| . |
| | Aşk Denen Karmaşa | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Aşk Denen Karmaşa Ptsi Tem. 11, 2011 5:06 pm | |
| Yazar: S.Dila Aydoğan
Tanıtım
Seo Ra: Uçuk kaçık bir kızdır. Hayatı “anı yaşa!” felsefesi üzerini kuruludur. Son derece alımlıdır. Arkadaşlarına çok önem verir. Sevdiklerine karşı çok duygusal… Ancak biraz kaba… Onu tek kelimeyle anlatmak çok zor… Çünkü öyle bir kelime henüz yok!
Min Sung: Son derece ukala… Kızların hayran olduğu bir yakışıklı… Aslında çok iyi biri, ancak bunu sadece çok sevdiği insanlara gösteriyor. İnsanlara yardım etmeyi seviyor. Sürprizler yapmaya bayılıyor.
Ji Sun: Seo Ra’nın ev arkadaşı… Aynı zaman da en iyi dostu… Hayalperest, gururlu, dik kafalı, macera düşkünü ve tam bir alışveriş kolik! Masallarda gördüğü ve tanıdığı bir aşkın peşinde koşmaktan hayat gerçeklerine gözünü kapatmış bir aşk manyağı… Aşk mı? Aşk ise o kovaladıkça kaçıyor…
Ki Joon: Min Sung’un yakın arkadaşı ve baş belası… Yakışıklı, karizmatik ve çapkın… Dünyanın onun etrafında döndüğünü sanıyor. Çok kibar ve sıcakkanlı ancak bu huylarını kıskançlığıyla gölgede bırakıyor.
Hayatları normal bir düzende giderken ve işler yolundayken her şey bir anda alt üst oluverecek… Sebebi basit… “AŞK”!
Yayınlayan Admin:Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:08 pm | |
| 1. Bölüm
^^ Seo Ra’nın Ağzından ^^
“Gerçekten bunu yapmak zorunda mıyız? Yani hayat onlar olmadan da yeterince zor! Hayat neden mi zor? Şu anda bir yığın insanın içinde otobüsteyim. Evden çıkalı daha yarım saat bile olmadı ama şu çılgın otobüs kalabalığı nedeniyle terden sırılsıklam oldum! Ve ben sana bunlardan şikâyet ederken bir de yaşlı kadının teki gözlerini dikti bana bakıyor. Gerçekten sinirliyim! Hey bir dakika bekle tamam mı?” dedim ve kulağımdaki telefonu indirdim. Bana gözünü dikmiş bakan teyzeye döndüm. Gayet kibar(!) bir biçimde konuşmaya çalıştım.
“Bakar mısınız? Gerçi ben demeden de bakıyorsunuz ya! Neyse… Telefonla konuşuyorum ve siz bana öyle bir bakıyorsunuz ki, rujumun ya da makyajımın aktığını düşünmeye başladım. Hayır, yani söylemek istediğiniz bir şey varsa buyurun söyleyin... Öyle yüzüme bakınca telepati kurarak ne düşündüğünüzü anlayamıyorum.” dedim ve kadının ağzına açmasına fırsat vermeden telefona döndüm. Sevgili arkadaşım yine ne kadar kaba olduğum konusunda konuştu. O konuşurken telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve tırnaklarımı incelemeye başladım. Hey biraz zevksiz bir oje mi sürdüm acaba? Ne önemi var ki? Telefondan gelen ses kesilince tekrar kulağıma dayadım. İnmem gereken durağa gelince otobüsten indim ve konuşmaya yolda devam ettim.
“Ji Sun! O şapşal kızın düzenlediği partiye gelmeyeceğim! Ya onların saçma sapan ilişki muhabbetlerinden de, bugün bunu giydim ama aslında bunu giymeyi düşündüm tarzı laflarından da bıktım! Hayır onu giymeyi düşündüysen giyseydin! Yani bir beynin var ve düşünebiliyorsun – ki bu inanılmaz – o zaman düşündüğün şeyi gerçekleştir. Cidden zeka özürlü olduklarını düşünüyorum.
Zaten bu akşam annem ve harika-eğlenceli-muhteşem arkadaşıyla ve oğluyla tanışacağım. Bu kadın beni delirtiyor. Arkadaşını severim, yani iyi kadın. Ama oğlu da nereden çıkıyor ki? Annemin beni evlendirme merakına inanamıyorum! Sanki bir evlilik için ölüyormuşum gibi… Ama ben yapacağımı biliyorum, beni tanımalarını sağlayacağım. Hem de çok iyi…” durdum ve ji Sun’un süper ötesi yorumunu dinledim. Bazen bu kız annemden bile beter olabiliyor. Kendisi bir sevgili bile bulamazken benim evlenmek için bekleyen bir sürü koca adayım varmış. Geçen seferki çok yakışıklıymış. Ondan önceki çok zenginmiş. Hatta geçen haftaki o kadar karizmatik olmasının yanın da bir de doktormuş! Hadi ya! Bundan bana ne ki? Gerçekten bu kızın çenesi beni bunaltıyor. İki gündür annemde kalıyor olmam onu çok üzmüş. Evde tek başına olmak berbatmış. Of of… Asıl berbat olan hayat yaa!
Okula vardığımda telefonu yeni kapatmıştım. Gözüm ekrana ilişti. Ohaa!! Bu kadar konuşan ben miyim? Alt tarafı partiye gelmeyeceğim diyecektim. 42 dakika! Gerçekten korkunç! Bu şokla kendime gelmeye çalışırken birine çarptım. Başımı kaldırdım ve bana gülümseyerek bakan bir yüzle karşılaştım. Gerçekten de karizmatikmiş be, diye düşünürken elini gözümün önünde salladı. Hı? Ne oluyor ya? “Çok sert çarpışmadık ama… Hassassınız galiba. Çünkü beni duymuyor ya da anlayamıyorsunuz. Hanımefendi?” ha? Ne diyor bu ya! Hassas mı? Ben mi? “Hayır, hayır. Ben iyiyim. Sadece biraz dalgınım. Kusura bakmayın. Çarpıştığımız(!) için özür dilerim.” Diyerek oradan ayrılmak için yana çekildim. Ancak onun sesini tekrar duymamla ona döndüm. “Adınızı sorsam fazla mı ileri gitmiş olurum?” Adım mı? Neden ki? Aman ne olacak. “Adım Seo Ra.” Deyiverdim bir çırpıda. “Tanıştığımıza memnun oldum. Ben de Ki Joon!” Sorduk mu? Tanrım ne manyaklar var ya! Ben gidiyorum gibisinden bi hareket yaptım. Aslında daha çok gözlerini çıkarmak için bir girişimde bulunmuşum gibiydi. Ne diyorum ya! Neyse daha işim var.
Şu öğretmenleri anlamak zor. O kadar öğrenci erkenden gelmiş. Oturmuş dersi dinliyor. Bir ben varım geç kalan, görme ne olur? Yani istisnalar hani kaideyi bozmuyordu! Al başına belayı…
Kütüphaneye gidip felsefe kitaplarını düzlemem gerekiyormuş. Felsefe mi?! Nefret ederim ya… Rüyama girse kabus olur. Ama ne yapalım. Cezamız bu çekeceğiz.
Ji Sun’u da çağırırım. Biraz sohbet ederiz.. Ama alışverişteyse gelmez ki. En iyi arkadaşım diye söylemiyorum ama çok iyi alışveriş yapar kendisi. Bir alışveriş dönüşü aldığı giysileri birbirine ekleseniz dünyaya kıyafet olur. O derece yani. Ben hiç sevmem. Zaten kıyafet de almam. Canım arkadaşım benim için de alır. Zaten çok şık giyinir. Ben de onun sayesin de şık olurum işte.
Bu birine kendimi anlatıyormuşum gibi hissetmeme neden olan ne acaba? Neden bu kadar çok açıklama yaptığımı anlamıyorum. Ben zaten beni de arkadaşımı da tanıyorum. Bak ya hala aynısını yapıyorum. Kütüphane nerede acaba? 2 yıldır şu okuldayım hala tuvaletle sınıftan başka yerleri bilmiyorum. Berbat bir öğrenciyim.
Hey, şu sabah bana çarpan bay-soru-sormadan-cevap-veren değil mi? Okuyan bir tipe benziyor. Dur şuna sorayım. “Merhaba! Bir şey rica etsem?” vay be! Ben ne ara bu kadar kibar oldum acaba? “Merhaba. Tabi ki. Nedir?” bu çocuk o kadar kibar ki bana da bulaştırdı. Özümü kaybediyorum! Kurtarın beni! Daha da görürsem yanına gelmeyeceğim. Beni olumsuz etkiliyorsun.”Kütüphane nerede? Yani bulamadım da…”aramadım ki bulayım.”Ben de oraya gidiyordum. Bir ödev meselesi mi?” ödev mi? İlginç! “Yok, bu bir ceza aslında. Ben ödevi pek umursayan bir öğrenci değilimdir.” Niye kendimi anlatıyorum ben bu çocuğa. “Anladım. Gel gidelim. Cezan çok beklemesin.” Ne kadar kibar. Hanım evladı!
Sıkıcı ve iğrenç ötesi bir ceza beklerken kendimi bir komedi şov ortasında buldum. Bu çocuğa haksızlık ediyorum. Bir hanım evladı böyle komik olamaz. Bu çocuk sayesinde Felsefeyi bile sevdim! İmkansız! İnanmayın zaten. Abartıyorum. O kadar çok konuştum ve güldüm ki yeni botoks yaptırmışım gibi hissediyorum. Yüz kaslarım hareket etmiyor! Bu çocuk tam benim kanka modelim. Ji Sun duysa kıskançlıktan ölür! Aman bana ne çocuk çok kafa ama. Bir gün bize gelse iyi olur hani. Ji Sun’a yeni bir aşk için fırsat olur belki. Çok zekiyim! Evet onu bize davet edeceğim. En kısa zamanda. Ama şu annemin arkadaşı ve çok sevgili oğluyla yemek işi bitsin öyle. Daha zaman bol! Hahaha zeka küpüyüm ben!
Yeni kanka adayımla vedalaştım ve annemin yanına gittim... Ya da cehenneme… Önce her şey güzel başladı. Annem yine döktürmüş! Ne bulduysam tıktım ağzıma. Elle yemek bir başka zevkli yahu. Misafirlere de kalsın diye bıraktım biraz. Kapı çalınca yerimden zıpladım resmen. Gerçekten şu zilin ötüşüne hayranım! Annem kapıya yöneldi. Ben öylece oturdum koltuğa. Gelsinler bakalım. Tanısınlar beni. Bayan Park’ın sesini duyar duymaz tanırdım. Mutlak bir neşe vardı kadında. Severim kendisini ama oğluyla işimiz var. Yani, görücüye mi geliyorlar!
Ben bu düşüncelerimle dalmış bir vaziyetteyken annemin kolumu çimdiklemesiyle hopladım. Ahh! Acıdı! Bakışlarımı anneme çevirdim. Kaşlarını oynatıp duruyordu. Anladım! Ayağa kalk diyor. Kalktım. Zarif sandığım bir biçimde başımı eğdim ve Bayan Park’a bakmak için kafamı kaldırdım. Bu da nesi? Bu nasıl olabilir!
Yayınlayan Admin: Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:08 pm | |
| 2.Bölüm
^^ Seo Ra’nın Ağzından ^^
Tesadüfün böylesine! Vay be! Bu bizim kanka adayı! Ha ha yine çok şanslıyım. Bu çocuk olmasa kesin sıkıntıdan patlardım, ama onun sayesinde artık sıkılmam. Ama bir dakika onlar buraya… Aptal kafam! Onunla iyi anlaşmamam gerek! Annem onunla iyi geçindiğimi görürse yarına, en geç iki güne bizi evlendirir. Sonra da başlar çocuk yapın, torun istiyorum diye. Hayır, yani çocukları severim de biraz erken olur. Yani daha okulum var. Hem zaten adını ne koyacağız ki? Aslında güzel bir isim bulabilirim. Geçen gün okuduğum kitaptaki kızın adı neydi ki? Yoo..? So..? Ya da Gyo?? Of! Hatırlayamıyorum. Ne de güzel kitaptı ya o. Baya da sevmiştim. Acaba o yazarın diğer kitaplarını da mı alsam? Evet, iyi fikir yarın Ji Sun ile çıkar alırız. Ne diyorum ben ya? Evlendim, çocuğum oldu, isim koydum, şimdi de kitap alıyorum. Akıl sağlığım iyi değil. Acil bir doktora gitmeliyim.
Düşüncelerime iyice boğulmuşken annemin karnıma attığı dirsekle acıdan iki büklüm olurken düşüncelerim de uçup gitti. Ki Joon bana öyle bir bakıyordu ki gülmemek için kendini biraz daha zorlasa ölecekmiş hissi uyandırıyordu. Kendimi toparladım. Bayan Park’ın yanına gidip uzattığı eli atlayarak direk sarıldım. O da sarılmama karşılık verdi. Ayrıldığımızda gülümsüyordu. Sonra Ki Joon’a sıcak bir merhaba dedikten sonra anneme soran gözlerle baktım. Memnun ifadesini görünce sevinmiştim.
Biraz oturduk. Az önceki geveze iç sesimi unutup tanıştığımızı anlattım! Ne kadar salağım! Annem dinledikçe gülümsemesi ya da sırıtışı tüm yüzünü kaplar hale geliyordu. Bayan Park da onun kadar neşeliydi. Onlar “Anlaştılar ve biz artık düğünlerini görebileceğiz.” bakışlarını birbirlerine atarken biz de kütüphane sohbetine kaldığımız yerden devam ettik. Beni dinledikçe yüzünün aldığı ifadelere gülümseyerek bakıyordum. Çünkü benim böyle biri olduğumu tahmin etmiyordu büyük ihtimalle. Beni tanıdıkça daha da şaşırıyordu. Hey, insanları şaşırtmayı çok severim!
Sohbet giderek koyulaştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gitmeye karar verdiklerinde, annemle dışarıda onları uğurlarken Ki Joon’la sözleştik. Yakın arkadaşlarımızla bir cafe de buluşup sohbetimize onları da dahil ederek devam edecektik.
Bu gece de böyle sorunsuz bitti. Bir uyku çekip sabah kendi evime gitmek için erken kalkmalıyım. Yoksa annem bizi kesin evlendirecek!
^^ Ki Joon’un Ağzından ^^
Yatağıma yatıp gözlerimi yumdum. Aklımı tamamen boşaltıp uyumaya çalışıyordum. Ancak onun yüzü, sesi zihnimi öyle bir kaplıyordu ki boşaltmak içimden gelmiyordu. Ne kadar da güzeldi öyle…
Bana çarptığı an kokusunu alır almaz büyülenmiştim. Güneş ışığıyla parlayan saçlarına takılmıştı gözlerim., ancak kafasını kaldırıp da yüzünü gördüğümde… İşte asıl o an büyülendim! Böyle bir insan olamazdı. O ancak bir melek ya da harika bir tablodan çıkma bir çizim olabilirdi. Ancak güzelliği sadece fiziğiyle sınırlı değildi. O konuşmasıyla, duruşuyla, fikirleriyle kısaca her şeyiyle özeldi. Bu kız gerçekten inanılmaz biri. Bir dakika! Ne oluyor bana?! Kız sıradan bir kızdı işte… O bardakiler gibi ya da okulda da peşini bırakmayan o yapışkanlar gibi… Hayır! Seo Ra yapışkan ya da sıradan değil. O tamamen kendi gibi ve özel.
^^ Seo Ra’nın Ağzından ^^
Of! Bu ne biçim bir sestir ya! Bir dakika bu ses o kadar yakından geliyor ki… Hayır! Uyku bandımı gözümden çıkarmadan ve yatakta doğrulmadan avazım çıktığı kadar bağırdım. “Anne… Anne evin içinde iş makinesi var! Hem de benim odamda! Anne! Fişini çek şu makinenin!” çağırışlarım ardından annem koşarak geldi.
Göz bandımı hafifçe gözümden kaldırdım. Opss! Sadece çalar saatmiş. Annem sinirlendiğinde yaptığı gibi ayağını yere vuruyordu. Ona aldırmadan hemen geri yattım. Hissettiğim şey olamaz! Hayır! Annemin beni gıdıklamasıyla gülmekten yerlere yatarken bir yandan da durması için tehditlerde bulunuyordum. Bazen kendimi hiç anlamıyorum. ‘Anne dur yoksa oklavanı kırarım!’ mı? Ne saçma bir tehdit bu. Ama işe yaradı galiba. E… Anne benim olunca beyinler de aşağı yukarı aynı çalışıyor.
Gülme seansları ardından, hazırlandım. Güzel bir mini etek ve üstüme hoş bir buluz giydim. Hey, bu etek xxmini! Amanın! Çekmiş mi bu? Ama ne yapacağım! Annemde az kalacağım diye kıyafet de getirmemişim başka… Dünküne de yağlı bir şeyden dökmüşüm. Neyse bugünlük böyle idare edeceğiz.
Yavaşça yürüyerek… Aslında baya bir yavaş yürüyerek ilerliyordum. Zaten meydanda olan bacaklarım, bu topuklularla iyice kendilerini gösteriyorlardı. Saçlarımın dalgaları da bozulur şimdi. Az rüzgâr var ama… Ne olur ne olmaz. Bu düşüncelerle bir taksi çevirdim. Doğru eve!
Eve vardığımda şok olmuştum. Ji Sun yarı uyanık yarı baygın yerdeydi! İçmiş mi bu? Of! Leş gibi de alkol kokuyor. Aldım bir banyoya götürdüm. Açtım soğuk suyu. O çığlıklarıyla evi inletirken ben de bozulan saçlarıma tekrar şekil verdim. Annem görmesin diye az yaptığım makyajımı iyice belirginleştirdim. Üstümü de değiştirecektim ama vazgeçtim. İnsanlar biraz güzel görsün değil mi? Ha ha ha! Hem zekiyim, hem de güzelim.
Ji Sun nihayet kendine gelince olanları anlattı. Ben yokken fırsattan istifade bara gitmiş. Orada barmen çocuktan çok etkilenmiş. Açılmak için cesaret bulmaya çalışırken barmenden içki istemiş. Bittikçe yenisi falan derken en son bir taksiye atlayıp buraya gelmiş. E… Araba ne olacak? Gidip alacağız!
Unutmadan bahsedeyim. Ailelerimizin durumu epey iyidir. Zenginiz yani. Anaokulundan beri aileler arası tanışma ile üniversitede ayrı eve çıkma hayalimizi gerçekleştirdik. Bir de ortak bir arabamız var. Bazen o kullanır bazen de ben. Aslında genelde ben kullanırım. Canımı o deliye emanet edemem değil mi?
Gittik, barın önünden arabayı aldık. Sonra ikimiz de aç olunca bir cafede güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı sonrası sohbetimizi ederken cafeye yeni girenlerle şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Ki Joon! Bu çocuk beni takip mi ediyor? Amanın o da nesi? Yanındaki o süper yakışıklı da kim öyle? Bu bizim hanım evladından da yakışıklı be! Bize doğru geliyorlar. Hemen önüme döndüm ve Ji Sun ile sohbet etmeye devam ettim.
Ki Joon kibar bir şekilde “Merhaba bayanlar. Oturabilir miyiz?” dedi. Ben de konuşursam ağzımdan kötü bir şey kaçar diye başımı eğdim. Ki Joon yanıma o yakışıklı da Ji Sun’un yanına yerleşti. Biz birbirimize gülümseyerek bakarken yakışıklı konuşmaya başladı. “Tanışmayacak mıyız?” demesiyle mallığımı fark ettim.
Hemen lafa girdim. “Merhaba ben Seo Ra. Bu da ev arkadaşım Ji Sun!” arkadaşımın bana sorarak bakan gözlerine cevap olarak “Canım, dün okulda tanıştım. Ayrıca annemin arkadaşı ve oğlu ile görüşecektim ya hani. İşte Bayan Park’ın oğlu!” diye ekledim. Ji Sun kafasını sallayınca Ki Joon “Bu da benim en yakın arkadaşım Min Sung! Seo Ra, biz arkadaşlarla buluşalım derken böyle bir anda olacağını hiç tahmin etmemiştim. Yani biraz çabuk oldu değil mi?” deyince ne diyeceğimi şaşırdım. Ben konuşma emri vermeden beynim düşündüklerimi söyleyiverdi. “Evet, iki gündür tesadüf üstüne tesadüf. Gerçekten şaşırtıcı.”
Biraz sohbet ettik. Daha doğrusu onlar sohbet ettiler ben de zihnimin tuhaf iç sesiyle muhabbet ettim. Annemle ne zaman gelinlik almaya gideceğimizi düşünüyordum. Eğer Bayan Park ile bugünü de beraber geçirdiğimizi öğrenirlerse kesin düğün var! Hala o kızın adını da hatırlayamadım. Ne olacak çocuğumun ismi? Uf yine başladım çocuk diye.
Ben bugün kitap alacaktım. İçimden alışveriş yapmak da geldi. Ay, yeni sezonlarda indirim olan yerler vardır. Gidip kendime bir şeyler mi alsam? Ji Sun kesin teklifimi kabul eder. Aslında kuaföre de mi gitsek. Bugün bir güzel süslenip bir gece kulübüne ya da bara gideriz. Bende ciddi bir değişim var. Yani barları sevmem ki. Aman olsun bugün gitmek istiyorum. Min Sung’un sesini duymamla kendime gelmem bir oldu.
“Seo Ra, sen niye hiç konuşmuyorsun. Biraz kendinden bahsetsene bize…” Yarışmaya katılıyorum sanki. Görürsün sen! “Adım Han Seo Ra. Üniversite 3.sınıfta, iç mimarlık bölümünde okuyorum. Gitar ve piyano çalıyorum. Felsefeden nefret ederim. Film izlemeye bayılırım. Tek çocuğum. Yarışmaya Seul’den katılıyorum. Diğer yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyorum!” deyiverdim. O aptal surat ifadesi birden sırıtmaya dönüştü. Ne var dercesine dik dik yüzüne baktım.
“Ayrıca çok kaba ve umursamazsın değil mi? Burada sohbet edilirken dışarıyı izleyecek kadar umursamaz!” demesiyle şalterler attı. Tutmayın beni! Demek kaba ha? Sen görürsün kabayı! “Ah, evet son derece kabayımdır. Dur göstereyim.” dedim ve önce ayağına bir tekme geçirdim ardından da önümdeki meyve suyunu başına döktüm! Oh olsun! Herkesin içinde bana kaba der misin? Gör gününü… Ayağa fırladım ve Ji Sun’a sinirlice baktım. O da hemen toparlandı. Tam masadan uzaklaşırken Ki Joon’a döndüm. “Kusura bakma Ki Joon. Daha sonra bir gün seninle yine bir araya geliriz. Ben, arkadaşım ve sen!” dedim ve cafeyi terk ettik. Arkamdan Ki Joon’un kahkaha attığını duyduğuma eminim.
2. Bölümün Sonu
Yazar:Sıdıka Dila Aydoğan
Yayınlayan Admin: Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:08 pm | |
| 3.Bölüm
^^ Min Sung’un Ağzından ^^
Sabah cafeye gidelim dediğinde Ki Joon’da bir farklılık olduğunu sezinlemiştim. Ama ne olduğunu tam anlayamamıştım.
Cafeye geldiğimizde hiç boş yer olmadığı için hiç oyalanmadan gitmemiz gerektiğini söyledi. Tam tamam gidelim diyecekken iki bayanın olduğu bir masaya doğru yürümeye başladı. Ben de peşinden gidiyordum..
Masadaki güzel bayan bizden tarafa baktı ve başını tekrar arkadaşından tarafa çevirdi. Sohbet ediyorlardı. Ki Joon kızın yanına gidip de “Oturabilir miyiz?” dediğinde kız hemen gülümsedi ve kabul ettiğini belli eden bir işaret yaptı. Nasıl kabul ettiğini düşünürken ikisinin konuşmaları ile düşüncelerim kesildi.
Birbirlerini tanıyorlardı, dün de beraberlermiş. Vay be! Bizimki de şans! Ki Joon en güzellerle önce tanışır zaten! Yalnız kızdaki fizik aklımı başımdan aldı. Saçları upuzun ve parlaktı. Hani şu şampuan reklamındaki saçlar var ya… Onunkinin yanında halt etmişler! Sonra gözlerim yüzünü keşfe çıktı. Çok güzel yüz hatları vardı. Tam bir manken diye düşünürken dikkatini etrafa verdiğini fark ettim. Bizden sıkıldığını düşünmeye başlamıştım. Bu düşünce beni çok üzdü, ama hayır. Bizden sıkılmış gibi değildi. Aklı başka yerdeydi. Belki de sevgilisi vardı. Yani böylesi bir güzellik tek olamazdı.
Bu düşünceyle bakışlarım yere çevrildi. Bir dakika! Bu kız ne biçim bir etek giymiş böyle! Zaten güzel olan bacakları iyice ortada... Ki Joon da yiyecek gibi bakıyor kıza. Korktuğum olmasa bari. Aha! Aklıma gelen başıma geldi. Kızın dalgınlığından istifade bacaklarına yoğunlaştı sapık. Gözleriyle yiyor kızı!
Ah ne yapıp da uzaklaştırsam o bakışları. Bu kızın dikkatini tekrar masaya çevirirsem bu çapkın bacaklarına bakamaz! Ha ha! Baktım hiçbir sohbet onu sarmıyor. Başladım düşünmeye. Buldum! Bir soru sorsam kesin cevap verir diye kendini anlatmasını söyledim. Biraz kızmıştı, hemen olayı alaya vurdu. Bana bu kadar soğuk davranıp da Ki Joon’a öyle sıcak gülümsemesine katlanamadım. Ağzıma geleni söyledim. Çok kızmış olacak ki başımdan aşağı döktüğü meyve suyu yetmezmiş gibi bir de tekme attı. Gitmeden önce tekrar o sıcak gülüşlerden biri ile Ki Joon’dan özür diledi ve gitti.
Kızdan etkilenmiştim. Ne yapıp edip onu bir daha görmeliydim. Ama nasıl? Onunla nasıl karşılaşırım bir daha hiç bilmiyorum. Çalıştır saksıyı. Nerede takılırım demişti? Hiçbir ipucu da vermedi ki! Hayır verdi! İç mimarlık 3. Sınıf! Evet, işte bu çıkış noktam olacak. Bekle beni Seo Ra çok yakında tekrar karşılaşacağız ve ben o zaman seni donanımlı bekliyor olacağım.. İlgi alanlarınla baya bir sıkı fıkı olacağız desene…
^^ Ji Sun’un Ağzından ^^
Ki Joon! Adında bile asalet var! Ah o benim beyaz atlı prensim olmalı. Birlikte çok mutlu oluruz. Ama önce ilgisini çekmeliyim. Buldum! Ki Joon ve Seo Ra iyi arkadaş oldular. Seo Ra bana onu ayarlar. Yaşasın! Artık gerçek bir masal yaşayacağım!
“Seo Ra… Sen beni seviyorsun değil mi?” dedim. Yüzü hafif bir şaşırma belirtisi ardından sıcacık gülümsemesiyle “Tabi ki şapşal! Seni çok seviyorum.” deyiverdi. Ah canım benim! “Peki, senden bir şey rica etsem olur mu?” diye devam ettim. Güzel saçlarını omuzlarında ileri geri hareket ettirecek şekilde başını evet manasında salladı. Gülümsemesi de tüm yüzünü kapladı. Evet, sanırım niyetimi anladı. Ben konuşamadan da bu düşüncemi doğruladı.
“Sormana bile gerek yok. Dün onunla konuşurken yani Ki Joon ile sana ne kadar uygun olacağını düşündüm. Senin beyaz atlı prensin o olmalı. Yani birbirinize çok yakışacağınıza eminim!” demesiyle ufak bir sevinç çığlığı attım. Ama daha sözü bitmemiş gibi elini havaya kaldırdı.
“Karşılığında bir şey istiyorum. Bugün önce alışverişe gidip güzelce kıyafetler alacağız. Daha sonra kuaföre gidip iyice süsleneceğiz. En son olarak da bir bara gidip doyasıya eğleneceğiz. E… Yakında bir sevgilin olacak. Benim de senin yanında boş olmamam gerek. Sanırım iyi bir sevgili adayı aramanın zamanı çoktan geldi. Ne dersin? Benimle misin?” demesiyle bu sefer şaşkınlıktan bırakın çığlık atmayı konuşamadım.
İlk defa alışverişe gitmek istemesi bir yana hem de kuaföre gitmeyi teklif ediyordu. Ayrıca bara da gidelim dedi! İnanılmaz! “Hey sen kimsin ve benim biricik dostuma ne yaptın?” dememle eski haline dönüp kahkaha atması bir oldu. Evet, kesin ciddiydi. Yoksa şaka için bile teklif etmezdi. Vay canına! Bu gerçekten muhteşem bir gün!
Deliler gibi alışveriş yaptık. Harika kıyafetler aldık ve ayakkabı seçerken de baya bir eğlendik. Hem spor hem resmi hem de şık olabilecek her çeşit ayakkabıyı aldık resmen. Sonra eşyalarımızı arabaya bırakıp kuaför serüvenine başladık.
Manikür, pedikür, masaj, saçlar, makyaj falan derken bir de baktık ki saat sekize geliyor. Hemen çıktık. Aceleyle eve gidip en güzel şekilde giyindik. Seo Ra ne kadar farkında bilmiyorum ama gerçekten çok güzel olmuştu. Yani ukalalık yapmak istemem ama ben de muhteşem gözüküyordum.
Birbirimize iltifatlar yağdırırken arabaya bindik ve Seo Ra’nın şoförlüğü eşliğinde bara geldik. Biz bara girer girmez herkesin bize baktığına yemin edebilirim. Kenara geçip bir masaya oturduğumuzda da bu bakışlar üstümüzdeydi. Özellikle Seo Ra, yanında biri olan olmayan tüm erkeklerin ilgi odağıydı. Giydiği mini elbise ile fiziği daha da muhteşem gözüküyordu. Saçlarına verdirdiği kıvırcık model elbisesine uyumuyla göz alıcı gözüküyordu.. Giydiği rugan topuklularıyla gerçekten bir mankeni andırıyordu.
Ben de mini etek ve buluz giymiştim. Çizmeyi andıran topuklularla uyumlu bir kombin elde ettiğimi düşünüyordum. Ten rengimle son derece uyumlu olan etek ve buluz sevimli bir hava katarken saçlarımın dümdüz belime inmesi çekici olmamı sağlıyordu. Erkeklere hak veriyorum. Bize bakmamak kolay değil. Ah ama beni böyle görmesini istediğim tek insan burada yokken bu kadar dikkat çekmek kimin umurundaki? Ah, Ki Joon ah!
Gecenin ilerleyen saatlerinde ortama iyice uyum sağlamıştık. Seo Ra barda bir çocukla tanışmıştı. Uzunca bir sohbetin ardından dışarıya çıkmaya karar verdiler. Çocuk bizimkinden fena etkilenmişti. Seo Ra da çocuktan hoşlanmıştı belli ki.
Onlar dışarıda sohbet ederken omzumda bir el hissettim. Arkamı döndüğümde mutluluktan kanatlanacaktım neredeyse! Ki Joon’du bu! Aman Tanrım! Dualarım yavaş yavaş kabul oluyor. Sabahki arkadaşı da yanındaydı. Yanıma oturmadan önce bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı. Ancak sonra vazgeçmiş gibiydi. Sustu ve oturdu.
Aradan birkaç dakika geçtikten sonra kulağıma eğildi. Kokusunu aldıkça kalbim daha da hızlanıyordu. Ne zaman olur bilmiyorum ama yakında mutluluktan bayılacağım. Duymam için sesini biraz yükselterek sordu. “Seo Ra’yı göremiyorum. O gelmedi mi?” dedi. Gülümseyerek cevap verdim. “Biraz hava almak için dışarı çıktılar. Yukarıdaki balkondadır..” dedim. Min Sung masadan ayrılırken biz içkilerimizi yudumlamaya ve sohbet etmeye başlamıştık bile.
^^ Min Sung’un Ağzından ^^
Seo Ra çabuk bunalmış demek ki. Hemen kendini dışarıya attığına göre... İçimde onu görmek için öyle bir istek duydum ki hemen masadan kalktım ve balkona doğru yol aldım. Balkona açılan kapının eşiğindeyken gördüklerimle kalbim paramparça oldu.
O bir erkekle el eleydi. Sonra çocuk eğilip kulağına bir şeyle fısıldadı. Kıkırdayarak kafasını salladı. Bundan kötü ne olabilir derken çocuk eğildi ve Seo Ra’nın dudaklarına yapıştı. Seo Ra geri çekilir diye beklerken o da karşılık verdi.
Hayal kırıklığı ve büyük bir hüzünle orayı terk ederken kalbim hızla atmaya başlamıştı. Hayır, bunu kendime yapmayacaktım. Onu unutmalıydım. Aşk sandığım bu duygu kalbimi ele geçirmeden onu kendimden uzaklaştırmalıyım. Onu ruhumdan da söküp atmalıyım. Arkadaşıma gitmek istediğimi söyledim ve arabaya atlayıp bardan en uzak yere doğru yol aldım.
Artık bir tek sözü bile kaldıracak durumda değildim.. Ben ne zaman böyle çaresiz bir duruma gelmiştim? Ben ne zaman bu aşka izin vermiştim? Nasıl 1 günde böyle bağlanabilmiştim?
3.bölüm sonu
Yazar: Sıdıka Dila Aydoğan
Yayınlayan admin: Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:08 pm | |
| 4. Bölüm
^^ Seo Ra’nın Ağzından ^^
Bara girer girmez gözler üzerimize çevrildi. Abartılı giyindiğimizi düşünüyordum. Rahatsız oldum ve hemen bir masaya oturduk. Bir saat, iki saat derken ortama alışmıştım. En son ne zaman gelmiştim böyle yerlere? Ah tabi ya üniversiteye başladığım yıl… O günü nasıl unutabilirim ki?! Hayatımın en rezil birkaç saatiydi beklide.
İki kadeh en hafif içkiden içmemle sarhoş olmam bir olmuştu. Sonrasını hatırlamıyordum. Ji Sun’un anlattıklarına göre her gördüğüm kişiye sarılmışım daha sonra eve gitmek için dışarı çıktığımızda üstü açık bir arabaya binip şoförüne tokat atmışım. Adam beni polise şikâyet etmesin diye az dil dökmemiş Ji Sun. Bir de bunlar yetmezmiş gibi arabaya kusmuşum. Iyk! Temizlemenin ne kadar zor olduğunu hatırlıyorum.
O günler aklıma gelince bir tuhaf oldum. Ya yine aynı şey olursa diye düşündüğümden alkolsüz içkileri tercih ettim. Bir kadeh bir şeyden zarar gelmez diyip içtiğim içkiyle hafiften sarhoş olmuştum. Bara geçtiğimizde adı Chae Sun olan bir çocukla tanıştım. Çok komikti ve artık gülmekten karnım ağrıyordu. Bugün sevgili bulacağım diyerek geldiğim barda sanırım amacıma ulaşıyordum. Ben de etkilenmiştim hani. İyi birine benziyordu.
Biraz sohbetin ardından çocuğun aslında hiç de yabancım olmadığını öğrendim. Lisedeyken bizimle aynı okuldaymış. O zamandan beri bana karşı bir ilgisinin olduğunu söyledi. Şaşırmıştım, onu hiç hatırlamıyordum. Ji Sun da hatırlamadığını söyledi. Neyse geçmişi çok da kurcalamaya gerek yok.
Gürültüden sıkılmıştım. Chae Sun anlamış olacak ki dışarıya çıkmayı teklif etti. Beraber balkona çıktık. Bir süre sohbet ettikten sonra onun uygun biri olduğunu düşünmeye başladım. Benden hoşlandığına da emindim. Belki de bir süreliğine benim için iyi bir sevgili olabilirdi.
Bir müddet sessizce bekledik. Sonra elimi tuttu. Beni rahatsız etmemişti bu hareket. Normalde buna izin vermeyecek bir insanken içkinin verdiği rahatlıkla bir şey deme gereği duymamıştım. Sonra eğildi ve kulağıma “Biliyor musun bara girdiğinde gözümü senden alamamıştım. O kadar güzeldin ki… Biraz sohbet edince sana iyice hayran oldum. Senden çok hoşlanıyorum.” Demesiyle dudaklarımın arasından bir kıkırdama çıkması bir oldu. Ben ne yapıyordum böyle? Kendimi sorgularken eğildi ve dudaklarıma tatlı bir öpücük kondurdu. Bedenim benden izinsiz harekete geçti ve ben de karşılık verdim. Kısa süre öylece durduk. Sonra ayrıldığımızda gülümseyen yüzünü gördüm. Aslında epey yakışıklı bir çocuktu. Gözleri, saçları ve duruşuyla son derece karizmatikti. Ben bunları düşünürken elini omzuma attı ve aşağıya doğru yol aldık. Ji Sun’un yanına geldiğimizde yanında Ki Joon’u da görmek beni mutlu etmişti. İkimiz de istediklerimizi gerçekleştiriyorduk. Bir süre oturduk. Sonra sıkıldığımı söyledim ve bardan çıktık.
Ki Joon biraz soğuktu bana karşı. Ama o an pek de umursayamadım. Chae Sun bana sımsıkı sarıldı ve “Yarın beraberiz...” diye fısıldadı kulağıma. Ji sun ve Ki Joon’a iyi geceler dedikten sonra arabasına atladı ve gözden kayboldu.
Eve gelir gelmez kendimi uykunun kollarına bıraktım. Sabah gözlerimi açtığımda ilk yaptığım şey duşa girmek oldu. Sonra güzelce hazırlandım. Saçlarıma da güzelce şekil verdim ve dünkü alışverişte aldığımız güzel bir çiçekli elbise giydim. Mini bir elbiseydi ve topuklularla çok hoş olmuştu. Makyajımı da yapıp aşağı indim.
Bir şeyler atıştırdık ve Ji Sun’a durumu açıklayıp evden çıktım. Okula gidip sınav tarihlerine bakmalıydım. Arabayı almak istemedim. Biraz yürümek iyi gelir diye düşünmüştüm. Yavaş yavaş yürüyerek okula vardım. Sınav tarihlerine baktım. Bazı konularda da hocalara danışmam gerekiyordu. Ancak bazı hocaların meşgul olduğunu ve biraz beklemem gerektiğini öğrenince kendimi müzik odasına attım.
Piyanonun başına geçtim. Önümde bir sürü nota kâğıdı vardı. İsimsiz bir besteyi çalmaya başladım. Ne güzel bir besteydi böyle! İnişleri ve çıkışlarıyla, bir anda heyecanlandırıp bir anda duygulandırmasıyla beni çok etkilemişti. Notaların büyüsüyle sarmalanmışken kapının açıldığını duydum. Ancak bunu yarıda kesemezdim. Bu büyüyü kimse bozamazdı. Çalmaya devam ettim. Son notaları basarken ruhumun ne kadar dinlendiğini anlamıştım. Bakışlarımı piyanodan sınıftaki diğer kişiye çevirdim. Min Sung orada dikilmiş bana bakıyordu. Boğazını temizler gibi öksürüp yavaşça bana doğru yaklaştı.
“Cafede piyano çalarım derken bu kadar güzel çalabildiğini düşünmemiştim.” dedi. “Teşekkür ederim.” deyiverdim. Zarif bir biçimde piyano başından kalktım ve kapıya yöneldim. “Dün seni kızdırdığım için özür dilerim.” demesiyle olduğum yerde kaldım. Yavaşça arkamı döndüm. “Bir lafa bu kadar çok sinirlenip fevri davrandığım için de ben özür dilerim.” dedim. Bu sözüme omuz silkti. Ben de tekrar kapıya yöneldim. Kapıyı açıp çıkacakken “Sonra görüşürüz.. Hoşça kal.” dedim ve hocaları görmek için oradan ayrıldım.
^^ Min Sung’un Ağzından ^^
Piyano sesini duyup sınıfa daldım. Piyano başında görmeyi beklediğim o değildi. Ancak o kadar güzel çalıyordu ki oradan ayrılma fikrimden vazgeçtim. Ondan uzak durmalıydım ama şu an bunu pek de uygulayamadım. Çalmayı bitirip de konuştuğumuzda düne göre daha sakin ve kibardı. Yanımdan ayrıldı.
Nereye gideceğini merak etmiştim. Neden buraya geldiğini ve neden hemen gittiğini öğrenmek için peşinden ben de çıktım ve onu takip ettim.
Önce hocalardan biri ile konuştu. Bir şeyler not aldı sonra dışarı çıktı. Kantin olarak adlandırılan yere yöneldi. İçeri girince birini arar gibi bakışlarını etrafta dolaştırdı. Sonra hızla sonlardaki masalardan birine yürüdü. İki erkek ve bir kızın oturduğu masaya gitti. Hızla bir şeyler söyledi. Çocuklardan birinden bazı kâğıtlar aldı ve kafasını sallayıp kantinden ayrıldı. Ona görünmemek için çabalayarak takibe devam ettim.
Fotoğrafçılık kulübüne gittiğini fark ettiğimde çok şaşırdım. Kulübün üyelerinin toplantı yaptığı salona girdi. Kapıyı kapattığı için duyabildiğim kadarını dinledim. Bir erkekle konuştu. Ancak ne dediğini anlayamadım. Sonra kapıya yaklaştı, sesi çok netti. Teşekkür etti ve partiye geleceğine söz verdi. Kapıyı açacağını anlayınca hemen tuvalete kaçtım…
O çıkıp da topuklularının sesi uzaklaşınca saklandığım yerden çıktım ve peşine takıldım. Yürüyerek dükkânların vitrinlerine bakıyordu. Bir dükkâna girdiğini görünce ne dükkânı olduğuna baktım. Şekerlemeler ve çikolatalarla dolu bir yerdi. Hemen bir paket hazırlattı ve oradan ayrıldı. Hızlı adımlarla ana caddeye çıktı. Bir taksi çevirdi. Ben de başka bir taksi çevirip onu takip etmesini söyledim. Taksinin önünde durduğu yeri görünce şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Burası bir kimsesiz çocuklar yurduydu.
Mutlu bir şekilde içeri girdi. Ben de hemen peşinden… Müdürün odasına girdi. Demek çocukları ziyarete gelmişti. Hemen oradan ayrıldım. İlk gördüğüm oyuncakçıya girdim ve bir sürü bebek ve araba alıp oradan çıktım. Çocuklara bu hediyelere bayılacaktı. Hemen müdürün yanına uğrayıp durumu açıkladım. Çocukları sevdiğimi ve görmek istediğimi falan… Beni çocukların ortak saatte toplandıkları bir salona getirdi. Birazdan tüm çocuklar buraya gelirler gibi bir şeyler dedi. Beklemeye başladım.
Yere bakıyordum. Duyduğum sesle başımı kaldırdım. “Seo Ra! Ne zaman geldin? Seni çok özlemiştim.” Bir kız koşarak kapıda duran Seo Ra’nın kucağına atladı. Seo Ra kızı kucağına aldı ve yanaklarından öptü. Kıza bende özledim gibi bir şeyler söylerken beni gördü. Şaşırmıştı belli ki. “Sen burada ne arıyorsun?” dedi. Ben de gülümseyerek “Senin de benim gibi çocukları ziyarete geldiğini bilmiyordum.” diye yalan söyledim. “Ben dört beş yıldır her ay en az bir kere gelirim buraya. Çocuklarla olmak çok güzel.” dedi ve kucağındaki kızı gıdıklamaya başladı. Kız kahkahalar atarken diğer çocuklar da salona geldiler. Hepsi Seo Ra’yı tanıyorlardı. Seo Ra hepsiyle kucaklaştı. Getirdiği paketi gösterdi. Çocukların bunu bekledikleri belliydi. Şeker diye bağırarak kutuya atladılar. Hepsi şekerlerini çikolatalarını yerken Seo Ra da onların çikolata olan yüzlerini veya şekerle yapış yapış olan ellerini temizliyordu.
Bir süre onun çocuklarla ilgilenmesini izledim. Ne kadar şefkatliydi. Yeme işi bitince çocukları oturmaları için yönlendirdi. Hepsini güzelce oturttu ve sesiz olmalarını söyledi. Fazla uğraşmasına gerek yoktu. O ne derse yapıyorlardı. Hepsinin isimlerini de biliyordu. Tek tek sohbet etti çoğuyla…
Çocuklar onu en son gördüklerinden beri yaptıklarını anlatıyorlardı. Ne kadar da seviyorlardı onu. Sonra ilk gördüğüm kız konuştu. “Seo Ra o kim?” dedi beni göstererek. Seo Ra cevap veremeden ben kalktım ve konuşmaya başladım. “Merhaba çocuklar. Ben Min Sung! Sizleri görmek için geldim. Ve bilin bakalım yanımda ne getirdim?” dedim. Küçük kız “Ne getirdin?” diye sordu. “Oyuncaklar!” derken poşetleri işaret ettim. Seo Ra’dan bana yardım etmesini rica ettim. Beraber çocuklara oyuncakları dağıttık.
Hepsi çok mutlu görünüyordu. Kızlar bebeklerine ne isim koyacaklarını söylüyorlardı. O küçük kız Seo Ra ile oturduğumuz koltuklara geldi. Kucağına zıpladı. Seo Ra onu kucağına oturtunca sevecenlikle sordu. “Sen bebeğinin adını ne koyacaksın YuRi?” deyince kız hızla cevap verdi. “Seo Ra olacak ismi. Senin kadar uzun saçları olacak. Senin gibi elbiseler giydireceğim ona.” dedi. Seo Ra kızı öptü ve kucağından indirdi. Arkadaşlarıyla oynamasını söyledi.
Seo Ra, ufaklık gidince bana döndü. “Çocukları çok sevindirdin. Böyle bir şey yapacağını hiç tahmin etmezdim.” diye itiraf etti. Ben de gülerek “Ben de senin çocuklarla bu kadar ilgilendiğini tahmin etmemiştim. Onlar seni gerçekten seviyorlar gibi görünüyor.” dedim.
Biraz sohbet ettik. Çocukları çok sevdiğini ve eskiden anaokulu öğretmenliği okumak istediğini söyledi. Neden okumadığını sorduğumda, annesinin bunu bir hobi olarak yapması ve iç mimarlığın onun için daha uygun olduğu konusundaki açıklaması ile fikrini değiştirdiğini söyledi. Böyle böyle baya bir zaman geçmişti. Birkaç saattir buradaydık. Sohbetin ardından çocuklarla körebe saklambaç falan da oynamıştık. Çocukların faaliyet saatine de katılmaya karar verdik.
Hepsi resim çiziyordu. YuRi’nin yanına gittiğimde bir kadınla bir erkeğin ortasında bir çocuk olan bir resim çizdiğini gördüm. Ne çizdiğini sordum. “Bu benim ailem. Bu Seo Ra, bu benim ve bu da sensin.” diye açıkladı. Ne kadar da masum bir resimdi. Onu öptüm ve teşekkür ettim. Yaptığı resmi bana armağan etti. Hep saklamam gerektiğini söyledi.
Faaliyet saati sona erdiğinde gitmemiz gerektiğini söyledik. Çocuklar çok üzülmüştü. Birkaç çocuk bana sarıldılar. Ve hepsi Seo Ra ile vedalaştılar. Küçük YuRi Seo Ra’ya sarılıp ağladı. Haftaya tekrar geleceğimize dair söz verdik ve oradan ayrıldık.
Sessizce yürüyerek ana caddeye yöneldik. Sessizliği bozan Seo Ra’nın çalan telefonu oldu. Telefonu açtı. Biraz uzaklaştı ve öyle konuştu. Ne konuştuğunu dinlemeye başladım. “Biliyorum. Üzgünüm. Ama bugün çocukları ziyaret etmem gerekiyordu. Peki tamam. Şimdi buluşabiliriz. Nerede? Peki, ben seni orada bekleyeceğim.” Dedi ve tekrar yanıma geldi. “Üzgünüm bir arkadaşıma sözüm vardı. Buradan ayrılsak daha iyi olur. Sen de yolunu uzatmamış olursun.” dedi. Vedalaştık. Hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Kimle buluşacağını öğrenmek için onu takip etmeye karar verdim. Bugün bu kızı hep takip ediyordum.
Bir cafeye geldi. Bir masaya oturdu. Arkası bana dönük olduğu için ben de bir masaya oturdum ve onu izlemeye başladım. Masasına bir adam geldi. Geleni tanıyordum. Dünkü çocuktu! Sarıldılar ve Seo Ra’nın karşısına oturdu. Bir süre sohbet ettiler. Sonra Seo Ra’nın güldüğünü duydum. Bu çocukla kesin sevgiliydi. Artık hiçbir şüphem yoktu. Masadan kalktım ve cafeden çıktım. Ki Joon’un evine doğru yol aldım.
Yazar: Sıdıka Dila Aydoğan
Yayınlayan Admin:Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:09 pm | |
| 5.Bölüm
^^ Seo Ra’nın Ağzından ^^
Chae Sun ile buluştuktan sonra bol bol konuştuk. Çok hoş sohbet biri olduğunu anladım. Daha sonra el ele Seul sokaklarında dolaştık. Aslında onu sevdiğimi düşünmüyorum. Ama sanki onu bırakırsam bir şeyler kopacakmış gibi geliyor. Çok saçma işler yani… Neyse işte gezdik dolaştık ve eve vardık. Beni kapının önüne kadar bıraktı ve uzaklaştı. Eve girdiğimde Ji Sun’u koltukta oturmuş film izlerken buldum. Film biterken geldiğim için filmin adını bile öğrenemedim. Ji Sun ile konuştum. Ona günümü anlattım. Etkilenmişti. Nihayet gerçek aşkı buldun dediğinde aklıma ilk Min Sung geldi. Hemen itiraz edip aramızda bir şey olmadığını söyleyecekken ağzından Chae Sun adının dökülmesi ile kalbim ağrıdı. Yalandı bu… Ben ona âşık olmaktan çok uzaktım. Belki tam hoşlanmıyordum bile.
Onun aşk ve sevgili vaazını dinledim ve en nihayetinde ana konuya geldik. Ki Joon! O ikisini birbirine ayarlamak için elimden geleni yapmalıydım. Ama nasıl ve nereden başlayacağımı bile bilmiyordum. Bu konuda Ji Sun’un parlak(!) fikirlerini dinledim ve en sonunda aklıma bir fikir geldi. Bir film gecesi harika olurdu! Zaten Ki Joon’u da eve çağırmayı planlıyordum. Bu sayede hem kankalığımızı kuvvetlendirir, hem de Ji Sun ile yakınlaşmalarını sağlardım. Ama kesinlikle bu “hem de”ler Min Sung’u kapsamıyor!
Gece saat üçe gelirken biz de pijamalarımızı giyip yattık. Sabah olan derslerin hiçbiri umurumda değildi. Ji Sun ile dışarıda takılacaktık ve bunu hiçbir ders bozamazdı. Bu nedenle alarmımı kapattım ve derin bir uyku çekmek için başımı yastığa koydum.
Öğlene doğru büyük bir gürültüyle uyandım. Ji Sun olduğunu düşündüğüm biri mutfakta bir şeyler kırıp dökmüştü belli ki… Kırılma sesleri ve tencere takırtıları ile aşağıya indim. Mutfağa giriş yaptığımda bir çığlık koyuverdim! Bir erkek mutfağımızdaydı! Erkeğin çığlığımla arkasına dönmesiyle bir oh çektim. Neyse ki Chae Sun’muş… Ne Chae Sun mu?!
Gürültümüze uyanan Ji Sun da aşağı geldi. Durumu izah ettiler. Chae Sun öğleden sonraki derslerime bırakmak için eve gelmiş. Kapıyı defalarca kez çalmış ama kimse açmamış. Tam gidecekken Ji Sun kapıyı açmış ve eve gelmesini söylemiş. Ji Sun’un bugün okula gitmeyeceğimi söylemesi ile çabuk uyanmayacağımı ve uyandığımda kahvaltı yapmak isteyeceğimi düşünmüş. Bu yüzden arkadaşımdan izin isteyip kahvaltı hazırlamaya başlamış. Ancak bazı kazalar yaşamış, bazı eşyaları düşürmüş ve kırmış.
Son bölümü anlatırken suçlu çocuk ifadesi ile bana bakıyordu. O an o kadar tatlı geldi ki, önemli değil deyiverdim. Bize harika bir masa hazırlamıştı. Kahvaltımız da çok lezzetli gözüküyordu. Hemen yukarı çıkıp elimizi yüzümüzü yıkayıp kahvaltıya indik. Beraber kahvaltı ederken bir yandan da sohbeti ihmal etmiyorduk. Epey bir konuştuktan sonra sofrayı topladık. Hep beraber bahçeye çıkıp çardağa oturduk. Chae Sun yanıma oturmuştu. Bir eliyle elimi tutuyordu, diğer eliyle de belimi sarmıştı. Biz bu halde otururken gelen sesle arkamı döndüm. Ki Joon ve Min Sung bize tuhaf bir biçimde bakıyorlardı! Ama onların burada ne işi vardı! Hoş geldiniz muhabbetleri esnasında Ji Sun’a bir bakış attım. O da dudaklarını oynatarak “Ben çağırdım.” dedi. Bugün cidden şok üstüne şok yaşıyorum. Neyse zaten akşam görüşecektik bir iki saat erken olmasında bir sorun yok, diyerek kendimi rahatlattım.
Bana ve Chae Sun’a sorarak bakan iki çift göz görünce tanıştırma faslını atladığımı anladım. Tam lafa girecekken Chae Sun “Merhaba ben Chae Sun. Seo Ra’nın erkek arkadaşıyım.” demesin mi! Aptal şey! Gerçi öyleydik. Ama şimdi söylemese ne olurdu ki?!
Öyle böyle geçti zaman… Sanki Chae Sun’dan rahatsız olmuştu misafirlerimiz. Ama Chae Sun’un umurunda değildi bu. İlki gibi eliyle elimi ve belimi tutuyordu. Beni bu oturumdan kurtaran çalan telefon oldu. Chae Sun telefonuna cevap vermek için kalktığında rahatladığımı hissettim. Biraz sonra biraz üzgün bir biçimde yanımıza geldi. Ben ne olduğunu soramadan “Annem hastaneye gitmesi gerektiğini söyledi. Randevusu varmış. Ben gitmeliyim. Onu otobüslerde süründüremem. Üzgünüm.” dedi. Bizim geçmiş olsun dileklerimize nazikçe cevap verdi. Onu geçirmek için dış kapıya gittiğimde kapı ağzında dudaklarıma tatlı bir öpücük kondurdu ve gitti.
Çardağa geri döndüğümde iki erkek bana yine kırgın bir şekilde bakıyordu. Ji Sun’un gözlerinde ise mutluluk ve aşk vardı.
Bir süre öyle bakıştık. Sonra film olayından bahsetti Ji Sun. Erkekler kabul ettiler. Beraber eve geçtik. Onları televizyonun yanındaki DVD koleksiyonumuza yönlendirdik ve biz de mutfakta yiyecek bir şeyler hazırlamaya başladık. Bir yandan da sohbet ediyorduk. “Ki Joon’a iyice yakın olmalısın. Onunla çok iyi arkadaş olursan bizi bir araya getirebilirsin tatlım.” diyen Ji Sun’a sinsi bir gülümsemeyle baktım. Ne dercesine bakan gözlerine bakıp “Başka bir planım daha var. Beni iyi dinle.” dedim.
Planım çok basitti. 3 tane koltuk vardı. Biri üçlü, biri ikili ve diğeri de tekliydi. Tek olan televizyonu iyi göremediği için kimse oraya oturmazdı şimdi. Üçlü olana da Ki Joon ve Ji Sun’u oturtacaktım. Daha sonra onlara içecek servisi yaparken yanlışlıkla(!) koltuğa içecek dökecektim. Böylece ikisi daha yakın oturacaklardı. Film korku olursa korkma bahanesiyle birbirlerine daha da sokulurlardı. Ama eğer romantik olursa o zaman da onları birbirlerine yaklaştıran aşkın gücü olacaktı.
Ji Sun memnun olmuştu. Planı başlattım. Başarıyla son noktayı da koydum! İkisi resmen birbirlerine yapışık bir şekilde oturuyorlardı. Çünkü gerçekten yanlışlıkla tüm tepsiyi devirmiştim. Ve koltuğun büyük bir bölümü berbat olmuştu. Düşündüğümden daha yakın bir akşam olacaktı onlar için. Ji Sun durumundan hoşnuttu. Ben de içecekleri tazeleyip yerime geçtim. Min Sung ile oturuyor olmak tuhaftı. Üstelik bir romantik komediyi birlikte izliyor olmak daha tuhaf!
Film güzeldi. Son dakikalara geldiğinde başroldeki erkek oyuncu, genç kızı elinden yakaladı ve orada aşkını itiraf etti. Kız ülkeden çok çok uzaklara gitmeye kararlıyken onu yolundan çeviren yalnızca iki kelimeydi. “Seni seviyorum!” o yaşananları alıp götürmüştü adeta. Kız hiçbir şeyi umursamadı ve oğlanın boynuna atladı. Filmi izlerken düşüncelerime yoğunlaştım.
Peki ya gerçek aşk böyle miydi? İnsana tüm hatalarını ve sevdiği kişinin tüm yanlışlarını unutturabilecek kadar büyük bir güç müydü? Böyle bir aşk gerçekten var mıydı? Varsa neredeydi? Yakında mıydı?
^^ Min Sung’un Ağzından ^^
Filmi izlemek için hepimiz yerlerimize geçerken sakar kız her şeyi devirdi! Onun yüzünden Ji Sun ve Ki Joon beraber oturdular. Biz de beraber oturuyoruz. Aslında o tepsinin devrilmesi belki de o kadar da kötü olmadı. Film de ne kadar romantikmiş öyle! Kız, oğlana her bakışında eli ayağına dolanıyordu. Günlüğüne yazdığı aşkın tarifi ne kadar da etkileyiciydi.
“Aşk nedir diye sordum kendime. Aşk ne biliyor musun günlük? Aşk; büyüdüğünü hissettiğinde duyduğun kıvanç, bir bebeğin güldüğünü gördüğünde kalbine konan o sevgi, anneni özleyip de görmeye gidince ona sarıldığında duyduğun sevinç, kalbin her attığında o kalbin iki kişi için attığını bilmenin verdiği sorumluluk… Hem senin hem de sevdiğin için attığını bilmenin verdiği o büyük gurur… Aşk; güzel bir şarkı duyduğunda aklına gelen değil de onu gördüğünde aklına o güzel şarkıların gelmesi, aldığın her nefesin seni mutlu etmesini sağlayan şey, bazı geceler rüyana girip uykunu daha da tatlı hale getirmesi, hayata anlam katan güzellikleri sayarken onun da aklına gelmesi… Aşk budur herhalde… Çünkü ben uzun süredir bunları hissediyorum. Onu gördüğümden beri böyle hissediyorum.”
Bu satırlar zihnimde dolaşıyordu. Kelimesi kelimesine aklıma kazınmıştı. Bir insan bunları hissedebilir miydi? Böyle bir aşk tarifini yapabilecek kadar âşık olabilir miydi biri? Yoksa sadece masallarda ve filmlerde mi oluyordu bunlar? Aşk bir gün bana da böyle şeyler yazdırır mıydı? Bir gün ben de bu duygularla kavrulabilir miydim? Peki, bana bunu hissettirecek insan yakında mıydı?
5.Bölüm sonu
Yazar : Sıdıka Dila Aydoğan
Yayınlayan Admin: Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:09 pm | |
| 6. Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür: Romantik-Komedi
Yayınlayan admin: Mira
^^ Min Sung’un Ağzından ^^
Film bittiğinde üzerinde biraz konuştuk. Biz yorumlarımızı yaparken Seo Ra da uyumamak için direniyordu. Yorucu bir gündü belli ki... Ya da uykusuzdu. Gözleri yavaşça örtülürken nefesi de bir düzene girdi. Kafasını dayadığı koltuk ne kadar rahat olursa olsun oturarak uyurken bir yerleri ağrırdı. Hem bir de onun boyun ağrısı yüzünden şikâyet etmesini dinleyemezdik. Sırf bu yüzden başını omzuma yasladım. Bir müddet böyle uyusun sonra uykusu iyice derinleşince odasına taşırım diye düşündüm. Taşırken uyanırsa sapık damgasını basardı kesin.
Aradan beş veya on dakika geçmişti. Yerimden nazik hareketlerle kalktım. Bizimkilere durumu açıkladım ve masum bir şekilde uyuyan süpürgesiz cadıyı kucağıma aldım. Bu kız kendi içinde çelişiyordu resmen! Cadının teki nasıl böylesine yardımsever olabilirdi? Çocuklara böylesine şefkat doluyken beni meyve suyuyla banyo yaptırmıştı. Nasıl bir tezattı bu? Melek yüzlü bir şeytandı resmen! Ah seni küçük şeytan ah!
Odasına girdiğimde ışığı yakmadan yatağına doğru ilerledim. Sokak lambaları ve evdeki diğer ışıklar sayesinde kısmen aydınlık olan odada yatağını kolayca açıp onu yatırdım.. Üstünü de örttüm. Ben onu bırakıp gidecekken elimden tutup çekti. Heyecanla o meşhur film sahnelerinin gerçek olmasını bekledim. Ancak yaşadığım şok gözle görülmeye değerdi. Karşılaştığım sahne; esas oğlanın esas kız tarafından durdurulup adının fısıldandığı, ardından da aşk dolu bir öpücük gelen bir sahne değildi. Elimi çekiştirdi ve “Anne ben çok korkuyorum!” dedi. Bana anne dedi! Of Tanrım! Daha kim olduğumu bilmiyor diye söylenirken ikinci bir cümleyle kendime geldim. “Ne olur gitsinler! Korkuyorum!” demesiyle yayına döndüm. Elimi çekiştiren elini tuttum. En nazik ve anlayış dolu sesimle ona geçtiğini, her şeyin daha iyi olacağını ve buna benzer rahatlatıcı sözleri mırıldandım. Biraz daha rahatlamış gibiydi. Ancak kesinlikle yüzü hala gergindi. Kalp ritmi hızlanmıştı. O sessizlikte nefes alış-verişinin değiştiğini duyabiliyordum. Gerçekten onu korkutan şeyler oluyordu belli ki… Biraz daha bekledim yanında. Nefesi normal ritme dönene kadar bekledim. Sonra yavaş ve sessiz bir biçimde orayı terk ettim.
Aşağı indiğimde Ki Joon ve Ji Sun baya koyu bir sohbet içindeydiler. Onların sohbetini bölmemek için biraz daha bekledim. Sonra eve gitmek için yola çıktık. Sessiz bir yolculuk olacağını tahmin ederken Ki Joon konuşmaya başladı. “Bugün Seo Ra’nın yanındaki çocuk var ya… O geçen gece gittiğimiz barda da vardı. Ve o zaman da çok yakın duruyorlardı. Baksana sevgilisiymiş! Vay be!” dedi sinirle. Ona dikkatle baktım. Gerçekten öfkeli bir hali vardı. Sanırım şu sevgili mevzusuna bozulmuştu. Sebebini anlayamamıştım. Ya da anlamak istemiyordum.
Aman kime ne! Ben görmezden geldiklerimle mutluyum!
Eve vardığımızda kendimi yatağa attım. Normalde Ki Joon’da pek kalmazdım. Ancak şu birkaç gün onunla daha çok vakit geçirir olmuştum ve evini kendi evim gibi kullanmaya başlamıştım.
Yatağa yatınca zihnime izin verdim. İstediklerini fısıldamalarına izin verdim. Beynimi ele geçiren o laflara izin verdim.
Seo Ra’yı o herifle gördüğümde yüzümde oluşan o öfke ifadesinin tekrar oluşmasına da o herifi gebertme düşüncelerime de izin verdim. Onu o adamla görmek beni öfkelendirmişti. Neden olduğunu düşünmedim. Sadece beynime istediğini yapması için izin verdim. Her şeye İZİN VERDİM!
^^ Ki Joon’un Ağzından ^^
Ne gündü ama! Filmler, aşklar, sevgililer derken baya bir dolu geçti günüm. Seo Ra’nın yanında gördüğüm o adamı bir elime geçirsem! Ah o belini tutan ellerini kırsam! Ellerini sımsıkı kavrayan o elleri yaksam! Onu öpen o dudaklar son nefesini verse de bir daha o güzel dudaklara değemese!
Ah Seo Ra ah! Ne yaptın bana böyle! Filmdeki o kız gibi aşkı tanıdım. Ama tarif edemiyorum. O güzel gözlerine bakarken başka hiçbir şeyi düşünemiyorum.. Sen güldüğünde o gülüşte kaybolduğumdan, gereken lafları bulup söyleyemiyorum. Aşkı tanıyorum artık… Ama anlatamam. Çünkü senin kalbinin atış ritmine uygun bir müzik yok bu dünyada. Senin kadar güzel gülen bir bebek doğmadı daha. Kalbim ikimiz için atsa da senin kalbin kadar gururlu olamaz asla. Çünkü o kalp senin ve senin için atıyor!
Seni gerçekten seviyorum galiba!
İlk görüşte aşk varmış demek ki… Çünkü seni ilk gördüğümden beri dörtnala koşuyor kalbim. Hızla çarpıyor. Artık yavaşlayamayacak. Sen hayatımda olduğun sürece bu kalp hep böyle atacak.
^^ Ji Sun’un Ağzından ^^
Kalbim doğru yöne saptı nihayet. Aşk labirentinde çıkışa adım adım yaklaşıyorum. Bu yollarda çok kez kaybolsam da sonunda onu buldum galiba! Bekle beni aşk! Geliyorum en sonunda!
Ki Joon ile yürüyeceğim artık bu yolları. Hayatın zorlu koşullarını beraber üstleneceğiz bundan sonra. Aşk oldukça her şey güzel olacak. Ve aşk hep yanımızda kalacak!
^^ Seo Ra’nın Ağzından ^^
Uykulu gözlerle yataktan kalktım ve mutfağa doğru yol aldım. Yarı sürünerek yarı da emekleyerek mutfağa vardığımda dolaptan bir şişe çıkardım ve ne olduğuna bakmadan kafaya diktim. Dilim görevini yerine getirip de ne olduğunu anladığımda ağzımdaki sıvıyı her tarafa püskürttüm! Son kalıntıları da gitsin diye banyoya koştum ve dilimi çıkarıp yıkamaya başladım.
Dişlerimi detaylı bir biçimde fırçalayıp o hazin kazanın yaşandığı yere gittim. Benim su sanıp içtiğim ama aslında sirkeyle dolu olan şişeye tiksintiyle bakıp yerine koydum. Dolaptan su olduğundan emin olduğum bir şişe alıp kafama diktim. Şimdi etrafı temizlemeliydim. Neyse bir solukta her yeri temizledim ve odama çıktım. Kendimi tekrar yatağa attım.
Kaç saattir uyuduğumu bilmiyorum. Ancak kalktığımda kendimi çok dinlenmiş hissediyordum. Yataktan kalktım ve saatime baktım. Öğleni azıcık geçmişti. Bugünün tatil olduğunu biliyordum. O yüzden ağır hareketlerle banyoya girdim. Ilık bir duşun ardından bornozumu üstüme geçirdim ve aşağıya indim. Mutfaktan kendime bir meyve suyu aldım ve içmeye başladım. Yavaşça oturma odasına geldiğimde şok üstüne şok geçiriyordum!
Karşımda iki tane erkek bana bakıyorlardı! Ki Joon ve Min Sung! Şoktan çıkınca merhaba dedim ve koltuğa oturdum. Ama ikisi hala bana bakıyordu. Ne giydim de bana böyle ilginç bakıyorlar diye kafamı bir eğdim ki… Çığlığı basıverdim! Bornozla karşılarında oturuyordum! Koşarak odama kaçtım. Üstüme güzel bir şort ve askılı bir badi geçirip kendimi aşağı attım. Min Sung’un gülen suratıyla karşılaşınca biraz utandım.
Sahi Ji Sun hangi cehennemdeydi? Etrafıma bakındım. O sırada Min Sung ile göz göze geldim. Bir süre moron gibi ona baktım. O da bana gülümseyen gözlerle bakıyordu. Bu saçma bakışmayı sona erdiren çalan kapı oldu. Hızla yerimden fırladım ve kapıyı açtım. Kocaman bir ayı vardı karşımda! Ayı deyince oyuncak olanından yani… Ama gerçekten kocamandı. Şu yatak niyetine kullanabileceğiniz boyuttakilerden hani. Kucağında da koca bir demet gül vardı. Güllerin arasına kırmızı bir kâğıt iliştirilmişti. Eğildim ve kâğıtta yazanları okumaya başladım.
“Beğenip beğenmeyeceğin konusunda çok kere tereddüt etsem de… Ben yanında yokken bir şey seninle olsun istedim. Çocukça gelse de lisedeyken bunları çok sevdiğini söylerdin. Eğer hala seviyorsan bu çiçekleri ve Bay Ayı’yı kabul eder misin?”
Chae Sun
Kahkahalar atarak ayıyı içeri soktum. Tabi ki de bayılmıştım! Ben oyuncak hayvanlara bayılırdım! Bu çocuk çok düşünceliydi. Çiçekleri alıp koklaya koklaya yerimde sallandım. Arkamı döndüğümde merak ve sinirle karışık bir ifade ile bana bakan Min Sung’u gördüm. Çiçekleri bırakmak için doğruca mutfağa koştum. Sonra zorla da olsa kucağıma aldığım ayıyı odama çıkarmaya çabaladım. Ama ne kadar uğraşsam da olmuyordu. Tatlı bir gülümseme ile Min Sung’a döndüm. “Bay Ayı’yı odama çıkarmama yardım eder misin? Galiba bu şey benden daha ağır da…” dedim ve gözlerinin içine baktım. Önce biraz daha sinirle baktı sonra ben gülümseyince yumuşadı ve ayıyı kolayca kaldırdı. Odamın yerini göstermeme gerek kalmamıştı. Ama nereden biliyordu ki benim odamı?
Odaya girdiğimizde ayıyı yatağımın yanına bıraktı. Ben de dolabıma koşup en sevdiğim parfümden aldım ve ayıya sıkmaya başladım. Bana merakla bakan gözlere baktım ve konuşmaya başladım. “Ne yani benim ayımın, tüm ayılarla aynı kokmasına izin vereceğimi mi sanıyordun! İmkânsız! O benim gibi kokmalı…” açıklamam bitince kahkahalar atmaya başladı. Ona aldırmadım ve ayıma kocaman sarıldım. Ah ne de güzel kokuyordu böyle! Aynı ben!
Ji Sun Hanım nihayet aşağı teşrif ettiğinde kahvaltıya gideceğimizi öğrendim. Odama çıktım ve saçlarıma şekil verip çantamı aldım. Aşağı indiğimde topuklularımı da giydim ve arabama yöneldim. Arabaya binince bir şey gözümden kaçmadı. Ben yine kısacık bir şort giymiştim! Tanrım!
Cafeye vardığımızda bana ve bacaklarıma yoğunlaşan sapıklara aldırmadım ve bir masaya geçtim. Ama sapıklar her yerdeydi. Min Sung gözlerini dikmiş bacaklarıma bakıyordu! Çantamı kafasına geçirmemle acı dolu bir çığlık atması bir oldu. “Yine ne yaptım!” dedi. Yanımda oturuyor olması benden gelecek saldırılara daha açık hale getiriyordu. Herkesin içinde onu suçlamayacaktım. Yavaşça kulağına eğildim ve fısıltıyla konuştum. “Seni pis sapık! Sabah bornozla gördüğün yetmedi şimdi de bacaklarıma mı bakıyorsun? Gerçekten çok sapıksın!” dememle kahkaha atması bir oldu. O da kulağıma eğildi ve şok olmamı sağlayan sözleri fısıldadı. “O zaman sen de bu kadar güzel bacaklara sahip olmasaydın. Bakmak zorunda hissettiriyorlar.” Bu sözlerle beynim durdu. İltifatın böylesi! Resmen asıldı sapık. Ben sana bunun hesabını sormaz mıyım?! Ona en can alıcı gülümsemelerimden birini sundum. Ve yavaşça kulağına eğilip en cilveli ses tonumla konuştum. “Ah demek oyun istiyorsun. O zaman devam et. Ama bu oyun benim kurallarımla da oynanır.”
Kendinden geçmiş gibiydi. Ufak bir kahkaha attım ve menüden kendime bir şeyler seçmeye başladım.
^^ Min Sung’un Ağzından ^^
Kahvaltımızı ederken az önce söylediklerini düşündüm. Ne kadar da güzel gülüyordu! Ses tonunu öyle bir değiştirdi ki… Bir an bayılacağım sandım. Bugün onu birçok şekilde görmüş olmanın verdiği tuhaf hisle yerimde kıpırdandım. Sabah dalgın bir şekilde gelip yanımıza oturduğunda bornozdan başka hiçbir şey yoktu üstünde. Daha sonra giyinip geldiğinde ise kısacık bir şort ile inmişti. Kendimi bacaklarına bakmaktan alamamıştım. Bunu cafeye girince fark etmişti ve kafama çantayı yemiştim.
Bu kız gerçekten bana vurmaktan zevk falan alıyor olmalı. Tekmeler, çantalar… Daha neler göreceğiz kim bilir! Ne yaparsa yapsın kızamıyorum ona… Nedir bu saçma affediciliğin sebebi? Neden böyle olmak zorunda ki?
6.Bölüm sonu… | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:09 pm | |
| 7.Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür: Romantik-Komedi
^^ Yazarın Ağzından ^^
Kafede oturan dört genç sohbet denizinde yavaşça yol alıyorlardı. Bir konudan başka bir konuya geçiyor ve zaman denen kavramı umursamadan yaşıyorlardı.
Seo Ra ise dalgın dalgın pencereden dışarıya bakıyordu. Sıkıntılı bir yüz ifadesi vardı. Bunu kanıtlayan, derince bir şekilde iç çekmiş olmasıydı. Ancak genç kızı duyan yoktu, ya da o öyle sanıyordu. Genç kız pencereden etrafı izlerken Min Sung da onu izliyordu. Yine kendini suçlamaya başlamıştı, çünkü o etraftayken hep böyle oluyordu. Asla mutlu bir ifade olmuyordu suratında. Bunu düşündükçe genç adamın suratı ekşidi. Önündeki kahveye hüzünle baktı.
O sırada aklına gelen fikirle biraz daha yumuşadı genç adam. Seo Ra onunla da eğlenebiliyordu. Çünkü yetimhaneye gittiklerinde birlikte geçirdikleri tüm zamanlarda onun yüzündeki gülümseme hiç silinmemişti. Bunun bir nedeni çocukların varlığı da olsa, yine de kendinin de payı olduğunu düşünüyordu genç adam. Bu yüzden sohbet açacağı ve onun ilgisini çekeceği konuyu buldu.
“Seo Ra, tekrar ne zaman gideriz yetimhaneye?” derken yüzünde de ufak bir tebessüm oluşmuştu Min Sung’un. Seo Ra ise ağır hareketlerle ona döndü. Karşısındaki adam gibi hafifçe gülümsedi ve “Sen ne zaman dersen… Ben her zaman onlara vakit bulurum.” dedi. Genç adam sevinçle ne zaman olacağı konusunda bir şeyler anlatırken Seo Ra yine düşünceleriyle boğuşuyordu. Ne karşısındakini dinliyordu ne de onlara merakla bakan gözleri görüyordu.
Seo Ra yaptıklarından bir sonuç çıkarmaya çalışıyordu. Chae Sun’u sevdiğine inanmayı istiyordu. Ama hayır onu kesinlikle sevmiyordu. Peki, o filmi izlerken hissettiği o duygular neydi? Bu soruyu da cevaplayamıyordu. Aşk gibiydi ama sahipsizdi. Kimseye karşı hislerinden emin değildi.
Min Sung’u görünce teninde bir kıpırdanma oluyordu. Kalbinde ufak bir ritim bozukluğu yaşıyordu. Ama asla göze batacak boyutta şeyler hissetmiyordu. Evet, o yakışıklı biriydi, belki de bu yüzden tuhaf duygular içini kaplıyordu. Çocuklarla vakit geçirdikleri zaman onu gördükçe yine böyle hisler yaşamıştı. Ama işin aslı yüreğindeki hareket, tam manasıyla, onun çocuklarla ilgilenip güldüğünü gördüğünde hızlanmıştı. Bunları düşünmeyi bir kenara bıraktı genç kız ve konuşan adama döndü. Onun dediği gün ve saate onay verdi ve sohbete dâhil olmaya çabaladı.
“Seo Ra geçen gün piyano çaldığından bahsetmiştin ya… Bize bundan bahsetsene! Ne zaman, nasıl ve neden başladığını mesela…”
Seo Ra düşünceleriyle cebelleşerek sorunun yanıtını aramaya başladı. Cümlelerini toparlayınca masadaki herkese hitaben ama sorana bakarak konuşuyordu.
Min Sung’un gözlerinin içine bakarak yanıtladı soruyu. “Küçükken nasıl ve ne için olduğunu bilmeden yaşadığımı düşünüyormuş annem. Bu nedenle beni hanımefendi deyimine uygun bir biçimde yetiştirmeye karar vermiş. İlkokula başladığım yıllarda zorlayarak göndermiş kursa. Ancak büyüdükçe anlatamadığım veya ifade etmekte zorlandığım duygularımı dışa vuruş biçimim oldu. Piyano benim ve duygularımın ressamı gibiydi. Ben tuşlara değdikçe çıkan notalar havada hayat buldu ve bizi anlattı. Derslere gitmeyi bıraktım bir süre sonra ama çalmaya devam ettim. Bazen vakit buldukça çalıyorum.”
Genç kız konuşması bitince çok konuştuğunu ve gereksiz şeyler anlattığını fark edip utanmıştı. Başını hızla yere eğdi. Neden bu kadar uzun konuştuğuna bir anlam vermeye çalışıyordu. Bir bahane arıyordu gerçeği örtbas etmek için. Onun gözlerine bakarken hayattan koptuğunu saklayacak bir mazeret arıyordu. Ama yoktu!
Bu çaresiz çırpınışa son veren yine o oldu. Kurtarıcısı yetişmişti imdadına. “Bize bir parça çalsana!” demişti neşeyle genç adam. Ama Seo Ra şaşkındı. Piyanosuz nasıl gösteri yapacağını düşünmeye başlamıştı. Min Sung, elinden tutup onu kaldırana ve cafenin köşesindeki piyanoya götürene kadar oradaki bu güzellikten habersizdi genç kız.
Kalbi heyecandan güm güm atarken sebebinin piyano olduğuna inandırıyordu kendini. Asla ve asla elini tutan el değildi sebep. Olmamalıydı da!
Seo Ra piyanonun başına geçti. Her zaman yaptığı gibi parmaklarını hafifçe tuşlara değdirdi. Bu daha çok kalp atışlarını düzene sokmak için yapılan bir çalışmaydı. Ne çalacağını bilemiyordu. Önünde kâğıt da yoktu, çaresizce masaya yönlendirdi bakışlarını. Ona cesaret dolu bakışlar atan arkadaşını kıramazdı. Bu parçayı Ji Sun için çalmalıydı. Aklına gelen fikirleri ve kalbinde bir patlamaya hazırlanan saklı duyguları su yüzüne çıkarmaya başladı yetenekli piyanist. Her darbe yeni bir itiraf misali süzülürken havada, her bir notanın sesi ise kalbiyle eş zamanlı hareket etmeye başlamıştı. Çıkan notalar kalbinin ritmi gibi ona aitmişçesine çıkıyordu.
Nazik ama duygu yüklü bir parçanın ardından bir anda her yer alkış sesleri ile doldu. Cafede bulunan birkaç müşteri de ona hayranlıkla bakıyordu. Sihirli parmakların sahibi ise utanarak başını eğmekle yetinmişti. Bu ilk konseri falan değildi. Ama onun önünde çalmak her konsere bedeldi.
Artık itiraf vakti gelmişti. Bu parçayı kime olan duygularıyla çaldığını kendine itiraf etmeliydi. Beynini meşgul eden o düşüncelerin kimi anlattığını kendi de öğrenmeliydi. Zaten açık olan bu sevgiyi gözler önüne sermeliydi. Bu şarkı aşkını anlatıyordu. Ve aşkı ona sevinçle bakıyordu. Min Sung’un onaylayan bakışlarıyla yerinde zıplaya bilirdi.
Çünkü bu bestenin ithaf edildiği kişi sadece ve sadece Min Sung’tu.
Genç kız nasıl böyle duygulara kapıldığını düşünmeye çalışıyordu. Ona ne zaman âşık olduğunu hesaplamaya uğraşıyordu. Ama hayır kalbi kesin bir zaman vermiyordu. Sadece seviyordu...
Bir anda bedenini ele geçiren duyguyla kasıldı. Bunu yapamazdı! Chae Sun ne olacaktı? Ona ümit vermişti, seviyormuş gibi davranarak kendine bağlamıştı. Şimdi nasıl terk edecekti onu? Ne diyecekti ona? Bu düşüncelerle ellerini sıkıntıyla masaya koydu. Daha fazla burada duramazdı. Sıkıntıyla iç çekti. Dikkatini bu iç çekişle ona çeviren kişilere kısaca bir açıklama yapmalıydı. “İşlerim olduğunu unutmuşum. Gitmeliyim, üzgünüm.” diyerek sandalyesinden kalktı. Nereye gideceğini bilemeden cafeden çıktı.
Arkasından telefonu çalmış gibi numara yapan ve onu takip etmek için yalan uydurup peşinden çıkan kişiden habersizdi. Min Sung yine takipteydi.
Seo Ra nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Bir anda aklına ne yapacağı geldi. Chae Sun’un kıskanç olduğunu biliyordu. Bunu bahane etmeliydi. Böylece ondan ayrılabilirdi.
Hemen bir mağazaya girdi. Gördüğü en harika elbiseyi aldı ve kabine yöneldi. Onu seyretmek için kabarık elbiselerin arasına saklanmış takipçiyi fark etmemişti bile. Kabinden çıktığında üstüne son derece yakışmış bir mini elbise ile hayranlık uyandırıyordu. Hafif dekoltesi de olan bu elbise ile erkeklerin ilgisini çekeceğini gayet iyi biliyordu. Hemen kabine dönüp normal kıyafetlerini giydi. Elbiseyi alıp oradan çıktı. Uzun bacaklarını daha da ortaya çıkaracak bir topuklu almak için yöneldiği ayakkabıcıdan da memnun bir şekilde ayrıldı.
Son olarak kuaför vardı. Çıktığında kuaföre girdiğindeki görüntüsünden eser yoktu. Zaten güzel olan yüzü daha da ilgi çekici hale gelmişti. Saçları “Bana bakın!” dercesine salınıyordu. Gözlerine yapılan hafif makyaj ise güzel gözlerini belirginleştiriyordu. Bir taksiye atladı genç kız. Eve vardığında hızla kapıyı açtı ve hazırlanmış bir biçimde çıktı.
Genç adam sabırla onu bekliyordu. Bahçe kapısının arkasına saklanmış bir biçimde onu bekliyordu. Genç kız çıkınca gözlerini ona çevirdi ve güzelliğine hayran oldu. Nihayet kendine geldiğinde ise Chae Sun’un arabasını fark etmişti.
Min Sung sinirlenmişti. Seo Ra çekici bir biçimde gülümseyip de arabaya yöneldiğinde kıskançlıkla baktı genç adam, Chae Sun’a. Genç kız Chae Sun’un yanına geldiğinde ise bir umut ışığı doğdu kalbinde. Çünkü kızın sevgilisi onu öpmek için dudaklarına yöneldiğinde, genç kız süratle kafasını çevirip o dudakları yanlış hedefe yani yanaklarına ulaştırmıştı.
Min Sung zevkten dört köşe olurken, Chae Sun kırgın bir biçimde genç kıza bakıyordu.
Çift ve Min Sung bir restorana geldiklerinde yine tüm erkekler genç kıza bakmaya başlamıştı. Tüm gözler üzerindeyken rahatsız olan ama oyunu için buna katlanan Seo Ra ise yapmacık bir biçimde gülümsüyordu.
Genç sevgililer masalarına geçtiklerinde, Min Sung da fark edilmeden onları izleyebileceği ve rahatça duyabileceği bir masaya yerleşmişti.
Seo Ra’nın etraftaki aç kurtlara gülümsediğini ve gözlerinde muhteşem bir parıltıyla bakışlarını onlara yönelttiğini fark etmemişti iki adam da.
Genç kız bu hareketlerine devam ettikçe hayranlıkla masaya bakan kişi sayısı da artıyordu. Bir süre sonra tüm erkekler genç kıza açık bir şekilde kur yapıyorlardı.
Bunu fark eden iki adam da sinirlenmişlerdi. Chae Sun dayanamadı ve Seo Ra’ya sinirli bakışlar atmaya başladı.
Ancak gerçek siniri garson masaya geldiğinde ortaya çıktı. Garson da büyülenmiş bir şekilde ve gözlerini Seo Ra’dan ayırmadan “Bu şarabı şu masadan gönderdiler.” diye açıklama yaptı. Masayı gösterirken ise yüzünde sinir ifadesi belirmişti.
Chae sun en nihayetinde genç kızın istediği gibi davranmaya başladı. Yerinden hışımla kalktı. Şarabı gönderen masaya yöneldi. Masada tek başına oturan ve gözlerini kırpmadan Seo Ra’ya bakan adama bir yumruk attı. Attığı yumrukla yere düşen sandalyede doğrulmaya çalışan adamın üstüne çıktı ve tüm erkeklerin yerine o adamı döverek çıkardı hıncını.
Seo Ra ise gayet memnun bir biçimde olanları izlerken kızgın numarası yapıyordu.
Nihayet birileri olaya el atıp da Chae Sun’u adamın üstünden kaldırdılar. Zavallı adamın yüzü dağılmıştı. Kanla boyanmış yüzünde bariz bir sinir ve yorgunluk vardı. Ancak bu haldeyken bile, Seo Ra adamın yanına gidip sevgilisi adına özür dileyince, göz kırpmayı ve gülümsemeyi başarmıştı.
Genç kız yavaşça ve kızgın rolünü başarıyla sergileyerek sevgilisine yanaştı. O yemedikleri yemeğin parasını masaya bırakınca kolundan çekiştirerek dışarı çıkardı. Seo Ra’nın kızgın suratına karşılık, Chae Sun’da kıskançlık ve Min Sung da ise merak vardı.
Chae Sun’un konuşmasıyla genç kızın rol icabı sinirli hali gerçeğe dönüşmeye başlamıştı. “O adam sana sapıkça baksın, ben dövünce bana kız ama adama gülümse! Bu ne? Kime ne için gülümsüyorsun, ha? O adama mı, bu sevgi gösterisi? Amacın ne?” diye bağıran adamı susturan genç kızın yüksek dozdaki ‘gerçek’ öfkesi oldu.
“Ben mi adama gülümsemişim? Ben mi ona cesaret verdim yani? Sen kim oluyorsun da bana böyle bağırıyorsun, ha? Sen kimsin ki benden hesap soruyorsun? Kimsin?” demesiyle yüzüne bir tokat yemişçesine geriledi genç adam. Öncekinden daha sessiz bir biçimde hüzünle döküldü dudaklarından o bir kelime.
“Sevgilin.” Bu kelimeye alayla güldü genç kız. “Artık sen bir hiçsin! Benim için hiçbir şeysin sen! Ayrıldık! Bitti! Anlıyor musun? Ben kıskançlığa gelemiyorum. Sana katlanamıyorum. Her zaman etrafta bir erkek görünce sahiplenici tavırlar sergilemenden bıktım. Senin arkadaşlarımın yanında bile ‘bu kız benim’ havalarından sıkıldım. Sırf onlara şov olsun diye sarılmandan da öpmenden de iğreniyorum!” diye bağırdı. Sonra da sinirle arkasına döndü.
Chae Sun ise olayın şokuyla yerinde kalakalmıştı. Birkaç günlük bir aşk değildi ki bu. O Seo Ra’yı yıllardır seviyordu. Her gün durakta onu bekliyordu. Okulunun önüne gelip çıkışında yüzünü görmek için sabrediyordu. Böyle bitmemeliydi, kesinlikle bu kadar basit değildi. Üzüntü ve sinir karışımı duygularla attı adımlarını. Hızla yol aldı.
Min Sung ise şaşkındı, onların ayrıldıklarına şahit olmuştu. Ancak sevinemiyordu, sevdiği kadını sinirlendiren adamdan intikamını almalıydı. Terk edilen zavallı adamın ardından o da oradan ayrıldı. Adımlarını sıklaştırdı ve gideceği yere doğru yol aldı.
Seo Ra oldukça kızgındı. Kimse ona böyle bağıramazdı. Hele de o adama cesaret verdiğinin ima edilmesine katlanamazdı. Sinirliydi, hem de çok…
Eskiden çok sık geldiği parka varmıştı. Bir salıncağa oturdu ve başladı yavaşça sallanmaya... Çocukken böyle kişilerle uğraşmadığını hatırladı. Keşke hep çocuk kalsaydı. Anılara gömüldü bir anda, yıllar öncesine doğru bir yola çıktı.
Onu bu yoldan çeviren ve gerçeğe döndüren ise omzuna dokunan eldi.
7.Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:10 pm | |
| 8. Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür: Romantik-Komedi
-----------------------------------
Seo Ra bu el ile irkildi. Yavaşça sallanan salıncağı sertçe durdurdu. Korkunun verdiği temkinli hareketlerle arkasına döndü.
Gördüğü kişi karşısında yaşadığı şoku anlatacak kelime yoktu.
Genç kız birkaç kere yutkundu. Zorlukla ve kekeleyerek “A-anne! Sen misin?” dediğinde karşısındaki kadın kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Kızının kafasını sevgiyle okşadı ve haylaz çocuğu nihayet uslu durduğu için çok mutlu olan annenin bakışlarını fırlattı kadın. “Hayır, ben hayaletim! Ne saçmalıyorsun kızım? Tabi ki de benim. Annen!” demesiyle genç kızın salıncaktan fırlaması bir oldu. Sanki çok uzun süredir görmemişçesine koştu ve annesine sarıldı genç kız.
Bayan Han ise kahkahalarla gülerken gözünde hala çocuk olan kızının sırtını sıvazlıyordu. Anne-kız kavuşması ve kucaklaşması son bulduğunda Bayan Han kızının elini kaçmasından korkar gibi sımsıkı tuttu ve evine doğru yürümeye başladı.
Eve vardıklarında Seo Ra nihayet beynini çalıştırmayı akıl etmişti. Annesine dakikalar önce sorması gereken soruyu ancak şimdi sorabilmişti. “Anne, orada olduğumu nasıl bildin?” bu soru ile annesinin yüzünde bir gülümseme görünce biraz daha neşelendi genç kız.
Bayan Han uzun bir konuşmaya hazırlanan konuşmacılar gibi boğazını temizledi. “Bugün aklıma bir fikir geldi. Ji Sun’u görmeyeli epey olmuştu. Eğer eve çağırsaydım kabul etmeyeceğinizi bildiğim için gelip ben alayım dedim. Evinize vardığımda kimsenin olmadığını gördüm. Biraz soluklanmak için çardağa gittiğimde genç bir adamı orda beklerken buldum. Çökmüş gibiydi. Ne yapacağımı bilemeden yanına oturdum. Kim olduğumu görmek için başını bile kaldırmadı. Sadece ‘Seo Ra sen misin?’ dedi. Anlamıştım olayı biraz. Önceki sevgililerinden biri gibi bu çocuğu da terk etmiştin belli ki. Neler olduğunu sordum. Anlatmadı önce. Sonra biraz sıkıştırınca anlattı olayları kısaca. Senin huyun bu ama! Çocuğu bırakıp gitmişsin hemen! Yakışıklıymış da… Ah kızım ah! Neyse canın sıkkındır diye düşündüm. Ya bir cafede Ji Sun ile dertleşiyordun –ki bu çok düşük bir ihtimal- ya da bu parka gelmiştin. Hemen buraya geldim. Ve işte karşımdaydın!”
Seo Ra büyük bir gizemi çözüyormuş gibi görünüyordu. Şifreyi çözdüğünde suratında hüzünlü bir ifade belirmişti. Annesine ilk defa bir sırrını verecekti. Hem de arkadaşına hiç anlatmadığı bir sırrını. Annesine doğru eğildi. Kısık sesle konuştu. “Ben galiba âşık oldum.” Ancak annesi bunu duyunca kızınınkinin aksine yüksek sesle kahkahalar attı. Sevinç gözyaşlarına boğulup mutluluktan kanatlanmasına ramak vardı. Biraz daha mutlu olsa dünyanın en mutlu insanı bile seçilirdi belki. Ama hayır! Bayan Han ancak kızının düğününde bu kadar mutlu olabilirdi. Bu o mutluluğun yanında az bile kalırdı!
Genç kız sıkıntıyla iç çekti. Bayan Han gülmeyi bıraktı. Kızının ellerini avuçlarının arasına aldı. Şefkat dolu gözlerle kızına baktı. Bir şey söylemesine ya da anlat demesine gerek yoktu. Kızı, annesini o kadar iyi tanıyordu ki bir ifadeden her şeyi anlardı.
“Ben birine âşık oldum. Sanırım… Onunla tanışalı daha çok olmadı. Ama etkilendiğimi biliyorum. Yakışıklı ve iyi huylu biri… Zevklerimiz uyuşuyor diyemem ancak onunla yaptığım her işten keyif alıyorum. Bunu bugün fark ettim. Birkaç gün önce yeni bir ilişkiye başlamıştım. Ancak Chae Sun beni yoruyordu. Sıkılmıştım. Yeni fark ettiğim bu olayın verdiği o ilginç dürtüyle onu terk etmeye karar verdim. Bir plan yaptım. İşe de yaradı. Fakat ya uğruna ilişkimi bitirdiğim kişi beni sevmiyorsa? Ya kalbi başkası için atıyorsa? O zaman ne yaparım anne?” genç kız bunları söylerken gözleri dolmuştu. Son sözleri fısıltı halinde söylerken ise hıçkırıklar eşliğinde ağlamaya başlamıştı.
Annesinin sıcak kucağına atlayan genç kız küçük bir çocuk gibiydi o an. Şekeri elinden alınmış ya da yeni oyuncağı kırılmış gibi üzüntüyle ağlıyordu. Bayan Han ise ona güven veren sözler fısıldıyordu. Kızının neden bu kadar üzüldüğünü biliyordu.
Çünkü küçük kızı büyümüş ve ilk kez âşık olmuştu. Reddedilme korkusu yaşıyordu. İlk defa peşinde koşturan değil koşan olacaktı. Belki de ilk defa yüreği koşmaktan değil de sevgiden bu kadar hızlı çarpmıştı. Çünkü Seo Ra nihayet aşkı tatmıştı.
Bütün gece kızının gözyaşını dindirmek için uğraşmıştı Bayan Han ve en sonunda bunu başarmıştı. Kızı o güne kadar içinde biriktirdiği her şeyi dışına vurarak ağlamıştı. Ortaokuldan beri tek bir gözyaşı bile dökmeyen kız o zamandan beri ilk defa ağlamıştı. Kendini güçlü gösterecek maskeleri hep yanında taşırdı. Her zaman kırılgan değil de kırıcı olmaya çalışmıştı. Nazik ve çabuk incinen bir yapıdansa kaba ve zor incinen olmayı seçmişti. Şimdi ise tüm o maskelerini indirmiş ve gerçek kimliğine bürünmüştü.
Ortaokulda babasını kaybettiğinden beri ağlamamaya yemin etmişti. Güçlü durmalı ve metanetli olmalıydı. Hatta rolünü o kadar güzel oynamıştı ki babasının cenaze töreninde tek bir damla bile düşmemişti gözlerinden.
Bu haliyle son derece kırılgan olan bir bardağa benziyordu. Dokunduğunuz an bin bir parça olup da dağılacakmış gibiydi.
Kızarmış ve şişmiş gözlerini umursamadan yattı yatağına. Evinin kokusunu özlemle içine çekti. Ertesi gün okul olsun olmasın yine de gitmeyecekti. Annesi, arkadaşına haber verirdi zaten. Merak edecek kimse yoktu. Bu rahatlıkla uykuya daldı.
Gözlerini açtığında kuş gibi hafiflemiş hissetti kendini Seo Ra. Yattığı yataktan doğruldu. Avını kokusundan takip eden bir av köpeği misali yemek kokusunu takip ederek mutfağa vardı. Annesinin hazırlamak da olduğu yemeği görünce iştahla sulanan ağzını kapattı. Annesinin kızması ihtimaline karşılık kendini banyoya attı ve elini yüzünü yıkadı. Tamamen hazır olduğunda ise bahçede onu bekleyen sofraya koştu. Afrika’daki aç insanlardan bile daha aç bir tutum sergileyerek tüm masayı sildi süpürdü. Öyle ki annesi bir an tabakları da yiyecek korkusuyla emektar takımını bir çırpıda topladı.
Saat öğlene geliyordu. Seo Ra kahvesini görücüye gelen yaşlı adamlar gibi höpürdeterek içti. Büyük bir keyifle uzattığı ayaklarına baktı. Bu rüyanın ne zaman biteceğini düşünmeden edemiyordu. Annesi birkaç saattir istediği her şeyi yapıyor olabilirdi. Ama bir sınırı vardı Bayan Han’ın. O sınırın ne kadar uzakta olduğunu tahmin etmeye çalışırken kendini yerde buldu. Şoku atlatıp da yerden kalktığında elinde kova ve bir sürü bezle dikilen annesini gördü. Yere nasıl düştüğüne gelince… Bu bir sırdı. Asla çözülemeyecek bu sırrı yanıtsız bırakmayı seçti.
Annesinin gösterdiği yerleri parlatıncaya kadar ovaladı genç kız. Biraz daha zorlasa parke ya ayna gibi parlayacak ya da rengini kaybedip temizlikten bembeyaz olacaktı. Bunun verdiği korku ile durdu ve elindeki bezi saatli bir bombaymış gibi dikkatle ve yavaşça kovaya bıraktı.
Ev hanımlığı bittiğinde yorgunluktan ölüyordu Seo Ra. Bugün ömründe yapmadığı kadar çok temizlik yapmıştı zaten. Artık daha da yapmazdı.
Akşam saatlerinde eve dönme vaktinin geldiğini belli edercesine dongladı saat. Bu sesle yerinden bir ok gibi fırladı genç kız ve çağırdığı taksiyi beklemek için bahçeye çıktı. Annesine veda etti ve gelen taksiye bindi. Eve dönüş yolu tahmin edildiği üzere çok sessizdi.
Eve vardığında bu sessizlikten eser yoktu. Ji Sun ve Ki Joon’un kahkahaları yeri göğü inletiyordu. Seo Ra misafirlerine sevecen bir şekilde gülümsedi. Min Sung’u da karşısında görünce kalbi ritmini değiştirmişti. Maratonda koşar gibi hissediyordu kendini. Çünkü kalbi dörtnala gitmeye başlamıştı çoktan.
Sohbete dâhil olmaya çalışıyordu ancak başarılı olduğu söylenemezdi. Kalbi buna engel oluyordu. Genç kızın düşünmesine de konuşmasına da mani oluyordu. Kalbini normal ritmine getirip de cevap vermesini sağlayan soru Min Sung’dan gelmişti. “Erkek arkadaşın yok mu? Bugün onu göremedim. Yoksa onun yanından mı geliyordun?”
Seo Ra sakindi. Hiç acele etmeden cevap verdi. “Ayrıldık. Hayır, annemle vakit geçirmek istedim. Dün orada kaldım. Buraya gelene kadar da onunla beraberdim zaten.” Demesiyle Ji Sun’un ağzındaki meyve suyunu püskürtmesi bir oldu.
Şaşkınca etrafına bakındı. Bağırarak “Ayrıldınız mı?!” deyiverdi Ji Sun. Ki Joon memnuniyetle sırıtırken ne az önce gülüştüğü Ji Sun’u umursuyordu. Ne de derin düşüncelere dalan Min Sung’u. Tek ilgilendiği konu karşısındaki güzel kızdı. Artık bir sevgilisi olmayan ve hayallerini süsleyen kız. İlk aşkı karşısındaydı! Ondan başka hiçbir şey umurunda değildi.
Min Sung ise nasıl bir gece geçirdiğini düşünüyordu. Seo Ra’yı o kıyafetler içinde görünce bir kez daha âşık olmuştu genç kıza.. Tüm erkekler ona hayranlıkla bakarken kıskançlıktan yerinde duramamıştı. O şarabı yollayan adamı döven Chae Sun’a ise minnettardı. Çünkü o kalkmasaydı Min Sung kalkıp o adamı dövecek ve gizli takibini açığa çıkaracaktı.
Seo Ra, Ji Sun’a olayı anlatmak için çaba sarf etmeyecekti. En azından bu gece olmazdı. Aşkını yalnızca o ve annesi bilecekti. Başkasına gerek yoktu. Arkadaşını hayretler içinde bıraktı ve kafa sesiyle bir muhabbete daldı.
Uykusuzluktan ölecekmiş gibi görünen dört genç de yerlerinden kalkmaya zorsunuyorlardı. Ji Sun’un baskısı ile kızlarda misafir kalacaktı Ki Joon ve Min Sung. Odalarını gösterdi Seo Ra.
Uykuya dalalı çok olmamıştı ancak iğrenç bir kâbus görmüştü ve uyanmıştı. Bu nedenle evde hayalet gibi dolaşıyordu Seo Ra. Mutfağa gitti. Kendine bir su koydu. Ağır hareketlerle yürürken gözü pencereye takıldı. Bahçede biri vardı. Daha da dikkatle bakınca Min Sung’u gördü. İçindeki isteği bastıramadı ve bahçeye çıktı.
Min Sung genç kızı görünce oturduğu büyük salıncakta biraz yer açtı. Genç kız oturduğunda neredeyse dip dibelerdi. Bir süre boyunca sessizce oturdular. Konuşmaya istekli olmayan iki taraf da suskunluğu bozmaya yeltenmedi. Dakikalar geçti sessizce. En sonunda Seo Ra istekle esnedi. Ve kendine hâkim olamayıp başını yanında oturan erkeğin omzuna yasladı. Min Sung başta biraz şaşırsa da bozuntuya vermedi ve uyumaya çalıştı. Önce Seo Ra ardından da Min Sung düşler ülkesine uzun bir yolculuğa çıktılar.
Seo Ra’nın başı Min Sung’un omzunda… Min Sung’un eli ise Seo Ra’nın belindeydi. Ama bunlar sadece uykunun bir şakasıydı. Kesinlikle(!) kendi istekleri doğrultusunda olan bir şey değildi!
Aşk yaramaz bir çocuk misali suçunu başkasının üstüne atıyordu. Az önce olanları uykuya yüklediği gibi…
------------------------- | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:10 pm | |
| 9.Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür: Romantik-Komedi
Bayan Park elini abur cuburlarla şişirdiği göbeğine götürdü. Bir bebeği okşar gibi okşadı karnını. Sonra antika vazoyu kıran çocuğuna kızdığındaki bakışlarıyla baktı şişkinliğe. Kendi kendine söylenmeye başladı. “Keşke o cipsleri yemeseydim! Ama o filmlerde bu meretler olmadan zevkle izlenmiyor ki! Ki Joon beni böyle görse kırk yıl alay ederdi herhalde. ‘Bana yedirmedin çünkü hepsini kendin yiyecektin.’ dediğini duyar gibiyim.”
Orta yaşlarındaki kadın zorlukla koltuktan kalktı. Aynasına doğru yürüdü ve kendine baktı. Derince iç çekip gözlerini kapattı. Aklına gelen fikir sayesinde dudakları sevinçle kıvrılırken aynadaki sinir bozucu görüntüsünü de bir kenara bıraktı. Telefona, son kalan topukluları almak için koşan ayakkabı manyakları gibi aceleyle koşarken tek düşündüğü oğlu ve müstakbel gelinini bir araya getirmekti.
Eli tuşlarda hızla gezindi. Zaten bu numarayı ezbere biliyordu parmakları çünkü günde en az iki posta konuşuyordu arkadaşıyla. Telefonda o tanıdık sesi duydu. Karşıdaki cevap verene kadar evde bir göz gezdirdi. Temizlik yapalı daha birkaç saat olmamıştı bile. Gururla gülümsedi kadın. Telefondan tanıdık sesi duyunca gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı.
“Hye Sun, canım bir fikrim var! Benim oğlanla senin kız çok sık bir araya geliyorlarmış. Ancak bir arkadaş grubu şeklinde takılıyorlarmış.” Kadın nefes bile almadan konuşuyordu. Konuştukça yüzünü kaplayan sinsi gülüşle filmlerdeki entrikacı kadınları anımsatıyordu. Bayan Han’ın yani Hye Sun’un cevap vermesine fırsat bile vermiyordu ki.
“Ben Min Sung’u tanıyorum ama sen de tanışmalısın. Ayrıca annesi de çok hoş kadındır.. Onu da çağıracağım! Ah harika olacak. Bu akşam bize gelin hepiniz. Çocuklar da gelsinler. Sen kızınla arkadaşını ayarla. Ben oğlanları ayarlarım! Bayan Kim çok mutlu olacaktır çünkü seninle tanışmak için can atıyordu.” Bayan Park nihayet nefes almak için durduğunda Bayan Han pusuda bekleyen bir kaplanın, avını boş anında yakaladığında hızla öne atıldığı gibi konuşmaya daldı.. “Ama kızlar gelemez ki! Onlar hep itiraz ederler böyle şeylere bilirsin. Hem Ji Sun’un annesi olmadan böyle bir anneler buluşması hoş olmaz. Pusan’dan buraya bunun için gelmesini de isteyemem ki.” bu itirazlar hiç moralini bozmamıştı Bayan Park’ın.
Ne yaptı, ne söyledi yine de ikna etti Bayan Park telefondaki kadını. Hazırlıklara çoktan başlamıştı zaten. Bu nedenle hemen son rötuşları da attı ve hazırlığını bitirdi. Göbeğini saklayacak bir kıyafet bulmak umuduyla karşısına geçtiği gardırop onu pek memnun edememişti. Bulduğu en iyi kıyafetle yetinecekti mecburen.
Misafirlerinin gelmesine az kalmıştı. Birazdan zil tüm gürültüsüyle çalacak ve Bayan Park tüm gücüyle koşarak kapıyı açacaktı. Güler yüzünü tüm misafirlerine sergilerken içeriye buyur edecekti onları. Tüm zamanını gelinini tanıyarak geçirecekti tabi ki. Hatta belki de düğün planı bile yaparlardı. “Hayır! O kadar erken olmaz bunlar. Zaten daha okulları var. Bitince evlenirler. Çocuk da yaparlar! Yok, yok yok! Olmaz! Çocuk olmaz! Ben daha çok gencim! Büyükanne olamam ki.” bu düşünceleri bölen zil kadının ok gibi fırlamasına sebep oldu. Kapıyı büyük bir neşeyle açtı. Ancak gelen yalnızca Min Sung’un annesiydi.
Dört genç arabada oturmuşlardı. Ki Joon’un arabasıyla gittikleri için sürücü koltuğunda arabanın sahibi vardı. Yanında ise sohbet etmekten hiç bıkmayan düşler ülkesi kraliçesi Ji Sun! Arkada ise birbirlerine bakmamak için büyük çaba sarf eden Min Sung ve Seo Ra oturuyorlardı. Bugün hep böyle geçmişti zaten. Her köşe bucakta birbirlerinden kaçmışlardı resmen. Sabah yapışık bir biçimde uyandıklarında suratlarında oluşan o utanç ve suçluluk ifadesi görülmeye değerdi. Elleri ayaklarına dolanmıştı. İkisi de başkası öğrenmesin diye uçarak odalarına gitmişlerdi. Uyuyor numarası yapmışlardı.
İkisi de memnundu aslında sabah bulundukları durumdan. Sevdiği adama sarılmış uyurken Seo Ra’dan daha mutlusu yoktu belki de. Rüyalarında bile mutluluk onunlaydı. Gece gördüğü kâbusların biri bile rahatsız etmemişti genç kızı. Min Sung ise tüm geceyi gülümseyerek geçirmişti. Uyurken bile bu gülümsemeden hiçbir şey gitmemişti. Soğuk rüzgârlar ile birbirlerine iyice sokulduklarında ise memnuniyeti ikiye katlanmıştı genç adamın. Uyuyor olabilirdi. Ama kalbi hep atıyordu ve her şeyin farkındaydı. O gülümsemenin gitmesine izin vermemişti.
Araba evin önüne yanaştığında arkadaki ikili motor kapanmadan arabadan attılar kendilerini. Ji Sun ve Ki Joon ise ağır hareketlerle indiler arabadan. Kapıya yaklaştıkça daha da geriliyordu her biri. Ji Sun müstakbel kayınvalidesini görecek olmanın verdiği heyecanla kıpır kıpırdı. Ki Joon sevdiği kadının yanında olmanın getirdiği sevinçle havalara uçuyordu. Min Sung korkuyordu çünkü annesi sevdiği kızı incitebilir diye düşünüyordu. Seo Ra ise o kadar yaşlının arasında ne yapacağını düşündükçe ürperiyordu.
İçerideki üç aç köpekbalığı ise avlarını merakla bekliyordu. Yeni gelin ve damat adaylarını seçeceklerdi ve bunun için tüm duyularını açmışlardı. Her hareketi değerlendireceklerdi.
Kapıyı çalmak için uzandı Ki Joon. Zile dokununca çıkan sesle irkildi ve derin bir nefes aldı. Kapıyı açan annesine gülümsedi. Arkadaşlarıyla içeriye girerken tedirgindi.
Anneler çocuklarla tanışırken ilginç bir manzara çıkmıştı ortaya. Her kadın adayları incelemeye koyulmuştu bile.
Oturduklarında bir süre sohbet edeceklerini anlamıştı Seo Ra. “Umarım zor sorular çıkmaz! Tanrım lütfen evliliğe gelmesinler!” diye geçiriyordu içinden.
“Benim oğluşum bir tanedir! Ben ne dersem ikiletmeden yerine getirir! Çok beyefendidir. Naziktir ve yardımseverdir. Alçakgönüllülüğü de cabası yani!” Bayan Kim oğlunu överken bulduğu en güzel sıfatları kullanıyordu. Min Sung bile “Gerçekten ben böyle biri miyim be?” diye düşünmeye başlamıştı.
Bayan Park da ondan geri kalmadı tabii. “Ki Joon’um pırlanta gibidir! Saygılıdır, iyilik yapmaktan zevk alır, her işte bir numara olur. Yakışıklı ve karizmatiktir de. Kızlar onu görünce kalplerini tutuyorlar yerinden çıkmasın diye. O derece yani!” Ki Joon duydukları karşısında “Annem iyi ki pinokyo değil.. Yoksa burnu o kadar çok uzardı ki buradan göğe çıkabilirdik” diye düşünmekten kendini alamadı.
Seo Ra ise kendine yakıştırılacak güzel sözleri merak ediyordu. Nazik falan derdi herhalde annesi. Ne de olsa olmayan özellikleri söylemek şart olmuştu. Ancak Seo Ra’nın düşündüğü gibi olmadı konuşma. Annesi belki de en düşünceli ve dürüst kişiydi.
“Benim kızlarım en değerli varlıklarımdır. Ji Sun’u da kızımdan ayırmam. Onu da Seo Ra kadar severim. Ji Sun modaya çok düşkündür. Zaten harika giyinir. Mankenlere benzediğini düşünüyorum hep. Seo Ra delidoludur. Kendine göre yaşamayı sever. Hayatı kendi istediği gibi yorumlar ve yorumladığı gibi yaşar. Görünümünden bahsetmeye gerek yok. Zaten karşınızda. İkisi de değerli birer maden gibiler benim için.” Bu sözlerle iki çift göz sevgiyle baktı Hye Sun’a. Seo Ra da Ji Sun da Bayan Han’a minnettarlardı.
Anlatma sırası çocuklardaydı. Her biri yarışamaya katılan adaylar gibi kendilerini tanıttılar. İlk kurban zavallı Ji Sun’dan başkası değildi.
“Sen anlat bakalım güzelim. Hangi bölümü okuyorsun? Neleri seversin? Ne yaparsın?” sorularını yönelten Bayan Park’a saygılı bir şekilde cevap verdi genç kız.
“Efendim ben moda ve tasarım bölümündeyim. Alışverişi ve modayı severim. Sıkı bir moda takipçisiyimdir. Sık sık kendi tasarımlarımı oluşturuyorum. Yeteri kadar çok tasarım olduğunda ufak çaplı bir defile açmayı düşünüyorum. Spor yapmayı severim. Yüzmekten zevk alıyorum. Kitaplara çok düşkün olmasam da film tutkunuyumdur.” dedikten sonra sırası geçtiği için rahatlayan Ji Sun derin bir nefes aldı.
Sıranın kendisine geldiğini belli eden soru yöneltildiğinde Ki Joon anlatmaya başladı. Salondaki herkes onu tanısa da âdeti bozmamak için anlatıyordu işte.
“Ben işletme okuyorum. Kitaplar en büyük tutkum. Basketbola büyük bir ilgim var. Doğa yürüyüşlerine de bayılırım. Okul biter bitmez şirketin başına geçeceğim.”
Min Sung’a çevrilen gözler sıranın ona geldiğini ifade eden çanları andırıyordu. Soru sorulmasına fırsat vermeden lafa başladı genç adam.
“Ben de işletme okuyorum ve başına geçmemi bekleyen bir şirket var. Ki Joon ile ortak olacağız o zaman. Çünkü babalarımız ortaklar. En büyük zevkim motosikletle dolaşmak. Felsefeden nefret etmemle bilinirim. Kitapları yerine göre okurum. Hepsine karşı tutkum olduğu söylenemez. Basketbol en sevdiğim spor dalı. Başka bir şey yok.”
Son kalan şüpheli gibi boynunu eğmişti Seo Ra. Sıra ondaydı ve konuşmak zorundaydı. Zoraki bir gülümsemenin ardından aklına gelen ilk şeyleri söyledi.
“İç mimarlık okuyorum. Küçükken en büyük hayalim anaokul öğretmeni olmaktı. Ama vazgeçtim. Fakat çocuklara olan düşkünlüğümün boyutu hep aynı seviyede olduğu için her ay en az bir kere kimsesizler yurdunu ziyaret ederim. Sporlardan hiçbirine aşırı bir düşkünlüğüm yok. Bazen yürüyüşler yapmak hoşuma gidiyor. Kitap okuma düşkünlüğüm pek yok. Felsefe en büyük düşmanım! Baykuşları çok severim. İlginç ve özel olan her şey benim için mükemmeldir. Çocukluğumdan beri piyano çalıyorum. Sayısız bestem var. En büyük hayalim çocuklar yararına yapılan bir gecede kendi bestelerimle konser vermek. Dünya turuna çıkmayı çok istiyorum. Okulu bitirince iç mimarlık yaparım diye düşünüyorum. Ama pek de emin değilim. Sanırım zamanın çevirdiği dümene uymak en iyisi. Kaptanının zaman olduğu hayat gemisini yönetmek benim işim değil. Ben sadece bir tayfayken o sorumluluk bana büyük gelir.”
Anlattıklarının yoğunluğu ile etrafta bir sessizlik oluştu önce. Genç kız fazla ileri gitmiş olduğunu düşünüp korkuyla annesine baktı. Annesi küçükken ilk defa sahneye çıktıktan sonra korkup da yanına gittiğinde baktığı gibi güvenle ve mutlulukla bakıyordu kızının yüzüne. Seo Ra rahatladı. İşte o zaman kafasını çevirdiğinde memnuniyetle kendisine bakan iki çift gözle karşılaştı. Biri âşık olduğu kadının önceki kütüphane sohbetini hatırladığı için farklı diyarlardaydı. Öteki ise biricik aşkının son sözlerindeki yoğunlukta kaybolmuştu. Edebiyatı bu kadar güzel yapabilen ve hayata böylesine anlamlar yükleyen bu kadınla ömür boyu birlikte olmayı diliyordu. Asla ve asla ayrılmamayı…
^^ Geriye bakış ^^
İki genç oturmuş kahkahalarla gülerken diğer yandan da konuşmaya çabalıyorlardı. Nihayet sakinleştiklerinde Seo Ra hayata ilginç bir bakış açısıyla bakmanın ne kadar özel olduğunu anlatıyordu.
“Hayatı dolu dolu yaşamak gerek derler ya hani… Bence bu biraz yanlış… İnsan başına gelecek olayları kendi seçemezken dolu dolu yaşayabilmek de onun elinde olamayabilir bazen. Bir adam bisikletle dünyayı dolaşmak için can atarken ve çevirdiği her pedalda biraz daha mutlu olacağını hayal ederken hayatın acı bir sürprizi sonucu bir arabanın altında kalıp ölebilir. Ya da ayaklarını kaybeder. Olmayan ayağıyla çeviremez ki pedalları. O zaman hala dünyayı dolaşabilir belki. Hatta bir bisikletle bile dolaşabilir. Ama pedalı çeviren ve direksiyona yön veren değil de bisikletin kenarına takılan o tekerli sepette yolculuk eden olarak. Bu mudur dolu dolu hayat?” bu sözlerin ardından şaşkınca bakakalmıştı bir süre Ki Joon. Karşısındaki kız hayata bakışıyla çok farklıydı. Bunu kanıtlarcasına başka örnekler de vermişti.
“En büyük hayalim bir konser vermek. Ama kimsesiz çocuklar yararına yapılan bir gecede kendi bestelerimi çalarak bir konser vermek. Çünkü o kimsesiz çocuklar için bir şeyler yapmayı çok istiyorum. Ancak bunu yapacaksam kendi yöntemlerimle yapmalıyım. İnsanları bir şeye ikna edip de bir hayra vesile olacaksam bunu gerçekten her şeyiyle ben yapmalıyım. Kendi bestelerimle kendimi anlatıp yüzde yüz samimi olduğumu göstermeliyim. O çocuklar benden yardım beklerken ben yapmacık gösterilerimle insanları etkilemektense tamamen kendim gibi olup gereken kişilerin kalbine dokunmayı tercih ediyorum.”
Ki Joon dakikalardır şaşkın bir surat ifadesiyle bakıyordu genç kıza. O ne derse desin hep özeldi. Çünkü hayatı böylesine içten anlatabilen sayılı insanlardan biriydi.
^^ Geriye bakış son ^^
Dört genç sorgu lambası yüzlerinden çekilince eski yüz ifadelerine geri dönmüş ve rahatlamışlardı. Kendilerini anlatırken birbirlerine ne türlü tüyolar verdiklerinden habersizlerdi. Bazıları bu bilgileri kullanmayı ve karşısındakini etkilemeyi akıl etmişti bazıları ise ne kadar çok ortak noktaları olduğunu düşünüyordu.
Şu felsefe insanları bir çatı altında toplamayı ne kadar iyi biliyordu! Felsefeden Nefret Edenler Kulübü iki kişinin elini aynı anda kapının koluna atmasıyla yeni ziyaretçilere kavuşmuştu. Belki de “felsefe nefreti” ortak noktaları ve bu kulüp aşklarının buluşma mekânı olacaktı.
Hayatın neler getireceğini kim bilebilir. Elinizden kayıp giden ve şiddetle esen rüzgârın hızla savurduğu şemsiyeniz için üzülürken yağmurdan kaçıp sığınacak bir mekân arayan birini mutlu edeceğinizi bilemezsiniz.
O şemsiyenin kimin eline düşeceğini asla tahmin edemezsiniz.
Tıpkı aşkın hangi kapının ardında zile basmayı beklediğini de tahmin edemeyeceğiniz gibi…
9.Bölüm sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:10 pm | |
| 10.Bölüm
Genç kız yattığı yataktan doğrulduğu sırada pürüzsüz bir mermer yüzeyde zarifçe kayan ipek gibi kaydı üstünden pikesi. Ev o kadar sıcaktı ki pikeyle yatmıştı aslında hiçbir şey örtmeyecekti fakat biricik dostu onun üşütmesi riskinin olduğunu söyleyerek bu fikirden vazgeçirmişti.
Beyni; uykusuzluktan kan çanağına dönen gözlerinin görme yetisini kaybetmesi üzerine, etraftaki cisimleri algılamadan yürümesini emretmişti. Bu emirle çevresine hiç bakınmadan ve yerde canını acıtacak ve attığı adımla ayağına batacak olan küçük tokayı da fark edememişti tabi. Ayak tabanının küçük ama sivri hatlı tokayla buluşması gibi, mükemmel bir olayın taçlandırması da genç kızın lanetleriyle iyice mükemmelleşti. Seo Ra elini ayağına götürdü. Önce tokayı eline alıp yıllardır uğraştığı tablosuna çay döken çocuğuna kızan ressam misali sitemle ve öfkeyle bakarken o bilindik ‘anne’ replikleri de ağzından dökülüverdi. “Seni küçük yaramaz! Demek benim biricik ayaklarıma eziyet edersin ha! Ben sana ah yapayım da gör. Pislik, budala… Ayağım acıdı be! Cezalısın odandan çıkmak yok! İtiraz etme anneye! Telefonunu da alırım yoksa!” söylediği saçma kelimeleri fark edemeyecek kadar uykusu vardı genç kızın.
Fakat içindeki garip dürtüye karşı koyamamış ve kendini bahçeye atmıştı. Ama bu sefer hazırlıklıydı. Eline aldığı pikesini yavru kediyi okşarcasına okşadı. Bahçedeki geniş salıncağa uzandı ve pikeyi üstüne aldı. Salıncak onun yatarken yaptığı eğimle ve sağa sola dönmesiyle hareketlenip ufak ve düzenli hareketlerle sallanırken Seo Ra da annesinin onu beşiğinde salladığı günlere döndü ve tıpkı o zamanlar olduğu gibi masum ve derin bir uykuya daldı.
Güneş erken saatlerde görev başına geçmişti yine. İşinin başındaki gururlu personel moduna girmişti tabii. Dağların ardından yükselip ilkokul çocuklarının resimlerindeki gibi gülümsedi neşeyle. Chae Sun’un da sabah olup olmamasına aldırmadan geldiği büyük eve, hüzünle bakışını seyretti. Alayla kıvrıldı dudakları. Onu sevmeyen bir kalp için atan bir kalp… Acıdan başka bir şey değildi.
Chae Sun hep açık olan dış kapıyı biraz daha ittirdi ve kendini içeri attı. Bahçeye buruk bir gülümsemeyle bakarken gözleri salıncağa takıldı. Şaşkınlıkla açılan gözlerine destek çıkan ve gözleri gibi kocaman açılan ağzını elinin de yardımıyla kapatıp salıncağa gitti. Sevdiği kız tüm masumluğuyla salıncakta uyuyordu. Genç adam dayanamadı. Bir sandalye alıp salıncağın başına oturdu aniden. Genç kızın güneşte parlayan yumuşak saçlarına gitti elleri yavaşça. Bir kuşu incitmekten korkarcasına okşadı kızın saçlarını. Sevdiğinin ağzından kalbinin bin bir parçaya bölünmesini sağlayan o sözleri duyana kadar da hiç bırakmadı saçlarını.
Genç kız huzurla gülümserken uykusunda mırıldanıyordu. Chae Sun’un duyacağı bir biçimde “Min Sung? Seni seviyorum.” deyiverdi. Bu sözleri söylerken yüzünün aldığı o mutluluk ifadesi daha da parçaladı adamın yüreğini. Artık anlamıştı gerçeği. Sevdiği kadın onu sevmiyordu artık. Kıskançlık bir kılıftı. Çünkü gerçek neden kalbinin sahibinin bir başkası olmasıydı. Elini acıyan kalbine bastırdı. “Onun için atmaya devam etsen de o senin için atmayacak. Bunu unutma kalbim. O bizi unuttu ama sen onu sakın ha unutma. O seni bıraksa da sen onu beklemeyi ve onun için atmayı sakın bırakma.” Derken gözünden akan bir damla yaşa mani olamadı.
Yaşlı bir adamın eklem rahatsızlıkları yüzünden yavaş hareket etmesi gibi yavaş hareket etti genç adam. Bu acı onu yıllarca yaşlandırmıştı. Ağır hareketlerle yürümeye başladı. Dış kapıya geldiğinde söylediği sözler duvarların şahit olduğu bir vedaydı. O duvarlar dile gelene kadar kimsenin duyamayacağı bir veda…
“Hoşça kal sevdiğim. Beni istemedin madem… Ben de giderim. Elveda!” dilinden bu sözler dökülürken kalbini şunları diliyordu. “Hiçbir zaman benim yaşadığım bu acıyı yaşama sevdiğim. Sen hep mutlu ol. O güzel gözlerindeki ışıltı hiç solmasın. Çünkü bana ve bu kırık kalbime toparlanma gücü veren ve bizi hayatta tutan senin ışık saçan gözlerin. Senin mutluluğun bir tanem…”
Ellerini cebine attığı için cool göründüğünü zanneden bir gencin yanından geçmesi ve geçerken de göz kırpması ile kahkahalara boğuldu Seo Ra.. Neler görüyordu böyle sokakta? “Bizim zamanımızda böyle miydi be! Ah ah… Bu yeni nesil çok bozuldu çok.” diyen yaşlı teyzeleri duyar gibiydi.
Buluşacakları mekâna ilerlerken genç adam aptal âşık sırıtışını sunuyordu yanından geçen güzel kızlara. Hepsi de bu mükemmel gülüşün sahibine hayranlıkla bakıyor ve içlerinden “Bana gülümsüyor!” diyor veya gayet sakin bir biçimde göz kırpıp gülümsüyorlardı.
Genç kız yolda ilerlerken gözü küçük bir kıza takıldı. Elindeki bebeği bir anne şefkatiyle kucaklamış saçlarını okşuyordu. Onun bu hali genç kızı zamanda ufak bir yolculuğa çıkardı.
Geriye Bakış^^
“Hey kız! Şişt! Sana diyorum!” diyen haylaz çocuğa bakıp derince iç çekti küçük kız çocuğu. Bu çocuk hep peşinde dolaşırken yalnız kalamıyordu ki… Annesine olayı anlatınca gördüğü abartılı sevinci ise tarif etmesi zordu. Bunları düşündükçe daha da sıkıntılı bir biçimde ofladı.
Tae Hyun ona dikkatle baktı. Aralarındaki beş adımlık mesafeyi bir kurbağa gibi hoplayarak kapattı. Küçük kızın yüzüne dikkatle baktı. Aralarındaki birkaç santimi daha da azaltmadan geri çekildi. Eliyle kızın yüzüne dokundu. Alnında ve göz çevresinde dolaştırdı ellerini. Bir doktor edası ile kızı süzerken hayranlıkla gözlerine bakmayı da ihmal etmiyordu. Ufak çaplı muayenesi bittiğinde elini düşünceli bir tavır sergilemek istercesine çenesine koydu.
Seo Ra’nın “Ne yapıyorsun sen?” bakışlarına aldırmadan bir süre daha öylece durdu. Sonra açıklama gereği duymuş olacak ki konuşmaya başladı. “Büyükannem de senin gibi ofluyordu. Hastaneye kaldırdılar. Çok hastaymış. Onun gibi senin de hastalığın olabilir mi diye baktım. Yok! Yüzün buruşuk değil. Gözlerinin altı da su torbaları gibi şişik değil. Sen sağlıklısın.. Ama neden öyle ofladın?”
Seo Ra arkadaşına gülümseyen gözlerle baktı. Onun böyle çokbilmiş davranmasını çok seviyordu. Ama derdi aklına gelince gözlerindeki sevinç uçtu. Gözlerinin önünü kapayan bulutlar küçüğün gözlerinden gözyaşlarının yağmur gibi akmasını sağlarken karşısındaki çocuk da korkuyla bekliyordu. Küçük kız yavaşça konuştu. “Annemin dün aldığı bebek kayboldu!” sonunu bağırarak söylemiş ve hıçkırmaya başlamıştı.
Haylaz minik üzüntüyle arkadaşına bakarken aklına gelen fikirle gözleri parıldadı. Bu değişimi fark eden minik kız ise meraklı gözlerini dikti karşısındakine. “Bir fikrim var! Benim çok param var. Dedem verdi. Sana o bebekten bir daha alalım. Annen kızmaz!” minik kız duyduğu sözlerle sevinçle zıpladı ve sonra kollarını açıp karşısındaki çocuğa neşeyle sarıldı.
Gizlice ve seri adımlarla gittikleri oyuncakçıdan aldıkları bebeği bir daha hiç kaybetmeyeceğine söz veren küçük, haylaz dostu Tae Hyun’a klasik mutlu bakışlarını fırlattı. El ele tutuşup geldikleri yoldan daha sakin bir şekilde yürümeye devam ettiler.
Geriye Bakış Son^^
Seo Ra o günleri hatırlayınca yüzünde belirli belirsiz bir tebessüm oluştu. O zamanlardaki en iyi dostunun Tae Hyun olduğunu söylerdi hep. Erkeklerle iyi anlaşırdı. Fakat dostu onun için farklıydı. Ji Sun’un onun kadar iyi anlaşamadığı bu dost ile üçlü takılırlardı. Seo Ra ikisi için de en iyi arkadaştı. Ancak daha sonra Tae Hyun’un babasının isteği üzerine ayrılmışlardı şehirden dostu ve ailesi. Sonrasında ne arkadaşını görebilmişti Seo Ra ne de bir haber alabilmişti. O zamanlarda da cep telefonunun olmasını çok isterdi. Ortaokulun son yılı bu nedenle buruk geçmişti.
Genç kız bu düşüncelerden sıyrılıp hızlandırdı adımlarını. Nihayet kafeye geldiğinde onu bekleyen adama huzurlu ve mutlu bir bakış fırlattı. Ardından tüm erkekleri etkileyen yürüyüşüyle masaya yaklaştı.
Günler önce beraber çok güzel zaman geçirdikleri yetimhaneye tekrar girdiler. Onları sevinçle karşılayan o yüzlerle daha da mutlu oldular. Geçirdikleri güzel bir saatin ardından hepsi ayrı bir yere dağılmıştı. Kızlar Seo Ra’yı yanlarına alıp evcilik oynatırken oğlanlar de Min Sung’u esir almış maç yaptırıyorlardı. Ama genç adam kaçamak bakışlarla sevdiği kıza izlemeyi ihmal etmiyordu.
Küçük Yu Ri heyecanla tuttuğu nefesi verdi. Elindeki güzel bebeği genç kıza uzatıp neşeyle baktı yüzüne. Herkesin bir bebeği olacağı ve birbirlerine misafirliğe gideceklerine dair kuralları olan bu evciliği oynaması şarttı. Eline aldı bebeği ve inceledi. Aynı onun dolabındaki eski bebeğe benziyordu. Adını koymasının gerekli olduğunu bildiği için o bebeğe koyduğu adı koymaya karar verdi.
“Bak Yu Ri bu benim yıllar önce senin yaşındayken aldığım bebeğe çok benziyor. Bu nedenle adını S-T koyacağım.” Demesiyle şaşkınlıkla bakan bir çift gözle karşılaşması bir oldu. “Ama Seo Ra! O ne demek bilmiyorum ki!” diye bağırdı küçük kız sitemle. Seo Ra nazik hareketlerle miniğin saçlarını okşadı. “S-T, Seo-Tae demek. En sevdiğim arkadaşımın adıydı. Onun adını koymuştum.” diye açıkladı. Ardından genç kızın mutlulukla zıplamasına bir anlam veremedi. Minik, sevinçle koşarak az ilerideki genç adamın boynuna atladı.
Seo Ra karşısındaki adamın gözlerindeki tanıdık haylaz ifadeye mutlulukla bakarken genç adamın adını söylemesi ile o da küçük Yu Ri gibi sevinçle ileri atıldı. Küçük kızın kenara çekilmesiyle oluşan boşluğu genç adamın boynuna sarılarak doldurdu.
“S-T ha? Demek cadaloz dostum hediyemi hala saklıyor ve unutmamış!” dedi genç adam. Seo Ra küçük bir çocuk gibi neşeyle güldü. Sarıldığı adamdan geri çekildi. “Nasıl unuturum dostum! Seni çok özledim! Bıraktığın tek eşya o bebekken unutmamı beklemen büyük hata!”
Adam anlamlı bakışlar atarak gülümsedi. “Tae Hyun’un geri döndü! Artık hatıralara ihtiyacın yok!” bu sözleri duyan Seo Ra tekrar sarıldı dostuna.
Onları uzaktan izleyen ve hiçbir şeyden haberi olmayan Min Sung ise yeni bir kıskançlık nöbetiyle sarsılırken beyni o adamı öldürmek için plan yapıyordu. Karşısında birbirine sarılan çiftin ne konuştuğunu duymaması ne büyük şanssızlıktı!
Kıskançlık duymaya engel olsa da gerçekler kendini anlatmaya devam ediyor. Hem de bağırarak! Bu sese kulak vermek herkes için en iyisi gibi görünüyor. Yoksa genç âşıklar birbirlerini çabuk yıpratacağa benziyorlar. Ne dersiniz? Tahminler hangi yönde ağır basıyor? Aşk mı kazanır kıskançlık mı?
Bu düelloya hazır olun. Çünkü güven ile güvensizlik arasındaki ince çizgi silinmek üzere. Sınırı baştan çizmek zor olacak. Aşk çabuk davranırsa sınırı belirleyen o olacak. Ancak rakibini hafife almamalı. Çünkü kıskançlık işini hep iyi yapar. Hangi hilenin hangi kapıyı açacağı belli olmaz.
Merakla bu dövüşün sonucunu bekliyorum. Fazladan kan dökülmeden müdahale edin dostlar. Yoksa kargaşa var!
10.Bölüm Sonu… | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:11 pm | |
| 11.Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür:Romantik-Komedi
Min Sung sinirle arkasını döndüğünde Seo Ra da arkadaşından ayrılmıştı. Onunla uzun bir sohbete dalarken ne çevresindeki miniklerin ikisine hayran bakışlarını görüyordu ne de Min Sung’un “Yeni rakip” olarak adlandırdığı dostunu öldürme planlarını biliyordu. Şu an tüm dikkatini biricik dostuna yöneltmişti. O ne anlatıyorsa dikkatle onu dinliyordu.
Bir saate yakın konuşmuşlardı. Seo Ra nihayet Min Sung’u hatırladı ve arkadaşını tanıştırmak için o tarafa doğru çekiştirdi.
Genç kız neşeyle konuşurken Min Sung’un tepkisiz kalması olanaksızdı. “Bak Min Sung, bu Tae Hyun! Çocukluk arkadaşım. Kendimi bildim bileli dostumdur. Çok iyi bir insandır. Anlaşacağınıza hiç şüphem yok. Çünkü benimle birebir aynıdır denebilir!” sözlerinin ardından genç adamın suratına merakla baktı genç kız. Ne tepki vereceğini merak ediyordu çünkü. Sevdiği adam ve çok sevdiği dostu nasıl anlaşacaklardı merak ediyordu. Çünkü en çok değer verdiği iki erkekten bahsediyordu! Onların iyi anlaşması devlet meselelerinden bile önemliydi..
İki genç adam da birbirlerine mesafeli davranıyorlardı. İkisinin de aklında dolaşan fikirler, elleri tuğlalarla dolu inşaat işçilerine benziyordu. Sürekli birbirlerini tam tanıyamamaları için duvar örüyorlardı araya.
Tae Hyun dostunun önemsediği bu adamın ona zarar verebileceği düşüncesi ile sinirleniyor ve endişeleniyordu. Tam karşısındaki Min Sung ise bu adamın sevdiği kızı bu kadar iyi tanımasının verdiği kıskançlıkla, sevdiği kızı elde ederse hissedeceği kıskançlığı kapıştırıyordu. Kazanan kim olursa olsun galip hep kıskançlık olacaktı. Çünkü Min Sung konu aşkı olunca en kıskanç adamdan bile daha kıskançtı.
Kısa diyaloglarla süslenen kısa konuşmanın ardından yetimhane kapısından dışarı adım attılar. Hepsi birbirine “Şimdi ne olacak?” bakışı atarken zaman geçip gidiyordu. Tae Hyun beklemekten sıkıldığında elini genç kızın beline doladı ve kulağına bir şeyler fısıldadı.. “Biraz daha burada dikilirsek altıma işeyeceğim! Lütfen şu ağaç modundaki arkadaşına söyle nereye gidecekse acele etsin! Rezil olacağım yoksa!” Tae Hyun’un dediklerini duyduktan sonra gülmemek için kendini zor tuttu genç kız.
Min Sung ise olayı bambaşka yorumlamıştı. Kendisiyle dalga geçtiklerini sanmıştı. Sessizliği ve gergin ortamı bozan genç kızın neşeli sesi oldu. “Min Sung biz eve gideceğiz. Bize katılmak ister misin? Ki Joon’un da Tae Hyun ile tanışmasını isterim. Ne dersin?” bu soru karşısında bir süre düşündü Min Sung. Onu hayata döndüren ve cevabını beklemeden ortaya atılan ise Tae Hyun’du. “Aa! Yeter artık ama! Bir karar verin ya! Altıma edeceğim burada! Sana da iyi ki söyledim ha! Hiçbir yardımın olmadı! Ben işemeye gidiyorum! Siz kararınızı verin!” diyen adam hızlı adımlarla yetimhaneye geri girdi.
Seo Ra bu duyduklarıyla az önce bastırdığı kahkahasını seslice attı. Min Sung da ona katılınca bir süre gülüştüler. Min Sung karşısındaki kadının bu samimi tavırlarına karşılık evet cevabını verdi.
Beraber eve girdiklerinde meraklı bakışlarla karşılaştılar. Ki Joon merakla adama baktı. Adam da ona. Sonra Seo Ra ortamı ısıtmak için ikiliyi tanıştırdı. “Bak dostum bu benim yeni kütüphane arkadaşım. Kendisi kütüphane komedyenliği yapıp insanları gülme krizine sokması ve karşısındakilere verilen cezaların güzel ve eğlenceli geçmesini sağlamasıyla bilinir! Çok iyi anlaşacağınızdan şüphem yok.” Elini karşısındakine uzattı Tae Hyun. “Bizim geveze cadı adımı söylemedi. Ben Tae Hyun. Şu iki cadalozun çocukluk arkadaşları oluyorum. Ve sen de?” derken merakla baktı Tae Hyun. “ben de Ki Joon. Kızlarla aynı okuldayız. Beraber takılıyoruz son zamanlarda. Öyle işte… Haklısın bazen tanıştırma faslını yanlış yapıyorlar!” bunu söyledikten sonra iki kızın öldürücü bakışlarına maruz kaldı Ki Joon. Seo Ra tarafından kafasına atılan yastık da cabasıydı tabii…
Tae Hyun’un eve girişiyle ortam tuhaflaşmış ve duygular karışmıştı. Ji Sun eski bir dostunu görmenin verdiği mutlulukla gülümsüyordu fakat içinde bir şeytan sürekli geçmişi hatırlatıyordu. Eski günlerde Seo Ra ile Tae Hyun’un ne kadar yakın olduğunu ve en yakın arkadaşını elinden alabileceği düşüncesi genç kızı sıkıyordu.
Ki Joon karşısındaki adamı en başta kıskansa da vakit geçirdikçe sevmeye başladığını hatta iyi dost olacaklarını düşünüyordu. Min Sung ise bu adama yavaş yavaş ısınsa da kafasındaki tilkiler aklını eşeliyor ve kıskançlık fikrini en derinlere gömüyorlardı. Dostum da dese Seo Ra’ya yakın olan her erkek tehlike çanlarının çalmasına sebepti ve Min Sung bu çanların çaldığı her yerde nöbetteydi. Savunmaya ve savaşmaya hazır bir asker gibi bekliyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde sohbet koyulaştı fakat uyku ve yorgunluk da etkisini göstermeye başladı. Uykucu tanımına yüzde yüz uyan Seo Ra esnemeye başlamıştı. Yanında oturan Tae Hyun’a yaramaz çocuk bakışlarını fırlattı ve eski günlerdeki gibi dizine yattı. Tae Hyun ise hiç şaşırmamıştı bu duruma. Dizlerinde uyuyan genç kızın saçlarıyla oynamaya başladı. Karşısında kıskançlıktan kuduran adam umurunda değildi! Min Sung’un olay çıkarmaya hazırlanan tavırlarını da önemsemedi. Bu durumdan iyice rahatsız olan genç adam arkadaşını da ikna etti ve izin isteyip gittiler. Üç eski dost kaldıklarında yatma programı yapıldı. Seo Ra ve Ji Sun beraber yatmak üzere Seo Ra’nın odasına giderken Tae Hyun da Ji Sun’un prenses yatağında rahat bir uyku çekmeye hazırlanıyordu.
Güneş ışıkları yaprakların üstündeki çiğ damlalarında ışık gösterileri yaparken çiçekler de yeni gün şarkısıyla bu gösteriye eşlik ediyorlardı. Bu neşeli güne neşeli başlama umuduyla dolu olan kalpler ise evlerinde ve huzurlu yataklarında atmaya devam ediyordu.
İki genç kız birbirlerine sarılmış yatıyorlardı. Ji Sun ve Seo Ra yataklarında masum masum yatarken onları bekleyen kötü plandan haberleri yoktu. Tae Hyun elindeki tencere kapaklarına baktı munzur bir ifadeyle. Sonra sinsice bir gülümseme ile bir elindeki tencereyi diğerine vurmaya başladı. Çıkan sesin şoku ile kalkan iki kız korku dolu gözlerle etraflarına bakarken yaramaz çocuklar gibi davranan arkadaşlarına yastıklarını fırlatmaları kaçınılmazdı. Ve ardından neşeli bir yastık savaşı başladı!
Yorgun bedenlerini dinlendirmek ve açlıklarını gidermek için masaya oturdular. Hepsi tabaklarındakilere yumuldu. Kahvaltı bittiğinde ise herkes kendi halinde takılmaya başlamıştı.
Ji Sun yeni aldığı bir filmi izlemek için iki dostuna da baskı yaparken ikisi de bu işkenceden kurtulma yolu arıyorlardı. Nihayet Ji Sun fikrinden vazgeçti ve alışverişe gitmek için evden ayrıldı. Seo Ra eski dostuyla baş başa iken anlatmadığı ve başından geçen tüm olayları anlattı. Sıra aşkına gelince kelimeler can bulurken biraz utandı.
“Sana anlatmak istediğim önemli bir şey var dostum. Sanırım ben âşık oldum…” dedikten hemen sonra merakla arkadaşının suratına baktı genç kız. Tae Hyun beklenen tepkiyi verip de gülmeye başlayınca rahatladı ve onu susturup devam etti. “Önceleri sadece yakışıklı olduğunu düşünüyordum. Belirli bir ilgim yoktu. Fakat zevklerimizin kesiştiği noktalar ve onun özgün tavırları beni giderek etkilemeye başladı. Nasıl demeliyim sanırım ufak bir hayranlık hissi uyandırdı bende. Zamanla bu his büyüdü ve en sonunda bunun hayranlık değil aşk olduğunu fark etmemi sağladı. Bu kişinin adı-“ derken lafını böldü Tae Hyun. “Min Sung mu bu kişi?” bunları söylerken yine haylazca gülümsüyordu. Genç kızın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. “Ama sen nasıl anladın! Daha hiç bahsetmedim bile!” Tae Hyun genç kıza anlayışla gülümsedi. “Hey küçük tırtıl! Unuttun mu? Biz en iyi dostlardık. Aradan uzun yıllar da geçmiş olsa da öyleyiz. Ve ben hala senin gözlerinden düşüncelerini okuyorum ve duygularını anlıyorum. Sen ona aşkla bakarken anlamamam mümkün değildi.”
Uzunca bir süre aşktan konuşan ikili çalınan kapı ile konuşmaya son noktayı koydular. Kapının ardında onları bekleyen üç silahşörler neşeli bir ortamın habercisiydi.
Ji Sun alışverişten dönerken bir dükkândan “Tabu” almıştı. Eve geleceği sırada üç kişi ile zevkli olmayacağını düşünüp Ki Joon ve Min Sung’a da haber vermişti. Şimdi beş kişi de oyun talimatlarını dinlerken gruplar hakkında tahmin yürütüyordu.
Gruplar şöyle belirlendi: Ji Sun ve Ki Joon, Seo Ra ve Tae Hyun. Min Sung kelime oyunlarındaki başarısızlığından ötürü hakem olmayı tercih etmişti.
Oyun Seo Ra’nın Tae Hyun’a anlatması ile başlayacaktı.
Kelime: Ördek
-Dostum sen Ji Sun’a ne diye seslenirsin?
-Kaplumbağa? Pisicik? Pis böcek? Cadı? Cadaloz? Küçük şeytan? Geveze papağan? Çıngıraklı yı…
-Hayır ya! Küçükken dediğin hani?
-Ha! Çirkin ördek?
-Evet!
Konuşmaları şaşkınlıkla dinleyen Ki Joon içten içe kızmıştı Tae Hyun’a. İnsan dostuna adam gibi seslenmez miydi?
Kelime: Alzheimer
-Komşumuz vardı bir tane. Kedileri vardı bir sürü o neydi?
-Bunak!
-İşte onun bilimseli?
-Unutkan?
-Yok ötekisi?
-Alzheimer!
-Evet harikasın!
-Tabi ki harikayım!
Kelime: Olgun
-Kadın dediğin nasıl olmalı?
-Olgun!
-Süper! Çak çak!
Onların bu anlaşma stilinin sonucunda ortaya ilginç bir tablo çıkmıştı. Oyunun son dakikalarında başa baş giderlerken Ji Sun ile Ki Joon uzun süren sohbetlerinin hakkını verdiler ve oyunu kazandılar. Kazandıklarını gördüklerinde ise sevinçli insan tepkisi olan ilk gördüğüne sarılma hareketini uyguladılar. Şu an Ji Sun ve Ki Joon birbirlerine sımsıkı sarılmış zıplıyorlardı.
Kızlar mutfakta abur cuburları hazırlarken Min Sung da film seçmeye çalışıyordu. Ki Joon Ve Tae Hyun ise birbirlerine çabuk alışmanın verdiği samimiyetle bahçeye çıkmışlardı. Sohbete başlamadan önce çardağa geçtiler ve karşılıklı oturdular.
Tae Hyun küçük kardeşine soru sorar gibi sordu sorusuna Ki Joon’a. “Kimi seviyorsun ahbap?” Ki Joon sorunun hızına ve aniden sorulmasına biraz şaşırsa da cevap verirken zorlanmadı. “Tanıştığımız günden beri Seo Ra’ya karşı bir ilgim var. Aşk mı emin değilim fakat ondan hoşlandığımı düşünüyorum.” Tae Hyun bunları duyunca biraz üzüldü. Karşılıksız aşkın ne denli üzücü olduğunu iyi bilirdi. Şu zamana kadar evlenememiş olmasının tek nedeni beslediği büyük aşkına karşılık bulamamasıydı.
“Sana bir şey söyleyeceğim fakat üzülmeyeceksin. Ya da bana kızmayacaksın anlaştık mı?” karşısındakinin onaylayan bir biçimde kafa salladığını görünce devam etti. “Sevdiğin kişi bir başkasını seviyorsa ne yaparsın?” dedi içten bir şekilde Tae Hyun. “Onu kazanmak için çabalarım. Bana âşık olmasını sağlamaya çalışırım. Çünkü o benim ilk aşkım.” derken sakindi Ki Joon.
“Peki, Sevdiğin kız en yakın dostunu seviyorsa? Ve eğer onun da ilk aşkı oysa?” bu soru karşısındakinde bir şok etkisi yaratırken sabırla bekledi Tae Hyun.
Ki Joon bir süre düşündü. Başını yere eğdi. Bakışları sabitti. Sözlerindeki acı kalbindeki acının aynası gibiydi. “Aşkımdan vazgeçerdim. Gitmesine izin verirdim. Çünkü benim için atmayan bir kalbin düşüncesi yeterince kötüyken… Dostum için atan bir kalbin düşüncesi daha da çekilmez olurdu. Hem mutlu olacaklarsa eğer aradan çekilmek beni de mutlu eder.”
Tae Hyun duyduğu kelimelerle gülümsedi. Karşısındaki genç adama sevgiyle baktı. “Peki, seni gerçekten seven biri olduğunu söylesem… Ona bir şans verir miydin? Onu sevmeyi dener miydin?” Ki Joon bu sefer kısa süre düşündü. “Elbette verirdim. Bana değer veriyorsa ve eğer seviyorsa bir şansa hakkı vardır. Ona bu şansı verirdim.” Tae Hyun yine gülümsedi. “O zaman çok uğraşmana gerek kalmayacak. Seni seven kızdan zaten yeterince hoşlanıyorsun. Sen tüm kalbinle Seo Ra’yı sevdiğini sanıyor olabilirsin. Ama gözlerin ve kalbin bunun bir yalan olduğunu haykırıyor. Belki hala farkına varamadın. Ama kalbinin bir bölümü Ji Sun’un adını söylüyor. Ve biliyor musun? Onun da kalbi senin kalbine eşlik edebilmek için can atıyor…” bu kez daha da çok şok oldu Ki Joon. “Ama ben nasıl onu seviyor olabilirim ki?”
“Şöyle açıklayayım. Min sung ile ilk karşılaştığımda Seo Ra dostuz dese bile bana düşmanca davranıyordu. Hatta konuşmamaya bile çalıştı. Beni kıskandığı o kadar belliydi ki resmen elinde ‘Ben Seo Ra’ya aşığım!’ tabelasıyla geziyordu. Ama sen de aşkın verdiği aptallıkla bana düşman olmadın. Aksine bana arkadaşın olmak için izin verdin. Yani Seo Ra’yı bir aşığın kıskandığı boyutta kıskanmıyordun. Zamanla daha da çok değiştin. Biz Seo Ra ile takımken ikimizin yakınlığına kızan tek isim kaldı. O da Min Sung’du. Sen ise benim Ji Sun’a olan lakaplarıma ve onunla yaptığımız küçük şakalaşmalara kızdın. Onu kıracağımdan endişeleniyordun çünkü. Onu korumak için ileri atılman ya da onun kırılacağını düşünüp konuyu değiştirmen ise tüm bunların kanıtıydı. Kısaca sen Seo Ra’ya âşık değildin. Hayran olmuştun ama hayranlığın zamanla yön değiştirdi. Sevgiyle beraber büyüdü ve Ji Sun’a yöneldi. Sanırım sen Ji Sun’a âşık olma yolundasın. Eğer onunla daha fazla vakit geçirsen kalbin anlamana yardım edecek. Daha önce hiç olmadığı kadar hızlı atacak. Âşık olursan bunu anlarsın…” bu sözlerle beyninde düşünceler uçmaya başladı Ki Joon’un.
Evet, karşısındaki adam haklıydı. Son zamanlarda Ji Sun ile vakit geçirdikçe daha çok mutlu oluyordu. Seo Ra’nın uyandırmadığı hisler uyandırıyordu Ji Sun. Evet, o adam haklıydı. Çünkü Ki Joon Aşkı daha tatmamıştı. Seo Ra sadece hayranlıktı. Ji Sun hoşlanmaydı. Belki de aşkı onunla tadacaktı. Bu düşünce ile mutlu oldu genç adam. Sohbetleri bitince içeri geçtiler. Ki Joon özellikle Ji Sun’un yanına otururken çıkacak filmin onları yakınlaştırması için dua ediyordu.
Hayat ne tuhaf değil mi? Daha birkaç gün önce yakınlaşma çabaları içindeki Ji Sun iken… Şimdi bunun için dua eden Ki Joon… Ah aşk ah… Vazgeç artık bu oyunlardan. Gerçek daha iyi değil mi yalanlardan?
11.Bölüm sonu…
Yayınlayan Admin: Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:11 pm | |
| Adı: Aşk Denen Karmaşa
Yazar: Dila Aydoğan
-----------
12.Bölüm
Gözleri yavaş yavaş kapanırken filmde izlediği son sahnedeki sözler yankılanıyordu kulağında. “Belki de onun iyiliği için bırakmalıyım onu? Belki de onu sevenle olması için izin vermeliyim…” genç kız bu sözlerdeki anlamı bile anlayamadan uykuya daldı. Son zamanlarda hep erken yatıp sabah da erken kalkıyordu. Vücudu bu düzeni bozmamak için aynı saatlerde dinlenme moduna geçerken genç kız rüyalarıyla mutluydu.
Min Sung yanında oturan kıza baktı. Yine uyumuştu. Masum bir bebek gibiydi. Gülümsüyordu uykusunda. Kim bilir neler görüyordu rüyasında. Onun uzun süre Seo Ra’ya baktığını gören Tae Hyun da başını o yöne çevirdi. Üçlü koltukta arada genç kız kalacak şekilde oturmuşlardı. Seo Ra’nın uyuduğunu görünce büyük bir dikkatle izlediği filmi unuttu adam. Ayağa kalktı.
Kucağına aldığı kızı odasına götürürken bir şeyler mırıldanıyordu. Min Sung da kıskançlık damarının tutması ile peşlerinden çıktı yukarıya. Odaya girmedi. Kapıdan baktı ikiliye. Tae Hyun ninni söylüyordu genç kıza. Minik bir çocuğu uyutmaya çalışan baba edası ile okşuyordu saçlarını. Son kısmı söyledi ve sessizce konuştu. Min Sung bu sözleri duyunca olduğu yerde dondu kaldı.
“Kaşlarını çatma meleğim. Ben buradayım. Merak etme babanı daha fazla özlemeyeceksin. Annen de seninle olacak her zaman. Ben de seninleyim. Merak etme meleğim. Üzülme sen. Ben seni bir daha bırakmayacağım. Sakın üzülme meleğim. Ben seni hep seveceğim. Sert görünümlü narin perim, sen rahat uyu. Ben hep seninleyim.” Bunları söyledikten sonra saçlarını yavaşça okşamaya devam etti Tae Hyun. Az önce söylediği ninninin nakarat kısmını tekrar söyledi. Sonra genç kızın alnından öptü ve kapıya yöneldi. Kapıda dikilen Min Sung’u görünce hiç şaşırmadı. El işaretiyle kendini takip etmesini söyledi.. Beraber dışarı çıktıkların da yanındaki genç adamın bakışlarına aldırmadı Tae Hyun. Yürümeye devam ettikçe evden uzaklaşıyorlardı. On beş dakika kadar süren bir yürüyüşün ardından sessiz bir parka geldiler. Tae Hyun bir salıncağa oturdu. Min Sung’a da oturmasını söyledi. Sonra anlatmaya başladı. O anlattıkça bir bilmece çözülüyordu. Her şey anlam kazanıyordu belki de…
“Ben daha doğmadan tanışıyordu annelerimiz. Babalarımız da çok iyi arkadaştılar. Ben doğduktan birkaç ay sonra küçük kardeşim gibi gördüğüm meleğim doğdu. Kardeş gibiydik gerçekten. O ne isterse yapardım. Bana olan sevgisini çok iyi bilirdim. Gözlerinde hep hayranlık vardı. Beraber geçti gençlik yıllarımız. Hep neşeliydi. Çok duygusaldı. Dayanıksız biriydi. Yere düşse ağlardı. O her ağladığında yanında ben vardım. Bu yüzden koruması gibi hissederdim kendimi. Mutluydu hep ta ki babası vefat edene kadar. O günü çok iyi hatırlıyorum.. Uzun zamandır kötü durumdaydı babası. Fakat o umutluydu iyileşecek diyordu. O gün sabah yanına çağırdı bizi. Seo Ra’ya son bir öğüt verdi. Bana da bir görev. Ne olursa olsun artık ağlayamazdı. Çünkü babası öyle söylemişti. Dayanıklı ol demişti. Bana da ne olursa olsun ileride genç bir kız olduğunda yanında olmamı ve hiç bırakmamı söyledi. Ancak o akşam vefat ettiğinde babam çok üzüldü. En iyi dostunu kaybetmişti. Onu buraya bağlayan bir şey kalmadığını söyledi. Hiç birimizin söylediğini önemsemedi ve en kısa zamanda uzaklaştık şehirden.
Ne dostumu görebildim ne bir haber alabildim. Büyüdüğümüzde görüşeceğimizi umut ederek geçirdim o günleri. Nihayet bu yıl onu görmenin zamanı geldiğini anladım. Çünkü artık gerçekten genç bir kız olmuştu. Haylaz çocuk büyümüştü. Bu nedenle dönme kararı aldım. Onu koruma görevi hala bana ait. Ama sana ne kadar çok güvendiğini de gördüm. Eğer bir gün yine aniden ortadan kaybolursam ona bakacağını bilerek güvenle gideceğim. İçim rahat olacak.” Bu sözler havada büyüsünü bozmadan salınırken Min Sung şaşkınca karşısındakine bakıyordu. Sorularına sormasına gerek kalmadı çünkü karşısındaki devam etti.
“Evet, aslında o göründüğü gibi kaba biri değildir. Ağlamıyor artık. Babasına söz verdi. Ama çok kırılgandır. Duygusallığını belli etmiyor olabilir ama çok çabuk mutlu olabildiği gibi çabucak da kırılabilir de… Dobra dobradır bu huyu çoğu kez başına dert açsa da kendi gibi olmakla gurur duyar. Şu zamana kadar erkekleri oyuncak olarak görüyordu. Babasını saymazsak en çok sevdiği hatta tek sevdiği erkek bendim. Ancak sanırım duvarlarını yıkmaya başlamış. Bunları nasıl bildiğimi soracak olursan eğer… Dostumu iyi tanıyorum. Birlikte geçirdiğimiz bir iki saat bensiz geçen tüm anlarda yaptıklarını anlatmasına yetti. Ve ben onun nasıl değiştiğini iki cümleyle anlayabilirim.
Senin de onu sevdiğini görebiliyorum. O da senden gerçekten hoşlanıyor. Sen bunu anlayamayabilirsin ama ben bunu da rahatça fark ettim. Ancak sakın onu üzeyim deme! Sevdiklerinin ona daha çok zarar verdiğini biliyorum. Onu incitecek olursan gittiğim yerden dönerim ve seni doğduğuna pişman ederim. Benim meleğime kimse zarar veremez!
Buraya neden geldiğimizi de merak ettiğini biliyorum. Burası Seo Ra’nın en huzurlu hissettiği yerdir. Babası öldüğünde de ilk buraya gelmişti. Şu an oturduğun salıncakta sallanırken kaç kötü düşünceyi başından attı biliyor musun? Ya da şu kaydıraklarda kayan bir çocukken ne çabuk büyüdü… Bunu anlayabilmek için de gelir bazen buraya. Ne kadar çok büyüdüğünü fark edebilmek için de uğrar bu mekâna. Kendini anlayabileceği en sakin yer burasıdır. Çocuklara olan sevgisi ile mutlu olur. Çocuk sesleri ile kalbi mutlulukla çarpar.
Eğer seni o yetimhaneye götürdüyse o zaman gerçekten değerli olduğunun ikinci kanıtıdır. Senin gözlerine bakarak bir kerecik olsun piyano çaldıysa gerçekten özelsindir. Bunları bilmelisin. Eğer bir gün bir yere gittiğinizde kahve söyleyecekse nasıl içtiğini bilmen bile onu mutluluktan havalara uçurur. Detayları çok sever. Bunlar da kulağına küpe olsun.
Beni onu kıskandığın için sevmiyorsun. Seni anlıyorum. Ama sakın yanlış bir düşünceye kapılma. O benim minik kardeşim. Haylaz meleğim… Ona iyi bak ahbap. Dediğim gibi. O sana emanet! Yakın zaman da buralardan gideceğim. Kalbine girmeyi istediğim aşkım hala o şehirde. Ona dönmeliyim. Onun kalbinde bir yere sahip olana kadar bana da rahat yok. Haydi, gel bakalım. Eve dönelim.” Son sözlerini söyledikten sonra ayağa kalktı genç adam. Beraber aynı yolardan geri dönerken ikisi de konuşmuyordu.. Ama bu sefer gidiş yolundakinin aksine aralarında kalın duvarlar yoktu. Dostluk bağları parlarken ikisi de gülümsüyordu.
Eve vardıklarında filmi bir kenara bırakıp birbirine bakan âşıkları gördüler. Sohbet etmiyorlardı ama gözleri hep bir şeyler anlatıyordu birbirlerine. Ki Joon ayağa kalktı. Başıyla dostlarına selam verdi ve bahçeye çıktı. Salıncağa giderken peşinden gelen kızın adımlarını dinliyordu. Yanına oturunca gözlerini gözlerine kilitlendi. İkisi de aynı anda konuştular.
“Sana çok önemli bir şey söylemem lazım!”
Şaşkınca birbirlerine baktılar. Yine aynı anda konuştuklarında gülmeye başladılar.
“Önce sen!”
Sonra aynı anda konuşmaya karar verdiler.
“Seni seviyorum!”
Hava buram buram aşk kokarken iki âşık birbirlerinin gözlerinde kaybolmuşlardı. İkisi de aptalca gülümsüyorlardı. Ki Joon yavaşça genç kıza doğru yaklaştı. Genç kız hayalini kurduğu anın gerçekleşmesinin verdiği heyecanla kalbinin ritminin arsız atışlarını dinliyordu. Genç adam dudaklarını genç kızın dudaklarına bastırdı nazikçe. Kızın kalbi ritmini o kadar çok şaşırmıştı ki çift atıyordu. Ya da o ikinci şaşkın ritimler karşısındaki mutlu gence aitti.
Birbirlerine sevgiyle baktıktan sonra genç kız gözlerini gökyüzüne çevirdi. Yıldızlar parlak ışıklarıyla geceye romantik bir hava katarken genç kızın dileklerini gerçekleştirmek istercesine bir bir yeryüzüne düşüyorlardı. Genç kız ise her kayan yıldızda bir dilek daha tutuyordu. Tutuğu dileklerden biri de “Lütfen hep mutlu olalım!” olmuştu…
Aşk nihayet koşmayı bıraktı! Uzun süredir peşinde olan güzel kıza teslim oldu. Masallardaki kadar muhteşem bir aşka kavuşan genç kız kendi güzel masalını yazmakla meşgul artık. Başlık belli değil mi? Alışveriş Manyağı ve Kütüphane Çocuğunun Aşkı! Çıkınca okumayı unutmayın. Onlardan öğrenecek çok şey var değil mi?
Mesela aşkın bakışarak yaşanabildiği ve bakışların koca bir romana sığmayacak kadar çok şey anlatabildiğini… En güzel iltifatların bu yolla söylendiği. Ya da beklenmeyen bir anda ortaya çıkan bu duyguların saklı kalmaktan sıkıldıklarını arsızca ifade ettiklerini…
12.Bölüm Sonu… | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:11 pm | |
| 13.Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür: Romantik-Komedi
Alarm çaldıkça uykusu daha da çok bölünüyordu genç kızın. Elini sinirle şifonyere vurdu. Yere düşen çalar saat de bu sayede sustu. Ancak bu sefer de telefonu çalmaya başladı. Kız sinirle yataktan kalkarken bugün için ne zaman saat kurduğunu kestirmeye çalışıyordu. Gerçek kafasına dank ettiğinde Tae Hyun’un ölümünü planlamaya başlamıştı bile.
Ayaklarını özellikle sert bir şekilde yere basarak aşağı indiğinde gülüşen arkadaşlarını gördü. Biri diğerinin tabağından yemek yürütme çabalarındayken bir diğeri ise onun meyve suyunu içmeye çalışıyordu. Birbirlerine söyledikleri komik şeyler ise ayrı bir renk katmıştı havaya. Genç kız sinirini unuttu ve onların bu haline gülmeye başladı. Kahkaha seslerinin geldiği kapıya döne iki afacan çocuk kılıklı dost kapıdaki genç kıza günaydın dediler. Kız yerine geçerken onlar da kavgalarına devam ettiler.
“Seni pis fırsatçı seni! Ben başka tarafa bakar bakmaz önümden al tüm yemekleri değil mi?”
“Hiç de bile! Seni gidi çirkin ördek! Sen benim meyve suyuma göz dikmesen ne olurdu ha!”
“Pinokyo! Sen benim tabağımdakileri yürütünce aç kaldım içmeyeyim mi yani! Ne kadar paylaşımcısız bir insansın sen ya!”
“Paylaşımcısız mı? Ne uydurukçusun ya! Ayaküstü laf ürettin ha. Korkulur senden…”
“Sana çekmişim! Senin gibi kolay yalan söylüyorum! Hıh!”
Kendine dil çıkaran kıza pis pis sırıttı Tae Hyun ve önündeki bir yudumluk su bulunan bardağı kızın suratına doğru kaldırdı. Genç kızın suratına değen suyla yerinde zıpladı ve musluğu açtığı gibi eliyle genç adama doğru fırlattı. Mutfakta su savaşı başlayıp da bahçeye taşınırken Seo Ra da olaya dâhil oldu.
Çaktırmadan bahçe hortumunu ele geçiren kız musluğu çevirdi ve sabahtan beri didişen arkadaşlarına su püskürtmeye başladı. İkisi de sırılsıklam olurken genç kız kahkahalar atıyordu. Bir anlık dalgınlığından faydalanan ikili bir anda üstüne atılıp elinden musluğu aldılar ve birlikte hortumu ona tuttular. Sırılsıklam olan Seo Ra kahkahalarına devam ederken hortum merasimini bitiren dostları gelip onu ağlatana kadar güldürmek için gıdıklamaya başladılar. Hepsi kahkahalarla yere uzandığında karmaşayı umursamadılar. Sonra toplanmak üzere bir kenara bıraktılar dağınıklığı…
Ji Sun mutlu suskunluğu bozdu.
“Dün geceden itibaren Ki Joon ile çıkıyoruz!” bu şok haberle öksürmeye başlayan Seo Ra öksürüğü kesilince sevinç dolu bir çığlık attı ve dostuna sarıldı. Tae Hyun ise ikilinin tam ortasında olmanın verdiği avantajla ikisini de kolları arasına aldı. Sırayla ikisini de sulu sulu öptü. Gülerek eğlencelerine devam ederlerken kapıdan girenlerle daha da mutlu oldular.
Ki Joon sırıtarak içeri girdi. Ji Sun’un yanına geldiğinde eğilip sevgilisinin alnını öptü. Gülerek saçlarını karıştırırken ıslaklığıyla dalga geçmeyi de ihmal etmiyordu.
Min Sung ise onların bu halini görmemiş gibi yerdeki hortumu aldı ve sonuna kadar açıp havaya tuttu. Yağmur misali yere düşen damlalarla kendilerini de ıslatan Min Sung haylaz çocuk bakışlarını Seo Ra’ya atarken onun yüzündeki mutlu ifadeye bakıp sırıtıyordu.
Bir saate yakın gülüşerek geçirdikleri vaktin ardından sırılsıklam olan kızlar yukarı çıkıp üstlerini değiştirdiler. Ki Joon ve Min Sung ise Tae Hyun’un kıyafetlerini giydiler.
Akşam için plan yaptıklar. Seo Ra’nın annesine gitmeye karar verdiler. Tüm anneler orada olacaktı. Ji Sun’un annesi de Tae Hyun’u görmek için gelmişti.
Araba evin önüne yanaştığında genç kız motorun kapanmasını bile beklemeden hızla arabadan indi.. Zile uzanan elini havada bırakacak olan hareket ardından geldi. Kapıyı açan annesi neşeyle gülümsüyordu.. Genç kız sevgiyle kucakladı annesini. Yanaklarını sulu sulu öperken ona özlediğini ve sevdiğini belirten cümlelerden kesitler sunuyordu.
Ardından gelen dört genç de sırayla içeri geçerken en az Seo Ra’nınki kadar özlem dolu bir ifadeyle Tae Hyun gelip orta yaşlı kadını kucağına alıp döndürmeye başladı. Kadın kahkahalar eşliğinde durmasını söylerken genç adam onu umursamıyordu bile. Döndürme işlemi bitince kadının yanaklarını öptü ve onunla konuşmaya başladı.
Onlar geleli daha on beş dakika bile olmadan kapı çaldı ve anneler heyetinin geri kısmı da içeriye giriş yaptı. Ji Sun’un annesi de kapıdan içeri girdi ve onu kucaklayan iki kıza sevgiyle baktı. Ardından koşarak gelen ve onu da kucaklayıp havaya kaldıran yakışıklı gence baktı. Gerçekten de çok özlediğini fark etti Tae Hyun’u.
Aradan birkaç saat geçtikten sonra herkes yediği yemeğin verdiği ağırlıkla koltuğunda yığılmış otururken Anneler de aralarında bakışmaya başlamışlardı. Bu bakışların anlamı şöyleydi:
Bayan Choi yani Ji Sun’un annesi Bayan Han’a bakarken “Bu çocuk mu yoksa ötekisi mi kızımın sevdiği adam? Şu kızıl olan Seo Ra’ya âşık herhalde.” gibi düşüncelerini anlatırken oğlanların anneleri de kendi aralarında hangi kızın kendi çocuklarına daha çok yakıştıklarını düşünüyorlardı. Bu bakışarak anlaşmayı bozan ise Ki Joon oldu.
Yavaşça ayağa kalktı ve boğazını temizleyip ihtiyar heyetine döndü. “Bir açıklama yapmak istiyorum. Biz Ji Sun ile beraberiz!”
Olayların aniliği ile öksürük krizine giren anneler şaşkınlıktan açık kalan ağızlarını kapatma çabasındaydılar. Özellikle de Bayan Park oğlunun daha önce ona söylediği cümlelerin verdiği şokla sarsılıyordu. “Ben Seo Ra’ya aşığım hatta onunla evleneceğim.” Diyen oğlu şimdi onun en yakın arkadaşıyla çıkıyordu. Gözlerinde kıskandırma çabası aradı kadın. Ama hayır yoktu. Seo Ra’ya dostça, Ji Sun’a ise aşkla bakan bir çift göz onu yanılttı.
Saatler geçiyor ortam iyice ısınıyordu. Tae Hyun yerinden kalkmak istemediği için Ji Sun’a bir bakış fırlattı.
“Çirkin ördek! Kalk da bana bir su ver hadi!”
“Aa! Çirkin ördek demek… Kalk sen al Pinokyo!”
“Pinokyo? Ne pinokyoluğumu gördün? Hadi ne olur sen ver suyu. Bak kanser olmuşum üç aylık ömrüm kalmış. O ömrümün bir kısmını su alarak mı geçireyim yani? Bunu mu istiyorsun?”
“Al işte yalanlın böylesi! Senden sağlıklısı yok be! Ne kanseri! Pis yalancı! Fırsatçı kurbağa işte ne olacak!”
“Kurbağa mı? Ben mi kurbağa! Demek öyle ördek! Bekle geliyorum!” der demez ayağa kalktı Tae Hyun ve kızı kovalamaya başladı.
Onlara neşeyle bakan gözleri umursamıyorlardı. Genç kızı kovalarken Seo Ra’ya da gelmesi için direktifler veren adam koşmaktan nefes nefese kalmıştı. “Anneeeeeee! Kurtar beni! imdaaatt! Seo Ra kalk da yardım et!” bu bağırışların ardından Seo Ra da ayaklandı ve Tae Hyun’un tarafında yer aldığını belirten hareketi yapıp genç kızı gıdıklamaya başladı. Onlar böyle gülüşürken koltuktan kalkmayan iki genç de neşeyle onları izliyorlardı. Anneler heyeti ilgisini geçen hafta gittikleri arkadaş toplantıları dedikodularına yöneltirken koltuktaki iki kişi de bu oyuna katıldılar. Ellerine geçirdikleri yastıkları birbirlerine atarken sabahki kadar mutluydular.
Onları durduran ve annelerinden dedikodu sohbetini bölen çalan kapıydı.
Hye Sun kapıya yöneldiğinde kapı bir kere daha çaldı isteklice. Orta yaşlarındaki kadın yaşlılığından izler taşıyan ellerini kapının koluna uzattığında Seo Ra da peşinden gelmişti. Kapıyı açtıklarında onlara sevinçle bakan bir adamla karşılaştılar. Seo Ra tiz denebilecek bir çığlık atıp gelen adamın boynuna sarıldı.
“Dedeee!”
Bu sesle irkilen Min Sung başına geleceklere genel bir tepki veriyordu sanki…
Kim demiş kadınların 6.Hissi çok kuvvetli erkekler onlara yetişemez diye… Min Sung daha tanışmadan başına gelecekleri anladı gibi.
Ne dersiniz? Sizce haksız çıkacak mı? Yoksa gerçekten bizi bekleyen ciddi sorunlar yaşanacak mı? Yoksa bunlar yalnızca yaşlı bir adamın son yıllarında mutluluğu bulmak için giriştiği ufak bir şaka mı?
13.Bölüm sonu… | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:12 pm | |
| 14.Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür:Romantik-Komedi
--------------------------
Yaşlı adam karşısında saygıyla dikilen gençlere hınzır bir ifadeyle baktı. Onu tanımayanlar bu bakışın sinirli bakışı olduğunu düşünebilirdi tıpkı Min Sung ve Ki Joon gibi. Ancak Tae Hyun bu ifadeyi adı gibi bilirdi. Bir oyunun başladığını biliyordu. Ancak durdurmaya çalışmayacaktı. Kızları da durdurmamaları konusunda ikna edecekti.
Çünkü Woo Hyun dedenin yapacağı oyun sayesinde sevdikleri adamların dayanıklılıklarını öğrenebileceklerdi. Kendileri için ne kadar dayanabiliyorlar bileceklerdi.
Yaşlı adam oğlanlara hınzır ifadesi ile bakmaya devam etti. Yanında dikilen ve kollarına girmiş durumdaki kızlara baktı sonra. Onların bakışlarından kime karşı ne hissettiklerini anlardı. “Seo Ra kızıl kafaya abayı yakmış. Ji Sun ise şu gamzeli velede kafayı takmış belli. Bakalım benim oyunumdan sonra da böyle mutlu olabilecekler mi? Haha kötüyüm! Aferin Woo Hyun! Böylece kızlarımın kimlere gelin olacağını da öğrenmiş olurum. Dâhilik soyumuzda var herhalde… Dedem de benim gibi zekiymiş çünkü… Ama şu kendi kendine konuşma kısmı da irsi olsa gerek. Seo Ra da benim gibi kendiyle konuşmayı çok seviyor!” yaşlı adam da torunu gibi kafa sesiyle muhabbete dalmıştı.
Oturmaya geçtiklerinde anneler heyeti dağılmak için can atıyordu. Ancak dede konuşmaya başlayınca hepsi fikirlerini bir kenara bıraktılar. “Kim bu çocuklar? Tanıştırmayacak mısın kızım beni onlarla?” bu sözlerini torununa bakarak söyledi adam.
Seo Ra iki kez yutkundu ve cevap verdi. “Bunlar arkadaşlarımız dede. Bu Ki Joon ve bu da Min Sung… Aynı okuldayız ve çok iyi arkadaşlarımız. Ve bu da Tae-“ derken genç kızın lafını böldü dedesi. “Tae Hyun! Vay haylaz velet vay! Dedeye hoş geldin yok mu? Unuttun mu yoksa beni?” dedenin gözlerine mutlulukla baktı Tae Hyun. “Yok dede! Nasıl unuturum! Hoş geldin! Özlemişim be Woo Hyun dede…” dedikten sonra sarıldı adama.
Ardından Seo Ra oğlanlara döndü. “Bu da benim dedem. Babamın babası oluyor kendisi. Çok severiz hepimiz…” son sözleri dedesini öperken söyledi genç kız. Yaşlı adam göbeğini hoplatarak güldü. “Prenseslerim ve yakışıklı Prensim… Size sürpriz yaptım. Ne diyorsunuz beğendiniz mi sürprizimi? Özlemiş miydiniz beni?” haylaz ifadesinden mutlu olduğunu anlıyorlardı. “Evet dede! Ben çok özledim! Ama Tae Hyun hiç özlememiştir. Yalan söylüyordur kesin!” bunları söyledikten sonra dil çıkardı Ji Sun. Tae Hyun ise hararetli bir şekilde doğru söylediğini anlatmaya çalıştı. “Aa! Dede vallahi ben de özledim. Sus sen ördek! Karışma büyüklerin işlerine! Sen git oyuncaklarınla oyna.”
Gece ilerledikçe anneler heyeti de dedeyle sohbete girişti. Oğlanların anneleri dedeye çocuklarının ne kadar mükemmel olduklarını anlatıyorlardı. Woo Hyun ise uyumamak için kendini zorluyordu. En sonunda dayanamadı ve gözleri kapandı. O uyurken Bayan Park ise Ki Joon’un daha küçücükken ne kadar zeki olduğunun ortaya çıktığı konusunda bir şeyler anlatıyordu.
Sohbetten sıkılan Seo Ra bahçeye çıktı. Çimlere oturdu hızla. Soğuk olmalarına aldırmıyordu tek istediği biraz kafa dinlemekti. Yorgun olduğunu hissedince yatar pozisyona geçti. Yıldızları izleyerek düşünüyordu. Yanına birinin yattığını umursamadı. Düşüncelerini bölmedi ve devam etti.
Daha sonra aklına gelen bir şarkıyı mırıldanmaya başladı. Sesinin ne kadar güzel olduğunu ortaya çıkarıyordu bu şarkı. Söyledikçe duygulandı genç kız. Neden böyle olduğunu anlayamıyordu artık. Aşk mıydı bunu yapan yoksa duygularını gizlemekten sıkılan kalbi mi? Emin değildi… Gözlerini kapattı ve şarkının son kısmını sessizce söyledi.
Yanında yatan genç adam ise kızın gözlerini kapatmasını fırsat bilerek yüzünü izledi doyasıya. Seo Ra üzerindeki gözlerden rahatsız olmuş gibi açtı gözlerini. Yanındaki gülümseyen surata baktı. İstemsiz bir biçimde gülümsedi. Min Sung’u görmek ona neşe veriyordu.
Bir süre sessizce gökyüzünü izlediler. Sonra genç kız Min Sung’a baktı ve gülümsedi. Genç adam da ona baktı ve aynı şekilde gülümsedi.. Birbirlerine gülümsüyorlardı sadece. Ardından Seo Ra soğuk zeminin verdiği dürtüyle titredi ve bu titreme onu aşk âleminden gerçek hayata döndürdü. Ayağa kalktı ve genç adamı beklemeden içeri gitti.
Min Sung ise neden bir anda gittiğini düşünmeye başladı. Sonra üşüdüğünde ufak bir titreme sardı vücudunu. Şimdi neden gittiğini anlıyordu..
Yavaş yavaş dağılırken konuklar genç kız da dedesine kalacağı odayı gösteriyordu. Dedesi yatağına girdikten sonra hızla aşağı indi ve sabahın neler getireceğini düşünmemek için kafasını başka şeylere yormaya başladı. Bu gece annesinin yanında kalmaları için ısrar etti genç kız ve isteğini yerine getirdi dostları. Hep beraber odalarına çıkarken hepsinin aklında aynı soru vardı.. “Yarın neler olacak?”
Sabah erken saatlerde kapının açılmasıyla zıpladılar birbirine sarılmış yatan kızlar. Korkuyla kapıdaki kişiye baktılar. Woo Hyun dede gülerek bakıyordu ikisinin uyku mahmuru gözlerine. Seo Ra elini saate attı ve bakabilmek için gözlerinin önüne getirdi. Gördüğü rakamlarla gözleri fal taşı gibi açılırken onun kadar uyku sarhoşu olan dostunun dürtüklemelerine engel olmaya çalışıyordu. “Dede saat daha 6.42! ne olur biraz daha uyuyalım!” derken ikna kabiliyetinin sınırlarını zorluyordu. Ama başarılı olamadı ve dedesine yenik düştü genç kız.
Balık tutmak için gerekli tüm malzemeler hazırdı. Min Sung ve Ki Joon’un da katılımıyla tamamlandı ekip ve yola çıktılar. Woo Hyun dedenin emriyle balık tutmaya gidiyorlardı.
Bir göl kenarına geldiklerinde saat 7.58’i gösteriyordu. Oltaları hazırladılar. Tae Hyun, Ki Joon, Min Sung ve Woo Hyun dedenin oluşturduğu balık tutma ekibi balıkları beklerken kızlarda çimlere uzanmış uyuyorlardı.
Aradan saatler geçmişti. Aynı oturma pozisyonunda geçirdikleri bu birkaç saat için kalıplaşmıştı resmen genç adamlar. Tae Hyun bu durumdan şikâyetçi değildi. Çünkü bu sınava birkaç kez şahit olmuştu bu nedenle alışkındı. Ayrıca sessizliğin ve huzurun tadını çıkarıyordu.
Öğlen olduğunda kızlar uyandılar ve ellerini yüzlerini yıkayıp balık tutmak için taşlaşan bedenlerin yanlarına gittiler. Yaklaşık beş saat olmuştu oturalı. Hala balıkları bekliyorlardı. Nihayet Tae Hyun’un oltasında bir kıpırdanma oldu ve genç adam oltanın misinasını çekti. Ucuna takılan minik balığı kovaya attı memnuniyetle. Woo Hyun dede heybetli görüntüsünü destekleyen bir tonla konuştuğunda Min Sung ve Ki Joon mutluluktan öleceklerini düşünüyorlardı. “Biri balık tuttuğuna göre gidebiliriz. Bugünlük bu kadar balıkçılık yeter! Aferin evlat!”
Beraber bir tekneye bindiler. Gölün ortalarındayken ise bir karışıklık oldu. Woo Hyun dede elini suya batırırken yanlışlıkla(!) saatini suya düşürdü. Genç adamlar birbirlerine merakla bakarken dede konuştu tekrar. “Çocuklar o saat aile yadigârıdır. Hadi ikiniz de suya atlayın da o saati bulup getirin. O olmazsa çok üzülürüm!” Ki Joon ve ardından Min Sung suya atladılar ve derinlere dalmaya başladılar. Dede ise kıs kıs gülüyordu. Derslerini geçecekler miydi? Yalnızca bunu merak ediyordu.
Uzun süren bu dalma çıkmalarından ardından Min Sung nefes nefese çıktı su yüzüne. Elini havaya kaldırdı ve gururla saati gösterdi. Dede memnuniyetle gülerken gençler de tekneye geri çıkıp üstlerine kuru bir şeyler giydiler.
Tekne gezisinin ardından bir dağ eteğine geldiler. Dede eliyle zirveleri gösterirken son görevi açıklayan bir konuşma yaptı. “Şuradaki çiçeklerin en özeli mor olanlarıdır. Gidin oraya ve onlardan toplayın. Bayanlar güzel şeyleri hak eder. Onlara bu güzelliklerden birer tane vereceksiniz. Hadi bakalım marş marş!”
Kızlar sıkılmamak için yanlarında getirdikleri dergiyi incelerken bir yandan da ünlülerin ne kadar yakışıklı oldukları konusunda konuşuyorlardı. Dede ve Tae Hyun da uyuyorlardı. Aradan yaklaşık üç saat geçmişti ve hava kararmaya başlıyordu.
Dağa çıkmayı kolaylaştıran ufak patikalardan birinde gözüktüler genç adamlar. Yorgunluktan bitap düşmüşlerdi. Ama elleri mor çiçeklerle doluydu..
Dede uyandı o sıralarda. Görevlerini başarıyla tamamlayan ikiliye güven dolu bakışlarından attı ve arabaya doğru yöneldi. Eve vardıklarında mükellef bir sofrada buldular kendilerini. Ardından bir güzel karınlarını doyurdular ve sohbete koyuldular. Tae Hyun ve bugün fazlasıyla göreve tabii tutulan iki kafadar bahçeye çıktılar. Tae Hyun açıklama yapacağını belirten bir şekilde boğazını temizledi. Ardından konuşmaya başladı.
“Bugün oraya gidiş amacımızı merak ediyorsunuz değil mi? Açıklama görevi bana ait. Bugün oraya gittik çünkü Woo Hyun dede sizi sınava tabii tutmak istiyordu. İlk sınavınız balık tutmaydı. Orada geçirdiğimiz o uzun zamandan yakınmadan orada beklediniz. Bu dedeme göre sabır demekti. Bu testi geçmeniz sevdiğiniz kızları sabırla bekleyebileceğiniz ve onlara karşı sabrınızı koruyabileceğinizi anlamak içindi.
Ardından denize attığı saati bulmaya çalıştınız. Bu da önemli olan şeyler için çabalamaktan vazgeçmeyeceğinizi görmememizi sağladı. Yani bunu da başarıyla atlattınız.
En son olarak sizi dağın tepesindeki o nadide ve güzel çiçekleri toplamaya gönderdi o çiçekleri kızlara topluyordunuz. İtiraz etmeden orya gitmeniz ve toplamadan gelmemeniz ise sevdiğiniz insanlar için en güzeli bulmaya hazır olduğunuzu anlatıyordu. Âşık olduğunuz kadınlara layık olabilecek güzellikteki şeylere ulaşmak için çalıştığınızı belirtiyordu. Bu sınavı da geçtiniz.
Artık Woo Hyun dedemin kabul edebileceği birer sevgili ve damat adayısınız. Biricik torunlarına layıksınız. Onun onayını aldınız. Şimdi kalan tek şey onların kalplerine giden yolda kaybolmamak ve kalplerinin kapısını açan anahtarı bulabilmek… Sanırım bunu da çoktan başardınız. İkiniz de onların kalplerindeki en güzel yerlerde taht sahibisiniz. Yapmanız gereken bu yeri korumak olacak.”
Bu açıklamanın ardından sevinçle kıvrıldı dudakları iki gencin de. Hem dedenin gözüne girmiş hem de kızların kalplerini bir kez daha fethetmişlerdi.
Oyunlar gerçekleri gösteren birer tabela gibidirler. Kurallara uyup tabelaları takip etmek sizi doğru yola ulaştırır. Tıpkı az önce olduğu gibi…
14.Bölüm sonu… | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:12 pm | |
| 15.Bölüm
Yazar: Dila Aydoğan
Tür: Romantik-Komedi
Woo Hyun dede iştahlı gözlerle sofraya bakıyordu. Gitmeden evvel güzel bir yemek fena olmazdı sonuçta. Torununun da kendi kadar aç bir ifadeyle sofraya baktığını görünce güldü yaşlı adam. Onların yemeklere olan bakışlarını yırtıcı hayvanların avlarına bakışları olarak yorumlamak mümkündü tabii.
Karınlarını tıka basa dolduran insanların yaptığı gibi ilk gördükleri yere yığıldı hepsi. Ji Sun uzun emekler ile formda tuttuğu bedeninin nasıl olup da iki yemekle bozulduğunu anlamaya çalışıyordu. Seo Ra ise midesinde bir lokma yemek için bile yer yokken hala o pastadan biraz daha yemek istiyordu. Tae Hyun az yemiş olmanın verdiği avantajla çok rahattı. Bu tuzakları iyi bilirdi. Düşmeye hiç niyeti yoktu. Bu nedenle hepsinden birer parça ve karnını doyurmaya yetecek kadar yemişti. Bazılarının aksine patlayacak kadar değil. İki kıza gülerek baktı. Daha sonra onlara bir teklifte bulundu.
Tae Hyun’un önerisi üzerine yürüyüşe çıkan üç genç yolda yavaş adımlarla ilerliyorlardı. Az ilerideki yaşlı çiftin mutlu bir şekilde parkta oynayan çocuklara baktıklarını gördüler. Çocuklardan biri koşarak yaşlı amcanın boynuna sarılıp da kocaman öpücükler eşliğinde neşeyle “dede” derken içinizden sevgi kırıntıları geçmemesi imkânsızdı. Bu tabloya imrenerek bakan üç genç de anlamlı bakışlarını birbirlerine çevirdiler. Eski günler akıllarında canlanmıştı. Üçünün de aynı anda aynı anıyı hatırlaması tuhaftı..
^^ Geriye Bakış ^^
“Ördeeek! Sen büyüyünce ne olmak istiyordun? Hatırlayamıyorum da…” Tae Hyun merakla yanındaki küçük kıza bakarken sorduğu soru ile düşünceli bir ifade kazanan suratını inceliyordu.
“Bilmem ki… Sanırım alışverişçi olmak isterim! Onlar hep alışveriş yapıyorlar ne güzel değil mi?! Bayılırım alışverişe! Annem de çok seviyor. Evet, ben kesinlikle alışverişçi olacağım!” bu sözleri neşeyle söylerken gözleri de bunu kanıtlarcasına sevinçle parlıyordu genç kızın.
Tae Hyun duyduğu sözlerle suratını ekşitti ve minik kızı küçümsercesine konuştu. “Çok iğrençsin! Ben alışverişten nefret ederim! Iyy! Bence olmak istediğin şey çok saçma! Ördek!” Duyduğu sözler karşısında gücenen Ji Sun kendini üste çıkarma çabasıyla konuştu. “Sen ne olacaksın peki?” haylaz çocuk bu soruyu bekliyordu adeta. Hızla başladı anlatmaya. Onların bu ilginç diyalogunu merakla dinleyen Seo Ra ise sıranın kendisine gelme ihtimali üzerine ne olacağını düşünüyordu.
“Ben gündüzleri yarışçı olacağım! Arabam olacak böyle kocaamaann! Vınnn diyecek giderken! Sonra akşamları da dövüşçü olacağım. Sokaktaki pis adamları döveceğim! Pat küt diyeceğim döverken. Sonra bir de Seo Ra’nın koruması olacağım ben. Onu dövmek isteyen kötü çocuklar olursa oyuncaklarını saklayacağım ki… Bir daha Seo Ra’ma bulaşmasınlar. Geceden sabaha kadar da oyuncu olacağım. Yakışıklı olanlar gibi hani. Ben de güzel filmlerde oynayacağım. O filmlerde de hep kötü adamları cezalandıracağım.” Bunları gururla söylüyordu Tae Hyun. Ona aptalmış gibi bakan Ji Sun’u ve hayranlıkla bakan Seo Ra’yı önemsemiyordu.
Ji Sun alaylı bir ifadeyle konuştu. “Şapşal! O kadar saat uyumadan nasıl duracaksın ki! Hem öğleyin uyumamız da gerekiyor. O ne olacak? Bir de sen nasıl üç tane meslek yapabiliyorsun ki? Şapşal uydurukçu! Bari düzgün uydursaydın!” bunları söyledikten sonra hızla kafasını Seo Ra’dan tarafa çevirdi Ji Sun. Ona sevgiyle bakarken az önceki alaylı ifadesinden çok uzak sevecen bir ifadeyle konuşuyordu şimdi.
“Seo Ra? Sen ne olmak istiyorsun büyüyünce?” Seo Ra uzun bir süre düşündüğü cevabı verdi. “Ben öğretmen olacağım. Çocuk öğretmeni! Çocuklarla oyunlar oynayıp onlarla resim çizeceğim. Hepsini çok seveceğim. Onlar da beni sevecekler..” Bunları söylerken uzaklara dalıp gitmiş gibiydi minik Seo Ra.
Ardından oturduğu minik tabureden kalkıp sevgili dostu Tae Hyun’a kocaman sarıldı. Yanaklarını defalarca kere öperken söylediği sözler zor anlaşılıyordu. “Beni koruma görevini yapacağın için teşekkür ederim! Seni çok seviyorum Tae Hyun!”
Ardından yatak yaptığı kutuya yatırdığı bebeğini kucağına almak için az ilerideki oyuncak yığınına gitti minik kız. Elinde bebeğiyle döndüğünde neşeyle konuşuyordu. “Hadi S-T’yi parka götürelim!”
^^ Geriye Bakış Son ^^
“Daha küçücükken bile ne olacağın belliydi be! O zaman da böyle alışveriş manyağıydın!” arkadaşına alayla baktı Tae Hyun. “Bana diyene bak! Asıl senin ne kadar aptal olduğun o zamandan belliydi! Bir günde üç iş yapacakmış da yok bilmem neymiş de… Dünyayı kurtaracakmış! Oyuncu olacakmış! Ne oldun sorabilir miyim? Dur söyleme ben cevap vereyim! Şu an tüm hayallerinden uzakta inşaat mühendisliği okuyorsun…” bunları söylerken Ji Sun karşısındaki genç adamdan daha alaylı konuşuyordu.
Seo Ra eskiden olduğu gibi aralarına girdi. Kollarını ikisinin de kollarına geçirirken susmaları için bir kere bakması yeterdi. Yürüyüşlerine devam ettiler. Ne olursa olsun eski günleri harikaydı. 6 yaşındaydılar belki. Söyledikleri hiçbir şey mantıklı değildi ya da… Ama bir önemi yoktu ki. Mutlu olmaları yeterdi.
Genç kız huzurla gülümsedi. Bir banka oturup da hepsi kendi düşünceleriyle boğuşurken birkaç yıl içinde neler olacağını düşünmekle meşguldü. Hayatın neler getireceğini bilmiyordu belki. Ama ne istediğini çok iyi biliyordu. Bir yanında Ji Sun ve öteki yanında Tae Hyun’un olduğu bir hayat istiyordu. Şu anki gibi ayrılmamalarını diliyordu. Min Sung’u da katmıştı düşlerine. Onunla mutlu bir gelecek istiyordu kalbi. Ki Joon’un yine onu güldürdüğü saatler geçirmeyi diliyordu içinden. Annesinin yine lezzetli yemekler yaptığı ve yemekten patlamak üzereyken bile mutlulukla yemeye devam etmeyi istiyordu.
Ama en önemlisi mutlu olmayı istiyordu genç kız. Her zaman mutlu olmayı…
Ji Sun ise farklı âlemlerdeydi. Kendini kocaman bir villada görüyordu. Kocaman bir odadaki başka bir odaya açılan bir kapıyı açıyordu. O oda kıyafetlerle doluydu. Bir duvar ise boydan boya rafla kaplıydı. O raflarda ise tamamıyla ayakkabılar vardı. Oda dediği şey ise bir basket sahasından biraz küçük bir alandı. Bunları düşünürken mutluluktan ağlayabilirdi genç kız. Gerçek olması için elinden geleni yapacaktı. Her gece çalışması gerekse de yapardı.
Tae Hyun sevdiği kızı hayal ederken gülümsüyordu. Sevdiği kadının kucağında ufak bir bebek vardı hayallerinde. Tae Hyun elinde bir fotoğraf makinesiyle onları çekiyordu. Bebek birden ağlayınca ise elindekini bir kenara bırakıp karısının yanına koşmuştu genç adam. Bir yandan bebeklerini avutmaya çalışırken öteki yandan birbirlerine aşkla bakıyorlardı. Aşkın anlamını birbirlerinin gözlerinde gördükleri gün gibi aşikârdı. Aşklarının mükemmel şarkısı ise biricik bebeklerinin o güzel ve sevimli ağlamasıydı. İşte mutluluk buydu. Yaşamın anlamı da ancak ve ancak bu olabilirdi zaten…
Bu hayal denizindeki gençleri gerçek hayata çeviren yanlarından geçen baloncunun kulak tırmalayan “Baloooonn!” nidasıydı. İki kızın da balonlara olan ilgisini bildiğinden gitti ve tüm balonları aldı genç adam. Baloncu sevinçle yoluna devam ederken kızlar da onun kadar mutlulardı. Ama bu mutluluğun sebebi yalnızca alınan balonlar değil o kulak tırmalayan nidaları bir daha duyamayacak olmalarıydı.
Eve dönerken çok mutluydu her biri. Seo Ra başını sevgili dostunun omzuna yaslamış gözleri kapalıyken adımlarını yanındakine güvenerek atıyordu. Ji Sun elinde tuttuğu balonlara bir çocuğun sevineceği kadar çok sevinmiş bir ifadeyle bakarken mutluluktan ya da balonların gücüyle uçabilirdi.
Sabah olduğunda her biri dün gece eve dönen Woo Hyun dedenin bıraktığı boşluğa üzülüyorlardı.
Hazırlanıp eve gitmek için yola çıktılar. Birkaç gündür Seo Ra’nın annesinde kalıyorlardı. Artık kendi evlerine dönmeleri gerekti. Arabaya atlayıp da eve geldiklerinde evin sıkıcı bir yer olduğunu fark ettiler. Beraber eğlenmeye gitmek güzel bir fikir olabilirdi.. Bu nedenle Ki Joon ve Min Sung’a da haber verdiler ve evden dışarı buluşacakları yere gittiler. Hepsi Ki Joon tarafından verilen emir nedeniyle ellerinde kameralarla bekliyordu.
Sokağın ortasında durdular. Birbirlerine merakla bakıyorlardı. Seo Ra hepsinin aklını meşgul eden soruyu sordu.. “Neden buradayız?” Ki Joon neşeyle cevap verirken Min Sung’a da imalı bakışlar atıyordu.
“Buradayız çünkü dostumuz Min Sung’un bir fikri var. Her birimiz etrafa dağılıp insanların videolarını çekeceğiz. Daha sonra bu videoları açıp izleyeceğiz. Ancak farklı sorular sormalıyız.. Mesela ‘Filler neden sarı değil?’ gibi… Onların bu sorulara verdiği cevapları çekip izleyelim. Çok eğleneceğimize eminim.”
Bu fikir üzerine herkes dağıldı.
Seo Ra gördüğü insanlara farklı sorular soruyordu. “Bakar mısınız? Gelecekte uçan bisikletler yapılacağı fikri konusunda ne diyorsunuz?” ya da “Yeşil renkli bir uzaylı olmak nasıl bir duygudur?” gibi aklına gelen ilk şeyleri soruyordu.
Ji Sun ise daha mantıklı sorular soruyordu insanlara. Gördüğü tüm kadınları çevirip en çok indirimin hangi mağazada olduğunu veya modaya uygun kıyafetlerin en uygun fiyatla nerede satıldığını soruyordu.
Ki Joon verdiği örnekteki gibi hayvanlar âlemindeki farklılıkların doğuracağı sonuçlar üzerine yoğunlaşmıştı.
Tae Hyun önüne geçen insanlara kendi uydurduğu kelimelerin ne anlama geldiğini soruyordu. Onun aldığı cevaplar ise başlı başına komediydi.
Min Sung’un ne yaptığına gelince… Sanırım o sürprizlerini ve sorularını geceye saklıyordu..
Hava karardığında oyunun süresinin dolduğunu fark eden gençler sıra ile Seo Ra’lara giderken hepsi çektikleri görüntülerden son derece hoşnuttular.
İlk önce Ji Sun’un çektiklerini izlediler. Daha doğrusu açıp neyle alakalı olduğunu anlayınca hızla kapattılar ve sıradaki kişinin çekimlerine geçtiler. Tae Hyun neşeli sesiyle uydurmasyon kelimelerinin olası anlamlarını soruyordu. “Kliptürüsdeklisyon nedir?” karşısındaki genç kız meraklı gözlerle kamerayı tutan gence bakarken verdiği cevap hepsini gülme krizine sokmuştu. “Yeni çıkan bir müzik grubunun adı mı?”
Ardından Seo Ra’nın kayıtlarını açtılar. “Yeşil renkli bir uzaylı olmak nasıl bir duygudur?” soruyu yönelttiği lise çağındaki genç kız gayet ciddi bir şekilde konuştuğunda koltuktaki gençler yine kahkahalara boğulmuşlardı. Özellikle Ji Sun kızı takdir ediyordu. “Bilemiyorum. Çünkü eğer bir uzaylı olsaydım yeşil olmazdım. O rengin modası geçti. Olsaydım pudra rengi bir uzaylı olurdum. Ve modaya uygun bir rengim olduğu için kendimle gurur duyardım. Mutlu bir duygu olurdu yani…”
Ki Joon ilginç hayvansal sorularıyla insanları dehşete düşürmüştü. Özellikle bir çocuğa sorduğu soru ve aldığı cevap duyulmaya değerdi. “Merhaba evlat! Sence maymunlar kulaklarını kullanarak uçsalar nasıl olurdu?” şirin çocuk cevap verdi.. “Zaten uçuyorlar ki! Her gece odamın penceresine konup merhaba diyorlar. Sonra gidiyorlar. Çok güzel olmuşlar ama. Kuşlardan daha güzel uçuyorlar. Bir de uçarken kuşlar gibi çişlerini kafamıza yapmıyorlar!”
Sıra Min Sung’un kayıtlarına geldiğinde gözler ekrana çevrildi. Bir grup kayakçı çocuğu çekmişti önce. Sonra onların yanına gidip her birinin konuşmasını kaydediyordu. Bunda bir tuhaflık yoktu. Ancak sonraki görüntüler hepsini şoka sokmuştu.
Bir grup genç ellerinde bembeyaz pankartlar tutuyorlardı. Kendi sıraları geldiğinde her biri söylemesi gereken kısmı söylüyordu. Çok hoş bir şarkının ardından hepsi aynı anda bembeyaz pankartları ters çevirdiler. Ortaya çıkan “Seni Seviyorum” yazısının ardından başka bir görüntü çıkmıştı ortaya. Bir grup yaşlı insan bir meydanda toplanmıştı. Min Sung kamerasıyla tepeden bir yerden onları çekiyordu. Bu grup işaret verilince aynı anda bağırdılar.
“Seni Seviyor Seo Ra!”
Seo Ra duyduklarını sindirmeye çalışırken genç adam önünde diz çöktü ve genç kızın ellerini tuttu. “Nereden ve nasıl başlamalıyım bilmiyorum. Bildiğim tek şey sana deliler gibi âşık olduğum. Seni çok ama çok seviyorum. Eğer sen de kabul edersen yanında sevgilin sıfatıyla dolaşmak istiyorum!” son sözleri söyledikten sonra elini cebine attı genç adam. Cebinden çıkardığı kutuyu açtı ve içinden bir kolye çıkardı.
Kalp şeklindeki kolyeye şaşkınlıkla bakan kızın gözlerine dikti gözlerini genç adam. “Kalbim zaten senin. Ama temsili bir şekilde onun sende olduğunun altını çizmek istedim. Bu kolyeyi hep tak ki kalbimin senin olduğunu herkes bilsin…”
Bu sözlerle genç kız sevgiyle gözlerini karşısındaki adamın gözlerine sabitledi. Fısıltıyla konuşurken kalbinde çalan davullar ritmini arttırıyordu. “Ben de seni seviyorum. Şimdi kolyemi takar mısın?” son sözleri söylediğinde Min Sung yerinden doğruldu. Romantik bir film izler gibi onları izleyen kişileri umursamadan sevdiği kızın boynuna taktı kolyesini. Ardından genç kızın önüne geçti ve alnına güzel bir öpücük kondurdu. Eski yerine, sevgilisinin yanına oturduğunda el eleydiler. Durdurdukları kaydı devam ettirdiler.
Kayıtta bir çocuk çıktı ekrana. Minik gözlerini kameraya dikmiş sevimli sesiyle konuşurken genç âşıkların birbirlerine aşkla bakmalarını sağlayacak sözler ağzından döküldü. “Ömür boyu mutlu olun!”
Aşkı anlatmanın türlü türlü yolu var. Hangi yola başvurduğunuz sizin tercihinizdir. Ancak sonuç hep aynıdır. Size aşkla bakan ve sizin de aşkla baktığınız gözler ve ritmini birbirine uydurmuş aşkla çarpan kalpler. Ve o küçük çocuğun söylediği gibi. Ömür boyu mutluluk…
15.Bölüm sonu… | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:12 pm | |
| “Sol ayakkabının içindeki daha önemli!” kız merakla eline aldı ayakkabıyı. İçindeki kutuyu çıkardı kutuyu açtığında yüzündeki ifadeyle uyumlu bir çığlık attı. Tek taş bir yüzük ve yine bir not onu bekliyordu.
“Benimle evlenir misin?”
Ardından bu soruyu yönelten bir ses duyuldu. Ki Joon sırıtarak ona bakıyordu. Genç kız koşarak adamın boynuna atladı ve bağırarak evet dedi. İkisi tutkulu bir biçimde birbirlerini öperken bu anın bitmemesi için dua ediyorlardı.
Min Sung, Seo Ra’nın cafeye girmesiyle ayağa fırladı. Genç kızı gülümseyen bir suratla karşılardı. Ardından oturup normal bir sohbete giriştiler.
Genç adam sohbetin bitiren soruyu sordu. “Bana bir kere daha piyano çalar mısın?” Seo Ra başını kabul ettiğini belirten bir şekilde salladı. Ona ilk kez burada şarkı çalmıştı. İlk kez burada itiraf etmişti kendine duygularını. Burası aşklarını kabullendiği yerdi.
Ağır adımlarla piyanoya yürüdü. Ardından gelen Min Sung’a son kez dönüp gülümserken oturdu piyano başına. Bakışlarını piyano tuşlarına çevirdiğinde kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Min Sung’un ona uzattığı yüzüğün ise kalp ritmini yavaşlattığı söylenemezdi. Her tuşa bir harf gelecek şekilde yazılan “Benimle evlenir misin?” yazısına tekrar baktı genç kız. Başını evet anlamında sallarken konuşamayacak kadar mutlu olduğu anlaşılıyordu. Ağzını açarsa mutluluktan ağlayacağını ya da kekeleyeceğini düşünüyordu.
Nihayet kendine geldiğinde konuştu genç kız. “Evet, seninle evlenirim Min Sung!”
Mutluluk bir adım ötenizdeyken ona sırt çevirmek yapılacak en zor iştir. Ona doğru adım atmak ise kaçınılmazdır. Peki, size kollarını açmış bir şekilde bekleyen aşksa?
Ona yürümek yerine koşmak gerek işte…
Aşk kucağını açmış kendine koşanları bekliyor. Bu koşan üç çift ise bir adım ötelerindeki mutluluğu da yanlarına katmış ilerliyorlar.
Tae Hyun aşkına kavuşmanın verdiği heyecanla kıpır kıpırdı.
Ji Sun elindeki mükemmel topuklulara ve parmağındaki güzel yüzüğe sevinçle bakıp yüzünü sevdiği adama çevirdiğinde gözlerindeki ifade aşka dönmüştü. Bundan günler sonra evlenecek olmanın verdiği heyecan ise tarifsizdi.
Seo Ra az önce olan şeyleri düşünürken kalbi dörtnala gidiyordu. Onu durdurmak imkânsızdı. Bu mutlu anın getirdiği tek sorun buysa katlanmaya razıydı zaten.
Aşk denen karmaşa, düğümlerini bıkmadan usanmadan açan ve pes etmeden uğraşan kişilere mükâfatını verdi sonunda. Kâğıda atılan imzanın hukuksal kalıcılığı olsa da… Kalbe atılan aşkın sonsuz kalıcılığının yanında sönük kalır sonuçta…
Aşkın sizi sarıp sarmaladığı bir hayatta mutlu olmanın çok kolay olduğunu unutmayın. İçinizdeki aşkın söndüğünü düşündüğünüz anda bir mum daha yakın. Her yer aydınlandığında bir umut ışığının hep canlı olduğunu göreceksiniz! O umuda sarılın ve aşkınızın peşine takılın. İpin ucunu kaçırmadığınız sürece sizden kaçması zor olmayacaktır. Kendinize iyi bakın!
~~ Son ~~
Yazar Notu: Öncelikle merhaba!
Söylemek istediğim çok şey var. Nereden başlamalıyım bilmiyorum. Sanırım en başından başlamalıyım.
Bu hikâyeyi yazma fikrini aklıma sokan, bu konuda her türlü yardımı yapan, yanlışlarımı bıkmadan düzelten, gelişmem için elinden geleni yapan ve hikâyenin çıkış noktası olan Fikir Danışmanıma, Demet Hancı’ya, sonsuz teşekkürler…
Hikâyenin yazım süresinde desteğini eksik etmeyen Ecem, Gökçe, Gökçen Adminlerime çok teşekkür ediyorum.
Ve siz okurlarıma da minnettarım. Sizin beğenileriniz ve yorumlarınız olmasa asla devam edemezdim. Beni cesaretlendirdiğiniz ve devam etme gücünü verdiğiniz için bir teşekkür de size gelsin!
Hepinizden geç yayınladığım ya da sizi hayal kırıklığına uğrattığım bölümler için özür diliyorum. Buna rağmen okumaya devam ettiğiniz için sağ olun.
Bir süre yeni hikâye yazmayacağım. Ancak ilginç One-Shot yazma çalışmalarına başladım. Bundan sonra onları okursanız sevinirim.
Bir de ufak bir ricam var sizden. Çok şey istiyorsam affedin lütfen. En sevdiğiniz bölümü ya da olayı belirtirseniz sevinirim.
Bu bölüm için çok kısacık da olsa bir yorum bekliyorum. Uygun olmayanlarınsa canı sağ olsun.
Ben en sevdiğim bölümü belirtmek istiyorum. 15.Bölüm, en sevdiğim olay da kameralardı.
Final değil, çünkü hikâyemi bitirmek beni üzdü zaten. Ancak her şey tadında güzel sanırım.
Benden bu kadar… Topluca Teşekkürler!
Yeni bir hikâyede görüşene kadar hoşça kalın! | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Aşk Denen Karmaşa Salı Eyl. 06, 2011 5:12 pm | |
| FINAL YENILENDI.
16.Bölüm [FİNAL]
Yazar: Dila Aydoğan
Tür: Romantik- Komedi
Genç kız ellerini topuklu ayakkabıların üstünde dolaştırırken bir rüyada gibiydi. Bu mağazada mutsuz olmak mümkün değildi. “Yoksa öldüm de cennete mi geldim? Topuklular bir yanımdayken öteki yanım da tamamıyla kıyafetlerle doluyken… Ah bu gerçek olamaz!” kendi kendine söylenen genç kıza deliymiş gibi baktı görevli kadın. “Ne demiştiniz efendim?” soruyu anlayamadı önce Ji Sun. Daha sonra kafasına dank eden düşünceyle bir hüzün kapladı yüzünü. “Ölmedin şapşal! Mağazadasın! Zaten bunların benim olduğunu düşünmek bile saçmaydı…” bunları da sesli söylediğini bilmiyordu tabi. Görevli kadın bıkkın bir şekilde iç çekti ve deli olduğunu düşündüğü müşterinin yanından koşarak uzaklaştı.
Seo Ra S-T’nin saçlarıyla oynuyordu. Çalan telefonu dağılan dikkatine bir noktaya toplamayı başarmıştı. Telefonunun ekranına ciddi bir ifadeyle baktı. Arayanın ismini görünce sevinçli bir yüz ifadesi ile telefonu açtı.
“Tae Hyun! Seni çok özledim! Neredesin? Nasılsın? Gittiğinde daha mutlu olacağını söylemiştin ya… Mutlu musun? Sevdiğin kız yani Gabriela ne yaptı? O da sevindi mi? Düğün ne zaman? Ne zaman Amerika’ya geliyoruz? Biletlerimizi alalım mı? Yoksa siz mi Kore’ye gelirsiniz? Burada yapabiliriz düğünü biliyorsun!” nefes almak için duran genç kızın bıraktığı boşluktan faydalandı genç adam. Gülerek cevap verdi genç kıza. “Hey sakin! Daha uçaktan ineli dört saat oldu. Eve geri dönüşümün ardından açlıkla ve yorgunlukla mücadele ettim. Sonra söz verdiğim gibi seni arıyorum işte. Gelir gelmez nikâh tarihi aldık. Yarın sabah evleniyoruz canım! Saçmalamayı keser misin Seo Ra?! Daha bir şey olmadı. Mutluyum. Ancak ben de sizi özledim. Bilemiyorum. Gabriela ne der ne yapar tahmin edemiyorum. Ancak asla vazgeçmeyeceğim kararımdan. O benim hayatıma anlam katan tek kadın. Onu elde etmek için çabalamaya devam edeceğim. Sonucu ne olursa olsun…”
Ki Joon yapmayı planladığı sürprizin detaylarını arkadaşına anlatırken yüzünün aldığı ifade görülmeye değerdi. Markette en sevdiği ünlüyü gördüğünde mutlu olacağı kadar mutluydu şu an. Planının son aşamalarını anlatıp da alacağı tepkiyi tahmin etmeye çalışırken başarısız bir taklitle “Sen çok yakışıklı ve muhteşemsin aşkım!” sözleri de ağzından döküldü.
Min Sung elindeki çiçeklere umutla baktı ve zili çaldı. Kapıyı açan kadına neşeyle gülümsedi ve içeri davet edilmeyi bekledi. Bayan Han içeri buyur ettiğinde, heyecanı artan genç adam heyecanını bastırma çabası içindeydi. Koltuklardan birine oturduktan sonra elindeki çiçekler aklına geldi ve nazikçe kadına uzattı. Nereden başlayacağını bilemez bir haldeyken yardımına koşan sevdiği kadının annesi olmuştu. “Evet, Min Sung? Anlatacağın ya da söyleyeceğin şeyi direk söyleyebilirsin… Bir başlangıca gerek yok.” kadın anlayışla gülümserken karşısındakine güven veriyordu. “Şey efendim ben… Tamam, uzatmadan direk söyleyeceğim. Ben Seo Ra ile evlenmek istiyorum!”
Tae Hyun uzun süredir önünde beklediğin kapının açılmasıyla afallamıştı. Karşısında muhteşem bir gülümsemeyle ona bakan kadına aşkla bakarken içinden sayısız kere dualar ediyordu. Reddedilmemek için yapması gereken her şeyi yapmaya hazır olduğunu anlamak için bir kere yüzüne bakmak yeterdi. Kekeleyerek merhaba derken karşısındaki kadının gülümsemesi tüm yüzüne yayılmıştı. Bu hareket onu daha da heyecanlandırıp kalbinin ritmini aşırı derecede hızlandırırken nefes almayı bile unutmuştu.
Nereden geldiğini bilmediği bir güvenle bir çırpıda konuştu genç adam. Karşısındaki kadının yüz ifadesi değişince ise eli ayağına dolanmıştı. Gülümseyen o suratın kaybolması içindeki tüm umut ışığını söndürmüştü. Duyduğu sözlere inanması da bu yüzden çok zor olmuştu.
“Ben tanıştığımız ilk günden beri senden çok hoşlanıyorum! Hatta öyle bir boyutta ki… Ben sana delicesine âşık olmuş bile olabilirim! Lütfen beni reddetme… Aylardır sana arkadaşça duygular beslemeye çalışıyorum. Beni yalnızca arkadaş olarak gördüğünden de eminim. Ama lütfen reddetme lütfen. Eğer hayır diyeceksen bile… Bu günü unut. Arkadaşlığımızı bozmamış olurum o zaman.” Tae Hyun güveninin son kırıntıları da yok olurken şok olmuş kadına hüzünle baktı. Artık söylediği sözler yüzünden pişmandı. Genç kadın kendini toparlayıp konuştu şaşkınca. Yüzündeki şok ifadesi ise hala aynıydı.
“Nasıl yani? Sen bunca zaman bana âşık mıydın? Ama ben sandım ki… Sen beni yalnızca arkadaş olarak görüyorsun sandım. Ben de sana âşıktım. Sırf benden uzaklaşma ihtimalin yüzünden bu duygularımı bastırıyordum. İnanamıyorum!” Tae Hyun gözlerini umutsuzlukla kapattı. “Tamam, bunun olacağını biliyordum. Unut bu günü. Sen benim dostum Gabriela olacaksın artık. Yalnızca dostum olacaksın…” Gabriela gülerek karşısındaki adama baktı. “Şapşal aşkım benim! Ben de sana aşığım! Reddetmiyorum seni!”
Tae Hyun karşısındaki kadına şaşkınca baktı. Yüzündeki şaşkınlık yerini tarifsiz bir sevince bırakırken mutluluktan kanatları çıkmıştı bile… Aşkla karşısındaki kadına sarılırken devamlı onu çok sevdiğini fısıldıyordu. İçinden geçirdiği “Tanrım şükürler olsun!” sözleri ise sessiz bir seslenişti.
Min Sung, Bayan Han’ın ona verdiği ilginç fikirleri dinlerken aklında yeni yeni fikirler oluşuyordu. Kızına duyduğu hayranlığın bir bölümünü artık Bayan Han’a da duyuyordu genç adam. Hem evlenmeleri için işlemleri hızlandırmayı teklif etmiş hem de romantik bir evlilik teklifinin nasıl olması gerektiği konusunda fikirler vermeye başlamıştı. Bu kadın gerçekten bir harikaydı. Bunun aksini iddia edecek olan herkes karşısında Min Sung’u bulurdu. Çünkü müstakbel kayınvalidesini mütemadiyen koruma görevini üstlenmişti genç adam. Artık iki kişi için korumalık yapmalıydı.
Ki Joon girdiği ayakkabı mağazasında ne yapacağını bilmeden dolaşıyordu. Onu bu halde görenler çölde kaybolan gezginlere benzetebilirlerdi. Mağaza görevlilerinden genç bir bayan yanına geldiğinde kaybolduğu bu çölde bir bardak su bulmuşçasına sevindi genç adam. Nasıl bir sevgiliye sahip olduğunu hayranlıkla anlatırken genç kadının gözleri hınzırca parlıyordu. Bu genç aşığın sevgilisine alabileceği en güzel ayakkabının hangisi olacağına çoktan karar vermişti bile. Ustaca mağazada ilerledi ve eliyle koymuş gibi buldu ayakkabıları. Elleri neşeyle topukluların üstünde gezinirken bunların yeni sahibinin yüzünün alacağı sevinç ifadesini hayal edebiliyordu.
Min Sung hayal ettiği gibi bir teklif olması için elinden geleni yapıyordu. Zar zor seçtiği yüzüğü incelerken yüzü memnun bir ifadeye bürünmüştü. Planı istediği gibi giderse Seo Ra’nın mutluluktan delireceğini düşünüyordu.
Ji Sun neşeyle bahçeye çıktığında masaya yöneldi direk. Aldığı ufak notta masanın üzerinde bir kutu olacağı yazıyordu. Kutuyu görünce rahatladı genç kız. Eli güzelce paket yapılmış kutu üzerinde gezindi yavaşça. Sonra merakla paketi yırttı ve kutuyu açtı. Karşısına çıkan ayakkabılara hayranlıkla bakarken gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Ayakkabıların kenarına iliştirilmiş yazıyı da dakikalar sonra fark etti ancak. Sonra notu aldı ve okudu.
“Sağ ayakkabının içine bak!” kendine emredileni yaptı kız. Sağ ayakkabıya elini attı. Bir not daha bulunca biraz bozulmuştu. Ne yani kitap mıydı bu! Yaz yaz bitmiyordu notlar da! Okuması ayrı bir dertti zaten.
“Sol ayakkabının içindeki daha önemli!” kız merakla eline aldı ayakkabıyı. İçindeki kutuyu çıkardı kutuyu açtığında yüzündeki ifadeyle uyumlu bir çığlık attı. Tek taş bir yüzük ve yine bir not onu bekliyordu.
“Benimle evlenir misin?”
Ardından bu soruyu yönelten bir ses duyuldu. Ki Joon sırıtarak ona bakıyordu. Genç kız koşarak adamın boynuna atladı ve bağırarak evet dedi. İkisi tutkulu bir biçimde birbirlerini öperken bu anın bitmemesi için dua ediyorlardı.
Min Sung, Seo Ra’nın cafeye girmesiyle ayağa fırladı. Genç kızı gülümseyen bir suratla karşılardı. Ardından oturup normal bir sohbete giriştiler.
Genç adam sohbetin bitiren soruyu sordu. “Bana bir kere daha piyano çalar mısın?” Seo Ra başını kabul ettiğini belirten bir şekilde salladı. Ona ilk kez burada şarkı çalmıştı. İlk kez burada itiraf etmişti kendine duygularını. Burası aşklarını kabullendiği yerdi.
Ağır adımlarla piyanoya yürüdü. Ardından gelen Min Sung’a son kez dönüp gülümserken oturdu piyano başına. Bakışlarını piyano tuşlarına çevirdiğinde kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Min Sung’un ona uzattığı yüzüğün ise kalp ritmini yavaşlattığı söylenemezdi. Her tuşa bir harf gelecek şekilde yazılan “Benimle evlenir misin?” yazısına tekrar baktı genç kız. Başını evet anlamında sallarken konuşamayacak kadar mutlu olduğu anlaşılıyordu. Ağzını açarsa mutluluktan ağlayacağını ya da kekeleyeceğini düşünüyordu.
Nihayet kendine geldiğinde konuştu genç kız. “Evet, seninle evlenirim Min Sung!”
Mutluluk bir adım ötenizdeyken ona sırt çevirmek yapılacak en zor iştir. Ona doğru adım atmak ise kaçınılmazdır. Peki, size kollarını açmış bir şekilde bekleyen aşksa?
Ona yürümek yerine koşmak gerek işte…
Aşk kucağını açmış kendine koşanları bekliyor. Bu koşan üç çift ise bir adım ötelerindeki mutluluğu da yanlarına katmış ilerliyorlar.
Tae Hyun aşkına kavuşmanın verdiği heyecanla kıpır kıpırdı.
Ji Sun elindeki mükemmel topuklulara ve parmağındaki güzel yüzüğe sevinçle bakıp yüzünü sevdiği adama çevirdiğinde gözlerindeki ifade aşka dönmüştü. Bundan günler sonra evlenecek olmanın verdiği heyecan ise tarifsizdi.
Seo Ra az önce olan şeyleri düşünürken kalbi dörtnala gidiyordu. Onu durdurmak imkânsızdı. Bu mutlu anın getirdiği tek sorun buysa katlanmaya razıydı zaten.
Aşk denen karmaşa, düğümlerini bıkmadan usanmadan açan ve pes etmeden uğraşan kişilere mükâfatını verdi sonunda. Kâğıda atılan imzanın hukuksal kalıcılığı olsa da… Kalbe atılan aşkın sonsuz kalıcılığının yanında sönük kalır sonuçta…
Aşkın sizi sarıp sarmaladığı bir hayatta mutlu olmanın çok kolay olduğunu unutmayın. İçinizdeki aşkın söndüğünü düşündüğünüz anda bir mum daha yakın. Her yer aydınlandığında bir umut ışığının hep canlı olduğunu göreceksiniz! O umuda sarılın ve aşkınızın peşine takılın. İpin ucunu kaçırmadığınız sürece sizden kaçması zor olmayacaktır. Kendinize iyi bakın!
~~ Son ~~
Yazar Notu: Öncelikle merhaba!
Söylemek istediğim çok şey var. Nereden başlamalıyım bilmiyorum. Sanırım en başından başlamalıyım.
Bu hikâyeyi yazma fikrini aklıma sokan, bu konuda her türlü yardımı yapan, yanlışlarımı bıkmadan düzelten, gelişmem için elinden geleni yapan ve hikâyenin çıkış noktası olan Fikir Danışmanıma, Demet Hancı’ya, sonsuz teşekkürler…
Hikâyenin yazım süresinde desteğini eksik etmeyen Ecem, Gökçe, Gökçen Adminlerime çok teşekkür ediyorum.
Ve siz okurlarıma da minnettarım. Sizin beğenileriniz ve yorumlarınız olmasa asla devam edemezdim. Beni cesaretlendirdiğiniz ve devam etme gücünü verdiğiniz için bir teşekkür de size gelsin!
Hepinizden geç yayınladığım ya da sizi hayal kırıklığına uğrattığım bölümler için özür diliyorum. Buna rağmen okumaya devam ettiğiniz için sağ olun.
Bir süre yeni hikâye yazmayacağım. Ancak ilginç One-Shot yazma çalışmalarına başladım. Bundan sonra onları okursanız sevinirim.
Bir de ufak bir ricam var sizden. Çok şey istiyorsam affedin lütfen. En sevdiğiniz bölümü ya da olayı belirtirseniz sevinirim.
Bu bölüm için çok kısacık da olsa bir yorum bekliyorum. Uygun olmayanlarınsa canı sağ olsun.
Ben en sevdiğim bölümü belirtmek istiyorum. 15.Bölüm, en sevdiğim olay da kameralardı.
Final değil, çünkü hikâyemi bitirmek beni üzdü zaten. Ancak her şey tadında güzel sanırım.
Benden bu kadar… Topluca Teşekkürler!
Yeni bir hikâyede görüşene kadar hoşça kalın!
Yayınlayan admin:Minhae | |
| | | | Aşk Denen Karmaşa | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|