Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Kızların Egemenliği

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:29 pm

Yazar = Demet Hancı

Tür = Romantik – Komedi - Okul



Adı: Kızların Egemenliği



Tanıtım:





Seul’un en berbat okulunda, terör estiren dört genç kız ve Seul’un en
zenginlerinin gittiği okuldan atılmalarının cezası olarak bu okula gitmek
zorunda olan dört genç…



Kimi zaman, yenilemeyen aşk korkularını, kimi zaman da boş sınıflarda
yankılanan sert kahkahaları, konu edinen bir okul hikâyesi…



Dört genç, babalarının verdiği bu karar karşısında boyun eğip, bu cezayı
çekmeye razı mı olacaklar? Şu zamana kadar sürdükleri zevk ve eğlence son
bulacak olan bu dört genç, onları bekleyen zorlu hayata ayak uydurabilecek mi?
Okuldaki faciadan haberleri oldukları zaman ne yapacaklar, sizce?





**--**--**--**--**





^ Karakterler ^





Kim Soo Jin: Çetenin lideri, uzun dalgalı ve siyah saçlı, çok durgun ama
damarına basıldığında tam bir canavar, çetedeki en korkulan kızdır. Okuldaki
herkes onu görünce kaçacak delik arar. Okul müdürünün gizli yeğenidir. Çete de
en çok Eun Joo'yu sever, okuldakilerin ona kötü davranmasına göz yumamadığı
için onu çeteye almıştır.



Lee Ji Hye: Uzun, dalgalı ve açık kahverengi saçları vardır, çetenin bakımlı
kızı, erkeklerin favorisidir, hiçbir lafın altında kalmaz bu yüzden okuldaki
herkes ondan çekinir. Sivri zekâlı bir kızdır. Okuldaki kızlar en çok Ji
Hye'den nefret eder, çünkü onun erkekleri baştan çıkarması bütün kızların sinirine
gider.



Han Ah Jung: Dövüş sanatlarında ustadır. Kısa, düz, kahverengi saçları ve
siyah gözleriyle erkeklerin korkulu rüyasıdır. Bildiği dövüş teknikleriyle bir
erkeği en fazla 3 saniye de yere serer. Aşırı siniri başına hep dert açar.



Park Eun Joo: Çetenin saf kızıdır, çeteye nasıl girdiğine kendisi bile anlam
veremez, çok konuşkan bir yapıya sahip olduğu için çetenin lideri tarafından
sık sık azar işitir. Kahverengi, dalgalı saçları vardır. Soo Jin onun için bir
abladır ve hayatta en çok saygı duyduğu kişidir.



Hepsi son sınıfa yeni geçmiştir.



**--**--**





Choi Woo Joon: Uzun boyludur ve siyah, düz saçları vardır. Sung Mo onun
ikizidir ama fiziki açıdan hiç benzemezler. Kendini beğenmiş ve aşağılayıcı bir
yapıya sahiptir. Davranışları yüzünden arkadaşları ona asla kızmaz çünkü onu
takmazlar. Bunun nedeni de Woo Joon'un ukala ve rahat biri olmasıdır. Okuldaki
tüm kızlarla çıkmıştır, kızların gözdesidir. Chae Min ile beraber, gece
hayatının parmakla gösterilenlerindendirler ama cezadan sonra gece hayatı
kalmamıştır.





Choi Sung Mo: Woo Joon'un aksine neşeli ve saf biridir. Woo Joon ile aynı
gün doğmuştur ama çift yumurta ikizi olduklarından dolayı birbirlerine
benzemezler. Kimse onların ikiz olduğuna inanmaz. Sung Mo'nun koyu kahverengi
saçları vardır ve gözleri siyahtır. Gördüğü tüm kızlara âşık olur, bu yönünden
dolayı Woo Joon ondan nefret eder. Çünkü bu yönü Woo Joon’a göre hiçte asilce
değildir.



Kim Chae Min: Tam bir çapkındır. Woo Joon ile çok sıkı dosttur bunun sebebi
aynı yapıya sahip olmalarıdır. Uzun, siyah, dalgalı saçları ve kahverengi
gözleriyle tamamladığı yüzüne âşık olmayan kız neredeyse yoktur. Kızlara karşı
çok naziktir ama çirkin ve kaba kızlara dayanamaz.



Kim Tae Sun: Çok durgun biridir. Kısa, kahverengi saçları vardır ve gözleri
koyu kahvedir. Gerekmediği sürece konuşmaz ve Sung Mo ile iyi anlaşır, çünkü
Sung Mo’nun neşeli tavrı çok hoşuna gider. Şıpsevdi değildir, sevdiği kişiye
kalpten değer verir ve onu kolay kolay unutmaz. Woo Joon ile iyi anlaşamaz,
sürekli tartışma halindedirler. Elleri neredeyse her zaman cebindedir. Onu
taklit etmek istiyorsanız, ellerinizi cebinize koymanız yeterlidir.



Hepsi son sınıfa yeni geçmiştir.





**--**--**--**





Choi Hae Won: Okulun en çalışkan öğrencisi ve okulun en vahşi çetesi için
çalışan gizli bir ajan. Saf görünümünden dolayı kimse onun çete için
çalıştığını düşünmez. Hae Won, gözlüklerinin arkasında gördüğü peri gibi güzel
kıza, yani Soo Jin’e âşıktır. Ama Soo Jin bu çelimsiz çocuğa karşı boştur ve
ona her zaman soğuk davranır.



Yeon Hee: Woo Joon’un gece hayatından tanıdığı bir kızdır. Uzun, siyah
saçları ve masum yüzüne kanmayacak erkek neredeyse yoktur. İstediğini almakta
inatçıdır ve kafayı Woo Joon’a takmıştır.



Müdür Kim: Seul Lisesi’nin müdürü ve Soo Jin’in amcasıdır ama bunu kendi
yararı için herkesten saklar. Son derece titiz ve düzeni seven bu adam
birazcıkta paraya düşkündür.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:29 pm

Yazar: Demet Hancı

Tür: Romantik – Komedi – Okul



1.Bölüm





Seul'un en işe yaramazlarının, en tembellerinin bulunduğu Seul Lisesi’nin
müdürü Bay Kim, okuldaki kargaşaya daha fazla dayanamayacak duruma geldiği için
bir karar almıştır ve yeğeni Soo Jin’in kuracağı bir grupla okulu idare
etmesine izin verir. Ama kimse Soo Jin'in, müdürün yeğeni olduğunu bilmez.

Soo Jin amcasına yalvarmasının karşılığında aldığı izinle, iki arkadaşı ile
birlikte çok istediği çeteyi kurar. İlk zamanlar kimse onları takmaz ama
birinci sınıfın sonuna doğru okulu etkileri altına alırlar.



Soo Jin'in annesi ve babası ayrıdır. İkisi de ayrı şehirlerde yaşıyordur ve
kızlarına bakmıyorlardır bile. Soo Jin, babasının ona bıraktığı bir apartman
dairesinde, bir süre büyükannesiyle kalmıştır ama büyükannesi ölünce arkadaşı
Ah Jung ve çeteye sonradan katılan Eun Joo ile beraber kalmaya başlamıştır.



Çetenin diğer üyesi Ji Hye çok varlıklı bir ailenin kızıdır ama babasının
iflas etmesiyle birlikte intihar etmesi üzerine annesi ile hiç alışık olmadığı
bir hayata adım atmıştır. Annesi ile beraber bir ev kiralamışlardır ve bu evin
yakınındaki liseye başlamıştır. Burada Soo Jin ile tanışmış ve arkadaş
olmuştur. Soo Jin ona, bu hayata alışması için yardımcı olmuştur.



Ah Jung ise annesinin ölümünden sonra, annesi hayattayken ona şiddet
uygulayan babasıyla kalmaya katlanamamıştır ve bu yüzden evi terk etmiştir. Soo
Jin ile aynı evde kalmaya başlamıştır. Babasına karşı olan nefretinden
kurtulmak için bir dövüş kulübüne girmiş ve yetenekleri sayesinde bu sanatta
ustalaşmıştır.



Soo Jin, yetimhanede büyümüş olduğu için okuldakilerin yaptığı eziyetlere
maruz kalan Eun Joo’yu koruması altına almış ve çeteye sokmuştur. Çetenin
enerji kaynağı olan Eun Joo, çeteye girdiği andan itibaren, ona karşı yapılan
eziyetler bir anda durmuştur, çünkü okulun korkulan kızı Soo Jin, Eun Joo’yu
koruması altına almıştır. Eun Joo bir yaşındayken yetimhanenin kapısının önüne
bırakılmıştır ve hayatının çoğu orada geçmiştir.





**--**--**--**





Seul’un en zenginlerin gittiği o muhteşem okulun, ilk haftasında okulda
yapılan aramada, üçüncü sınıf öğrencisi Sung Mo’nun sıra arkadaşı kendi
paçasını kurtarmak için çantasındaki uyuşturucuyu Sung Mo’nun cebine atmıştır.



Arama esnasında cebinde uyuşturucu ile yakalanan Sung Mo, müdürün odasına
çağırılır ve okuldan atılmakla tehdit edilir. Sung Mo’nu müdürün odasında esir
tutulduğunu duyan Woo Joon, sinirle müdürün odasına girer ve suçlu olmadığı
halde boynu bükük bir şekilde müdürün azarlarını dinleyen kardeşini o halde
görünce kendini tutamaz ve müdürün suratının ortasına bir yumruk atar.



Müdürü döven Woo Joon ve uyuşturucu ile yakalanan Sung Mo’nun yanı sıra, o
sırada araya giren Tae Sun ile Chae Min’de okuldan atılmıştır.



Bu dört gencin babalarının şirketleri ortaktır ve bu yüzden hepsi
birbirleriyle iyi anlaşırlar. Aralarında en büyük olduğu için Woo Joon’un ve
Sung Mo’nun babası Hyun Soo’nun verdiği kararlar emir olarak algılanır ve
yerine getirilir.



Hyun Soo, olayları öğrenince bu dört gence ceza olarak son senelerini
Seul’un en berbat okulunda okumalarına karar verir. Ayrıca onlara oradan bir ev
alacaktır ve bu dördü o evde her işlerini kendileri yapacaktır.



Annelerini, bu karara karşı çıksalar da Hyun Soo’ya karşı gelememişlerdir.
Bu yüzden oğullarından uzak kalmaya razı olmuşlardır.





*-*-* Woo Joon’un Odası *-*-*





Woo Joon elindeki bardağı hızla masanın üzerine koydu ve birbirine kenetlediği
dişlerini biraz daha sıktı. Sonra da hırçınca konuşmaya başladı.



“Ne sanıyor babam bizi? Çıldıracağım şimdi, bizi nasıl öyle bir okula
gönderir, aklım almıyor. Bir şey desenize çocuklar bu mantıklı mı?”



Chae Min oturduğu koltuktan kalktı ve kendini odanın soğuk mavi duvarına
yasladı sonra da kısık bir sesle Woo Joon’un sorusuna ukala bir şekilde cevap
verdi.



“Tabi ki mantıklı değil ama bu kararı veren baban, unutma! Baban söyledi ve babalarımız
kabul etti. Artık eziklerin gittiği okula gidip onlar gibi yaşayacağız. Kulağa
eğlenceli geliyor. Bizim gibilerini görmemişlerdir, bence önümüzde falan
eğilirler. Yoksa bizi okulun müdürü falan mı seçerler? Sizce?”



Tae Sun, bu konuşmadan rahatsız olduğunu belli etmek için eliyle
karıştırdığı kitabı yatağın üzerine sertçe attı. Yumuşak sesiyle “Saçmalama
Chae Min! Onlar insan, senin gibi ne olduğu belirsiz bir varlık değil. Üstelik
senin gibi birini kimse alıp baş tacı yapmaz.”



Chae Min elini Tae Sun’a doğru uzattı ve “İddiaya var mısın? Bence bir iki
güne kalmaz orada da okulun en popülerleri oluruz. Değil mi Sung Mo?”



Sung Mo, perişan bir halde uzandığı yataktan doğruldu “Ben Tae Sun’a
katılıyorum. Onlar bizden çok farklı. Ne bileyim yaşam koşullarımız ve hatta
hayallerimiz bile farklı. Sizce alışabilecek miyiz çocuklar? Ben çok
korkuyorum. Ya bize kötü davranır, hor görürlerse? Woo Joon, biz ne yapacağız?”



Woo Joon, sorduğu sorunun nerelere gittiğini görünce sinirle doğruldu ve
“Çocuklar, siz çoktan kabullenmişsiniz ama ben hala kabul etmedim. Gerekirse
babama kafa tutarım…”



Woo Joon’un sözünü kesen Sung Mo olmuştu “En son babama kafa tutacağını
söylediğinde araban elinden alınmıştı ve iki hafta parasız gezmiştin.” Sinsice
bir gülüşten sonra lafına devam etti. “Herhalde hala babama kafa tutmaman
gerektiğini anlayamamışsın.”



Sung Mo’nun üzerine hızla yürüyen Woo Joon, onu kovalamaya başladı. Bir
yandan da “Sen konuşma pis uyuşturucu tesircisi, senin yüzünden düştük hepimiz
bu duruma şimdi de bizimle eğleniyorsun ha? Gel buraya, sürüngen yaratık.” diye
bağırıyordu.



Sung Mo koşarak odanın dışına çıktı, Woo Joon ise onun peşinden, avını takip
eden kaplan gibi koşuyordu. Ta ki sert bir tabakaya çarpana dek… Woo Joon, Sung
Mo’nun peşinden koşarken babasına çarpmış ve yere düşmüştü. Yerden kalkarken,
aynı zamanda da ürkek bir sesle babasından özür diliyordu. Babası hafifçe
öksürdü ve etrafta koşturmakta olan diğer oğluna “Ya! Sung Mo, kocaman adam
oldunuz hala çocuk gibi oynuyorsunuz.”



Bunu duyan Sung Mo sessizce babasının yanına geldi ve “Özür dilerim, baba.”
dedi kısık bir sesle.



Bu doğruydu ikisi de babasından çekiniyorlardı ama babalarını çok
seviyorlardı. Sung Mo babasına, Woo Joon annesine düşkündü aslında. Şimdi ikisi
de onlardan bir süre ayrı kalacaklardı ve bunu zorunlu olarak yapacaklardı.



Babaları hiçbir şey söylemeden odasına doğru yürümeye başladı. Arkasını
dönüp bu iki haylaza bakmadı bile. Babasının gittiğini gören Sung Mo kendini
hemen odaya attı ve onun peşinden de Woo Joon odaya girdi. Çaresiz bu sert
babanın dediklerini yapacaklardı. Masum oldukları halde bir suçu kabullenmek
değil midir bu?



*-*-* Seul Lisesi Girişi *-*-*





Soo Jin, girişte oyalanmakta olan Ah Jung ve Eun Joo’ya sinirle bağırmaya
başladı “Kızlar okulun ilk haftası geç kalmayalım. Hem, çabuk olsanıza
halletmemiz gereken bir işimiz var. Unuttunuz herhalde.”



Eun Joo dudaklarını büzerek, Ah Jung’a gösterdiği güllerle bezenmiş, süslü
pembe defteri çantasına koydu sonra da Ah Jung’a yaklaşarak “Yine kim, ne
yapmış? Bu sefer kimi tehdit ececeğiz? Neyse hadi gidelim bekletmeyelim Soo
Jin’i.” diye fısıldadı.



Girişe doğru biri koşuyordu. Bir elinde tarak, diğer elinde çantasını
sürükleyen bu güzel kız Ji Hye’ydi. Koşarak geldiği okulun girişinde, Soo
Jin’in yanına vardığında toparlanmıştı ancak. Çantasını sırtına attı ve “Niye
burada bekliyoruz kızlar, gitmiyor muyuz? Halletmemiz gereken bir iş yok mu?”
diyerek her şeyden habersiz olan Ah Jung ve Eun Joo’ya döndü. Ah Jung, elindeki
kitapları Eun Joo’ya uzattı ve sonra da Soo Jin’e doğru yaklaşmaya başladı.



“Soo Jin, hadi anlıyorum Eun Joo bilmiyor. Peki, ya ben? Ben niye
bilmiyorum?”diye sitem etmeye başladı. Bunun ardından sinirlenen Eun Joo “Ya!
Neden beni katıyorsun? Hem bende merak ettim, yine okulda bir olay mı oldu?”



Soo Jin ve Ji Hye bir ağızdan “Evet” dediler sonra da Soo Jin konuşmaya
başladı.



“Yaklaşın ve dinleyin… Birinci sınıflardan bir çocuk, herkese bizim
hakkımızda kötü şeyler anlatıyormuş önce onu halledeceğiz sonra da ikinci
sınıflardan bir kız var…”



Eun Joo çok heyecanlı bir hikâye dinler gibi biraz daha yaklaştı Soo Jin’e
ve “O kız ne yapmış?” diye sordu. Soo Jin bu sorunun ardından Eun Joo’nun elini
tuttu ve “Bizi vahşice öldürme planları kuruyormuş. Özellikle de seninle
ilgili.” dedi sonra da korkudan ödü kopan Eun Joo’ya bakarak “Şaka, şaka,
korkmana gerek yok.”



Ah Jung ve Ji Hye, Eun Joo’nun bu durumuna karşı kahkaha atmaya başladılar
ama Soo Jin bu duruma fazla gülmedi, ufak bir tebessümle kızlara el işareti
yaptı ve gitmeleri gerektiğini anlatmaya çalıştı sonra da okula doğru yürümeye
başladı. Kızlar da onu, gülerek takip ettiler. Eun Joo ise dudaklarını büzerek
Soo Jin’in koluna girdi ama Soo Jin birinin onun koluna girmesinden nefret
ederdi. Eun Joo’da bilerek yapmıştı zaten, Soo Jin’den öcünü almak için…





Kızlar toplanmıştı ve birinci sınıftaki Jun Soo adlı çocuğu, yakalamaya
gidiyorlardı. Okulun kantininde oturan çocuğu gözlerine kestirmişlerdi. Onlar
kantine girince bütün gözler onların üzerinde toplandı. Herkes kantinin masalarının
arasından hızla süzülen dört kıza bakıyordu ama ayağı takılan Eun Joo ile bütün
karizmaları kaybolup gitmişti. Eun Joo’nun yere düşmesiyle Ji Hye içinden “Of,
yine mi?” diye geçirdi. Ah Jung ise yerlerde gezen gururlarını toparlamak
adına, onlara korku dolu gözlerle bakan Jun Soo’ya yaklaştı ve onu yakasından
tek hamlede tuttu sonra da havaya kaldırdı. O sırada kendini toparlayan Eun
Joo’da, Ah Jung’u pür dikkat izleyen Ji Hye’nin yanına geçti.



Ah Jung güçlü kollarıyla havaya kaldırdığı çocuğa ukala bir gülümseme ile
bakarken bir yandan da liderlerinin yani Soo Jin’in, bir şeyler demesini
bekliyordu. Soo Jin, etrafındaki öğrencilerin ona korku dolu gözlerle bakmasına
aldırmadan, ağır adımlarla Jun Soo’ya yaklaştı ve her zaman kullandığı kısık sesiyle
“Bir şeyler duydum, acaba doğru mu diye merak ettim. Şimdi sana tek cevap hakkı
tanıyorum. Eğer doğru cevabı verirsen, Ah Jung’un seni fazla hırpalamasını
engellerim.” Soo Jin biraz durakladı sonra da işaret parmağını hayır anlamında
sallayarak “Eğer ki yanlış cevabı verirsen ve bu cevap beni tatmin etmezse…
Kantinin ortasında biraz kötü bir ortam yaratabiliriz. Biz, hepimiz, yani
sadece Ah Jung değil. Anlatabildim mi?” dedi. Bir adım geri çekildi ama ürkek
bir şekilde yutkunmaya çalışan gence daha dikkatli bakınca onun bir şey
anlamadığını düşündü. Bu yüzden sesini biraz daha yükseltti.



“Ya, Jun Soo! Şöyle anlatayım; Sen bizim hakkımızda ‘Lanet olasılar
kendilerini bir şey sanıyorlar ama bir avuç pislikten farksızlar’ diye bir şey
söyledin mi, yoksa söylemedin mi?



Jun Soo derin bir nefes aldıktan sonra ağzını açmaya çalıştı ve “E… Evet,
ama bilinçsiz… Yani kasti bir şey değil. Özür dilerim lütfen bağışlayın beni.
Yalvarıyorum…” Jun Soo’nun sözünü kesen Ji Hye’ydi.



“Hayır, hayır. Sakın bizim önümüzde yalvarma, çünkü kızların önünde yalvaran
erkeklerden nefret ederim. Senin gibi güçlü bir erkek şimdi bir kızın kolları
arasında uçuyor ve diğer bir kız tarafından sorguya çekiliyor. Bu sana da biraz
tuhaf gelmedi mi? Normalde bizim yerimizde senin olman gerekirdi değil mi? Yani
içinden bunu düşünüyorsun. Ha? Cevap versenize Bay… Bay Korkak. Ya da Bayan mı
demeliyim? Daha dediğin lafın arkasında bile doğru düzgün duramıyorsun. Bu
kadar korkuyor musun bizden? Eğer korkuyorsan neden bunları söyledin? Soo Jin
sana bir şans daha verirse şunu bir düşün olur mu? Bu okulda kim ne derse, ne
yaparsa, ne giyer ve hatta ne yerse, bunu duyan ilk kişi biz oluruz. Ve buna
inan, bunları, yapan kişiden önce algılarız ve ona göre bir yol çizeriz.
Yenisin diye bilmiyorsundur belki, hatırlatayım dedim.”



Ji Hye daha fazla konuşmak istiyordu ama Eun Joo’nun esnemesi onun dikkatini
bozmuştu ve ona dönüp gözlerini yırtarcasına bir bakış attı. Eun Joo’da bu
bakıştan sonra yaslandığı duvardan ayrıldı ve doğrulmaya çalıştı. Sonra da Soo
Jin’in kulağına “Ji Hye değil mi? Yaptı yine felsefesini.” diye fısıldadı. Soo
Jin’in ters bakışına maruz kalınca da gözlerini, onlardan deli gibi korkan
öğrencilere çevirdi. Onlara küçük bir gülümseme ile “Siz yemeğinizi yiyin,
rahatsız olmayın bizim işimiz onunla.” dedi kısık bir sesle. Sonra da, Ah
Jung’un havaya kaldırdığı Jun Soo’ya bakmaya başladı.



Soo Jin, Eun Joo’nun bu hareketine bir “Of…” çekerek karşılık verdi ve işi
bitirmek adına Jun Soo’nun yakasına aniden yapıştı. Bu ani hareketi kantindeki
herkesin biraz daha ürkmesine neden olmuştu. Kimileri yanındaki arkadaşına
biraz daha sokuldu, kimileri ise bir adım daha geri çekildi.



Soo Jin, Ah Jung’a gözleriyle tamam anlamında işaret yaptı sonra da Jun
Soo’nun yakasına biraz daha asıldı. Geri çekilmekte olan Ah Jung, ani bir
hareketle Jun Soo’nun karnına bir yumruk attı. Bu Soo Jin’in beklediği bir
hareketti bu yüzden fazla şaşırmamıştı ama Eun Joo’nun tuhaf bir şekil alan
yüzü ve ağzını kapatmak için uğraşan elleri, Ji Hye’nin “Bu kız bize hiç
alışamayacak. Bu şaşkınlık neden?” diye düşünmesine neden olmuştu.



Her zaman olduğu gibi soğukkanlılığıyla dikkat çeken Soo Jin, acıdan
kıvranmakta olan Jun Soo’nun yakasını bıraktı ve kantindeki diğer öğrencilere
dönerek bağırmaya başladı.



“Beni dinleyin! Kimse bize karşı gelmeye kalkmasın. Çünkü eğer kalkarsa,
bundan büyük bir yara ile kurtulur belki de kurtulamaz kim bilir? Siz bize iyi
olun ki biz de size iyi olalım çünkü bu okulun asıl sahibi biziz.”





1.Bölüm Sonu





**--**--**--**



YENİ HİKÂYEMİ NASIL BULDUNUZ? UMARIM BEĞENİRSİNİZ. YORUMLARINI BEKLİYORUM.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:29 pm

Yazar: Demet Hancı

Tür: Romantik – Komedi – Okul



2. Bölüm



^Woo Joon’un Odası ^



Woo Joon hüngür, hüngür ağlayan annesine dönüp “Anne, sakin ol. Dünya’nın
öbür ucuna gitmiyoruz ya alt tarafı bu şehrin diğer ucuna gidiyoruz. Berbat bir
okula…” Son söylediği cümleyi kısık bir sesle ve sinirle söylemişti Woo Joon.
Ağlamaklı gözlerle yanında duran çelimsiz kardeşine döndü ve “Yaaa! Ağlama
maymun! Bir çare düşün baksana gidiyoruz, hem de senin yüzünden. Of…” diye
söylendi.



Annesi onların odasında çıktı ve salona geçti. Giderken hala mendille nemli
gözlerini siliyordu. Sung Mo ise nemli gözlerinin ardında usulca uyuyan
kurnazlığıyla bir fikir öne sürmek istedi. Bu yüzden de Woo Joon’un kulağına
yaklaşıp “Bence bir kaçış planı yapıp, evden kaçalım böylelikle kurtuluruz.”
diye fısıldadı.



Bu saçma fikir karşısında yerle bir olan Woo Joon, Sung Mo’nun kafasına
sertçe vurdu ve “Orangutan! Beynin nerede senin? Evden kaçsak ta, bizi evden
gönderseler de aynı yola çıkmıyor mu? İkisinde de beş parasız kalacağız.
Kahretsin, maalesef o lanet okula gitmek zorundayız.” diye bağırarak, elini
odanın demir kulplu beyaz kapısına hızla vurdu. Acısını hissetmiyordu bile, içi
o kadar nefret doluydu ki hiçbir şey düşünemiyordu. Kim düşünebilir ki zaten?
Mecburdu… Bunu kendide biliyordu ama yine de bir çözüm bulmak istiyordu bu
düğüme. Düğümü çözüp atmak istiyordu ama nafile…







^ Soo Jin’in Evi ^





Eun Joo elindeki tabağı masanın üzerine koydu sonra da çubuklarını, içi
ramen dolu tabağa daldırmak için hazırlanmaya başladı ama ondan önce davranan
kişi eve daha yeni ayak basan, Ah Jung olmuştu.



Ah Jung tabağı eline aldı ve odasına doğru koşmaya başladı. Eun Joo’da
elinden oyuncağı alınmış bebek edasıyla kovalıyordu onu, çünkü Eun Joo’nun tek
ve en büyük eğlencesi yemek yemekti. Bunun da elinden alınması onu katlanılmaz
biri yapıyordu bu yüzden genelde kimse onu yemeğinden ayırmazdı ama nedense
bugün Ah Jung hiç yapmadığı bir şeyi yapmıştı. Eun Joo’nun yemeğine göz
koymuştu belki de dışarıdan yeni geldiği için acıkmıştı ama bu Eun Joo’nun
öfkesini dindirmezdi.



Eun Joo, elinde ona ait tabak ile odasına kapanan Ah Jung’u dışarı çıkarmak
için odasının kapısını tekmelemeye başladı.



Eun Joo, bir yandan da bağırıyordu “Ah Jung! Çık dışarı. Sen benim yemeğime
nasıl el koyarsın? Çık çabuk dışarı ver tabağımı da. Ben onu yapmak için ne
kadar uğraştım biliyor musun? Çok özel bir ramen o, sakın yeme onu.”



Ah Jung kapının açılmaması için kapının önüne diz çökmüştü, bir yandan da
tabaktaki yemeği yiyordu. Eun Joo’nun sinirlendiğini görünce hemen kapıyı
yarıladı ve tabağı kapının önündeki Eun Joo’ya uzattı. Eun Joo içinden “Hele
şükür” diye geçirdi ve tabağı çekip aldı. Bunun üzerine Ah Jung da kapıyı
kapatıp kilitledi.



Eun Joo içine bakmadan aldığı tabağı masanın üzerine koydu ama gördükleri
karşısında kıpkırmızı olmuştu. Tabak bomboştu ve Eun Joo’nun büyük uğraşlar
vererek hazırladığı yemek, şuan da büyük bir ihtimalle Ah Jung’un midesine
doğru yol alıyordu.



Sinirden buz kesilmiş ellerini masanın üzerine koyan Eun Joo, kızarmış
gözlerini Ah Jung’un odasına doğru çevirdi. Tam o tarafa doğru yürüyecekti ki
kapının kilidi Eun Joo’nun tüm dikkatini bozmuştu. Gelen Soo Jin’di ve elinde
de bir poşet vardı. “Kim bilir ne var içinde?” diye geçirdi aklından Eun Joo.



Soo Jin elindeki poşeti Eun Joo’ya uzattı ve “Suratının hali ne? Pancara
dönmüşsün. Neyse şunları hazırla da yemek yiyelim. Bugün dışarıdan aldım, bir
değişiklik yapalım dedim. Nasıl yapmışım?” dedi sonra da elinden poşetleri alan
Eun Joo’nun ona sarılmasıyla “Yaa! Neyim ben? Oyuncak ayı mı? Her önüne gelen
sarılıyor, gören de benim sevgi yumağı falan olduğumu zannedecek. Tamam, Eun
Joo geri çekil mayınlı bölgeye basmadan çabuk mutfağa dön ve yemekleri
hazırla.” diye söylenmeye başladı. Aslında Eun Joo’yu kardeşi gibi sevdiği için
bu çok hoşuna gidiyordu ama yapısı gereği, sert gözükmek istiyordu.





^ Chae Min’in Odası ^





Chae Min uzandığı koltuktan, kaldırdığı başıyla Tae Sun’a bakarak “Ben
gitmeyi kabul ediyorum, Tae Sun’da öyle. Değil mi Tae Sun?” diye sordu
kendinden emin bir şekilde.



Tae Sun başını evet anlamında salladı ama bu hareketi Woo Joon’un hiç hoşuna
gitmemişti. Woo Joon onların kendisine destek olmasını istiyordu ama onlar şuan
da üç kösteği oynuyorlardı.



Sung Mo da oradaydı ama o da diğerleri gibi sessizliğini koruyordu. Her ne
kadar dışarıdan kuzuların sessizliği gibi gözükse de, dördü odanın içinde
sessiz sinema oynuyorlardı sanki. Sessizliği bozan kişi, odaya baskın yapar
gibi giren Chae Min’in babası, Han Young, olmuştu.



Han Young, çok ciddi ve sert bir adamdı yani Chae Min babasına hiç
çekmemişti. Çünkü Chae Min, babasının zıttı özelliklerini taşıyordu.



Han Young, odadaki gençlerin üzgün ve solgun suratlarını görünce biraz
keyiflenmişti. O da, bu dört gencin o okulda okumasına razı olmuştu hatta ilk
kabul eden kişiydi. Odaya da, Chae Min’e “Eşyalarını hazırladın mı? Koyun
bekleyen çoban gibi oturacağına, bavullarını hazırlasana. Yarın gideceksiniz.”
demek için gelmişti.



Chae Min, uyarıyı alınca yayıldığı sandalyeden kalktı ve ellerini birbirine
bağlayarak önünde birleştirdi. Ağzını açıp bir şey demek istese de aldığı
terbiye ve babasına duyduğu derin saygıdan dolayı eğik başı ile babasının
çıkmasını bekledi. Diğerleri de aynı durumdaydı, hepsi de babalarının
suratlarına doğru düzgün bakamıyordu. Ortada, işlenen bir suç yok muydu? Belki
Sung Mo suçsuzdu ama Woo Joon’un tavrı doğru muydu? Kardeşini korumuştu ama
cezalandırılıyordu. Bu onun öfkesini kontrol edememesinin yol açtığı bir sorun
değil miydi? Dolaylı olarak bakıldığında ortadaki tek suçlu Woo Joon’du ama
hepsi ceza almak zorunda mıydı?





^ Soo Jin’in Evi ^





Soo Jin koltukta sızıp kalmıştı, Eun Joo kocaman açılmış gözleriyle
dikkatlice televizyona bakıyordu. Acaba, izlerken televizyonun kumandasını Eun
Joo’nun ağzına sokturan film hangi filmdi?



Eun Joo kumandayı ağzından çıkarttı ve “Gerçekten inanılmaz” diye haykırdı.
Odasından çıkan Ah Jung, Eun Joo’nun bu halini görünce ne izlediğini merak etti
ve televizyona doğru eğildi. Gördükleri karşısında karnını tutmaya başladı
çünkü o kadar gülmüştü ki bir an karnı patlayacak sandı. Eun Joo, yanında deli
gibi gülen Ah Jung’a “Yaa! Acı turpum, ne oldu? Neye gülüyorsun?” diye sordu.



Beklediği cevap gülmekten yerlere yatmış olan Ah Jung’un ağzından güçlükle
çıktı “Sen… Hala… Çizgi film mi izliyorsun? Hem de böyle heyecanlı bir
şekilde?”



Eun Joo kendisiyle dalga geçen bu güçlü kıza kolunun altındaki yastıkla
karşılık verdi. Yastığı bir anda yüzüyle karşılayan Ah Jung hemen kendini
toparladı ama o kadar gülmüştü ki gözlerinden yaşlar gelmeye başlamıştı artık.
Ayağa kalktı ve kollarını birbirine bağladı. Yere düşen arkadaşıyla dalga geçen
kız gibi “Okulun en vahşi çetesinin, biricik üyesi Eun Joo, boş vakitlerinde
bebek çizgi filmleri izliyor. Üstelik lise son sınıfta… Haha ha”



Onların gürültüsüne uyanan Soo Jin gözlerini ovuşturdu ve “Yaa! Siz, bu eve
geldiğinizden beri rahat bir uyku çekemedim. Sabah akşam kavga…” diye bağırdı,
bu sefer de o başının altındaki yastığı Eun Joo’nun koluna fırlattı. Eun Joo
ona karşılık vermedi çünkü ona karşı beslediği sevgi ona tepki vermesine izin
vermiyordu. Sadece arkasını döndü ve küstüğünü belli etmeye çalıştı ama Soo Jin
oralı değildi.



Kapının zili, hala gülmekte olan Ah Jung’un, arkasını dönüp uyumaya çalışan
Soo Jin’in ve içinden “Ben bu Ah Jung’u öldürürsem acaba kaç yıl yatarım? Belki
de yatmam böyle bir gıcığı yok ettiğim için ödül bile verebilirler.” diye
düşünen Eun Joo’nun gözlerinin kapıya yönelmesine neden olmuştu.





^^ Ertesi gün – Seul Lisesi ^^





Soo Jin okulun girişindeki çocukları vahşi bir kaplan gibi itiyor ve
içlerinden geçmeye çalışıyordu. Amcasının yani okul müdürünün odasına
gidiyordu. Arkasından koşarak onu takip eden üç kızda onu durdurmaya
çalışıyordu ama nafileydi çünkü kimse Soo Jin’e yetişemezdi.



Eun Joo annesini kaybeden bir çocuk gibi nereye gittiğini bilmeden
koşuyordu. Ah Jung ile Ji Hye ise Soo Jin’in öfkesini fark etmiş ve onu tutmak
için koşuyorlardı.





Soo Jin müdürün odasının önünde dikilen genç kızı, havaya kaldırdığı eliyle,
pençe atarcasına bir vuruş ile kenara itti. Odaya girdi ve sandalye de uyumakta
olan amcasına “Amca! Duyduklarım doğru mu?”



Belli ki bir şeyler olmuştu. Dün gece gelen kimdi ve Soo Jin’in
sinirlenmesine neden olacak ne söylemişti?





2. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:30 pm

3. Bölüm





“Amca! Duyduklarım doğru mu?”



Soo Jin titreyen ellerini masanın üzerinde kontrol edemezken, odaya hızla
giren üç arkadaşı onu hiç rahatsız etmemişti. Ah Jung, müdürün yanına gitti ve
pek nadir kullandığı kısık sesiyle başladığı konuşmasını bağırarak bitirdi.



“Bir açıklama bekliyoruz. Duyduklarımız doğru mu? Burası oyun bahçesi mi?
Nasıl olur böyle bir şey aklım almıyor.”



Müdür Kim, şaşkınlıkla etrafındaki kızlara baktı ve “Sakin olun kızlar.
Açıklama yapacak bir şey yok. Onların bu okula gelecek olması sizi bu kadar çok
mu rahatsız etti? Asıl ben anlam veremiyorum, onların size bir zararı
dokunmayacak hem okulumuz içinde iyi olacak, inanın bana.”



Soo Jin, yaz güneşinin, ışınlarının geçmesine engel olan bir dağa kızması
gibi kızıyordu amcasına içten içe, ama yapacak bir şeyi yoktu çünkü ne yaparsa
yapsın, gelmelerini istemediği, o dört züppe bu okula gelecekti. Belki onlara
çektirecekti ve bu okuldan gitmeleri için elinden geleni yapacaktı.



Soo Jin, amcasına döndü ve uzun boynunu dik tutarak “Geleceklerse gelsinler
ama şunu bil ki… Onların bir gününü rahat geçirmelerine izin vermeyeceğim. Buna
dayanırlarsa kalırlar, ama dayanacaklarını sanmıyorum, bu yüzden sen şimdiden
onların nakil kâğıtlarını hazırlamaya başla.”





^^ Geriye Bakış – Soo Jin’in Evi ^^





Kapının zili, hala gülmekte olan Ah Jung’un, arkasını dönüp uyumaya çalışan
Soo Jin’in ve içinden “Ben bu Ah Jung’u öldürürsem acaba kaç yıl yatarım? Belki
de yatmam böyle bir gıcığı yok ettiğim için ödül bile verebilirler.” diye
düşünen Eun Joo’nun gözlerinin kapıya yönelmesine neden olmuştu.



Soo Jin kapıyı açmak için kalktı ve yürümeye başladı. İçinden “Bu saatte kim
gelir ki? Acaba kötü bir haber mi var? Of… Ne maceralı bir hayatım var benim.”



Kapı açılmıştı ve Soo Jin’in karşısında duran genç ona, soluk soluğa kalmış
bir vaziyette ve endişeli gözlerle bakıyordu. Bu genç, çetenin okuldaki gözü
kulağıydı ne haber varsa gelip çeteye anlatırdı. Adı Hae Won’du ve Soo Jin’e
karşı derin hisler besliyordu ama Soo Jin bu çelimsiz, gözlüklü ve son derece
akıllı olan bu çocukla zerre kadar ilgilenmiyordu. Hae Won okulun ineğiydi ve
çok saf biriydi. Soo Jin bu gizli iş için özellikle onu seçmişti çünkü kimse
onun bu işe layık olmayacağını düşünüp, onun bu görevi aldığını tahmin
edemeyecekti. Bir diğer neden ise Hae Won’un zeki olmasıydı. Zeki biri olayları
çabuk kavrar ve buna göre bir yol çizer değil mi? İşte bu yüzden bu iş için en
uygun kişi Hae Won’du.



Soo Jin karşısında ki soluk soluğa kalmış gence uykulu gözlerle bakarken
onun yüzünde ki ifadeden yola çıkarak bir şeyler tahmin etmeye çalıştı. Onun
içeri girmesi için kapıyı açık bıraktı ve uzun, kırmızı ve son derece rahat
olan kanepesine doğru yürümeye başladı.



Hae Won açık kapıdan içeri girdi ve gözlerini, savaş çıkmış gibi dağınık
olan evin her tarafında ağır ağır gezdirdi. Bakış açısını bozmadan koltuğa
doğru yürümeye başladı.



Eun Joo gelen kişiyi hiç umursamadan televizyonuna dönmüştü ve çizgi filmini
izlemeye başlamıştı. Ah Jung’da, Hae Won’un neden geldiğini merak ettiği için
Soo Jin’in yayıldığı kanepenin kenarına sıvışıverdi. Dikkatle Hae Won’un
izliyorlardı ve Hae Won’un buz tutmuş dili artık yavaşça çözülüyordu.



“Okula yeni birileri gelecekmiş.”



Ah Jung merakla beklediği konuşmanın böyle bir sonuca vardığını görünce
“Yaa, Hae Won! Bu muydu? Her gün yeni biri geliyor zaten. Onlarla da biz mi
ilgileneceğiz? Zaten başımızda bir deli var.”



Eun Joo “Koca beyinli! Buraya bak, sen ne biçim bir insansın ya? Benimle
uğraşmak çok mu hoşuna gidiyor?” diye bağırmaya başladı Ah Jung’a. Bunun
üzerine Hae Won’a dikkatle bakan Soo Jin, Ah Jung’un köpüren ağzının açılmadan
kapanması için “Sessiz olun. Hae Won sen konuş, tek sorun bu mu?” diyerek Hae
Won’un gözlerini, sözlüye kalkan çocuğu dikkatle süzen öğretmen gibi süzmeye
başladı.



Soo Jin’in gözlerindeki merak, zor geçen sınavdan beklenen notun verdiği
merakla yarışıyordu adeta. Gözlüklerinin çerçevesini hafifçe sarsan Hae Won,
ürkek bir sesle “Duyduğuma göre okula gelen dört kişi Seul’un en zenginlerinin
gittiği okuldan atılmışlar ve babaları da onlara ceza olarak buraya
gönderecekmiş.”



Soo Jin’in merakla dolan gözleri şimdi siyah bir gölge ile savaşıyordu.
Aniden yerinden kalktı ve gözlerini, korkudan titremeye başlayan Hae Won’un
gözlerine dikti. Sonra da onu yakasından tutarak “Ya! Şaka falan mı bu? Sen ne
dediğini sanıyorsun. Kahretsin! Amcam ne yapmaya çalışıyor? Nasıl alır onları
okula. O alsa bile ben izin vermem bir kere.” diye bağırmaya başladı.



Hae Won, Soo Jin’e olan sevgisinin, Soo Jin’den kortuğu zaman yok olacağını
düşünüyordu ve bunu hiç ama istemiyordu. Bu yüzden Soo Jin’e bakmamaya
çalışıyordu yoksa ondan korkacak ve içindeki sevgi de yok olup gidecekti.
Gözlerini kapadı ve dişlerini sıkmaya başladı.



Soo Jin’i kendine getiren Ah Jung olmuştu. Soo Jin’i omuzlarından tutarak
sertçe sarstı ve “Kendine gel Soo Jin. Bu konuda elimizden bir şey gelmez.
Lütfen sakin ol.” diyerek Soo Jin’in sakinleşmesini beklemek üzere koltuğa attı
kendini. Zaten Soo Jin de Hae Won’u bırakmıştı ve çoktan derin düşüncelere
dalmıştı bile. Tek istediği bunun bedelini amcasına ödetmekti.



Soo Jin derin bir iç çekti ve kızlara bakarak “Yarın erken çıkalım evden. Ji
Hye’yi de arayın, haberi olsun. Ben yatıyorum.” dedi ve bunun ardından Eun Joo
“Peki ben ararım.” diyebildi sadece.







^^ Geriye Bakış – Son ^^





Ji Hye not defterini karıştırıyordu ve Eun Joo’da onun yanında oturuyor inatla
defterin içindekilere bakmaya çalışıyordu ama Ji Hye o defteri gizlemeye devam
ediyordu. Eun Joo sonunda pes etti ve bahçedeki banklardan birine oturup derin
düşüncelere dalan Soo Jin’in yanına doğru koşmaya başladı.



Soo Jin, Eun Joo’nun kendisine doğru geldiğini görünce “Yaklaşma, Eun Joo!
Şimdi seninle uğraşamam git Ah Jung’un başını şişir. O züppeleri burada
tutmamak için bir şeyler düşünüyorum.” diyerek aşağıya doğru sarkık olan
bacaklarını karnına doğru çekti. Eun Joo şişirdiği yanaklarıyla konuşmak için
kendini zorluyordu.



“Aşk olsun, Soo Jin. Kimse beni istemiyor zaten. Hem, o çocukları buradan
göndermek hiçte zor olmasa gerek. Sonuçta onlar zengin ve rahatlar, senin
eziyetlerine dayanamazlar.” diyen Eun Joo’yu kucaklayan Soo Jin “Sen bizim
gururumuzsun Eun Joo, tabi ya ben onlara çektirirsem onlarda giderler. Sonuçta
onlar bu yaşama alışık değiller. Eminim geri dönmek için babalarına
yalvaracaklar. Ah Jung’un yumrukları, Ji Jye’nin lafları, benim eziyet etme
kapasitem ve senin…”



Eun Joo heyecanlı bir şekilde, Soo Jin’in yarım kalan sözüne devam etmesi
için “Evet, benim…” dedi ve Soo Jin’in ekşiyen suratına biraz daha dikkatli
bakmaya başladı. Soo Jin ağzını açtı ve dişlerini sıkarak, kısık bir sesle
“Senin parlak fikirlerin.” diyebildi sadece.



Soo Jin tam arkasını dönüp gidecekti ki Eun Joo’ya dönüp “Çıkışta alışverişe
gideceğiz sakın unutma.” diye seslendi. Eun Joo’da başıyla onayladı.



^^ Woo Joon ve Tae Sun, Markette! ^^





Woo Joon eline aldığı her şeyi sepete atıyordu. Bu durumdan rahatsız olan
Tae Sun, “Yaa! Alışveriş özürlüsü, her eline geleni atmasana şuraya… Hayatında
ilk defa ev için alışveriş yaptığını çok belli ediyorsun. Bana bak ve sakin ol.
Elindekileri yavaşça sepete bırak ve arkanı dönüp, ellerini cebine sok.”
diyerek, Woo Joon ile dalga geçmeye başladı.



Tae Sun’un bu tavırına sinirlenen Woo Joon elindeki un paketini ona doğru
fırlatacaktı ki yanlarına yaklaşan genç kız onun sakinleşmesine sebep oldu.
Onlara doğru yavaş ve emin adımlarla yaklaşan kız elini Woo Joon’un omzuna
koydu ve sinsice bir gülümseme ile “Woo Joon’du değil mi? Hatırladın mı beni?
Barda tanışmıştık, hatta beni evine getirecektin ama telefonun çalınca gitmek
zorunda kalmıştın. Hala hatırlamadın mı?” diye sitem etmeye başladı. Kızın kim
olduğunu son anda hatırlayan Woo Joon, sevinçle haykırdı.



“Yeon Hee… Evet ya, seni nasıl unutabilirim ki?”



Bunu duyan genç kızın, Yeon Hee’nin, suratında oluşan ifade, kaybolan
çantasını bulan kadının sevinci ile denk düşüyordu. Yeon Hee, Woo Joon’un
omzunda olan elini bu sefer onun yanağına doğru getirdi ve “Peki, şimdi bir
şeyler içer miyiz?” diye sordu Woo Joon’un taştan daha sert olan gözlerine
bakarak.



Woo Joon, Yeon Hee’nin istediği cevabı verecekti ama o anda omzuna yediği
sert yumrukla kendini, önünde durduğu rafların sonunda buldu. Bunu yapanı
aramasına gerek yoktu çünkü bunu yapan kişi zaten belliydi… Tae Sun! Woo
Joon’un ve karşısındaki kızın yılışık tavırlarını daha fazla izlemek ve
halletmesi gereken işin uzun sürmesini, istemediği için Woo Joon’un koluna sert
bir hamle yaparak onu rafların sonuna kadar sürüklemişti.





Woo Joon kendini, bir akrebin saldırma hızından bile hızlı toparladı. Tae
Sun’un ona neden vurduğunu da aynı hızla algılamıştı bu yüzden bir an önce Yeon
Hee’yi oradan uzaklaştırmak adına ona dönüp “Bir kahveye asla hayır demezdim
ama şu an çok meşgulüm. Başka bir zamana, söz ben ısmarlayacağım.” diyerek Yeon
Hee’nin oradan uzaklaşmasını bekledi.



Yeon Hee onlarla vedalaştı ve oradan hızla uzaklaştı. Onun gittiğini gören
Tae Sun, Woo Joon’un kolunu dürttü ve “Hadi daha çok işimiz var. Yarın eve
yerleşeceğiz, babamın verdiği parayla bir şeyler alalım yoksa o evde
yiyeceksiz, aç, susuz kalırız. Elini çabuk tut saat 5’te evde olmalıyız. Şu evi
bir görseydik iyi olurdu ama baban izin vermedi ki gidip bakalım. Neyse yarın
göreceğiz sonuçta. Sen git şuradan temizlik malzemelerini al, ben de pirinç
alacağım.”



Woo Joon, Tae Sun’un bir açığını yakalamış gibi gülmeye başladı sonra da
“Temizlik bizim işimiz mi şapşal? Hizmetçiler alır onları biz yemekleri
alalım.” diyerek Tae Sun’un suratında aptal bir gülümseme oluşmasını sağladı.
Tae Sun, arkadaşının bu salak tavrı karşısında ona vurmamak için zor tuttu
kendini ve “Ya! Sen bunca senedir yaşıyor muydun? Yoksa bir kenara çekilip
gerçeklerin arkasından bizimi gözetledin?” diye sordu arkadaşına sonra da “Ben
bize tuttukları evin ne kadar berbat olabileceğini düşünürken sen hizmetçiler
hayal ediyorsun. Dostum sen bunun bir ceza olduğunu unuttun sanırım. Şimdi
bırak aptal aptal konuşmayı da git temizlik malzemelerini al… Ve de sakın bu
konuyla ilgili bir daha konuşma. Zaten bir suçum yok ama senin yüzünden ceza
alıyorum.” diye ekledi, ona şaşkınlıkla bakan arkadaşına.



Woo Joon bir şey dememek için kendini zor tuttu ve dişlerini sıkarak oradan
uzaklaştı. Temizlik malzemelerinin oraya doğru yürümeye başladı. İçinden “Ben
bu Tae Sun’u öldüreceğim… Hayır, öldürmekle olmaz, eğer o ölürse babası da beni
vurur. Eğer babası beni vurursa babamda onu vurur. Sung Mo salağı da artık
babam için birkaç temiz çamaşır falan taşır herhalde hapishaneye, ne de olsa
sevilen evlat o kadar olsun artık. Ah… Ben gerçekten çok önemli bir insanım bir
hatamla bütün aileyi beraberimde bataklığa sürüklerim. Ama şimdilik şu işi
halletmeliyim. Of… Ben ne anlarım ki temizlikten. En son temizlik yaptığımda…
Kaç yaşındaydım? Dur bir dakika, ben hiç temizlik yapmadım ki.” diye
geçirirken, karşısındaki kızı fark edemedi ve kıza sert bir şekilde çarptı.



Kız yere kapaklandı ve Woo Joon’da birkaç adım geriledi. Woo Joon, kendini
toparladı ve kıza doğru yaklaşmaya başladı. Arkadan gelen seslerle birlikte,
yerdeki kızın yüzüne bakamadan arkasını dönmek zorunda kaldı.



“Soo Jin, iyi misin? Ne yaptı bu çocuk sana?”





3. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeCuma Tem. 08, 2011 4:17 pm

Kızların Egemenliği - 4. Bölüm

Yazar: Demet Hancı

Tür: Romantik – Komedi – Okul



4. Bölüm





“Soo Jin, iyi misin? Ne
yaptı bu çocuk sana?”



Woo Joon’u kendine getiren
bu ses Ah Jung’a aitti ve arkasında da Eun Joo vardı. Ah Jung, sevdiği adamı
başkasına kaptırmış gibi bağırıyordu.. Woo Joon onun bu tavrına şaşırmıştı ama
ukala bir tavır ile Ah Jung’a cevabını vermeyi de ihmal etmedi.



“Ne mi yaptım? Ben bir şey yapmadım bir kere. Siz onu arkadaşınıza söyleyin
kafası yukarıda, önüne bakmadan yürüyen o. ”



Kendini toparlamaya çalışan Soo Jin, Eun Joo’un yardımıyla yerden kalktı ve
Woo Joon’un üzerine doğru yürümeye başladı. Eun Joo, Soo Jin’i kötü bir şey
yapmaması için tutmaya çalışıyordu ama Soo Jin ısrarla onun kolunu itiyordu ve
artık Soo Jin, kendisi hakkında atıp tutan Woo Joon’un önüne gelmişti.
Merdivenlerden düşmüş gibi ağrıyordu her yeri. Ne de olsa karşısında dev gibi
uzun bir çocuk duruyordu. Soo Jin karşısındaki bu uzun ve biçimli vücudu daha
fazla incelemeden, gözlerini Woo Joon’un gözlerine getirdi ve “Ben miydim,
kafası yukarıda yürüyen? Sen kendine bakmadın herhalde, deliler hastanesinden
kaçmış gibi bir halin vardı. Etrafına bakmadan yürüyordun. Bana çarpan sendin,
ben sana çarpmadım. Bunu o kalın kafana sok önce!” diye bağırdı gözünü
kırpmadan.



Bu durum Woo Joon’un hiç hoşuna gitmemişti. İçerisindeki herkesin onu
tanıdığı alışveriş merkezinin, temizlik raflarının önünde bir kız tarafından
ağır sözler işitmek… Bu durum Woo Joon’un katlanabileceği bir durum değildi
tabii ki de. Soo Jin’i susturmak istiyordu ve bunu nasıl yapabileceğini
düşündü. Ona karşılık verip kendini küçük düşüremezdi. O sırada bir sorun olup
olmadığını öğrenmek için yanlarına gelen müdür, Woo Joon’un karizmasının
tamamen dağılması demekti ama artık bir şey yapamazdı çünkü alışveriş
merkezinin sahibi aynı zamanda da Woo Joon’un babasının bu alışveriş
merkezindeki gözü kulağı olan Bay Han, onların yanına çoktan gelmişti bile.



Bay Han sesini temizlemek için öksürdükten sonra en tiz sesiyle “Woo Joon
Bey, bir sorun mu var? Bir şikâyetiniz mi var?” diye sordu Woo Joon’a. O kadar
güçsüzdü ki Woo Joon’un yanında, ne yapacağını bilemiyordu. Eğilmekten yerlere
değen boynunu kaldırdı Bay Han ve cevap beklercesine baktı Woo Joon’a ama gözlerinde
halen daha korku ve gerilim dans ediyordu.





Woo Joon “Hayır, bu olamaz beni rezil etti, şu kıza bak. Hayır… Buna izin
veremem.” diye geçirdi içinden ve Bay Han’a dönüp “O kızı çantasına bir şey
atarken gördüm. Bu yüzden ona çarptım ve onun kaçmasını engellemek istedim.
Benden bu kadar gerisini siz halledersiniz.”



Woo Joon tam arkasını dönüp gidecekti ki Soo Jin’in çığlıklarıyla irkildi.



“Ya! Sen buraya baksana, ne sanıyorsun kendini? Bana bunun için çarpmadığını
ikimizde biliyoruz.”



Bunları duyan Woo Joon arkasını döndü ve “Ben gördüklerimi söylüyorum tamam
mı, küçük hanım? Gerçi senin gibi bir kıza hanım demek ne kadar doğru bilemem.
Küçük uzaylı demek daha mantıklı değil mi?” diyerek dalga geçti sakin olmaya
çalışan Soo Jin ile. Sonra da arkasını dönüp yürümeye çalıştı.



Eun Joo kendisine laf atılmış gibi atıldı Soo Jin’den önce ve “Portakal
surat, nereye gidiyorsun? Bu kadar kolay mı iftira atmak? Kameralara
bakıldıktan sonra gidersin. Sonuçta özür borçlusun, değil mi?” diye sitem etti
ama Bay Han onları dinlemiyor sadece Woo Joon’un sözlerini dikkate alıyordu, bu
yüzden güvenlik görevlilerini çağırdı ve “Hemen şu kızın çantasını arayın.”
diye emir verdi. Woo Joon bunu duydu ama duymamış gibi davrandı çünkü tek
istediği oradan uzaklaşmaktı.



Güvenlik görevlileri Soo Jin’in çantasını aramaya yeltendiği sırada hiç
kimsenin yokluğunu farkına varmadığı biri vardı. Ji Hye… Ji Hye onları uzaktan
izliyordu aslında izliyor muydu pek belli değildi, çünkü olduğu yerde
donakalmış bir vaziyette sadece Woo Joon’a bakıyordu. Aşkla bakıyordu ona ve
hiç göz kırpmadan izliyordu onun her hareketini. Gözleri bile nemlenmişti.
“Artık buna dayanamam.” diye geçirdi içinden ve çıkışa doğru koşmaya başladı
ama onun gittiğini gören tek kişi olanları Ji Hye gibi uzaktan izleyen Tae
Sun’du.



Tae Sun, Ji Hye’yi birine benzetmişti. Arkasından gidip yüzüne bakmak istedi
çünkü Ji Hye elleriyle ağzını kapatarak koşmuştu. Sanki sesinin duyulmasını
istemiyordu. Tae Sun onun peşinden gitmedi, çünkü o sırada Woo Joon ile
ilgilenmesi gerekliydi bu yüzden hızla olay yerine vardı.



Woo Joon’un uzaklaşmaya çalışırken bir anda arkasından gelen sesle irkildi.



“Kız doğru söylüyor, Woo Joon Bey. Önce kayıtlara bakalım sonra rahatça
evinize gidersiniz.”



Woo Joon bu sesi tanıyordu ve arkasını dönüp “Tae Sun sen kimin yanındasın?
Benim doğru söylediğime inanmıyor musun?”



Tae Sun’dan gelen cevap Woo Joon’un şaşırmasına aynı zamanda da
sinirlenmesine neden olmuştu. Çünkü Tae Sun “Hayır, inanmıyorum.”diye
bağırmıştı ona doğru.



Woo Joon mecburen onların yanına doğru ilerlerken, kızlar da Tae Sun’a
bakıyordu ve unuttukları şey Ah Jung’un aklına geldi.



“İnanmıyorum, Ji Hye nerede?” diye bağıran Ah Jung’un ağzından çıkan “Ji
Hye” kelimesi Tae Sun’un gözlerindeki ışıltıyı söndürmüştü. Tae Sun hemen Ah
Jung’a dönüp “Ji Hye? Şurada bekleyen kız, Ji Hye miydi?” diye sordu ve meraklı
gözlerle ona bakmaya başladı.



Ah Jung bu duruma biraz sinirlenmişti ve “Sana ne? Sen önce şu köpeğine
sahip çık ta gerisi seni ilgilendirmez. İftiranın bedelini ödeyeceksiniz.” diye
çıkıştı. Soo Jin onu sakinleştirmek için elini tuttu ama etrafta sinirden
yıpranmakta olan iki kişi daha vardı…



Tae Sun, “Biz? Afedersin ama ben kimseye iftira atmadım, atan kişi orada ne derdiniz
varsa onunla görüşün.”diye sitem ederken, Woo Joon’da “Köpek? Benden mi
bahsediyor şu dalmaçyalı?” diye köpürürken ‘Dalmaçyalı’ lafını duyan Ah Jung,
Soo Jin’in elini kendi ellerinden çekti ve Woo Joon’un üzerine yürümeye başladı
ama ona engel olan kişi alışveriş merkezinin müdürü olmuştu. Müdür, Woo Joon’un
korumak için onun önüne geçmişti, çünkü Ah Jung’un gözleri öldür emri almış bir
asker gibi vazgeçirilemez bir şekilde bakıyordu.



Woo Joon müdürün arkasına saklanırcasına birazcık eğildi ve oradan kaçmanın
bir yolunu aramaya başladı. İçinden “Benim buradan kurtulmam lazım. Şu kızın
bakışlarına baksana sadece dalmaçyalı dedim diye bu hale geldiyse iftira
attığımı öğrenirse… Beni buracıkta parçalara ayırır. Şu kız… Yeon Hee, değil
mi? Ah buldum.”diye geçirdi.



Soo Jin, müdürün arkasında gizlenmeye çalışan Woo Joon’a baktı ve “Hadi
hemen gidelim de bakalım, kimmiş yalancı ve hırsız?” diye söylenmeye başladı
bunun üzerine müdür “Peki, buyurun güvenlik odası yukarıda.” dedi ve eliyle
yukarı katta olan siyah kapıyı gösterdi. Bunun üzerine Woo Joon eline telefonu
aldı ve “Tamam siz gidin bende geliyorum.” diyerek onları takip etmeye başladı.
Aynı zamanda da telefon rehberinde zor zoruna bulduğu Yeon Hee’ye mesaj
atıyordu.



“Yeon Hee benim, hatırladın mı? Woo Joon… Sana acil ihtiyacım var lütfen
dediğimi yap ve kurtar beni…”



**--**--**--**



Artık hepsi güvenlik odasına girmişlerdi ama Eun Joo hariç. Eun Joo, Ji
Hye’yi aramak için odaya girmemişti.



Soo Jin ile Ah Jung bir köşeye geçtiler ve kameraya dikkatlice bakmalarına
gerek olmadığını düşündükleri için göz ucuyla Woo Joon’u kesiyorlardı. Woo Joon
ise sadece yutkundu ve “Ah, kahretsin nerede kaldı bu kız? Çabuk olsa bari… ”
diye mırıldandı kendi kendine ama Tae Sun onu duymuştu bu yüzden Tae Sunun
gözleri kapıya yönelmişti. Tae Sun, hiçbir şey belli etmeden kapıya doğru
ilerlemeye başladı.



Müdür kamerayı açtı ve hep birden izlemeye başladılar. Beklenilen an
gelmişti, kapı açıldı ama Tae Sun, içeriye girmeye yeltenen kızı bir çırpıda
dışarı çıkardı ve sürüklemeye başladı. İçerideki kimse olanları görmemişti
çünkü kameralar tam olay zamanını gösteriyordu bu yüzdende herkes orayla
ilgileniyordu.



Yavaş yavaş her şey gözüküyordu kamerada. Woo Joon gelir ve kıza hızla
çarpar tam kız yardım edecekken arkasından gelen sesle irkilir.



Müdür bunları izledikten sonra mahcup bir ifadeyle kızlara döndü ve
“Gerçekten özür dileriz. Woo Joon Bey adına da…” dedi sonra da Soo Jin’in, son
derece neşeli yüzüne dikkatle baktı. Özrünü kabul etmesini bekliyordu ama beklenen
cevap Soo Jin’den geldi.



“Woo Joon Bey’ine söyle; özür dilemesi gereken kişi o.” diye bağırdı, Woo
Joon’un bir türlü onlara bakamayan gözlerine bakarak. Ama ses yoktu, Woo Joon
hiç konuşmuyordu ta ki müdürün ona doğru eğilip “Böyle tipleri bilirim efendim,
eğer özür dilemezseniz mahkemeye bile verirler bizi. Lütfen özür dileyin de
gitsinler.” diye fısıldadığını duyduktan sonra “Peki, ö… Özür dilerim. Yanlış
görmüş olabilirim yani…” dedi ürkek bir sesle. Bunu duyan Ah Jung’un içi biraz
olsun rahatlamıştı çünkü o haksızlığa asla dayanamazdı.



Soo Jin haksızlığa uğrayan kişi olmasına rağmen hiç konuşmamıştı üstelik
normalde hep üzerinde taşıdığı kızgınlığıysa sanki uçup gitmişti.



Soo Jin, Ah Jung’u kolundan çekti ve “Hadi gidelim de işlerimizi halledelim,
çok geç kaldık zaten.” dedi hayattan bezmiş bir şekilde. Aslında Soo Jin’e
dikkatle bakınca onun üzgün değil de sadece biraz düşünceli olduğunu
görebilirsiniz. Çünkü yüzündeki hüzün adeta bir şey saklıyordu… Derinler de…





** Soo Jin’in Ağzından **





O züppe özür diledikten sonra Ah Jung’u da alıp oradan uzaklaşmaya başladım.
Aslında hiçbir şey umurum da değildi. Tek düşündüğüm şu gelecek çocuklardı.
Acaba onlar da bu züppe gibi mi?



Ah Jung hala arkasına bakıyor ve çocuğa laf sokmaya çalışıyordu. Hemen onun
koluna girdim ve “Ji Hye’yi merak ediyorum çabuk olda bulalım şunları.” diyerek
onu alışveriş merkezinden çıkardım.



O züppenin sayesinde alışverişimizi de yapamadık. Neyse artık giderken bir
şeyler alırız. Ben bir Eun Joo’yu arayayım inşallah Ji Hye’ye bir şey
olmamıştır. Deli kız kim bilir nerede?





** Eun Joo’nun Ağzından **



Onların yanından uzaklaşmışım iyi ki de, yoksa kafayı yedirtecekti o çocuk
bana. Zengin züppe işte ne olacak? Şu… Ji Hye! Evet, buldum onu. Hemen yanına
gideyim. Ji Hye… Ağlıyor mu, yoksa ben mi yanlış görüyorum? Yok, yok kesin bir
yanlış var. Ha… Hayır, doğru görüyorum o kesinlikle ağlıyor. Onu ilk defa böyle
görüyorum.



Ji Hye’nin oturduğu bankın yanına geldim, beni fark etmediğini görünce
yanına oturdum. Hiçbir şey söylemedi hâlbuki yanına geldiğimi gördüğüne eminim.
Acaba ben mi konuşsam? Burada olduğumu ona hissettirmek adına sesli bir şekilde
öksürdüm. Oh! Hele şükür beni gördü sonunda. Konuşmaya başlamam gerekti ama ne?
Ne demem lazım ki bu durumda? Onu ilk defa ağlarken görüyorum. Her defasında
bana laf sokmayı gözeten kız, şimdi ağlıyordu hem de hüngür hüngür…



“Ji Hye, sorun ne canım?” dedim ona kısık bir sesle. O da “Hi... Hiç bir şey
yok, sadece ba… Babam geldi aklıma ondan böyleyim. Hallettiler mi kızlar?
Gidelim mi?” diye sordu ve ben de çaresiz başımla onayladım. Aslına bakarsanız
dediklerine inanmadım çünkü babasını kaybedeli çok zaman oldu ve şimdi… Böyle
ağlaması biraz saçma geliyor bana. Gerçi ben ne kadar anlayabilirim ki? Benim
annem ve babam olmadı ki hiç. Nasıl bir acı hissedebilirim ki ölen babamın
ardından? Onu hiç görmedim ve sesini hiç duymadım. Belki Ji Hye gerçekten de
babası için ağlıyordur, kim bilir? Ah! Telefonum çalıyor. Soo Jin arıyormuş,
merak etti tabii. Ji Hye’ye önden gitmesi için işaret ettikten sonra telefonu
açtım.



“Buldum, buldum. Şimdi eve gidiyoruz biz. Bir sorun yok, değil mi? Oh! İyi,
tamam. Siz de eve geçin, tamam mı? Peki görüşürüz. Ya! Yolun karşısına geçerken
önce hangi tarafıma bakacağımı biliyorum tamam mı? Dalga geçme benimle!
Kapatıyorum..”



** Yazarın Ağzından – Alışveriş Merkezi **

Tae Sun, hızla sürüklediği Yeon Hee’yi yavaşça bıraktı. Kızın soluksuz
kalmasına aldırmadan ona sorular sormaya başladı.



“Telefonun nerede? Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz? Mesaj attığı kişi sendin
değil mi?”



Yeon Hee derin bir nefes aldıktan sonra kısaca “Sana ne?” dedi ve bu da Tae
sun’u sinirlenmişti. Bu yüzden Tae Sun, kızı kolundan kavradı ve kolunu arkayı
kıvırdıktan sonra arkasına geçerek Yeon Hee’nin cebindeki telefonu çıkardı.
Şimdi Yeon Hee’nin bedeni Tae Sun’un gövdesiyle tamamen birleşikti ama Tae Sun
buna aldırmadan mesajları okumaya başladı.



“ ‘Aşkım seni çok özledim lütfen bu gece bana gel.’ Bu olamaz, başka…
Başka... Buldum! ‘Yeon Hee benim, hatırladın mı? Woo Joon… Sana acil ihtiyacım
var lütfen dediğimi yap ve kurtar beni. Şimdi hemen güvenlik odasına gel ve
nasıl yaparsın bilmiyorum ama dikkatleri üzerine çek. Bu senin için zor değil
biliyorum. Yapabilirsin, fighting!’ mi? Bu çocuk… Aish, bu çocuğun aklını biz
nerede unuttuk, bilmiyorum ki. Neyse ben kaçar, bu arada parfümünü
değiştirmelisin.”



Yeon Hee bunu duyunca, gözleri etrafında kocaman halkalar oluştu. Kısık bir
sesle “Ne? Nasıl yani? Ne varmış parfümümde?” diyebildi sadece.



Bunun üzerine Tae Sun “Bence o parfümün modası üç yıl önce geçti. Hala
kullananların olduğu aklıma bile gelmezdi açıkçası. Şaşırttın beni, oysaki
uzaktan bakınca çok… Çok şey bir kız gibi gözüküyorsun. Şey…”



Yeon Hee düşünceli bir şekilde “Güzel mi?” dedi ama Tae Sun “Hayır” diye
yanıt verdi. Yeon Hee “Tatlı, sevimli, sempatik veya… Çekici olabilir mi?” dedi
ama Tae Sun yine “Hayır tabii ki de, bu söylediklerin sana baktığımda aklıma en
son gelecek şeyler. Ah! Buldum, modayı takip eden bir kız… Ama biraz beceriksiz
tabii! Yarım kalmış bir moda anlayışın var. Sana tavsiyem, gün boyu barlarda
gezip eğleneceğine biraz dergi oku veya televizyon izle. Yoksa bu gidişle… Evde
kalırsın.” dedi sonra da arkasına dönüp yürümeye başladı. Yeon Hee fark etmedi
ama Tae Sun… Gülüyordu hatta neredeyse kahkaha atıyordu.



** Woo Joon ve Sung Mo’ların Evi **





Woo Joon ve Tae Sun ellerinde poşetlerle içeriye girdiler sonra da girişte
onları bekleyen babalarına merakla baktılar. Çünkü babaları onlara bir şey
diyecek gibi bakıyorlardı. Chae Min ve Sung Mo’da koltuklara yayılmış ve
ofluyorlardı.



Hyun Soo mavi çizgili gömleğinin kollarının ütüsünü bozmayacak şekilde,
yemekten sonra hafif şişmiş göbeğinin üzerinde birleştirmişti ve haylaz oğlu
Woo Joon’un ürkek gözlerine gayet ciddi bir şekilde bakıyordu. Gözlerinden
adeta ateş fırlıyordu ve bu ateş, Woo Joon’un küçük bir yutkunuş almasına neden
olmuştu.



Tae Sun hemen koltukta rahatça yayılmış olan Chae Min ve her şeyin suçlusu
olduğunu bildiği için durumdan kendini suçlayan Sung Mo’nun ortasına oturdu.
Artık herkes Woo Joon’un işiteceği azarı dinlemek için hazır vaziyetteydi.
Üstelik Tae Sun bir tiyatro gösterisi izliyormuş gibi bakıyordu Woo Joon ve
Hyun Soo’ya. Tae sun’un bu bakışı, babasından azar yemeye alışmış olan Woo
Joon’u biraz sinirlenmişti ama babası varken bir şey diyemiyordu. Babası
gittikten sonra ona yapacağı haince şeyleri bir bir aklından geçirmeyi de
unutmuyordu.



Hyun Soo gözlerini bu sefer mavi kaplı, etrafında altından işlemeler olan,
içinde hepsinin resmi olan çerçeveye çevirdi. Bu çerçeveyi Woo Joon’un doğum
günün de, ona Sung Mo almıştı ama Woo Joon bunu beğenmeyip annesine vermişti.
Annesi de ona aile resimlerini koyup salonun başköşesine koymuştu sırf Sung Mo
üzülmesin diye…



Hyun Soo sonunda beyaz dişlerinin önünü hafifçe açtı sonra da gözlerini
çerçeveden alıp Woo Joon’un suratına getirdi sonra da yüksek sesle:



“Sen gelmeden önce rezaletin geliyor eve.”



**--** Woo Joon’un Ağzından **--**



Babam az önce “Sen gelmeden önce, rezaletin geliyor eve.” dedi, yanlış
duymuş olamam. Kesin alışveriş merkezindeki olaydan bahsediyor. Hemen
yumurtlamışlar, sanki çok büyük bir olay gibi… Babam bana hala bağırıyordu:



“Sen ne biçim bir evlatsın ya. Tam adam oldun diyoruz, başka bir olayın
çıkıyor.”



Babamın bu cevabı beni çok şaşırtmıştı sanki adam öldürmüşüm gibi… Tekrar
bağırmaya başladı hâlbuki daha nefes bile almamıştı:



“Bu gazete de ne?” diyerek yüzüme gazeteyi fırlattı. Neydi bu gazete şimdi.
Yoksa… Hayır olamaz! Ben… Ben bittim.



Bu geçen gün otelde tanıştığım kız ve bu fotoğraflar…





**--** Yazarın Ağzından **--**





Hyun Soo’nun suratına fırlattığı gazeteye yutkunarak bakan Woo Joon sonunda
kafasını gazeteden kaldırdı ve “Baba… Açıklayabilirim, lütfen…” diyemeden
babasının tokadıyla karşılaşmak zorunda kaldı.



Tae Sun ve Chae Min tokat sahnesini de izleyince hızla yerinden kalktılar ve
Hyun Soo’ya doğru yaklaşmaya başladılar. Sung Mo dâhil kimse bilmiyordu gazete
de ne olduğunu.



Sung Mo olduğu yerde donakalmıştı tek gördüğü Woo Joon’un yüzünü tutan
elleriydi. Babasına karşı gelip kendisini, okulda her şeyi pahasına koruyan Woo
Joon gibi o da onu babasına karşı korumak istiyordu ama elinden bir şey
gelmiyordu.



Kötü bir olay olduğunda, Sung Mo genelde babasının suyuna giderde ama Woo
Joon dik başlı olduğundan kimseye başını eğemezdi şimdi de öyle yapabilirdi ama
bu durum çokta küçük bir olay değildi. Şu an da Woo Joon’un ellerinden yavaşça
kayıp gri renkle kaplamalı yere düşen gazetedeki Woo Joon ve yarı çıplak bir
kızın sarmaş dolaş fotoğrafları, Hyun Soo’nun itibarını yerle bir etmeye
yeterde artardı.



Babasından yediği tokadın etkisiyle odasına koşan Woo Joon peşinden gelen
Chae Min’i fark edememişti.



Woo Joon odasının kapısını hışımla ittikten sonra kapanmadığı fark etti
çünkü kapıda Chae Min vardı. Chae Min kapıya çarptığı kolunu ovuşturarak
içeriye daldı. Woo Joon ile göz göze gelmemeye dikkat ediyordu. Onu biraz olsun
mutlu etmek adına:



“Dostum sen bir numarasın. Ben o kızı ayarlamak için az koşmadım peşinden
ama sen iki günde… Sen benim idolümsün.”



Woo Joon kendisini neşelendirmeye çalışan dostuna kayıtsız kalamadı ve
istemsiz olarak kahkaha atmaya başladı. Chae Min, kapıda onları dinleyen Sung
Mo ve odaya girmiş ve kapının oradan sessizce izleyen Tae Sun’da ona katıldı.



Belki de gerçekten çok gülenin sonu ağlamaktır. (?)



**--** Seul Lisesi **--**



Eun Joo okulun girişinde koştururken bir yandan da Ah Jung’u peşinden
sürüklüyordu. Çok heyecanlıydı adeta uçuyordu ama aynı şey onları sessizce
izleyen Ji Hye için söylenemezdi. Ji Hye son derece mutsuz gözüküyordu bu
yüzden de duvara yaslanıp gözünü giriş kapısından ayırmayan Soo Jin, “Ya! Ji
Hye kendini topla, biraz dik dur. Birazdan yeni dostlarımız (!) gelecek onları
böyle karşılamak hiçte hoş olmaz.” dedi okul girişindeki tozun arasından kısık
bir şekilde çıkan sesiyle. Ji Hye’de başıyla onayladı ve anında dikleşti.



Kapıda bir çocuk belirdi ve kızların yanına gelerek “Geldiler, kapıdalar. Birazdan
girerler okula.” dedi nefes nefese kalmış sesiyle ama gür bir şekilde. Buna
karşılık olarak Soo Jin’in ağzından çıkan üç kelime karşılarındaki çocuğun
onlara korkuyla bakan gözlerindeki korkuyu biraz daha derinletmişti.



“Geldikleri gibi giderler.”



Kapıda beliren dört genç… Sung Mo etrafındakilere, kafesine kapatılmış bir
kuş gibi bakıyordu. Chae Min ise şimdiden etrafındaki güzel kızları seçmeye
başlamıştı. Tae Sun ise sadece önüne bakıyor ve sessizce adımlarını sayıyordu.
Bu da onun yanında yürüyen Woo Joon’u rahatsız etmişti bu yüzden de yüksek
sesle “Ya, Tae Sun biraz sessiz ol! Kafa falan bırakmıyorsun adamda.” diye
bağırdı. Artık, onların geldiğini fark edemeyenler bile bu sesle kafalarını
onlara çevirmişlerdi. Tabii Woo Joon’un duyduğu tiz ama oldukça yüksek sesle
irkilmesi pek uzun sürmemişti.



“Hey, hey orada dur bakalım. Bu okulda bağıracak biri varsa… Emin ol o sen
değilsin.” Diye bağırmıştı Soo Jin, çıkarabildiği en gür sesle.



Karşısında ki dört gençten ikisi biraz tanıdık geldiği için şaşkınlıkla
bakışlarını donduran Eun Joo sesini çıkartmıyordu sadece tanımadığı çocukların
yakışıklılıklarına bakıyordu.



Aynı şey Woo Joon’u tanıyan Ah Jung için söylenmezdi çünkü Ah Jung “Sen adam
mıydın? Ben hiç fark edememiştim gerçekten de…” diye bağırıyordu, aralarında
yaklaşık 3-4 metre mesafe olan gençlere karşılık olarak.



Okulun girişinde… Okul? Burası bir kolej değil, sıradan bir lise. Orta
hallilerin gittiği bir lise burası ve bu okulda zenginlere cani gözüyle
bakarlar. Okulun etrafını anne kucağındaki yavru gibi saran ağaçlıklar sanki
dallarıyla saldırırdı insana. Eğer gerçekten bu okula aitsen değişirdi bu
tabii. Her sabah neşeyle okula giren çocuklar bazen ağlayarak bazen de
gözlerinin içindeki o efsanevi siyah korku ile kaçarak çıkarlar bu okuldan.
Nedeni… Şu anda okulun girişinde avazı çıktığı kadar bağıran kızlar.





4. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeCuma Tem. 08, 2011 4:19 pm

Yazar: Demet Hancı

Tür: Romantik – Komedi – Okul





5. Bölüm





Karşısındaki kızları tanıyan Tae Sun yanındakilere dönüp “Bunlar o kızlar!”
dedi sessizce ve tekrar bakışlarını kızların üzerinde yoğunlaştırdı yavaşça.
Kızları zaten zorlukla görüyordu. Onları daha iyi görmek için dikkatle bakmaya
çalışıyordu ama Chae Min’in sayesinde kızları seçmeyi bir türlü beceremedi.



Tae Sun’un bu sözlerinden sonra içine bir kuşku düşen Chae Min, Tae Sun’un
koluna yavaşça bir yumruk attı sonra da “Hangi kızlar dostum? Yoksa geceyi bu
kızlarla mı…” dedi ama son anda onun ağzını tıkayan kişi Tae Sun olmuştu. Tae
Sun bir yandan Chae Min’in ağzından çıkacakları engellemeye çalışıyor bir
yandan da, yüzü kıpkırmızı olan Woo Joon’u izliyordu. Sonunda Woo Joon kendini
tutamadı ve “Bak kızsın diye bir şey demiyorum ama sen çok oluyorsun. Hem sizin
burada ne işiniz var? Bizi mi takip ediyorsunuz? Bir dakika! Sen az önce…
Bağırabilecek kişi kimmiş peki?” diye bağırdı kendini yırtarcasına.



Onlar atışırken, Ji Hye gördükleri karşısında ikinci bir şok geçiriyordu. Bu
şokun etkisine dayanamadı ve okula doğru son hızla koşmaya başladı. Kendini
tuvalete attı ve kapıyı kilitledi. Kızlar onun gittiğini fark etmemişlerdi
çünkü tek düşündükleri karşısındaki çocukların söyledikleriydi.



“Kurallara yavaşça alışırsın. Kimin bağırabileceğini de sana öğretirler. Tek
isteğim; ayakaltında dolaşmayın.”



Bu lafları söyleyen kişi; ellerini usulca gövdesinde birleştiren Soo Jin’di.
Woo Joon, kendinden emin kıza doğru yavaşça yaklaşmaya başladı. Aralarındaki
mesafeyi yok etmeye çalışırcasına ilerliyordu. Sonunda genç kızın nefesini
boynunda hissedecek kadar yaklaşmıştı ona. Ama beklemediği bir tepki onun
acıdan kıvranmasına sebep olmuştu.





Ah Jung, Soo Jin’in dibine kadar giren gencin bacaklarının arasına doğru bir
tekme atarak onu yere sermişti. Bunu zevkine yapmamıştı. Sadece Soo Jin’e bir
zarar geleceğini düşünmüştü çünkü şimdiye kadar Soo Jin’e bu kadar yaklaşmaya
cesaret edecek biri olmamıştı. İçinden “Neden? Neden sesini çıkartmadı ve onun
yanına kadar sokulmasına izin verdi ki bu kız şimdi?” diye düşünürken onu
düşüncelerinden çıkaran genç adamın çığlıkları olmuştu. Eun Joo korku içinde,
hiç kımıldamadan olanları seyreden Soo Jin’in arkasına doğru sokuldu.



Woo Joon deli gibi yerde kıvranırken yanına koşan arkadaşlarının gözlerinde
artık sadece öfke ve biraz da panik vardı. Yerde acıyla kıvranan arkadaşına sakin
olması için cesaret verdikten sonra, Ah Jung’a doğru hızla yaklaşan Chae Min:



“Sen… Sen ne biçim bir kızsın? Kim verdi bu cesareti sana ha? Bunu
ödeyeceksin. Anladın mı? Ödeyeceksin!”



Chae Min’in bu bağırtısı karşısında bir anda tökezleyen Ah Jung derin bir
nefes aldıktan sonra “Bana baksanıza siz. Bu okulda okumaya devam ederseniz
bunun gibi olaylar sizin için günlük öğün olacak. Neden okuldan hemen
ayrılmıyorsunuz ki?” dedi ama karşısındaki genç hiçte yumuşak bakmıyordu ona.



Chae Min Ah Jung’un kolunu sıkıca tuttuktan sonra kendisine doğru çekti ve
“Asıl sen bana bak! Şu anda yerde yatan çocuk istese seni yerle bir eder.” diye
bağırdı, genç kızın suratına doğru. Bu bağırtıdan normalde korkmayacak kız pek
yoktur ama Ah Jung nadir olan gruba giriyordu. Bağırtı dinlemeye ve bağırmaya
alışkan olan bu kaba kız az önce işittiği tonun iki kat yüksek versiyonuyla
Chae Min’e karşılık verdi.



“Öyle mi? O yüzden dün bize o büyük gücüyle karşılık veremedi ve yalana
sığındı. Siz kimi kandırıyorsunuz ya? Babanız olmasa hiçbir halt yapamazsınız
siz, yalan mı? Eğer azıcık gururunuz olsaydı, size kalacak mirası kaybetmemek
için onların her istediğine köpek gibi uymazdınız. Şu halinize baksanıza, şu
salak arkadaşın ona vurmadığım halde yerde deli gibi kıvranıyor. Gerçekten çok
iyi oyuncu…”



“Ne? Vurmadın mı? Ama…”



Chae Min’in sözünü kesen Woo Joon olmuştu.



“Ya! Nasıl vurmadın? Nasıl acıyor biliyor musun? Hem vurmadım da ne demek?
Basbayağı vurdun işte. Tamam, sert olmasa bile acıdı.”





“İki saat boyunca yerde kıvranacak kadar sert vurmadığıma eminim. Sen
gerçekten… Ben senin sadece bacağına vurdum. Bu kadar abartmana gerek bile
yoktu, tamam mı? Ayağa kalk yoksa birazdan tam oraya… Vuracağım. Ya!”





Woo Joon yerden yavaşça kalktı. Sanki az önce acıyla bağıran o değilmiş
gibi… Bunu gören Sung Mo “Ya! Pis herif niye yalan söylüyorsun. Bu ara moda
oldu bu sende.” diye bağırdıktan sonra sessizleşti ve Woo Joon’a doğru
sokularak “Bunlar alışveriş merkezinde ki… Hani dün bahsettiğin kızlar mı?”
diye sordu. Woo Joon’da aynı tonla karşılık verdi.



“Evet, onlar. Dediğim kadar cadılar değil mi? Hele şu… Ah, ne günah işledim
ben ya? “



Woo Joon’un söylediklerine ukala bir gülüşle karşılık veren Sung Mo
“Saçmalama, hem ne cadısı? Senin yaptıkların karşısında hepsi birer melek.”
dedi kısık bir sesle ve “Burada bir cadı varsa o da sensin. Pis cadı” diye
ekledi. Sonra da ukalaca dil çıkarttı, arkadaşının elinde gördüğü ama bir türlü
alamadığı oyuncağı annesinin sayesinde alan ukala bir çocuğun gösterdiği tepki
gibi…



Woo Joon, Sung Mo’nun bu tavrına aldırış etmedi, zaten alışıktı bu tür
davranışlara. Sung Mo’yu üstelemek istemiyordu, tek isteği karşısındaki kızlara
haddini bildirmekti. Ama buna engel olan ses fazla da uzaktan gelmiyordu. Evet,
evet bu kişi Müdür Kim’di.



“Kızlar! Tamam, bu kadar oyun yeter. Uzak durun çocuklardan, sınıfa geçin.
Hem, ders zili çalmadı mı bakalım?” diye bağırdı Müdür Kim kızlara, ama aldığı
cevap pekte iç açıcı değildi.



“Çalmadı! Biraz erken geldik ne de olsa yeni misafirlerimiz var. Değil mi Ah
Jung?” dedi, yüksek sesle Soo Jin. Sanki hesap sorar gibiydi. Bu durumu gören
Tae Sun, Woo Joon’a yaklaştı ve kısık bir sesle “Bu kız tam bir bomba. Ne zaman
patlayacağı belli olmuyor. Baksana, müdürle nasıl konuşuyor. Görende babasıyla
konuşuyor zannedecek.”





Müdür bu konuşmayı işitmiş olacaktı ki kendini belli etmemek için sesli bir
şekilde öksürdü ve Soo Jin’i gözleriyle yedi bitirdi. Soo Jin’de “Kızlar! Yeter
bu kadar şenlik.” dedi. Sonra da gözlerini, onları korkuyla izleyen kalabalığa
çevirdi.



“Karşılama töreni bitmiştir. Herkes dağılsın!” diye bağırdı Soo Jin. Bu
bağırtının ardından etraftaki öğrencilerin hepsi okula doğru kaçışmaya başladı.



“Bu neydi şimdi? Bütün okulu etkin altına mı aldın? Baksana hepsi senden
korkuyor.” diye çıkıştı Woo Joon. Cevabını da ağır bir şekilde aldı.



Soo Jin, Woo Joon’a doğru bir iki adım attı ve kulağına doğru uzanıp
“Beğenemedin mi? Ama biliyor musun, alışsan senin için, hatta sizin için iyi
olur. Çünkü… Çünkü bu okulda kimse bizim sözümüzden çıkamaz. Eğer bunu yapacak
olursa sıradaki kurban olur. Tabii bazıları var, hiçbir şey yapmadan sıradaki
kurbanı olurlar. Kim onlar biliyor musun? Dur… Dur ben yardımcı olayım, sen
düşünmekle o değerli kafanı yorma. Sonra baban gelir bizi yerle bir eder falan…
Ah! Çok korktum gerçekten! Neyse ben sana söyleyeyim en iyisi. Şu meşhur
sıradaki kurban var ya… Sizsiniz.”



Woo Joon donuk bir yüzle dinlediği kızın, korku dolu sözlerini bu şekilde
bitirdiğini görünce “Ne?” dedi şaşkın bir ifadeyle. Soo Jin’de onları
dinleyenlere rağmen yüksek bir sesle “Yanlış duymadın. Sizsiniz… Kendinize
dikkat ederseniz iyi olur. Bahse girerim en fazla bir hafta… Sonra siz rahat…
Biz rahat…”





Soo Jin bunları söyledikten sonra ağır adımlarla okula doğru bir hamle
yaptı. Ardından da kızlar teker teker döküldüler, gölde annelerini takip eden
yavru ördekler gibi…





5. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimePtsi Tem. 11, 2011 5:13 pm

Yazar: Demet Hancı

Tür: Romantik – Komedi – Okul





6. Bölüm





Okulun içi kızları temsil eden pembeye çalan bir renkle ve erkekleri temsil
eden koyu, sert bir görünüme sahip olan, hırçın denizleri andıran bir mavi ile
çevriliydi. İlk katta hiçbir sınıf yoktu, bunun nedeni ilk katın öğretmenler
için ayrılmış olmasıydı. Bu katta öğretmenler teneffüslerini sessizce
geçirirler ve dinlenirlerdi.



Müdürün odası, kantinin karşısında bulunan uzun koridorun sonundaki uzun
koyu kahverengi kapının arkasındaydı. Okulun durumu içler acısıydı ama müdürün
odası tam donanımlıydı. Müdür Kim son derece titiz ve düzenliydi bu yüzden de
odasını günde iki kez temizlettirirdi.



Soo Jin ve diğer kızların sınıfı da bu kattaydı. Soo Jin’lerin sınıfındaki
herkes teneffüslerini dışarıda geçirirdi, çünkü Soo Jin teneffüste sınıfta
yalnız kalmayı çok seviyordu. Teneffüste sınıftaki kızlar gizli planlar
yaparlardı.



Seul Lisesi uzun koridorlarıyla meşhurdu, ayrıca bu koridorlarda yürüyen
herkes kendini kırmızı halıda yürür sanırdı. Çünkü Müdür Kim bu koridorlar için
çok paralar harcadı. Koridorların duvarlarının ortasından şerit gibi uzanan
çubuk biçimindeki altın renkli parçacık, okulun duvarlarını süsleyen pembe ve
maviyi birbirinden, orantılı bir biçimde ayırırdı.



Koridorda boydan boya, halı sahasını andıran bir kaplama vardı ve bu kaplama
bordo rengini üzerinde asil bir şekilde taşıyordu. Koridorda ikisi sonda, ikisi
başta ve dördü de yanlarda olmak üzere toplam sekiz tane pencere vardı ve bu
pencereleri örten perdeler, ucuz bir kumaştan yapılmış olmasına rağmen bunu
asla belli etmiyordu, hatta bunu inkâr ediyordu.





Şimdi bu uzun koridordan elinde, sıkılmaktan kumaşı yıpranmış bir çanta ile
sinirden dişlerini sıkan Soo Jin, arkasında onu hızla takip eden duvarların
rengine uyum sağlamış çantasını sırtına asan ve elleriyle çantasından güç almaya
çalışan Eun Joo geçiyordu. Ellerini ceplerinden hiç çıkartmayacakmış gibi
yürüyen Ah Jung ise onları bir iki adım geriden takip ediyordu.



Soo Jin kendini sınıfa attığında hocayı karşısında görünce çantayı koluna
astı ve hocanın karşısında yavaşça eğildikten sonra yerine geçmek için sırasına
yöneldi. Ah Jung ve Eun Joo’da aynı şeyi yaptılar ve yerlerine geçtiler.



Eun Joo sırasına geçtiğinde yanında Ji Hye’yi gördü ve bu duruma çok
şaşırdı. Çantasından kitaplarını çıkartırken aynı zamanda da göz ucuyla hocanın
onlara bakıp bakmadığını kontrol etti. Hemen ardından Ji Hye’ye biraz daha
yaklaşıp “Sen neredeydin? Niye gelmedin bizimle? Ne oluyor sana bu aralar Ji
Hye?” diye sordu aklındaki soruları fısıltı halinde.





Bu sorulardan rahatsız olduğunu belli etmekte hiç zorlanmayan Ji Hye, sesini
biraz yükselterek “Yeter Eun Joo! Sadece kendimi biraz kötü hissettim o kadar.
Hem bunları konuştuk sanıyordum.” diye söylendi Eun Joo’nun o masum yüzüne
bakarak.



Eun Joo bu cevaptan yeterince tatmin olmamıştı ama yine de Ji Hye’nin bu
haline bir şey diyemedi.



Dersin sonlarına doğruydu ve sınıfta dersi dinleyen ayık iki göz bulmak,
yapabilecek en zor işti. Soo Jin kafasını sıraya koymuş uyuyordu, zaten iki
kişilik sırada tek başına oturuyordu bu da onun daha rahat etmesini sağlıyordu.
Eun Joo kalem ağzında, gözleri kapalı ama arada da gözlerinin beyazını hocaya
göstermeyi de eksik etmiyordu. Ah Jung… Gözleri fal taşı gibi açıktı ve alnını
sıranın sonuna koymuş ayaklarını izler vaziyette bir şeyler düşünüyordu. Ne
düşündüğünü kim bilebilir ki? Ji Hye’nin sağ eli yanağında ve dirseği de sıraya
dayalıydı. Ayakları ön sıradaki kızın bacaklarına değiyordu. Bu durum ön
sıradaki kızın sinirini bozsa da, korkusundan hiçbir şey diyemiyordu. Ji
Hye’nin gözleri de boşlukta bir gidip bir geliyordu. Belki de gözleri her zaman
olduğu yerdeydi, sadece şimdi biraz daha belirgindi.



Tahtaya bütün bilgilerini sırayla yazmakta olan ve aynı zamanda da kısa
kırmızı eteğini de çekiştirmeyi ihmal etmeyen genç öğretmen, tahtaya yazdıklarıyla
adeta aptal sarışın imajını üzerinden atmayı başarmıştı. Öğretmen Han bir anda,
açılan kapıyla kafasını o yöne çevirdi ve karşısında Müdür Kim’i gördü. Müdür
Kim’i gördüğü an yerin dibine girmeye hazır haldeydi, çünkü bütün sınıf
uyuyordu.



Müdür Kim arkasında saklar gibi tuttuğu çocukların arkasına geçti ve onları
sınıfa doğru itti. Ardından da sınıfı uyandırmak adına yüksek bir sesle
“Günaydın çocuklar. Bakın bu arkadaşlarınız okulumuza yeni geldiler ve umarım
onlarla iyi geçinirsiniz.” diye bağırdı.



Gençler teker teker sınıfa girdiler ve karşılarındaki kızları görünce
hepsinin aklını derin düşünceler aldı.





^^ Woo Joon İçinden ^^



“Bu kızlar burada da mı varlar ya? Of… Nedir çektiğim benim?”



^^Tae Sun İçinden ^^



“O… Gerçekten de Ji Hye!”



^^Sung Mo İçinden^^



“Bu kızlar da buradaysa büyük bir kavga olacak galiba.”



^^Chae Min İçinden^^



“İnanamıyorum! Ben bu Tazmanya canavarı kılıklı kızla aynı sınıfta mı ders
göreceğim? Bu kız beni çiğ çiğ yer be. Kahvaltı mı öğle yemeği mi?”





Müdür Kim tek bir sözüyle dört gencin ve uyumakta olan kızların gözlerini
üzerine yöneltti.



“Woo Joon, sen Soo Jin’in yanına geç ve Chae Min sen de Ah Jung’un yanına…”





Bu sözlerden sonra ayağa fırlayan Soo Jin ve Ah Jung bir ağızdan “Olmaz!”
diye haykırdılar, boğazlarından en yüksek sesle. Bu durum karşısında Chae Min
de kayıtsız kalamamıştı.



“Asla böyle bir şey olamaz. Ben o Tazmanya canava…” Chae Min’in sözünü kesen
kişi onu kolundan sıkıca tutup yanına çeken Woo Joon’du. Woo Joon, Chae Min’in
kulağına yaklaştı ve “Dostum bir planım var. Sen müdür ne diyorsa onu yap.”





Chae Min bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi ama biraz düşününce
dostuna güvenmeyi tercih etti. Bu yüzden de Ah Jung’un ateş fışkıran gözlerine
doğru bir adım attı. Sonra da ikinci adımını… Artık, az önce Tazmanya canavarı
diye seslendiği kızın yanındaydı ve Chae Min söylediğinin bedelini ödeyeceğini
gayet iyi biliyordu.



Ah Jung yanına gelen gencin oturmasını hiçbir şey demeden izledi, sonra da
kendisi oturdu. Onun oturduğunu gören Woo Joon’da, Soo Jin’e doğru bir hamle
yaptı ama karşısında gördüğü iki korkutucu göz ona geçen yaz Chae Min ile
izlediği korku filminin canavarını hatırlatıyordu. Bu yüzden derin bir nefes
aldıktan sonra yarım bıraktığı yolu tamamlamak adına Soo Jin’in ayaktaki
bedenini önemsemeden, onun çantasını biraz itip, yanına oturdu.





Soo Jin hiç tepki vermiyordu, tıpkı onun iki ön sırasında oturan Ji Hye’nin
donuk suratındaki ifade gibi. Sadece Soo Jin’in ki nefretti… Ji Hye’nin ki ise
aşkla tutuşan bir kalp…





Sıra, Tae Sun ve Sung Mo’ya gelmişti. Tae Sun müdürün yer vermesini
beklemeden Ji Hye’nin arkasındaki boş sıraya attı kendini, giderken yanında
Sung Mo’yu da sürüklemeyi unutmadı tabii.



Müdür Kim gözlerini ayakta taş kesilmiş olan kuzenine baktıktan sonra
yutkundu ve “Soo Jin’ciğim otur istersen, öğretmenine ayıp oluyor. Ben de
gideyim artık. İyi dersler size.” diyerek sınıftan ayrıldı.





Soo Jin gözlerini, üzerindeki gözlerin sahiplerinin yani sınıftakilerin
üzerinde teker teker gezdirdi ve hızla yerine oturdu. Sonra da Woo Joon’un ve
diğerlerinin duyabileceği bir sesle “Emin olun bunu size ödeteceğim. Ne
pahasına olursa olsun bunu ödeyeceksiniz.” diyerek tekrar kafasını sıraya
gömdü.





Woo Joon onun dediklerini hiç umursamadı, çünkü o şuanda kurduğu planlar
içinde uçuşuyordu. Elindeki kalemi, kitabın üzerindeki bütün kelimelerin
üzerinde gezdirdi, sonra da çalan zille birlikte yerinden kalkarken aynı
zamanda da “Beyler haydi, gitmemiz gereken bir yer var.” diyerek kapıya yöneldi.
Onun hızla kaçtığını gören Ah Jung’ta yanında oturan Chae Min’in bir an önce
kalkması için dua ediyordu. Sonun da Chae Min kalkmıştı ve Ah Jung’un, Woo
Joon’u kapıdan çeviren hareketi gerçekleşmişti.





Chae Min yerdeydi ve bunun nedeni de, Ah Jung’un ona taktığı çelmeydi. Chae
Min bir anda ayağa kalktı ve “Bana baksana sen… Sen çok oluyorsun ama.” diye
bağırmaya başladı. Bu bağırtısına karşılık aldığı tek cevap “Hani, ben Tazmanya
canavarıyım ya… İşte o yüzden elimi kolumu nereye uzatacağımı bilmiyorum,
kusura bakma. Bana kursta çok takma ad taktılar ama bu isme katlanamam anladın
mı?”





“Ne kursu? ‘İnsanı bir günde nasıl deli edersin kursu’ falan mı? Ha öyleyse
baştan anlaşalım, ben zaten deli dolu biriyim, fazlasına gerek yok.”diye
çıkıştı Chae Min. Ah Jung’ta “Hayır öyle bir kurs yok. Zaten o sizin gibilerin
doğuştan aldığı bir eğitim. Benim kurs dediğim… Hani insanlar kendilerini
başkalarından özellikle de kötü insanlardan korumak için bazı teknikler
öğrenirler ya. Bunun içinde bir kursa gidip eğitim görürler. İşte o kursu ben…
Birincilikle bitirdim. Yani bir insanı bir günde delirtmeyi başaramasam da, üç
saniye de yere serebilirim. Deneme mi ister misin?”





“Yo... Yok, biz almayalım, zaten iki kez gördük fazlası zarar.” diye lafa
girdi Woo Joon ve Chae Min’i kolundan çektiği gibi kapıdan çıkardı. Ardından da
sırasın da kıpırdamadan oturan Ji Hye’ye keskin gözlerle bakan Tae Sun’u ve
onun yanında kitaplarıyla uğraşan Sung Mo’yu da sınıftan dışarı çıkardı. Zaten
onlar çıktıktan sonra sınıfta kızlardan başka kimse kalmadı.





Soo Jin’in boş sınıfta yankılanan sesi Eun Joo’nun kulağında bir ürperti
oluştursa da Ah Jung’un gülümsemesine sebep olmuştu.



“Aklıma süper bir fikir geldi kızlar!”



6. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimePtsi Tem. 11, 2011 5:13 pm

Yazar: Demet Hancı

Tür: Romantik – Komedi – Okul



7. Bölüm



Eun Joo sınıfta yankılanan sesin ardından geçen konuşmayı pür dikkat dinledi
ve duydukları karşısında açılan ağzını “Kızlar saçmalamayın bu çok büyük bir
plan. Bunu yaparsak biraz kızabilirler.” diyerek kapattı. Onun daha fazla
konuşmasını istemeyen Ah Jung “Sen sus, Eun Joo!” dedi ve “ Bence gayet güzel
bir plan yani benim çok hoşuma gitti. Onları haklamanın en iyi yolu bu, ben
ayrıntıları hallederim. Hae Won’a da haber veririm.” Dedi ve Ji Hye’ye bakmaya
başladı. Ji Hye isteksiz bir şekilde “Bir dahaki ders yapalım ama bu ders
olmaz.” diyebildi sadece.



“Peki, o zaman ben Hae Won’a gidiyorum. Ha! Bu arada Soo Jin, çok iyi bir
plan yapmışsın. İnan senin için en kuvvetlisini bulacağım.” diyen Ah Jung
soluğu dışarıda aldı. Ah Jung, Hae Won’un sınıfına doğru koşuyordu. O kadar
şanslıydı ki Hae Won karşısına çıkıvermişti. Fazla dikkat çekmemek için onu
kenara çekti.



Sınıfta Soo Jin ve Eun Joo beraber oturmuş kitapları karalıyorlardı. Ji Hye
ise tahtaya bir şeyler yazmakla meşguldü. Bir anda sınıfın kapısı açıldı ve Eun
Joo hemen yerinden fırlayıp “Geldin mi Ah Jung? ” diyerek kapıya doğru koştu ve
dengesini kaybederek yere doğru düşmeye başladı.



“Ahhh…” diye bağıran Eun Joo’nun nefesinin kesilmesini sağlayan kişi Sung Mo’ydu.
Sung Mo, Eun Joo’nun bedenini uzun kollarıyla sardı ve onu düşmekten kurtardı.
Bu durum Eun Joo’nun şaşırmasına neden olduysa da bir o kadar da sevinmesini
sağlamıştı.



Soo Jin öfkeyle yerinden kalktı ve Sung Mo’yu hedef alan eliyle “Bırak hemen
onu!” diye bağırdı. Buna karşılık Woo Joon “Bırak Sung Mo! Niye tutuyorsun ki?
Bırak yere düşsün.” diyerek Soo Jin’in sesini bastırmaya çalıştı ama başarısız
olmuştu çünkü Soo Jin’e arka çıkan kişi Woo Joon’un kapının yanındaki bedenine
en yakın olan kişi yani arkasındaki Ah Jung’tu. Ah Jung, Eun Joo’yu Sung Mo’nu
kollarından çekti ve onu sıraya doğru iteledi. Sonra da “Beyler, dışarı çıkın!”
dedi kısık bir sesle.



Woo Joon buna karşın “Çıkarız, çıkmayız. Bundan sana ne?” diyerek Ah Jung’u
sinirlendirmeye çalıştı. Başarmıştı da, Ah Jung sinirlenmişti ve “Sizce neden
teneffüste bu sınıfta kimse yok? Dur! Ben söyleyeyim, çünkü Soo Jin öyle
istedi.” diyerek kendini sırasına attı. Arkasından onu takip eden Hae Won’da
Soo Jin’in yanına gelerek “Bunlar mı?” diye sordu. Beklediği yanıt maalesef
gelmemişti, zaten ne zaman Soo Jin’den samimi bir yanıt alabilmişti ki?



Woo Joon bu oyunu sürdürmek istese de Tae Sun buna izin vermedi ve “O zaman
biz çıkalım.” dedi, tahtanın önünde taş kesilmiş gibi duran kıza bakarak. Bu
lafı duyan Ji Hye tekrar arkasını döndü ve tahtayı boyamaya devam etti.



^^ Tae Sun İçinden ^^



“Bu kız, Ji Hye, hala Woo Joon’a âşık. Woo Joon’un, ortaokuldayken onu
reddettiği gün, dün gibi gözümün önünde, ama salak Woo Joon hatırlayamadı hala.
Ah, illa ben mi hatırlatacağım?”



**--**--**



Sınıf şimdi onlardan arınmıştı ve Ah Jung yerinden kalkarak Hae Won ile
konuşmaya başladı. Uzun süren konuşmanın ardından Hae Won:



“Tamam, bende sağlam bir tane var. Onu veririm, etkisi uzun sürer yani
sabaha kadar sürer galiba.”



“Peki, bunu da hallettiysek tamamdır. Kızlar şimdi bu dört salaktan başka
işlerimizin de olduğunu unutmamız gerek.” diyerek ayağa kalkan Soo Jin yavaşça,
sıraya kafasını gömen Ji Hye’ye yaklaştı ve “Ji Hye iyi misin? Benimle
paylaşmak istediğin bir şey varsa söyle lütfen. Biliyorsun her zaman seni
dinleyebilirim.” dedi ve onun yanına oturdu.



Ji Hye bir şey söylemek ister gibi bakıyordu ama sanki kalbi buna engel
oluyordu. Bu yüzden “Hayır, yok. Ben iyiyim hatta son derste yapacaklarımız
için sabırsızlanıyorum. Neşeli olmaya çalışacağım. Biliyorsun bu sıralar çok
halsiz oluyorum. Doktora gitmem gerek, galiba soğuk aldım. Neyse nereye
gidiyoruz?” diyerek onu geçiştirmeye çalıştı. Sonra da ayağa kalkarak gülmeye
çalıştı. Aslından sabaha göre çok daha iyiydi. Neşesi yerine geldi sayılırdı.



Soo Jin oturduğu yerden kalktı ve “Geçen gün iki tane ikinci sınıf öğrencisi
bir kızın yolunu kesmişler. Kız bizzat gelip benimle konuşmuştu, iki gün önce.
Bu işi yapan çocuklar iki gündür okula gelmediği için, bir şey demedim ama
bugün geldiklerini duydum. Yani anladınız…”



**--** Okul Kantini **--**



“Ne yani, biz bunu kızlara yapamayız. Çok aşağılayıcı bir durum bu, hem
başımıza gelmesini istemediğiniz şeyleri başkasına yapmayalım.” diyerek
yerinden doğruldu Sung Mo. Tae Sun’da ona katıldığını başını sallayarak belli
etti. Woo Joon ikisine de aldırmadan “Yapacağız dediysem yapacağız. Hem onların
bize yaptıklarını unuttunuz mu? O tazmanya canavarı ikimizi de yere ser… Her
neyse bu bizim intikam planımız. Var mısınız?”



Chae Min hemen haykırdı. “Evet.” Sung Mo’da çaresiz kalmış bir biçimde
“Tamam, yapalım bakalım. Umarım bedelini ağır ödemeyiz.”



Geriye sadece Tae Sun kalmıştı ama Woo Joon onun kabul etmeyeceğini
bildiğinden “Üçe bir! Tae Sun kaybettin, ne dersek yapmak zorundasın.” dedi ve
ardından büyük bir fırtına koparttı. Tae Sun’da alışık olduğu bu duruma “Kes
gülmeyi! Tamam, Ne isterseniz yapın, ben karışmıyorum ama bedelini ödemem
gerekirse, kendimi kurtarmak için elimden geleni yaparım.” diyerek son verdi.



Chae Min “Ben de var zaten ama ne kadar etkili olduğu konusunda bir fikrim
yok. Ya çok uzun sürerse?” diye sordu. Woo Joon’da “Olsun ne kadar uzun olursa
o kadar iyi.” diye yanıtladı.



Sung Mo, kantinin girişinde beliren dört kızı görünce Bakın geliyorlar.”
dedi yanındakilere. Tae Sun “Baksanıza, şu sarışın kız… Size de tanıdık geliyor
mu?” diye sordu eliyle başını kaşırken. Sung Mo ve Chae Min’de sırayla
yanıtladı.



“Şey… Aslında bana birini andırıyor ama bulamıyorum.”



“Kız çok güzel. Böyle bir güzelliği görsem asla unutmam, emin olabilirsin.”



Tae Sun bu laftan sonra ukala Chae Min’in suratına baktı ve “Sen var ya, tam
bir kadın avcısısın.” diyerek onu sinir etmeye çalıştı, ama Chae Min onu
dinlemiyordu. Chae Min’in gözleri kantine doğru yavaş ve kendinden emin bir
şekilde yürüyen Ah Jung’taydı.



“Asıl şu cadı… En nefret ettiğim kız tipi… Kaba ve sert!” diye mırıldandı
Chae Min, mırıldanmasına rağmen herkes onu duymuştu ve Sung Mo “Bence sen bu
kıza taktın. Sabahtan beri iki lafından biri o.” diyerek dalga geçti Chae Min
ile.



Kızlar her zaman ki gibi, Soo Jin önde diğerleri arkada bir şekilde, kantine
girdiler. Arkalarında da iki tane serseri kılıklı çocuk onları takip ediyordu.
Biri bayağı uzun boylu ve koyu renkli saçları vardı. Diğeri kısaydı ve sırtında
da çantası vardı. İkisinin de elleri titriyordu.



Ah Jung, korkudan titreyen bu iki çocuğu yakalarından tuttu ve onları
izleyen öğrencilerin önüne doğru fırlattı. Woo Joon bu durumu pür dikkat
izlemeye başladı. Ama Ah Jung’un çocuklardan birine tekme attığına da şahit
olunca hemen arkasına dönüp “Ne yapıyor bu kızlar?” diye sordu arkadaşlarına
ama yanıt alamadı, çünkü hepsi ayağa kalkmış olanları izliyordu.



Dayak yiyen uzun boylu çocuğun ağzından çıkan kelimeler şunlar olmuştu: “Ge…
Gerçekten özür dil… Özür dileriz. Bağışla… Bağışlayın lütfen.”



Ji Hye aniden konuşmaya başladı ve bu durum Tae Sun’un ifadesiz suratının
şaşkın bir ifadeye dönüşmesine neden olmuştu. Ji Hye alay eder gibi “Biz de
salağız değil mi? Siz kendinizi ne sanıyorsunuz ya? Böyle bir terbiyesizliği
nasıl yaparsınız? Ha?” diye bağırmıştı ama fark edemediği bir yerden gelen ses
onun kalbine bir hançer saplamıştı bile.



“Ne yaptılar? Yoksa tırnağını falan mı kırdılar? Dur, dur yoksa… Koşarken
saçını falan mı bozdular?” dedi gülerek, Woo Joon. Yüzündeki aşağılayıcı
gülümseme Ji Hye’nin birazcık olsun düzelen kalbini hepten paramparça etmişti.



Ji Hye içinden “Sen benim sevdiğim adamsın bunu bana nasıl…” diye
geçirmişti, zaten bunu hiçbir zaman dışa vuramamıştı belki de vuramayacaktı.



Woo Joon, Ji Hye’nin işini bitirince Soo Jin’e bulaşmak için bir iki adım
attı. “Artık büyük balığı yakalamanın vakti geldi.” diye geçirdi içinden ve Soo
Jin’e yaklaşmaya başladı, tıpkı sabah olduğu gibi. Bu sefer istediğini
yapamamıştı, çünkü o yaklaşamadan Soo Jin kendini birkaç adım yana
sürüklemişti.



Soo Jin yerdeki çocuklara doğru eğildi ve “Bak bunlar da benim gözümde sizin
gibiler. Gerçi sizin gibilerin kiminle tartarsak tartalım siz ağır gelirsiniz
ama neyse…” diyerek kısa olan çocuğun tamamen yanına çöktü ve gözlerini onun
gözlerine dikip “Hadi o kıza yaptığını bana da yap. Yap, yap çekinme!” diye
bağırdı, kendini tutamadı.



Soo Jin’in bağırtısının ardından Woo Joon onu kolundan tuttu ve ayağa kaldırdı
sonra da kendine doğru çekti. Artık Soo Jin’in soğuk nefesi, Woo Joon’un
pürüzsüz yüzünü soğutuyordu. Woo Joon yüzünü soğutan bu soğuk nefesi daha fazla
hissetmek isterdi ama Soo Jin’in “Bir daha bana yaklaşmayı deneme!” demesiyle
bir anda kendini bir iki adım gerilemiş bir şekilde buldu.



Soo Jin, Woo Joon’u kendinden uzaklaştırdıktan sonra yerdeki çocuklara baktı
sonra da Ah Jung’a dönüp “Sen hallet Ah Jung, karışmak istemiyorum.” deyip
onları izleyen büyük kalabalığa döndü. “Ders zili çaldı herkes sınıfına gitsin.
Çabuk!”



Ah Jung, Soo Jin’in oradan uzaklaşmasını beklemeden yerdeki çocuklara döndü
ve “Beni takip edin!” diye bağırdı. Çocuklar ağır bir şekilde ayağa kalktılar
ve Ah Jung’un arkasına geçtiler. O sırada Soo Jin kantinden dışarı çıkmıştı, Ji
Hye’da onunlaydı. Eun Joo ise iki çocuğun arkasına geçmişti, o da onlarla
gidecekti.



Ah Jung yanındaki iki çocuk ve Eun Joo ile birlikte kantinden çıktı,
peşlerinden de Chae Min ile Woo Joon geliyordu. Ama Ah Jung bunu fark edemedi,
Eun Joo’da öyle. Ah Jung ve yanındakiler kütüphaneye girip içeridekileri dışarı
çıkarınca Woo Jon ve Chae Min aralarında fısıldamaya başladılar.



“Bu kız o çocukları çiğ çiğ yer, benden söylemesi.” dedi Chae Min ellerini
cebine sokarken. Woo Joon’da duvara yaslanmıştı belli etmemeye çalışsa da, bir
kulağıyla içeriyi dinlediğini Chae Min anlamıştı. Bu yüzden Woo Joon’a
yaklaşarak “Oğlum şu halimize bak, kapı bile dinler olduk.” diye fısıldadı. Woo
Joon onun dediklerine kulak asmıyordu hatta dinlememişti bile. Woo Joon koyu
kahverengi kapıdan uzaklaştı ve “İçeri giriyorum, yoksa bu kızlar o çocukları
mahveder.” dedi.



Buna karşılık olarak Chae Min’in verdiği cevap ise “Niye çoğul konuşuyorsun?
Bence sadece tazmanya canavarı bir şey yapacak, yanındaki kızın öyle bir şey
yapacağını sanmıyorum. Kızı görmedin mi, ödü kopmuştu. Bence o kızı da
yanlarında zorla tutuyorlar.”



Woo Joon, Chae Min’in dediklerini duyunca “Ya! Sakın bana o kızdan
hoşlandığını söyleme. Zaten bizim salakta ona takmış.” dedi, kendini bağırmamak
için zorladı. Chae Min, arkadaşından sevdiği kızın ismini almaya çalışan
ilkokul çocukları gibi “Bizim salak… Kim?” diye sordu. Dedi demesine ama
kafasına tokmağı yemesi de bir oldu.



“Kim olabilir? Tabii ki de Sung Mo.” dedi Woo Joon pişmanlık dolu bir yüz
ifadesiyle, sonra da elini kapıya götürüp kapıyı yek hamlede açtı. Karşısındaki
manzara son derece şaşırtıcı ve bir o kadar da korku doluydu. Kütüphanenin
beyaz renkli tavanından asılan iki sarı ip ve bacaklarından bağlı olan iki
genç. Karşılarında da sandalye de elinde sopayla oturan Ah Jung ve kitap
raflarına yaslı bir şekilde, kanlı yüzleri görmemek için elleriyle gözlerini
kapatan Eun Joo vardı. Ah Jung’un elindeki büyük sopa görenleri dehşete
düşürecek cinstendi. Woo Joon ve Chae Min’de dehşete düşenler arasındaydı. Ama
bu dehşetten çıkmaları bir iki saniyeden fazla sürmedi.



Woo Joon hemen Ah Jung’un yanına geldi ve onun elindeki sopayı almaya
çalıştı. Ah Jung sopayı yere attı ve “Siz niye derste değilsiniz? Ha?” diye
bağırdı. Woo Joon’da ona aynı şiddette bağırdı.



“Çöz şu çocukları! Nesin sen, katil mi, cani mi? Adam dövmek, hem de bu
şekilde. Bunu müdüre anlatacağım. Çabuk ol!”



Chae Min’in gözleri, tavana ayaklarından asılan ve başları aşağıda olan iki
gençteydi. Çocuklar ‘kurtarın bizi’ der gibi bakıyorlardı ama tek kelime
edemiyorlardı. Kütüphanenin dört yanının kitaplarla çevrili olması gerekmez
miydi? Peki, niye bu okulda hiç kitap yoktu, üstelik duvarlarda raflar olmasına
rağmen iki üç kitaptan fazlası yoktu. Burası kütüphaneden çok bir rehin odasına
benziyordu. İpler, kırık koyu renkli kısa sandalyeler… Duvardaki siyah perdeli
camlar… Son olarak ta duvara çivilenmiş üç beş kötü resim.



Bütün bunlar Chae Min’in ürpermesine sebep olmuştu. Ah Jung yavaşça yana
eğildi ve Woo Joon’un arkasındaki Chae Min’e bakıp “Alın sizin olsun, zaten
benim işim bitmişti. Ha, bu arada müdüre de selamımı söyle, gerçi o bu işin
yapıldığını söyleyince kimin yaptığını tahmin eder ama neyse…” dedi ve kapıya
yöneldi. Chae Min’in yanından geçerken de Woo Joon’a “Arkadaşın bayağı korkmuş
baksana. Biraz sakinleştir onu, ne biliyim birazcık parka falan götür mesela.
Böyle zamanlarda bebekler için ideal mekân orasıdır.” dedi ve hızlı adımlarla
oradan çıktı.



Ah Jung içindeki tuhaf hisle yürürken arkasındaki Eun Joo’ya “Derse
girmeyelim şimdi, zaten bitmek üzere. Teneffüste gidip Hae Won’dan istediğimizi
alırız. Şimdi zorlasak ta dersten çıkıp bize getirmez, inek işte ne olacak.”
dedikten sonra “Ben şimdi müdürün odasına gidiyorum.” diye ekledi ve gözden
kayboldu. Eun Joo’da kantine doğru yürümeye başladı.





**--** Müdürün Odası **--**



Ah Jung, müdürün odasında yayıldığı sandalyeden kalktı ve dışarı çıkmak için
kapıyı açtı. Karşısında Woo Joon ve Chae Min ile az önce dövdüğü iki çocuğu
gördü. Gözlerini kocaman açtı ve yaralı çocuklara baktı. Sonra da kapıyı geriye
çarparak uzun koridorda yürümeye başladı. Chae Min onun arkasından bakarken
kalbinin bir anda hızlandığını fark etti ve Woo Joon’a yaklaşarak “Bak işte!
Kıza olan korkumdan kalbim neye uğradığını şaşırdı, motora bağladı. Bir de
korkulacak bir şey yok diyorsun.” diye fısıldadı. Woo Joon’da “Salak salak
konuşma!” dedi ve müdürün son derece şık ve düzenli odasına ilk adımını attı,
ardından da diğerleri girdi.



“Hoş geldiniz çocuklar, bir sorun mu vardı?” diyerek karşıladı Müdür Kim
onları, sanki çocukların yüzündeki yaraları görmemiş gibi. Woo Joon müdüre
doğru bir iki adım attı ve konuşmaya başladı.



“Bakın bu sabah bize bulaşan kızlar bu çocukları bu hale getirdiler. Tamam,
anlıyorum inanması zor ama bu gerçek yani biz kendi gözlerimizle…”



Woo Joon’un sözünü kesen kişi çocuklardan uzun boylu olanıydı. Çocuk
kaşından akan kanı elindeki mendille sildi ve üstünü toparlamaya çalıştı sonra
da “Biz ikimiz kavga ettik, efendim. Yani kimse bize bir şey yapmadı. Bu
çocukların ne demeye çalıştıklarını bilmiyorum ve kimse bundan sorumlu değil.”
dedi boynu eğik bir şekilde. Diğer çocukta ona katıldı ve dediklerini
doğruladı.



Müdür, Woo Joon’a dönerek “Anlaşılan bir yanlış anlaşılma olmuş. Woo Joon ve
Chae Min siz sınıflarınıza gidin hemen.” dedi, sonra da koltuğuna biraz daha
yayıldı.



Woo Joon “Ama…” demeye çalışsa da müdür onu dinlemek istemedi ve onları
sınıflarına gönderdi. Ardından da diğer çocukları alıp başka bir sınıfa
götürdü. Woo Joon uzun koridorda ağır adımlarla yürürken bir anda durdu ve
elini cebine sokup beyaz bir paket çıkarttı. Sonra da “Bu gün onların işini
bitireceğim.” dedi sinirden gülerken ve paketi tekrar cebine soktu.



Teneffüs zili çalmıştı ve Ah Jung koşarak sınıfa geldi ve olanları anlattı.
Soo Jin tüm bunlardan sonra ona sorular yağdırmaya başlamıştı bile.



“Ne? Nasıl olur ya? Peki, amcam ne dedi? Boş ver amcamı şimdi, o züppelerin
suratını asıl şimdi görmek istiyorum. Acaba nasıl bir tepki gösterdiler?” dedi
Soo Jin neşe içinde.



**--**--**



Ders zili çalmak üzereydi, Ah Jung elindeki paketi kapattı ve “Bitti.” dedi
heyecanla. Soo Jin’de alkışlamaya başladı. Eun Joo, Soo Jin’e yaklaştı ve
“Tuvalete gidelim mi? Lütfen…” dedi, sonra da hep birlikte tuvalete gittiler.



Onlar gidince sınıfa Woo Joon’lar geldi, onlar da işlerini bitirip
paketlerini kapattılar. O sırada kızlar gelince hepsi yerlerine geçtiler ve bir
şey belli etmemeye çalıştılar. Kızlarda sınıfa gülüşerek girdiler ve yerlerine
geçtiler. Ardından da bütün öğrenciler yerini aldı ve öğretmen geldi. Ders yine
sıkıcıydı ve sınıfın çoğu uyuyordu ama kızlar gülümseyerek dersi dinliyorlardı,
Woo Joon’lar da…



Ders bittiğinde öğretmen uyuyan sınıfa döndü ve “Ya! Zilin çaldığını bile
duymuyorsunuz. Çabuk olun da evinize gidin, orada uyursunuz.” diye bağırdı.
Herkes hazırlandı ve sınıftan çıkmaya başladılar ama Soo Jin’ler oturuyorlardı
çünkü yaptıkları planın işe yarayıp yaramadığını görmek istediler. Woo Joon’lar
da aynı şeyi bekliyorlardı.



Soo Jin yanında oturan Woo Joon’a döndü ve “Neden gitmiyorsunuz?” diye
sordu. O da “Biz gideriz de sizi bilemem.” dedi sonra da yerinden kalkmaya
çalıştı ama yapamıyordu, çünkü… Yapışmıştı. Üstelik bu diğer çocuklara da
olmuştu. Ah Jung neşeyle güldü ve “Bakalım kim gidiyormuş?” dedi ve ayağa
kalkmaya çalıştı, ama kalkamıyordu. O da yapışmıştı tıpkı diğer kızlar gibi.



“Ya! Bunu siz mi yaptınız?” diye bağırdı Soo Jin. Aynı soruyu bu sefer de
Woo Joon ona yöneltti “Peki, ya siz?”



7. Bölüm Sonu



----



Bu bölüm biraz uzun oldu ama ikiye bölmek istemedim, çünkü o zaman da çok
sıkılıyorsunuz!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimePtsi Tem. 11, 2011 5:14 pm

Yazar: Demet Hancı

Tür: Romantik – Komedi – Okul





8. Bölüm





“Ya! Bunu siz mi yaptınız?” diye bağırdı Soo Jin. Aynı soruyu bu sefer de
Woo Joon ona yöneltti, “Peki ya siz?”





Soo Jin biraz kendini zorladı ama olmuyordu çok fena yapışmıştı. Aslında
biraz daha zorlayabilirdi ama eteğinin yırtılmasından korktuğu için bunu
yapmadı. Woo Joon ve diğerleri içinde aynısı geçerliydi tabii onlar
pantolonları için korkuyordu.



Hepsi kendini zorluyordu ama olmuyordu. Nasıl bir yapıştırıcıysa artık? Ah
Jung yanındaki Chae Min’in gözlerine sinirle baktı ve “Ya! Buna nasıl cesaret
ettiniz? Nasıl çıkacak bu şey?” diye bağırdı. Chae Min’de aynı ses tonuyla
“Sanki siz bize aynı şeyi yapmadınız? Şuna bak ya, her şeyden temiz bir şekilde
çıkmayı beceriyorsun gerçekten!”



Ji Hye, Soo Jin’e döndü ve “Ben size demedim mi, yapmayalım diye? Al işte…”
diye bağırdı. Soo Jin’de “Sakin ol Ji Hye! Bunlar burada konuşulacak konular
değil. Biraz sakin ol istersen!” diyerek karşılık verdi.



Soo Jin biraz bozulmuştu ve yüzü asılmıştı. Bu durum onun yanında oturan Woo
Joon’un ve Ah Jung’un da dikkatini çekmişti. Ah Jung “Ji Hye sen iyi misin? Bu
ara bir şey var sen de. Neyse… Bunların yanında kavga edemem şimdi. Kapatın
konuyu!” dedi ve Chae Min’in aptal suratıyla karşılaşıp tekrar arkasını döndü.



Soo Jin biraz kendine geldi ve “Eun Joo!” diye bağırdı ve ardından “Avazın
çıktığı kadar bağır, herkes okuldan çıkmadan biri bizi duysun. Dur bir dakika
ışıklar… Kim kapattı ışıkları? Olamaz! Amca… Bir kere okulda uzun kalsa ölür
zaten.” dedi sonra da oflamaya başladı. Okulun ışıkları kapanmıştı ve sınıfları
sadece sokak lambasının yaydığı göz alıcı ışıkla aydınlanıyordu.



Woo Joon’un aklında bir soru işareti vardı ve bunu çözmek için Soo Jin’e
dönüp “Amca dedin az önce… Yani amcan bu okulda mı çalışıyor?” diye sordu Soo
Jin’e. Ama Soo Jin ona öyle bir bakış attı ki Woo Joon başka bir şey diyemedi.



“Şimdi sırası mı bunun ha? Bizim yapıştırıcının etkisi çok uzun sürüyor ya
sizinki…” diye sordu Soo Jin gayet ılımlı bir şekilde. Woo Joon bu ılımlı
yaklaşımın içindeki ‘çok uzun’ kelimesini duyunca “Ne? Çok mu uzun? Ben… Ben
bilmiyorum. Yani ne kadar sürer bir bilgim yok ama şunu biliyorum ki çok pahalı
umarım siz bizi ucuz bir yapıştırıcı ile yapıştırmamışsınızdır. Ucuz şeyleri
sevmem.” Dedi, sitem ederek.



Soo Jin biraz sinirlenmişti ve “Bu dünya da senden ucuz bir şey yok.” dedi
Woo Joon’u gıcık etmek istercesine. O sırada Eun Joo “Canım çok sıkılıyor.”
dedi oflayarak.



“Sana çizgi film açmamı ister misin canım?” diye bağırdı sinirle Ah Jung. Bu
laftan sonra Woo Joon ve Soo Jin hariç herkes gülmeye başladı.



Bir iki dakika sonra, Woo Joon önünde sessizce sohbet olmakta olan Sung Mo
ve Eun Joo’yu görünce “Ya, orangutan! Onlar bizim düşmanımız. Unuttun galiba!”
diye bağırdı. Soo Jin’de yaklaşık aynı tepkiyi verdi ve Eun Joo’ya “Hemen önünü
dön ve her zaman karaladığın deftere yine bir şeyler karalamaya devam et,
çabuk!” diye bağırdı.



Eun Joo mecbur, önüne döndü ve kafasını sıraya gömdü. Sung Mo’da Woo Joon’a
dönerek “Ne düşmanı be? Sahip olduğun en büyük düşmanın babam! Asıl sen unuttun
galiba.” dedi böbürlenerek. Woo Joon onun kafasına bir tane yapıştırdı ve
“Abiye bağırılmaz, şapşal şey.” diye bağırdı.



Eun Joo kafasını, beyaz ve üzeri karalanmış sıradan kaldırdı ve Woo Joon’a
diktiği, küçük çekik gözlerini biraz daha açtı. Sonra da “Sen… Sung Mo’nun
abisi misin?” dedi merakla karışık şaşırmış bir ifadeyle. Buna karşılık,
yerinden hafifçe doğrulan Soo Jin “Baksana şuna adlarını da öğrenmiş hemen!
Kızım, sen bizim tarafta olduğuna emin misin?”



Eun Joo, Soo Jin’e yalvarır gözlerle baktı ve “Ben... Sadece onun adını…
Yani özür dilerim Soo Jin.” diyebildi sadece. Woo Joon onların bu haline ufak
bir gülücük attıktan sonra ortaya konuşmaya başladı.



“Evet, bu baş belası benim kardeşim yani ikizim ama ben ondan biraz önce
doğmuşum.”



Ah Jung, Chae Min’in uzun bedeni yüzünden göremediği Woo Joon’a bakmak için
eğildi ve “Atacak başka bir yalan bul, çünkü buna kimse inanmaz.” dedi
kendinden emin bir ifadeyle. Bunun üzerine Woo Joon elini cebine attı ve “Bak
şimdi nüfus cüzdanımı gösterince anlarsın” dedi ama cebi boştu. Ne cüzdan, ne
de telefon vardı.



“Olamaz telefonumu ve cüzdanımı çalmışlar. Baksanıza sizinkiler yerinde mi?
Hem biriniz babanızı arasından kurtulalım şuradan.” dedi Woo Joon, endişeli bir
şekilde.



Diğerleri de telefon ve cüzdanlarını bulamayınca hepsinin gözleri gözlerini
kaçırmaya çalışan Soo Jin ve Ah Jung’a çevrilmişti. Tae Sun aniden söze girdi.
“Tamam, anlıyorum bu yapışkan olayını, ama neden telefonlar ve cüzdanlar…”



Soo Jin derin bir nefes aldıktan sonra “Sizi burada sabaha kadar tutmak
istedik ve telefonlarınız da buna engel oluyordu. Yani birini çağırırsınız diye
telefonlarınızı aldırttık.” dedi endişeli bir ses tonuyla. Chae Min, Ah Jung’a
döndü ve “Aldırttık… Tamam, sakinim! Telefonları da anladık ama neden
cüzdanlar?”



Ah Jung kollarını göğsünün altında birleştirdi ve “Okuldan bir iki kişi
ayarladık ve telefonlarınız aldırttık, şey aslında çaldırttıkta denebilir.
Cüzdanları da iş karşılığında verdik. Sonuçta onların yaptığı da zor bir iş,
değil mi?” dedi aptal bir gülümseme ile.



Tae Sun “Bu kadarına da pes artık. Bizimkiler, sizin için adam tutmayı bile
düşünemediler. Siz onlara bin basarsınız gerçekten.” dedi şakayla karışık bir
alaycı tavırla. Ji Hye arkasında oturan Tae Sun’a dönüp “Bizimkileri de siz mi
aldınız? Annem meraktan ölecek. Soo Jin bir şeyler yap lütfen, buradan çıkmamız
gerek.” dedi telaşla. Ji Hye gözlerini, somurtarak oturan Woo Joon’a
kaydırmıştı. Tae Sun, Ji Hye’nin Woo Joon’a baktığını fark edince aptal bir
gülümseme ile kafasını başka bir yöne çevirdi ve “İnanmıyorum bu aşk hala devam
mı ediyor?” diye düşündü gülümseyerek.



Chae Min, Ah Jung’un suratından alamadığı gözlerini bir anda telaşla kırptı
ve “Babam… Bu gün eve gitmemiz gerekiyordu. Kahretsin, babam beni,
babalarınızda sizi öldürecek.”



Woo Joon yanındaki kıza hırçın bir bakış attı ve “Daha büyük bir sorunumuz
var. Babamın bu ay için verdiği para benim cüzdanımdaydı ve maalesef bunlar
bütün parayı gaspçılara kaptırdılar. O cüzdanda ne kadar para olduğu hakkında
bir fikrin var mı senin ha?” dedi bağırarak. Soo Jin, mahcup ve bir o kadar da
üste çıkma hevesiyle “Ne… Ne kadar vardı ki? Gerçi sizin için sorun mu,
babanızdan alırsınız yeniden. Zaten biz cüzdanlara bakmadan verdik. Para çoktan
bitmiştir, yani harcamışlardır.” Bunun üzerinde Tae Sun:



“Oh, ne güzel artık hem parasız hem de buraya yapışık bir vaziyetteyiz. En
güzel (!) günüm bu gün gerçekten.”



“Siz zengin olduğunuza emin misiniz?” diye sordu Ah Jung. Ortam bir keç
saniye sessiz kaldıktan sonra Ji Hye “Evet, gerçekten zenginler.” diyerek
yanıtladı, kendisine sorulmayan bu soruyu. Kızlar önce gözlerini Ji Hye’ye
diktiler, sonra da Woo Joon’lara. Ortada bir karışıklık olduğunu anlayan Eun
Joo, merakla sordu “Sen nereden biliyorsun ki?”



Tae Sun gülümsedi ve “Çünkü o bizi tanıyor.” Kızların hepsi şoktaydı. Onlara
katılan kişiler arasında Woo Joon, Chae Min ve Sung Mo’da vardı. Hepsi birden
“Ne?”, “Nasıl?” gibi sorular sormaya başlayınca, Ji Hye derin bir nefes aldı ve
“Biz ortaokulda beraberdik ama babam öldükten sonra okuldan ayrıldım ve liseye
burada başladım.” diye kestirip attı. Ama bu cevap kimseyi tatmin etmemişti.



Woo Joon eskiyi hatırlamaya çalıştı ve kafasında bir şeyler oynamaya
başlamıştı.



^^ Geriye Bakış ^^



Okulun çıkış saatinde giriş kapısının yanında elinde bir paketle bekleyen,
kısa, gri okul eteği ve üzerindeki beyaz gömleğiyle, açık tenli, çelimsiz on
dört yaşında bir kız ve ona doğru yaklaşan uzun boylu, aynı tonlarda giyinmiş
bir erkek. Genç saatine baktı ve genç kızın yanına gelince “Ne var Ji Hye? Niye
beni çağırıyorsun, bir randevum var.” dedi oflayarak.



Genç kız mahcup bir şekilde “Ben… Ben sadece bunu vermek istemiştim. Şey…
Ben…” Ji Hye’nin sözünü kesen kişi Woo Joon olmuştu.



“Yeter, Ji Hye! Karşımda geveleme, hem ne bu? İstemiyorum kalsın ben
gidiyorum.” diyen genç, kızın ona uzattığı son derece pahalı gözüken, etrafı
süslenmiş bu güzel paketi yere savurdu ve “Bak Ji Hye, bana aşkını falan itiraf
etmeyi düşünme sakın. Yani… Sen benim tipim değilsin. Anlıyorsun, değil mi? Ben
şimdi gidiyorum.”



Woo Joon’un gidişinin ardından kendini yere atan genç kız sesi duyulmasın
diye eliyle ağzını kapattı ve ağlamaya devam etti. Son anda arkasına dönen Woo
Jon ise onu gördü ve “Bu kadar yakışıklı olmamalıydım, gerçekten yazık oldu.”
Dedi, kendi kendine.





^^ Geriye Bakış – SON ^^





Woo Joon hatırlayınca hemen Ji Hye’ye baktı ve “Ji Hye… Ben tanıyama…”
Sözünü kesen kişi Ji Hye olmuştu. “Ben de sizi unutmuştum zaten, sadece
isimlerinizi duyunca hatırladım, o kadar.” Ji Hye, Woo Joon’un sözünü
tamamlamasını istemiyordu, çünkü kötü bir şeylerin olacağını düşünüyordu.



Tae Sun konuyu kapatmak için “Neyse ben bizim hikâyemizi anlatayım. Yani
nasıl fakir kaldığımızı… Sung Mo okulda yapılan aramada cebinden uyuşturucu ile
yakalandı…” Eun Joo bir anda Sung Mo’dan uzaklaştı ve “Sen uyuşturtucu
bağımlısı mısın?” Sung Mo “Ha… Hayır, sadece sıra arkadaşımın azizliğine
uğradım. Yani işin aslı şöyle; Sıra arkadaşım cebinde uyuşturucuyla
yakalanmamak için uyuşturucuyu benim cebime attı ve bu yüzden beni okuldan
atacaklardı. Ben müdürün odasındayken benim salak ikizim yani Woo Joon benim
atılacağımı duymuş. Hemen müdürün odasına geldi ve müdürün aşağılayıcı
konuşmalarına karşılık, müdürü dövdü!”



Ah Jung her zamanki tavrıyla “Bu mu? Müdür dövmek ha? Kesin sen yanlış
hatırlıyorsundur?” diye dalga geçti. Woo Joon kendini kurtarmak adına savunmaya
geçti.



“Dövdüm! Hep bu salağın yüzünden zaten, o adam bizim ekmeğimizi yiyor, ne
haddine düşmüş sana bağırmak. Hadi onu geçtim sen niye eziliyorsun ki?”



Soo Jin heyecanlı bir film izler gibi “Sonra…” dedi Woo Joon’un gözlerine
bakarak. Woo Joon kafasını çevirdiğinde Soo Jin’in ışıldayan gözleriyle
karşılaşınca kekelemeye başladı. Midesinde bir şeyler kımıldamaya başladı, hele
kalbi yerinden çıkacakmış gibiydi.



Daha önce kimsenin ona böyle bakmadığını hatırlayan Soo Jin, yutkunmaya
başladı ve boğucu havadan kurtulmak için kafasını yana doğru çevirdi.



**--**--**



Çocuklar uzun hikâyelerini anlattıktan sonra hepsi bir kenara dönüp uyumaya
başladılar. Woo Joon ve Soo Jin hariç tabii. Soo Jin uyumaya çalışsa da
yapamıyordu, Woo Joon’da aynıydı. Soo Jin kafasını sıraya gömmüştü ve sırtı Woo
Joon’a dönüktü. Woo Joon bir anda elini Soo Jin’in saçlarına uzattı ve sonra
hemen geri çekti.



Woo Joon, “Ne yapıyorum ben? Yoksa bu kıza… Hayır saçmalamamalıyım. İlk
görüşte aşk bana göre bir şey değil, Sung Mo’ya uygun bir davranış. Ama bu kız…
Onda beni ona çeken bir şey var.” diye geçirdi içinden. Ceketini çıkartıp Soo
Jin’in üzerine örttükten sonra, kafasını sıraya gömerek uyumaya çalıştı.



8. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:40 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








9. Bölüm








Güneş ışıkları çoktan sınıfı aydınlatmıştı ama bütün yapışıklar uyuyorlardı.
Onları tanımayanlar barıştıklarını falan sanırlardı herhalde. Ama neyse ki
onları tanımayan yoktu.





Cam kenarında en son sırada oturan Chae Min’in kafası yanında oturan Ah
Jung’un omzundaydı ve Ah Jung’un kafası da onun kafasına yaslanmıştı. Uzaktan
bakılınca, güneşin doğuşunu izlerken uyuya kalmış sevgililer gibi
gözüküyorlardı. Tabii onlar bu şekilde dalaşırlarsa bu biraz zor…





Orta bölmede en son sırada oturan Soo Jin’in kafasını masaya gömmüştü ve ona
arkadan sarılan kişi ise Woo Joon’du. Woo Joon’un bedeni Soo Jin’in sırtına
yaslanmıştı ve ceketini de Soo Jin’in üzerine örtülmüştü.





Soo Jin ve Woo Joon’un önündeki sırada oturan Tae Sun, ellerini karnında
bağlamış ve sırtını da geriye yaslanmıştı. Sung Mo ise ellerini iki yana açmış
bir şekilde sıraya kapaklanmıştı.





Onların önünde en önde oturan Eun Joo ve Ji Hye’de Ah Jung ve Chae Min’den
farksızdı. İkisi de birbirlerine yaslanarak uyumuşlardı. Ji Hye’nin elinde
tuttuğu pilot kalem Ji Hye’nin eteğinin üzerine gelmişti ve neredeyse bütün
mürekkep Ji Hye’nin gri okul eteğinin üzerine boşalmıştı.








Aralarında ilk uyanan kişi Woo Joon’un vücudunun altında yatan Soo Jin
olmuştu. Soo Jin gözlerini hafifçe açtı ve “Neden üzerimde bu kadar ağırlık
var. Hastalanmadan doktora gitmeliydim, şimdi kim gidecek doktora ya? Of…” diye
sitem ederken kendini kalkmak için zorladı. Bu zorlama Woo Joon’un uyanmasına
sebep olmuştu ve tabii ki Soo Jin’in de dün gece olanları hatırlamasına…





Woo Joon kendini Soo Jin’in üzerinden kaldırdı ve ellerini iki yana açarak
esnemeye başladı. “Geldik mi?” dedi sessizce esnemeye devam ederken. Esnerken
kapattığı gözleri açıldığında büyük bir acıyla sızlıyordu.





“Geldik, geldik.” dedi Soo Jin, Woo Joon’un gözünü morartan elini geriye
çekerken. Woo Joon’un “Ahh…” diye bağırması oradaki herkesin uyanmasına sebep
olmuştu. Hepsi uyanıp arkalarına baktığında; eliyle gözünü tutarak bağıran Woo
Joon’u ve burnundan soluk alan Soo Jin’i gördüler.





Soo Jin hala sinirini alamamıştı ve “Sapık! Buna nasıl cesaret edersin ha?
Nasıl bunu yaparsın?” diye bağırıyordu aynın zamanda da Woo Joon’a vurmaya
devam ediyordu. Woo Joon aniden yerinden kalktı ve “”Vurmasana ben bir şey
yap…” demeye kalmadan Chae Min’in sesiyle irkildi.





“Baksanıza etkisi geçmiş, artık kalkabiliriz.”





Teker teker ayağa kalktılar ve hepsi bir oh çekti. Sona sadece Chae Min
kalmıştı ve o kalktığında herkes kısa süreli bir şok, ardından da gülme krizi
geçirdi. Ah Jung karşısındaki yırtık pantolonlu Chae Min’in gözlerine baktı ve
bir an olsun gülmeden durabildi.





Ah Jung’un ağzından zor zoruna çıkan sözler şunlar olmuştu; “Şey… Ben
seninkine biraz fazla…”





Ah Jung sözünü tamamlayamadan, az önce kalkarken pantolonunu yırtan Chae Min
“Ne… Ne dedin sen? Niye bana fazla koydun? Ne zorun vardı benimle?” diye
bağırdı acılı bir ses tonuyla. Ardından da “Bu pantolon sizin kıyafetlerinize
benzemez! Bu pantolon özel olarak dikildi, anladın mı? Annem buna ne kadar
verdi biliyor musun? Niye soruyorsam artık, tabii ki bilmiyorsun.” diye ekledi.





Onların atışması sürerken Woo Joon, Soo Jin’in biraz sakinleştiğini ve hatta
güldüğünü görünce “Soo Jin… Biz… Artık düşman değiliz değil mi?” diye sordu
ürkek bir ses tonuyla ama bu cevap Soo Jin’in yüzündeki gülümsemeyi kararttığı
kadar sözlerini de soğutmuştu.





“Ne münasebet,” dedi Soo Jin itici bir tavırla. “Sizinle asla barışmayacağız
ve bu okuldan gidene kadar da düşmanımız kalacaksınız. Dün gece burada
yaşananları unutsanız iyi olur zaten dün gece biz evimiz de uyuyorduk. Tabii
sizde kendi evinizde… Değil mi Ah Jung?”


Ji Hye aniden donuk bir sesle “Annem meraktan ölmüştür, ben eve gidiyorum.
Zaten yaklaşık yarım saat sonra da ders başlıyor. Bu gün de daha gelmem, biraz
dinlenirim. Ben kaçtım!” dedi ve koşar adımlarla sınıftan çıktı.





Ardından da kızların hepsi eve gidip üstlerini değiştirmek üzere sınıftan
ayrıldılar. Woo Joon’larda onların peşinden çıktılar.





Kızlar biraz erken çıktılar ve çocuklar okuldan çıktıklarında onları
bulamadılar, sonra da babalarının onlar için tutuğu yeni evi aramaya
başladılar.





**--**--**--**





Sonu belli olmayan, dar caddelerde, eteklerindeki yapışkan gözükmesin diye
bellerine hırkalarını bağlayan üç kız oyalanarak yürüyordu; Soo Jin, Ah Jung ve
Eun Joo.





Soo Jin her zaman ki soğukluğuyla önden önden giderken, arkasında sohbet
eden Ah Jung ve Eun Joo bir anda duraksadılar ve Soo Jin’e yaklaşıp onun koluna
girdiler. Eun Joo “Birileri bizi takip ediyor.” dedi çok kısık bir sesle. Ah
Jung’ta ona katılıyordu ve bunu göstermek için başıyla onayladı.





Soo Jin kafasını arkasına çeviriyordu ki Eun Joo onun kolunu sıktı ve “Sakın
bakma! Önüne dön ve yürü. Bir filmde izlemiştim, arkana bakmamak en iyisi.”
dedi korku dolu gözlerle. Soo Jin onu dinlemedi arkasına endişeyle arkasına baktı.








**--**--**--**--**





Woo Joon ve Chae Min ellerindeki kâğıtla etrafa bakınırken; Tae Sun ve Sung
Mo, daha önce hiç gelmedikleri bu yerleri inceliyorlardı.





Herkes etrafına bakınırken Sung Mo eliyle önlerinde yürüyen üç kızı gösterdi
ve şaşkın bir ifadeyle “Bunlar Soo Jin’ler değil mi?” dedi yanındakilere. Woo
Joon hemen onun yanına geldi ve “Hani, nerede?” diye sordu en sevdiği ünlüyü
görmek için heyecanlanan genç bir kız gibi.








Woo Joon, Sung Mo’nun elini takip ettiğinde karşısında, ona sinirle bakan
Soo Jin’i buldu. Soo Jin onlara doğru son hızla geliyordu ve bir yandan
sessizce söyleniyordu, ama aradaki mesafe uzak olduğu kimse onun söylediklerini
net bir şekilde duyamıyordu.








Soo Jin onların yanına geldiğinde neredeyse onların oturduğu üç katlı, mor
renkli biraz yıpranmış olan binanın yakınlarındaydılar. Eun Joo ve Ah Jung
binanın önündeydiler. Soo Jin’de onların biraz gerisinde duran Woo Joon ve
diğerlerinin yanına varmıştı.








“Şimdi de bizi mi takip ediyorsunuz? Sapık olduğunuzu anlamıştım ama bu
kadarına da, pes!” diye bağırdı Soo Jin. “Hele sen! Tae Sun musun nesin? Her
neyse, senden beklemezdim. Bunlara uyup ta böyle şeyler yapacağın aklıma bile
gelmezdi. Gerçekten böyle bir izlenim vermemiştin bana!”








Woo Joon, kendisinin küçük düşürüldüğünü görünce dayanamadı ve araya girip
“Ne eksiği var ki onun bizden? O da bizim gibi zengin ve rahat bir hayat sürdü,
ondan da nefret etmen gerekmez miydi? Bayan Kinci!” diye söylenmeye başladı ciddi
bir biçimde.





Tae Sun her zaman ki efendiliğini korudu ve “Bak, Soo Jin! Tamam, beni bu
şahıslarla ayrı düşünmen çok hoşuma gitti ve haklısın da ben geçekten onlarla
aynı kefeye konmayı sevmiyorum ama bu sefer sanırım biz haklıyız. Woo Joon’un
babasının bize, kalmamız için tuttuğu ev, şu binada.” dedi eliyle mor binayı
gösterirken.





O sırada Soo Jin’in ağzından çıkan sözler; “Ne? Bu... Burası mı? Yani siz,
bizim yeni komşularımız mısınız?” olmuştu.








9. Bölüm Sonu





Çok özür dilerim, biraz kısa oldu. (Belki de fazla...)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:40 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








10. Bölüm








Soo Jin bu duruma bir süre tepkisiz kaldıktan sonra “Bu evden başka ev mi
yoktu? Tamam, babalarınızın size ceza vermek istediğini anlıyorum, ama neden
bizde cezalandırılıyoruz?” diye söylendi yüksek sesle.





Woo Joon onlarla yan yana oturmaktan hoşlanmış olacaktı ki yüzünde ufak bir
gülümseme belirdi. Aslında Woo Joon’un şimdilik tek bir sorunu vardı o da
binanın biraz eski ve kötü durumda olmasıydı.





Tae Sun, Soo Jin’i sakinleştirmek için kısa bir konuşma yapmaya
hazırlanıyordu ki kafasını çevirdiğinde Woo Joon’un suratındaki aptal gülümseme
ile karşılaştı. Tae Sun önce içinden “Neyi var bu çocuğun, yoksa kafayı mı
yedi? Garibim bu evde yaşamaya asla dayanamaz.” diye geçirdi, sonra da
gözlerini Woo Joon’dan alarak Soo Jin’e döndü.





“Bizim herhangi bir haberimiz yoktu, olsaydı zaten size rahatsızlık
çektirmek istemezdik.”





Woo Joon, Tae Sun’un bu kibar sözlerinden, aslında hiç alakası olmayan bir
anlam çıkartmıştı. Woo Joon içinden “Yoksa… Tae Sun, Soo Jin’den mi hoşlanıyor?
Asla! Buna izin vermem. Bir dakika! Neden izin vermiyorum ki? Yoksa ben de mi…
Yok, canım daha neler… Hayır, hayır olamaz. Ben sadece arkadaşımın böyle bir
kıza karşı duygularının olmasını istemiyorum, o kadar. Evet, sadece o kadar.”
diye geçirdi ve gözlerini Tae Sun’a çevirip dik dik bakmaya başladı.





Soo Jin beline bağladığı hırkasını biraz daha sıktı ve “Tamam, öyle olsun
bakalım. Ama sakın kapımı çalmaya cüret etmeyin. Tamam mı?” dedi yüksek bir
sesle. Genç kız sonra da koşar adımlarla apartmana doğru yürümeye başladı. Ah
Jung ve Eun Joo’nun yanına gelince de, onlara gözleriyle işaret edip eve
çağırdı.





Soo Jin’in peşinden apartmana giren Ah Jung, bir yandan merdivenleri çıkıyor
bir yandan da, önünde hızla merdivenleri çıkan arkadaşına ne konuştuklarını
soruyorlardı.





Soo Jin aniden arkasına döndü ve bu da Ah Jung ve Eun Joo’nun dengelerini
kaybetmelerine neden oldu. Eun Joo tam geriye doğru düşecekti ki Soo Jin onu ve
Ah Jung’u yakalarından tuttu. İkisi de Soo Jin’in neden olduğu kazayı kazasız
belasız atlattılar.





Eun Joo düşmediğini görünce derin bir oh çekti ve “E… Ne konuştunuz? Niye
bizi takip etmişler? Yoksa bize bir şey mi diyecekler? Woo Joon’un elindeki
kâğıt neydi ve neden sen konuştuktan sonra sana âşıkmış gibi gülüyordu?” diye
sordu, üstelik neredeyse tek nefeste.








Soo Jin bu duruma alışıktı ama içlerinde bir soru vardı ki soramadan
edemedi. Dilini yanaklarında gezdirdikten sonra umursamaz bir tavırla “Âşıkmış
gibi mi? Saçmalama Eun Joo!” dedi ve arkasını dönüp yürümeye devam etti.
Aslında kulakları hala Eun Joo’nun vereceği cevaptaydı.





Eun Joo iç çekti ve “Demek ki ben yanlış görmüşüm, neyse sen anlatsana.”
diyerek, aynı Soo Jin gibi, merdivenleri çıkmaya başladı.








**--**--**





Yaklaşık on beş dakika sonra, üzerine beyaz bir kısa kollu, altına da krem
rengi eşofmanını giyen Soo Jin, duştan çıktı ve kırmızı ile siyahın hâkim
olduğu salona doğru yürümeye başladı. Salona girdiğinde gözüne ilk takılan şey,
koltukta iki büklüm oturup onu bekleyen iki kız değil de, üzerinde deniz
manzarası resmi olan tablo olmuştu. Tablo birazcık yamuk duruyordu, bu da Soo
Jin’in dikkatini çekmişti. Belki bu tablonun varlığından bile haberi yoktu ama
kızlara bir şey anlatmak istemediği için kendini tabloya yöneltmişti.





Soo Jin tabloyu eski haline getirip, tekli koltuğa oturduktan sonra
ellerini, havluyla sardığı saçlarına getirdi ve havluyu dik durması için
düzeltti. Kafasını kaldırdığında karşısında yere çömelmiş iki meraklı kız
görüyordu. Bu kızlar; üzerine mavi askılı, altına da kısa pembe bir şort giyen
Eun Joo ve yeşil askılısının dekoltesini kapatmak için üzerine siyah hırkasını,
altına da siyah kaprisini giyen Ah Jung’tan başkası değildi.





Eun Joo gülümsemekten kulaklarına uzanan ağzını kapattıktan sonra ellerini
göğsünün altında birleştirdi ve “Dinliyoruz!” dedi kulaklarını uzatarak.





Soo Jin başka çaresi olmadığını düşündüğü için konuşmaya başladı. Bütün her
şeyi anlattığında, kızlar çalan kapıyla birlikte, şaşkınlıktan açık kalan
ağızlarını kapattılar.








^^ Geriye Bakış ^^








Soo Jin gittikten beş dakika sonra Woo Joon derin bir oh çekti ve omuzlarını
geriye doğru gerdikten sonra çocuklara dönüp “Hadi evimize gidelim.” dedi
neşeyle. Apartmana ilk giren oydu ve içeriyi incelemeye başladı.





Gözleri ilk önce tavandaki örümcek ağlarına, sonra da duvarlardaki
karalamalara takıldı. Duvarlar, yapının dış cephesi gibi mor renkle boyanmıştı,
ama üzerindeki siyah kalemlerle yazılmış yazılar, morun bütün asaletini yok
etmişti.





Merdivenlerin korkulukları morun aksine, sade ve gizemli bir renk olan griye
boyanmıştı. Merdivenler mermer kaplamalıydı ve mermer beyazı, tozlu ayak izleri
yüzünden neredeyse hiç gözükmüyordu.








Soo Jin’lerin evi ikinci kattaydı ve bundan haberleri olamayan Woo Joon’lar
kalacakları dairenin önüne geldiklerinde ses yapmamaya dikkat ettiler. Onların
dairesi de ikinci kattaydı. Woo Joon’ların kalacakları dairenin önceki
sahipleri hakkında bir sürü ürpertici söylenti vardı bu yüzden kimse orayı
tutmayı istememişti.








Woo Joon derin bir nefes aldıktan sonra arkasındakilere bakıp yutkundu ve
“Sessiz olun! Açıyorum kapıyı.”dedi ama kendisi söylenmeye başladı. “Of…
Babamın bize tuttuğu eve bak. Ben en son böyle bir eve girdiğimde; evden
kaçmıştım ve saklanacak başka yerim yoktu. Üstelik orada bir gün kaldıktan
sonra hastalanmıştım.”





Tae Sun ellerini cebinden çıkardı ve Woo Joon’un kafasına bir tane
geçirdikten sonra “Ya! Bende gayet iyi hatırlıyorum senin yanında bizde vardık.
Bizi de yanında sürüklemiştin ve hastalanan tek kişi sen değildin, biz de
hastalanmıştık. Tabii bir de şu var, o evde sadece on dakika saklandık çünkü
sen ‘Fare gördüm’ diyerek evden kaçtın, biz de senin peşinden gelmek zorunda
kaldık. Hastalanmamızın nedeni de kışın ortasında bütün paramızı dondurmaya
yatırmamızdı.” diye bağırdı. Sonra da “ İşte bu kadar basit! Şimdi aç şu
kapıyı, üşüdüm ben.” diye ekledi ve bu sefer de ellerini beline koydu.





Woo Joon kafasını ovuşturmayı bıraktı ve elindeki küçük demir anahtarı
kapının deliğine doğru götürmeye başladı. Anahtar tam deliğe giriyordu ki Woo
Joon bir anda durdu ve yavaşça arkasına döndü.


“Acaba babam bu ay için harcayacağımız parayı, bize tekrar geri verir mi?”





Chae Min, bu soruya cevap aramak için fazla düşünmedi. “Senin baban mı? Asla
vermez! Hep o kızların yüzünden! O para bizim bir kahvaltı paramıza yetiyordu
belki, ama yine de bir ay için kullanmamız gerekti.”





Woo Joon elindeki anahtarı tekrardan kapıya yöneltiyordu ki bu sefer de
bedenini duvara yaslayan Sung Mo’yu gördü ve “Ya! Çabuk çekil kenara. O
üzerindeki pislenirse nasıl yıkayacağız ha? Sakın üzerinizi pisletmeyin çünkü
bu evde bir çamaşır makinesi olduğunu sanmıyorum.” diye öfkeyle bağırdı.





Tae Sun bir of çekti ve Woo Joon’yun elindeki anahtara yönelip onu Woo
Joon’dan aldı. “Bir kapıyı bile iki saatte açamadın!” diyerek kapıyı tek hamlede
açtı. Daha sonra kafasını içeriye doğru sokup nasıl bir yer olduğuna baktı.
Özenle taradığı uzun siyah saçlarını gözünün önünden çektikten sonra tamamen
içeri girdi ve arkasındakilere “Hadi, girin.” diye seslendi.





İçeriye girdiklerinden hepsinin dikkatini çeken ilk şey krem renginin
ağırlıklı olduğu büyük salon olmuştu. Sung Mo birbiri ardına sıralı üç oda
görünce bir tanesini kapmak için hemen o tarafa doğru koşmaya başladı. Onun
peşinden fırlayan Chae Min’de ona yetişmek için son hızla koşuyordu.





Sung Mo sonunda odaların olduğu yere geldi ve hiç dikkat etmeden birine
daldı. Bir tuhaflık vardı çünkü buradaki eşyalar ona tanıdık geliyordu. “Burada
Tae Sun’un eşyaları var!” diye bağırdı Sung Mo ve hemen dikkatle salona bakan
Tae Sun’un yanına gelip “Galiba eşyalarımızı göndermişler.” diye çığlık attı
sevinçle. Sung Mo’nun yüzündeki mutluluğu gören Tae Sun hemen onun gösterdiği
odaya koştu.





Çok küçük olmasına rağmen kendi eşyalarıyla dolu bu oda Tae Sun’un rahatlamasına
neden olmuştu. Tae Sun’dan sonra Chae Min ve Sung Mo’da kendi odalarına girip
sevinç çığlıkları atmaya başladılar. İşte büyük sorunun kurbanı olan kişi, yani
Woo Joon kendi odasını aramaya başladı ama yoktu. Üç tane yatak odası vardı ve
hepsi de dolmuştu.





Woo Joon hemen Tae Sun’un odasına daldı ve kendini yatağına atmış olan Tae
Sun’un yanına eğilip “Benim odam ve eşyalarım yok, galiba eve hırsız girmiş.
Benim eşyalarımı çalmışlar.” dedi endişeyle.





Onun bu haline gülerek tepki veren Tae Sun, iki dakika sonra kendini eliyle
karnını tutar vaziyette yerde buldu. Tae Sun kahkahalara boğulmuştu ve Woo
Joon’da şaşkınlıkla onu izliyordu.





Nefes alış-verişini düzene koymaya çalışan Tae Sun “Dostum… Sen… Gerçek bir
aptalsın! Senin eşyalarını kim, niye çalsın ki? Zaten üç tane o da var,
herhalde baban sana kızdığı için senin eşyalarını göndermemiş. Bundan sonra
senin odan… Salon!” dedi ve tekrar gülmeye başladı.





Tae Sun’un söylediklerini ağzı açık bir şekilde izleyen Woo Joon, ağzını
yavaşça kapattı ve hızla doğruldu. Koşarak salona girdi ve etrafına baktı.





Salonun duvarları krem rengiydi ve yerleri de beyaz parke ile kaplıydı.
Salonun giriş kapısıyla aynı duvarda olan balkon kapısı; beyaz plastik bir
kapıydı. Salonun ortasındaki kahverengi koltuklar eski ve yıpranmıştı. Kim
bilir kaç küçük çocuk zıpladı da bu hale geldi bu koltuklar? Kim bilir hangi
baba oğluyla futbol izlerken hop oturup hop kalktı bu koltukta? Bu koltuklar
belli ki evin eski sahiplerinden kalmaydı, eve her giren bunu anlayabilirdi.
Çünkü koltukların üzerindeki görmüş geçirmişlik bunu gösteriyordu.





Koltukların ortasında uzunca tahtadan yapılmış bir masa vardı, masanın
etrafını saran tahta parçaları her an kopacak gibi gözüküyordu. Masanın
üzerinde bir tane zarf vardı ve bu zarf salonu incelemekte olan Woo Joon’un
dikkatini daha yeni çekmişti.





Woo Joon zarfı açtı, zarfın üzerinde babasının ismi yazıyordu. Woo Joon
zarfın içindeki kâğıdı aldı ve okumaya başladı.





“Eğer o gün o gazeteyi görmeseydim senin de bir odan olurdu ama o gazetede
yanında bir kız ile seni görünce… Neyse, salon artık senin odan ve sakın Sung
Mo’yu kandırıp odasını almaya kalkma. Unutmadan söyleyeyim, komşularınla iyi
geçin. İçlerinden biri senin hayatını değiştirebilir.”





Woo Joon bu satıları okuduktan hemen sonra, kısa bir şok geçirdi. Kendine
gelince, hiçbir şey düşünmeden kendini dışarıya attı ve karşı dairenin kapısını
çalmaya başladı.








10. Bölümün Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:40 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








11. Bölüm








Soo Jin oturduğu yerden usulca kalktı ve sertçe yumruklanan kapıya doğru
koşmaya başladı. Olayları öğrenen Eun Joo “Belki onlar gelmiştir.”diye geçirdi
içinden ve biran da kendini kapının yanında buldu.





Soo Jin sıkıca tuttuğu kapının kolunu çevirdi ve kapı yavaş yavaş açılmaya
başladı. Kapı tamamen açıldığında, Soo Jin karşısında, okul kıyafetiyle kapıda
merakla dikilen Woo Joon’u bulmuştu.





Woo Joon duvara yasladığı elini geri çekti ve karşısındakilere dikkatle
bakmaya başladı. Woo Joon’un, Soo Jin’i Ah Jung’u ve son olarak ta Eun Joo’yu
inceleyen gözleri gitgide küçülüyordu. Sonunda gözleri tamamen kayboldu,
gözleri kapanmıştı. İçinden “Hangisi? Kim benim hayatımı değiştirecek? Soo Jin
mi, Ah Jung mu, Eun Joo mu? Hangisi? Baba niye benimle oynuyorsun, neden?” diye
geçirdikten sonra yavaşça ağzını açtı.





“Biz… Şey… Karşınızdaki ev artık bizim, yani komşuyuz. Ben sadece bir şeyden
emin olmak için gelmiştim. Komşumuzun kim olduğu konusunda… Neyse sadece buydu.
Okulda görüşürüz.”





Soo Jin, arkasını dönüp uzaklaşmaya çalışan genci dikkatlice süzdü ve “Bir
dakika! Benimde söyleyeceklerim var. Bilmen gerekir diye düşündüm. Bu evin eski
sahipleri hakkında… Ya da boş ver, duyarsanız korkudan rahat edemezsiniz
şimdi.” diyerek arkasına döndü.





Soo Jin tam dış kapıyı kapatacaktı ki Woo Joon eliyle kapıyı durdurdu.
“Anlat, dinliyorum.” dedi iddialı bir ses tonuyla.





Soo Jin kapanmakta olan kapıyı tekrar araladı ve ellerini gövdesinde
birleştirerek konuşmaya başladı.





“Anlatacağım şey söylentilerden en hafif olanı, yani bundan daha korkunçları
da var. ‘Belki doğru değildir’ diyemeyeceğim, çünkü ben çok uzun zamandır
buradayım ve onlardan başka bu evde oturan olmadı. Bu da o evde bir şeylerin
olduğunun göstergesi değil midir? Neyse, onlar burada oturduğu sırada bu mahallede
bir sürü çocuk kayboluyormuş. Bu evde oturan çiftin hiç çocuğu olmuyormuş, bu
yüzden herkes o çocukları bu çiftin öldürdüğünü ve cesetleri de salonlarında ki
koltukların altına sakladıklarını söylüyor. Bence bu gerçek, çünkü annem ve
babam bana onların evinden uzak durmamı söyleyip duruyorlardı. Zaten o çiftte
evlerinden pek çıkmıyordu, sadece geceleri işe gittiklerini biliyorum. Neyse
buna inanmak zorunda değilsin, ama bu evde oturacağına göre bilmen gerekli diye
düşündüm. Okulda görüşürüz.”





Soo Jin, lafları bitince kapıyı kapatıp evine geçti. Onu dikkatle dinleyen
Woo Joon ise, yüzüne kapatılan kapı ile zor kendine geldi. Woo Joon önce başını
iki yana hayır anlamında salladı.“İmkânsız, bu sadece bir söylenti. Ama ya…
Doğruysa? Ben salonda yatamam!”





Woo Joon eve girdiğinde Soo Jin gözünü dürbünden ayırdı ve kahkaha atmaya
başladı. Arkasını döndüğünde ona şaşkınlıkla bakan iki çift göz gördü. Bu
gözler onun gülmesini biraz olsun durdurmuştu.





Ah Jung hesap sormaya hazırlanan ebeveyn gibi ellerini beline koydu ve
“Evet, Soo Jin seni dinliyoruz.” dedi sert bir şekilde. Eun Joo’da aynı şekilde
elini beline koydu.





“Of… Tamam, yalandı ama salağın haini görmeniz lazımdı. Saf ya, hemen
inandı. Keyfim yerine geldi hadi yedek etekleri hazırladıysanız çıkalım.”








**--** Ji Hye’nin Evi **--**








Ji Hye eve geldiğinde annesinin yanağına bir öpücük kondurdu ve “Dün akşam
kızlarda kaldım, ama telefonumun şarjı bitmiş. O yüzden arayamadım kusura
bakma.” diyerek odasına yöneldi.





Annesi Seo Hye, Ji Hye’nin peşinden odasına girdi ve “Her yeri aradım
meraktan, hatta Soo Jin’in evine bile gittim. Evde kimse yoktu ben de Hae Won’u
aradım ve okula bakmasını söyledim. O da okula gitti ve gördüğü her şeyi bana
anlattı.”





“Her şeyi mi?” diye bağırdı Ji Hye. Annesi de “Niye bu kadar sinirlendin?
Arkadaşlarınla ders çalışıyorsun, bundan mı utanıyorsun? Tamam, lise hayatın
boyunca hiç çalışmamış olmanı göz önünde bulundurursak, bu biraz tuhaf bir
durum ama beni gururlandırdın kızım.” diyerek Ji Hye’ye sarıldı.





Ji Hye annesinin ona gösterdiği sevgi seline karşılık vererek ona sarıldı ve
“Tabii… Tabii… Ben bugün okula gitmeyeceğim anne zaten hazırlansam da yetişemem
tamam mı? Ben odamdayım, yanlışlıkla üzerinde yapıştırıcı olan sıraya
oturmuşumda… Eteğim battı birazcık!”





^^ Seul Lisesi – Giriş Kapısı ^^





“Yeter, Woo Joon! Benim odamda kalamazsın. Kim korkutmuşsa seni onun
odasında yat.”





Okulun girişi Tae Sun’un gür sesiyle inleyordu, aynı zamanda inleyen bir
başka yer ise Woo Joon’un kulaklarıydı. Tae Sun’un bağırtısı altında kalamayan
Woo Joon “Ya! Çok meraklıyım sanki ben senin odana. İnşallah çocuk cesetleri
rüyana girer. Ben biricik dostumun yanında yatarım, değil mi Chae Min?”





Chae Min kaşlarını yukarıya kaldırdı ve gözlerini kocaman açarak “Hayatta
olmaz!” diye haykırdı.





Chae Min’in bu kışkışlamasından sonra gözleri Sung Mo’ya kayan Woo Joon
“Sung Mo’dan bana asla ekmek çıkmaz” diye düşündü ve okula doğru yürümeye devam
etti.





**--**--**--**--**





Soo Jin sırasında tek başına oturmanın keyfini sürerken, Eun Joo kafasını
sıraya gömmüş bir şekilde uyuyordu. Ah Jung ise sınıfta ondan ders almak
isteyen bir iki kıza gösteri yapıyordu. O sırada içeri giren dört gençten Chae
Min, sırasına yönelmeden önce Ah Jung’un yaptıklarını gördü ve yanına gitmek
istedi. Tam Ah Jung’un yanına gelmişti ki, Ah Jung’un ani dönüşü ve yumruk
yaptığı eli Chae Min’in “Ah...” diye bağırmasına neden olmuştu.





Ah Jung, Chae Min’i yumrukladığını görünce hemen elini geri çeki ve “İnsan,
dövmek istemese de inadına kendinizi dövdürtüyorsunuz.” diyerek Chae Min’in
yere kapaklanan vücudunun yanına doğru eğildi. “Dur, bir bakayım. Çek şu elini
gözünden!”





Chae Min kafasını kaldırdı, elini gözünden çektiğinde karşısında birbirinden
güzel, iki büyük gözle karşılaştı. Önce gözünü ovuşturup hayal olup olmadığına
bakmak istedi ama Ah Jung’un “Sakın elini gözüne değdirme.” demesiyle ellerini
gözünden çekip karşısındaki iki gözü ve bir o kadar güzel olan yüzü incelemeye
başladı.





Ah Jung gözlerini Chae Min’in gözlerine getirdiğinde onun, kendi yüzünü
incelediğini fark etti ve hemen ayağa kalkıp “Bir şeyin yok! Sadece
kibarlığından yapıyorsun.” diye bağırdı Chae Min’in yüzüne bakmadan.





Chae Min’in iyi olduğunu gören diğerleri yerlerine oturdular. Sung Mo, Ji
Hye gelmediği için Eun Joo’nun yanına oturmak istedi ama Woo Joon’un ürkütücü
gözleriyle karşılaşınca doğal olarak bundan vazgeçti.





Woo Joon yerine oturduktan bir süre sonra tıpkı Tae Sun gibi ellerini
ceplerine koydu ve sakin bir şekilde beklemeye başladı. Klasik müzik dinleyen
insan gibi gözlerini kapatmış ve sanki ruhu bedeninde değilmiş gibi, hareket
etmiyordu.





Soo Jin, yan sırasında oturan Ah Jung ile sohbetini bitirdikten sonra,
yanındakine bakmak için kafasını çevirdiğinde, karşısında ceset gibi duran bir
bedenle karşılaştı. Soo Jin önce ona yaklaştı ve nefes alıp almadığını kontrol
etti. Nefes aldığını görünce ondan uzaklaştı ve sırtını geriye yasladı.





Soo Jin’in uzaktan dikkatle izlediği Woo Joon, hocanın sınıfa girmesiyle
hiçbir şey olmamış gibi gözlerini açtı ve Soo Jin’e doğru bakıp öldürücü
gülüşünü gösterdi.





Soo Jin onun ne yapmaya çalıştığını anlamasa da, görmemiş gibi davranarak
ağzı açık bir şekilde hocayı izlemeye başladı.





Öğretmen Kim’in dersiydi ve bütün lise son öğrencileri gibi bütün sınıf
uyuyordu. Öğretmen Kim tebeşiri eline aldı ve tahtayı birbirinden tuhaf
kelimelerle doldurmaya başladı. Bu uzun süren yazma faslından sonra tebeşiri
masasının üzerine koydu ve uyuyan öğrencilerine dönerek “Unutmadan söyleyeyim!
Çocuklar bu hafta sonu okulda bir şenlik yapacağız ve bu şenlikte müdür beyin
seçtiği öğrenciler belli başlı eşyaları satacaklar. Sağladığımız gelir ise
kimsesiz çocukların yararına kullanılacaktır. Umarım seçilen kişiler bu işi
severek yaparlar, sonuçta bu bir hayır işi.” dedikten sonra kitabını kollarının
arasına aldı başladı okumaya.








**--**--**--**--**








Müdür Kim odasında keyifle telefonda konuşurken boşta kalan eliyle de
gömleğinin ucundaki düğme ile uğraşıyordu. Konuşmasından ve duruşundan
anlaşılan tek şey, konuştuğu kişinin samimi bir arkadaş olduğuydu.





“Sen nasıl istersen... Ben hallederim canım, aramızda lafı mı olur? Bir gün,
bir çay içelim ne dersin? Olur, olur. Ben birazdan gidip haber veririm. Tamam
görüşürüz.”





Müdür Kim telefonu gülümseyerek kapattı ve üzerinde bir toz bile gözükmeyen
masasının üstüne özenle yerleştirdi. Sonra da ellerini masaya dayadı ve masadan
aldığı güç ile yağlı vücudunu sandalyeden kaldırdı. Kapının yanına doğru, derin
derin nefes alarak yürümeye başladı. Kapının yanına gelince içinden “Haydi,
hayırlısı.” diye geçirdi ve kapıyı açarak kendini odasından dışarıya attı.








**--**--**--**--**








Soo Jin, bu teneffüste içeride oturmak istemediği için, kızlarla beraber
dışarıda banklarda oturuyordu. Ah Jung aniden ayağa kalktı ve onlara doğru
gelmekte olan Woo Joon’a arkasını dönecek şekilde, kızlara bakmaya başladı.





Woo Joon, Ah Jung’un önünü kesmesinden rahatsız olduğunu belli etmek için
onun yanına geçti, ellerini tekrar ceplerine koyup filozof edasıyla konuşmaya
başladı. Gözleri ise Soo Jin’deydi.





“Bana söylediklerinin yalan olduğunu biliyorum. Beni kandıramazsın! Ben öyle
şeylere kanacak biri gibi mi gözüküyorum.”





Soo Jin bacaklarını hafifçe açtı ve ellerini arasına koyup Woo Joon’un
suratına uzun uzun baktı. Bu uzun bakıştan sonra “Peki şuna ne diyeceksin…
Kendimi, bunu sana inandırmak zorunda hissetmiyorum.” dedi ve Woo Joon’a göz
kırparak arkasını dönüp yürümeye başladı.





Woo Joon, yavaş yavaş yürüyen Soo Jin’in ardından bakarken onun
duraksadığını gördü. Soo Jin arkasını döndü ve “Bu arada Tae Sun’a benzeme
çabalarını anlayabiliyorum, ama fazla beceremiyorsun. İstersen ondan biraz ders
al!”





11. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:41 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








12. Bölüm








^^ Woo Joon’un Ağzından ^^








Soo Jin’in dediklerinden sonra ellerim cebimden kendiliğinden çıkıverdi.
Hemen sınıfa doğru yürümeye başladım, sınıfın önünde müdür beni durdurdu ve
“Biraz konuşabilir miyiz?” diye sordu kısık bir sesle. Sanki kimsenin duymasını
istemiyordu. Sesinde hiçbir samimiyet yoktu, hâlbuki ilk geldiğimizde bizi çok
samimi bir şekilde karşılamıştı.





Müdürü takip ederek onun odasına kadar yürüdüm, bu yürüyüşün karşılığında
bir şeyler almalıydım artık. Müdürün odasına girdiğimde odayı biraz daha iyi
inceledim. Malum daha önceki gelişimde pek fırsatım olmamıştı.





Sandalyeye oturup bu görkemli odayı incelerken, müdürün konuşmaya
başladığını fark ettim ve gözlerimi onda sabitleyip onu dinlemeye koyuldum.
Müdür Kim, sırtını rahatça geriye yasladı ve boğazını temizledikten sonra “İki
üç gün sonra, bir okul pikniği olacak ve bu pikniğe sizinde gelmenizi
istiyorum.”





Müdüre dikkatle bakarak “Biz mi?” diye sordum şaşkınlıkla ve cevabı iyi
duymak için biraz daha yaklaştım.





Müdür kendinden emin bir şekilde yerinden kalktı ve “Evet, siz de
geleceksiniz. Ben, Soo Jin’lerin sizinle kaynaşmalarını istiyorum.” Müdür
konuşmasını bitirince “Peki.” Diyerek ayağa kalktım ve odasından çıktım. Zor
bir şey değil, alt tarafı bir piknik.





Oradan çıkınca sınıfa yöneldim. Sınıfa girdiğimde her zamanki gibi içeride
sadece Soo Jin vardı. Ama bu sefer biri daha vardı yanında. Kimdi bu çocuk
şimdi? Daha önce de gördüğüme eminim.








^^ Soo Jin’in Ağzından ^^








Woo Joon’un yanından ayrıldıktan sonra arkama hiç bakmadan sınıfa doğru
yürümeye başladım. Tam sınıfa girerken karşıma Tae Sun çıktı ve bana “Woo Joon
hakkında konuşabilir miyiz?” diye sordu. Çok panikledim, neden bilmiyorum ama
Tae Sun ve Woo Joon’un yanındayken kendimi pek de rahat hissetmiyorum.





Ne hakkında konuşacaktı benimle? Niye sessiz bir yere gitmek istedi ki? Bu
düşüncelerle birlikte Tae Sun’u takip ettim ve okulun arka bahçesine geldik. O
biraz daha arkalara gidiyordu ama ben “Bu kadar yeter. Ne var çabuk söyle.”
diye bağırdım, o da durup bana doğru gelmeye başladı.





Ah, bu çocuklar… Anlamıyorum bu zenginlerin geninde mi var? Bu kadar
yaklaşması gerekir miydi sanki? Ben en iyisi geri çekileyim düşüncesi ile
hareket ettim ve kendimi bir iki adım geriye sürükledim. O ise tam tersini
yaptı, bir iki adım daha yaklaştı bana.





Artık bu çocuğa bir dur demeliyim diye düşündüm ve “Ya! Uzaklaş yoksa fena
olur!” diye haykırdım. Zaten etrafta kimse yoktu, sanki herkes inadına sınıfta
duruyor. Neden arka bahçe bu kadar tenha?





Tae Sun bu uyarımı dikkate almış olacaktı ki, benden uzaklaşıp kendini
duvara yasladı. Gözlerini bana dikti ve “Woo Joon… Ona söylediğin şeyler, hani
şu katil ev sahibi gibi masallar. Onların yalan olduğunu söylesen, olur mu? Onu
tanıyorum, sadece bu gece değil hayatı boyunca bu evde kalması gerekse de
uyuyamaz.” dedi gayet ciddi bir şekilde. Bense kendimi tutamadım ve elimi
ağzıma götürüp sessizce gülmeye başladım. Demek gerçekten inanmış, ben
gerçekten oyuncu olmalıymışım.





Kendimi toparlamam fazla zaman almadı, gözlerim Tae Sun’un ceplerinde
saklanan ellerine kaydı ve aklıma onun taklidini yapan Woo Joon geldi.





“Peki, yaparım. Ama böylesine büyük bir sorumluluğu alamadığımdan değil,
sadece sizin hakkınızda daha büyük planlarım var. Bu savaşı, böylesine saçma
oyunlarla kazanmak istemem. Sınıfta söylerim.” dedim ukala bir gülümseme ile.
“Ha bu arada, şimdi de ben bir şey sormak istiyorum. Ji Hye ve siz… Çok mu
yakındınız?” diye sordum kısık bir sesle. Aldığım cevap ise gözlerimin kocaman
olmasına neden olmuştu.





“Ji Hye, Woo Joon’u seviyordu, ama Woo Joon onu reddetti.” dedi Tae Sun
ellerini cebinden çıkartırken.





Ben öylesine kalakalmıştım ve gözlerimin önünden Tae Sun’un elleri geçince
kendime geldim. “İyi misin?” diye sordu Tae Sun, bir yandan da bana şaşkın
şaşkın bakıyordu. “İyi… İyiyim.” dedim zorlukla.





Demek ki Ji Hye’nin sevdiği kişi… Woo Joon’du. Ama neden? Neden bana
söylemedi? Bu düşüncelerle birlikte sınıfa girdim, sınıfta Hae Won vardı ve Ah
Jung ile sohbet ediyorlardı. Birazcık yanlarına yaklaştığımda Hae Won beni fark
etti ama görmemiş gibi davranmaya başladı. Neyi vardı bu çocuğun? Her zaman
peşimde kuyruk gibi dolaşan o değil sanki!





Ah Jung benim geldiğimi görünce hemen yanıma gelip “Neredeydin? Seni aradım
ama bulamadım. Ha, bu arada Hae Won iki üç sonra okul pikniği olacağını
söyledi. Gitmeyeceğiz değil mi?” diye sordu ve vereceğim cevabı merakla
beklemeye başladı.





“Gitmiyoruz.” dedim ve yerime geçip Hae Won’un benden kaçırmaya çalıştığı
gözlerine bakmaya başladım. Kesin bu çocukta bir şey var! Sorsam mı acaba? Yok,
canım niye soracağım ki?





Ah Jung ve Eun Joo kantinden yiyecek alırken ben de sınıfta Hae Won ile
oturuyordum. Derin düşünceler içinde, Hae Won’un sıkıntısını çözmeye
çalışırken, başımda dikilen Woo Joon’u fark etmem biraz zaman aldı. Woo Joon
sinirli sinirli bana ve Hae Won’a bakıyordu. Deli mi ne? Bugün bütün erkekler
de bir sorun var!





Woo Joon’un gelmesiyle Hae Won’un sınıftan koşar adımlarla çıkması bir olmuştu.
Woo Joon’un yüzüne bakmak için kafamı kaldırdığımda hala sinirle bana baktığını
fark ettim. “Ne var? Niye böyle bakıyorsun, yoksa sabah ki tavrımdan dolayı
mı?” diye sordum ama cevap vermeye niyeti yok gibiydi.





“İyi ki geldin, ben de seninle bir şey konuşmak istiyordum.” dedim kısık bir
ses ve isteksiz bir tavırla. Daha lafımı yeni bitirmiştim ki “O çocuk kim?”
diye bağırdı pis kas yığını. Kas yığını derken o manada değil yani sadece
birazcık işte… Neyse onun kasları beni ilgilendirmiyor. Hemen üste çıkmalıydım,
tek çare buydu.





Elimi sıranın üzerinden kaldırdım ve ona doğru uzatarak “Sen…” dedim. “Sen
kimsin de bana bağırıyorsun?”





Elimi sıkıca tuttu ve “Cevap ver.” diye bağırdı. Elimi ondan kurtarmaya
çalışırken bir yandan da “Bırak elimi.” diye bağırıyordum. Maalesef sınıfta
kimse yoktu. Beni kurtaran sınıfın kapısından gelen gür ses olmuştu.





“Woo Joon, hemen bırak Soo Jin’in elini!” Bağıran kişi Tae Sun’du, sanırım
biraz öfkeliydi. Bu gözlerinden anlaşılıyordu.





Woo Joon yerinden kalktı ve Tae Sun’a doğru yürümeye başladı. Ne salak çocuk
bunlar, şimdi de birbirlerine mi düştüler?


^^ Woo Joon’un Ağzından ^^





Elini bana doğru uzatınca elini tutmak istedim. Nedense ona sarılmak, onun
elini tutmak ve… Neden bilmiyorum, bunlar hep içimden geçen şeyler. Onu ilk
gördüğümde sadece bir insandı ama şimdi ne değişti? Hayır, bir şey değişmiş
olamaz! Ben Sung Mo değilim ve asla onun gibi saçma sapan aşk masalları içinde
yaşamayacağım. Ben hiç âşık olmadım ve aşkın ne olduğunu bile bilmiyorum. Belki
de bu kıza hissettiğim şey aşk değildir. Peki, ya aşksa?





Elinin sıkıca sararken birden Tae Sun’un sesinin kulaklarımda yankılandığını
duydum.





“Woo Joon, hemen bırak Soo Jin’in elini!”





Soo Jin’in elini bıraktım ve onun yüzüne bakmamaya gayret ederek, Tae Sun’un
yanına attım kendimi. Şu an tam Tae Sun’un önündeydim ve öfkeden soluk alıp
verişim saçma sapan bir hal almıştı.





“Ne zamandan beri onun korumacılığını yapıyorsun?” diye sordum ona Soo
Jin’in duyamayacağı kadar kısık olan bir ses tonuyla.





Tae Sun derin bir nefes aldı ve kafasını yana eğerek “Şu andan itibaren.”
dedi.





Şu andan itibaren mi? Ben de şu andan itibaren seni dövmek istiyorum o
zaman, diye düşünürken kapıda beliren Ah Jung ve yanındaki Eun Joo dikkatimi
çekti. Eun Joo ağzındaki tostu ısırdı ve sonrada eline alıp “Ne oluyor burada?”
diye sordu, bizim öfkeli suratlarımıza bakarak.





Sorusuna cevap verme gibi bir zorunluluk hissetmediğim için susarak sınıftan
dışarıya çıktım. Tae Sun ise arkamdan gelecek kadar cesareti olmadığını gösterdi
bana.





**--**--**





Son dersten çıktıktan sonra çocukları beklemeden eve doğru yürümeye
başladım. Son teneffüste Soo Jin’e yaptıklarımdan sonra ders boyunca yüzüne
bakamamıştım.





Apartmanın önüne geldiğimde elimi kafama götürdüm ve “Alışmak o kadar da zor
olmasa gerek.” diyerek kendime moral vermeye çalıştım. Ama saçmaladığımın
farkındaydım. Kim bir katilin evinde, hatta onun cesetleri sakladığı koltuğun
üzerinde rahat bir uyku çekebilir ki? Çocukları beklemeyerek hata mı ettim
yoksa? Olsun, Tae Sun’un suratını görmek istemiyorum.





Sung Mo’nun yatağına uzanmıştım ki kapının çalması ile kalkmak zorunda
kaldım. Galiba bizim çocuklar geldi ama onlar alışveriş yapacaklardı. Ne çabuk…
Demeye kalmadan kapıyı açtım ve karşımda beyaz mini elbiseli bir kız gördüm.
“Yeon Mi?” dedim ve bir şey demesini bekledim.





Kızın neşeli yüzü benim konuşmamdan sonra sönmüştü, hatta kaynar kazanlara
sokulmuş gibiydi. “Yeon Hee!” dedi sinirli bir şekilde ve daha izin bile
almadan içeri girdi. Bu kız… Ne sanıyor bu kız kendini?





Tam kapıyı kapatacaktım ki bir anda karşımda Soo Jin’i fark ettim. Arkasında
Ah Jung ve Eun Joo’da vardı. Soo Jin yüzüme bile bakmıyordu, anahtarıyla kapıyı
açma çabaları içerisindeydi. Ah Jung ve Eun Joo ise ağzı açık bir şekilde bizim
eve bakıyorlardı. O an ölmek istedim, galiba Yeon Hee’yi görmüşlerdi.





Soo Jin kapıyı açtı ve kızları içeri soktuktan sonra “Şimdiden eve kız
atmaya başlamışsınız bakıyorum da.” dedi masum gözlerini bana çevirirken.
Kekeleyerek “Ha… Hayır. O kız sade…” diyebildim sadece çünkü Soo Jin
konuşmasına devam ediyordu.





“Eski kiracılarla ilgili anlattıklarımın hepsi yalandı, yani işinizi salonda
halledebilirsiniz.” dedi ve kapıyı öfkeyle çarptı. Sanki kapıyı suratıma
fırlatmıştı, gerçi öyle yapsa daha iyiydi. Nasıl yani o bizi… “Hayır, yanlış
anladın.” diye bağırdım ve sesimi duyurmaya çalıştığımı anlayınca Soo Jin
kapıyı tekrar açıp “Umurumda değil, bana açıklama yapmak zorunda değilsin.”
dedi sakin bir şekilde.





Tam onun yumuşadığını fark etmiştim ki arkamdan gelen ses her şeyi
mahvetmişti.





“Oppa, odandayım seni bekliyorum.” Ses, salak Yeon Hee’ye aitti. Onu öldürüp
denize atmak istiyorum ki, bari cesedinin kimseye zararı dokunmasın!








12. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:41 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








13. Bölüm








^^ Soo Jin’in Ağzından ^^








Kızlarla birlikte okuldan çıkarken, dayım bizi durdurdu ve ben hariç bütün
kızların şenlikte satış yapacağını söyledi. Ne kadar saçma, bu haksızlıktı!
Neden ben yoktum, neden sadece onlar? Dayımdan nefret etmek üzereyim.





Yolda gelirken gözüm, Woo Joon’un sınıfta tuttuğu elime kaydı. Hemen kafamı
iki yana salladım ve elimi cebime sokarak evimize doğru yürümeye devam ettim.





Sokağın başındayken bir taksinin bizim binanın önünde durduğunu fark ettim.
Taksiden, son derece süslü bir kız indi. Üzerinde beyaz ve aşırı mini bir
elbise ve ayağında da çok pahalı gözüken beyaz taşlı ayakkabılar vardı.
İçimdeki ses onu kıskanmam gerektiğini söyledi, gerçekten kıskanmalı mıydım?





Bu kız kime geldi şimdi? Bize değil, üst katta ki teyzenin zaten akrabası
falan yok. Acaba… Kesin onlara gelmiştir. Hızlı bir adım atarak apartmana doğru
yürümeye başladım. Son anda arkamda kızların olduğunu düşünerek arkama döndüm.





Eun Joo ağzı açık bir şekilde, hayranlıkla o kızı izliyordu ve Ah Jung ise
tam tersi şekilde, kıza sert bir bakış atıyordu. Neyse ki kız bize bakmıyordu,
yoksa hiç kız görmedik falan sanabilirdi.





Kızın ardından bizde apartmana girdik. O önden hızla gidiyordu, bizde yavaş
yavaş onu izliyorduk. Aslından izlemek değil de, merak gidermek desek daha iyi
olur.





Kızın, Woo Joon ile süren kısa sohbetinin ardından onların evlerine
girdiğini görünce nedense kendimi aldatılmış hissettim. Hâlbuki saçmaladığımın
farkındaydım. Woo Joon kızı eve soktuktan sonra kapıyı kapatacaktı ki beni,
yani bizi fark etti. Ona sert bir bakış attım ve evimizin kapısını açıp, sert
bakışımla kızları eve soktum. Sonra da arkamı dönüp “Şimdiden eve kız atmaya
başlamışsınız bakıyorum da.” dedim son derece masum gözükmeye çalışarak.





Benim konuşmamın ardından Woo Joon kekelemeye başladı ama ben kararlıydım
lafımı bitirip öyle gidecektim.





Woo Joon’un salonda uyuduğunu biliyordum ve onu buradan yakalamalıydım.
“Eski kiracılarla ilgili anlattıklarımın hepsi yalandı, yani işinizi salonda
halledebilirsiniz.” dedim ve içeri girip kapıyı hızla çarptım.





Ben kapıyı kapattıktan sonra Woo Joon’un “Hayır, yanlış anladın.” demeye
çabaladığını duydum ve kapıyı açarak “Umurumda değil, bana açıklama yapmak
zorunda değilsin.” Sakin gözükmeye çalışıyordum ki sinirlendiğimi anlamasın.
Gerçi neden sinirliyim onu da anlamış değilim ama…





Woo Joon’un gözlerinde bir ışıltı görüyordum, içim ona inanmak istiyordu ama
bu ses…





“Oppa, odandayım seni bekliyorum.” Gerçekten büyük bir rezillik, bir de ona
inanmak ha…





Kızın dediğini duyunca, saçını başını yolmak istedim ama nafile ki yakınımda
değildi. Ses vardı ama görüntü yoktu.





Hala sakin gözükmeye çalışıyordum, derin bir nefes aldım ve Woo Joon’un
tuhaf bir hal almış suratına bakarak “Sen işine bak, ne de olsa evde kimse yok
bunu hemen değerlendirsen iyi olur.” dedim ve bu sefer içeri girdikten sonra
kapıyı daha hızlı çarptım.





“Erkek değil mi, hepsi aynı! Bir de yanlış anladın diyor.” diyerek odama
doğru yürümeye başladım. Hiç kimse ile konuşmak istemiyordum ama arkamdan odama
giren Eun Joo’nun gözlerinden anladığım kadarıyla, benimle konuşmak istiyordu.





Eun Joo yatağımın kenarına yavaşça oturdu ve Ji Hye’ye haber verdim, yarın
bizimle satış yapacağını. Sen, iyi misin? Biraz sinirli gözüküyorsun da.” dedi
en masum haliyle benim küçük karidesim. Ama şimdi hiç iyi değildim ve son
derece asabiydim.





“İyiyim.” dedim ve dolabıma doğru yürümeye başladım ama dolabıma varmak
yerine kendimi yerde bulmuştum. Sabah çıkardığım elbiselerim kale oluşturmuşlar
ve beni yere düşürmek için çoktan bir plan hazırlamışlar bile. Yani doğruyu
söylemek gerekirse sabah çıkardığım giysilerin hain saldırısına uğramıştım.
Kendimi yerden kalkmak için zorlarken bir yanda yan daireden gelen çığlık sesi
ile irkildim.








^^ Woo Joon’un Ağzından ^^





Soo Jin’in kapıyı kapatışının ardından içeriye girdim ve sinirli bir şekilde
Yeon Hee’yi aramaya başladım. Bir kız nasıl bu kadar aptal olabilir? Elime
geçirirsem fena yapacağım onu!





Yeon Hee’yi, Tae Sun’un odasında yatağın üzerinde yatarken buldum. O an ne
düşündüğümü ben bile unutmak istiyorum.





Bu kız gerçekten bir erkeği yoldan çıkarmanın yollarını iyi biliyor. Mini
elbisesiyle yatağın üzerine uzanmış ve bacaklarıyla görsel şölen yaratma çabası
içindeydi. Aklı sıra benimle oynamak istiyor, bakalım ne kadar sürdüreceksin bu
oyunu Yeon Hee Hanım!





Yanına yaklaştım ve geldiğimi belli etmek için ellerimi birbirine vurdum.
“E… Ne işin var burada?” diye sordum gayet sakin bir şekilde.





Odaya girdiğimi görünce hemen doğruldu ve bacaklarını yataktan aşağıya
sarkıtmaya başladı. Neredeyse düşmek üzere olan derin dekoltesini toparlamaya
çalıştı ve bana sahte bir gülümseme atarak “Niye gelemez miyim?” diye sordu.





Kısa bir kahkaha attım ve boynumu yana doğru eğerek “Ben senin için para
ödediğimi hatırlamıyorum.” dedim gülümseyerek.





Yeon Hee, dediğime oldukça bozulmuş olmalıydı ki, suratındaki aptal ifade
görmeye değerdi. Önce, benimle göz göze gelmemek için, gözlerini odanın
etrafında gezdirmeye başladı. Sonunda bana baktı, gerçekten yüzsüz bu kız!





“Ben sadece ev hediyesi vermek için gelmiştim ama ihtiyacın olmadığını
görmüyorum.” dedi utana sıkıla. Bu kızda utanıyormuş demek, ya da gerçekten iyi
oyuncu… Böyle yeteneklerin sokakta erkek peşinde koşması gerçekten acınılacak
şey doğrusu.





Bir de ev hediyesi almış! Birden kendimi tutamadım ve yüksek sesle gülmeye
başladım. “Senin hediyene ihtiyacım yok, çık evimden. Hem de çabuk!” diye
bağırdım.





Hiç korkmuşa benzemiyordu ve hala oturmaya devam ediyordu. Kolundan sıkıca
tuttum ve kapıya doğru sürüklemeye başladım. Bir anda çığlık atmaya başladı. Ne
yapmaya çalışıyor bu kız?





“İmdat! Beni taciz ediyor, yardım edin!” diye bağırıyordu. Bütün bina
duymuştur bu salağın sesini herhalde. Soo Jin’in de duyma ihtimalini düşününce
elim Yeon Hee’nin ağzına gitti ve onu susturmaya çalıştım ama nafileydi.





Biri kapıyı yumrukluyordu. Umarım Soo Jin değildir. Yeon Hee’yi yere doğru
ittim ve işaret parmağımı ona doğru sallayarak “Sus, yoksa fena olur!” dedim.
Sonra da kapıya yöneldim, karşımdaki kişi… Soo Jin’di. Sese geldiği de
gözlerinden belli oluyordu.


Yeon Hee cevap vermiyordu sadece korku dolu gözlerle bana bakıyordu.
Maalesef o lanet olası çenesini açtı ve masum bir şekilde “Bana zarar vermeye
çalıştı.” Daha iyi bir planla bu kızı aniden ortadan kaldırmalıyım yoksa bana
rahat falan yok.





Derken arkamda bir el hissettim, arkamı döndüğümde bu elin Tae Sun’un eli
olduğunu fark ettim. Meğerse arkadan bizi izliyorlarmış. Kapıyı açık bırakırsam
olacaklar bunlar işte! Tabii ki hepsi bana soru işareti dolu gözlerle bakıyorlardı.
Tae Sun’un omzumda yer alan elini yere savurdum ve “Şu salağa mı inanıyorsunuz?
Saçmalamayın ben sadece onu evden kovu…” Dememe kalmadan benim koruyucu
meleğim(!) lafa girdi. Yani, Tae Sun…





“Kızlar sakin olun,” dedi Soo Jin’lere bakarak. “Ben bu kızı tanıyorum böyle
şeyleri yapacak kadar yüzsüzdür emin olun.”





Bu çocuk beni kurtarmıştı öyle mi, hem de Soo Jin’in önünde? Kahretsin nasıl
oldu da onun eline kalabildim.





Soo Jin yüzüme bile bakmadan Ah Jung ile birlikte evden çıktı. Ben de Yeon Hee’nin
yanından geçerek salona girdim ve Chae Min’in, Yeon Hee’yi evden çıkarma
çabalarını izlemeye başladım.





Chae Min, Yeon Hee’nin yanına çömeldi ve en sevimli gülümsemesiyle “Size
yardım edebilir miyim?” diye sordu elini ona uzatarak. Yeon Hee’nin böyle bir
yakışıklık karşısında rol yapacağına emindim ve öyle de oldu. Yeon Hee uzatılan
eli sıcak bir şekilde kabul etti ve yerden kalkıp kapıya yöneldi. Tam evden
çıkarken Chae Min ona doğru el salladı ve “Lütfen, bir daha gelirken daha
düzgün bir şeyler giyin.” dedi gülümseyerek. Yeon Hee gözlerini elbisesinin
üzerinde gezdirirken biz yerlerde krize girmiş bir şekilde gülüyorduk.





Yeon Hee elbisesinin arkasının kalktığını ve altında sadece iç çamaşırının
göründüğünü görünce “Kahretsin!” diyerek aşağıya doğru koşmaya başladı.








Yemeğimizi yerken çocuklar şenlikte satış yapmaları gerektiğinden bahsetti,
ama ben yapamayacakmışım. İyi isabet, ben ne anlarım satıştan?





Sung Mo tabağını yıkarken satışın akşama kadar süreceğinden, şehir dışında
olacağından, Ah Jung, Eun Joo ve Ji Hye’nin de satış yapacağından bahsetti. Ben
de “Peki Soo Jin, o yapmayacak mı?” diye sordum. Keşke sormasaydım, çünkü bütün
gözler benim üzerimde toplandı ve Chae Min imalı bir şekilde “Hayır,
gelmeyecek.” diyerek benimle dalga geçti aklı sıra.





İyi canım gelmeyecekse ne yapa… Ne? Soo Jin ve ben… Evde yalnız mı olacağız
yani? Umarım o da şenliğe gitmez.








^^Yazarın Ağzından ^^





O günün sabahı herkes uyandı ve Soo Jin ile Woo Joon hariç diğerleri satış
yapmak üzere hazırlandı.





Woo Joon arkadaşlarını yolcu ederken karşı kapıdan Soo Jin’in çıktığını
gördü ve boynunu eğip içeri girdi. Aslında istediği bu değildi, ama Soo Jin
korkunç gözleri bunu ona zorluyordu.





Woo Joon Chae Min’in odasına gitti ve pamuk tarlasına atlar gibi kendini Chae
Min’in yatağına attı. “Bu hissi yaşamayalı çok oldu.” diye geçirdi içinden,
elini yatağın üzerinde gezdirirken.





Derin düşüncelere dalan Woo Joon, bir anda yataktan fırladı ve “Evet, onu
seviyorum. Bu benim gerçek hislerim ve ona âşık oldum. Nasıl? O benden nefret
ederken…”





**--**--**--**





Üzerindekileri çıkartıp, kendini banyoya atan Soo Jin ise banyonun keyfini
çıkartıyordu. Sıcak suyun altında ıslanan bedeninin aldığı rahatlık Soo Jin’in
yüzünde bir gülümseme bırakıyordu.





Soo Jin son olarak saçını yıkadı ve bornozuna sarılarak salona doğru
yürümeye başladı. Saçındaki havluyu iyice sıktı ve koltuğun üzerine geçip
bacaklarını yavaşça uzattı. “Evde tek kalmak gibisi yok.” diye haykırdı
neşeyle.





Gözlerini kapatıp rahatlığın verdiği hisle uyumaya çalışacaktı ki kapının
yumruklandığını duyması bütün dikkatini bozmuştu.





Az önce yakaladığı neşeden eser kalmayan yüzünü endişe kaplamıştı Soo
Jin’in. Üzerindeki bornozu önemsemeden kapıyı açan Soo Jin, kapıdaki kişiyi
göremeden dudaklarında bir dudak hissetmişti. Bu ani olaydan sonra gözlerini
açmakta zorlanan Soo Jin, belini saran iki kolun sahibine bakamıyordu bile.





13. Bölümün Sonu


Yayınlayan Admin: Minhae
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:41 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul





14. Bölüm








^^ Woo Joon’un Ağzından ^^





Bunu bilmem gerekiyordu, ben ona âşıktım ama o… Gerçekten âşık mıydım? Aşk… Ben
hiç âşık olmadım ki. Eğer ona gerçekten âşık olduysam, onu öptüğümde farklı bir
tat almam gerekmez mi? Yapabilir miyim? Hayır, yaparsam beni kızgın suların
üzerinde ip atlamam için zorlar. Yapar! Ama yapmam gerek. Aşkı bulduysam eğer,
onu bırakamam!





Sorularıma cevap bulmak için, Soo Jin’in evine gitmek üzere kapıya doğru
yürümeye başladım ama bu halde olmazdı. Kendime biraz çeki düzen vermem
gerekiyordu. Bu yüzden hemen Chae Min’in odasına gidip onun dolabını açtım.
Burası bir fabrika gibiydi, bütün markaları içeren bir bakım fabrikası! Her tür
krem, parfüm, şampuan ve bir sürü daha ıvır zıvır.





Gözüme kestirdiğim kremlerden birini yüzüme sürmeye başladım. Ah… Ben bir
salağım, bu el kremiymiş. Daha da kötüsü zeytinli, bu çocuğun zevkini anlamak
gerçekten çok zor… Benim dolabımda sadece meyveli krem olurdu ve hepsi de hem
el hem de yüz için kullanılıyordu. Maalesef şimdi hiç biri yok.





Neyse bunları boş verip aynanın karşısına geçtim ve saçlarımla oynamaya
başladım. Bu ne hal oğlum? Sen kim olduğunu unuttun galiba! Ah… Ne oldu bana
böyle, şu saça başa bak! Üç dört gün öncesine kadar ben gecelerin prensiydim
ama şimdi… Külkedisinden farkım yok! Bir üvey annem eksik, onun boşluğunu da
Soo Jin karşılıyor, sağ olsun.





Boş boş konuşmayı bırakıp saçıma düzgün bir hal verip kapıya yöneldim.
Korkacak ve heyecanlanacak bir şey yok, alt tarafı bir öpücük. Sen bunu kaç
kere yaptın Woo Joon. Şuana kadar kaç kızı öptüm gerçekten hatırlamıyorum.
Korkmam çok saçma, hadi bitirelim şu işi!





Acaba kapıyı açtığında mı yapsaydım, yoksa içeri girdiğimde mi? Ama beni
içeri almaz ki! En iyisi kapıyı sert sert çalmak olacak.





Kapıyı alacaklı gibi çaldım ve saniyesinde kapı açıldı. Soo Jin karşımda
bornozuyla duruyordu ve o daha kimin geldiğini göremeden, ben onun dudaklarına yapıştım.
Kollarımsa bir ahtapot gibi onun belini sarmıştı. Hiç bir şey yapmıyordu ve
gözlerini kapatarak sakince duruyordu. Sanki ilk defa birini öpmüş gibi
hissediyordum, bunu ilk defa yapıyormuş gibi. Üstelik Soo Jin’inde ilk defa
birini öptüğünü hissediyordum sanki.





Onu ilk defa böyle uysal görüyordum. Ta ki gözlerini açıp beni geriye doğru
itene kadar…








^^ Yazarın Ağzından ^^








Soo Jin ruhunu saran bu güzel duygudan uyandığında, gözleri Woo Joon’un
pürüzsüz yüzüne bakıyordu. Bir hamlede Woo Joon’u ileri doğru itti ve refleks
olarak elini dudaklarına getirdi. Bu öpücük, onun için bir ilkti ve böyle
çalınması onu biraz rahatsız etmişti.





Woo Joon yaşadığı mutluluğun bitmesiyle gözlerini Soo Jin’in küçük bir
bornoza sarılı bedenine ve saçlarını yarım yamalak saran havluya, dikti.





Soo Jin bu durumdan rahatsız olduğunu belli etmek için “Ya! Sen ne yaptığını
sanıyorsun? Evde yalnız olmamı mı değerlendiriyorsun? Önce öpücük… Sonra da bu
sapık sapık bakışlar… Çabuk özür dile!” diye bağırdı, elleriyle vücudunu
kapatmaya çalışırken.





Woo Joon, ellerini önünde birleştirdi ve ukala bir tavırla konuşmaya
başladı. “Neden özür dileyecekmişim? Bir erkeğin sevdiği kadını öpmesi suç mu?”





Soo Jin, başındaki havlunun yere düşmesiyle birlikte donakalmış gözlerini
hızla kapattı ve içinden “Bunların hepsi saçmalık! Evet, öyle olmalı. Bu çocuk…
Olamaz! Bir şey söylemem gerek, böyle pes edemem.” diye geçirdi.





“Ben başkasını seviyorsam, sorun!” diye haykırdı Soo Jin, sonrasında da
dudaklarını ısırmaya başladı.





Woo Joon duyduklarından pek memnun kalmamıştı, bu yüzden elleri bir anda
boşluğa doğru düşüşe geçti. Woo Joon’un ağzından çıkan tek kelime “Kimi?”
olmuştu.





Soo Jin bir isim bulmalıydı hem de hemen! Kim… Kim olabilirdi? Soo Jin’in
seveceği biri… Soo Jin bir anda kafasını yukarı doğru kaldırdı ve “Tae Sun.”





Woo Joon duyduklarından sonra alaycı bir gülümseme ile hızla evine girdi ve
kapıyı sertçe çarparken, içinden “Biliyordum!” diye geçiriyordu. Woo Joon
kendini salona, koltuğun üzerine attı ve “Kahretsin! Tae Sun…” diye bağırdı,
eliyle koltuğun minderine sertçe vurduktan sonra. O sinirle Tae Sun’un odasına
girdi ve burnundan solurken gözüne takılan tek şey onun aynalı dolabıydı. Woo
Joon aynanın yanına geldi ve elini kaldırıp tam vuracakken yere çömeldi ve o
anda gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da
zorlukla kurduğu cümleleri bağırarak söylüyordu. “Neden… Neden böyle olmak
zorunda? Neden o? Bir başkası olması gerekirdi, o olamaz! O benim ilk aşkım…”








^^ Soo Jin’in Ağzından ^^





O kapıyı sertçe vurup evine girince, bende kendimi eve attım ve hemen
üzerime bir şeyler giyindim. Ah… Sapık, neden beni öptü ki? Şimdiye kadar
düşmanımdı ama şimdi, ne oldu? Beni öpünce… Tuhaf hissettim, sanki… Saçmalamamalıyım!
Kendine gel, Soo Jin!





Koltuğa uzandım ve kulaklıklarımı takıp şarkı dinlemeye başladım. Hiç
çıkmıyor aklımdan, ne yaptı bu çocuk bana?








^^ Yazarın Ağzından ^^





Soo Jin, ellerini kulaklıklarına uzattı ve onları hızla çıkarıp “Kahretsin!
Çıkmıyor aklımdan.” diye haykırdı. Mutfağa gidip bir bardak su hazırladı ve
suyu ağzına götürdükten sonra kapıda olanlar geldi gözünün önüne. İçtiği bütün
su bir anda ağzından püskürüverdi. Bütün tezgâhı bulayan suyun bir kısmı da Soo
Jin’in dudaklarından aşağıya doğru süzülüyordu. Elini ağzına götürdüğünde
kalbinde bir sızı hissetti. Sırtını mutfağın koyu mor duvarlarına yasladı ve
yavaşça aşağıya düşmeye başladı.





“Yapma, Soo Jin! Ji Hye’yi düşünmeliyim, ona âşık olmamam. Olmamalıyım!”
Bunlar Soo Jin’in gözyaşları arasında, ağzından çıkan sözler olmuştu. Soo Jin
bir eliyle gözyaşlarını silerken, diğer eliyle de hıçkırıkları duyulmasın diye
ağzını kapatmaya çalışıyordu. Gözleri kızarmıştı ve son derece yorgun
gözüküyordu.





**--**--**--**





İki saat sonra, Tae Sun’un aynalı dolabının önünde uyuya kalmış olan Woo
Joon yavaşça gözlerini açtı ve etrafı izlemeye başladı. Elini yere dayayarak
ayağa kalktı ve banyoya doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladı.





Küçük ve dar olan banyonun bir köşesi sırf kirli çamaşırlarla doluydu. Bir
tarafı ise şampuan, saç kremleri gibi bakım ürünleri ile doluydu. Woo Joon,
sessiz bir şekilde musluğu açtı ve yüzüne su vurdu, kafasını kaldırdı ve aynaya
bakmaya başladı.





“Neden bu kadar acı çekiyorum? Buna mecbur muyum?"**--**--**--**








Soo Jin uzandığı koltuktan kalktı ve kumandayla televizyonu kapattı. Cep
telefonunu eline aldı, Ah Jung’u arıyordu. Ah Jung’un telefonunu açmaması
üzerine bu sefer de Eun Joo’yu aradı, o da telefonu açmıyordu. Soo Jin
içerideki odadan bir müzik sesi geldiğini fark etti ve hırsız olma ihtimaline
karşı, eline saksıyı alıp kapıyı açtı.





Korkulacak bir şey yoktu, çünkü çalan Eun Joo’nun telefonuydu, yani
telefonunu evde unutmuştu.





Soo Jin çaresizce Ji Hye’yi aramaya karar verdi. Ji Hye telefonu açmıştı ve
karşıdan bir cevap gelmesini bekliyordu. Soo Jin kendini zorladı ve “Merak
ettim, ne yapıyorsunuz?” diye sordu kulağındaki telefonu biraz daha sıkarak.





“Hiçbir şey yapmıyoruz. Eun Joo ve Sung Mo birlikte geziyorlar, şu anda.
Kızma ama… Çok iyi anlaştılar. Bence Sung Mo, bizim kıza abayı yaktı. Ah
Jung’ta Chae Min’le yarışa girdi, kim daha fazla satacak diye. Görmen lazım,
çok komikler. Ah Jung insanlara öyle bir bakıyor ki, bir şey almamaları mümkün
değil. Chae Min ise etrafındaki kızlara asılarak satış yapıyor. Bende Tae Sun
ile kahve içiyordum. Siz… Yani sen, ne yapıyorsun?” Bu uzun konuşmanın
ardından, Ji Hye kocaman bir nefes aldı ve bekleyişe geçti.





Sabah ki olayları gözünün önünden hızla geçiren Soo Jin, derin bir nefes
aldı ve “Yeni uyandım, ne de olsa saat daha iki. Gerçi baya geç olmuş ama uyku
bu, ne zaman geleceği belli değil, değil mi? Sonuçta her insan uyuyabilir,
istediği zaman…” Soo Jin’in konuşmasından bir şey anlamayan Ji Hye “Soo Jin,
sana bir şey olmuş. Yoksa Woo Joon... Sana bir şey mi yaptı?” diye sordu.





Soo Jin “Ha… Ha… Hayır! Hiçbir şey yapmadı, yemin ederim!” diye haykırdı,
kendini savunmak adına.





Bu cevap Ji Hye’yi hiçte tatmin etmemişti. “Bir şey olmuş, belli! Lütfen Soo
Jin, söyle.” diye ekledi, yalvarır nitelikte. Soo Jin, Ji Hye’nin sesindeki
tedirginliği fark etmişti, bu yüzden sakin olmaya çalıştı ve “O salak bana ne
yapabilir ki? Sen kafanı takma, canım. Ben şimdi bir şeyler yiyeceğim, siz de
aç kalmayın, tamam mı? Saat kaçta geleceksiniz?”





Ji Hye, Soo Jin’e inandığını belli etmek için neşeli bir tavırla “Saat 6’da
evdeyiz, görüşürüz.” dedi ve telefonu kapattı.








**--**--**--**








Woo Joon çalan telefonunu açmak üzere salona koşarken bir yandan da elindeki
bardakta yer alan suyu dökmemek için büyük bir uğraş veriyordu. Sonunda suyu
dökmeden telefonunu aldı ve arayanın annesi olduğunu gördü. Bu onu
sevindirmişti, zaten bu gün çok kötü bir olay yaşamıştı. Unutmak ona iyi
gelecekti.





“Anneciğim… Seni çok ama çok özledim. Sen de beni özlüyor musun? Söyle
bakalım, benim minik mücevher kutum.”





Bayan Choi gözyaşlarına hâkim olmakta biraz zorlanıyordu ama buna oğulları
için dayanmak zorundaydı. Derin bir nefes aldı ve “Özlemez miyim, benim çapkın
oğlum? İyisin, değil mi? Kardeşine sahip çıkıyorsun değil mi? Sung Mo satıştan
döndükten sonra sırtına havlu koysun, terli falan olur, üşütmesin!”





Woo Joon’un suratı bir anda anlatılmaz bir hal aldı ve “Sen nereden
biliyorsun, onun satışa gittiğini? Ben daha ilk defa konuşuyorum seninle, Sung
Mo ve diğerlerinin de anneleriyle konuştuğunu sanmıyorum.”





“Baban… Şey, yan…” diye kekeleyen annesinin sözünü kesti Woo Joon. “Anladım,
babam bizi izletiyor.” Biraz duraksadı ve “Anne… Ben bir şey soracağım, babam
neden komşularımızla iyi geçinmemi söyledi. Hadi söyle, sen kesin
biliyorsundur. Lütfen oğluna bir kıyak yap hadi. Zaten bu gün bir kız
tarafından terk edildim, felaket kötüyüm.”





Bayan Choi öfkeyle yerinden sıçradı ve “Ne? Kimmiş, seni reddeden kız?” diye
bağırmaya başladı ama sonra sessizleşti ve “Ah… Baban söylemişti, o kızı
tavlaması zor olur diye. Ah… Dilimi eşek arıları soksun, emi! Susmam gerekirdi.
Duyamamış ol! Kapatıyorum.” diyerek aceleyle telefonu kapattı.





Woo Joon telefonu yavaşça masanın üzerine koydu, yutkundu ve “Babam, Soo
Jin’i nereden biliyor? Yoksa onun bahsettiği kişi, gerçekten de o muydu? Bu
adam ne yapmaya çalışıyor, ne planlıyor?”





14. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:41 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








15. Bölüm








Saat altı buçuğa geliyordu, Tae Sun evin kapısını yavaşça açtı ve arkasında
gelen iki yorgun kişiyle birlikte eve girdi. Sung Mo’nun kolu, Chae Min’in
omzundaydı ve ikisi de ayakta uyuyordu. Tae Sun’da yorgundu, ama onlar gibi
bırakmamıştı kendini. Tae sun elindeki poşeti mutfağa bıraktı, sonra da kapıda
öylece dikilen Sung Mo ve Chae Min’i salona doğru sürüklemeye başladı.





Woo Joon salonda koltuğa yayılmış telefonuyla uğraşıyordu, ayakları masanın
üzerindeydi. Gerçekten de rahatına düşkündü, arkadaşlarının geldiğini umursamadan
telefonun ekranına bakmaya devam etti.





Tae Sun, Woo Joon’un bu umursamaz tavrına bir anlam verememişti ve bu yüzden
yanına yaklaştı ve “Sen, iyi misin?” diye sordu.





Meraklı bakışları altında daha fazla umursamazı oynayamayacağını anlayan Woo
Joon “Hoş geldiniz ve iyi geceler. Ben yatacağım. Siz odanıza gidin ki bende
uyuyayım.”





Sung Mo ve Chae Min aniden toparlandı ve bir ağızdan “Uyumak mı? Hem de bu
saatte?” diye bağırdılar. Bunun üzerine Woo Joon hepsini çekiştire çekiştire
salondan çıkarıp, kapıyı kilitledi ve koltuğa uzanıp telefonunu eline aldı.





^^ Woo Joon’un Ağzından ^^





Şimdi… Bu numarayı okuldan bir çocuğa para vererek aldım, ama bunun kesin
olarak Soo Jin’e ait olup olmadığını bilmiyorum. Bir şey yazsam mı? Neyim ben,
serseri mi? Üstüne gitmesem daha iyi, belki ona istediği gibi davranırsam,
zamanla bana âşık olur. Ah… Manyak olma Woo Joon! Bu asla işe yaramaz!





En iyisi uyumak! Uyu, Woo Joon ve büyü birazcık, odun kafalı. Sen niye kızı
öpüyorsun ki? Şimdi senden daha çok nefret edecek işte. Hadi bunu geçtim babam…





“Sessiz ol, Woo Joon! Başım ağrıyor seni dinleyemem.” Bu, Tae Sun! Kahretsin
iki saattir bağırarak konuşuyormuşum, of…








**--**--**--**








Ah Jung ve Eun Joo televizyonun karşısında, bitkin bir şekilde koltuklara
yayılırken, Soo Jin’de onlara yemek hazırlıyordu. Ah Jung’un biri koltuğun
üstünde diğeri ise altında olan bacakları ağrıdan sızlarken, Eun Joo’nun yüz
üstü koltuğa sığdırdığı bedeni hareket yeteneğini neredeyse kaybetmişti. Eun
Joo, esnedi ve biraz doğrularak elini beline koydu.





“Ah! Belim, çok ağrıyor. Bir daha da okul işlerine koşmam, ölüyordum az
kalsın.”





Ah Jung ağrılarını umursamadan yerinden sıçradı ve “Ya! Sen sanki çalıştın?
Bütün gün sokaklarda Sung Mo denen salak ile gezdin.” diye kükredi Eun Joo’ya.





“O, salak değil bir kere! Hem sana ne demeli, güya Chae Min ile
inatlaşıyorlar… Bas baya belli işte onu seviyorsun. Ne demişler büyük aşklar
nefret ile başlar.” Eun Joo bunları söylerken ayağa kalkmıştı ve iki elini de
beline koyup, hesap sorar vaziyetini almıştı.





Ah Jung ağzını açıp bir şey demeye hazırlanırken, mutfaktan çıkan Soo Jin
elindeki tepsiyi masaya koydu ve “Yemek hazır, kavga yok! Yatarken televizyonu
kapatın ve Ah Jung, sakın şu kızı korkutmak için korku filmi açma! Sonra,
odamda hayalet var, diyip benim yanımda yatmak istiyor. Neyse, ben yattım, iyi
geceler. Çok çalıştınız, siz de erkenden uyuyun.” diyerek odasına girdi.





Eun Joo yavaşça masanın başına geçti ve boynu eğik bir şekilde “Demin
söylediklerim için özür dilerim.”





“Affedildin, küçük fare. Bir daha da bu evde o şapşalın ismini duymak
istemiyorum, zaten iddiayı da kazandı. Of… Neyse… Korku filmi izleyelim mi?”





“Soo Jin’i duymadın herhalde.”





“Ama o, şuan burada değil!”








^^ Bir Gün Sonra - Seul Lisesi ^^





Soo Jin ve diğer kızlar sınıfta öğretmenin gelmesini bekliyorlardı. Sınıfa
giren Woo Joon ekibi ile birlikte Soo Jin’in bütün neşesi yerle bir olmuştu.
Olaydan sonraki gün Woo Joon ile hiç konuşmamıştı ve şimdi onun sınıfa
gülümseyerek girdiğini görmek, Soo Jin’i deli etmişti.





“Zaten, onun sıradan bir öpücük olduğunu biliyordum, ama bu kadar yüzsüz de
olunmaz ki! İnsan biraz utanır, çekinir…” diye geçirdi içinden Soo Jin.





Öğretmen sınıfa girdiğinde herkes yerine geçti ve öğretmeni dinlemeye
başladılar. Bayan Han, önce elindeki kitapları masasına koydu, sonra da
tahtanın önüne geçip “Çocuklar, yarın pikniğe gidiyoruz.”








Soo Jin ağır adımlarla merdivenlerden inerken, arkadan gelen konuşma sesleri
çok tanıdık geliyordu. Arkadan gelenler Sung Mo, Tae Sun ve Woo Joon’du. Woo
Joon en sondan geliyordu ve elinde de telefonu vardı.





Soo Jin kafasını yavaşça arkasına çevirdi ve onların da onu fark ettiğini
anladı. Sung Mo hızla Soo Jin’in yanına geldi ve “Merhaba, Eun Joo, yok mu?”
diye sordu, gülümseyerek. Soo Jin önce kafasını yana çevirerek güldü, sonra da
Sung Mo’ya dönüp “Bana bak, sakın onunla oynama! Onun gibi saf bir kızı, kirli
oyunlarınıza alet etmeyin! Seni bir daha da onun yanında görmeyeyim. Ne de olsa
hepiniz ayısınız, hepinizin derdi karşısındaki ile oynamak! Birilerinin
hisleriyle oynamak sizin için çocuk oyuncağı.” Soo Jin bütün bunları bağırarak
söylemişti ve bu yüzden Woo Joon hepsini duymuştu.





Soo Jin, karşısında mahcup düşmüş çocuğa bakmadan merdivenlerden inmeye
devam etti. Woo Joon’da hızla onun peşinden gitti. Çıkış kapısına yakın bir
yere gelmişlerdi. O sırada Ah Jung ve Ji Hye’de onların yakınlarındaydı. Ah
Jung, Woo Joon’u Soo Jin’in kolunu tuttuğunu görünce gitmek istedi ama Ji Hye
onu tuttu ve “Bekle!” dedi sessizce.





Woo Joon, Soo Jin’in koluna yapıştı ve “Duygularınızla mı oynadım, küçük
hanım? Ben oynadım, öyle mi? Asıl sen benimkilerle oynadın!” Woo Joon alaycı
bir konuşmayla devam etti. “Tae Sun’u seviyorsun, öyle mi? Sen kimi
kandırıyorsun?”





Soo Jin kolunu ondan kurtarmaya çalışırken onları izleyen Ah Jung ve Ji
Hye’yi fark etti ama Woo Joon’u susturmak imkânsızdı. Woo Joon’un gözleri adeta
ateş saçıyordu, elleri ise bumbuzdu.





Woo Joon onları izleyenleri görmüyordu bile. Konuşmasını bitirmek ve Soo
Jin’i, kendisi gibi paramparça etmek istiyordu.





“Seni öptüğümde, ne hissettiğimi bilmiyorsun. Ben sana…” Woo Joon lafını
bitiremeden Soo Jin onun ağzını kapatmıştı ama nafileydi, çünkü Ji Hye, Ah
Jung, Sung Mo ve Tae Sun onları çoktan duymuştu.





Ji Hye duyduklarından sonra Ah Jung’un koluna biraz daha asıldı ve “Bir şey
olduğunu biliyordum, bunu bana nasıl yaptın Soo Jin?” dedi kısık bir sesle. Onu
duyan tek kişi Ah Jung’tu. Ah Jung, Ji Hye’nin elini tuttu ve “Ji Hye, sakin
ol. Sen sınıfa çık, ben burayla ilgilenirim, tamam mı?” dedi fısıltı ile. Ji
Hye’de başını salladı ve duvarlara tutunarak sınıfa doğru yürümeye başladı, bir
yandan da ağlıyordu.





Tae sun kocaman açılmış gözlerini Woo Joon ile Soo Jin’in üzerinden çekti ve
Sung Mo’ya dönerek “Ne yapmaya çalışıyor bu çocuk?” diye fısıldadı.





Soo Jin, elini Woo Joon’un ağzından çekerken “Bir daha kimseye bundan
bahsetme, çünkü öyle bir şey olmadı!” diye mırıldandı. Tam o sırada yanlarına
Ah Jung ve Tae Sun gelmişti. Ah Jung, Soo Jin’i ve Tae Sun’da Woo Joon’u
sürükleyerek oradan uzaklaştırdı.





Sınıfa çıktıklarında zil çalmıştı ve hepsi yerine geçti. Soo Jin’in yanına
Ah Jung, Tae Sun’un yanına da Woo Joon geçti. Chae Min’de yanına Sung Mo’nun
geçtiğini görünce şaşkınlıkla sordu. “Ne o, bir sorun mu var?” Sung Mo ona
yaklaştı ve “Sonra konuşuruz.” diye fısıldadı.





Ders boyunca, Ah Jung’un zorlamalarına rağmen, Soo Jin’in ağzını bıçak
açmadı. Ders bitince çocuklar Chae Min’i de alıp dışarı çıktılar, kızlar ise
Soo Jin’in başında toplandılar, Ji Hye hariç. Ji Hye onlardan uzak bir köşede
oturup deftere bir şeyler yazıyordu.





Ah Jung, Soo Jin’in omzuna dokundu ve “Hadi anlat, neler oldu?” diye sordu.
Soo Jin kafasını sıraya koydu ve gözlerini sıkıca yumarak “Hiçbir şey olmadı,
saçmalıyor.”





Ji Hye oturduğu yerden kalktı ve “Yalancı! Seni öptüğünü neden bizden
sakladın, ha? Bu mu senin arkadaşlığın?”





Eun Joo ve Ah Jung, Ji Hye’yi tutmaya çalışıyordu ama o inatla Soo Jin’e
yaklaştı ve “Benim onu sevdiğimi de biliyor muydun onu öperken, ha? Bana nasıl
yalan söyledin? Sen de onu seviyorsun, değil mi? Belki de onu baştan çıkaran
sendin, kim bilir?” Bu sözleri duymaya katlanamaya Soo Jin aniden kalktı ve
“Evet, onu ben öptüm. Evet, onu seviyorum. Evet, ona deli gibi aşığım. Şimdi
mutlu oldun mu? Bana hiç güvenmediğini bilmem iyi oldu, asıl sensin beni satan.
Arkadaşına inanmak yerine, Woo Joon’u kaybetmemek için kafanda senaryo
yazıyorsun, değil mi? Devam et… Arkadaşını kaybetmek bakalım seni nasıl
hissettirecek. Belki de aşkını kaybetmekten daha kötüdür, ha?”





**--**--**





Woo Joon olayları arkadaşlarına anlattı ve yavaşça geriye yaslandı. Chae Min
gözlerini kocaman açtı ve Woo Joon’a yaklaşarak “Ne yani, sen o kızı öptün mü?
Ona âşıksın, öyle mi?” diye sordu.





Bu soruyu duyan Woo Joon, elini havaya kaldırdı ve hızla Chae Min’in
kafasına indirdi. “Evet dedim ya!” Woo Joon bağırarak söylediği bu kelimelerden
sonra derin bir nefes aldı ve “Ama o beni sevmiyor.”





Sung Mo ufak bir kahkaha attı ve “Tabii sevmez, akıllım! Kız resmen bize
düşman.” dedi, gülümseyerek. Bunun üzerine Woo Joon onun kafasına da bir tane
indirdi ve dişlerini sıkarak “Ama eninde sonunda benim olacak! Şimdiye kadar,
isteyip de elde edemediğim kız yok!” dedi fısıltı halinde.





**--**--**--**








Ji Hye hızla sınıftan çıkarken, Ah Jung hemen Soo Jin’in yanına oturdu. “İyi
misiniz siz?” dedi ve “Geri zekâlı bir çocuğun yaptıkları yüzünden…” diyerek,
yüksek sesle sitem etmeye başladı.





Soo Jin gözünden damlayan bir damla yaşı, elinin tersi ile sildi ve
“Bırakın, ne isterse yapsın!” dedi kısık bir sesle, sonra da Eun Joo’ya dönüp “
Eun Joo, git Hae Won’a haber ver. B planını başlatsın!” dedi ve pencereye doğru
yaklaştı. Fısıltı halinde “Bunu ödeyeceksin, lanet olası!”








15. Bölümün Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:41 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








16. Bölüm








Woo Joon olayları arkadaşlarına anlattı ve yavaşça geriye yaslandı. Chae Min
gözlerini kocaman açtı ve Woo Joon’a yaklaşarak “Ne yani, sen o kızı öptün mü?
Ona âşıksın, öyle mi?” diye sordu.





Bu soruyu duyan Woo Joon, elini havaya kaldırdı ve hızla Chae Min’in
kafasına indirdi. “Evet dedim ya!” Woo Joon bağırarak söylediği bu kelimelerden
sonra derin bir nefes aldı ve “Ama o beni sevmiyor.”





Sung Mo ufak bir kahkaha attı ve “Tabii sevmez, akıllım! Kız resmen bize
düşman.” dedi, gülümseyerek. Ama o da Chae Min gibi kafasına ağır bir darbe
aldı. Woo Joon ellerini gövdesinde birleştirdi ve “Şu ana kadar isteyip de elde
edemediğim hiçbir kız yok! Elinde sonunda benim olacak!” diyerek ukala bir tavırla
gülümsedi.





^^^^^^





Ji Hye öfkeyle sınıftan çıkarken, Soo Jin’de pencereye doğru ağır adımlarla
ilerliyordu. Birden durdu ve dışarıyı izlemeye başladı. O sırada sinirle
kendini sıraya atan Ah Jung “Siz, gerçekten iyi misiniz? O züppe yüzünden bu hallere
geldiğimize inanmıyorum!” diye sitem etmeye başladı.





Eun Joo ise olan bitene anlam veremiyor, sadece onları izliyordu. Soo Jin
arkasına doğru baktı ve Eun Joo’ya dönerek “Eun Joo, git Hae Won’a haber ver. B
planını başlatsın!”





Eun Joo olayın şokundan çıkamadan koridora çıktı ve Hae Won’un sınıfına
doğru koşmaya başladı, aynı zamanda da içinden “Of… Neden, bu hale geldi
olaylar? Kahretsin, ne yapacağım ben şimdi?” diye geçirdi. Hae Won’un sınıfına
vardığında, onu gizlice çağırdı ve “Soo Jin… B planını başlattı.” dedi
isteksizce. Ama Hae Won onun kadar isteksiz değildi. Bu yüzden gözlüklerinin
arkasındaki, küçük çekik gözlerini kocaman açtı ve gülümseyerek “Tamam, hemen
başlasın o zaman!”








^^^^^^^





Woo Joon ve Chae Min bahçede gezerken, Tae Sun’da sınıfa gitmek için
merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Ama etrafındaki kişilerin kötü bakışlarından
oldukça rahatsız olmuştu. Sınıfa çıktığında karşısında Soo Jin’i buldu.





Soo Jin onu görünce arkasını döndü ve camdan dışarıyı izlemeye başladı. Tae
Sun ona yaklaştı ve oldukça kısık bir sesle “Onun adına senden özür dilerim ama
onun kötü bir niyeti…” Sözünü kesen kişi Soo Jin’di. Tae Sun daha sözünü
bitiremeden Soo Jin bağırmaya başlamıştı.





“Siz, kimsiniz? Kim veriyor size bu cesareti? Sizi evden kovan babanız mı,
yoksa milyon dolarlık sevgilileriniz mi?”





Tae Sun cevap veremiyordu, çünkü Soo Jin’in yüzündeki öfke ve hüzün, onu
çaresiz bırakmıştı. Soo Jin, gözlerinin dolması üzerine, genç adamdan
uzaklaşmak istedi ve arkasını dönerek gözlerini gökyüzüne dikti. Tae Sun, genç
kızın ağladığını fark edince, elini onun omzuna götürdü ve “Gerçekten, özür
dilerim.” dedi hüzünden çaresizliğe aktarılan bir sesle.





Soo Jin derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını tek hamlede sildikten sonra
“Artık çok geç!”





^^^^^^^^





Woo Joon ve Chae Min, etraftaki öğrencilerin onlara sert sert bakmasından
ürkmüş bir şekilde bankta oturuyorlardı. Yanlarına üç tane genç geldi,
içlerinden en önde duran ve son derece çelimsiz olanı Woo Joon’a yaklaştı.





“Ya! Sizi pislikler, çabuk kalkın oradan! Orası bizim yerimiz!”





Woo Joon’la Chae Min önce, neye uğradıklarını şaşırdılar ama sonra kahkaha
atıp, bu ufak tefek adamı susturmak için konuşmaya başladılar.





“Kalkmazsak dövecek misin?”





Ufak tefek genç, Woo Joon’a biraz daha yaklaştı ve “Bakın, artık B planına
geçtik, sizi burada kimse tutamaz.” Woo Joon’un kafası iyice karışmıştı. Üstüne
üstün, içinden ‘vişne çekirdeği’ diye dalga geçtiği çocuk, arkasını döndü ve
arkada bekleyen beş çocuğa seslenip yanlarına çağırdı. Böylece üç kişi, artık
sekiz kişi olmuştu.





Chae Min biraz ürkse de, Woo Joon gayet kendinden emin bir tavırla çocuklara
laf atmaya devam ediyordu. Ama sekiz kişi birden Woo Joon’a dalınca, Chae
Min’de birden kendini kavganın içinde buldu.





Sekiz genç, Woo Joon ve Chae Min’i linç edercesine döverken, arkalarından
gelen çığlıkla oldukları yerde donakaldılar.





“Çabuk bırakın onları!”





Ses, kendini yırtarcasına bağıran Ji Hye’ye aitti. Woo Joon, yüzündeki
kanların kapattığı gözlerini sesin geldiği yöne çevirdi ve kimsenin
duyamayacağı bir sesle “Soo Jin…” diyebildi. Ji Hye, Woo Joon’a görmek istediği
kişi gibi gözüküyordu, Soo Jin gibi… Ama bu hayal fazla sürmedi, Ji Hye o
tarafa doğru yaklaşınca Woo Joon’da onun aslında Ji Hye olduğunu anladı.





Ji Hye kalabalığı yardı ve Woo Joon ile Chae Min’in yanına geldi. Elini Woo
Joon’un kanlı yüzünde yavaşça gezdirdi ve “Hepsi benim hatam, çok özür
dilerim.”





Woo Joon ve Chae Min, Ji Hye’nin yardımıyla bahçeden okula geçerken, telaşla
yanlarına gelen Sung Mo’da onlara yardım etmeye çalışıyordu. Sung Mo, Ji
Hye’nin bunu neden yaptığına bir anlam veremese de şaşkınlıkla onun çabalarını
izliyordu.





Ji Hye’nin bağırmasıyla olduğu yerde kalan sekiz genç, Soo Jin’in yanına
geldi ve her şeyi anlattılar. Soo Jin olanları duyunca bağırmaya başladı.





“Siz B planının ne olduğunu biliyor musunuz? Ha? B planı; uygulanan
kişiye sadece ve sadece kötü davranmaktır! Ona veya onlara karşı soğuk olursun
ve ona kötü kötü bakarsın. Plan bu ama hiçbir yerinde onları döversin demiyor!
Yoksa ben mi yanlış biliyorum. Ya! Siz kendinizi ne yanıyorsunuz? Kim dedi size
dövün diye?” Soo Jin bir tanesinin yakasına yapıştı ve onu dinlediğini göstermek
amacıyla gözlerini kapattı. Çocuk kekeleyerek “Gö… Gözlüklü bir çocuktu. Ad…
Adını bilmiyorum ama arkadaşım onun okulun en… İneği olduğunu söyledi. Lütfen
bırakın bizi, özür dileriz. Biz sadece o çocuğun dediğini yaptık.” diyebildi.
Bunun üzerine Soo Jin onu bıraktı ve gitmeleri için kapıyı işaret etti.





“Hae Won? Ne yaptığını sanıyor bu çocuk?”





Ah Jung oturduğu sandalyeden kalktı ve Soo Jin’e yaklaşarak “Hadi onu
geçtik, Ji Hye ne yaptığını sanıyor? Onları dövseler bile, onun karışmaması
gerekirdi!” diye sitem etti. Bunun üzerine Soo Jin boğazını temizledi ve
isteksizce konuşmaya başladı.





“O eskiden Woo Joon’a âşıkmış. Anlaşılan o ki… Hala onu seviyor.”





Ah Jung’un duyduklarında sonra kocaman açılan gözleri, sınıfa telaşla giren
giren Eun Joo’yu görünce birden küçüldü ve ona bakmaya başladı. Ah Jung derin
bir nefes aldı ve iyi bir haber olmasını umarak “Ne var? Ne oldu?” diye sordu.
Eun Joo kem küm ettikten sonra “Ji Hye, onlara kütüphanede pansuman yapıyormuş
ve bütün çocuklarda oradaymış Yani Tae Sun, Sung Mo falan da…”





Ah Jung hemen hareketlendi ve “Siz karışmayın ben onu alıp geleceğim.”
dedikten sonra sınıftan koşar adımlarla ayrıldı.





^^^^^^^^





Ji Hye eline aldığı pamuğu, önce Woo Joon’un kanlı alnına sonra da su dolu
kaba getirdi. O sırada ona bakmakta olan Woo Joon, onun elini tuttu ve “Neden
bize yardım ettin?” diye sordu, boğazındaki acıya rağmen, yüksek bir sesle.





Ji Hye cevap veremeden, içeri giren Ah Jung yaralıların suratına bile
bakmadan Ji Hye’yi kolundan tuttu ve dışarı sürüklemeye başladı. Sung Mo ona
engel olmak için kalksa da Woo Joon onu durdurdu ve “Bırak! Bu onların
meselesi, bizi ilgilendirmez.” diye çıkıştı.





Ah Jung, kolundan tuttuğu Ji Hye’yi sınıflarına doğru sürüklemeye başladı.
Her ne kadar, Ji Hye ondan kurtulmak istese de, başaramıyordu.





Sınıfa girdiklerinde, Soo Jin nemli gözlerini Ji Hye’ye çevirdi ve “Neden
böyle olduk, Ji Hye?” diye sordu.





Ji Hye kolunu Ah Jung’tan kurtardı ve Soo Jin’e bakarak “Bundan sonra
bensizsiniz!” duraksadı ve “Eğer bu grupta bana danışılmadan bir karar
alınıyorsa bana ihtiyacınız yok demektir.” diye ekledi bağırarak. Ardından da
sınıftan çıktı. Ji Hye’nin hızla sınıftan çıkmasıyla, peşinden gitmek için
hazırlanan Ah Jung’u durduran kişi yine Soo Jin olmuştu.





“Bırak gitsin! Umarım onlardan fayda olmadığını anlayınca, çok geç olmaz.”





^^ Soo Jin’in Evi ^^





Ah Jung ve Eun Joo koltukta oturmuş bir şey hakkında tartışırken, Soo Jin’de
camın önünde oturuyordu. Kafasını camdan dışarı çıkardı ve etrafa bakmaya
başladı.





O sırada yan balkona çıkan Woo Joon, camda Soo Jin’i görünce kendini fark
ettirmek adına “Bizi siz mi dövdürttünüz?” diye sordu. Bu beklenmedik soru
karşısında kafasını o yöne çeviren Soo Jin derin bir nefes aldı ve “Biz
dövdürttüysek, ne yapacaksın?” Bu sefer o da soru yöneltmişti ama ikisi de
birbirlerinin yüzlerine bakamıyordu. Yan yanlardı ama gözleri bir türlü
buluşamıyordu.





Woo Joon ellerini hızla balkonun mermerine vurdu ve arkasına dönüp giderken
“Sana olan sevgimi yok etmeye çalışacağım.” dedi, Soo Jin’in duyabileceği
yükseklikteki bir ses tonuyla.





Soo Jin geri çekildi ve yavaşça camı kapattı ama o sırada Woo Joon lafına
devam ediyordu.





“Ama yapamam!”





Gözleri hafifçe nemlenmiş olan Soo Jin arkasını döndüğünde karşısında,
yalvaran gözlerle kendisine bakan Eun Joo’yu bulmuştu. Ne olduğunu sormak
istemese de Eun Joo’nun onu her yerde takip etmesine sinir olmuştu. En sonunda
banyoya doğru bir adım attı ama Eun Joo hala onun arkasındaydı.





“Ya! İçeriye de gel, istersen beraber yıkanırız.”





Eun Joo yavaşça ağzını açarken, arkada televizyon izleyen Ah Jung ondan önce
davrandı ve onun söylemek istediğini bir çırpıda söyleyiverdi.





“B planını kaldırmanı isteyecek, çünkü Sung Mo’ya tutuldu.” Eun Joo, Ah
Jung’un dediklerini duyunca kekelemeye başladı ve “Ha… Hayır! Asla! Yani… Ben
sadece Ji Hye ile aramızda anlaşmazlık çıksın istemiyorum, o kadar.”





Soo Jin, Eun Joo’nun bu haline gülümsedi ve “Merak etme, ben herkese haber
verim. B planını iptal ettirdim.” diyerek odasına girdi. Arkasından gelen çığlık
sesleri arasında Soo Jin’in duydukları şunlar olmuştu.





“Soo Jin, sen en iyisisin. Yarınki piknikte seni çok eğlendireceğim.”





Yayınlayan Admin: Minhae
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:42 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul





17. Bölüm





Eun Joo telaşla, uyumakta olan Soo Jin’in odasına girdi ve “Hey, uykucu.
Uyan hadi, pikniğe gideceğiz.” diye seslendi.





Soo Jin başını yavaşça yastığın altına soktu ve “Siz gidin, ben gelmiyorum.”
diye bağırdı ama Eun Joo’nun ayağına yapışmasıyla kendini yerde buldu. Kendini
toparladıktan ve Eun Joo’yu azarladıktan sonra piknik için üzerini giymeye
başladı. Kısa beyaz bir şort ve pembe bir bluz giymişti. Onun bu halini gören
Ah Jung, önce kendi üzerine sonra da tekrar onun üzerine baktı ve “Kimin için
süslendin sen?” diye sordu ama Soo Jin’den ses gelmiyordu.





Ah Jung, bu sefer de giydiği dar paçanın belini çekiştirmeye başladı. Ama
olmuyordu, yine aşağıya düşüyordu. O sinirle Eun Joo’ya döndü ve “Ya!
Pantolonlarının hepsi düşük bel olmak zorunda mı?” diye bağırdı. Soruya soruyla
karşılık vermekte Eun Joo’nun başardığı en iyi şeydi.





“Peki, sen benim pantolonlarımı giymek zorunda mısın? Hem, o üstündeki şey,
altındaki pantolona hiç uymamış. Ne o öyle, erkek gömleği gibi.”





Soo Jin, beyaz çantasını koluna taktı ve tartışan iki dostunu sürükleyerek
dışarı çıkardı. O sırada Woo Joon’ların kapısı da yeni açılmıştı.





Woo Joon, Soo Jin’i ilk defa böyle görüyordu, o yüzden onu dikkatle süzdü ve
boğazını temizledikten sonra Chae Min’e dönerek “Ne bekliyorsunuz? Çabuk olun!”
diye bağırdı. Ama kapıda dikildikleri için, onları arkalarından iten kişi Tae
Sun olmuştu. Tae Sun onları kapının eşiğinden ittikten sonra Soo Jin’e döndü ve
ona derin derin bakmaya başladı. Soo Jin’de, itildikten sonra yere düşen Woo
Joon’a bakmak yerine Tae Sun’a bakmanın daha mantıklı olduğun düşünüyordu.





Tae Sun ve Soo Jin’in birbirlerine bakmalarından rahatsız olan Woo Joon
hızla yerden kalktı ve Tae Sun’un yanına geçerek, onu çekiştirmeye başladı.
Kendisini çekiştiren Woo Joon’un peşinden giden Tae Sun, Soo Jin’in yanından
geçerken “Senin yapmadığını biliyorum, üzülmene gerek yok.” Dedi kısık bir
sesle ve gülümsedi. Ama Woo Joon bunları duyunca hiçte sevinmemişti, bu yüzden
dişlerini sıkarak Tae Sun’u kendine çekti ve merdivenlerden aşağıya doğru
sürüklemeye devam etti.





^^^^^^





Bayan Han, çıkarabileceği en yüksek ve cırtlak sesle, öğrencilerine bağırmaya
başladı.





“Herkes otobüse binsin, geç kalanı almayacağım.”





Bütün öğrenciler aynı anda otobüse hücum edecekti ki, bir anda arkalarındaki
Soo Jin, Ah Jung ve Eun Joo üçlüsünü fark ettiler ve anında ona yol vermek için
dağıldılar. Bu üçlü otobüse ilk binenlerdendi. Ardından da bütün öğrenciler
otobüse hücum etti.





Ah Jung ve Eun Hoo birlikte otururken, Soo Jin ikili koltukta tek başına
oturuyordu. Woo Joon’lar dâhil herkes binmişti ama Ji Hye henüz gelmemişti,
üstüne üstün Soo Jin’in yanından başka yer de kalmamıştı.





Ji Hye otobüse bindiğinde önde oturan Soo Jin’in yanından usulca geçti ve
arkalara doğru ilerlemeye başladı. Yer vermek isteyeneleri reddederek Woo
Joon’ların yanına kadar ilerledi.





Woo Joon, Ji Hye’nin geldiğini görünce kalkıp yer vermeye hazırlanıyordu ki,
önünde oturan Tae Sun ondan önce davrandı ve Ji Hye’ye yer verip hızla Soo
Jin’in yanına ilerlemeye başladı. Tae Sun’un Soo Jin’in yanına oturduğunu gören
Woo Joon onlara açık ağzıyla bir süre baktıktan sonra Sung Mo’yu Ji Hye’nin yanından
kaldırdı ve oraya kendisi oturdu.





Soo Jin yanına oturan Tae Sun ile yol boyunca hiçbir şey konuşmadı, ama bu
Woo Joon’un daha çok sinirini bozmuştu, çünkü Tae Sun sürekli Soo Jin’in
suratına bakıyordu. Bu da Woo Joon için dayanılmazdı.





^^^^^^





Piknik alanına gelince ilk önce masalar kuruldu ve herkes yemeğini yedi.
Bayan Han yemek yendikten sonra herkesi serbest bırakacağına söz vermişti,
sözünü tutmuştu da.





Woo Joon’lar voleybol oynarken, Soo Jin ve Ah Jung’ta, onlara yakın bir
yerde, ağacın altına oturmuş sohbet ediyorlardı.





“Sence Ji Hye ile nasıl barışacağız?” diye sordu Ah Jung, gayet ciddi bir
şekilde. Soo Jin elini yavaşça kafasına götürdü ve “Bu konuyu kapatalım mı?”





O sırada etrafına neşe saçarak koşan Ji Hye, Woo Joon’un yanına geldi ve
“Ben de oynayabilir miyim?” diye sordu, Soo Jin’e doğru bakarak. Çocukların
hepsi bir ağızdan “Tabii, neden olmasın?” diye bağırmaya başlayınca Ji Hye’de
aralarına girdi.





Soo Jin etrafına öldürücü bakışlar saçarken Woo Joon’un, kendisine nispet edercesine
oynamasına sinir olmuştu. Ayağa kalktı ve beyaz şortunu özenle temizleyerek Woo
Joon’ların yanından yürümeye başladı.





Soo Jin’e dikkat kesilen gözlerini bir anda topun gidişatından alan Woo
Joon, topu doğruca Soo Jin’in kafasına yönlendirmişti.





Topun kafasına verdiği acıyla yere çömelen Soo Jin, sadece “Ah…” diye
bağırdı. O ses zaten herkesin ona dönmesine neden olmuştu. Tae Sun koşarak Soo
Jin’in yanına geldi ve ona doğru eğilerek “İyi misin?” diye sordu, endişeyle.





O sırada olayın verdiği şok ile olduğu yerde kalan Woo Joon, kendine
geldiğinde, eliyle kafasını ovalayan Soo Jin’in yanına geldi ve “Ö… Özür
dilerim. Şey… İyi misin?”





“Ah… Aklın sıra öç almaya çalışıyorsun, değil mi? Ah… Aptal, acıdı!”





Sung Mo “Ben hemen buz getireyim.” diyerek otobüse doğru koşmaya başladı. Ah
Jung ve Eun Joo’da, Soo Jin’in yanına eğilmiş kafasını ovalamasına yardım
ediyordu. O sırada arkadan gelen alaylı konuşma “Salak Woo Joon! Senden daha
iyi bir atış beklerdim.” Chae Min’e aitti ve bunu dedikten birkaç saniye sonra
Ah Jung’un korkunç gözleriyle karşılaşmaya hak kazanmıştı. Chae Min, Ah Jung’un
kendisine ters ters baktığını görünce “Sadece şakaydı.” dedi, sırıtarak.





Soo Jin hızla ayağa kalktı ve kendisine çarptıktan sonra, yere düşen topa
yöneldi. Topu aldığı gibi Woo Joon’un suratına fırlattı ve onun bağırtısını
dinlemeye başladı.





“Ah… Ne yaptığını sanıyorsun sen? Gözüm…”





Soo Jin ve Woo Jon bu şekilde dalaşırken, onları uzaktan izleyen Ji Hye
ormana doğru yürümeye başladı.


^^^^^^^





Olaylar yatıştıktan on beş dakika sonra etrafında Ji Hye’yi göremeyen Woo
Joon kendini iri yarı ağaçlarla dolu ormanın içine atıverdi.





“Hey, Ji Hye buralarda mısın?”





Pek uzaktan gelemeyen bir ses “Buradayım.” Bu Ji Hye’nin hüzünlü sesiydi. Ji
Hye yavaşça Woo Joon’a yaklaştı ve kafasını yana eğip ona bakmaya başladı. Woo
Joon onun bu haline aldırmak istemese de biraz ürkmüştü.





“Seni görmeyince, merak ettim.”





Ji Hye’nin söylemek istediği kelimeler, gözünden düşen bir damla yaşla aynı
anda dökülmeye başladı.





“Onu seviyor musun?”





Woo Joon gözlerini kocaman açtı ve dudaklarını büzerek “Kimi?” diye sordu.
Oldukça şaşkındı, biraz düşününce kim olduğunu bulabilirdi ve buldu da.





“Soo Jin’den mi bahsediyordun?”





Ji Hye cevap vermeden, ellerini onun yüzüne doğru uzattı ve ellerini Woo
Joon’un yüzünde gezdirmeye başladı.





“Sana bu kadar yakınken, seni kaybetmek…”





Woo Joon yutkundu ve yüzünü hafifçe geri çekerek “Ji Hye sen hala bana âşık
mısın?” diye sordu. Ji Hye duyduğu bu soru karşısında gülümsedi ve Woo Joon’un
dudaklarına yaklaşarak “Seni hala… Hala seviyorum.”





Ji Hye’nin dudaklarını, Woo Joon’un dudaklarına götürürken sadece içindeki
arzuyu dindirmek istiyordu. Woo Joon ise ne olduğunu anlamadan kendini Ji Hye
ile öpüşür halde bulmuştu. Ama dudaklarındaki bu hisse son vermek istiyordu,
işte bu yüzden onu kendinden uzaklaştırdı ve omuzlarından tutarak onu hızla
sarstı.





Ji Hye korku dolu gözlerle değil, hala aşkla bakıyordu ona. Ama Woo Joon’un
suratında öfkeden başka hiçbir şey yoktu.





“Kendine gel!”





^^^^^^^^





Soo Jin elindeki kolayı yavaşça masanın üzerine koydu ve Eun Joo’ya dönerek
“Ya! Sung Mo ile bakışmayı kes, yoksa ben kesmesini bilirim. Zaten o Woo Joon
denen alçağa çok sinirliyim. Kesin bilerek attı o topu kafama, zaten bana
bakıyordu, belli ki zamanı kolluyordu alçak herif! Ama ben biliyorum ona ne
yapacağımı!”





“Saçmalama Soo Jin, neden bilerek atsın ki? Yani… Bilerek atmamıştır.
Sanırım… Yani emin değilim, belki de bilerek atmıştır. Of… Bilmiyorum!”





“Onları korumaktan başka ne marifetin var? Varsa söyle de, grupta kalmak
için en azından bir sebebin olur.” Öfkeyle kükreyen Soo Jin masadaki kolayı
tekrar eline aldı ve bir dikişte içiverdi. Eun Joo ise yutkundu ve “Tamam,
sustum!” dedi somurtarak.





Soo Jin gözlerini ağır ağır gezdirdi ve ortada olmayan iki kişiyi anında
fark etti. Hızla doğruldu ve onları aradığını belli etmemeye çalışarak ormana
girdi. Bir yandan da ofluyordu.





“Of… Niye onları arıyorum ki? Salak Soo Jin! En iyisi geri… Şunlar…”





Soo Jin’in gözleri yaklaşık 5 metre ilerisinde sabit bir şekilde duran Woo
Joon ve Ji Hye’deydi. Ji Hye’nin elleri Woo Joon’un yüzünde ve dudakları da Woo
Joon’un dudaklarıyla bir olmuştu. Soo Jin ellerini dudaklarına götürdü ve işte
o an, Woo Joon’un dudaklarıyla daha önce buluşmuş olan dudaklarından ölesiye
iğrendi. Bir yandan dudaklarını ısırırken diğer yandan da oradan uzaklaşmanın
derdindeydi. Gözyaşlarını durdurmak için çabalıyor, hatta kurumaları için dua
ediyordu.





“Ben neden bu kadar mızmız biri oldum?” diyerek kendini avutmaya ve güldürmeye
çalışıyordu ama nafileydi, sadece kendini kandırırdı bu yalanlara. Kalp kolay
kolay kanmazdı her yalana.





Bunun işe yaramayacağını anlayan Soo Jin, elini yumruk yaptı ve kalbine
götürerek “Yeter bu kadar çalıştığın, ne olur dur artık! Ne için yaşıyorum ben
ha, ne için? Diyerek yere çöktü ve diğer elini ağzına götürerek hıçkırıklarını
etrafa duyurmamaya çalıştı.








17. Bölüm Sonu





-------





Umarım beğenirsiniz, bu bölüm için diğerlerinden daha çok uğraştım.
Yorumlarınızı bekliyorum. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:42 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi








18. Bölüm





Woo Joon arkasını döndü, tam adım atacaktı ki, Ji Hye yere çöktü ve “Lütfen
ona gitme!” diye yalvarmaya başladı. Gözlerindense yaşlar boşalıyordu.





Woo Joon arkasını dönmemeye gayret ederek konuşmaya ve içindekileri
boşaltmaya başladı.





“Anla artık, ben onu seviyorum. Sadece onu öpünce kendimi mutlu hissediyorum
ve ona bakınca gülümsüyorum. Başkasını öpünce veya başkasına bakınca değil!
Lütfen kalk, çünkü bu manzaraya ikinci kez şahit olmak beni gerçekten
iğrendiriyor. Bu rezilliğe daha fazla katlanacağımı sanmıyorum.”





Woo Joon’un son sözlerine sadece öfke hâkimdi, birazda nefret. Hüzünden eser
kalmamıştı artık.





~~~~~





Akşam olmuştu ve Ah Jung etrafa bakınıp, yanından geçen herkese Soo Jin’i
soruyordu. Soo Jin ortada yoktu ve hava çoktan kararmıştı, üstüne üstün otobüs
kalkmak üzereydi.





Ah Jung yanından geçen uzun sarı saçlı kıza yaklaştı ve “Soo Jin’ gördün
mü?” diye sordu. Kız bir süre şaşkınlıkla baktı, ardından tedirgin bir halde
“Şey… Soo Jin denen kızı tanımıyorum ama bir kız gördüm, ormandaydı. Beyaz bir
şort giymişti ve ağlıyordu. Yanlış duymadıysam ‘Neden hala yaşıyorum.’ gibi bir
şey söylüyordu.”





Woo Joon’da Soo Jin’in etrafta olmadığını fark edenler arasındaydı o yüzden
o da bu sarışın kızı pür dikkat dinliyordu. Bir yandan da kafasında senaryolar
kurmaya başlıyordu. ‘Soo Jin ormana gider ve Tae Sun ile buluşur…’ Woo Joon
bunu düşününce Tae Sun’u aramaya başladı ama neyse ki Tae Sun hemen arkasında
duruyordu. Derin bir nefes aldı ve kızı dinlemeye devam etti.





“Sanırım bir de ‘Neden Woo Joon ile Ji Hye?’ dedi ve koşmaya başladı. Çok
ağlıyordu, ilk önce sevgilisinden falan ayrıldı zannettim o yüzden Bayan Han’a
haber vermedim.”





Duyduklarından sonra “Ne?” diye bağıran Woo Joon ne olduğunu hemen çakmıştı.
Ah Jung onun halini görünce onu kenara çekti ve “Bana bak, siz yani Ji Hye ve
sen… Ormanda ne yapıyordunuz? Siz ortalıktan kaybolduktan sonra Soo Jin’de
ormana girdi ve sonrasında da ortada yok. Korktuğum şey, sana karşı bir
şeyler…”





“Ben onu bulacağım. Siz otobüse binip gidin ve telefonumu bekleyin.





Woo Joon sözünü bitirnce ormana doğru koşmaya başlayınca, Ah Jung “Bende
geliyorum.” diye bağırdı ama Chae Min onu zorla otobüse bindirdi ve onu
sakinleştirmeye çalıştı.





“Ah Jung sakin ol! Woo Joon, ne pahasına olursa olsun onu bulacak, emin ol!
Hem telefonu yanında, bize her an ulaşabilir.”





~~~~~





“Soo Jin, neredesin? Lütfden çık ortaya, beni korkutma. Lütfen…”





Soo Jin sesleri duyunca, kıyısında oturduğu gölden bir avuç su aldı ve yüzünü
yıkadı, ağladığını belli etmek istemiyordu. Sesin Woo Joon’a ait olduğunu
anlayınca, kalbi pır pır atmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldı ve kısık ama
sert bir sesle Woo Joon’a seslendi.





“Buradayım.”





Woo Joon, Soo Jin’in sesini duyunca derin bir nefes aldı ve bir oh çekerek,
o yöne doğru yürümeye başladı. Kendisini göl kenarında, ayakta bekleyen Soo
Jin’i görünce, onun yanına yaklaştı ve bütün bedeninde göz gezdirdi. Sonra da
elini tutarak “Yaralanmadın, değil mi?” diye sordu, endişeyle.





“Bırak elimi.”





Soo Jin elini Woo Joon’dan kurtarmaya çalışsa da, Woo Joon hala onun elini
sıkıyordu.





“Sana bırak elimi, dedim.”





Woo Joon gözlerini kıstı ve ağlamaklı bir ses tonuyla “Ben seni seviyorum,
onu değil!” Soo Jin bunu duyunca gözlerini kocaman açtı ve “Ne…” Soo Jin sözünü
bitiremeden kendini Woo Joon’un kollarında buldu.





Uzun bir süre sonra, ikisi de gözlerini kapatıp anın keyfini çıkarmaya
çalıştılar. Ama Soo Jin içindeki sese kulak vermemeyi beceremiyordu ve de bir
iki saat önce gördüklerine.





Soo Jin yavaşça Woo Joon’un bedeninden uzaklaştırmaya çalışırken, Woo Joon
onu biraz daha sıktı ve gitmesine izin vermedi. Soo Jin gözlerini kapattı ve
tüm gücüyle birbirine yapıştırdı. Gözyaşlarının dışarı çıkmasına izin vermek ve
onlarla, Woo Joon’un belki de milyarlık bluzunu ıslatmak istemiyordu.





Woo Joon, Soo Jin’i yavaşça kendinden uzaklaştırdı ve ellerini onun
gözlerine götürerek, yavaşça bütün gözyaşlarını sildi. Sonra da elleri ile Soo
Jin’in yüzünü kapladı ve gözlerini kapatarak, alnını onun alnına yasladı.
Ağzından dökülen iki kelime ise şunlar olmuştu.





“Özür dilerim.”





Soo Jin, Woo Joon’a sevgiyle baktı kısa bir süre ve hızla Woo Joon’un
boynuna atıldı. Uzun bir süre boyunca ellerini Woo Joon’un boynundan çekmeyen
Soo Jin, onun kulağına yaklaştı ve “Bunu Ji Hye’ye yapamam. Belki de o seni,
benim seni sevdiğimden daha çok seviyor. Bunu ona yapamam, kendi mutluluğum
için onu mahvedemem. O benim kardeşim gibi, hatta kardeşten de öte. Bana ne
kadar kızarsa kızsın, ne kadar küserse küssün, o benim kardeşim.” diyerek Woo
Joon’dan yavaşça ayrıldı.





Woo Joon olayın şokuyla olduğu yerde kalmıştı, ama Soo Jin’inde kendisini
sevdiğini öğrenmek onun yüzünde bir tebessüm oluşturmuştu. Soo Jin hızla yürümeye
başlayınca, Woo Joon’da onun peşinden gitmeye başladı.





Soo Jin, arkasından yavaşça gelen Woo Joon’a döndü ve “Kızları ara ve haber
ver, merak etmesinler.” dedi kısık bir sesle. Woo Joon elini cebine attığı
anda, duraksadı ve içinden “Bir dakika, belki de bu fırsatı bir daha bulamam.”
diye geçirdi. Hemen Chae Min’e mesaj yazmaya başladı, o sırada Soo Jin önden
yürüdüğü için bir şey göremiyordu. Woo Joon ise yazmaya devam ediyordu.





“Chae Min, dostum sen benim en iyi ve en has arkadaşımsın. Lütfen bana
yardım et ve Ah Jung’ları Soo Jin’i aramaya gelmemeleri için ikna et. Soo
Jin’in telefonu yok ve kimsenin buraya gelmemesi gerek. Yalvarıyorum, Ah Jung’a
bir yalan uydur.”





Woo Joon mesajı yazdıktan sonra Soo Jin’e yaklaştı ve yüzünü asarak “Telefon
çekmiyor.” diye sitem etti ama içinde sitemden eser yoktu, sadece sevinç ve
birazda heyecan vardı.





Soo Jin bunu duyunca gözlerini kocaman açtı ve boynunu yana eğerek “Ne?
Neyse… Umarım kaybolmayız, en azından telefonunu kullanabileceğimiz bir yere
gidebiliriz.” dedi ve oflayarak yoluna devam etti. Woo Joon telefonu cebine
attı ve Soo Jin’in önüne geçerek “Ben buraları bilirim, sen arkaya geç.” dedi
ve gülümsedi.





Soo Jin, Woo Joon’a imalı bir bakış attıktan sonra “Nereden biliyorsun?
Tabii, çok kız atmışsındır, sen buraya.” diyerek yürümeye devam etti. Woo Joon
tekrar onun önüne geçti ve “Ya! Ben ormana kız atacak biri gibi mi gözüküyorum.
Atacak olsam eve atarım. Yani… Şey… Atmam tabii.”





“Gevelemeyi bırakıp, yolu tarif edecek misin? Yoksa ben ettirmesini
bilirim!”





Woo Joon, Soo Jin’in bu sert tavrından sonra, onun önüne geçti ve hiç
bilmediği bu yerin en derinine inmek için yürümeye başladı. Woo Joon bulduğu
tüm değişik yollara giriyordu, Soo jin ise ona şaşkın bir şekilde bakıyor ve
kaybolmamak için dua ediyordu.





Sonunda, gerçekten kaybolduklarını anlayan Woo Joon gülümsedi ve olduğu yere
çökerek “Galiba kaybolduk.” dedi neşeyle. Onun bu tavrı karşısında sadece “Ha?”
diyebilen Soo Jin, biraz duraksadı ve etrafına bakarak “Sen kafayı mı yedin?
Neden gülüyorsun? Normalde çığlıklar atarak kaçman gerekmez miydi?” diye sordu
Woo Joon’a.





Woo Joon, yanında dikilmekte olan Soo Jin’i kolundan tuttu ve çekerek,
yanına oturttu. Soo Jin ne olduğunu anlayamadan, Woo Joon onun yüzüne yaklaştı
ve “Eğer sen yanımda olmasaydın, öyle yapardım. Ama şimdi yanımdasın, yani
kaçmama gerek yok. Geceyi burada geçiririz, sabah olunca yolları ayırt etmek
daha kolay olur.” dedikten sonra, sırt çantasını yastık yapıp olduğu yere
uzandı. Soo Jin’i de yanına çekince, Soo Jin’in kafasındaki bütün yapboz
parçaları yerini bulmuştu. Hemen ayağa kalktı ve işaret parmağını Woo Joon’a
uzatarak “Ya! Ne gecesi, ne beraber geçirmesi? Uzaklaş hemen benden! Hemen
aklından çıkar, o sapık sapık düşünceleri!” diye bağırmaya başladı.





Woo Joon kahkaha attı ve Soo Jin’in ona uzattığı parmağını kendine doğru
çekerek, Soo Jin’in yüzüne yakınlaştı.





“Ya! Sana ormanda hiçbir şey yapmadım demedim mi?”





Soo Jin ağzını açarak Woo Joon’a baktı ve “Ha!” diyerek, ondan uzak bir yere
oturdu. Woo Joon, onun kendisinden kaçtığını görünce, önce ne diyeceğini
bilemedi ve şaşkınlıkla ona baktı, sonra da “Ya! Sen benden kaçıyor musun,
şimdi?” diye sordu, sinirli bir şekilde.





“Sen… Senden kaçmak mı?”


Soo Jin alt dudağını ısırdıktan sonra, yüzüne düşen saçlarını üfledi ve
"Ne halin varsa gör. Umurumda değilsin!" diyerek, olduğu yerdeki
ağaca yaslandı. Tam gözlerini yumup uyuyacaktı ki, Woo Joon'un bağırtısıyla
ayağa sıçradı.





“Ah... Fare!”





Soo Jin, Woo Joon'u ne diye bağırdığını anlayınca, sinirden titreyen
ellerini başına dayadı ve nefes alış verişini düzene koydu. Tam sakinleşmek
üzereydi ki, bir anda tüm gücüyle bağırmaya başladı.








“Ya! Sen böyle bağırırken ben nasıl uyuyabilirim? Ha?”





Soo Jin tekrar eski yerine oturdu ve Woo Joon'un mahcup tavrına bakarak
“Tamam, şimdi gece ve her tarafta değişik canlılar var. Ama benim için en
tehlikelisi sensi, anladın mı? Şimdi sus ve uyu!”





Woo Joon yavaşça Soo Jin’in yanına yaklaşıyordu ve bu durumu fark eden Soo
Jin’de, olduğu yerden uzaklaşma derdindeydi. Woo Joon ona yaklaştıkça, o
kaçıyordu. Sonunda Soo Jin pes etti ve Woo Joon’a dönerek “Yaklaşma, yoksa fena
olur.” diye bağırdı. Woo Joon ufak bir kahkaha attıktan sonra tekrar mahcup bir
tavırla “Sadece biraz korkmuştum, beraber yatamaz mıyız?”





“Ne? Ne… Ne dedin? Ne dedin sen? Ah… Topu kafana biraz sert attım galiba,
içindeki her şey hasar görmüş olmalı. Tabii içinde bir şey varsa…”





Woo Joon kafasını Soo Jin’in omzuna yasladı ve sessiz olması için “Hişt…”
dedikten sonra gözlerini kapattı. Soo Jin gözlerini etrafta ağır ağır gezdirdi,
sonra da omzuna yaslanan Woo Joon’a dönerek “Rahat mısın bari?” diye sordu,
yanaklarını şişirirken. Woo Joon, Soo Jin’in omzuna biraz daha asıldı ve “Evet,
çok rahatım. Sende benim kafama yaslanabilirsin. Hatta istersen ben şuraya
uzanayım, sen de benim koluma yat.” Soo Jin bunu duyunca Woo Joon’un kafasına
hızla vurdu ve “Kapa çeneni ve sessiz ol! Uyumaya çalışıyorum.” diye bağırdı.





“Ya! Sana kafama yaslan, demedim mi?”





“İstemiyorum.”





“O zaman sen benim omzuma yaslan, ben senin kafana yaslanırım.”





“Sen benim sinirimi bozmaya çalışacağına, uyu!”





“Uyumak istemiyorum, sadece sana sarılmak istiyorum.”





“Sapıksın!” Soo Jin sonunda Woo Joon’un kafasına yaslandı ve gözlerini
yumarken “İyi geceler, beni görme sakın.”





Woo Joon gülümsedi ve “Merak etme, kâbus görmeye meraklı değilim.”





“Ya!”





~ Soo Jin’lerin Evi ~





Ah Jung ile Chae Min koltukta otururken, Sung Mo ile Eun Joo’da masanın başında
çaresizce bekliyorlardı. Tae Sun ise duvara yaslanmış bir şekilde telefonunun
ekranına bakıyor, Woo Joon’dan bir arama gelmesini bekliyordu.





Chae Min gözünün ucuyla Ah Jung’a bakarken, bir anda cebinde titreşim
hissetti. Elini cebine attı ve hemen telefonu çıkarttı. Bir yandan ekrana
bakarken, bir yandan herkesin ona çevirdiği gözlere bakıyordu. Herkesin gözleri
ondaydı, belki mesaj Woo Joon’dan gelmiştir diye…





Chae Min mesajı açtığında yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Mesajın
tamamını okuyunca ise ciddi bir tavırla telefonu cebine koymuştu.





Ah Jung yanında oturan Chae Min’e gülümsedi ve ona meraklı gözlerle bakmaya
başladı. Chae Min neşeli bir şekilde ona döndü ve “Mesaj Woo Joon’dandı.
İyilermiş, sabaha kadar bir pansiyonda kalacaklarmış, sabah hemen
geleceklermiş.”





Ah Jung ve Eun Joo aynı anda çığlık attılar ve koşarak birbirlerine
sarıldılar. Onları böyle gören Chae Min ufak bir kahkaha attı ve “Soo Jin’in ne
çok seveni varmış. Gerçi ne kadar uğraşsa da düşmanlarından fazla olmaz, orası
kesin.”





Chae Min’in dediğini duyan Ah Jung, hemen onun yanına geldi ve kafasına bir
tane indirerek “Ya! Sen kendine bak! Arkanda bıraktığın kızları toplasak kaç
tane ordu çıkar kim bilir!” diye bağırdı. Chae Min “Ha!” dedi kısık bir sesle
ve gülmeye başladı.





“İnsanları döverek düşman yapmaktansa, bir gece eğlendirip sonra düşmen
yapmak daha iyi!”





“Şuna bakın şuna… Nasıl da biliyor kendini!” Ah Jung koltuğa oturdu ve
yastığı eline alarak sıkmaya başladı. Yastığı Chae Min’in kafası olarak hayal
ediyordu. Chae Min’in bunu fark etmesi fazla zaman almamıştı, “Ya! Benim yerime
bu yastıktan daha fazlasını bulamaz mısın?”





“Niye? Bence bu yastık senin kafana çok benziyor. İkinizin içi de boş!”





Tae Sun, yaslandığı duvardan ayrılırken “Ben eve gidiyorum, siz biraz daha
kalın isterseniz.” dedi ve kapıya yöneldi. Gözleri hafiften nemlenmişti ve yüzü
de beş dakika öncesine göre çok solgundu.





“Bende geliyorum Tae sun, bu kız beni akşam yemeği niyetine yemeden gitsem
iyi olacak.”





“Defol!” Ah Jung, Chae Min’in lafına o kadar sinirlenmişti ki, o kapıdan
çıkarken elindeki yastığı arkasından fırlatırken “Al bunu da, senin olsun! Seni
hatırlatan hiçbir şey görmek istemiyorum evimde.” diye bağırdı, çıkarabildiği
en korkunç sesle.





~~~~~





Soo Jin öne Woo Joon’un omzundaki kafasını kaldırdı ve gözlerini kısarak
güneş ışıklarını engellemek istedi. Woo Joon’da tam o sırada uyandı ve Soo
Jin’e dönerek “Ah… Sabah olmuş, şimdi ve gidebiliriz, ha?” dedi ve gülümsedi.





Uzun süre yürüdükten sonra, sonunda arabaların yanına gelmişlerdi. Etrafta
bir sürü araba ve taksi vardı. Soo Jin gördükleri karşısında Woo Joon’a bakarak
gülümsedi ve “Sonunda kurtulduk.” dedi, zafer kazanmış bir er gibi.





“Ne? Benden kurtulduğuna bu kadar sevineceğin aklıma gelmezdi.”





Soo Jin yavaşça Woo Joon’a yaklaştı, bu durum Woo Joon’un ürkmesine neden
olmuştu. Woo Joon, Soo Jin’in kendisine vuracağını düşünüyordu ama tam tersi
olmuştu. Soo Jin, Woo Joon’a yaklaşıp yanağına bir buse kondurmuştu. Woo Joon
ağzı açık bir şekilde, olayın şokunu yaşarken, Soo Jin konuşmaya başlamıştı.
Gözleri biraz nemlenmişti ama halen daha gülümsüyordu. Sanki zorla
gülümsüyordu.





“Woo Joon, dün gece olanlar ve şimdi burada olanlar… Lütfen hepsini unut,
tabii beni de unut.” Soo Jin’in gözleri iyice dolmuştu, hatta sağ gözünden bir
damla yaş süzülmüştü bile. Ama yine de konuşmasını bitirmek için kendini
zorluyordu. “Birazdan bir taksiye bineceğim ve gideceğim. O taksiden indiğim
an, dün olanların hepsini ve sana olan hislerimi unutacağım. Sende yap bunu, istersen
bir rüya kabul et, sana kalmış. Ama benden seninle olmamı isteme, çünkü ben
bunu Ji Hye’ye yapamam, anladın mı? Lütfen unut beni.”





Soo Jin söyleyeceklerini bitirdikten sonra gözüne kestirdiği ilk taksiye
atladı ve Woo Joon’u arkasında bırakarak, gözyaşları içerisinde evinin yolunu
tuttu.





18. Bölüm Sonu





----





Bu bölüm uzun oldu, değil mi? Umarım beğenirsiniz ve lütfen yorumlarınız
esirgemeyin. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:42 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi





19. Bölüm





Soo Jin taksiye binip gittiğinde, Woo Joon hala onun söylediklerinin
etkisindeydi. Dalgın dalgın etrafına bakıyordu, yanından arabalar hızla
geçiyordu ama o yerinden kımıldamıyordu.





Kalbi parçalanırken, Woo Joon sadece bir yere bakıyordu. Soo Jin’in ardına…
Soo Jin’in söyledikleri aslında onun için ilk değildi ama o kadar güzel şey
yaşayıp sonra da böyle olması, onu fazlasıyla üzüyordu. Sonunda bir adım
atmalıydı ve buradan gitmeliydi. Soo Jin onun ilk aşkıydı ve ilk aşkı onu
unutması gerektiğini söylemişti. Woo Joon’a en çok koyan ise, Soo Jin’in de onu
seviyor olmasıydı. Soo Jin arkadaşı için bir fedakârlık yapmıştı, peki Woo
Joon? O aşkı için bir fedakârlık yapabilecek miydi?








Soo Jin taksiden yavaşça indi ve cüzdanındaki son parayı taksinin camından
içeriye doğru uzattı. Derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını silerek apartmandan
içeri girdi. Merdivenleri güçlükle çıkıyordu. Sebebi bedeninin yorgun olması
değil, kalbinin yorgun olmasıydı. Beyaz çantasının fermuarını açıp içinden evin
anahtarını çıkardı, tam kapıyı açacaktı ki, komşu kapının açılması ile olduğu
yerde kaldı. Kimsenin, kızarmış gözlerine bakmasını istemiyordu ama arkasından
“Selam. İyisin, değil mi?” diye bir soru gelince arkasını dönmesi zorunlu
olmuştu.





“İyiyim, sağ ol.”





Soo Jin zorlukla konuşuyordu, sanki her an olduğu yere çökecek bir hali
vardı. Tae Sun’da onun bu halini anladığı için onu fazla tutmayacaktı.





“Pansiyon nasıldı?”





Soo Jin, Tae Sun’un ne dediğini anlamakta güçlük çekiyordu.





“Ne pansiyonu?”





Tae Sun gülümsedi ve ellerini ceplerinden çıkartarak “Boş ver, sana iyi
dinlenmeler. Okula geliyorsun, değil mi?”





“Evet, geleceğim.”





~~~~





Soo Jin eve girdi ve kızların sevgi gösterilerine seyirci kaldıktan sonra,
rahatlamak için duşa girdi. Duştan çıkınca hemen okul kıyafetlerini üzerine
geçirdi ve kızlarla birlikte evden çıktı.





Soo Jin’ler evden çıkarken Woo Joon taksiden daha yeni inmişti. Soo Jin onun
yüzüne bile bakmadan yanından öylece geçince, Ah Jung ile Eun Joo biraz
şüphelenmişti.





Soo Jin’ler okula geldiklerinde her zaman ki gibi, sınıfa çıkmadan önce
bahçede gezinmeye başladılar. Eun Joo ve Ah Jung boş boş etrafa bakarken, Soo
Jin gözlerini giriş kapısından alamıyordu.





Sonunda giriş kapısında dört genç belirdi, donuk bir şekilde önüne bakan Woo
Joon ile Ah Jung’u görünce yutkunan Chae Min önde ve eli ceplerinde olan Tae
Sun ile etrafa boş boş sırıtan Sung Mo ise arkadaydı.





Soo Jin, Woo Joon’un geldiğini görünce hemen kafasını öne çevirdi ve onun
yanından geçmesini bekledi. Beklediği olmuştu, Woo Joon’da Soo Jin’in yüzüne
bakmadan yanından öylece geçmişti.





~~~~~





Soo Jin’ler Woo Joon’lardan önce sınıfa çıkmışlardı ve Soo Jin’de bunu
fırsat bilip, çantasıyla birlikte Ah Jung’un yanına geçmişti. Eun Joo ise tek
oturuyordu, çünkü Ji Hye yoktu.





Woo Joon, Chae Min’in yaptığı espriye gülüyordu ki, sınıfa girdiğinde
suratındaki tebessüm yerle bir olmuştu. Soo Jin, Ah Jung’un yanında oturuyordu
ve bu Woo Joon’un en sinir olduğu şeydi.





Soo Jin donuk bir şekilde önündeki kitaplara bakıyordu ama aklı sınıfın
kapısında donakalmış olan Woo Joon’daydı.





Woo Joon ağır adımlarla, Soo Jin’in oturduğu sıraya geldi ve onu kolundan
sıkıca kavradı.





“Yerine otur!”





Soo Jin gözlerini kocaman açmış, sinirli bir şekilde Woo Joon’a bakıyordu
ama Woo Joon’un gözlerine pes etmeye yeltenecek bir ifade yoktu. Soo Jin
kararlıydı ve o sıradan kalkmayacaktı. Woo Joon onun kolunu sertçe tutuyor ve
hala daha kalkması için ona kızgın bir ifadeyle bakıyordu.





Soo Jin ile Woo Joon’un gözleri birbirlerine öfkeyle bakarken, sınıfa giren
öğretmen “Herkes yerine otursun, Woo Joon ve Soo Jin, sizde!” diye bağırınca
Soo Jin yerinden kalkıp eski yerine oturmak zorunda kalmıştı.


Ders boyunca Soo Jin gözlerini tahtadan ayırmamıştı, kafasını Woo Joon’dan
yana bile çevirmemişti. Woo Joon ise ders boyunca gözlerini Soo Jin’den
alamamıştı. Tabii, olanlardan sonra bütün sınıfın gözleri onların üstündeydi.
Bütün sınıf Soo Jin ile Woo Joon’a dikkat kesilmişti, tek bir kişi bile
öğretmene bakmıyordu. Öğretmen ise ilk defa dersinde, öğrencileri uyumadığı
için seviniyordu.





Ders bittiğinde Soo Jin sırasında geriye doğru yaslandı ve elini masasına
uzatarak beklemeye başladı. Sınıfın boşalmasını bekliyor gibiydi. Woo Joon’da
aynı şekilde bekliyordu, ta ki Tae Sun yanına gelene kadar. Tae Sun, Woo
Joon’un koluna dokundu ve “Dışarı çıkıyoruz, biri seni sormuş görevliye.”
diyerek kapıdan çıkan ilk kişi oldu.





Tae Sun’un dediklerinden sonra Woo Joon yavaşça yerinden doğruldu ve Soo
Jin’in kulağına yaklaşarak “Hala unutmadım!” dedi kısık bir sesle. Kimse ne
dediğini duymamıştı ama bütün sınıf onlara bakıyordu. Soo Jin hiçbir şey
demeden dişlerini sıktı ve onun çıkmasını bekledi. O çıkınca yan sırasında
oturan Ah Jung’a döndü ve “Dışarı çıkalım.” dedi emir verir gibi. Ah Jung’ta
kafasıyla onayladı, gülümseyerek.





~~~~~





Giriş kapısının orada elinde çantasıyla, hanım hanımcık bir kız duruyordu.
Genç kız, giydiği yüksek bel, kot şortun kemerine dayadığı elini, okuldan çıkan
yakışıklı çocuğu görünce havaya kaldırdı ve “Buradayım.” diye bağırdı.





Woo Joon karşısında yine Yeon Hee’yi görünce, elini saçlarına getirdi ve
saçlarını karıştırarak yanaklarını şişirdi, bir yandan da Yeon Hee’nin yanına
gidiyordu.





Yeon Hee, Woo Joon yaptığı hareketi görünce “Oppa! Yanaklarını şişirince
gerçekten çok tatlı oluyorsun.” diye bağırmaya başladı.





Woo Joon, genç kızın yanına gelince, önce eliyle onun ağzını kapatmaya
çalıştı ama işe yaramadığını görünce, “Sen bana oppa demek için çok yaşlı değil
misin?” dedi dalga geçer gibi. Yeon Hee’nin yüzünü asmayı başarmıştı da. Genç
kız önce yüzünü astı, sonra da parmaklarını birbirlerine sürterek utandığını
belli etmek istedi ama genç adam bu oyunlara kanmazdı.





Woo Joon kapıdaki görevliye seslenerek “Bu kızı tanımıyorum, lütfen dışarı…”
Genç adamın sözünü kesen, Yeon Hee’nin verdiği tepkiydi.





Yeon Hee ellerini Woo Joon’un koluna doladı ve “Oppa, bana okulunu gezdirir
misin?” dedi ve dişlerini sıkarak, kimsenin duyamayacağı bir sesle devam etti.





“Eğer gezdirmezsen, yarın bütün eski sevgililerini okula getiririm.”





Woo Joon bu tahdit karşısında, önce göz kapaklarını ve ağzını kontrol
etmekte güçlendi, ikisi de kendiliğinden açılıp kapanıyordu. Sonunda gülümsedi
ve Yeon Hee’yi kolundan çekerek önüne doğru itikledi.





“Yürü baş belası! Sesini çıkartmadan ve kimseyle konuşmadan, sadece yürü.”





Genç kız zafer kahkahası attıktan sonra yürümeye başladı. Woo Joon arkada,
genç kız da önde giderken, yanda ki bankta oturan bir kızın ayağına takılıp
kendini yerde bulması bir olmuştu.





Yeon Hee’nin takıldığı ayağın sahibi Soo Jin’di ve bu davranışından sonra yanında
oturan Eun Joo ve Ah Jung’ta kahkahalara boğulmuştu.





Yeon Hee kendini zorlayarak yerden kalktığında baktığı ilk şey arkasında
duran Woo Joon olmuştu. Genç adam sinirli bir şekilde etrafına bakıyordu. Genç
kız bu sefer de takıldığı ayakların sahibine çevirdi, boya küpüne dönmüş olan
yüzünü. Yeon Hee, karşısında duran kıza üst dudağını kaldırarak baktı, resmen
Soo Jin’e diş gösteriyordu. Ama Soo Jin onun gibileri çok görmüştü, asla pes
edemez ve altta kalamazdı.





“Önüne bakarak yürüseydin, ayağıma takılmazdın.” dedi sakin bir şekilde Soo
Jin, yayıldığı banktan. Woo Joon ise Yeon Hee’nin arkasında elleri ceplerinde
bekliyordu, gözleri de oldukça uzaklara bakıyordu. Gökyüzüne…





Soo Jin oturduğu yerden kalktı ve Yeon Hee’ye yaklaşarak “Özür dilemeni bekliyorum.”
dedi gülümseyerek, aynı zamanda da kaşlarını da kaldırmıştı.





Yeon Hee biraz ürkmüştü ama bunu belli etmek istemediği için başını yukarı
doğru kaldırdı ve “Niye ben özür dileyecekmişim?” dedi kendinden emin bir
tavırla, sonra da “Değil mi, oppa?” diye ekledi Woo Joon’a bakarak.





Soo Jin ellerini beline koydu ve Yeon Hee’ye biraz daha yaklaşarak “Bu
okulda kimin sözünün geçtiğini bilmediğin belli, o yüzden özür dile ve
sevgilinle birlikte uzaklaş buradan.” diye bağırdı. Yeon Hee gözlerini ve bedenini
aynı anda kaçırmıştı Soo Jin’den. Oldukça korkmuş olmalıydı. Kafsını o sırada
yanlarına yaklaşan Tae Sun, Sung Mo ve Chae Min’e çevirdi.





Woo Joon ise korkudan çok şaşkınlık içerisindeydi. Soo Jin’in söylediklerini
bir süzgeçten geçirdikte sonra “Sevigili mi? Biz mi? Ah… Saçmalık!” dedi
gülerek.





Soo Jin gözlerini Woo Joon’a dikti ve “O zaman neden sana bu kadar yakın ve
neden okula geldi?”





“Be… Benim sevgilim değil?”





“O zaman kimin sevgilisi?”





Woo Joon’un gözleri bir anda yanına gelen arkadaşına dönmüştü.





“Chae… Chae Min’in sevgilisi!”





19. Bölüm Sonu





~~~~~~





Bir saat içinde bu kadar yazabildim. Temizlikti, misafirdi derken ancak bu
kadar oldu. Bu arada 20. bölüm Chae Min-Ah Jung ağırlıklı olacak. Yorumlarınız
bekliyorum. Smile
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:42 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi





20. Bölüm








“Chae… Chae Min’in sevgilisi!”





Woo Joon’un ağzından çıkan bu saçmalık sonucunda, Soo Jin ve Eun Joo
gözlerini önce Chae Min’e sonra da Ah Jung’a çevirdi. Ah Jung ise boynunu yana
doğru hafifçe eğdi ve şaşkın bakışlarla Yeon Hee’yi süzdü. Yeon Hee’yi süzmeyi
bırakan genç kız, gülümsedi ve üzerindeki gözlerin sahiplerinden biri olan Chae
Min’e dönerek “Seçimlerin gerçekten harika, kutlarım.” Dedi ve yüzünü asarak
sınıfın yolunu tuttu.





Chae Min olayın şokunu henüz atlatmıştı ki, gözlerini yanından hızla geçip
giden Ah Jung’a çevirdi. Ah Jun’un gitmesiyle kendini topladı ve Woo Joon’un
yanına giderek, onun kulağına “Ne saçmalıyorsun sen? Ne sevgilisi? Ben ve bu
kız ha?” diye fısıldadı.





Woo Joon boğazını temizledi ve Chae Min’in kulağına yaklaşarak “Dostum, Soo
Jin’in yanında pot kıramazdım. Yeon Hee beni tehdit ediyordu.” diye cevap
verdi, fısıltı halinde.





Chae Min çaresiz bir şekilde gülümsedi ve “Yeon Hee, sen artık git!” dedi,
kendini kibar olmaya zorlayarak. Yeon Hee’nin kafası, az önce yaşanan olaylar
gibi karmakarışıktı. O da en iyisinin gitmek olacağını düşünüyordu, o yüzden
çıkış kapısına yöneldi. Giderken Woo Joon’a gülümsemeyi de unutmadı tabii. Woo
Joon’da eliyle yüzünü kapatarak, ofladı bu durum karşısında.





~~~~~





Ah Jung kendini zorla kızlar tuvaletine atmıştı. İçeri girip Yeon Hee
hakkında ileri geri atıp tutuyordu, tabii içinden. Kapalı klozetin üzerine
oturmuş elini de alnına götürmüştü. İçinden “Ya! O kız da kim? Ah… Woo Joon’un
tecavüz ettiği kız değil mi? Yani tecavüz etmeye yeltendiği… Kesin bir oyun var
burada, ama anlayamadım. Sevgilisiymiş, ha! Sen onu benim külahıma anlat, o
salağın bir günden fazla takıldığı kız var mıdır? Acaba var mıdır?” diye
geçirdi.





Ah Jung tam dışarı çıkıyordu ki, kapının dışarısındaki üç kızın konuşması
onun dikkatini çekmişti.





“Eun Ah, o kızlar güya o çocukları okuldan kovacaklardı. Resmen çocuklara
yaklaşıp onlarla birlikte olmaya çalışıyorlar, ne de olsa çocuklar zengin.
Duymadın mı, Ji Hye ile Soo Jin o çocuklardan biri için kavga etmiş. Rezillik.”





“Gerçekten rezillik, bir de biz çok iyi arkadaşız rolü yapıyorlar. Mesele
erkek olunca hepsi birbirlerine dalıyorlar. B planına ne demeli, aklı sıra Soo
Jin hanım onları dövdürüyor? Hepsi yalan!”





“Eun Ah ben duydum ki; Ah Jung ile Chae Min’de çıkıyormuş. O yüzden hep
birbirlerine kötü davranıyor rolü yapıyorlar. Kimi kandırıyor bu kızlar?”





Ah Jung duydukları karşısında ilk önce kapıyı tekmeleyerek aynanın
karşısında süslenmekte olan üç kızın yanına geldi. Kızlar korku içerisinde, Ah
Jung’a bakıyordu, Ah Jung ise öfkeyle dans ediyordu.





Ah Jung ilk önce “Ne dediniz az önce? Yüzüme söylesenize, hadi bekliyorum!”
dedi sakin olmaya çalışarak. Kızlardan ses gelmeyince, Ah Jung karşısındaki üç
kızdan gözlüklü olanını yakasından tuttu ve yanına doğru çekti. Kulağını ona
çevirerek “Dinliyorum! ‘Ah… Biz unuttuk’ diyorsanız ben hatırlatayım.” dedikten
sonra kızı bıraktı ve üçünün önüne geçerek devam etti.





“ ‘Soo Jin ve diğerlerine çok şey borçluyuz, onlar bizi pis serserilerden
korudu ve okulu adam haline getirdiler, ama biz o kadar adiyiz ki bunları
unuttuk ve onlar hakkında saçma sapan şeyler konuştuk. Ha, bir de boyumuzdan
büyük yalanlar uydurduk. Onların bizim için yaptıklarına şükretmek yerine,
onların arkalarından konuşmak bize daha çok keyif veriyor.’ Tam olarak
böyleydi, değil mi? Bir şey atlamış olamam, değil mi? Cevap versenize!”





Ah Jung sinirden titreyen ellerini kızlardan birinin çenesine getirdi ve
genç kızın çenesini yukarı kaldırarak “Burada dediklerinizi unutmam mümkün
değil! O yüzden hesabını vereceksiniz!” diye bağırdı. Yüzü kıpkırmızıydı ve
neredeyse bütün damarları gözüküyordu. Kızın çenesini bıraktı ve diğerinin
yanına yaklaşarak, kızı saçından tuttuğu gibi yerle kavuşturdu. Kız yere
yapışınca, korkusundan hemen doğruldu ve “Yalvarırım bir şey yapma, yüzüm yara
bere içinde okula gelemem. Acı bize lütfen.” diye yalvarmaya başladı. Ah Jung
kısa bir kahkaha attı ve kaşlarını yukarı kaldırarak “O zaman makyaj parasını
ödemene gerek kalmayacak, değil mi?”





Kız korku dolu gözlerle Ah Jung’a bakarken bir anda yüzüne şaşkınlık hakim
oldu.





“Ne… Neden?”





“Çünkü makyajınızı ben yapacağım!”





~~~~~





Chae Min tek başına koridorda yürüyordu ve bir yandan da içinden Woo Joon’a
saydırıyordu. “Seni manyak herif, senin yüzünden laf yedim o kızdan! Neymiş
‘Birisiyle bir günden fazla sevgili kalamazmışım.’ Sen onu benim külahıma
anlat, geçen ay bir tane kızla tanıştım, iki gün sevgili kaldık. Bak, demek ki
oluyormuş.”





Chae Min nereye baktığı belli olmadan bunları düşünürken, birden karnında
garip bir acı hissetti. İki tane çocuk ona sertçe çarpmıştı.





“Yavaş olsanıza be!”





Çocuklar aynı anda eğilip “Özür dileriz.” dediler ve birbirlerine bakarak
devam ettiler, “Koş, Hyun Min! Ah Jung kızlar tuvaletindeki kızları
dövüyormuş.”





Chae Min olanları duyunca önce donakaldı, sonra da çocukları takip ederk
kızlar tuvaletinin kapısının önüne kadar geldi. Herkes kapıdan Ah Jung’un
kızları nasıl dövdüğünü izliyordu ama kimse içeri girmeye cesaret edemiyordu.





Ah Jung, yerde perişan halde duran, yüzü gözü kan içerisindeki kızlardan
birinin saçından tutarak havaya kaldırdı ve boynuna yapışarak bağırmaya
başladı. Kız o anda korkusunu yendi ve tırnaklarını Ah Jung’un yüzüne geçirdi.
Ah Jung neye uğradığını şaşırmış bir şekilde donakalmıştı.





Chae Min kendini zorlayarak, hayatında ilk kez kızlar tuvaletine girdi. Ah
Jung’u belinden kavradı ve onun çırpınışlarına rağmen onu oradan uzaklaştırmaya
çalıştı. O sırada Ah Jung kendisini belinden kavrayan Chae Min’e “Ya! Ya! Bırak
beni, öldüreceğim onları! Siz benim yüzüme dokunmaya nasıl cesaret edersiniz.”
Diye bağırıyordu.





Chae Min, Ah Jung’u böyle durduramayacağını anlayınca onu bıraktı ve tam Ah
Jung kaçacakken, onu tekrar belinden tuttu ve omzuna alarak kütüphaneye doğru
yürümeye başladı.





Ah Jung, Chae Min’in omzundan sarkmaktan oldukça rahatsızdı ve hala daha
siniri geçmemişti.





“İndir beni yere! Çabuk ol, yoksa çok fena olur!”





Chae Min gayet sakin ve umursamaz bir tavırla “Az kaldı, biraz sabret.
Geldik sayılır.”





“Ne… Nereye götürüyorsun beni? İndir çabuk! Bak, en nefret ettiğim şey,
birinin beni sırtına alması ve sen şuanda bunu yapıyorsun!”





“Bak sen! Daha önce biri seni sırtına almaya cesaret etti demek ki. Bende
ilkim sanıyordum, üzüldüm.”





Chae Min kütüphanenin kapısını açtı ve hafifçe eğilerek kapıdan geçti. Ah
Jung’u yavaşça yere indirirken, bir yandan da kendini savunma amaçlı elleriyle
yüzünü kapatıyordu.





Ah Jung, Chae Min’e hiçbir şey demeden elini kanayan yanağına götürdü ve “O
kaltağı mahvedeceğim.” diye bağırdı, bunu duyan Chae Min ise “Ağzına hiç
yakışmıyor demeyi düşünmüyorum, çünkü bu laflar sana tam uyuyor.” dedi sakin
bir tavırla.





“Ya! Benimle zorun ne senin? Hem, ben seni dinlemeye niyetli değilim.” Ah
Jung konuşmaya devam edecekti ki, Chae Min’in cebinden çıkardığı mendili onun
yüzüne dayaması bir oldu.





Chae Min mendille, genç kızın yüzündeki kanı temizlerken bir yandan da
gözlerini, onun eşsiz yüzünde gezdiriyordu. Genç kız gözlerini kapatmış, sadece
hissettiği acıya karşılık bağırıyordu.





“Ah... Acıdı, yavaş olsana!”





Chae Min gülümsedi ve “Sen acıyı da biliyorsun demek, ha?” diye dalga geçti
genç kızla. Ah Jung gözlerini açtı ve “Ne dersen de, dediklerin beni zerre
kadar ilgilendirmiyor!” diye söylendi, umursamaz bir tavırla, sonra da ayağa
kalkıp kapıya yöneldi. Chae Min genç kızın arkasından baktı ve ciddi bir
tavırla “O zaman, eteğinin fermuarının açılmış olduğunu söylersem bana
inanmayacaksın, öyle mi?”





Ah Jung gülümsedi ve “Tabii ki…” Bir an duraksadı, “Eteğim mi?” dedi şaşkın
bir halde, sonra da eteğine bakmaya çalıştı. O sırada Chae Min kahkahalar
atmaya başladı, Ah Jung’ta bunun bir şaka olduğunu henüz anlamıştı. Hızla Chae
Min’in yanına yaklaştı ve yakasına yapışarak, onun gözlerine bakmaya başladı.
Chae Min’in gözlerinin içine o kadar dalmıştı ki, kendini onun gözlerinden
kurtarmak için “Çok mu komik? Bak bakalım bu da komik mi?” dedi sinirli bir
şekilde ve Chae Min’i ayağa kaldırarak, kolunu geriye kıvırdı. Chae Min önce
“Ah…” diye bağırdı, sonra da kendini kurtarma amaçlı geriye doğru çekildi, bu
durum Ah Jung’un boşluğuna geldiği için, genç kız bir anda kendini yerde buldu.
Chae Min’de onun üzerindeydi ve yerde çırpınan genç kızı etkisiz hale getirmek
için kollarını tutuyordu.





“Ya! Kalk üstümden, bunu ödeyeceksin!”





~~~~~





Sung Mo, Eun Joo’nun elini avucuna aldıktan sonra, kütüphanenin kapısını
diğer eliyle açtı ve gördükleri karşısında yüzünde oluşan ifade, Eun Joo’yu
oraya bakmaya zorlamıştı.





Ah Jung yerde ve Chae Min’de onun üzerine çıkmış kollarını tutuyor. Sung Mo
hızla kapıyı kapattı ve Eun Joo’ya baktı, tekrar kapıyı açtığındaysa yerde
yatan ikiliyle göz göze gelmişti.





Ah Jung hala Chae Min’i üzerinden atmaya çalışıyordu, Chae Min ise Sung
Mo’nun suratına bakarak donakalmıştı. Ah Jung tüm gücüyle Chae Min’i üzerinden
itti, sonra da üzerini silkeleyerek Sung Mo ile Eun Joo’nun ellerine baktı.
Genç kız, Eun Joo’nun şaşkın gözlerine bakarak “Ya! Bunu açıklar mısın, küçük
hanım! Neden onun elini tutuyorsun?” diye haykırdı.





Eun Joo tam elini Sung Mo’dan ayıracaktı ki Sung Mo eonun elini biraz daha
sıktı ve Ah Jung’ bakarak “Siz açıklayabilecek misiniz peki, neden o halde
olduğunuzu?” dedi ciddi bir şekilde. Belki de ilk defa bu kadar ciddiydi.





Ah Jung konuşmaya çalıştı ama hiçbir şey diyemedi, çünkü savunacak bir şey
yoktu. Chae Min’de elleri ceplerinde, sadece Eun Joo’lara bakarak sırıtıyordu.
Belli ki hoşuna gitmişti, Ah Jung’u zor duruma sokmak.





Herkes birbirine soru işaretleriyle bakarken, her şeyi açıklığa kavuşturan
sözler Eun Joo’nun ağzından çıkmıştı.





“Yoksa sizde mi, bizim gibi gizli gizli çıkıyorsunuz?”





“Ya! Eun Joo, bunu bizden nasıl saklarsın? Biz çıkmıyoruz, bu bir! İkincisi
de bunu hesabını evde soracağım.”





~~~~~





Eun Joo’dan olanların hesabını soran Ah Jung duyduklarında sonra koltuğa
yayıldı ve “Ya, demek öyle. B planından önce başladınız, çıkmaya.” dedi ve
biraz daha yaslandı koltuğa.





Eun Joo sessizce Ah Jung’a yaklaştı ve “Hey! Sessiz ol, Soo Jin duyacak
yoksa!” diye fısıldadı. Ah Jung ise “Tamam, tamam anladık. Soo Jin’e de en kısa
zamanda söyle ama.”





Yaklaşık on dakika sonra elindeki telefonu cebine koyarak odasından çıkan
Eun Joo, Ah Jung’a yaklaşıp “Hadi biraz eğlenelim.”





Ah Jung oflayarak reddetse de Eun Joo onu odaya soktu ve baştan sona kadar
giydirdi. Şık bir mini etek ve üzerine de pembe ve beyaz çizgili bir badi vardı
Ah Jung’un, son olarak ta Eun Joo onun saçını topuz yapmıştı ve biraz da
makyaj…





Ah Jung işini bitiren Eun Joo’ya dönüp “Bittiyse çıkarabilir miyim?” diye
sordu, Eun Joo ağzı açık bir şekilde ona baktı ve “Daha yen bitirdim, hemen
çıkartamazsın!”





Eun Jo mutfağa doğru koşunca, burnuna nefis kokular gelemeye başlayan Ah
Jung yerinden kalktı ve “Nefis kokuyor, kurabiye mi yaptın sen? Hadi yiyelim.”





“Hayır, bekle. “ dedi Eun Joo elindeki kurabiye dolu tabağı Ah Jung’tan
çekerken. “Bunlar başkasının, ama sakın Soo Jin’e çaktırma. Hala balkonda,
değil mi?”





“Evet, balkonda ama bu kurabiyeler kimin?” diye sordu Ah Jung boynunu yana
eğerek, masum bir şekilde.





Eun Joo dış kapıyı yavaşça açtı ve elinde kurabiyelerle birlikte, dışarı bir
adım attı. Atmasıyla bağırması bir olmuştu, “Ah… Fare! Ah Jung hemen gel
buraya.”





Ah Jung koşar adımlarla dışarı çıktı ve o anda Eun Joo’nun, eline kurabiye
tabağını tutuşturmasıyla, evin kapısını yüzüne kapatması bir olmuştu.





Ah Jung elinde kurabiye tabağı ve üzerindeki minisiyle kapıda beklerken, Eun
Joo’da içeride telefonuyla Sung Mo’yu çaldırıyordu.





~~~~~





Sung Mo elinde telefon koltukta oturmuş uzanıyordu, telefonunun çalmasıyla
birlikte odasında oturan Chae Min’e seslenmesi bir olmuştu.





“Chae Min, kalkamıyorum kapıya bakar mısın? Woo Joon balkonda, sesimi
duymuyor.”





“Tamam, bakarım.”





Chae Min herhangi bir kapı sesi duymamasına rağmen arkadaşının ricasıyla
kapıyı açmak için harekete geçti. Kapıyı yavaşça açtı ve karşısında arkasını
dönmüş bir kıza bakmaya başladı. İçinden “Bu kızda kim?” diye geçirirken bir
yandan da sırıtıyordu.





“Kime bakmıştınız?”





Ah Jung utana sıkıla arkasını döndü. Karşısında Chae Min’i görünce, boşta
kalan eliyle mini eteği çekiştirmeye başladı. İçinden de “Kahretsin, seni
öldüreceğim Eun Joo!” diye geçiriyordu.





Chae Min arkasına dönen kızın Ah Jung olduğunu görünce “Se… Sen!” diye
kekeledi ve şaşkın bir şekilde gülümseyerek genç kızı baştan aşağıya süzdü.





Ah Jung elini arkasında bulunan kendi dairesinin kapısına hızla vurdu,
bağırarak Eun Joo’ya kapıyı açtırmak istiyordu ama Chae Min’in bakışları
üzerindeyken, bu imkânsızdı. Hemen elindeki tabağı Chae Min’e uzattı ve
arkasını dönerek, kapının deliğinde bulunan Eun Joo’ya göz işaretleri yapmaya
başladı. Çünkü Eun Joo’nun oradan kendisini izlediğini biliyordu. Sonunda Eun
Joo kapıyı açmıştı ve Ah Jung zor bela içeri girmişti.





Chae Min, Ah Jung’un zorla eline tutuşturduğu tabağa baktı ve Eun Joo’nun
kapısını açmasıyla, içeri girmeye çalışan Ah Jung’a seslendi, sırıtarak.





“Bunu özür olarak kabul ediyorum, bayan.”





20. Bölüm Sonu





~~~~~~





Umarım beğenmişsinizdir, uzun uzun yazdım. Yorumlarınızı bekliyorum, lütfen
yorum yazmayı küçük görmeyin, benim için sizin yorumlarınız çok önemli.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:43 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul





21. Bölüm








“Chae Min’in Sevgilisi”





Soo Jin bunu duyunca kafasını direkt olarak Ah Jung’a çevirdi ve şaşkın bir
ifadeyle ona bakmaya başladı. O sırada Woo Joon’da içinden “Chae Min beni
öldürecek!” diye geçiriyordu.





Ah Jung sitemini belli edercesine konuşup sınıfa doğru yürümeye başlayınca,
Soo Jin kafasını yavaşça Woo oon’a çevirdi ve azda olsa mutlu bir bakış attı.
Woo Joon bunu görünce Soo Jin’in ona karşı yumuşadığını anlamıştı. Soo Jin
dudaklarını dişlerinin arasına aldı ve Eun Joo’yu sürükleyerek sınıfa doğru
yürümeye başladı.





Soo Jin ve Eun Joo boş sınıfta otururken, içeri Sung Mo girdi ve çantasına bir
şey koyarak tekrar dışarı çıktı. Ardından da Eun Joo tuvalete gitmek için Soo
Jin’in yanından ayrıldı.





Soo Jin boş bakışlarla etrafına bakıyordu, elini acıyan kalbine götürürken
dudaklarını büzerek “Bu kadar acımak zorunda mısın?” diye mırıldandı kendi
kendine. Kafasını sıraya gömdüğü an sınıfın kapısı yavaşça açıldı ve Woo Joon
ağır adımlarla içeriye girdi. Soo Jin cama bakan kafasını kaldırmadan seslendi.





“Eun Joo, ne kadar çabuk geldin.”





Woo Joon, gözlerini hafifçe kıstı ve Soo Jin’in yanına yaklaşarak sıraya
oturdu. Soo Jin cevap alamayınca kafasını kaldırdı, Woo Joon ise ona doğru
yaklaştı. Soo Jin arkasını döndüğünde Woo Joon’un yüzüyle dip dibe geldi.
Aralarında belki bir parmak mesafe vardı. Nefeslerinin birbirlerinin yüzüne
değiyor olması gerekiyordu ama ikisi de nefes almıyordu. Soluklar durmuştu. Soo
Jin ne kadar kendini geri çekmek istese de vücudunu kontrol etmekte
zorlanıyordu. Kalbi yerinden çıkmak için derisi delmeye çalışıyordu sanki.
Yerinden çıkmak için atan bir kalp…





Woo Joon ise onu öpmemek için kendini zor tutuyordu, kapının açılmaması ve
birinin gelmemesi için dua ediyordu. Karşısındaki genç kızı öpmek için sadece
biraz cesaret istiyordu. İşte o cesareti kendinde bulduğu an ona biraz daha
yaklaştı ve o sırada sınıfın kapısı tekmelenircesine açıldı. Soo Jin hemen geri
çekilde ve Woo Joon öylece kalakaldı.





İçeri giren, sıradan bir öğrenciydi, sadece Ah Jung’un yaptığı kavgayı haber
vermek için gelmişti. Ürkek bir edayla Soo Jin’in yanına yaklaştı ve kulağına
eğilerek “Ah Jung kızlar tuvaletindeki öğrencileri dövmüş, şimdi de Chae Min
ile birlikte kütüphanede.” diye mırıldandı, Woo Joon’un duymasını istemiyor
gibiydi.





Soo Jin hızla sınıfın kapısının yanına geldi ve biraz duraksayarak arkasına
baktı. Woo Joon hala daha yerinde oturuyordu, Soo Jin’in ona baktığını görünce
içinde kocaman bir umut belirdi ama genç kızın tekrar arkasını dönmesiyle, umut
bir cam gibi yere düşerek parçalandı.





~~ Soo Jin’in Evi ~~





Soo Jin Ah Jung’un yanına oturdu ve “Ya! Doğruyu söyle, niye dövdün
kızları?” diye sordu, sesinde öfkeden çok merak vardı. Aslında tüm öfke
gözlerinin arkasında gizlenmişti.





Ah Jung oflayarak koltuğa yayıldı ve minderi kolunun altına alarak “Dedim
ya, hakkımızda kötü konuşuyorlardı. ‘Okulu kötü yönetiyorlar, bir işi
beceremiyorlar.’ Gibi şeyler diyorlardı, bende dayanamadım.” dedi ve o sırada
elindeki mindere biraz daha sarıldı. Eun Joo ise oturduğu sandalyeden kalktı ve
kahkaha atmaya başlayarak, Ah Jung’a döndü.





“Ha ha, Ah Jung Chae Min’e sarılıyor.”





Ah Jung önce sarıldığı mindere, sonra da Eun Joo’ya bakarak “Ya! Ne zamandan
beri gözlerinde sorun var senin?” diye bağırdı. Eun Joo kahkahaları arasında
kendini zorlayarak konuştu.





“Sen dün, o minder için ‘Chae Min’e benziyor.’ dememiş miydin?”





Ah Jung minderi bu sefer eline aldı ve karşısında dikilen Eun Joo’ya
fırlatarak “Kaçacak delik ara!” diye bağırmaya başladı.





Onlar kavga ederken Soo Jin kazasız belasız kurtulmak için kendini balkona
attı. Genç kz balkona girdiğinde, oradaki sandalyeyi mermerin yanına koydu ve
üzerine oturdu, kafasını da mermere yaslayarak gözlerini kapattı. Gözleri
kapalıydı ama bu, içindekileri dışa vurmasını engellemezdi.





“Ne yapmam gerekiyor? İkisinin de kalbini kırmamam için ne yapmam
gerekiyor?”





~~~~~~





Woo Joon salonda koltukta uzanmış olan Sung Mo’nun yanına gelerek “Birazcık
insanların yataklarına saygın olsun, orası benim yatağım ve farkındaysan burası
da benim odam! Kapıyı çalarak girmen gerekirken sen odaya benden önce
giriyorsun. Kardeş olduğumuza emin değilim, bence seni çöpten almış babam.”
diye sitem etmeye başladı.





Sung Mo, birbirine bağladığı ayaklarını ayırarak, yerinden doğruldu ve Woo
Joon’a yaklaşarak “Aslına bakarsan, senin gibi bir çocukları olduktan sonra,
beni çöpten almaları onlar için en mantıklısı. ‘Bir çocuğumuz geri zekâlı
olmuş, bari ikincisi çocuğumuzu akıllı olsun.’ diye düşünüp beni evlatlık almış
olabilirler. Bak buna inanabilirim işte.” dedi ve sinsi bir gülüşle tekrar
yerine uzandı.





Woo Joon, ikiz kardeşini ayağından çekerek yere atmak istedi ama Sung Mo
hemen ayağa kalkarak, onun kulağına yaklaştı.





“Şükür ki sadece bir tane olan kardeşim, en büyük düşmanım ve ne yazık ki ev
arkadaşım, şuanda büyük bir plan hazırladık ve bitim aşamasında, lütfen balkona
çık ve Chae Min ile Ah Jung’un işini bitirişimizi izle.”





“Ya! Sen kimi, kimin odasından kovuyorsun, ha? Ne… Ne, ne? En büyük
düşmanım, ne yazık ki ev arkadaşım, ha? Ben sana göstermesini bilirdim ama…
Neyse!”





Woo Joon kardeşine sinirle baktı ve hızla kendini balkona attı. Ellerini
mermere koyarak, etrafına bakmaya başladı. Bu sabah olanları düşündü ve elini
hızla mermere vurdu. O sırada yan balkonda bir kıpırtı oldu, genç adam kafası
yavaşça eğdi ve Soo Jin’lerin balkonuna doğru bakmaya başladı.





Soo Jin, az önce yan komşusunun yaptığı hafif sesle birlikte, balkon
mermerindeki kollarının üstüne usulca yaslanmış başını, birazcık oynattı ve
uykusuna devam etti.





Woo Joon yan balkonda uyumakta olan kalbinin sahibine gülümseyerek baktı ve
o da, aynen genç kızın yaptığı gibi kollarını mermerin üzerine yavaşça
yerleştirdi ve yere çökerek başını kollarının üzerine koydu. İkisi de kollarını
yastık yapmış mermerin üzerinde gözleri kapalı yatıyorlardı. Woo Joon kısa bir
süre sonra Soo Jin’in uyanıp uyanmadığını kontrol emek için gözlerini açtı ama
genç kızın kapalı gözlerine baktıktan sonra gözlerini tekrar yumdu. Woo Joon
gözlerini kapattığında kendini Soo Jin’in yanında duruyormuş gibi hissetti,
zaten öyle sayılırdı. Kalpleri hep birlikteydi ve birbirleri için atıyordu.





Aradan yarım saat geçmişti ve ikisi de içeriden gelen seslere rağmen,
uyuyordu. Yan yana iki balkon ve içlerinde birbirlerine bakarak uyuyan iki
genç… İkisi de birbirini seviyor ama kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Tabii,
bunlara sebep olan kişi-Ji Hye- de, aslında Soo Jin’in kalbinin yarısına sahip
ama o bundan habersiz, sadece kendi hislerini dikkate alıyor, başkasınınkileri
umursamak onun için çok zor.





Soo Jin gözlerini hafifçe araladı ve tam gözlerinin önünde uyuyan Woo Joon’u
görünce tekrar gözlerini kapattı ve içinden “Hala rüyadayım, inanmıyorum.” diye
geçirdi. On saniye sonra gözlerini tekrar açtığında karşısında Woo Joon’u gördü
ama bu sefer gerçekti ve Soo Jin’de buna inanıyordu. Woo Joon’u öylece yanında
uyurken görünce, nemli gözleriyle içinden geçirdiği ilk şey “Salak şey, orada
uyuya kalınır mı? Bir yerin tutulursa, yarın nasıl okula geleceksin?” olmuştu.
O sırada gözyaşlarına hâkim olamadı ve kendini yan duvara yaslayarak ağlamaya devam
etti.





Sesini Woo Joon’a duyurmamak için bir eliyle ağzını kapatırken, diğer eliyle
de kafasındaki demir tokayı mermere koydu, sonra da mermerin üzerindeki tokayı
yavaşça yere attı. Bunu sadece Woo Joon’u uyandırmak için yapmıştı, sevdiği
adamın, kendisi yüzünden ağrı çekmesine dayanamazdı. Woo Joon sesi duyunca
hemen uyandı ve Soo Jin’i aramaya başladı. O, Soo Jin’i göremiyordu ama duvarın
arkasına saklanmış olan Soo Jin, onu gayet iyi duyuyordu.





Woo Joon balkona iyice baktı ama Soo Jin’i bulamamıştı. Aslında Soo Jin tam
yanındaki duvardaydı, iki balkonu birbirinden ayıran duvara yaslamıştı yorgun
bedenini.. Woo Joon yavaşça balkon kapısını kapatınca, Soo Jin’in ağzından şu
kelimeler çıkmıştı.








“Ji Hye, lütfen bana bunu yapma.”





~~~~~~





So Jin, ilk defa birilerinin koluna girmiş, okul yolunda gidiyordu. Ah Jung
ile Eun Joo’un… Ah Jung ve Eun Joo hala bu durumun şokundayken, karşı
kaldırımda aynı onlar gibi okula gitmekte olan 5 tane genç vardı. Başka okulun
forması vardı üstlerinde ama belli ki sınıfta kalmışlardı, çünkü onları sivil
gören üniversiteye gidiyor sanırdı.





Çocuklardan biri karşı kaldırımdan giden Soo Jin’lerin arkasına geçti ve
onları süzmeye başladı, en sonunda gözleri Soo Jin’de takılı kaldı. Önce tek
başınaydı ama diğer dördü de arkasına gelince, üç kız önde, beş erkek arkada
yürümek zorunda kaldılar.





Kızlar bunu fark etmedikleri için neşeyle okula gidiyorlardı. Sonunda Soo
Jin’i kesen çocuk gözlerini Soo Jin’in dizlerine kadar uzanan eteğine getirerek
“Biraz daha katlasaydın güzelim. Hem, biz de keyfimize bakmış olurduk.” dedi ve
kahkaha atmaya başladı. Pislikten farksızdı.





Soo Jin ve Ah Jung hızla arkasını dönerken, Eun Joo yavaşça kafasını
çeviriyordu. Soo Jin kollarını tam çocuğa doğru uzatıp, yakasına yapışacaktı
ki, Ah Jung ondan önce davrandı ve çocuğun yakasına yapıştı. Onun yapmak
istediği hamle ise tam bacak arasınaydı, o da başarısız olmuştu. Çünkğ arkadan
gelen dörtlü grup; Tae Sun, Chae Min, Sung Mo ve Woo Joon, onlara yaklaşmıştı.
Woo Joon çocuğu gömleğinin arka yakasından tutarak kendine çekti ve Ah Jung’un
yapacağı hamleyi engelledi. O pisliği kendisi halletmek istiyordu, öldüresiye
dövmek.





Woo Joon çocuğu kendine doğru çekerken, Tae sun’lar da diğer çocukların
arkasına geçmişti. Boşta kalan diğer çocukta Ah Jung’un marifetli ellerine
bakıyordu. Acınası bir halde olduğu doğruydu ama o bunu bilmiyordu ve gerçekten
hak etmişti. Ah Jung önünde durduğu çocuğu yere serdiğinde, Chae Min’de ondan
gördükleriyle diğer çocuğu yere sermişti. Tae Sun’un dövmeye çalıştığı çocuk
biraz sert çıkınca yardımına Soo Jin’in çantası yetişmişti.





Sung Mo ile Eun Joo’da, Ah Jung’un yardımıyla Sung Mo’nun yere devirdiği
çocuğun kafasına çantayla vuruyorlardı. Eun Joo çantasını bir kenara attı ve
“Siz kime bulaştığınızı biliyor musunuz? Biz kimiz biliyor musun? Okulun en
mükemmelleri ama en en mükemmelleri.” Dedi sevinçle. Hepsinin ortak hareket
etmesi çok hoşuna gitmişti genç kızın.





Woo Joon ise çocukla resmen eğleniyordu. Bir o tarafa, bir bu tarafa
fırlatıyordu ki, sonunda yüzü gözü kan içinde olan çocuk cebinden bir bıçak
çıkarttı.





Woo Joon’da etrafındakiler gibi kocaman açılmış gözleriyle çocuğa bakarken,
çocuğun bıçağı Woo Joon’a doğru sallaması çok ani olmuştu.








21. Bölüm Sonu





~~~~~~





Dün biraz hasta olduğum için yeni bölümü yazamamıştım, gecikme için üzgünüm.
Umarım beğenirsiniz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:43 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi





22. Bölüm





Woo Joon’da, etrafındakiler gibi, kocaman açılmış gözleriyle çocuğa
bakarken, çocuğun bıçağı Woo Joon’a doğru sallaması çok ani olmuştu.





Woo Joon kendini geriye doğru itmeye çalışırken, arkadan gelen siyah takım
elbiseli genç adam, bıçaklı serserinin eline doğru bir hamle yaparak bıçağı
yere düşürdü. Genç adam üstün yeteneğiyle yere serdiği serserinin kollarını
arkada bağladı ve kulağına yaklşarak bir şeyler fısıldadıktan sonra, kendisini
şaşkın gözlerle izlemekte olan yedi gence döndü. Yerdeki serserinin kaçmasına
izin verdikten sonra, gülümseyerek Woo Joon’un yanına yaklaştı.





“Woo Joon Bey, iyi misiniz?”





Woo Joon gözlerini ağır ağır genç adamın üzerinde gezdirdi ve “Kang Chul,
neden benim işime burnunu sokuyorsun?” diye bağırdı. Woo Joon onu babasının
peşine taktığını düşündükçe daha çok sinirlendi ve öfkeyle konuşmaya devam etti





“Git söyle ona, biz onsuz da yaşayabiliyoruz?”





“Ama efendim, az önce neredeyse…”





“Bana bak…” Woo Joon’un sözünü kesen kişi Soo Jin olmuştu. Soo Jin
gülümseyerek, siyah takım elbiseli gencin, yani Bay Hyun Soo’nun en güvenilir
adamının yanına yaklaştı.





“Onun adına özür dilerim, kendisi teşekkür etmeyi bilmezde. Bir nevi bizi
kurtarmış sayılıyorsunuz, çok teşekkür ederim.” Soo Jin’in konuşmasından sonra,
genç adamın gözleri parıldamaya başlamıştı. İkisi birbirlerine parıldayan
gözlerle bakarken araya giren kişi Woo Joon olmuştu.





“Kang Cheol sen git, istersen.”





“Emredersiniz efendim, hemen gidiyorum.”





Kang Cheol’un gitmeye yeltendiğini gören Soo Jin, Woo Joon’a sert bir
şekilde baktı ve “Ya! Kovdun resmen, siz çalışanlarınıza bu kadar kaba
mısınız?” dedi öfkeyle. Woo Joon tam ağzını açacaktı ki, Kang Cheol ondan önce
davrandı.





“Hanımefendi, lütfen beyefendiyi suçlamayın. Ben zaten gitmek zorundayım,
olanları Bay Hyun Soo’ya rapor etmem gerekiyor.”





“Tabii tabii, git hemen ispiyonla.” Woo Joon, bunları söyledikten sadece
birkaç saniye sonra Soo Jin’in kötü bakışlarına maruz kalmıştı.





Ah Jung ise Kang Cheol’a hayranlıkla bakarak “Dövüş tekniklerinize gerçekten
hayran kaldım, lütfen bizimle bir kahve için.” dedi yalvarırcasına. Bunu duyan
Chae Min gözlerini kocaman açarak “Resmen, gözlerimin önünde adama çıkma
teklifi ediyorsun, gerçekten utanmazsın.” dedi öfkeyle.





“Ya! Sen kimsin de, ben senin gözlerinin önünde birine çıkma teklifi
edemeyecekmişim? Hem, ben sadece dövüş tekniklerini öğrenmek için söylemiştim.
İşime yarayabilecek bir kaç hareket öğrenmek istemiştim hepsi bu.”





Chae Min ellerini göğsünün altında birleştirdi ve gözlerinin üstüne düşen
saçlarını da üfleyerek, Ah Jung’a sırtını döndü.





Kang Cheol, Ah Jung’un yaptığı bu teklife gayet kibar bir şekilde “Özür
dilerim, ama gitmem gereken bir yer var. Umarım başka bir zaman tekrar
karşılaşırız, ben de sizin dövüş tekniklerinizi beğendim. Sizin gibi güzel bir
kızın böyle iyi dövüşmesi beni şaşırttı doğrusu.” dedi ve doksan derece
eğilerek geriye doğru yürümeye başladı. Siyah arabasının yanına geldiğinde, Woo
Joon’a baktı ve eğilerek selam verdi, sonra da gülümseyerek arabasının kapısını
açtı. İçeri girerken de biraz uzun olan siyah saçlarını geriye doğru savurdu.
Güçlü kaslarını takım elbisesi bile gizleyemiyordu, en çokta bu hoşuna gitmişti
Ah Jung’un. Ah Jung, Kang Cheol’a doğru sırıtarak bakarken Chae Min şok olmuş
suratı da ona doğru bakıyordu.





~~~~~~





Bay Hyun Soo ve eşi Bayan Min Joo evlerinin terasında oturmuş temiz hava
alırken, evin emektar hizmetçisi ağır adımlarla içeri girdi ve Bay Hyun Soo’nun
yanına gelerek “Kang Cheol geldi efendim, içeri girmek istiyor.” dedi kısık bir
sesle, gerçi bu ses onun yaşındakilere göre yüksekçe bir sesti.





“İçeri çağır, bakalım neler olmuş?” dedi yüksek bir sesle Hyun Soo, keyfi
yerindeydi. Min Joo eşinin gülümsemesine katıldı ve “Benim yakışıklı oğlum,
kızı çoktan ayarlamıştır.” dedi kahkaha atarken. Koyu renkli kısa saçları vardı
Bayan Min Joo’nun. Gözleri aynı Sung Mo gibi gibiydi, gülerken kısılıyorlardı.
Pamuk gibi derler ya, öyle bir kişiliği vardı. Hamarat, neşeli, iyi kalpli ve
harika bir anneydi. Hyun Soo’da çok iyi kalpli, pamuk gibi bir babaydı ama bunu
hiçbir zaman oğullarına göstermezdi, hep sert davranırdı ikisine de.





Kang Cheol yavaşça içeri girdi ve Hyun Soo’nun önünde eğilerek onu
selamladı. Hyun Soo keyifle sordu “Nasıl gidiyor?” diye, ama cevap pekte iç
açıcı değildi.





“Efendim, geçen gün Yeon Hee adlı bir genç kız, Woo Joon bey evde yalnızken,
eve girdi. Aradan bir on dakika geçtikten sonra da Tae Sun’lar eve girdi, sanırım
alışverişten geliyorlardı. Bir şey yaptıklarını sanmıyorum ama kızı araştırdım,
pek sağlam ayakkabı değil. Okulda bir kavga çıktı ve Woo Joon ile Chae Min beyi
dövdüler, etraftakiler bu kavganın Soo Jin hanım tarafından yaptırıldığını
söylüyor ama kesin bir şey yok. Kavga esnasında onları kurtaran kişi Ji Hye
adlı bir kızdı, ölen Bay Lee Seon Hyun’ın kızı, annesi ile birlikte yaşıyor ve
görünüşe göre Woo Joon beye âşık. Sanırım Woo Joon Bey ile Soo Jin hanımın
arasının yapılmasını istemiyor. Piknik gününde uzaktan izlediğim kadarıyla, Soo
Jin hanımın geldiğini gördüğü halde Woo Joon beyi öptü. Bir takım kıskandırma
da diyebiliriz, aklı sıra ‘Woo Joon benimdir’ demek istiyor.”


Min Joo iç çekti ve dudaklarını büzerek “Ah, ne zoru var bu kızın benim oğlumla?”
dedi öfkeyle. Kang Cheol ise devam etmekte kararlıydı.





“Piknik akşamı, galiba her şey bizim arkamızdaymış gibiydi. Soo Jin hanım
kaybolunca, oğlunuz onu bulmak için herkesi eve gönderdi, bu da yetmezmiş gibi
Soo Jin hanıma oyun oynayarak geceyi ormanda geçirmelerini sağladı.”





Hyun Soo keyifle gülümsedi ve “O zaman her şey yolunda, değil mi?”





Kang Cheol gülümsedi ve “Maalesef efendim. Sabah olup da ormandan
kurtulunca; Soo Jin hanım asla arkadaşına ihanet edemeyeceğini söyleyip, Woo
Joon beyi orada bıraktı. Şu an aynı durumdalar, yani Soo Ji hanım kaçıyor,
oğlunuz kovalıyor. Ah bir de, bugün oğlunuz ve arkadaşları, Soo Jin hanıma laf
atan gençleri dövdüler ama bir tanesi bıçağını Woo Joon beye uzatınca, müdahale
etmek zorunda kaldım.”





Hyun Soo’nun suratı biraz asılmıştı ama o yine kendini bırakmayarak devam
etti.





“Peki, bakalım neler olacak? Sung Mo’dan ne haber?”





“Efendim… O, kızlardan biri ile gayet samimi ve sanırım çıkıyorlar. Kız
yetimhaneden büyümüş, saf bir görünümü var ve oldukça cana yakın. Oğlunuzun
tıpatıp aynısı demek daha doğru olur.” Kang Cheol gülüyordu ve bu durum Min
Joo’nun dikkatini çekmişti.





“Neden gülüyorsun?” diye sordu Bayan Min Joo.





Kang Cheol hemen kendine çeki düzen verdi ve “Efendim, aslında birbirine bu
kadar benzeyen bir çift görmemiştim. Bence çok şanslısınız.”





Hyun Soo kahkaha atarak suratı asık olan eşine baktı ve onun omzuna hafifçe
vurarak “Ne oldu? Bir tanesi için zor ikna ettim, iki oğlunu birden evlendirmek
çok mu zor senin için?”





Min Joo duyduklarının ardından arkasını döndü ve dudaklarını büzerek
dergisini okumaya başladı.





~~~~~





Soo Jin yanında oturan Woo Joon’a döndü ve onu süzükten sonra gözlerini ön
sırada oturan Ji Hye’ye getirdi. Ji Hye onlardan önce gelmişti sınıfa ve
hepsinin birlikte sınıfa girmelerine biraz bozulmuştu.





Ancak ders bitiş zili çaldığında gözlerini, Kafsını sıranın üzerine gömmüş
olan Ah Jung’tan alabilmişti, Chae Min. Ah Jung kafasını kaldırdığında ona
bakan Chae Min’i azda olsa görmüştü. Chae Min yanından hızla kalkarken genç kız
nedensiz yere gülümsemişti. Tabii bunu fark edince eliyle ağzını kapatması pek
uzun sürmemişti.





Soo Jin yorgun gözlerini Ah Jung’a çevirdi ve ‘Gidelim.’ der gibi bakmaya
başladı. Bunu gören Woo Joon yerinden kalktı ve Soo Jin’i kolundan tuttu ve onu
ayağa kaldırdı.





“Konuşmamız gerek.”





Soo Jin başıyla onayladı ve Woo Joon’un eline ters ters bakmaya başladı. Woo
Joon bunu fark edince “Neye bakıyorsun?”





“Elini çekersen gelirim.” dedi Soo Jin. Genç kız bir yandan da, sırasından
hışımla kalkan Ji Hye’ye bakıyordu.





Woo Joon elini, Soo Jin’in kolundan yavaşça ayırdı ve önden yürümeye
başladı. Koridorda da aynısı olmuştu. Soo Jin arkada, Woo Joon önde…





Woo Joon uzun bir yürüyüşten sonra en alt kata indi ve en tenha yere, yani
bordum katının merdiveninin altında durdu. Soo Jin hiç ürkmüş gözükmüyordu,
aslında burası, buraya bir erkekle gelen bir kızın korkması gereken bir yerdi.
Karanlık, boş ve sessiz bir yerdi burası. Hiç kimse buraya inmezdi, zaten
burası inilebilecek bir yerde değildi. Ama Woo Joon ile Soo Jin’in konuşması
için en uygun yerde burasıydı.





Soo Jin bedenini, pis olup olmadığını umursamadığı duvarlardan birine
yasladı ve Woo Joon’u beklemeye başladı. Woo Joon ise hızla ona yaklaştı ve
elini Soo Jin’in boynunun hemen yanına yaslayarak konuşmaya başladı.





“Ben dayanamıyorum!”





“Ne... Ne?”





“Anlamıyor musun, Soo Jin? Seni seviyorum ama sen… O seni fırlatıp
atabiliyorken, sen arkadaşına sadık, iyi kalpli kızı oynamak zorunda mısın?”





Soo Jin gözlerini yumdu ve dişlerini sıkarak “Evet, zorundayım!” dedi,
ağzından zor zoruna çıkardığı kelimelerdi bunlar. Devam etmek zorundaydı,
sözünü tamamlamak zorundaydı.





“Zorundayım! Çünkü onu, seni tanıdığım süreden daha fazla zamandır
tanıyorum. Sen yokken, o vardı. Ben annem ve babamın yokluğunu çekerken, o bana
yardımcı oldu. O da babasını kaybetmişti ve bende ona yardım ediyordum. Bizim
gibilerin ailesi doğru düzgün değildir. Zaten doğru düzgün bir aileye sahip
biri asla bizim yanımıza gelmez. Sende onlardansın, yani biz farklıyız, anlasana!
Ben Ji Hye’yi ezip, sana koşsam ne olacak? Belki gezer tozarız, yer içeriz… Ama
senin hevesin geçince, acı çeken kişi ben olurum. Bunları sana güvenmediğimden
söylemiyorum, sadece… Sadece Ji Hye’ye senden daha çok güvendiğim için
söylüyorum.”





Woo Joon bedeniyle birlikte kolunu da yavaşça geri çekti ve Soo Jin’in,
kendisine bakamayan nemli gözlerine bakarak oradan uzaklaştı.





Woo Joon yukarı çıkarken merdivenin arkasından onları izleyen kişi kendini
gizlemeyi başarmıştı. Woo Joon, ağır adımlarla bahçeye doğru yürürken,
donakalmış yüzünden aşağıya süzülen bir damla yaşa hâkim olamamıştı.





Soo Jin ise olduğu yere çöktü ve elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaya
başladı. Onu izleyen kişi ise sessizce uzaklaştı. Ji Hye’ydi… Evet, onların tüm
konuşmasını dinleyen kişi Ji Hye’ydi ve o da gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Soo
Jin’in, ona bu kadar güvendiğini bilmiyordu.





Ji Hye koşarak Woo Joon’un ardından gitti ve onun oturduğu banka oturdu. Woo
Joon yanına oturan Ji Hye’ye uzun uzun baktı ve “Ne var?” diye sordu, oldukça
isteksizdi.





Ji Hye gözyaşlarına engel olmak için gülümsedi ve “Hepsi bir oyundu.”
diyerek Woo Joon’un gözlerine bakmaya başladı. Ji Hye oldukça neşeliydi ve bu
da Woo Joon’un kafasını karıştırmıştı.





“Ne oyunu?”





“Hepsi! Sana olan aşkım, piknikte olanlar… Hepsi senden intikam almak
içindi. Bana yaptıklarını ödetmek istemiştim sadece. Ama Soo Jin’in sana bu
kadar âşık olacağını düşünmemiştim, o yüzden oyunu bitirmek istiyorum.”





Ji Hye hala gülüyordu ve bu da Woo Joon’un sinirlerinin tavan yapmasına
sebep olmuştu.





“Ne? Sen ne zamandan beri bu kadar… Bu kadar kalpsiz oldun Ji Hye? Bu kadar
küçüleceğin aklımın ucundan geçmezdi, inan! Hadi beni geçtim, bunu en yakın
arkadaşına, bu kadar süre boyunca… O sana ne kadar güveniyor, biliyor musun?
Ona ne kadar yalvardığımı biliyor musun peki? Sen hiçbir şey bilmiyorsun,
bilmeye de layık değilsin zaten.”





Ji Hye’nin gülen yüzü bir anda asılmıştı ve artık orada duramayacak duruma
gelmişti. Hızla ayağa kalktı ve okula doğru yürümeye başladı. Uzun bir süre
yürüdükten sonra kızlar tuvaletine girip kapıyı kilitledi.





“Lütfen bana dayanacak güç ver. Onu gerçekten seviyorum, kahretsin. Soo
Jin’e böyle bir şeyi yapamam, ona acı çektiremem! Şimdi acı çekme sırası bende.
Onu unutmalıyım.”





Ji Hye’nin gözyaşları arasında söylediği sözlerdi bunlar. Dayanmalıydı, eğer
bir yalan söylediyse arkasında durmalıydı. İntikam değildi ama intikam olarak
göstermeliydi. Arkadaşının güvenini tekrar geri kazanmalıydı.





22. Bölüm Sonu





~~~~~~~





Gerçekten çok üzülüyorum bu duruma, geçen bölümü 100 küsur kişi beğenmiş ama
ben sadece 10 küsur kişi görüyorum. Benim için önemli olan kaç kişinin
beğendiği değil, kaç kişinin gerçekten okuduğudur. Yorum yazacak imkânı
olmayanları anlayışla karşılarım ama doksan küsur kişinin birden mi imkânı yok?
Bu benim için çok üzücü bir durum, lütfen birazcık olsun kendinizi benim yerime
koyun, ben her gün uğraşıp, yazıyorum ama siz kısacık bir yorumu bile hor
görüyorsunuz. Sizden en büyük ricam, lütfen bana okuduğunuzu gösterin. En
azından yazdığıma pişman olmayayım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:44 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








23. Bölüm





Ji Hye’nin gidişinin ardından, oturduğu yerden yavaş bir şekilde kalkan Woo
Joon kendini okula gitmek için zorluyordu. Kendini toplaması o kadar çabuk
olmayacaktı, Ji Hye gitmişti ama Woo Joon’un kalbinde büyük bir hayal kırıklığı
yaratmıştı. Şimdi Soo Jin’e gitse ne diyecekti? “Ji Hye aradan çekildi, gel
sevgilim ol!” mu? Hayır, bunu diyemezdi, sonuçta Soo Jin “Ben Ji Hye’yi ezip,
sana koşsam ne olacak? Belki gezer tozarız, yer içeriz… Ama senin hevesin
geçince, acı çeken kişi ben olurum.” demişti ve bu Woo Joon’un kalbini
paramparça etmişti.





Genç adam ağır adımlarla sınıfa doğru yürürken, düşünüyordu. Ne yapacağını,
Soo Jin’e ne diyeceğini merak ediyordu.





~~~~~





Soo Jin elleriyle gözyaşlarını sildi ve dağılmış saçlarını geriye doğru
itti. Derin bir nefes aldı ama derinliği konusunda şüpheliydi, çünkü doğru
düzgün nefes alamıyordu. Her defasında nefesi tıkanıyordu, bu kalbinin ona
verdiği bir cezamıydı yoksa?





Genç kız yüzünü yıkamak için tuvalete girdiğinde tuvaletteki iki kız
kaçarcasına oradan uzaklaştı. Soo Jin buna alışıktı, ne de olsa herkes ondan
korkuyordu. Gerçi şimdi daha korkunç gözüküyordu, sabah gözlerine çektiği kalem
şimdi gözlerinin etrafını tıpkı bir çerçeve gibi sarmıştı. Genç kızın gözleri,
sanki açık yarasına dokunmuş gibi acıyordu. O kadar ağlamıştı ki buna gözleri
nasıl dayansın?





Ji Hye’de o sırada tuvaletlerden birindeydi ve çıkma vaktinin geldiğini
anlayınca kapıyı yavaşça açıp çıktı. Karşısında kendine benzeyen kızı görünce
gülümsedi ama gözlerindeki, tıpkı Soo Jin’e benzeyen, kızarıklık ve akan
makyajı bunun aksini gösteriyordu.





Soo Jin masum bir şekilde ona baktı ve derin bir nefes almaya çalışarak “iyi
misin?” diye sordu. Ji Hye ellerini yıkarken, başını eğip Soo Jin’e döndü. Sağ
eliyle musluğu kapatırken, sanki çekiçle bir çiviye vuruyor gibiydi.





“Özür dilerim…”





Ji Hye bunları söylerken gözyaşlarına hâkim olamamıştı ve içini çekerek
konuşmasına devam etti.





“Ben gerçekten… Sadece Woo Joon’a oyun oynamak istedim ama sen…” Ji Hye zor
zoruna konuşuyordu ve bu durum Soo Jin’i daha çok meraklandırmıştı. Ji Hye’nin
böyle ağladığını görmek, ne olduğunu anlamasa da Soo Jin’i de ağlatmıştı.





“Woo Joon’dan intikam almak istemiştim ama senin onu bu kadar sevdiğini
düşünemedim, hepsi benim salaklığım. Onunla olman gerekiyor, benim yüzümden
ayrı kalmanızı istemiyorum. Her şey için özür dilerim, affet beni lütfen… Sana
bunu yaptığım için kendimi… Kendimi asla affetmeyeceğim.”





Ji Hye bunları söylerken Soo Jin onu çoktan bağrına basmıştı. Bir abla gibi
sarmıştı Ji Hye’nin bedenini, Ji Hye’de elinden çalınmış bebeğini bulmuş gibi
sarılmıştı en yakın arkadaşına. Aslında ayrılmaz ikili tekrar buluşmuştu. Soo
Jin’in gözlerinin önünden, önceden Ji Hye ile yaptıkları geçerken, Ji Hye’nin
aklından sadece “Woo Joon’u unutmak” geçiyordu.





Soo Jin yavaşça Ji Hye’den ayrıldı ve ellerini onun omzuna götürerek “Ben
sana hiç küsmedim zaten. Gel buraya, salak şey!” dedi hıçkırıkları arasında,
tekrar ona sarılarak gözlerini kapattı.





~~~~~~





Chae Min yanında oturan Ah Jung’a şüpheli bakışları atıyorduki, genç kızın
yüzünün ona dönmesiyle kafasını hemen Woo Joon’a doğru çevirdi ve yüksek bir
sesle “Kang Cheol’un sevgilisi de çok güzeldi, değil mi?” dedi kahkaha atarak.





Woo Joon kafasını yavaşça sıradan kaldırdı ve Ah Jung’un sert bakışları
altında olan Chae Min’e bakarak “Kang Cheol’un sevgilisi yok ki!” dedi
isteksizce. Kimseye cevap vermek istemiyordu, sadece kafasını sıraya gömerek
uyumak istiyordu.





Ah Jung, Chae Min’in aldığı cevap karşısında gülmeye başladı ve hızla
yerinden doğrularak “Sevgilisi olmaması işime gelir, en azından biz kahve
içerken onu kıskanan biri olmaz. Birinin sevgilisinin canını yakmayı istemem.”
dedi sevinçle. Chae Min’in gözlerine kilitlenmişti genç kız, genç adamda onun
gözlerine. Ah Jung’un gözleri, Chae Min’e her zaman çekici gelmişti, nedenini o
da bilmiyordu ama Ah Jung’un gözlerine bakmayı çok seviyordu. Sonsuza kadar
bakabilirdi genç kızın gülünce masumlaşan, sinirlenince hırçınlaşan gözlerine.





Genç adam, Ah Jung’un geçmesine izin vermek için sıradan çıktı ve yanından
geçen genç kızın kulağına eğilerek “Kang Cheol ile buluşmayı gerçekten
istemezsin, hiç konuşmaz üstelik sıkıcı biridir.” dedi kısık bir sesle.





“Sıkıcı erkeklere bayılırım, en azından senin gibi boş boş konuşmazlar.”





Chae Min aldığı cevap ile geriye çekildi ve hışımla sırasına oturdu.
Ellerini göğsünün altında birleştirdi ve sinirden sıklaşan damarlarını açmak
için boynunu sağa sola doğru eğmeye başladı.





Ah Jung gülümseyerek kapıdan çıkıyordu ki, kapıdan içeriye giren Soo Jin ile
Ji Hye’yi gördü. Genç kız onları böyle mutlu gördüğüne şaşırmıştı, üstelik el
ele tutuşmaları da bunu daha şaşırtıcı bir hale getiriyordu.





Ah Jung sevinç çığlıkları arasında “Barıştınız mı?” diye sordu. Çığlıkların
geldiği yöne doğru bakan Woo Joon ise son derece bozulmuştu. Onlar el ele iken,
Woo Joon daha sevdiğine bile yaklaşamıyordu. Belki de bu böyle sürecekti, ama
Woo Joon bir şeyler yapmalıydı. Soo Jin’i göz göre göre kaybedemezdi.





Soo Jin etrafa gülücükler saçarken Ji Hye’nin elini bıraktı ve mutlu bir
şekilde sırasına oturdu. Woo Joon göz ucuyla ona bakınca onun ne kadar mutlu
olduğunu ve gözlerinin nasıl parladığını görebiliyordu.





Ders başlamadan önce Ah Jung ve Eun Joo koşarak Ji Hye’nin yanına geldi ve
ona özlemle sarıldılar. Ah Jung hemen sert yapısına geri dönerek “Yaptıkların
her ne kadar beni üzse de, affediyorum seni.” dedi ciddi bir şekilde. Bunun
üzerine Ji Hye “Ah, hanımefendi sizin tarafınızdan affedilmek benim için bir
onur.” diyerek genç kızla dalga geçmeye çalıştı.





Derste kızların hepsi neşeliydi ve hiçbirinin suratında hüzün yoktu. Ama
sınıfta biri vardı ki suratındaki ifade çözülemez bir haldeydi, Woo Joon suratı
asık, gözleri kaymış bir şekilde kafasını geri yaslamıştı. Ders boyunca hiç
konuşmamıştı, ders bittiğinde ise Ji Hye’nin sırasında sohbet eden Soo Jin’leri
izlemişti.





Tae Sun sessizce Woo Joon’un yanına geldi ve arkasına geçerek sırtına bir
tane indirdi. Woo Joon hissettiği acıya karşılık sadece “Ah!” diyebilmişti.
Kendisine vuranın, Tae Sun olduğunu görünce ise sessizce önüne dönmüştü. Tae
Sun, Woo Joon’un yanına oturmaya yeltendi ama sonra hızla doğruldu.





“Dışarı çıkalım mı?”





~~~~~~





Tae Sun ile Woo Joon bankta yayılmış oturuyorlardı, Tae Sun arkadaşının ona açılmasını
bekliyordu ama Woo Joon hala sessizliğini koruyordu.





“E… Uzun zamandır konuşmuyorduk, baya geveze olmuşsun.” Tae Sun sessizliği
bozmak istiyordu. Woo Joon derin bir nefes aldı ve nefesini dışarı vermeyerek
ağzında topladı. Yanakları hava dolu iken konuşamazdı, zaten o da konuşmak
istemiyordu. Ama konuşmalıydı, içindekileri birine dökmeliydi.





“Ben onu seviyorum, o da beni seviyor.”





“E… Başka?”





“Ama bir türlü kendini bana emanet edemiyor. Onu diğerleri gibi
bırakacağımdan korkuyor, ondan sıkılacağımdan… Anlayacağın bana güvenmiyor!”





Tae Sun ellerini bankın arkasına dayadı ve geriye doğru yaslanarak “Biraz
güven vermeye çalış. Ona, onu gerçekten sevdiğini hissettir. Sarılarak, öperek
yaklaşacağına; güvenini kazan ve gelecekte yapacaklarınızdan bahset.”





“Mesela?”





“Mesela… Çocuklarınızdan bahset.”





Woo Joon ‘çocuk’ lafını duyunca kocaman açılan gözlerini, zorla gülümseyerek
kısabilmişti ancak. Şaşkın bir şekilde Tae Sun’a bakarken “Ço… Çocuk mu?”





“Ah, dostum sana akıl veren de kabahat zaten. Sen kendin çocuksun, Soo Jin’e
çocuktan bahsetsen bile seni ciddiye almaz. Başka bir şey bulmalıyız ama ne?”





Woo Joon pür dikkat kesildiği Tae Sun’un ağzından bir şeyler çıkmasını
bekliyordu ama iyi bir şeyler… Tae Sun gülümsedi ve “Buldum!” dedi parıldayan
gözleriyle.





“Ça… Çabuk söyle. Yok, dur! Yavaşça söyle.”





“Bir susta, söyleyeyim! Soo Jin’e…”





~~~~~~





Soo Jin ve Ji Hye kol kola, Eun Joo ile Ah Jung ise arkadan tartışarak
geliyorlardı. Hava diğer günlere nazaran biraz fazla kararmıştı ama bu kızların
umursadığı bir şey değildi. Sokağın başına geldiklerinde kızların önüne hızla
bir taş fırlatılmıştı. Taş, tam da Soo Jin’in ayaklarının önünde duruyordu.





Eun Joo korku dolu gözlerle etrafa bakarken, bir yandan da Ah Jung’a doğru
sokuluyordu. Ah Jung onu ittikçe o daha çok yaklaşıyordu. Belli ki çok
korkmuştu, bunda izlediği filmlerin etkisi de büyük tabii. Eun Joo her an
etraftan eli silahlı adamların çıkıp, üzerlerine ateş açacağını düşünürken
birdenbire önlerinde Tae Sun’un gözükmesi çok ani olmuştu. Eun Joo önce kim
olduğunu anlayamayıp “Ah…” diye bağırdı ama Tae Sun olduğunu anlayınca derin
nefes aldı.





Tae Sun elindeki kâğıdı Soo Jin’in eline sıkıştırdı ve Ji Hye’lere dönerek
“Kızlar bu akşam bizim evde yemek yiyeceğiz, ısrar istemiyorum.” dedi ve üçünü
çekiştirmeye başladı. Soo Jin elindeki kâğıda bakmadan onlarla gitmek istedi
ama Tae Sun buna engel oldu.





Soo Jin hariç, diğerleri Tae Sun ile gitmişti. Soo Jin sokağın ortasında
yapayalnız duruyordu ki, elindeki kâğıdı açma fikrini biraz geç aklına getirdi.
Elindeki küçük, birçok kez katlanmış kâğıdı oflayarak açtı ve boş bakışlarla
okumaya başladı.








23. Bölüm Sonu





~~~~~~





Bana pişman olmamam gerektiğini gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim,
lütfen o güzel yorumlarınızı eksik etmeyin. Umarım beğenirsiniz, sizi seviyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:44 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








24. Bölüm





Soo Jin sokağın ortasında yapayalnız duruyordu ki, elindeki kâğıdı açma
fikri biraz geç gelmişti aklına. Elindeki küçük, birçok kez katlanmış kâğıdı
oflayarak açtı ve boş bakışlarla okumaya başladı.





“Şimdi arkana dön ve sakın arkanı döndüğünde beni aramaya çalışma! On adım
at ve karşına çıkacak ilk köşeden dön. Sakın korkma, ben cani değilim, seni
öldürmeye falan da kalkmayacağım. Şimdi dediğimi yaparsan karşına siyah bir
araba çıkacak, çok pahalıdır sakın ucuz bir şey sanma! İşte o arabanın içinde
bekliyorum seni! Çabuk gel, beklemeyi sevmem.”





Soo Jin, hayretler içerisinde okuduğu kâğıdı sağ eline aldı ve “Ha?” diyerek
büzüştürmeye başladı. Kâğıdı un ufak ettikten sonra öfkeli bir şekilde on adım
attı ve derin bir nefes alarak ilk köşeden döndü. Karşısında siyah lüks bir
araba duruyordu, genç kız bu arabayı daha önce bir yerde gördüğünü düşünürken,
birden arabanın içinde oturan Woo Joon’u fark etti.





Genç kız son derece sinirliydi, sebebi ise Woo Joon’un yazdığı ukala
yazıydı. Soo Jin hızla arabanın yanına yaklaştı, Woo Joon gülümseyerek içerden
kapıyı açtı genç kızın arabaya bineceğini sanıyordu. Soo Jin kendisinin binmesi
için açılmış kapıya uzun süre baktı ve boynunu biraz dikleştirerek çantasını
açtı. Genç adam, onun ne yaptığını anlamaya çalışıyordu ki, Soo Jin’in
çantasından çıkardığı anahtarı arabanın etrafında hafifçe gezdirmesi bir
olmuştu. Genç kız evin anahtarı ile öfkeyle arabayı çizerken, Woo Joon hızla
arabadan indi ve genç kıza yaklaşarak “Ya! Ne yapıyorsun, durmayacak mısın?”
diye bağırdı, oldukça şaşkındı.





Soo Jin anahtarı tekrar çantasına koydu ve bir iki adım geri çekilerek
çıkardığı şahesere bakmaya başladı. Yanında hayretler içerisinde dikilen genç
adama kıyasla daha neşeliydi, gülümsedi ve “Ben sanat bölümüne gitmeliymişim,
ne de güzel oldu, değil mi?” diyerek Woo Joon’un şok olmuş suratına bakmaya
başladı.





Genç adam zorlukla yutkundu ve elini başının arkasına getirerek, başının
ağrısını kesmek istedi. Ama bu şekilde baş ağrısını geçiremezdi. Sinirini
çıkarması gerekliydi ama kimden?





“Bu arabayı ödünç almıştım ve sahibi için çok önemli bir araba bu!”





“Hani çok pahalı bir arabaydı, bak hemen çizildi. Ben sadece denemek
istemiştim, gerçekten yalancısın Woo Joon! Bu arabamı çok pahalı?” dedi Soo
Jin, dalga geçer gibi gülümseyerek. Genç adamda onun kendisiyle dalga geçtiğini
anlamıştı ve bu yüzden bir an önce konuyu kapatıp, genç kızı gidecekleri yere
götürmek istiyordu.





Soo Jin alaycı gülümsemesiyle Woo Joon’a bakarken, Woo Joon onu kolundan
sıkıca tuttu ve zorla arabaya bindirdi. Soo Jin ne olduğunu anlayamadan kendini
süper bir arabanın içinde bulmuştu. Genç kız gözlerini arabanın içinde
gezdirmeden hemen önce inmek için kapıyı zorladı ama nafileydi, kapısı
kilitliydi.





“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Soo Jin, endişeli bir şekilde. Woo Joon
gülümseyerek ona baktı ve “Önce üzerine bir şeyle almalıyız, bu giysilerle
oraya gidemeyiz.” diyerek genç kıza göz kırptı.





Soo Jin kısa bir süre olanlara anlam vermeye çalıştı ama bir anlam
veremeyince Woo Joon’a döndü ve “Ben elbiselerimi falan değiştirmeyeceğim!
Nereye gidiyoruz? Çabuk söyle, yoksa polisi ararım.” Dedi sert bir şekilde,
tamamen ciddiydi.





Genç kızın suratındaki ifadeye uzun bir süre baktıktan sonra gülümsedi genç
adam ve “Çantana bak bakalım, telefonun orada mı?” diye sordu.





Soo Jin endişeyle elini çantasına attı ve içinde telefon olmadığını görünce
“Ya! Telefonum nerede?” diye bağırdı.





“Şimdi boş ver telefonu sen, ne de olsa yok! Hemen bir mağazaya gidiyoruz.”





Genç kız arabaya sindi ve alt dudağını ısırarak olacakları beklemeye
başladı.





~~~~~~





Tae Sun evin kapısını yavaşça açtı ve arkasındaki üç kızı iteleyerek eve
soktu. Kızların hepsi çekingen bir ifadeyle dış kapının kenarına dizilmişti.
Oradan görebildikleri tek şey salonun açık kapısından gözüken Chae Min asık suratıydı.





Sung Mo mutfaktan çıktı ve kızların yanına gelerek, üzerinde çeşitli
kurabiyelerin olduğu cam tabağı hafifçe kızların önüne tuttu. Eun Joo
hayranlıkla kurabiyelere baktı ve “Sen mi yaptın yoksa?” diye haykırdı, oldukça
sevinmişti. Sung Mo ise küçük bir çocuğa şeker veriyormuş gibi hissetmişti
kendini.





“Hayır, ben yapmadım. Hepsini Kang Cheol aldı.”





“Kang Cheol” bu laf Ah Jung’un gözlerini direkt salona çevirmişti ve koşarak
içeri dalmıştı. Chae Min’in karşısında ki koltukta oturan Kang Cheol, Ah Jung’u
görünce ayağa kalktı ve kibarlık göstergesi olarak hafifçe eğildi. Sabah
giydiği siyah takım elbisenin aksine, beyaz bir tişört, altına da siyah dar
paça bir pantolon giymişti.





Ah Jung parıldayan gözlerle Kang Cheol’a bakarken bir yandan da kızaran
yanaklarını gizlemeye çalışıyordu. Ama başaramamıştı, Chae Min utandığını da
gülümsediğini de görmüştü. Genç adam “Şuna bak şuna! Ah, birde utanıyor, resmen
adamla flört ediyor! Bu rezilliğe dayanamayacağım, daha sabah tanıştığı adamla…
Sakinim!” diye geçirirken, karşı koltukta oturan Ah Jung ile Kang Cheol’a
diktiği gözlerinden ateş çıkıyordu.





Yaklaşık on dakika sonra herkes salonda bir köşeye oturmuştu, Eun Joo ile
Sung Mo hariç. Çünkü onlar mutfakta oturuyordu. Ji Hye ile Tae Sun masanın
başına geçmiş sessizce oturken, Ah Jung ve Kang Cheol birlikte koyu bir sohbete
dalmıştı ama tekli koltukta somurtarak oturan Chae Min dediklerinden hiçbir şey
anlamıyordu, zaten tam olarak duymuyordu da. Duyduğu ve anladığı tek şey
“Gözleriniz gerçekten çok güzel” olmuştu. Bu sözler yaklaşık birkaç saniye önce
Kang Cheol’un ağzından dökülüvermişti ve Chae Min’in sağ gözünün seğirmeye
başlamasına yetmişti.





Chae Min sessizce ve zor zoruna oturduğu koltuktan hızla kalktı, bu durum
herkesin gözlerini üzerinde toplamasına yetmişti.





“Neye bakıyorsunuz? Sadece su içecektim.”





Chae Min salondaki ruh haline daha fazla uyamayacağını anlayınca hızla
mutfağa geçmişti. Mutfakta ise kendisini daha çok sinirlendirecek bir manzara
ile karşılaşmıştı. Eun Joo’nun elleri Sung Mo’nun avuçlarında ve birbirine
sevgi ile bakan iki göz…





Genç adam onları bu şekilde görünce mutfağa attığı bir adımı geriye çekerek
kendini tekrar salona yönlendirdi. İçeri girdiğinde Ah Jung’un kendisine
baktığını fark etti ve umursamazca başını başka yöne çevirdi. Genç kız onun
yaptığı hareketi görünce “Resmen beni kıskanıyor, inanamıyorum!” dedi içinden
ve Kang Cheol’la arasında olan bir kişilik mesafeyi yarıya indirdi. Chae Min
bunu göründüğünde çenesi resmen yerlere inmişti. Genç adam yutkundu ve kendini
Kang Cheol ile Ah Jung’un ortasına atıverdi. O kadar ani olmuştu ki kimse ne
olduğunu anlayamamıştı.





Chae Min kendini Ah Jung ile Kang Cheol’un arasına atınca biraz olsun
rahatlamıştı ama yaptığı tek şey; Kang Cheol’u gülümsetmek ve Ah Jung’u
sinirlendirmek olmuştu.








Ji Hye ile Tae Sun onların haline gülümseyerek baktıktan sonra tekrar
sessizce önlerine döndüler. Tae Sun ne kadar sessizliği bozmak istese de, yolda
Soo Jin’in nereye gideceğini ona söylediğinde beri, Ji Hye’nin suratının aldığı
hale bakınca konuşma isteği kaçıyordu. Sonunda başlamalıydı ve onu
konuşturmalıydı, yoksa Ji Hye’nin daha çok sessizleşeceğinden korkuyordu.





“Bugün hava ne güzel değil mi?”





“Efendim? Ha, şey… Hava aslında biraz kapalı, yağmur yağabilir gibi
gözüküyor ama… Bilmiyorum belki de sen yağmurları seviyorsundur.”





Tae Sun kırdığı potu düzeltmek için gülümsedi ve “Ah, evet! Çok severim
yağmurları.” dedi, Ji Hye’nin biraz olsun gülümsemiş olan suratına bakarak. Ji
Hye yavaşça Tae Sun’un kulağına yaklaştı ve “Peki Kang Cheol neden burada?”
diye sordu, fısıltı halinde.





“Ha, o mu? Woo Joon onun arabasını ödünç aldı ve Kang Cheol’u da bizim eve
davet etti. Bir çeşit rüşvet gibi düşün. Aslında ben Kang Cheol’un, Woo Joon’a
araba vereceğini hiç düşünmüyordum ama yaptı yapacağını ve aldı arabayı.”





“Neden vermesin ki arabasını, sonuçta onun patronu sayılır?”





Tae Sun derin bir nefes aldı ve Ji Hye’nin kulağına yaklaşarak “Kang Cheol
arabasına çok değer verir. Yani öyle böyle değil, aşırı derecede sever ve
korur. Bu onun ikinci arabası, ilkiyle Woo Joon kaza yapmıştı. Babası Woo
Joon’un elinden arabasını almıştı, ama Woo Joon gizlice Kang Cheol’un arabasını
alıp gece âlemine akmıştı. Sarhoşken şoför koltuğuna oturunca da küçük bir kaza
yapmıştı. Kendisi ucuz sıyırttı ama araba fena haldeydi. Kang Cheol çok üzüldü
ama Bay Hyun Soo ona yenisini alınca idare etmek zorunda kaldı.”





Ji Hye duyduklarından sonra dudaklarını büzdü ve başını yavaşça sallayarak
“Anladım.” Dedi kısık bir sesle.





Salon işte bu haldeyken Sung Mo ve Eun Joo neşeyle salona girdiler ve “Yemek
hazır artık başlayabiliriz.” dediler gülümseyerek. Buna karşılık Chae Min “El
ele göz göze ancak hazırladınız zaten.” diye geçirdi içinden gözleriyle
ayaktakilere dik dik bakarken.





~~~~~~





Woo Joon bir mağazanın önünde durmuştu. Bu mağaza, genç adamın yakında
sahibi olacağı, son derece lüks bir mağazaydı. Görevliler Woo Joon’u gayet iyi
tanıyorlardı, son iki haftadır hiç uğramıyor olsa da, normalde giysilerini hep
buradan alıyordu genç adam.





Woo Joon elinden tutarak sürüklediği genç kızı en pahalı ve en güzel
giysilerin olduğu bölüme getirdi ve görevlilere dönerek “Buraya kimseyi almayın
ve en güzel giysileri getirin. Bu arada, benim için değil kız arkadaşım için.”
dedi bir patron edasıyla, adeta emir yağdırıyordu. Elbiseler geldiğinde Soo Jin
hala daha üstündekileri çıkartmamak konusunda diretiyordu ama Woo Joon’un onu zorla
kabine sokup eline bir elbise tutuşturmasıyla, sadece sinirden dişlerini
sıkabilmişti genç kız.





Woo Joon kabinin önünde yaklaşık on dakika bekledikten sonra, elindeki kahve
bardağını masanın üzerine koydu ve kabinin kapısına yaklaşarak “Ölmedin, değil
mi?” diye bağırdı. Gelen yanıt ise hiç şaşırtıcı değildi.





“Ben ölmedim ama çıkınca seni öldürebilirim.”





Woo Joon bu cevabı alınca, kabin kapısının yanında bekleyen iki genç
çalışanın yüzüne baktı utanarak. İkisi de gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.
Soo Jin ise kendini o anda dışarı attı.





Üzerinde kırmızı dar ve son derece mini bir elbise vardı. Sokakta
görenlerin, başka bir tür kız sanacağı bir hale gelmişti. Genç kız bir eliyle
üzerindeki elbisenin dekoltesini çekiştirmeye çalışırken diğer eliyle de
elbisenin altını çekiştiriyordu.





“Ben bu elbiseyle bu mağazadan dışarı adımımı atmam.”





Woo Joon onu bu halde görünce, kısa bir şok geçirdi ve onu dikkatle süzerek
“Aslında ben seni bu halde başka bir yere götürürdüm ama şimdi gideceğimiz yerde
bu şekilde asla duramazsın.” dedi gülümseyerek. Kafasına Soo Jin’den bir darbe
yemesi de pek geç olmamıştı.





Woo Joon son olarak eline beyaz dantelli bir elbise aldı ve onu genç kıza
uzatarak “İşte bu tam uyuyor, hadi giy de gel.”





Soo Jin derin bir nefes aldı ve kendisine uzatılan elbiseyi hızla genç
adamın elinden çekip aldı.





Genç kız kabinden çıktığında, üzerine tam oturmuş bu dantelli beyaz elbise
onu tam bir melek gibi göstermişti. Woo Joon’un bakışlarını üzerinde
hissettiğinde ise yanakları kızarmaya başlamıştı.





Genç adam karşısındaki bu güzelliğe bir süre bakakaldı ama Soo Jin’in
yanaklarının kızarmaya başladığını görünce gülümseyerek onu elinden tuttu ve
görevli kızlara dönerek “Faturayı babama gönderin, seve seve ödeyecektir.”





~~~~~~





Woo Joon üzerindeki kırmızı ceketi düzelterek arabadan indi ve genç kızın
kapısını açmak için o tarafa yöneldi. Oraya vardığında ise Soo Jin çoktan
araçtan inmişti. Genç adam oflayarak genç kızın elini tuttu ve karşılarında
duran son derece görkemli villaya doğru yürümeye başladı.





Beyaz kaplama karşılıyordu gelenleri, taşı anımsatan beyaz kaplama… Halının
sonunda iki tane çiçek saksısı ve yanlarında da küçük, şirin iki tane bahçıvan
sincap heykeli duruyordu. Üç katlı ve son derece görkemli bu villanın giriş
kapısı, tamamen gümüş işlemeli ve büyükçe bir kapıydı. Girişte bir tane görevli
duruyordu, orta yaşlı ve oldukça sert bakışları vardı. Evin yanında kocaman bir
havuz ve etrafında dört tane şezlong vardı. Evin çevresinin neredeyse her yeri
çiçeklerle kaplıydı. Etrafı parmaklıklarla örülüydü ama parmaklıklarda siyah
işlemelerle güzelleştirilmişti. Zaten parmaklıkla etrafını saran çeşitli
bitkilerle oldukça güzeldi ama her ihtimale karşın yapılmıştı bu işleme.





Soo Jin elini tutan Woo Joon’a biraz daha yaklaşarak “Burası neresi,
neredeyiz biz?” diye bağırdı. Genç adam onun sesini bastırmak amacıyla “Geldik…
Birazdan göreceksin.” dedi yüksek bir sesle.





Evin iç kapısında orta yaşlı bir çift onları bekliyordu. Soo Jin korku dolu
gözlerle yaşlı çifte bakarken bir yandan da Woo Joon’dan elini kurtarmaya
çalışıyordu. Ama genç adam Soo Jin’in elini bırakmamakla kararlıydı.





“Biz geldik! Anne, baba nasılsınız?”








24. Bölüm


SOnu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kızların Egemenliği
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Bitmiş Hikayeler-
Buraya geçin: