Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Sapık ve Çirkin

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Sapık ve Çirkin Empty
MesajKonu: Sapık ve Çirkin   Sapık ve Çirkin Icon_minitimeCuma Tem. 08, 2011 3:03 pm

Yazar: Lee Junki



NOT: Hanguk İyagi sayfasında düzenlenen SS501 yarışmasına bazı sebeplerden
dolayı katılamadığım için ona yazdığım hikayeyi tek bölümlük olarak paylaşmak
istedim. Uzun olduğunu biliyorum ama içi dolu iki yorumu bana çok görmezseniz
sevinirim



Sapık ve Çirkin





Önünde birikmiş onlarca arabadan yayılan korna sesleri, güneşin kavurucu
sıcağının alnından akıttığı yorgun ter damlaları, provaya geç kalacak -belki de
kalmış- olması sinirlerini altüst etmek için sayabileceği sebepler arasındaydı
Hyunjung’un. Konser için yapılan provalara dün geç kalmıştı zaten. Önceki gün de.
Önceki gün de ve kahretsin ondan önceki gün de! Bugün de geç kalırsa eğer
menejerden özür dilemeye dahi yüzü olmayacaktı. Bu yüzden önündeki uzun ve
kaplumbağa hızındaki trafiğin tazı olmayı öğrenmesi gerekiyordu. Geç kalma
ihtimali beyninin içinde bir solucan gibi kıvrılırken kendi kendisine kızdı.



‘Geç kalmayacağına inanırsan, geç kalmazsın. Sorun ne?’



Önündeki arabanın fren lambalarındaki kırmızı ışık sönüp, trafik biraz olsun
ilerlemeye başladığında bunun iyi bir gelişme olduğunu varsaydı ve arabanın
teybindeki Play tuşuna bastı. Her ne kadar önlem olarak kafasına beyaz bir
beyzbol şapkası geçirip siyah bir güneş gözlüğü taksa da, insanlar tarafından
tanınma ihtimali onu korkuttuğu ve dikkat çekmek istemediği için teybin sesini
dışarıdan duyulacak kadar çok açmadı. Korkunç trafik öndeki arabanın bir ya da
en fazla iki metre sonra durmasıyla birlikte yine tıkandı. Parmaklarını
direksiyona vurarak ritm tutmaya başladı can sıkıntısını geçirmek için. Teybin
hoparlöründen acı ve mutluluk kavramlarını aynı anda haykıran müzik
döküldüğünde Hyunjung’un dudakları da gayrı ihtiyarı mırıldanmaya başladı.



‘Neoreul bomyeon apa, sumi neomu gappa, ije nae sonjaba,

Keu sarameun neoreul saranghaji anhaetneunde, wae?

Why dont you get it?

Baby let me… love ya love ya love ya…’



Direksiyona vurarken çevresine bakındı. Trafik ışıklarının ötesinde yeni
inşa edilmiş koca bir bina vardı ve duvarında SS501’in iki gün sonra vereceği
büyük konserin afişleri asılıydı. Afişi ayaküstü inceledi. Büyük fotoğrafın en
solunda Park Jungmin başparmağını havaya kaldırıp, diğer dördünü yumruk yaparak
koca bir ’OK!’ işareti yapmış gülümsüyordu. Hemen yanında Kyujong bir kolunu
Jungmin’in diğerini de sağındaki Hyungjun’un boynuna dolamış, sırıtıyordu.
Ortadaki kahverengi saçlı adamı –kendisini- sona bıraktı ve sol tarafındaki
Yeongsaeng’e baktı. Yüzünde adeta fanlarına ‘forever’ diye haykıran bir gülücük
vardı. Hyungjun da göğsünün üzerine parmaklarıyla bir kalp motifi çizmişti.
Grubunu seviyordu. Suratına bir gülücük yerleştirdi ve kendisini incelemeye
başladı. Yeongsaeng ve Kyujong’un omuzlarına kollarını dolamış, otuziki dişini
birden göstererek gülüyordu. Üzerine kareleri mavi, beyaz, buruşuk bir gömlek
giymişti. Okulu asmış genç bir delikanlıyı andıran gelişigüzel bir kravat
takmıştı. En son değiştirdiği saç stili hoşuna gidiyordu ve kahverengi saçların
kendisine yakıştığını düşünüyordu.



Arkadaki arabadan ani bir korna sesi duyduğu zaman önünde açılan boşluğu
doldurmak üzere gaza bastı. Arabanın hareketlenmesiyle durması arasında en
fazla bir dakika geçmişti ki, fren lambaları yine yandı ve trafik tıkandı.
Şapkasının siperini iyice alnının üzerine düşürdü ve camdan dışarı baktı.
Önünde uzanan arabaları görünce nefesi kesilecek gibi oldu. Kavşağı yarım
saatten önce dönemezdi bu trafikte! İmkânsızdı! Saatini kontrol etti. Provaya
yalnızca yedi dakika kalmıştı. Derin bir ‘of’ çekti ve direksiyona vurdu.



‘Asla yetişemeyeceğim ve bütün ‘sorun değil’ lere rağmen sorun çıkaran kişi
konumuna düşmüş olacağım.’



Teyipteki müzik çoktan diğer şarkıya geçmişti.



‘La la la la la… neol bureuneun neoraega ireon neoraega… La la la la la…’



Direksiyonda tıkırdattı parmaklarını. Sol tarafına baktı ve stres atmak için
alnını ovuşturdu. Çevresine bakınmaya devam etti. Az önceki binanın
üzerindekinden başka hemen her yerde küçük konser afişleri asılıydı. Gözleri
fazla uzağında olmayan bir binaya takıldı. Afiş küçüktü, samimi bir havadaydı
ve kabartmalı el yazılarıyla birlikte gıcır gıcır duruyordu ama ilgisini çeken
şey afiş değil, önünde duran kızdı.



Kızın yüzü gözükmüyordu –ki Hyunjung görmek isteyip istemediği konusunda
emin değildi- ve afişin önünde durmuş bakınıyordu. Hatta dikiliyordu. Elbette
ki kızı ilginç yapan şey diğer fanlar gibi ‘oppa’ çığlıkları atması değildi.
Bundan biraz daha fazlasıydı. Kızı görür görmez ‘sapık’ olduğunu anlamakta
gecikmedi Hyunjung. Kız posterin ortasındaki Hyunjung’un kendi fotoğrafında,
onun sırıtan dudaklarında gezdiriyordu parmaklarını. Ardından yetmemiş gibi
Hyunjung’un gömleğine indirdi ellerini. Göğsüne dokundu. Elleri fotoğrafta
gezinmeye devam etti. Kollarını ve kaslarını elledi. Parmakları Hyunjung’un
bütün vücudunda dans etti.



Hyunjung’un verebildiği en iyi tepki gözlerinin faltaşı gibi açılması,
ardından alışılmış bir şey olduğunu kavrayarak eski haline dönmesi oldu.
Ardından burun kıvırdı. Kadınların vücuduna hayran olmasından genelde
hoşlanıyor, abarttıkları zamansa içinde tiksinti ve nefret duyguları birlikte
harmanlanıyordu.



Şu an bir partide olsaydı ve bir kadın tarafından iltifat alsaydı herhalde
mahcup ama gururlu bir ifadeyle birlikte gülerdi. Ama insanların içinde bir
kızın sevdiği ünlünün vücudunu incelemesi, dahası ellemesi toplumsal normlara
aykırıydı.



‘Unut gitsin!’



Bir korna sesi daha aklını başına getirdi. Sıcaktan bayılacaktı neredeyse.
Göz kapakları ağırlaştı ve terledi. Arabasını kaderin almasına izin verdiği yol
kadar ilerletti ve frene bastı yine. Hiç ümidi yoktu artık. Geç kalacaktı.
Dikiz aynasından arkadaki arabalara baktı. Konvoy olduğu şoförün suratındaki
ölümcül ifadeyi görünce bu yolda yalnız olmadığını bir kez daha fark etti.



Aslında bu saçmalığa boşuna dayanıyordu! Gideceği yer yalnızca iki cadde
ötedeydi ve kavşağı dönme zahmetine katlanana kadar ayaklarına spor yaptırsaydı
çok daha kısa bir sürede orada olabilirdi. Bunu denememesinin sebebi daha
önceden denemiş olmasıydı. Sonuç olarak, elinde dijital kamerasıyla koşturan
mini etekli bir kızla cezalandırılmıştı. Yine de başka çaresi var mıydı?
Saatine baktı. Üç dakika kalmıştı. Diğer üyelerin gecikme payını da hesaba kattığında
sekiz dakikası olduğu kanısına vardı.



‘Neyse ne Hyunjung! Daha önce hiç geç kalmadın mı? Yalnızca beş dakika
boyunca ellerini suratına bastır ve utanmış taklidi yap!’



Bu düşünce onu biraz olsun rahatlatmıştı ki, telefonunun titrediğini gördü.
Kulaklık takma zahmetine girmedi ve aramasını cevapladı.



‘’Alo?’’



‘’Neredesin?’’ Hyunjung savunma yapmaya hazırlanır gibi boğazını temizledi.



‘’Hadi ama hyung! Sekiz dakikam var daha! Neden bu kadar erken uyarılmak
zorundayım?’’



‘’Herkes toplandı, seni bekliyoruz!’’ Bu bilgiye göre ‘diğer üyelerin
gecikme payı’ diye bir olgudan söz edemezdi.



‘’Trafik var!’’ dedi üzgün bir ses tonuyla. ‘’Elimden geldiğince hızlı
olmaya çalışıyorum.’’



‘’Noel ağacından bir farkımız olmalı, değil mi? Bu yüzden gaza basmayı
unutma.’’ Menejerin sesi biraz sert geliyordu.



‘’Benimse daha iyi bir fikrim var.’’ Başka bir şey söylemedi ve telefonu
kapattı. Arabasını yol kenarındaki ‘PARK EDİLMEZ’ tabelasının önüne park etti
ve arabasından indi. Ayaklarını kullanacaktı.



Kaldırım boyunca yürümeye başladı. Adımları hızlıydı. Bir kere uyarılmak
çoktan girişmeye kararsız olduğu savaşı kaybetmesine sebep olmuştu ama ikinci
kere uyarılmak bundan daha kötüsü olurdu. Tempo tutmaya başladı. Arabasını bir
polis bulup kaldırabilirdi ama bu uzun trafikte aklını kaybetmesi ödeyeceği
yüklü miktardaki faturadan daha korkunç bir son olurdu herhalde. Saatine baktı.



İki dakika!



Biraz daha hızlanmalıydı. Yürümek de sıkıcıydı. Bir şarkı mırıldanmaya
başladı ve ayaklarının temposuna uyum sağlamakta gecikmedi. Bundan önceki
albümlerinde çıkarmış olmalarına rağmen diline doladığı bu şarkıyı seviyordu.



‘Neoreul bomyeon apa, sumi neomu gappa, ije nae sonjaba,

Keu sarameun neoreul saranghaji anhaetneunde, wae?

Why dont you get it?

Baby let me… love ya love ya love ya…’



Ve her şey bir saniye içinde gerçekleşti. Başını saatinden kaldırmasıyla
dizine metal bir sopanın çarpması bir oldu. Hyunjung daha ne olduğunu
anlayamadan kendisini dizini ovuştururken buldu. Yetişmesi gereken bir prova
varken, lanet olası trafikten henüz kurtulmuşken bu suikast (!) de neyin
nesiydi?!





‘’Biraz daha dikkatli olamaz mısın?! Tanrı sana o gözleri çevrendekileri
görme diye mi verdi?!’’ Sinirini çıkarırcasına bacağına çarpan değneğin
sahibine bağırdı. Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyordu ki, arkasındaki
ses onu durdurdu.



‘’Özür dilerim. Gerçekten özür dilerim, benim hatamdı.’’ Arkasına döndü.
Saçları beline kadar uzanan çirkin bir kız önünde eğilmiş, kendisinden af
diliyordu. Cevap vermeden yürümeye devam edecekti ki, kızın başını
kaldırmasıyla birlikte durdu. Yüzünü görmüştü. Sinirle kaldırdığı kaşları
yerine oturdu, alnının kırışıkları fırtına sonrasında durulan bir deniz gibi
sakinleşti ve bir an suçluluk duygusu Hyunjung’un beynine çivilendi.



Bu kız, o kızdı.



Hemen yanıbaşına baktı. Az önce kızın elleyip durduğu posterin hemen
önündeydiler ve bu o ‘sapık’, uzun saçlı, çirkin kızdı.



‘’Özür dilemene gerek yoktu.’’ diye kekeledi ne dediğini bilmiyormuş gibi ve
yere eğilmiş eliyle yoklayarak değneğini bulmaya çalışan kıza baktı. O da
Hyunjung gibi siyah bir gözlük takıyordu ve çevresini görmesini sağlayan tek
duyu organı elleriydi. Hyunjung kızın biraz öteye savrulmuş değneğini yerden
aldı ve kızın eline verdi. ‘’Özür dilemesi gereken benim. Dikkatsiz
yürüyordum.’’ Kız ne diyeceğini bilememiş gibi oldu bir süre ve sonra siyah
gözlüğün köşesini oynattı yerine iyice oturtmak için.



‘’Elbette ki hata benim. Lütfen, yanlış anlamayın! Gözlerim görmüyor ama bu
bir şeyi değiştirmez.’’ Doğru lafı bulmak ister gibi bakındı. Sonra
başparmağıyla arkasındaki duvarı işaret etti.



‘’Konser afişine bakıyordum. Önümü size dönmüş olsaydım, kesinlikle
çarpmazdım!’’ Başka bir şey söyleme gereği duymadı ve önünde eğildikten sonra
gitmeye koyuldu. Değneğini yere çarpmasıyla kaldırım taşlarından ritmik sesler
çıkıyordu. Hyunjung bir tepkide bulunmadı. Başını eğdi, sonra sağına baktı:
Afişe. Elini afişin üstüne değdirdi tahminini doğrulamak için ve gözlerini
kapatarak kendisine küfür etti.



Dünyanın sekizinci harikasısın Hyunjung! Ancak bu kadar aptal olabilirdin!



Afişin üzerindeki kabartmalara eli değdiğinde ‘sapık’ kızın sapık olmadığını
anladı. Kör bir insan görmesi gerekenleri elleriyle görürdü. Afişi ancak
üzerindeki kabartmaları elleyerek okuyabilirdi! Adımlarını yeterince
hızlandırdı ve kızın yanına geldi. Kızın kör olmasının yanısıra şapkası ve
gözlüğüne güveniyordu tanınmama konusunda.



‘’Konsere mi gideceksin?’’ Kız yanına gelen Hyunjung’u hemen algıladı ve
başını salladı.



‘’Hayır.’’ Hyunjung’un kolları düştü.



‘’O halde, afişe neden bakıyordun?’’



‘’Gitmek istemiştim ama artık istemiyorum.’’



‘’Neden?’’ Kızın sapık olmadığını anlamıştı Hyunjung ama çirkin olduğu
konusunda hala teorisini çürütecek bir ize rastlayamamıştı. Kız güldü.



‘’O insan kalabalığının içinde ezilmenin çok da iyi bir fikir olmadığını
fark ettim.’’



‘’Hepsi bu mu?’’ Kız duraksadı.



‘’Hayır.’’ Hyunjung da durdu. Cevap vermedi ama kızın suratına bakmaya devam
etti. Kendisini görmese bile bir cevap beklediğini biliyor olmalıydı.



‘’O genç kızlar konsere neden gidiyor biliyorsun. O beş yaratığı görmek
için. Oysa benim yapacak daha iyi işlerim var. O beş yaratığı görememek gibi.’’
Hyunjung içinin titrediğini hissetti. Kızın bir santim yanında olduğunu belli
etmek istercesine sordu.



‘’Onlarla aynı mekânda bulunmak bile güzel bir duygu olmalı?’’ Kız bu söz
üzerine kıkırdadı.



‘’Ben onları kasları ya da görüntüleri için sevmiyorum.’’ diye açıkladı.
‘’Beni onlara bağlayan şey…’’ Yine sırıttı. ‘’…müzikleri. Ben onları onlar
olduğu için değil yaptıkları müzik için seviyorum.’’ Sırıtmaya devam etti.
Hyunjung da sırıtmak istedi ama iğreti bir gülümsemeyle yetindi.



‘’İyi bir fikir gibi gözüküyor.’’ Kız derin bir nefes aldı.



‘’Hyunjung oppa!’’ dedi başını yana kaydırarak. ‘’Şu an mini etek giyip
kırıtan bir kızın ya da başka herhangi birisinin yanında olman gerekmiyor
muydu? Kör ve çirkin bir kız seni mutlu etmiyor ya? Neden şu an yanımda
yürüyorsun?’’ Hyunjung kulağının arkasını kaşıyarak cevap verdi.



‘’Neden mi? Doğrusunu istersen, bunu düşünecek kadar vaktim olmadı.’’ Bu
sefer sırıttı Hyunjung ama gülüşü buz gibi dudaklarında dondu kaldı.



‘’Ne dedin sen?’’ Parmağını kaldırdı ve görmeyecek olması umrunda değilmiş
gibi kıza işaret etti. ‘’Hyunjung oppa mı? Sen benim… Benim o… Yani şey
olduğumu… Nasıl bildin?‘’ Kız yine kıkırdadı. Elini ağzına kapatmasıyla
birlikte suratında açık hiçbir yer kalmadı. Ellerini indirdi ve yüzü gibi
çirkin sesiyle bir şarkı söylemeye başladı.



‘Neoreul bomyeon apa, sumi neomu gappa, ije nae sonjaba,

Keu sarameun neoreul saranghaji anhaetneunde, wae?

Why dont you get it?

Baby let me… love ya love ya love ya…’



Sonra gülücüğünü gizledi ve donuk bir sesle konuştu.



‘’Sana seni müziğinden tanıyabileceğimi söylemiştim. Kazara ayağına
değneğimi çarpmadan önce bu şarkıyı söylemiyor muydun?’’ Hyunjung afalladığında
kulaklarında uzaktan gelen bir ses belli belirsiz yankı yaptı.



‘’Yujin! Yujin!’’ Bir ses kendilerinden tarafa sesleniyordu. Kız elini kaldırdı
ve gözlerini diktiği noktadan ayırmadan Hyunjung’un arkadaşı zannettiği kıza el
salladı.



‘’Geliyorum!’’ diye cevapladı kız. Sonra bakışlarını çevirmeden konuştu.



‘’Belki de bu beş dakika konserde geçireceğim bir saatten daha iyiydi. Teşekkürler
oppa!’’ Önünde eğildi ve değneğiyle yoklaya yoklaya yürümeye devam etti.



Hyunjung şaşırmıştı. Aynı zamanda afallamış. Ne olduğunu anlamadan bir süre
bakakaldı kızın arkasından ama ardından cebinde titreyen telefon onu kendine
getirdi. Ne ekrana baktı, ne de telefona cevap verdi. Hızlı adımlar atmayı bir
kenara bıraktı ve koşmaya başladı. Belki çoktan geç kaldığı provalara ve belki
de artık güzel bulduğu kıza yetişmek için koşuyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sapık ve Çirkin
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Dream Stories of Korea :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: