Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Papatya Falı Günlükleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Papatya Falı Günlükleri Empty
MesajKonu: Papatya Falı Günlükleri   Papatya Falı Günlükleri Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:30 pm

Aşk nedir?


Sevgiden öte bu duygunun tam tarifi nasıldır?


Ona tamamen bağlanmak?


Onsuz yaşayamamak?


Hayatın anlamını onda bulmak?


Acı çekmek?


Onu düşünüp mutlu olmak?





Hiç biri tam olarak karşılamaz çoğu zaman Aşk’ı.





Aşk tanımsızdır.


Aşk nedensizdir.


Kolay ama zordur.


Basit ama karışıktır.


Mutlu eder ama can yakar.





Ve günün birinde hayattan beklentileri olmayan bir genç için mavi papatyada
hayat bulur…





¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨





Bang Yong Guk’un günlüğünden…





**************************************








22 Eylül


~~~~





Ben yaşıyor muyum? Hala soluk alıyor muyum?


Dünya tersine dönmüş gibi geliyor şu an. Tüm her şey durmuş, zaman
işlemiyormuş gibi…





Bugün babamın şiddetli baskısıyla, sonunda kolejimizde eğitim görmeye
başladım. Çok kızıyordu kolej sahibi bir iş adamının oğlu olup da devlet
lisesine gitmeme. Nihayetinde onun otoriter tavrı benim ısrarıma galip geldi ve
gittim.





Ben oraya neden gittim?


Nefesimi kesen o kızı neden gördüm?





Sadece biraz yalnız kalmak için okul binasının arkasındaki o kuytu köşeye
gitmiştim.


Neden orada olmak zorundaydı ki?





Ağlıyordu... Umutsuzca ağlıyordu. Bir an için dikkatimi çekti ve onu
seyretmeye başladım. Ama kilitlendim sanki! Öyle durakaldım.Gözlerimi ondan
alamıyordum. O an olupbitti işte her şey!





“Aşık olmak” böyle saniyenin milyonda biri kadar bir sürede mi gerçekleşiyor?
Nedensiz, birden bire gelen davetsiz bir misafir gibi.





Bu… Çok saçma! Hiç tanımadan ona çarpılıveriyorsun. Külkedisi masalı bile
bundan daha inandırıcı geliyor kulağa!


Ama oluyormuş işte! Aynaya baktığımda suratımda gördüğüm o aptal sırıtış
bunun en büyük kanıtı değil mi?





Ağlarken ona sarılmak ve mavi saçlarını okşamak, onu teselli edip,
gözyaşlarını silmek istedim. Onun üzgün olduğunu görünce benim içimde bir
şeyler kopup gitti sanki!





Adını bile bilmiyorum!





Bana papatyaları hatırlattı. İncindiğinde hemen solup giden kırılgan bir
papatya gibiydi.





Günlük, gözlerimi kapattığımda zihnimde yüzü beliriveriyor. Aklımı tamamen
esir almış durumda.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Sevmiyor, seviyor… “sevmiyor…”





Tabi ki sevmiyor! İnsan tanımadığı birini nasıl sevebilir?





----------------------------








30 EYLÜL





Song Ji Eun!


Adı Song Ji Eun!





Mavi saçlı sevgilimin adını nihayet öğrenebildim.


Okulun sahibinin oğlu olarak, bana özel ayrıcalıklarımı kullandım ve onun sınıfına
kaydımı aldırdım. Olmuşken tam olsun diye de yanına oturdum.


Sınıfta sadece Ji Eun tek oturuyor. Yanında kimse yok. Önce buna sevinmiş
olsam da daha sonra sevgilimi dışladıkları için sınıftaki herkesin suratını
dağıtmak istedim.





Onun yanında küçük bir kız çocuğu gibi heyecanlanıyorum ve tek kelime
edemiyorum. Arkadaş ortamlarının vazgeçilmezi, her yere kolayca uyum sağlayan
Yong Guk’dan, utangaç, silik ve saf bir aşığa dönüşüveriyorum.





Bu hiç normal değil… Benim için hiç normal değil!





Ders boyunca gözünü kırpmadan konuyu dinliyor ama teneffüslerde hiç kimseyle
konuşmadan başını sıraya koyuyor ve dalgın dalgın dışarıyı seyrediyor. Sıra
arkadaşı olmama rağmen benimle bile alakası olmuyor.


Arada iç çekişlerini duyabiliyorum. Bunun sebebini çok merak ediyorum.
Sürekli bir sıkıntısı varmış, kafası üzücü bir şeyle meşgulmüş gibi görünüyor.





Onun için çok endişelendim ama bunu dile getiremedim.


Merhaba demeye çalıştığımda bile elim ayağım birbirine dolaşıyor, iki
kelimeyi bir araya getiremiyorum. Adını da kendisine soramadan öğrendim zaten.


Cesaretimi toplayıp ona kendimi fark ettirmeliyim.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor
“seviyor…”





İhtimali bile beni heyecanlandırıyor…








----------------------








7 EKİM


~~~~





Hay aksi şeytan!





Bu kızı gördüğüm an şapşalca davranmaya başlıyorum. Sanki etrafımdaki her
şeyi yok ediyor ve beni sadece kendisine odaklıyor. Göremiyorum! Ondan başka
hiçbir şey göremiyorum!





Bugün kantinden kahve alıp sınıfa çıkışımda Ji Eun’u fark ettim ve yolumu
değiştirdim. Sonra bu aptalca hareketlerimi kendine yediremeyen gururum,
“Özgüvenin sıfır dostum” diyerek gaza getirdi beni. Ona uyarak Ji Eun’un
geldiği tarafa doğru gittim.





Tam karşılaştığımız anda son günlerde iç dünyamda ortaya çıkan zavallı,
şaşkın âşık harekete geçti. Ayağım, dümdüz parkenin üzerinde takılmayı
becerince üzerine düştüm. Hem de daha dumanı üstünde kahveyle! Üstü başı leke
olmuştu. Kahvenin sıcaklığından acı bir çığlık attı.





Kendime bir tane geçiresim geldi o zaman. Benim yüzümden canı yanıyordu! Hem
kendimi rezil ettim hem de ona zarar verdim.


Aptal kafam!





Bana ne yapıyor bu kız? Sakarlıkla uzaktan yakından alakası olmayan biriydim
ben! Ama onu görünce tüm dengelerim alt üst oluyor!





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor…. Sevmiyor, seviyor, “sevmiyor”





Üzerine kahve döktüm! Bir de sevecek miydi?!





---------------------------------





20 EKİM


~~~~


Hayatımın en güzel anlarını yaşadım sanki bugün.


Bana gülümsedi!





Botanik binasındaki bitki incelememizde biyoloji öğretmeni herkesi biriyle
eşleştiriyordu. Ji Eun’la kimse eşleşmek istemedi. Ben seve seve onunla
birlikte çalışmak istediğimi söylediğimde kafasını kaldırıp bana şaşkın
gözlerle baktı.





Ders on dakika erken bitti. Ji Eun sınıftan çıkarken onu, köşedeki göz
önünde olmayan çiçek öbeğinden kopardığım bir papatyayı vermek için durdurdum.





Utana sıkıla “Papatyaları sevebileceğini düşündüm. Sen… Bence onlara
benziyorsun.” dedim uzatırken.





Ben birine iltifat ederken gözlerimi de kaçırmazdım o zamanki gibi.


Bu kız… Her şeyimi baştan aşağı değiştiriyor!





Önce başını öne eğdi ve uzun uzun elimdeki çiçeğe baktı. Yavaşça onu
aldıktan sonra yüzünde şaşkınlıkla karışık bir gülümseme belirdi.





O gülüşünü bir daha görmek için her şeyimi feda edebilirim.





Biraz kekeleyerek “Aynı sırada oturuyoruz ama hiç konuşmadık bile. Seni daha
yakından tanımak isterim Ji Eun-ah” demeyi başarabildim ve başımı kaşıdım.





“Bu… pek olmuyor. Yani, buradakilerle samimi ilişkilerim yok ve ben pek konuşkan
değilim Yong Guk.” diye karşılık verdi bana.





Adımı hiçbir zaman bu kadar sevmedim. Onun ağzından duyunca en anlamlı
şarkılardan bile hoş.








Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Sevmiyor, seviyor, sevmiyor, “seviyor”





Bir gün bana “seni seviyorum” der mi acaba?





----------------------------





25 EKİM


~~~~





Benimle konuşmak istedi bugün.





Teneffüste hep yaptığı gibi çevreyle ilişkisini kesip başını sıraya koymadı.





“Hey! Sen de mi ‘SNSD’nin-karşı konulmaz-cazibesine-hayran-klişe-erkekler’densin?”
dedi çantama iliştirilmiş Tae Yeon rozetini göstererek.





Neye uğradığımı şaşırmış bir halde gülümsedim ve rahat olmaya çalışarak
cevap verdim.


Ama ona bakarken ne kadar rahat olabilirim ki?





“Ah! Ben sadece Tae Yeon hayranıyım. Grubun gerisiyle pek aram yok. O şarkı
söylemeye başladığında büyüleniyorum. Gerçekten harika bir kız. Odamda boy boy
posterleri var.”





Acaba artık, o posterlerin yerine kendisinin gizlice çektiğim fotoğrafları
olduğunu bilse ne tepki verirdi? Veya geçen hafta onu takip edip evini
öğrendiğimi?





“Onun sesine mi hayransın yoksa pürüzsüz bacaklarına mı?” diye sordu bu
sefer de alaycı bir gülümsemeyle.





Kendisinden başkasını gözümün görmediğini bilmiyor tabi.





“Göz zevkim bacaklardan önce bakışlardan etkilenir. Tae Yeon’un şarkıdaki
duyguyu bakışlarına yansıtmasına bayılıyorum.” dedim samimi bir şekilde.





Evet, ben bir idolün ‘fanboy’uydum. Peki ya o? Acaba defterine adını kalp
içinde yazdığı, yakışıklı, seksi bir ünlü var mıydı?











“Senin sevdiğin bir idol var mı?”


Sesimdeki merakı gizleyemiyordum.





Bil bakalım hanımefendinin hayranı olduğu zirzop kimmiş günlük?





“G-Dragon’un büyük bir hayranıyım.”





Bu kız gerçekten acayip! 2PM üyeleri gibi güçlü ve karizmatik birine hayran
olduğunu düşünüyordum. G-Dragon mu? En son ki imajıyla tam bir civcive
benziyor!





“Hah! Kız gibi! Ayrıca cüce!” diyerek hoşnutsuzluğumu belirtmiştim ona.





GD’yi aşağılamaktan hiç bu kadar zevk almadım.





“Siz erkekler… Tabi ki GD’yi kıskanacaksınız. Hiçbiriniz ondaki star ışığına
sahip değilsiniz. Sahneye çıktığınızda insanları coşturamazsınız. Kwon Ji Yong
hepinizi cebinden çıkarır. Mükemmel bir lider ve söz yazarıdır! Ayrıca
kabullenmeseniz de gayet yakışıklı, sempatik! ” dedi saldırır gibi.





Tartışma çıkmasını istemedim çünkü kalbini kırabilirdim. Bir erkeği
beğenmesi beni çıldırtıyor! Kıskançlık damarım kabarıyor ve öfkeleniyorum. Eğer
Song Ji Eun bu yeryüzünde bir erkeği sevecekse bu benden başkası olmamalı!





“Peki tamam, sen nasıl diyorsan öyle olsun.” dedim ve konuyu kapattım.





Anlayacağın sevgili günlük, G-Dragon’un sıkı bir anti fanıyım artık.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Sevmiyor, seviyor, “sevmiyor”





Hah! GD tam anlamıyla yolunmuş tavuğa benziyor!





-----------------------








25 KASIM





Artık Ji Eun ve ben iki yakın arkadaş gibiyiz.


Bu durum beni rahatsız ediyor.


Evet, sürekli onun yanında olduğum için çok mutluyum ama hep böyle dost
kalmamızdan korkuyorum. Cesaretimi toplayıp onu sevdiğimi söyleyemezsem, başka
biri benden önce davranabilir. Belki Ji Eun onu kabul eder?





Hayır hayır! Böyle bir durum asla olmamalı.





Gerçi sınıfta –ve gördüğüm kadarıyla okulda- benim dışımda kimseyle doğru
düzgün konuşmuyor.





Şu ana kadar kimseyle de flört etmemiş. Bu bana garip gelmişti. Yani, tabi
ki içten içe sevindirmişti ama çevresindekilerin onu görmezden gelebilmesi
hayret verici. Ji Eun gerçekten çok, çok güzel. Uzun boyu, iri gözleri,
pürüzsüz teni ve kusursuz fiziğiyle her erkeğin ilgisini çekebilir.





Büyük ihtimalle asosyal, çevresiyle ilişkisi sıfır –ben bir istisna
oluyorum- olduğu için bu. Sınıfta erkek veya kız, hiç kimseyle muhabbeti yok.





Ama korkuyorum yine de.





Bu yüzden bir an önce içimdeki ‘çekingen-ilkokul- aşığı’nı öldürmeli ve
eski, kendine güveni tam Yong Guk’u uyandırmalıyım.





Keşke konuşabiliyor olsaydın günlük, bana birinin tavsiye vermesine çok
ihtiyacım var.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Seviyor, sevmiyor, “seviyor”





Benden başka kimseyi sevemez, sevmemeli!





----------------------------------





10 ARALIK





Ne yapsam bilemiyorum! Nereye, kime zarar versem de öfkemi boşaltsam?


Korktuğum şey başıma geldi!





Ji Eun büyük ihtimalle bir başkasını seviyor. Hatta muhtemelen onunla
çıkıyor.





Aylar önce onu gizlice takip edip evini öğrenmiştim… Ara sıra evinin
önündeki sokak lambasının altında odasını seyrediyordum.





Bu akşam gittiğimde odasında hiç hareketlilik yoktu. Daha sonra evinin dış
kapısı açıldı ve geriden baktığımda yanında bir çocukla evden çıktığını gördüm.
O çocuk kim di biliyor musun günlük? Bizden bir sınıf büyük olan Changsoo!





Okulda yakışıklı yüzü ve yardım sever ruhuyla herkes tarafından sevilen bir
çocuk. Ama benim nefret duygumu harekete geçiriyor.





Ji Eun’a tekrar baktığımda olduğum yere çakıldım. Okulda gördüğümden
bambaşkaydı. Çok daha… güzeldi.





Tek omuzlu mini siyah elbisesiyle çok alımlı görünüyordu. Omuzlarına dökülen
saçları ay ışığının altında parıldayınca maviliğini daha da nefes kesici gösteriyorlardı.
Sadece gözlerinde makyaj vardı. Zaten çok da makyaja ihtiyacı yok. Ama öyle
bakışlarındaki derinlik daha bir yoğunlaşmıştı sanki.





Hayatımda gördüğüm en güzel varlık o. Normal hâliyle başımı döndürürken
şimdi aklımı alıyordu ve onu başka birinin yanında görmek beni yerle bir
ediyordu.





Arkalarından onları gizlice takip ettiğimde beraber bir karaoke bara
geldiklerini gördüm. İkisi içeri girdikten bir iki dakika sonra ben de mekânın
en az kalabalık köşesine gittim.





Önce bir şeyler içtiler aralarında konuşarak. Ji Eun’un yüzü ağlamaklıydı.
Sonra içimden ağzını burnunu kırmak gelen Changsoo onun çenesini tutup eğik
başını kaldırdı.





Ben ona böyle uzakken, arkadaştan öte olmazken, bu herif mi sevgilisi
olacak?





Sinirden sıkı bir yumruk halini alan sol elimin tırnaklarını, Ji Eun’un ona
sarılmasından sonra avuç içime batırarak kendimi sakinleştirmeye çalıştığımı
hatırlıyorum.





Changsoo onun kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra tekrar başını kaldırıp
yanaklarından dökülen birkaç damla yaşı sildi.





Elleri kırılasıca!





Daha sonra da elinden tutup sahneye çekti.


Parçalarına bölmek istiyorum bu çocuğu! Ben kendi kendimi yiyip bitirirken
müziğin başlamasıyla ikisi de mikrofonlarını eline aldı.





Acaba Ji Eun’un sesi nasıldır diye merak ettim bir an kıskançlığımı unutup.





Şarkı, IU ve Im Seulong’un beraber söylediği “Nagging”di. İnsanın
midesindeki kelebekleri havalandıran bir parçaydı, içini kıpır kıpır ediyordu.





Ji Eun şarkıya girişinden önce derin bir nefes aldı ve Changsoo’nun
gözlerinin içine bakıp içten bir gülümseme gönderdi ona. Bu sahneyi izleyince
bütün dünyayı yakıp yıkmak istedim.





Ama sonra ne oldu biliyor musun günlük?





Yine sadece Ji Eun kaldı. O ve onun muhteşem sesi... Bunu ona her yönden hayran
olduğum için söylemiyorum. Gerçekten kulakların pasını silip süpüren bir sesi
var. Müziğin tatlı melodisi kulağıma girdikten sonra kalbime nüfuz etti ve
benliğimde mutluluğa dair ne varsa hepsini uyandırdı. Neşe üfledi sanki iç
dünyama!.





Daha sonra Changsoo girdi şarkıya. İtiraf etmeliyim sesi çok güzeldi ve
yorumu başarılıydı. Bir kat daha arttı kıskançlığım. Ji Eun’un tekrar onun
gözlerinin içine manalı manalı bakmasıyla bir kat daha! Changsoo’nun sevgilimin
güzel, mavi saçlarını okşamasıyla bir kat daha! Bardakilerin onları
birbirlerine çok yakıştırdıklarının göstergesi olan kuvvetli alkışları duyuca
bir kat daha!





Allak bullak oldum. Kendimi bardan dışarı attım ve nefes almaya çalıştım.
Dünya bana dar artık.





Yeterdi bu kadar! Göreceğimi görmüştüm zaten. O hallerini sen de izleseydin
ve düşünme yeteneğin olsaydı bana hak verirdin günlük.








Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Seviyor, sevmiyor, seviyor, “sevmiyor”





O çoktan kalbini başka birinin ellerine vermiş bile.





------------------------





20 ARALIK





Bu evrendeki en mankafa insanım ben! Gerçekten beynim boş yere kafatasımın
içinde duruyor. Bir işlevi yok yani.





Onu incittim bir kez daha! Hayatımda yapmak isteyeceğim en son şeyi yaptım!
Bu sefer kahve dökmek kadar basit de değil.





Ölür müydüm öfkeme hâkim olsaydım?





Bugün yaşadıklarımı biraz hatta bayağı öyküleştirerek anlatacağım günlük. Aç
kulaklarını iyi dinle!





Ji Eun teneffüste sınıfta yokken Changsoo sınıfa geldi. Onu görür görmez
yüzümde bir tiksinti ifadesi belirmişti tabi. Önce Ji Eun’u sordu, ben “yok”
deyince de ufak bir kâğıda not yazıp defterinin arasına koydu ve gitti. O
uzaklaştıktan sonra notu defterin arasından çıkarıp okudum.





“Hemen okulun arkasına gel. Telefonunu yanına almamışsın o yüzden eski usulümüzü
kullandım.” yazıyordu. Hah! Bir de gülücük koymuştu!





Onlar uzun süreden beri mi tanışıyorlardı? Benden önce… Changsoo zaten uzun
zamandır onun yanındaydı yani.





Bunları düşündükçe sinirlerim tepeme çıkıyordu. Çekemiyordum işte,
kabullenemiyordum!





Oturup sağlıklı bir şekilde düşünemeyen Bang Yong Guk işte bu!





Notu hemen yerine koyup üç maymunu oynadım.





Az bir süre sonra Ji Eun sınıfa geldi ve çantasından telefonunu çıkarıp
baktı. Ekranda cevapsız arama görmüş olacak ki hızla defterini açıp notu okudu.





Hemen ardından koşar adım sınıftan çıktı. Ben de yerimde durmadım tabi.
Peşinden gittim. Zaten onu takip etmek refleks halini almıştı.





Arka bahçedeki malum köşenin dönüşündeki yangın merdiveninin bulunduğu
boşluğa gizlendim. Konuşulanlar duyulmuyordu oradan ama rahat rahat izledim
onları.





Ji Eun’un gözlerinde bir merak vardı. Hatta bir endişe.





Changsoo da gülümsemeye çalışıyordu ama çok iyi bir haber vermeyeceği surat
ifadesinden belliydi.





O, duyamadığım bir iki cümle söyledikten sonra Ji Eun şaşkın gözlerle baktı
ona hemen ardından da o mesafeden bile görebildiğim hüzün geldi.





Ağlamaklı duruyordu şimdi. Ona yavaşça bir şeyler söyledi ve Changsoo da
başını salladı. Ji Eun üzgünce başını yere eğince Changsoo onu hızla kendine
çekip sarıldı.





Deliye dönmüştüm o an.





Tahammül edemiyordum ona dokunmasına. O benim Ji Eun’umdu. İlk gördüğüm
andan beri aklımdan çıkaramadığım tek kızdı.





Yine daha fazla bu romantizm dolu anları izlemek istemedim. Elimden
geldiğince sessiz bir şekilde uzaklaştım.





Bir sonraki teneffüste okulda “Changsoo ailesi Japonya’ya taşınacağı için
okuldan ayrılıyor” diye bir haber yayıldı.





Bir müjdeydi benim için bu. O yoktu artık. Sadece ben vardım Ji Eun’un
yanında.





Sonra kafama dank etti. Changsoo Ji Eun’a bunu söylemişti, bu yüzden
üzgünlerdi, bu yüzden ağlayacak gibiydi.





Onu merak ettim ve sınıfta bulamayınca orada olacağından adım gibi emin
olduğum okul binasının arkasındaki köşeye gittim.





Yaklaştığımda hıçkırıklarını duydum. Ağlıyordu yine. Changsoo için
ağlıyordu. Gerçekten çok mu seviyordu onu?





On gündür içimde damla damla biriken kıskançlık, artık bardağı doldurup
taşırmıştı. Onu kırabileceğimi hesaba katmadan “Erkek arkadaşının gitmesine çok
üzülüyor olmalısın.” dedim.





Dizlerinin arasına gömdüğü başını kaldırdı.





“Ne diyorsun sen?” dedi ve burnunu çektikten sonra elleriyle yaşlı gözlerini
ovuşturdu.





Sesi çok bıkkın, üzgün, yorgun gelmişti ve ben buna dikkat etmeden o şeyi
yaptım.





Ahhh! Bunları yazarken bir yandan da kafamı duvarlara vurmak istiyorum.


Her neyse, devam ediyorum…





Yüzüme en sinir bozucu gülümsememi yerleştirip yine devam ettim hata üstüne
hata yapmaya.





“Benden saklamana gerek yok. Changsoo’yla birlikte olduğunuzu biliyorum.
Onun yanında bambaşka bir Ji Eun olduğunu, gözlerinin içine nasıl baktığını,
onunlayken kendini nasıl mutlu hissettiğini… Kimsenin haberi olmadan gizli
ilişkinizi yürüttüğünüzü, o gittiği için böyle ağladığını… Bunların hepsinin
farkındayım.”





Alaycı bir gülüş attı, çok kısa ve buram buram hüzün kokan bir gülüş…





“Git buradan Yong Guk!”





Gitmek mi? Asla! İlla kendimi küçük düşürmeliyim değil mi? Sen bu yeryüzünün
görüp görebileceği en büyük ahmaksın Bang Yong Guk!





“Neden? Sen onun için gözyaşı dökmeye devam et diye mi?”





Sözlerimi duymamış gibi yaptı. Gözlerini silip toparlanmış görünmeye
çalışarak ayağa kalktı.





“Sen gitmezsen ben giderim.”





Daha ilk adımını atmadan sol bileğini sıkıca kavrayıp durdurdum onu.





“Benim söyleyeceklerimi dinlemeden hiçbir yere gidemezsin.”


Öğrenmesini istedim. Ona olan aşkımdan bihaber olmasın, yaşadığım buhrandan
sorumlu olduğunu bilsin hatta belki de bu yüzden üzülsün istedim.





Şimdiyse böyle düşündüğüm için ötenazi hakkımı istiyorum.





Kolunu benden kurtarmaya çalışmıştı ilk. Ama kuvvetle sıkıyordum bileğini,
başaramadı. Canı yanıyor olmalıydı.





“Bırak beni!”





Bunca zaman yaşadığım inişli çıkışlı duygular patlama noktasına gelmişti.
Bir yandan onu bileğinden çekiştirmeye, bir yandan da allak bullak olmuş
ruhumun dışa yansıyan acı dolu sesiyle bağırmaya başladım.





“Bana bak! Artık gör beni! Seni nasıl sevdiğimi gör! Nasıl acı çektiğimi
anla artık! Seni ilk gördüğüm andan beri hayattan eskisi gibi zevk almıyorum!
Her şeyde sen varsın, sana olan özlemim var! Yüzüne baktığımda aklımı
kaybediyorum! Ben ben olmaktan çıktım, ne yaptığını bilmeyen aptal bir âşık var
sadece!”





Hiç oralı olmamış gibiydi. Az önce hiçbir şey söylememişim gibi…





“Bırak beni Yong Guk, bırak!”





Mücadele ediyordu parmaklarımı bileğinden ayırmak için.





Böyle olması, sanki az önce havadan sudan bahsetmişim gibi davranması beni küplere
bindirmişti. Gözüm dönmüştü o an. Bileğine yapışmış olan elimi daha da
sıkılaştırdım ve onu sertçe kendime çekerek yüzüne doğru eğildim.





Eğer son anda beni itmeyi başaramasaydı gerçekten takıntılı bir manyak gibi
onu zorla öpecek miydim? Bu kadar mı yitirmiştim aklımı? Böyle bir pisliğim
işte!





Tüm gücüyle beni itip kendinden uzaklaştırdıktan sonra yere çömelip tekrar
ağlamaya başladı. Hıçkırıklara boğularak tüm öfkesini kusuyordu. Sonra bir anda
ayağa kalktı, yanıma geldi ve yanağıma hızlı bir tokat indirdi.





Tenimden çok kalbimi acıtmıştı bu.


Hak etmiştim…





“Changsoo benim kuzenim! Benim bir ailem yok! O benim ailem olmuştu şimdiye
kadar! Bana ağabeylik, arkadaşlık yaptı! Bu dünyada beni anlayan tek kişiydi!
Seninle de iyi anlaşabileceğimi düşünmüştüm, gerçekten çok değerliydin benim
için Yong Guk! Ama kıymet vermek için yanlış kişiyi seçmişim! Nefret ediyorum
senden!”





Ağzından çıkan sözlerin hepsi tek tek battı kalbime. Ama en son sözü
kulaklarımda yankılanıp durdu.





“Nefret ediyorum senden!”





Nefret… Ji Eun’un kalbinde bana ait tek duygu.





Bugün oldukça uzun yazdım. Artık çenemi kapatmalıyım. Bu herkes için en
hayırlısı olacak galiba.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Sevmiyor, seviyor, “sevmiyor”





Hiçbir zaman da sevmeyecek…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Papatya Falı Günlükleri Empty
MesajKonu: Geri: Papatya Falı Günlükleri   Papatya Falı Günlükleri Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:31 pm

23 ARALIK





Ji Eun başka bir sıraya geçti. Yanımda değil artık. Gidip özür dilemeye bile
yüzüm yok. Bana en son söylediği cümleleri kafamın içinde başa sarıyorum
sürekli.





“Changsoo benim kuzenim!”





İşte ilk faulü burada yapmıştım. Cidden kötü niyetli biri olmalıyım. İkisini
yan yana görünce hiç düşünmeden hüküm vermiştim.





“Benim bir ailem yok!”





Galiba gerçekten bir ailesi yoktu. Çünkü evinde sadece yaşlı bir bayan vardı
gizli seyirlerimden gördüğüm kadarıyla. Eve giren çıkanlar arasında annesi veya
babası diye düşünebileceğim hiç kimseye rastlamamıştım. O gerçekten
yapayalnızdı…





“Seninle de iyi anlaşabileceğimi düşünmüştüm, gerçekten çok değerliydin
benim için Yong Guk!”





Burayı sürekli başa alıp oynatmayı seviyorum. Hatta o günden aklımda sadece,
arkasına sığınıp kendimi avutabileceğim bu güzel cümle kalsın istiyorum. Ama
hemen arkasından şu sözlerin gelip o berbat anı tekrar canlandırmasına engel
olamıyorum: “Ama kıymet vermek için yanlış kişiyi seçmişim! Nefret ediyorum
senden!”





Aptallığım üzerine pişmanlığı da yüklenerek hücum ediyor vicdanıma. Acıyor…
Kalbim hayatımda hiç olmadığı kadar acıyor.





Suçluluğumun farkında olmam da hiçbir şeyi değiştirmiyor. Acı olduğu yere
mıhlanıp kalıyor.





O bana güvenmişti, bense onu zorla öpmeye kalkmıştım. Belki de artık
korkuyordu benden.





Kendi ellerimle mahvettim her şeyi!





Beni anlamıyorsun değil mi günlük? Çektiğim acının şiddetini anlayabilmen
mümkün değil zaten. Boş ver, anlamaya da çalışma en iyisi…





Seviyor, sevmiyor, seviyor… Sevmiyor, seviyor, “sevmiyor”


Bu papatya da beni anlamıyor.





----------------------------








31 ARALIK





Saat 23:47. Yani on üç dakika sonra yeni bir yıla giriyoruz. Yeni yıla nasıl
girersen öyle devam eder derler. Ben Ji Eun’suz giriyorum. Eğer onsuz bir yıl
geçireceksem lütfen zaman dursun şimdi.





Bugün bu kadarcıkla yetineceksin günlük. Yazasım yok çünkü. Aslında hiçbir
şey yapasım yok. Nefes almak dahi istemiyorum.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Seviyor, sevmiyor, seviyor, “sevmiyor”





Papatyalar bana küstüler.





-------------------------








2 OCAK





Yeniden hayata dönmüş gibiyim şimdi!





Artık dayanamıyordum Ji Eun’dan uzak kalmaya. Bugün ilk adımımı attım. Gerçi
hoşuna gitmeyecek bir şey de yaptım ama neyse.





Onunla iletişime geçmek için küçük bir not kağıdına “Arka tarafa gel” yazdım
ve defterinin arasına koydum.





Bu Changsoo’yla yaptığı bir haberleşme uygulamasıydı. Yani onun geri
döndüğünü düşünüp koşa koşa okul binasının geleceğini çok iyi biliyordum.





Beni direk görmesin diye o gelmeden önce saklandım.





Tahminimde yanılmadım. Özellikle “koşa koşa geleceği” kısmında.





Nefes nefese bir haldeyken yavaşça gizlendiğim yerden çıkıp onu tuttum.





“Sen ne arıyorsun burada?” dedi ve onu gevşekçe kavrayan elimi kolundan
kurtardı.





Sesinin sertliği canımı yakmıştı.





“O notu… Ben yazdım.” dedim mahcup bir ifadeyle.





Yine sinirlenmişti tabi.





“Bunu da mı biliyorsun? Her adımımı takip mi ediyorsun? Bir gölge gibi
sürekli peşimde mi dolanıyorsun?”





Sadece sustum, diyecek bir sözüm yoktu çünkü.





“Bundan hiç bıkmıyor musun? Zavallı, umutsuz âşık rolünü üstlenmekten
utanmıyor musun?”





Bu sefer damarıma basmıştı.





Onu sevmekten ve beklemekten hiçbir zaman utanmadım. Ayrıca ben umudumu
yitirmiş de değilim.





“Ben umutsuz değilim! Belki bir gün beni gerçekten anlarsın diye bekliyorum.
Seni sevmemden mutluluk duyacağını ümit ediyorum hep. Bundan da hiç utanmadım
veya pişman olmadım. Yani senin dediğin gibi acınacak halde değilim. Sana
hislerimi açık açık söyleme cesaretini de gösterdim.”





Bu sefer susma sırası ondaydı.





“Evet, çok kırıcıydım. Eşeklik ettim, bunu kabul ediyorum.”





“Sen bunu kabullenince ne değişiyor? Tam buradaydık, kötü durumdaydım.
Hayatım boyunca bana destek olan ağabeyim, sırdaşım, dostum, koruyucum artık
yanımda olmayacaktı. Ondan başka hiç kimsem yok benim! Sen o kadar art
niyetliydin ki! Gerçekten iyi olmadığımı bile bile bunu yaptın! Olanları hiç
gerçekleşmemiş saymam mı gerek? Bunu mu bekliyorsun benden?”





Sabırlı olmaya çalıştım, bu gerçekten büyük bir çaba istemişti.





Deneyince gerçekten sabredebiliyormuşsun günlük. Bugün bunu öğrendim.





“Hayır, ben sadece bilmeni istedim. Benden sana zarar gelmeyeceğini anlamanı
istedim.”





“Neden sana inanamıyorum acaba?” diye sözümü kesti.





Haklıydı yine. Bu sefer sessiz kalmadım ama. Madem tüm kirli çamaşırlarımı
kendi ellerimde ortaya döktüm, kem küm etmenin âlemi yok! Her şeyi ama her şeyi
anlattım.





“Bak, tamam, haklısın. Sonuna kadar hem de. Hayvan gibi üstüne geldim.”





Ne kadar kibardım kendime karşı böyle(!)





“Daha önce yaptıklarımı da söyleyeyim. Çünkü bana ağır geliyorlar, söyleyip
kurtulmak istiyorum. Ben başka bir sınıftaydım. Seni ilk gördüğüm an peşini
bırakmamaya kararlı olduğum için hemen babamdan beni senin sınıfına aldırmasını
istedim, ayrıca özellikle senin yanına oturdum. Biyoloji dersinde hususi olarak
seninle eşleşmek istedim.”





Susmaya devam ediyordu, hiçbir tepki vermiyordu.





“Ah… Sonra… Gizlice senin fotoğraflarını çektim. Duvarlarımdaki Tae Yeon
posterlerini indirip fotoğraflarını astım. Seni takip edip evini öğrendim. Çoğu
akşam sokak lambasının altından seni izledim. Changsoo’yla karaokeye
gittiğiniz gün de oradaydım ve sizin peşinizden ben de oraya girdim.
Uzaktan sesini dinledim. Onunla bu şekilde haberleştiğinizi de o gün defterinin
arasına koyduğu kâğıdı sen gelmeden önce okuyarak öğrendim.”





Gerçekten kendimi üzerimden tonlarca yük kalkmış gibi hissetmiştim.





O ise yine hiç hareket etmedi. Öylece durdu.





Böyle tepkisiz kalmasından hiç hoşlanmıyorum günlük, sessiz kalması beni
deli ediyor.





“Sizi öyle beraber gördüğümde dünya başıma yıkılmış gibiydi. O sana sarılabiliyordu,
yanında olup sıkıntılarını paylaşabiliyordu. Sevgini kazanmıştı. İşte bu…
Gerçekten beni yaralıyordu. Ben değil de bir başkasıyla olman… Düşünme
yeteneğimi kaybetmiştim. Öfkeme uymuştum.”





“Bu kadar haşin olabileceğini tahmin etmemiştim.” dedi usulca başını
kaldırarak.





Ona doğru yaklaştım. Ama bu geçen seferki gibi
“Benden-kaçamazsın-ne-olursa-olsun-beni-seveceksin” tarzı bir hareket değildi.





Ona güven vermek istedim. Elimi omzuna koydum. Yumuşakça, acıtmamaya özen
göstererek.





Gerçekten samimi olduğumu bilmesini istemiştim. Fısıltı kadar kısık bir
sesle konuşmaya başladım.





“Lütfen bana inan. Sana istesem de bir zarar veremem. Lütfen bana karşı
korku, nefret duygusu besleme içinde. Hayatımın en büyük cezası olur bu. Evet,
bu kadarını gerçekten hak ettim ama lütfen bağışla beni. Söz veriyorum, bundan
sonra senin uzağında olacağım. Eğer gerçekten beni görmek istemiyorsan
buralarda dolaşmayacağım. İstersen okuldan bile giderim...”





Artık bunları gerçekten göze almıştım. Çünkü onu tamamen kaybetme fikri
gerçekten korkunç!





Hızla bir iki adım geriye gitti ve aniden durdu. Hala affetmemiş diye
düşünmüştüm ki o sözlerin ağzından çıkmasıyla kendisine dünyanın bütün
balonları hediye edilmiş küçük bir çocuk gibi sevindim:





“Benden uzak olmanı istemiyorum”





Arkasını dönüp süratle uzaklaştığında kulaklarıma varan bir sırıtmayla
kalakaldığımı hatırlıyorum en son.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Seviyor, sevmiyor, “seviyor”





Papatyalar incitmeye gelmiyorlar. Onlara karşı biraz nazik olmak lazım.





-----------------------








7 OCAK





Ji Eun’un büyük sıkıntılarını öğrendim bugün. O kadar zor zamanlarla bunca
yıldır mücadele etmiş olması onun gerçekten çok güçlü olduğunun bir göstergesi.
O, her yönüyle dünyanın en harika kızı.





Bugün çok önemli bir şeyi daha fark ettim.


Bana güveniyor. O iğrençliğimden sonra onun güvenini tekrar kazanabilmiş
olmanın gururuyla doluyum.





Neyse lafı uzatmayayım günlük, anlatmaya başlıyorum Papatya’mın başından
beri bu kadar içine kapanık, bunalımlı halinin sebebini.





Biz hala aynı sıralarda oturmuyoruz. Aramız düzeldi sayılır ama onun üstüne
gitmek istemiyorum.





İlk teneffüste onu sırasında görememiştim bugün. Dışarı çıkmış olabileceğini
düşündüm ama o dışarıya okulun arkasındaki ‘malum’ köşeye gitmek için çıkardı
genelde.





Önce onu rahat bırakayım, sıkmayayım diye düşünüm ama çok da
endişeleniyordum. Sonra merakıma yenik düşüp gittim. İyi ki de gitmişim.





Üçüncü defa o köşede ağlıyordu. Ama bu sefer çok farklıydı. Ağlarken nefesi
kesilecek gibiydi. Arada bir elleriyle kulaklarını kapatıp başını sallıyordu.
Kriz geçiriyor gibiydi.





Yanına gittim hemen. Kendine getirmek için hafifçe sarstım çünkü durumu
gerçekten kötüydü.





Beni görünce kollarını boynuma sararak daha fazla ağlamaya başladı. Çığlıkları
içimi yakıyordu.





Hıçkırıklarının arasına histerik sayıklamaları karıştı.





“Öldü, o öldü! Öldü! Öldü! O pislik herif öldü! Ne yapacağım ben?! Yong Guk,
o öldü biliyor musun?”





Kimin öldüğünü ve Ji Eun’u neden bu kadar ağlattığını deli gibi merak etsem
de önce onu sakinleştirmeye çalıştım.





Saçlarını yavaş yavaş okşadım. İçimde onun yanında olabilmenin mutluluğu
vardı.





Ben ne bencil bir insanım! Yine kendimi düşünüyordum.





“Tamam… Sakin ol. Ben seninleyim. Lütfen böyle ağlama.”





Birkaç dakika sonra yatıştı. Oturup,hiçbir şey konuşmadan öylece dalgın
dalgın önüne baktı.





“İyi misin?” diye sorduğumda “Hayır değilim, uzun bir süre de olamayacağım.”
dedi kuru bir sesle.





Ona iyi gelecek bir şey söylemek isterdim ama kelimelerin kaybolup gittiği bir
ortamdı. Sonra o konuşmaya başladı.





“En son burada, bana içinde sakladığın şeylerin sana ağır geldiğini, anlatıp
kurtulmak istediğini söylemiştin.”





Derin bir nefesin ardından devam etti.





“Benim de bana acı veren sırlarım var. Çok ağır bir yük bu. Sanırım birine
içimi dökersem biraz olsun rahatlarım. Sana güvenebilir miyim Yong Guk?”





Sabırla beklediğim şeyi elde ediyordum. Mutluluğun zirve yaptığı bir andı
benim için.





“Tabi. Biliyorsun, seni dinlerim.”





Cevabımdan sonra bana verdiği minnet gülümsemesi ne yazık ki çok kısa sürdü.





“Sık sık evimi izlediğini söylemiştin. Eve giren çıkanlar arasında annem
veya babam diye düşünebileceğin birini gördün mü?”





Bu sözleri beni utandırmıştı. Yani ikide bir yaptıklarımı yüzüme vurmak
zorunda mı?


Dikkatimi bundan Ji Eun’un söylediğine çevirdim.





“Hayır, sadece yaşlı bir kadın gördüğümü hatırlıyorum.”





“O benim büyükannem. Changsoo ve annesinden yani teyzemden başka ailem
diyebileceğim tek kişi. Eğer onu da kaybedersem tek başıma kalacağım Yong Guk.”





Biraz duraksadı.





“Annem kanser hastasıydı. Hastalığını ilk öğrendiğinde ben 10 yaşındaydım.
Zengin bir kadındı benim annem. Asil, zarif, güzel, mükemmel… Ama babam olacak
adamın kendisinin servetinde gözü olduğunu göremeyecek kadar da körmüş
maalesef.”





Bunu söylediğinde bir yandan onun adına üzüldüm bir yandan da aile
bağlarımızı hep canlı tutan bir babam olduğu için şükrettim.





Tamam, şimdi hakkını verelim! Babam biraz baskın bir karakter olsa da ailesine
gereken önemi hep vermiştir.





İyi bir aileye sahibim, hatırı sayılır yüklü bir mirasa da sahip olduğum
apaçık ortada. İhtiyacım olan her şeye sahipmiş gibi görünüyorum ama Ji Eun
beni sevmediği sürece bir yanım hep eksik kalacakmış gibi hissediyorum.





Ah… Yine araya başka konular girdi. Devam ediyorum.





Ji Eun’un şaşılacak düzeyde bir metanetle anlatıyordu.





“Annem hastalığını öğrenir öğrenmez tedaviye başladı ama paradan başka
hiçbir şey düşünmeyen babam onu terk etti. Ona en çok ihtiyaç duyduğu anda
annemi bırakıp gitti. Ben o kadar küçüktüm ki gitmemesi için babamın dizlerine
sarılıp yalvardım. Ona tüm oyuncaklarımı vereceğimi söyleyip ikna edebileceğimi
düşünecek kadar ufaktım.”





Sesi titremeye başlayınca ağlayacağını anladım ve onu kendime çektim. Tekrar
ellerini boynuma sardı ve sessiz sessiz gözyaşlarını dökmeye başladı.





Elimden bu kadarı geliyordu. Ona sarılıp her şeyin iyi olacağını söylemek…


Daha fazlasını yapabilmeyi o kadar çok istedim ki!





“Annem bundan beş sene, yani babam onu ter ettikten iki sene sonra öldü. Son
dakikalarını benim gibi o herife lanetler okuyarak geçirdi ama ölmeden önce
bana hep mutlu olmamı, bu dünyada geçirdiğim her saniyenin kıymetini bilmemi
söyledi. O eşsiz bir anneydi! O şerefsiz adamın hak etmeyeceği kadar mükemmeldi!
Ama gitti işte! Ben engel olamadım. Ellerimin arasında kayıp gitti!”





Ji Eun böyle ağladıkça onunla birlikte ben de acı çekiyordum. Ondan yayılan
hüzün beni de etkisi altına alıyordu.





“Babam maviden nefret ederdi. Mavi olan her şeyden. Mavinin mide bulandıran,
iç karartan, berbattan öte bir renk olduğunu düşünürdü. On beş yaşıma basınca,
bana kalan mirastan faydalanmak için büyükanneme velayet davası açtığında, ben
de saçlarımı maviye boyattım. Beni görmeye geldiğinde saçlarımın halini görünce
‘seni uyuz velet’ diyerek gerisin geri kaçmıştı.”





Bunu anlatırken yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu.





Ben, saçlarını yakıştığını düşündüğünden dolayı –ki kesinlikle çok
yakışıyor-, veya farklılık olsun diye maviye boyattığını sanmıştım.





Ama öğrendim ki sebebi epeyi manidarmış.





“Dün öldüğünü öğrendim. Öldüğü için üzülmüyorum, hem de hiç! Ben sadece,
hayat sıcak bir yuvayı bana asla vermeyeceğini bir kez daha yüzüme vurduğu için
üzgünüm! Çocukluğumu annemin ölümünün verdiği acı ve o adamın ihanetinin
verdiği öfkeyle geçirdiğim için üzgünüm! Hep yalnız kalacağımı adım gibi
bildiğim için üzgünüm!”





Onu asla yalnız bırakmayacağımı söyleyip itiraz etmek istedim. Ama böyle bir
aşk gösterisinin ne yeri ne zamanıydı.





Yine elimden gelen tek şeyi yapıp ona daha da sıkı sarıldım.





Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… Sevmiyor, seviyor, sevmiyor, “seviyor”





Ben artık papatya fallarıyla kendimi kandırmak istemiyorum. Artık onu
uzaktan da seyretmek istemiyorum. Açık açık kalbimdekileri anlatmalıyım.
Reddedilmeyi göze alarak karşısına çıkmalıyım. Yoksa her şey böyle bir muamma
olarak kalmaya devam edecek.





Üzgünüm günlük ama, bu son papatya falıydı.





*************************************************************





ERTESİ GÜN








Yong Guk derin bir nefes aldı ve çantasından mavi bir kurdeleyle –mavinin
artık özel bir anlamı vardı onun için- bağlayıp süslediği küçük kutusunu
çıkardı.





Önce ondan geriye saydı. Sonra su şişesinden bir iki yudum su içti. Tekrar
derin bir nefes aldı ama bu seferki endişeli bir oflama gibiydi.





Sakinleşmeye çalışıyordu ama olmuyordu işte!


Bugün kendine verdiği sözü tutup Ji Eun’a açılmayı planlıyordu. Yani Ji Eun
onu sevdiğini biliyordu bilmesine ama Yong Guk onun hislerini duymak istiyordu.
Aralarındaki şey her neyse bilmek istiyordu.





Ama bir tarafında o reddedilme korkusu kuzu kuzu yatıyordu! Böyle bir şey
olması durumunda girmeyi planladığı bunalımın gelecekten gözünün önüne gelen
görüntüleri de Yong Guk’a hiç yardımcı olmuyordu.





“Hayır!” dedi Yong Guk kendi kendine. “Pısırık biri gibi davranmayacağım!
Her ne kadar son zamanlarda onun yüzünden aptal aşık imajı çizsem de ben bu
değilim! Onun karşısında dimdik duracağım ve tek bir kelime isteyeceğim. ‘evet’
ya da ‘hayır’! O zaman sonuçlanacak her şey. İyi veya kötü. Bununla yüzleşmek
zorundasın Bang Yong Guk!”





Kutuyu koyduğu sıranın üstünden aldı ve Ji Eun’un yanına gitti.





“Benimle arkaya gelebilir misin?”





“arka” derken nereyi kastettiğini çok iyi biliyordu Ji Eun. İkiletmeye lüzum
yoktu. Zaten son zamanlarda Yong Guk’u çok yormuştu.





Doğruyu söylemek gerekirse biraz fazla ‘nazlıydı’.





Ama bir güven meselesiydi bu. Zaman gerekiyordu Ji Eun’a. Geçen zaman da
yetip artmıştı.





Birlikte arka bahçedeki köşelerine gittiler.





Evet, buraya ‘onların köşesi’ denilebilirdi.





Ji Eun, Yong Guk’un neler söyleyeceğini aşağı yukarı biliyordu ve vereceği
kendisinin karşılık da belliydi.





Yong Guk heyecanını alt etmeyi en sonunda başararak elindeki kutuyu ona
uzattı.





“Acaba bir hediye mi?” diye düşündü Ji Eun.





Hediye paketine benziyordu çünkü. Mavi kurdeleyi görünce ister istemez
gülümsedi. Sonra içinden içinden tahmin yürütmeye başladı.





Bir toka?


Bir mektup?


Bir kolye?





Ne olabilirdi ki?!





Daha fazla gerilime ihtiyaç olmadığını düşünerek önce kurdeleyi çözdü sonra
da kutunun kapağını açtı.





Gördüğü şeye anlam veremedi.





Kurumuş papatya yaprakları…


Yong Guk hangi mantıkla Ji Eun’a pörsümüş ot yaprakları hediye ediyordu?! Üstelik
papatyalar Ji Eun’un en sevdiği çiçeklerdi. Yani bir süredir.





“Papatyaları ne hale getirmişsin!”





Kalbindeki beklenti gözlerinden okunan genç “papatya fallarının artıkları”
diye yanıtladı onun henüz sorulmamış sorusunu.





“Ben batıl inançlara az buçuk inanırım. Yani işime geldiği sürece. Gerçi
‘sevmiyor’ çıkanlara nispeten ‘seviyor’ çıkanlar oldukça azdı ya neyse.
Her gün şansımı denedim. Ama şans da benden yana değil.”





Ji Eun papatya falı deyince duraksadı. Onu bu kadar beklettiği için vicdan
azabı duyuyordu.





“Ben artık papatyaları yolmak istemiyorum. Daha fazla kendi kuruntularımla
oyalanmak istemiyorum. Gerçeği istiyorum. Yani senin gerçek hislerini. Hala
umutla seni bekliyorum Ji Eun. Eğer bana ‘hayır’ dersen çok acıyacağını
biliyorum ama ben bundan sonra da seni bekleyeceğim. Bana ne yaparsan yap seni
sevmeye devam edeceğimi düşünüyorum. Sen bana zarar versen de, benden nefret
etsen de, hatta belki günün birinde beni düşmanın olarak görsen de ben seni
sevmekten vazgeçmeyeceğim. Çünkü bunu yapamayacağımı hissediyorum. Seni sevmek
bana ait bir parça. Yani, artık fıtratıma işlemiş gibi. Ben daha önce birçok
kızdan hoşlandım. Çoğu tanıdığım kişilerdi. Ama nasıl oldu da piyango sana
çıktı inan bilmiyorum. Şu an dünyada senden daha mükemmel, sevilmeye layık bir
varlık bulamıyorum. Ben böyle değildim. İnan ki bir kızın peşinden aylar boyu
koşabilecek biri değildim. Biri bana şu son yaptıklarımın başıma geleceğini
söylese inanmazdım! Seni tanımıyordum bile! Sadece bir kez başımı çevirip
baktım ve buralara kadar arkandan koştum. Çok saçma geldiğinin farkındayım
ama... Ahh!! Kelimeleri toparlayamıyorum…”





Genç kız onun sözlerini bitirmesine fırsat vermeden bir anda ona sıkıca
sarıldı.





“Kalplerimiz birbirini tanıyor. Kalbim seni sevdiğini söylüyor. Seni
seviyorum Bang Yong Guk!” diyerek son zamanlarda yoğunlaşan duygularını
kelimelere giydirdi.





Bu çocuk… Önceleri iyi bir arkadaştı. Sonra nazikliği, sevimliliği ve içten
gülümsemesiyle Ji Eun’u kendinse yavaş yavaş bağlamaya başlamıştı. Belki
kendine bile itiraf edemiyordu ama onu gördüğünde kalbi yerinden oynuyordu.





Kendini frenlemeye çalışmıştı Ji Eun. Babasının annesine yaşattıkları hala
hatırındaydı ve erkeklere karşı istemsiz de olsa genç kızın aklında kocaman bir
önyargı duvarı örüyordu. Changsoo bir istisnaydı tabi. O sadece çocukluk
aşkıydı ve büyüdüğünde çok iyi bir dosta dönüşmüştü.





Ji Eun duygularını gizlemek konusunda oldukça iyiydi, hiç fark ettirmemişti
Yong Guk’a içindeki heyecanı. Bir yanı ona yöneliyor bir yanıysa ondan
çekinmekte ısrar ediyordu.





Changsoo’nun gittiği gün Yong Guk’un onu zorla öpmeye çalışması Ji Eun’u çok
etkilemişti.


Bu kadar sert, ısrarcı ve hırçın olabileceğini hiç tahmin etmemişti.
Söylediği sözlerdeki kontrolsüz kıskançlık ayriyeten rahatsız etmişti. Tanıyamaz
olmuştu Yong Guk’u. Böyle hayal etmemişti Ji Eun.





Yong Guk’un “seni seviyorum” demesini hep düşlemişti ama böyle değil. Tüm
içtenliği, masumiyeti ve iyiliğiyle aşkını ilan etmesini beklemişti.


Aptal bir kız değildi. Tabi ki anlamıştı onun kendisini sevdiğini.
Bekliyordu, karşısına geçip kalbini açmasını sabırla bekliyordu.





Ama Yong Guk o gün Ji Eun’un canını yakmak istediği için hislerini itiraf
ettiğini –hem de o kadar kırıcı bir şekilde- açık açık göstermişti. İstediğini
de elde etmişti.





Ji Eun böyle bir aşk istemiyordu. Kendisine zarar verecekse, sadece acı
çekmekten ibaret olacaksa, hiç başlamaması daha iyiydi.





“Senden nefret ediyorum!” derken o anki hiddetiyle söylemişti tabi ki. Bu
yaptığına rağmen Yong Guk’dan nefret edemezdi ki!





O olaydan sonra uzun bir süre içindeki öfke dinmemişti. Yong Guk kendisinden
özür de dilememişti. Ama ne yüzle dileyecekti ki?!





Daha sonra özür dilemekten çok daha etkili bir şey yaptı genç çocuk. Bu
sefer samimi olduğunu belli ediyordu.





Sadece kendisine güvenmesini, onu incitmeyi hiç istemediğini ve
isteyemeyeceğini bilmesini istiyordu.





Ama Ji Eun zor kızı oynamakta kararlıydı. Çünkü Yong Guk gerçekten kalbini
kırmıştı. Hissettiği kırgınlığın aynısı ona da çektirmeliydi.





Onu tersledi hatta azarladı.





Fakat o, karşısında bu kadar pişman dururken hatta gitmeyi bile göze
almışken daha ne kadar zırhlarını kuşanmaya devam edebilirdi ki?





“Benden uzak olmanı istemiyorum.” diyebildi sadece.





Dünse geçmişinden üzücü kesitler anlatmıştı ona. “Baba” demeye dilinin
varmadığı adam ölmüştü dün. Ji Eun yıkık döküktü. Çünkü çok iyi biliyordu ki
hiçbir zaman anne ve babasıyla geçirdiği güzel zamanları olmayacaktı. Bunu
bilmenin açmış olduğu derin yara Yong Guk’a içini dökmesiyle biraz şifa
bulmuştu. Onun yanında kendini iyi hissediyordu, hiç olmadığı kadar iyi.





Bugün aylarca beklettiği, kendi kendini yiyip bitirmesine sebep olduğu bu
çocuk karşısına dikilmiş bütün saflığıyla sevgisini önüne koyuyordu.





Ji Eun daha fazla yapamıyordu işte! Ona karşı koyamıyordu, duygularını
bastıramıyordu!





“Seni seviyorum” cümlesi bir kaz daha kolaylıkla dilinden dökülüverdi. Sonra
kollarını daha da sıkılaştırdı. Bu pozisyon çok rahattı. Sonsuza kadar böyle
kalabilirdi.





Yong Guk neye uğradığını şaşırmıştı.





Gerçek miydi bu? Ji Eun, tekrar duymak için her şeyini verebileceği o
cümleyi söylemiş miydi?





“Lütfen bana bunun bir rüya olmadığını söyle.” dedi kendisine sımsıkı
sarılan genç kıza.





Kız yavaşça ondan ayrıldı.





“Rüya olmasını mı isterdin?”





“Gerçek olamayacak kadar güzel. Uyanık olduğuma inanmak çok güç.”





“Asıl güç olan bugüne kadar sana uzak kalmaktı.”





Yong Guk bunu duyduğu anda kızın elinden ona verdiği kutuyu aldı ve içindeki
yaprakları karıştırıp küçük bir papatya çıkardı. Yaprakları capcanlı parlayan
bir papatyaydı bu.





Sevgilisinin sol kulağının arkasındaki saçları çekerek papatyayı iliştirdi.
Ji Eun’un mavi saçlarıyla son derece uyumlu duruyordu.





“Ben uyanmak istemiyorum.” dedi Yong Guk yalvarır gibi.





Ji Eun onun kendine gelmesi gerektiğini düşündü ve bacağına sert bir tekme
attı.





“Ahhhhh! Ne yapıyorsun?”





“Bunun acısı sana gerçek gibi geldi mi?”





Yong Guk bir yandan kıvranırken cevap verdi.





“Bacağımı morartacak kadar gerçekti!”





“O zaman söylediklerimin hepsinin, zihninin sana oynadığı bir oyun olduğunu
düşünmekten vazgeç.”


Yong Guk bacağını tutmaya devam ediyordu, bu kız gerçekten çok sertti!
Elinde olmadan bir inilti koyuverdi.





“Çok acıyor mu?”





Ji Eun yaptığına pişman olmuştu. Genç çocuğa biraz yaklaştı ve onun hizasına
gelebilmek için çömeldi. Bacağına doğru eğilince onun dudaklarını yanağında
hissetti. Saniyelik, yumuşacık bir öpücüktü.





“Beni papatya fallarına inanmak zorunda bırakmadığın için teşekkür ederim.”





“Canını yaktığım için özür dilerim.”





Yong Guk ona sarıldı.





“Sen hiçbir şey için benden özür dileme. Senden gelen acı bile güzel.”





Ji Eun bir kes daha ona aşık oldu. Yong Guk’a sahip olduğu için sonsuz
şükürler etti.








Yazar: Zeynep ShawolTr ElfTr
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Papatya Falı Günlükleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Papatya Falı Günlükleri
» ♥ Papatya Çayı.. ♥

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Bitmiş Hikayeler-
Buraya geçin: