordu şimdi. Genç kız içinden “ahh
Tanrım bu da ne böyle ikisi de böyleyken ikisini de reddedemem ama ya
birbirlerine girerlerse? Aman canım ikisi de olgun insanlar neden girsinlerki?”




“Tamam
tabiki gelebilrisin hem biz Yoon Shik le çok eğlenirdik önceden gene
eğlenebiliriz hem sen de pijama partisi neymiş görmş olursun öyle değil mi Yoon
Shik?”




Yoon
Shik sinirden kızarmıştı adeta ama karanlık olması bunun farkedilmesini
engelliyordu. İstemeyerek te olsa kabul etti Ji Sun'un evine girdiler hep
beraber. Genç kız çocuk gibi seviniyordu bu gece eğleniceklerdi ve bu uzun
zamandır yapmadığı bir şeydi.




“Siz içeri
geçin ben de size pijama getiriyim. Yoon Shik senin pijamaların zaten bizde
duruyor hala Yi Seong sana da babamınkilerden birini getiriyim. Sonra da
yiyecek bir şeyler hazırlarız. Bekleyin geliyorum hemen”.




İki
adam odada yalnız kalmışlardı ve adeta birbirlerini yiyecek gibi bakıyorlardı:




“Şu konuya
açıklık getirsek iyi olur HOCAM. Birincisi Ji Sun'u ben de pekala koruabilirim
ve zaten oldum olası onun yanındayım ben. İkincisi de babası onu sana değil
bana emanet etti ki bu da herzaman yaptığı şeydir. Bana herkesten çok güvenir.
Ve üçüncüsü ve sonuncusu onun hakkında ne gibi fikirlere kapılıyorsun bilmiyorum
ama umutlanma derim.”




General
bunları sakince dinledi ve karşısındakinin hala cahil ve genç bir çocuk
olduğunu farketti ilk defa. Her ne kadar vücudu 20 li yaşlarında olsa da 50
yaşını devirmiş bir adamdı kendisi ve bedeninin aldatmasına gelip kendini o
yaşlarda sanmıştı ve çocukca kıskançlıklara girmişti. Aslında Ji Sun'un onun
için ne kadar uygun olduğu ise tartışılırdı. Tamam sevdiği kadına tıpatıp
benziyordu ve Ji Sun'un kendisine karşı da bir şeyler hissediyordu ama
olabilicek bir şey değildi. Ondan uzak durması ve dugusal bir şeye başlamaması
gerektiğini ilk defa o gün farketmişti.




“Genç adam
neler hissettiğini anlıyorum ama sanırım beni yanlış anladın. Bilmediğin o
kadar çok şey var ki yerinde olsam bu kadar peşin hükümlü olmazdım.”




Yoon
Shik biraz da olsa rahatlamış hissetti kendini yine de dikkatli olmakta fayda
vardı. Bilmediği ne olabilirdi ki? Neyse ne diye düşündü Ji Sun dan uzak
durduğu sürece sakladığı şeyler beni ilgilendirmiyor.




Ji Sun
elinde iki kat pijamayla içeri girdi. Kendisi de ayıcıklı ve bedenine oldukça
büyük kırmızı bir pijama giymiş, saçlarını tepesinde dağınık toplamış ve
ayağına da yine ayıcıklı terlikler giymişti. General bunu görünce kahkahalarına
engel olamadı. Her zaman gördüğü hoş kız şimdi yerini paytak paytak yürüyen bir
kızçocuğuna bırakmıştı adeta. Yoon Shikte gülümsedi ve elindeki pijamalardan
birini alıp giyinmek üzere yanından ayrıldı. General de kalan pijamayı aldı ve
giyinmek için odalardan birine girdi. Kırmızı siyah kareli bir pijama
verilmişti ona da. Hayatında hiç böyle şeyler giymemiş bir adam olarak garip
garip pijamalara bakıyordu genç adam. Bir de giydikleri uzun boyuna yetmeyip
paçaları kapri gibi kalınca onu gören Yoon Shik ve Ji Sun'un kahkahalarına
engel olamadı. İki genç yerlere yatıp kahkahalara boğulmuştu. General de daha
fazla direnmedi ve o da bu haline gülmeye başladı. Artık aradaki buzlar yavaş
yavaş erimeye başlamış, üç genç birbirine iyiden iyiye ısınmaya başlamıştı.




Belki
de beraber geçirdikleri bu ilk gece üçü için de yeni bir başlangıç olabilirdi.
Tabi gecenin ne gibi olayları sakladığı da bilinmezdi...




11.Bölüm
Sonu

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:38 pm

.~.Geçmişten Gelen - 12. Bölüm (Yeni Bir Başlangıç).~.





Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[12.Bölüm]



Beraberce mutfağa girdiler. Şimdi yapmaları gereken kendilerine
güzel bir yemek hazırlamaktı. Hiç birisi yemek yememişti hastanede. Yi Seong
onlara güzel bir yemek hazırlama sözü verdi ve bu sırada da Yoon Shik te Ji
Sun'un en sevdiği kreplerden yapıcaktı. Ji Sun'a ise sadece masayı hazırlamak
kalmıştı. Onun işi çabuk bitmişti ve geriye kalan sadece bu iki hamarat adamı
izlemekti. Önlerinde önlüklerle ve başlarındaki şapkalarla çok komik
görünüyorlardı. Aralarındaki soğukluk biraz olsun gitmiş gibiydi. Ara sıra
tezgahı paylaşamıyor ve ufak tefek sürtüşmeler yaşıyorlardı ancak havada daha
olumlu hislerin kokusu vardı sanki.



Yoon Shik unu olduğu yerden çıkardı ve bir kaba boşalttı. O sırada da onu
hafiften iteleyen Yi Seong'a yan gözle baktı ve elindeki unlardan üzerine
fırlattı



“heyy dikkat etsene”



“e sende benim çalışma alanıma giriyorsun”



Şimdi iki genç un savaşına girmiş, çok geçmeden de heryeri- kendileri de
dahil- un yapmışlardı. Ji Sun ise onları kahkahalarla izliyordu. Çok geçmeden
ona dondüler ve una buladılar. Mutfak batmıştı adeta ama hepsi kahkahalarla
birbirine bakıp gülüyordu. Her biri bir diğerinin daha komik olduğunu idda
ediyordu.



“durun bakın bu anı ölümsüzleştirmeliyiz bekleyin ben makineyi kapıp
geliyorum”.



Çok geçmeden elinde siyah bir aletle mutfağa geldi ve generale ne olduğunu
ve nasıl çalıştığını anlattı. Yoon Shik olanları hayretle izliyordu. Bu adam
profesör değil miydi nasıl olurda basit bir fotoğraf makinesinin ne olduğunu
bilmezdi. Genç adam bu hocadabir tuhaflık olduğunu şimdi daha iyi farketti.



Üçü birlikte makineye poz verdiler ve bu komik anı ölümsüzleştirdiler. Yi
Seong bu makineye çok şaşırmış ve kendilerinin az önceki hallerini orda
yansıyarak görünce hayretler içinde kalmış bir o kadar da sevinmişti.



Ortalığı temizleyip yemek yapmaya devam ettiler. Çok geçmeden yemeklerini
yapıp yemişlerdi. Ji Sun artık Yoon Shik'e tekrar eskisi gibi güvenmeye
başlamıştı ve madem onu korumak istiyordu onun da gerçekleri bilmesi gerek diye
düşündü ve bu düşüncelerini general ile paylaşıp onayını aldıktan sonra Yoon
Shik' e söylemesi gereken şeyler olduğunu söylerek salona otutturdu.. Her şeyi
generalle birlikte bir çırpıda anlattılar. Yi Seong'un kim olduğu, Ji Sun'un
annesi, başlarından geçenler ve geçmesi muhtemel olan şeyler... Hepsi artık
Yoon Shik'in de bildiği şeylerdi.



Genç adam ağzı bir karış açık dinledi anlatılanları. Böyle bir şey mümkün
olabilir miydi? Sindirmesi biraz zaman aldı ve sonra ondaki tuhaf halleri
gözünün önüne getirdi. Yoon Shik böyle şeylere inanmazdı pek ama şimdi
karşısında duran bu adam yaşayan bir tarihti. Halbuki o general hakkında neler
düşünmüştü. Artık bütün kaygıları yok olmuştu ne de olsa bu adamın Ji Sun'a
neden böyle davrandığını artık biliyordu ve bu aşktan çok uzak bir şeydi.



Bir çocuk gibi heyecanlanmıştı ve hemen generale sorular sormaya başladı.
Kılıçlar hakkında, o zamanlar hakkında, savaşlar hakkında, insanlar hakkında.
Kendisinin de bir erkek olması dolayısıyla karşsında gerçek bir savaşçı bulunca
soruya boğmuştu.. Her zaman döğüşmeyi, silahları ve benzeri şeyleri severdi.



“Hey general söylesene şimdie kadar kaç adam öldürdün?”



“Bilmem saymadım”



“General söylesene kılıç kullanmayı çok mu iyi biliyorsun? Bize bir iki
hareket gösterir misin?”



“Peki general hiç yaralandın mı?”



“İmparator nasıl bir adamdı? Komuta ettiğin ordu sana sadık mıydı?”



“Evet oldukça sadıklardı ve evet çok kez yaralandım”. Bunu söylerken
pijamasının önünü açtı ve kılıç yaralarını gösterdi.



Yoon Shik'in şaşkınlıktan gözleri büyümüştü:



“Vaaaooovvvv ne kadar çok yran var. Çok canın yanmış olmalı”. Çok geçmeden
Bay Kang'ın Koleksiyon katanalarından birini getirdi ve birkaç hareket
göstermesi için generali zorladı. Sanki dün nefret ederek intikam planları
kurduğu adam general değildi. Şimdi gözünde hiçbir şey kalmamıştı ve Ji Sun'u
hala kendisine ait görüyordu. General ise onda şimdiye kadar hiç duymadığı
kadar merak uyandırıyordu. Bu adamla arkadaş olmalı ve yaşadıklarını en ince
ayrıntısına kadar öğrenmeliydi.



“hadi bize birkaç hareket gösterin general lütfen”. Dedi ve kendisi de
aldığı diğer bir katanayla karşısına geçti.



Ji Sun Yoon Shik'in generale bu kadar çabuk alışmasını ve onun durumunu
kabullenmesini garipsemişti ama onların kaynaşması hoşuna gitmişti. İşte benim
çocukluk arkadaşım dedi kendi kendine. Ji sun onu kendinden başk birinin
yanında bu kadar sıcak davranırken ilk defa görüyordu.



İki adam şimdi ellerindeki katanalarla hareketler yapmaya başlamışlardı.
General bir yandan anlatıp bir yandan da hareketler gösterirken Yoon Shik büyük
bir dikkatle onu dinliyor, hareketlerine karşılık vermeye çalışıyordu. Şükürler
olsun ki katanalar kınından çıkmamıştı yoksa birinin yaralanması içten bile
değildi. Yi Seong'un kılıcı kullanırken hiç olmadığı kadar güçlü göründüğünü
farketti Ji Sun. o kadar heybetli bir görüntüsü vardı ki onu öyle kim görse
hayran kalırdı.



Artık katanaları bırakmaları gerekiyordu yoksa başına bir şey geldiği
taktirde Bay Kang'ın zulmünden kimse onları kurtaramazdı. Ama bu sefer de Yoon
Shik karete hareketleri istiyordu.



“Hey çocuk! Senin enerjin hiç bitmez mi hala yorulmadın mı?”



“Ne yorulmak mı? General sizin gibi birini bulduktan sonra nasıl yorgunluğu
düşünebilirim ki? Daha sormak istediğim çok şey var size. Hadi biraz da dövüş
tekniklerinden bahsedelim. Bende biraz taekwondo yaptım önceden.”



Söylerken bir dövüşçü gibi gardını almış ve generalin gösericeği hareketlere
odaklanmıştı. Ama o daha ne olduğunu anlamadan kendini yerde buldu.



“vaahhh o da neydi bir an balyoz yedim sandım” dedi yattığı yerden
doğrulurken. Hepsi gülmeye başlamışlardı. Aslında Ji Sun bu tür mevzulardan
hoşlanmazdı ama onları izlemek anlayamadığı kadar mutlu etmişti onu ve Yoon
Shik'in aslında hayatında nasıl bir öneme sahip olduğunu daha iyi anladı. Yi
Seong'a karşı hisleri vardı evet ama Yoon Shik te asla kaybetmek istemiyceği
kadar sevdiği insandı.



General için de çok renkli bir gece olmuştu. Bu iki gençle çok eğlenmişti
gerçekten ve artık Yoon Shik'e karşı olumsuz düşünceleri yoktu. Bir yandan
içinin burulduğunu hissediyordu. Çünkü Ji Sun'u seviyordu ama onu sevmeye hakkı
yoktu hem zaten belki buraya geldiği gibi bir gün de aniden giderdi. Bir yandan
da içi rahattı çünkü bu çocuk onu gerçekten seviyordu ve Ji Sun'u korumak için
elinden geleni yapardı.



Kendi kendine düşünürken “bunların ne yeri ne de zamanı. Bu gecenin tadını
çıkarmak istiyorum zaten onun güvenliği benim duygularımdan çok daha önemli.
Bir defa zaten kavuşamadım sevdiğime artık benim için mutlu bir hayat bir
hayal.” diye geçirdi ama çok geçmeden eğlencelerine geri döndü.



Bütün gece Yoon Shik'in sorularıyla boğuştular. General ile yeteri kadar
sohbet ettikten sonra Ji Sun'a döndü ve ona da sorular sormaya başladı. Arada
bir de “ben sana hep prenses derken lafın gelişi diyordum. Meğer gerçekten
prensesmişisn prenses” diyip gülüyordu.



“Hey çocuklar bakın aklıma ne geldi. General senin anılarını ve zamanını
yeterince dinledim ve anladım. Ama şimdi sende bizim zamanımızı anlamalısın.
Gerçekten anlamaktan bahsediyorum”.



Dedi ve bunu derken de gözlerinde muzipçe bir kıvılcım çaktı. Ji sun onun bu
dediklerinden neyi kasettiğini anlamıştı. Saate baktı henüz 12 ydi ve dışarı
çıkmak için çok geç olmamıştı. General genç adamın ne kastettiğini anlamadı:



“nasıl yani gerçek sizin zaman?”



“Seni bebeğimle tanıştırmam lazım. Eğer onun gibi bir şeyi görmemişsen henüz
zamanımız hakkında hiç fikrin yok demektir. Sanırım profesör seni onun
gibilerle tanıştırmamıştır değilmi?” dedi ve göz kırkıp glmeye başladı.



“Bebeğin?”



“Hadi ama vakit yok bir an önce giyinin de çıkalım gece uzun. Aslında pijama
partisi dedik ama partiye dışarda devam edicez”



Çok geçmeden hepsi giyinmiş kapının önünde buluşmuşlardı. Yoon Shik
heyecanla onları az ilerdeki evinin garajına götürdü ve porshesini çıkardı.
Hayran hayran onu izliyordu. Ji Sun hiç şaşırmamıştı zira Yoon Shik'in araba
düşkünlüğünü çok iyi bilirdi.



Yi Seong ta ondan çok farklı değildi. Araba dedikleri şeyden çok görmüştü bu
Birkaç ay içinde ama bu çok farklı bir şeydi. Hemen içeri girdiler ve Yoon Shik
tam gaz gitmeye başladı. Özellikle boş yolları seçiyor, arabasının süratini
göstermek istercesine ibreyi hızla sağa kaydırıyordu. Çok geçmeden bir gece
klübünün önünde durdular. Genç adam meraklı bakışlarla bu fazla ışıltılı ve
gürültülü yeri inceliyordu. İçerde biraz vakit geçirdiler ancak hiç birinin bu
sesi kaldırıcak gücü yoktu. Yorulduklarnın farkına oraya girince vardılar. Eve
dönüş yolunda yerde birinin yattığını farkederek hemen durdular. Yerde
hareketsiz yatan bu adama yardım etmek istemişlerdi. Üçü de arabadan
indiklerindeyse onları pek te hoş olmayan bi sürpriz bekliyordu.



[Bölüm Sonu]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:38 pm

.~.Geçmişten Gelen - 13. Bölüm (Onu Rahat Bırakın).~.





Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[13.Bölüm]



Yi Seong:

Eve dönüş yolunda kendi kendime düşüncelere dalmıştım. Ne de güzel bir
yaşantıları vardı. Gerçekten acaba ben mi mahvettim bu hayatı? Ji Sun'u
bulmalarının ya da bulmak üzere olmalarının nedeni gerçekten de ben olabilir
miyim?



Bunları düşünürken yolda bir şey farkettik.. Bir adam hareketsizce yolun
ortasında yatıyordu. Hepimiz o adam için korkmuştuk. Umarım ölmemiştir diye
düşünerek ona yardım etmek için arabadan indik. Sonrası mı? Sonrası karanlık.
Arabadan iner inmez başımda bir sıcaklık hissettim ve kendimden geçmişim.
Gözümü açtığımda ise bir odadaydım. Heryer o kadar karanlıktı ki hiçbir şey
göremedim. Ellerimin ve ayaklarımın bağlı olduğunu farkettim. Dizlerimin
üzerindeydim. Hemen aklıma Ji Sun geldi. Acaba o nerdeydi? Belki de burdaydı ve
belki de baygındı.



“Ji Sun! Ji Sun! Ordamsıın? Yoon Shik! Kimse duymuyor mu beni?”



O sırada gözüm karanlığa alışmaya başlamıştı ve birinin olduğu yerde
kımıldadığını gördüm. İçimden Ji Sun olmasını dileyerek seslendim ama maalesef
o değilmiş. Ama yine de Yoon Shik in de iyi olduğunu görmek içimi rahatlattı.



“General! Sen misin? Ji Sun nerde? Nerdeyiz biz?”



“Bilmiyorum.. Sen bir şey hatırlıyor musun Yoon Shik? Ben en son arabadan
indimi hatırlıyorum sonrası burası işte.”



“Ahh evet hatırlıyorum. Birisi senin arkandan dolaşıp başına silahın
kabzasıyla vurdu. Bende tam müdahele etmek üzereydim ki benimde başıma vuruldu.
Bayılmadan önce son gördüğüm birinin Ji Sun'un kolundan tuttuğuydu. Hemen
burdan kurtulup onu bulmalıyız general. Başına bir şey gelmeden önce”



Yi Seong hemen bir şeyler düşünmek zorundaydı. Bir an önce iplerden
kurtulmalıydı ve ellerini hareket ettirmeye başladı. Aslında çok da sıkı
bağlanmadıklarını farkedince şansına dua etti ve geveşek olan ipten ellerini
kurtarması uzun sürmedi. Sonra hemen Yoon Shik'in yanına gitti ve onun da
ellerini çözdü. Geriye bu odadan çıkmak ve Ji Sun'u bulmak kalmıştı.



Ji Sun:

Gözlerimi açtığımda tamamen boş bir odada buldum kendimi. Ellerim arkadan
bağlanmıştı ve gözlerimi kamaştıracak derecede aydınlık bir ışık vardı. Ben yeni
yeni ayılırken bir adam içeri girdi ve konuşmaya başladı:

“Demek uyandın küçük kız”



“Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz benden? Arkadaşlarım... Onlar nerde? İyiler
mi?”



“merak etme onlar şimdilik iyi. Ama tabi bu durumun devam etmesi senin
vericeğin cevaplara bağlı. Yoksa siz mi demeliydim. Ne de olsa kraliyet
soyundansınız değil mi prenses Ji Sun?”



Bu adam nerden biliyordu bunları. Birden Ji Sun'un aklında şimşek gibi bir
şey çaktı



“Yoksa yoksa babamı o hale getiren sizmiydiniz? Ne istiyosunuz bizden adi
herifler? Ne yaptık biz size?”



“Aslında istediğimiz şey çok basit. Sadece kraliyetten kalma bir nişan. Size
fazla rahatsızlık vermeden onu alıp gidicektik aslında ama zavallı baban! İşten
erken geldiyse bizim suçumuz mu? Şimdiiiii bu kadar muhabbet yeter. Nerde
nişan? Onu bize verirseniz hepiniz evinize dönebilirsiniz.”



Ji Sun bu adamın neden bahsettiğini bilmiyordu. Ne nişandan haberi vardı ne
de başka bir şeyden. Onlara bilmediği bir şeyi nasıl verebilirdi ki?



Yi Seong ve Yoon Shik tam odadan çıkmak üzereyken iki adam bir anda içeri
girdi. Tutsakların kendilerini kurtardıklarını görünce aralarında bir dövüş
başlamıştı. Yi Seong çok geçmeden ikisini de kolaylıkla hakladı. Odadan çıkıp
içinde bulundukları binada kendilerini farkettirmeden dolaşmaya başladılar.
Birden duydukları çığlık sesi bir anlık donmalarına neden olmuştu. Bu ses Ji
Sun'undu ve acı çekiyordu. İkisi de paniklemişti. Çok geçmeden seslerin geldiği
yeri buldular.

Odaya girdiklerinde ise adam ani bir hareketle bir bıçak çıkararak genç
kızın boğazına dayadı.



“yaklaşmayın yoksa bu güzel bayan cehennemi boylar!”



Ji Sun çaresizce sessiz göz yaşları döküyordu. Ama gene de onların iyi
olduğunu görmek içini bir nebze de olsa rahatlatmıştı. Boğazına dayanan bıçak
dışında bir problemi kalmamıştı. Smile

“Hey hey naptığını sanıyorsun sen bırak çabuk onu. Dokunma ona! Kim olduğu
hakkında hiçbir fikrin yok inan bana!” Yi Seong bunları söylerken bir yandan da
temkinli adımlarla adama yaklaşıyordu. Yoon Shik ise aksi yönden Ji Sun'a doğru
adımlar atıyordu.



“Yoo aslında biliyorum. Tam da bunun için burdayım zaten. Bana nişanı
getirin kızı sağ salim teslim ediyim size”



“Ne nişanı neden bahsediyosun sen? Bak o kızın hiçbir şeyden haberi yok
gerçekleri bile yeni öğrendi. Bırak onu gitsin”



“Ne? Bırakmak mı? Sen benimle dalga mı geçiyosun? Kraliyet nişanının
kraliyet soyundan gelen herkeste bulunduğunu bilmediğimizi mi sanıyosun sen? Bu
yüzden nişan gelene kadar kızı alamazsınız. “



Her şey aniden gelişti. Adam bunları söylerken Yi Seong ve Yoon Shik göz
göze gelip anlaştıklarında aynı anda biri adamın bıçak tutan eline, diğeri ise
Ji Sun'a doğru atıldı.



Şimdi Yi Seong ve adam boğuşmaya başlamışlardı. Yoon Shik ise Ji Sun'u seri
bir şekilde olduğu yerden çözdü ve onlardan olabildiğinde uzaklaştırdı. Yi
Seong bir yandan mücadele ederken bir yandan da onlara bağırıyordu



“Yoon Shik çabuk onu götür burdan ben hallederim. Yalnız olduğunu sanmıyorum
derhal gidin burdan!”



Yoon Shik onun haklı olduğunu biliyordu ve Ji Sun'u derhal uzaklaştırması
gerekiyordu. Genç kızı kolundan tuttuğu gibi bulundukları binadan çıkardı ve
bir taksiye bindirip derhal hastaneye; babasının ve profesörün yanına gitmesini
söyledi. Gitmeden önce de şöförün telefonunu istemiş ve birkaç arkadaşını
hastaneye Ji Sun'un yanında beklemek züere göndermişti. Aslında onu yalnız
bırakmak istememişti ama Yi Seong'u da orda bırakamazdı. Ji Sun artık
güvendeydi.



Koşarak geri içeri girdi. Gördüğü manzara karşısında ise donup kalmıştı genç
adam. Az önce bıraktığı sağlam adam şimdi kanlar içinde yerde yatıyordu. Yi
Seong bilincini yitirmiş gibi görünüyordu ve yarası da küçümsenemiycek kadar
kötü haldeydi. Adamlar belli ki kaçmayı başarmışlardı. Yoon Shik hemen generali
kaldırdı ve hastaneye götürmek üzere yola koyuldu.



Güzel başlayan geceleri kabus gibi sona ermişti. Acaba general yaşıycak
mıydı?



[Bölüm Sonu]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:38 pm

.~.Geçmişten Gelen - 14. Bölüm (Geri Dön).~.



Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[14.Bölüm]



Yoon Shik kan ter içinde kalmıştı. Bu koca adamı sırtında taşımış ve sonunda
hastaneye yetiştirmeyi başarmıştı. Ancak Yi Seong iyi görünmüyordu. General
bilincini kaybetmiş ve çok fazla kan kaybetmişti. Yoon Shik onu bir korkak gibi
yalnız bıraktığı için kendine küfretti. Ama Ji Sun'u da yalnız bırakamazdı.
Peki ne oldu da birkaç dakika içinde bu hale geldi bu adam diye içi içini
yiyordu. Hayatında ilk defa Ji Sun'un haricinde biri için endişeleniyordu.
Farkında olmadan bu adama alışmış ve hayatını bi gecede ona açmıştı. Tarif
edemediği bir samimiyet duyuyordu ona karşı. Belki nedeni Ji Sun'u korumak için
her şeyi yapıyor olmasıydı belki de hayatıydı kim bilir?



O bu düşüncelerle boğuşurken Ji Sun Yoon Shik'in arkadaşlarıyla beraber
nefes nefese hastaneye geldi. En yakın hastane burası olduğundan babasıyla aynı
hastaneye getirilmemişti. Bir geceye ne kadar çok şey sığdırmışlardı. Önce
arkadaşlık, eğlence, sonra da bunlar... Genç kızın artık dayanacak gücü
kalmamıştı ama son kuvvetini de Yi Seong'un durumunu sormak için harcadı.
Doktorlar durumunun kritik olduğunu bıçak yarasının çok derin olduğunu ve çok
kan kaybettiğini söylediler. Ji Sun artık hiçbir şey göremiyordu. Bir anda
heryer karardı ve kendinden geçti.



Her şeyin bir rüya olmasını dilemişti. Uyanınca her şeyin bir rüya, hayır
hayır bir kabus olduğunu görmek istiyordu. Kendine gelmişti ama gözlerini
açınca bunların gerçek olduğuyla yüzleşmek zorunda kalıcaktı ve bunu hiç mi hiç
istemiyordu. Bir süre daha gözlerini kapalı tuttu genç kız. Birinin elini tuttuğunu
farketti ve hıçkırıklarına engel olamadı. Gözünü yavaşça araladı ve Yoon
Shik'in endişeli bakışları olanların rüya olmadığını kanıtlıyordu adeta.
Yerinden doğruldu ve ona sarıldı. İçinde kalan bütün keder onun omzunda adeta
dışarı çıkmak için yarışmıştı. Hıçkırıklarla ağladı genç kız. Yoon Shik de onu
durdurmadı ve sadece ağlamasına izin verdi. Her hıçkırığında ona daha da sıkı
sarıldı.



“Keşke seni bir fanusun içine koyup orda her kötülükten uzakta yaşatma
şansım olsa Ji Sun” dedi usulca.



Yoon Shik'in sözleri sadece daha fazla ağlamasına yardım etmişti. Biraz daha
ağladıktan sonra yavaş yavaş kendini topladı ve cevabından korktuğu o soruyu
sordu:



“Yoon Shik, onun durumu nasıl? Yaşıyor değil mi?”



“Evet canım hala hayatta ama doktorlar çok umutlu olmamamız gerektiğini
söylediler. Çok kan kaybetmiş.”



Ji Sun'un zar zor durdurduğu yaşları yeniden akmaya başlamıştı.



“Hepsi benim yüzümden! Lanet olsun hepsi benim yüzümden!



“Hayır Ji Sun. Lütfen kendini suçlama. Olanlarda ne senin ne de bizim hiçbir
suçumuz yok. Tek suçlu o bize bunları yaşatanların. Hadi biraz uyu, hala çok
bitkin görünüyorsun”



“Hayır uyumak istemiyorum. Gidip Yi Seong'a bakalım Yoon Shik”



İkisi de yürümekte zorlanıyorlardı. Hala yaşadıkları olayın şokunu üzerlerinden
atamamışlardı. Ancak yoğun bakım ünitesinin önüne gittiklerinde bir
koşuşturmayla karşılaştılar. Ters giden bir şeyler vardı belliki. Yoon Shik
hemşirelerden birinin kolundan tuttu ve



“Neler oluyor burda? Bu hareketliliğin nedeni ne? Yi Seong iyi değil mi?”



Hemşire aceleyle cevap verdi ve koşturarak yanlarından uzaklaştı.
Söylenenler adeta odada çınlıyordu. Dönüp dolaşıp aynı şeyi tekrar tekrar
duyuyorlardı:



“Hastanın kalbi durdu, acil müdahele lazım beni meşgul etmeyin doktoru
bulmam lazım!!!”

Hemen yoğun bakım ünitesinin kapısıına gittiler ve Yi Seong'a şok
uygulandığını gördüler.



Sanki artık yaşamaktan vazgeçmişti genç adam. O büyüleyici derecede
yakışıklı ve güçlü adam şimdi kalbolar arasında kendini bilmeden yatıyordu.
Belki de onları terkediyordu. Ji Sun'un dili tutulmuş gibiydi. Artık
ağlayamıyorduda. Sadece cama elini koydu ve



“Bana geri dön. Lütfen Yi Seong bana geri dön.”



Doktorlar dozunu artırarak şok vermeye devam ediyorlardı. Ancak hala yanıt
yoktu. Ji Sun'un doktorun sözüyle irkildi:



“Son kez”



Yoon Shik te olanlara inanamıyordu. Onu sanki ölümsüz gibi görmüştü ve
karşılarında yatan bu çocuk kadar aciz adam ona yabancı geliyordu. Doktor son
kez dedikten sonra şoku bir defa daha uyguladı. İkisi de donmuş birazda umutları
sönmüş bir şekilde son şokun verilişini izlediler. General şokun etkisiyle
yattığı yerden biraz daha havalandı. Şimdi herkes adeta nefesini tutmuş ondan
gelicek tek bir sesi bekliyorlardı. Makinelerdeki sabit ses Yoon Shik'in
sinirini bozmuştu. ____________. Ancak sonra mucize gibi bir şey oldu. Tam pes
ettikleri anda ölüm saatinin yazılmasına karar verilmişken makineden farklı
sesler çıkmaya başladı. __/\____/\___/\/\/\___ Bunlar generalin hayata
dönüşünün; nabzının, kalbinin yeniden attığını gösteren seslerdi. Genç adam
adeta ben daha ölmedim der gibi hayata ani bir dönüş yapmıştı. Yoon Shik ve Ji
Sun birbirlerine bakıp sarıldılar. Genç kız sevinçten az önce dökemediği göz
yaşlarının akmasına izin vermişti. Sessizce;



“Bir savaşçıya da bu yakışır Yi Seong.. Seni çok seviyorum” dedi.

Çok geçmeden profesör de yanlarına gelmişti. Bay Kang'ın yanına birkaç
koruma bırkamış ve aklının kaldığı yere bedenini de sürüklemişti. Generalin
yaşadığını ve durumunun iyiye gittiğini duyduğunda ise yaşlı kalbi sanki daha iyi
atmaya başlamıştı. Geldiği dünyayı daha yeni tanımaya çalışan ve küçük bir
çocuk kadar dünyadan habersiz olan tarihin ta kendisi olan bu adam yaşamalıydı
ve öyle de olmuştu. Savaşçı içgüdüleri onu terketmemiş ve bu kadar çabuk pes
etmesini engellemişti.

[Bölüm Sonu]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:38 pm

.~.Geçmişten Gelen - 15. Bölüm (Geleceğe Açılan Kapı).~.



Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[15.Bölüm]



Aradan iki hafta geçmiş, general artık tamamen iyileşmişti. Bay Kang ise generalden
önce hastaneden taburcu olmuş ve son günlerde diğerleri gibi o da generali
yalnız bırakmamıştı.



Yoon Shik artık generale karşı bütün nefretinden arınmış, ona karşı bir
düşmanlık beslemekten vazgeçmişti. Olanları ve generalin onu rezil etmesini her
ne kadar zor hazmetse de artık intikam gibi bir planı yoktu. Ne de olsa general
bu zamana ait değildi ve şimdiye kadar sevdiği kızı ondan almaya çalıştığına
dair bir hareketini de görmemişti.



Ancak bu adamın nasıl olupta zamanlarına gelebildiğine bir türlü anlam
veremiyordu ve bu konuda derin bir araştırmaya girişti. Çok geçmeden
araştırmaları sonuç verdi. Şimdiye kadar yapılmış araştırmaları ve bilim
adamlarının görüşlerini incelediğinde tek bir sonuca varıyordu: zamanda açılan
kapı.



Bulguların ne kadarının doğru olduğunu bilmiyordu gerçi ama nedenini daha
öğrenememiş olsa da zamanda bir delik açılabiliceğini ve bu delikten geçmenin
mümkün olabilceğini öğrendi.



Bilim adamlarına göre solucan deliği denilen teze göre geçmişle gelecek
arasında bir köprü oluşuyor, tıpkı bir kağıdın iki ucunu birleştirdiğinde
birbirine uzak iki noktanın birleşmesi gibi geçmiş ve gelecek aynı hizaya girip
bir koridor oluşuyordu. Yoon Shik okudukları sonucunda generalinde böyle bir
koridordan kazara da olsa geçerek zamanlarına geldiğini düşündü. Kısacası
general geleceğe açılan bir kapıdan geçmişti. Bunları generale ve Ji Sun'a
anlatmak için yola koyuldu. Zaten general bugün hastaneden taburcu oluyordu ve
onların yanında olmalıydı.



Ji Sun herzamanki gibi bugün de generalin yanında kalmıştı. Gerçi babasının
tuttuğu adamlar kapılarının önünden hiç ayrılmıyordu ve babası evde olması
gerektiği konusunda ısrar ediyordu ama genç kız sevdiği adamın yanında olmaktan
kendini alıkoyamıyordu.



Yi Seong Ji Sun'un yanında kalmasına itiraz etmedi. Çünkü zaten ne zaman
gidiceği belli değildi ve onu daha çok görmek istiyordu. Onunla başbaşa kalmak
ve daha çok vakit geçirmek genç adama huzur veriyordu. O bunları düşünürken Ji
Sun'un sözleriyle düşüncelerinden sıyrıldı.



Ji Sun: Bugün hastaneden çıkıyorsun sonunda! Senin için öyle endişelendim ki
Yi Seong. Ama şükürler olsun ki sana bir şey olmadı. Sana bir şey olsaydı inan
ben de yaşayamazdım.



Yi Seong: artık bunları düşünmenize gerek yok bakın ben iyiyim. Hem olmuş
olsaydı da kendinizi suçlamanızı hiç istemezdim. Sizi korumak benim görevim.



Ji Sun generalin ona siz diye hitap etmesine bozulmuştu. Neden hala onunla
resmiydiki sanki?



Ji Sun: ama neden hala siz diye hitap ediyorsun bana? Bu konuyu aştığımızı
sanıyordum.



Yi Seong: siz kraliyet soyundansınız Min Ji Sun. bense sizi ve kraliyeti
korumaya yemin etmiş bir generalim. Farklı zamanda olmamız aramızdaki mesafeyi
yok etmez. Ben size ve ailenize hizmet için varım.



Herne kadar genç kıza karşı hisleri olsa ve onun da kendisine karşı boş
olmadığını hissetse de Yi Seong buna engel olmalıydı. Ji Sun henüz çok gençti
ve kendisini hak eden biriyle beraber olmalıydı. Hayatının çoğunu savaş
alanında harcamış ve bedeni 20 lerinde olsa da ruhu hala 50 lerinde olan bir
adamla bir yaşam süremezdi.



Ji Sun dolu dolu olmuş gözleriyle generalin içini parçalayan bakışlar
atarken odaya herzamanki enerjikliğiyle Yoon Shik girdi. Bu çocuğu sevmeye
başlamıştı Yi Seong.



Onun enerjisi kendisini yeniden genç hissetmesine neden oluyordu ve kendince
düşündüğünde de Ji Sun'a en uygun kişinin Yoon Shik olduğu sonucuna varıyordu.
Bunu en kısa zamanda bir şekilde Yoon Shik'e açmalı ve ikisinin bir arada
olmasını sağlamalıydı. Sevdiğinin hayatına başka birinin girmesine müsaade
etmeliydi ve bunu kendisi yapmalıydı. Belki de tarih tekerrürden ibaretti...
Yeniden gidişini izleyeceği bir sevgili daha...



[Bölüm Sonu]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:39 pm

.~.Geçmişten Gelen - 16. Bölüm (Yılların Yükü).~.



Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[16.Bölüm]



Yoon Shik araştırma sonucu elde ettiği bilgileri bir çırpıda Ji Sun ve
Yi Seong'a anlattı. İkisi de artık her şeyin mmkün olabiliceğini düşünüyorlardı
ve genç adamın bu azimli araştırmalarına hayran olmamak ellerinde
değildi.



-yah Yoon Shik sende ne hünerler varmışta bizim haberimiz yokmuş



-Eee ne sandın prenses benim daha ne huylarım var da haberin
yok arabalardan başka şeylerden anlamadığımı düşünüyosun ama öyle değil
işte



-tamam tamam hemen şımarma



Onlar konuşup gülüşürken general de bu iki genci izliyordu. Önce ji Sun' a
baktı. Sevdiği kadının yüzü, gençliğinin verdiği enerjisi, kendinden emin
duruşu ve gülerken yaydığı ışık.... Sonra Yoon Shik' e çevirdi bakışlarını;
yakışıklı bir yüz, etkileyici bir ses ve Ji Sun' a bakarken hiç olmadığı kadar
parlayan gözler... Ne kadar da yakışıyorlardı birbirlerine. General artık
emindi. Onlar beraber olmalıydılar.



O bunları düşünürken Yoon Shik düşüncelerinden sıyırdı Yi Seong'u:



-Hey general ne düşünüyorsun böyle? Bak benim marifetlerimi Ji Sun kıskandı.
Ama sanırım sen beni taktir etmişsindir değil mi? Hem eğer araştırmamı
istediğin bir şey olursa söyle ben istediğin bilgiyi edinirim.



Hepsi beraber gülmeye başladırlar. Sonra Yi Seong'un aklına profesöre nasıl
öldüğünü sorduğu gün geldi. Nasıl öldüğünü öğrenmeli miydi? Bu kadere müdahele
olur muydu? Ama merakı baskın geliyor tarih kitaplarında ömrünü nasıl
geçirdiğini yazdığını bilmesi engel olunamaz meraka yol açıyordu. Biraz
düşündükten sonra Yoon Shik'e döndü ve iki genci de şaşırtıcak soruyu sordu:



-Peki senden nasıl öldüğümü öğrenmeni istesem bunu benim için yapabilir
misin?



Hem Yoon Shik hem de Ji Sun bu soru karşısında şaşkınlıklarına engel
olamıyorlardı. Bunları konusurken Ji Sun'un evine gelmişlerdi ve konuyu geçiştirmek
için yemek hazırlamak güzel bir bahaneydi. General de herkesin bu konuya neden
bu kadar soğuk yaklaştığına bir anlam veremiyor gene de fazla üzerinde
durmuyordu.

----

Günler geçiyor herkes yavaş yavaş günlük yaşatısına dönüyordu. Ji Sun'a
saldıran ve babasını yaralayanlar ise hala bulunamamışlardı. Bu durum herne
kadar Bay Kang'ın canını sıksa da kızını normal yaşantısından soyutlamak
istemiyordu. Yoon Shik herzamanki gibi hep Ji Sun'un yanındaydı ve onun
olmadığı zamanlarda da general Ji Sun'a adeta bir gölge oluyordu. Yine o
günlerden birinde Ji Sun cesaretini topladı ve generale ona karşı hislerini
açıklamaya karar verdi. Bahçede beraber çay içerlerken nefesini sesli bir
şekilde boşalttı ve söze başladı:



-Bak Yi Seong! Senin geldiğin devirde işler nasıldı bilmiyorum ama okuduğum
kadarıyla tahmin etmek çok ta zor değil. Kadınların böyle şeyler konuşması sana
çok ters gelebilir ama ben yani ...



Ji Sun söze başlamıştı başlamasına ama nasıl devam ediceğini ve ona aşkını
nasıl itiraf ediceğini bilemiyordu. Daha önce kimseye ilan-ı aşk etmemişti ne
de olsa. Kızardığını ve soğuk soğuk terlediğini hisediyordu genç kız;



-Offff ne kadar da zormuş bunları söylemek...



-Ji Sun ne demek istiyorsunuz? Lütfen açık konusun.



-Tamam söyliycem şimdi.



Artık iyiden iyiye heyecanlanmıştı Ji Sun ve en iyisinin bir çırpıda
söylemek olduğunu düşündü:



-Daha fazla saklayamıycam. Ben.... ben... yani şey benn...



-Evet siz?



-Ben seni seviyorum!



Yi Seong duyduklarına üzülse mi sevinse mi bilemedi. Bunları sevdiği insanın
ağzından duymuş olmanın verdiği sevinç ve bu aşkın imkansız olduğunu bilmenin
verdiği keder... Genç adam iki duyguyu da karışık yaşıyordu şimdi. Ama kendini
çok geçmeden topladı ve kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Madem artık
her şeyi açık açık konusuyorlardı, o da içindekileri söylemeliydi şüphesiz.



-Dediğiniz gibi benim geldiğim zamanda bu tür şeyler erkeler tarafından
itiraf edilir. Ancak sizin sözlerinize istesem de kızamam. Size karşı
hissettiğim şeyin adını tam olarak koyamamıştım aslında. Başta ona çok
benzediğiniz için size karşı zayıf olduğumu düşündüm. Ancak sonradan farkettim
ki sizi siz olduğunuz için seviyorum Ji sun.



Ji Sun duyduklarına inanamadı. Sevdiği adam aşkına karşılık veriyordu ve
tarifi imkansız mutluluk içindeydi ancak sonrasında duydukları parlayan ışığın
bir anda sönmesi gibi umutlarını ve mutluluğunu söndürdü.



General genç kızın gözlerine bakamıyor konuşmasına yere bakarak devam
ediyordu:



-Ama bunun oluru yok Ji Sun. Siz çok akıllı bir kızsınız. Düşünürseniz eğer
bunun ne kadar yanlış olduğunu anlıycaksınız. Ben bu zamana ait değilim. Hatta
içinde bulunduğum bu beden bile bana ait değil. Ben buraya gelirken adeta
yaşımın fazlalıklarından da kurtularak geldim ve şu an bedenim sizinle yaşıt
olsa da ruhum belki profesörünkinden bile daha yaşlı. Ruhumda yılların
yüklediği bir yorgunluk var. beni anlıycanızı ümit ediyorum. Siz ki henüz
hayata yeni yeni adım atmış gencecik bir insansınız. Hayattan beklentileriniz,
yaşamanız gereken şeyler var ve ben bunların içinde yer alamam. Nasıl aniden
hayatınıza girdiysem öyle de çıkabilirim.



Ji Sun artık göz yaşlarına engel olamıyordu. Generalin dedikleri doğruydu
ama kalbine anlatamıyordu bunu ve sadece sessiz gözyaşlarıyla generali
dinliyordu. General başını kaldırdı ve genç kızın adeta içini yakan bir
derinlikle gözlerine baktı. Sonra ellerini ıslak yanaklarında nazikçe
gezdirerek gözyaşlarını sildi. Onunda gözlerinden ne kadar acı çekdiği
anlaşılabilirdi.



-Bunu söylemek bana düşmez belki ama Yoon Shik sizi çok seviyor Ji Sun!
İnanın o sizi benden daha çok mutlu eder. Henüz gençsiniz ve bu yaşananları
unutabilirsiniz. Yoon Shik'e bir şans verin. Ben sizi mutlu gördüğümde emin
olun sizden daha mutlu olabilirim. Eğer bulunduğumuz zamanda sizi benim gibi
sevicek, koruyacak biri olmasaydı şu an olduğumdan daha çaresiz olurdum. Ama
biliyorum ki Yoon Shik sizi benim gibi koruycak sizi sizden belki de daha çok
sevicektir.



Yi Seong bunları dedikten sonra kendine daha fazla engel olamıycanı anladı
ve daha fazla bir şey diyecek gücü kendinde bulamadığından başını eğerek Ji
Sun'un yanından uzaklaştı. Adım adım sevdiği kadından uzaklaşıyordu tekrar...



[Bölüm Sonu]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:39 pm

.~.Geçmişten Gelen - 17. Bölüm (Kötülüklerden Uzak).~.



Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[17.Bölüm]



Bir süre nereye gittiğini bilmeden gezdi Yi Seong. Bu yaşadıkları çok
fazlaydı. Artık emindi. Bunlar, bu yaşadıkları onun lanetiydi. Defalarca aynı
acıyı çekmek zorundaydı sanki. Herzaman arkadan bakan olmak, sevdiğinin
gidişini izlemek... Ama bu sefer bunu kendi kararıyla yapıyordu. Öncekinde ise
ona soran olmamıştı. Ne gelirse onu yaşamış, yapmak zorunda olduklarını
yapmıştı. Bir daha sevdiğindeyse iş işten çoktan geçmiş ve şartlar izin verse
bile onun yüreği bu aşkı yaşamasına izin vermemişti.



Artık onun için yapılması gereken iki şey vardı; birisi Ji Sun'un emniyette
olduğundan emin olmak, onu başındaki belalardan kurtulana dek korumak; diğeri
ise bir yolunu bulup zamanına geri dönmek ve çok sevdiği imparatoruna herzaman
yaptığı gibi hizmet etmek...



İmparatora saygısı her
şeyden önce geliyordu general için. Madem hayatına hiçbir kadın giremiyordu,
onun için en iyisi işini en iyi şekilde yapmasıydı. Havanın karardrığının çok
sonra farkında vardı ve merak edildiğini düşünerek profesörün evinin yolunu
tuttu.



Ji Sun:



Ji Sun duydukları
karşısında donup kalmıştı adeta. Ne yapsa bilemedi. Aşkının peşinden mi
gitmeli? Yoksa payına düşeni mi yaşamalıydı? General dediklerinin bir kısmında
haklıydı; aslında dediklerinin çoğu doğruydu ama kalbinin bunu kabullenmesi
zaman alıcaktı. Gerçekten de Yoon Shik'e bir şans vermeli miydi? Yoon Shik'in
kendisi de dahil herkes Ji Sun için en uygun kişinin Yoon Shik olduğunu
söylüyordu. Düşüncelerle adeta boğuşuyordu genç kız. Bir yandan da eve ağır
adımlarla yaklaşırken kapıdaki polis arabası dikkatini çekti. Babasına bir şey
olmuş olma ihtimali delicesine korkmasına neden oldu ve hemen kendini bir
hışımla eve attı. Sonra da derin bir nefes aldı. Çünkü Bay Kang Ji Sun'un
düşündüğünün aksine belada değildi ve polislerle bir şeyler konuşuyordu.



Bay Kang kızının geldiğini görünce herzaman kızını rahatlattığını bildiği
gülümsemesini yüzüne yerleştirdi ve Ji Sun'a yanına gelmesini işaret etti. Genç
kız meraklı bakışlarla polislerin neler diyceklerini dinliyordu. Bay Kang
kızını daha fazla merakta bırakmamak için söze girdi:



-Canım artık endişelenmemize gerek kalmadı. Polisler eve giren ve seni
kaçıran adamları yakalamışlar. Tanrıya şükür artık rahat bir nefes
alabilicez.



İkisi de mutluydular. Polisleri gönderdikten sonra baba kız uzun zamandır
yiyemedikleri huzurlu yemeğin tadını çıkardılar. Artık hayatlarını kaosa
sürükleyen adamlar yoktu ve rahattılar.



-Baba bu nişan meselesi nedir?



-Tatlım bu kraliyet ailesi mensuplarında bulunan ve o aileye mensup
olduğunun kanıtı olan nişandır. O adamların bunu neden istediklerini tahmin
edebiliyorum. Muhtemelen bu nişanı elde ettikten sonra bunu düşünmek
istemiyorum ama seni de öldüreceklerdi ve nişanın onların eline geçmesi demek
kraliyetin sonunu getirdiklerini kanıtlamak demek ve büyük ihtimalle nişanı
maddi amaçlar için de kullanıcaklardı. Şükürler olsun sana bir şey olmadan bu
iş sonlanduı. Artık güvendesin kızım.



Babasının rahatlatıcı ses tonu ve konuşması Ji Sun'a herzaman güven verirdi.
Küçüklüğünden beri ne zaman canı sıkılsa gelip onun dizlerine yatar ve
kendisiyle sohbet etmesini, bir şeyler anlatmasını isterdi. Bütün babaların
kızların kahramanı oldukları gibi Bay Kang ta Ji Sun'un kahramanıydı ve onun
sesi genç kızın bütün sıkıntılarını unutmasını sağlardı. Bu güveni babasından
sonra bir de generalin ve Yoon Shik'in yanında duydu Ji Sun. Ama Yoon Shik'e
duyduğu güvenin hep çocukluktan beri tanışıyor olmalarından geldiğini düşünmüştü.
General ise aşık olduğu insandı ve belki de bu güveni bulduğu için aşık olmuştu
ona. Ama babasının dizlerinde bunları düşünüp uykunun kollarına kendini
bırakmak üzereyken bir karar aldı: artık onu unutmalı ve yaşanması gerekeni
yaşamalıydı. Çok geçmeden babasının sesleri uzaklaştı ve Ji Sun tıpkı
çocukluğundaki gibi babasının dizlerinde uyuyakaldı....



[Bölüm Sonu]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:39 pm

.~.Geçmişten Gelen - 18. Bölüm (Geri Dönemezsin).~.



Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[18.Bölüm]



Bütün belalardan kurtulmuş olmak hepsinde büyük bir rahatlama yaratmıştı.
Artık Ji Sun tehlikede değildi ki bu onu korumayı kendine görev edinmiş
generalin içini rahatlatıyordu. Artık onunla her şeyi konuşmuş ve makul bir yol
belirlemişlerdi. Ondan mümkün mertebe uzak durmalı ve bir şekilde kasvetli
hayatına, zamanına geri dönmeyliydi. Bu yüzden Yoon Shik ile yapması gereken
konuşmaya bu konuyu da ekledi aklında Yi Seong ve onunla konuşmak için okula
doğru yola koyuldu.



Daha önceleri hem profesöre hem de Yoon Shik ve Ji Sun'a nasıl öldüğünü
sormuş ancak hepsinden kaçamak cevaplar almıştı Yi Seong. Bugün yapıcağı
konuşmada bu konuyu da aydınlığa kavuşturmalı diye düşündü kendi kendine.



Çok geçmeden okulun bahçesinde Yoon Shik'i gördü.



-Merhaba Kim Yoon Shik biraz vaktin var mı konuşalım?



-Ah merhaba gen... yani Yi Seong tabi konuşalım.



Yoon Shik arkadaşlarının yanında generale böyle seslenmemesi gerektiğini son
anda hatırlamış ve kendini toplamıştı. Arkadaşları ise Yoon Shik'in bu adama
karşı yumuşak ve arkadaşçıl tavrını anlayamamışlardı. Ne de olsa Birkaç hafta
öncesine kadar Yoon Shik bu adamdan okkalı bir öc almak için planlar yapıyordu
ancak sonra aniden bu planlarından vazgeçmiş ve bu da yetmezmiş gibi onunla
dost olmuştu. Etraftakilerin meraklı bakışları altında bahçede onları kimsenin
duyamayacağı ıssız bir yere gittiler ve banklardan birine oturdular. Yoon Shik
generalin onunla ne konuşmak istediğini merak ediyordu. Ne de olsa artık ortak
noktaları olan Ji Sun güvendeydi ve tasalanmalarını gerektiricek bir durum
yoktu. Ama generalin yüzü bunun aksini söylüyordu:



-Evet general benimle ne konuşucaktın? Çok endişeli görünüyorsun.



-Yoon Shik konuşmamı bitirene kadar bölmezsen sevinirim.



Dedi ve genç adamın sessizce başıyla onaylamasının ardından söze başladı;



-Bak Yoon Shik seninle açık konuşucam. Senin Ji Sun'a aşık olduğunu
biliyorum ve bunu söylemem seni kızdıracak biliyorum ama bende ona karşı aynı
hisleri besliyorum!



Yoon Shik duyduklarına şaşırmadı. Başlangıçta generalin Ji Sun'u korumak
için ona yakın olduğunu düşünmüş, ancak zamanla bunun görev aşkından çok Ji
Sun'a duyduğu aşk olduğunu anlamıştı. Ama yine de sesini çıkarmadı. Her şeyin
kesinleşmesi ve generalin tavrını kesin olarak belli etmesi Yoon Shik'in de ona
göre tavır alması şüphesiz en doğrusuydu ve görünen o ki o gün bugündü.



-Ama bunun olmıycak bir şey olduğunun farkındayım ve benim için en doğru
şeyin artık geldiğim yere gitmek olduğunu biliyorum. Bunu nasıl yapıcam
bilmiyorum ama bu konuda yardımına ihtiyacım var. Ji Sun'un tehlikede olması bu
düşüncemi sürekli ertelememe neden oluyordu ama artık bir tehlike kalmadı.
Zaten ben gittikten sonra ona gözün gibi bakıcağını benim gibi koruycanı
biliyorum. Senden ricam onu hiç bırakma ve ona sahip çık.. Henüz çok genç ve
duygularını kontrol edemiycek bir yaşta ama senin sevgin ve ilgin sayesinde
doğru olan yolda yürüycektir.



Yoon Shik duyduklarına sevinmeli mi yoksa üzülmeli mi bilemedi. Bir yani Ji
Sun'un onun, sadece onun olmasına seviniyor; diğer yanı da bu adama acıyordu.
Hayatı boyunca kimseyi düşünmemiş ve bencil olmuş olan Yoon Shik, şimdi sadece
birkaç haftadır tanıdığı bir yabancı için üzülüyordu hem de söz konusu Ji Sun
iken.



-Açıkcası bunları konuştuğumuza inanamıyorum general. Ben kendimi bildim
bileli Ji Sun'u seviyorum ve ona yaklaşmaya cüret edenlere bile çok kötü
dersler verdim. Ama şimdi oturmuş başka bir adamın aşkıma olan aşkını
dinliyorum! Sanırım sen beni biraz da olsa değiştirdiğin. Ve şunu da
söylemeliyim emin ol Ji Sun istese de ben onu bırakmam. Bırakamam. Şimdiye
kadar hiç onsuz kalmadım ben ve bu duygu nasıldır öğrenmeye de niyetim yok
açıkcası.



General hüzünlü gözlerle boşluğa bakıyordu. Bu genç şimdiye kadar hiç
sevdiğinden ayrı kalmamıştı demek... Oysa kendi hayatı yenilgilerle geçmişti.
Belki asker olarak hep kazanmıştı ama bir erkek olarak kaybeden hep kendisi
olmuştu. Önce sevdiğinin başka biriyle gidişi, sonra ona sonsuza kadar veda
edişi ve ardından da Ji Sun... Yine de herzamanki güçlü yapısına dönmesi çok
zaman almadı ve duygularını bastırarak konuyu değiştirmeye kadar verdi:



-Bunu duyduğuma sevindim Yoon Shik umarım benim bulamadığım mutluluğu siz
bulursunuz. Neyse ben seninle başka bir konuda daha konuşmak istiyorum.
Hatırlarsan sana benim nasıl öldüğümü araştırmanı söylemiştim. Ne yaptın
bulabildin mi?



Yoon Shik şimdi telaşlanmıştı. Bir insanın nasıl öldüğü o insanın yüzüne
nasıl söylenebilirdi ki? Hemde böylesi bir ölüm! Ne diyceğini şaşırmıştı genç
adam ve en doğrusunun bunu mümkün olan en yumuşak şekilde söylenmesi olduğuna
karar verdi.



-General geri dönmesen? Yani burda bizimle kalsan? Hayatını yeniden
kurabilir ve buraya pekala uyum sağlayabilirsin bu konu da hepimiz sana yardım
ederiz.



General Yoon Shik'in neden böyle dediğini anlamamıştı.



-Yoon Shik en son sana nasıl öldüğümü sormuştum ama sen neden bahsediyosun
böyle. Burda yapıcağım bir şey kalmadı ve senin önceden yaptığın araştırmalar
benim nasıl geldiğimi açıkladı belki o dediğin delikten tekrar oluşabilir.



-Evet general bu mümkün. Hatta bazı bilim adamları bunların tarihlerini bile
belirleyebiliyor. Ama GERİ DÖNEMEZSİN!!!



-Peki ama neden?



-...Bu nasıl söylenir bilmiyorum ama eğer dönersen döndüğüne çok pişman
olabilirsin!



-Yoon Shik artık söyle şunu neden dönmemeliyim ve nasıl öldüm?



-Sen.... sennnnn [Bölüm Sonu]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:39 pm

.~.Geçmişten Gelen - 19. Bölüm (Tarihin Köşe Taşı).~.



Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[19.Bölüm]

-Evet Yoon Shik uzatma da söyle ben?



-Sen asıldın general!



-Ne asıldım mı? Peki ama kim, neden astı beni?



-İmparator emirlerine karşı geldiğin için senin asılarak idam edilmene karar
verdi. İşte bu yüzden geri dönmemelisin. Eğer dönersen bunları yaşamak zorunda
kalıcaksın. Gitme ve burda kal.



Yi Seong kulaklarına inanamadı. Onun tek tutunduğu dal imparatordu,
göreviydi. Şimdi bu duydukları onu son dalındanda etmişti. Adeta boşlukta
sallanıyordu genç adam. Kimsesiz, zamansız, evsiz, aşksız... Ama bu son duyduğu
onun için bile çok fazlaydı. Kendini bildi bileli imparatora hizmet eden bu
adam nasıl olur da emirlere karşı geldiği için asılabilirdi? Biraz düşündükten
sonra allak bullak olduğu yüzünden de belli olmasına rağmen Yoon Shik'e döndü
ve;



-Sen yine de geri dönmem için ne gerekiyor onu öğren Yoon Shik.



Dedi ve başka bir şey söylemeden genç adamın yanından koşar adımlarla
ayrıldı. Yoon Shikse arkasından bakakalmıştı.



“Delirdi mi bu adam? Ben ona asıldın diyorum o bana geri dönmek istediğini
söylüyo. En iyisi bu konuyu diğerlerine açmak ve dönmemesi için bir yol bulmak”



Yoon Shik te çok fazla geçmeden oturduğu yerden kalktı ve Ji Sun'un evine
gitmek üzere okuldan ayrıldı.



Çok geçmeden Ji Sun'un evindeydi. Bay Kang'ın da evde olmasını dileyerek
zili çaldı. Gelirken profesörü de aramış ve onunla Ji Sun larda buluşmasını
söylemişti ve bundan generale bahsetmemesi için sıkı sıkı tembihlemişti.



Ji Sun Yoon Shik'in surat ifadesinden ters bir şeyler olduğunu
anlaybiliyordu ama gene de sormak istemedi. Hayatında ilk defa bencilce
düşünmüş ve kendi acım bana yeter onun derdiyle uğraşamam demişti. Bilmiyordu
ki Yoon Shik'in derdi de tam olarak onun derdinin baş kahramanıyla aynıydı.



Yoon Shik herkesi salonda topladı ve profesörün gelmesinin ardından konuya
girdi:



-Kusura bakmayın böyle apar topar hepinizi çağırdım ama konunun önemli
olduğunu düşünüyorum. Bugün generalle konuştum be pek hoşunuza gitmiycek
haberlerim var size.



Ji Sun generalin adını duyar duymaz Yoon Shik'in sözlerine dikkat kesildi.
Onu unutmaya karar vermişti en son ama sevdiği adamla ilgili her haber onu da
ilgilendiriyordu meraklı bakışlarla Yoon Shik'in sözlerine devam etmesini
bekledi.



-Ben onun buraya nasıl geldiğiyle ilgili bir araştırma yaptım ve şu bilim
adamlarının ortaya attığı teori olan solucan deliği sayesinde geldiği bilgisini
edindim. Şimdiye kadar bu sadece teoriydi ama görünen o ki general bu teoriyi
gerçeğe çeviren kişi. Ancak işin daha kötüsü general geri dönmek istiyor ve
nasıl öldüğünü de artık biliyor!



Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakıyordu.. General asıldığını bile bile
nasıl olur da geri dönmek isterdi ki? Ji Sun gözlerinin dolduğunu hissetti..
Sevdiği adam bile bile ölüme gidiyordu demek peki ama neden?



Profesör sessizliği bozan kişi oldu ve gayet soğukkanlı bir şekilde
konuşmaya başladı:



-Açıkcası bence de gitmesi en doğru karar.



O bunları söylerken Bay Kang da başıyla onaylamıştı arkadaşını. Dehşete
kapılan sadece Yoon Shik ve Ji Sun du. Nasıl olur da bu kadar soğukkanlı
olabilirlerdi ki?



-Doğru mu duydum profesör bile bile ölüme gitmesini mi istiyorsunuz?



-Hayır Yoon Shik ben ölmesini elbette istemem. Bunca zamandır birlikte
kalıyoruz ve onu gerçekten sevdim. Ama gerçek şu ki o tarihten bir parça ve
onun gitmemesi demek tarihin köşe taşlarından birinin yerinden oynaması demek.
Bazı şeyler akışına bırakılmalıdır ve kaderin çizdiği yolda yürünmelidir.



Odadaki herkes profesörün söylediklerinde haklı olduğunu biliyordu ama
kimse, özellikle de Ji Sun, bu gerçeği kabul etmek istemiyordu.



Ortamdaki ölüm sessizliği ise bu gerçeğin kabul edildiğinin kanıtıydı. Yoon
Shik'in gözü sadece Ji Sun'un üzerindeydi. Onun dolu dolu gözleri ve hüzünlü
yüzü genç adamın içini parçalıyordu. Ji Sun'u alıp bahçeye çıkardı ve daha
çıkar çıkmaz kendini zor tutan Ji Sun, Yoon Shik'in kollarına atılarak
hıçkırıklarla ağlamaya başladı. O güzel gözleri ağlamaktan şişmiş ve kıpkırmızı
olmuştu. Yoon Shik herne kadar buna zor katlansa da sevdiğinin başka biri için
kollarında ağlamasına izin verdi. Eğer Ji Sun hiçbir şey demiyorsa ve sadece
ağlıyorsa bu, durumu kabul ettiğini ve çaresizlikten ağladığını gösterirdi.
Çaresizlik.. ve çaresizlikle birlikte zorunlu kabulleniş... Bu gece bu evde
yaşananlar tam anlamıyla buydu. [Bölüm Sonu]~~FİNAL'e bir
kala.......
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 10:40 pm

.~.Geçmişten Gelen - 20. Bölüm (Ve gitti...).~.



Hikayenin Adı: Geçmişten Gelen



Yazarı: Bsr Busra



[20.Bölüm Final]





“Ve Gitti”



O gece kimse birbirine gerçek duygularını söylemedi. Herkes aynı şeyi
düşünüyor, ama kimse birbiriyle düşüncesini paylaşmıyordu. Ji Sun ağlamaktan
bitkin düştüğünde Yoon Shik onu yatağına yatırmış, o uyuyana kadar başında
beklemiş ve daha sonra da generalin isteğini yerine getirmek üzere açılacak
olan kapının tarihini öğrenmek üzere birtakım insanlarla görüşmeye başlamıştı.
Evet general belki onun rakibiydi, Ji Sun'un kalbi ona aitti ama Yoon Shik yine
de bu adam için üzülüyordu. Ama üzerine düşeni yani generalin istediğini yerine
getirmeliydi.



Sonunda kapının bir hafta sonra açılabileceğini öğrendi. General tam da
geldiği yerde olmalı ve açılan kapıdan nasıl geldiyse öyle gitmeliydi. Geri
dönüşü ancak bu şekilde mümkündü. Bunları generale aktardığında ise genç adam
sadece başıyla onaylamakla yetinmişti.



Diğerleri de tarihi öğrendikleri günden beri hergünlerini general ile birlikte
geçiriyorlardı. Artık yapılabilcek çok fazla bir şey yoktu ve sadece
hayatlarına aniden giren bu adamla daha çok anı oluşyuruyorlardı kendilerine.
Bol bol fotoğraf çekindiler, beraber vakit geçirdiler.



Sessiz kalan sadece Ji Sun du. Genç kız çok fazla konuşmuyor, sadece kaçamak
bakışlarla generali izliyordu. Birkaç güne kadar onu görmek bile kendisi için
bir lüks olacaktı bunu bilerek sanki yüzünü aklına daha fazla kazımak ister
gibi onun yüzüne bakıyordu.



Ayrılık günü gelip çattı. Generalin bu zamana geldiği ilk yere gitmesi
gerekiyordu. Ama Ji Sun ve Yoon Shik de generalle olmak istediler. Bu yüzden
profesör ve Kang'ı evde bırakarak kapının açılacağı yere doğru yola koyuldular.
Üç genç artık boş sokakta olucak değişikliği bekliyorlardı.



Çok geçmeden sokakta bir hareketlenme meydana geldi. Sakin ve sıcak bir hava
olmasına rağmen bir anda rüzgar çıkmıştı. Yere atılmış kağıtlar rüzgarın
etkisiyle havalanıyor, sokak lambaları bir yanıp bir sönüyordu. Bir anda göz
alıcı bir ışık ortaya çıktı. Işık, beraberinde bir hotumu da beraberinde
getirmişti adeta. Şimdi generalin karşısında onun içeri gelmesini bekler gibi
ışıldayarak ve ayakta durmalarını zorlaştıracak bir rüzgarla var olan bir
girdap duruyordu. General ilk geldiği gibi zırhını yeniden giymişti. Bir adım
sonrası yine eski hayatıydı. Herne kadar ayakları onu geri götürse de gitmek
zorunda olduğunu biliyordu.



Ji Sun'un gözlerine son kez baktı ve



“Lütfen” dedi, halinden zor konuştuğu belli oluyordu. “lütfen kendine dikkat
et. Nolur mutlu ol ve Yoon Shik'in elini hiç bırakma. Ancak böyle olursa mutlu
olabilirim, ruhum huzur bulabilir Ji Sun”



Genç kız ağlamaklı bir şekilde sevdiğinin gözlerine son kez baktı ve



“Seni seviyorum Yi Seong ve söz veriyorum çok mutlu olucam, çünkü senin beni
bir yerlerden izliyceni biliyorum. Beni seviyorsun ama asıl gönlündekinin
prenses olduğunu biliyorum. Başta seni bana getiren de ona olan benzerliğim
değil miydi. Umarım birgün buluşursunuz o zamana dek sende mutlu olmaya çalış.”



General hüzünle karışık bir gülümseme yerleştirdi yüzüne ve Yoon Shik' e
dönüp “o sana emanet. Birbirinize iyi bakın” dedi ve Yoon Shik'in sadece
başıyla ona onay verdiğini gördükten sonra arkasını dönerek girdabın içine bir
adım attı.. Sonra bir tane daha... ve sonrasında da gözden kayboldu.



Sanki az önceki hortum burda olmamış, olanlar hiç yaşanmamış gibiydi. Az
önceki rüzgar yerini sakin ve sessiz bir havaya, göz alıcı kadar parlak ve
güçlü ışık yerini sadece sokak lambalarının aydınlattığı loş bir alana
bırakmıştı.



İki genç birbirlerine baktılar. Yoon Shik az önceki sahneden çok
etkilenmişti ve etkisinden tam olarak kurtulamamıştı. Hayatlarına aniden giren
bu gizemli adam, geçmişten gelen, sanki hiç gelmemiş gibi iz bırakmadan
gitmişti. Geldiği gibi aniden.



Merakla Ji Sun'un gözlerine baktı. Tepkisini merak ediyordu. Belki ağlıycak,
belki de onu göndermemiş olmayı dileyerek şimdiden pişmanlık duyacaktı. Ama Ji
Sun da bunların hiçbirini göremedi. Genç kız usulca sokuldu Yoon Shik'e ve ona
sarıldı. Herzamankinden dingin bir hali vardı. Anlaşılan generale verdiği sözü
tutmaya şimdiden başlamıştı.



Birkaç dakika daha onu gönerdikleri sokakta kaldılar. Daha sonra da sokağı
kendi yalnızlığıyla başbaşa bırakıp yavaş adımlarla hayatlarına geri döndüler.
Artık onlar için yapılması gereken tek şey mutlu olmaktı. Generale söz
verdikleri gibi beraber ve mutlu yaşamak...



[Hikaye Sonu]



Not: Okuyan herkese çok teşekkürler. Son
bölüm olduğu için herkes fikrini dile getirirse sevinirim. İlk uzun soluklu
hikayemdi bu yüzden muntazam olmamış olabilir ama yine de hatalarıma rağmen
okuduğunuz için teşekkür ederim ....
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Geçmişten Gelen
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» [YARIŞMA] Cennetten Gelen Hediye

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Dream Stories of Korea :: Bitmis Hikayeler-
Buraya geçin: