Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Calar Saat

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Calar Saat Empty
MesajKonu: Calar Saat   Calar Saat Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:31 pm

1. Bölüm


Çalar Saat- Two shot


Oyuncular: Min Hye(Merybom), Jong Il Woo


Yazar:Esranur ÖZBAKIR


(Hikayem biricik Merybom admine ithafen yazılmıştır ^^)


----------------------------------------








Arabanın freni hala kulağında çınlıyordu genç kızın. Bekliyordu film
şeridinin gözünün önünden geçmesini ama hala kalbi atıyor ve zoraki bir şekilde
nefes alıp veriyordu. Kafasından akan sıvı oldukça sıcaktı. Onun bedenini
soğutuyor fakat yeri ısıtıyordu. Göğsünde hissettiği feci acı, nefes almasını
zorlaştırıyordu. Yarı açık kalmış gözleriyle, ona odaklanmış insanları
görebiliyordu. Hepsi bir telaş içindeydiler. Kimisi önünde ölmesine az kalmış
insanı, gözlerini kapatarak görmemeye çalışıyor, kimisi ise ilk yardımı
bildiğini söyleyerek, kalbi attığı halde acıyan göğsüne baskı yapıyordu.
Gittikçe yaklaşan ambulansın seslerini duyan insanlar aralarında "kurtulur
inşallah" diyerek dualarını öne sunuyorlardı. Bilgisiz kadının göğüs
kafesine yaptığı baskıyala daha da kötüleşmiş ve almaya çalıştığı hava
tamamiyle gitmişti. Ambulansın içinde olduğunu sarsıntılardan hissedebiliyordu.
Ağzına verilen hava ciğerlerine giderken oldukça canı yanıyordu. Bedava olan
hava ciğerlerine girmekte zorluk çekiyordu. Bu haksızlıktı! Nabızının gittikçe
düştüğünü hemşireden işitebiliyordu.





Yolda sadece yürüyordu, o aptal şoförün ona çarpıcağını akıl bile etmezdi.
Haberlerde izlediği kazaların başına geliceğini nereden bilebilirdi? Onların
hayatları bir biçilmişti. Annesini ve babası bir kazada öldükten sonra sıra
kendisindeydi. Onlar da bu kadar acı çekmiş miydi? Aldığı nefes onlara da haram
olmuş muydu? Herkesi duyarken cevap verememek, onların da bu kadar gücüne
gitmiş miydi? Önceden birisi ona seslendiğinde, sessizlik oyunu oynardı, bu da
o oyunlardan biri miydi? Evet, o oyunlardan biriydi, hayatla oynuyordu bu
oyunu. Ambulans durduğunda sert bir şekilde sedyeden indirildi. Etrafına
toplanan doktorlar neyi olduğunu sorup duruyorlardı. Sıcak bir eli şah
damarında hissetti, nabzını bulmaya çalışıyor olmalıydı. Gittikçe keskinleşen
koku burun deliklerini sızlatıyordu. Göğsüne yapıştırılan tuhaf bantlar bile
canını yakıyordu. İğne olmaktan korkan kişinin her dakika tahlil amaçlı bir
sürü iğne vücuduna girip çıkıyordu. Sorunun ne olduğunu hala anlayamamışlardı.
Nefes alması gittikçe zorlaşıyor ve her bir saniyede daha acı bir hal alıyordu.
Canı yanıyordu. Dökemediği gözyaşları da canını yakıyordu. Uyumak istiyordu,
uyumak ve ailesini görmek istiyordu. Hayatında hiç isimlerini duymadığı şeyler
vücuduna giriyordu. İyice halsiz düşmüştü hiç bir şeyi hissetmiyordu,
göğsündeki acı hariç.





Kalbi ve nabızı normal haline dönünce, ameliyathaneden çıkarıp başka bir
odaya geçirdiler onu. Göz kapaklarında büyük bir yük varmış gibi hissediyordu.
İliklerinde dolaşan tuhaf sıvılar gözünü açmasına engel oluyordu. Yanında durup
'iyi olacak mı?' diye soranı yoktu. Yanına gelen hemşireleri yakınları sanıp
umutlanıyor ve olmadığını anlayınca umudunu kovuyordu. Gündüz mü gece mi
bilmiyordu? Tek bildiği şey, artık onun için hayat hep geceydi.. Kapının
gıcırtısıyla içeri birisi girdi. Koca hastahanede kapıyı cilalamayı mı
üşeniyorlardı? Göz kapağını açıp içine parlak bir şeyle bakıyor sonra, bir
şeyler not ediyordu. Min Hye yavaş yavaş gözlerinin üzerindeki ağırlığı bir
kenarıya atıyor ve gözlerini aralıyor, gündüz olan bir güne.





Genç doktor gözünü açan kıza samimi bir gülümseme sundu. Bir yandan elindeki
deftere bir şeyler yazarken bie yandan da Min Hye'yle iletişim kurmaya
çalışıyordu.


"Çok korkuttunuz bizi. Güçlü bir yapıya sahipsiniz.."


Min Hye kaslı ve oldukça yakışıklı olan doktoru baştan aşağıya süzdü.
Eskiden olsa yapışmıştı dudaklarına ama eski değildi artık yeniyi yaşıyordu.
Teşekkür etmek için, dudaklarını araladığında konuşamadığını ve çabalarken de
göğsünde bir acı hissettiğini fark etti. Genç doktor tekrar iletişim kurmaya
çalıştı, dilsiz olduğunu düşündüğü Min Hye'yle.


"İyisiniz değil mi? Bir yerinizde acı var mı?"


Min Hye göğsündeki sorunu anlamasın, diye iki kaşını birden kaldırdı 'hayır'
anlamında. Genç doktor boynundaki steteskopu çıkarıp son bir kez Min Hye'nin
göğsünü dinledi. Tuhaf hırıltıları kulağına geldiğinde ilk başta tedirgin
olsada pek üstünde durmadı. Hastalarına duyduğu saygıdan dolayı hafifce başını
eğip dışarı çıktı.





Min Hye doktor çıkar çıkmaz elini göğsünün üstüne koydu. Konuşmaya çalıştı
ama çektiği acı sesini ve hatta nefesini bile kesiyordu. Kalbi zarar görmesin
diye korumalık yapan göğüs kafesi zedelenmişti. Ama göğüs kafesi dahi
bilmiyordu ki onun kalbi içten incilmişti, ailesi öldüğü zaman.. Yıllarca
konuşmuştu şimdide hayatı sessiz kalarak yaşamayı denemeliydi. Hastahane odası
beyaza boyanmıştı, 'huzurlu' olsun diye. Nasıl olurda insanın canıyla
pençeleştiği bir yer huzurlu olabilirdi? Bu bayılmaya neden olucak derecede
kötü kokan bir yerde, huzur olduğunu iddia edebilirler miydi? Bir iki saat önce
yürüdüğü yola şimdi camdan bakıyordu. İnsanlar gülüyordu, canları yanmıyordu
çünkü. Ayağını yorganın altından çıkarıp yere bastı diğerinide çıkarıp yere bastığı
zaman göğsünde şiddetli bir baskı hissetti. Sağ ayağındaki gücü sol ayağına
aktarmaya çalıştığında çığlıklarla yere düştü, göğsünün üstüne.





Doktor Jong çığlıklar üzerine koşarak Min Hye'nin odasına girdi. Yerde yatan
ve nefes almakta zorluk çeken Min Hye'yi gördü hemen gözleri. Omuzundan tutup
yatağa geri yatırdı. Nefes almakta zorladığını anlayınca steteskopla tekrar
göğsünü dinledi. Önceden duyduğu hırıltı daha çok şiddetlenmişti.. Ameliyat
olması gerekiyor ve bunun içinde onay alması gerekiyordu. Min Hye göğsündeki
acıyı unutmaya çalışarak konuşmaya denedi. Seside göğüs kafesinden gelen ses
kadar hırıltılıydı. "Be-ben ameliyat olmak istemiyorum." Boğazında
birikmiş olan tükürüğü zorla yuttuktan sonra devam etti. "Beni taburcu edin.
Kalmak istemiyorum burada!"


Doktor Jong derin bir nefes aldı. Acı çektiği sesinden belli oluyordu, neden
ameliyat olmak istemiyordu. Elini 'hayır' anlamında sallarken sözleriyle
destekledi. "Hayır, bu imkansız. Seni bu haldeyken taburcu etmek
cinayetten başka bir şey olmaz." Min Hye eliyle göğsüne baskı yapıp
bağırdı. Sesi sandığından da kısık çıktı. "Bu, bu sizi hiç
ilgilendirmez!" Doktor Jong yatağın yanındaki sandalyeye oturup bir doktor
gibi değilde arkadaşmış gibi konuşmayı denedi. "Katil olup, hapishaneye
girmeye hiç niyetim yok. Sizi bırakamam."





Min Hye normalde olsa sinirlendiği zaman derin bir nefes alır, sesli ve
motora bağlamış bir şekilde konuşurdu. Şimdi ise hiç birini yapamıyordu ve bu
onu oldukça sakin gösteriyordu. Dişlerini gıcırtadarak konuştu, şimdi az da
olsa sinirli olduğu belli oluyordu. "Ah, kusura bakmayın ama burada kalıp,
geri kalan hayatımı sizin saçma sapan espirilerinizi dinleyerek
geçiremem!"


Doktor Jong içinden sordu 'o kadar saçma mı ki?' diye, halbuki o hastaların
gülümsemesi için elinden geleni yapıyordu. Min Hye'nin ne gülücek hali vardı ne
de nefes alıcak. Çıkmak istiyordu buradan alamadığı nefesi bile almak
istemiyordu burada. Ayağa kalkmaya çalıştı acısıyla birlikte bağırdı Doktor
Jong'a. "Gitmek istiyorum buradan! Benim burada zorla tutmanızda
suç." Genç doktor eliyle omuzlarından bastırırak geri yatırdı Min Hye'yi.
Neden bilmiyordu ama içinden bir ses Min Hye'nin burada durması gerektiğini
söylüyordu. Her zaman iç sesine güvenirdi. Bir tek lotolarda sessiz kalırdı iç
sesi, onda da hep kaybederdi zaten. Elini hastasının anlına koyup
"İyileşeceksin, biliyorum." dedi, sanki gerçekleri anlında yazıyordu.
Bunları söylerken tüm samimi gülüşünü sunuyordu. Min Hye kafasını başka bir
yöne çevirip çemkirdi. "Yüzüme bakıp sırıtmayı keser misin? Sinirlerimi
bozuyorsun!" Doktor Jong gülümsemesine ara vermeden dışarı çıktı.
'Hastahaneye neşe katar bu kız' diye düşündü işinden sonra da kafasıyla
onayladı. Asistanlar Doktor Jong'un yüzündeki gülümsemeyi özlediklerini
düşünüyorlardı. Doktor Jong'a bakıp aralarında kikirdiyorlardı. Doktor Jong'un
söylediği şimdiden tutmuştu. Asık suratlı prensesin neşesi şimdiden yayılmaya
başlamıştı.





Min Hye önüne gelen yemekleri yemiyor sadece su içiyordu. Bütün hemşireler
açlıktan intihar etmeye çalıştığını düşünüyorlardı. Ağrılarını dindirmek için
iğne yapmaya gelen hemşire, onun asık suratına bakıp bakıp tebessüm ediyordu.
Min Hye bu beceriksiz hemşirelerdeki tebessüme anlam veremiyordu. 'Müşteri her
zaman haklıdır' kuralını mı uyguluyorlardı? Hastaları müşteri olarak gören tek
hastahane burası olsa gerekti. Min Hye ameliyat olmayı kabul etmediği için
tuhaf tuhaf ağrı kesicileri vücudunda barındıyordu. İşe yaramadığı
söylenemezdi, rahat konuşabiliyor ve yavaşta olsa yürüyebiliyordu. Günler
geçiyordu ve Min Hye kararından dönmüyordu. Ayaklarını yataktan aşağı sarkıttı.
Bu hastahanelerdeki yataklar fazla mı yüksekti? Yavaş şekilde yürüyordu. Sanki
yattığı oda onun evi, koridorlar ise caddeydi. Koridora çıktığında kimse yoktu.
Pekte temiz olmayan mermerlerin üzerinde ayaklarını gezdiriyordu. Mermerlerden
kafasını kaldırdığında, hiç görmediği bir doktor gözüne ilişti. Elini havaya
kaldırarak bağırdı.


"Hey, doktor bey!"





Orta yaşlardaki doktor arkasına dönüp baktı, adını hastahaneye yaymış genç
kıza. Adımını ona doğru atıp ne istediğini sordu. Min Hye elini saçına götürüp
kaşıdı. Etrafını kontrol etti, doktor Jong'un olmadığına emin olunca
"Gördüğünüz gibi ben artık iyiyim. Yürüyebiliyorum bile." deyiverdi,
eliyle iyi olduğunu göstermek için göğsüne vururken. Bunu yapmamalıydı.
Acıtmıştı bu! Orta yaşlardaki doktor önlüğüyle oynarken, "Özür dilerim ama
doktor Jong, ameliyat olana kadar taburcu olamayacağınızı herkese
söyledi." diye açıklama yaptı. Min Hye başını, hastahane terliklerine
cevirdi. Kendinin bile zor duyabiliceği bir sesle "Desene ölene kadar
buradayız" dedi. Doktor kafasını eyip Min Hye'ye "Bir şey mi
dediniz?" diye sordu. Başını 'hayır' anlamında salladı Min Hye.





--------------------
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Calar Saat Empty
MesajKonu: Geri: Calar Saat   Calar Saat Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:32 pm

2. Bölüm- Two shot- Final


Çalar Saat- Two shot


Oyuncular: Min Hye(Merybom), Jong Il Woo


Yazar: Esranur ÖZBAKIR


(Hikayem, biricik Merybom admine ithafen yazılmıştır ^^)








Günler geçiyor fakat Min Hye'nin görüp gördüğü yere hastanenin
koridorlarından başka bir yer olmuyordu. Maviyle boyanmış koridorlar mermerlere
doğru kendini beyaza bırakıyordu. İnsanları vermeye çalıştıkları huzuru
renklerle aktarma çabaları vardı.. Her gün doktor Jong odasına girip 'nasılsın'
diye sorup duruyordu. Doktor Jong, Min Hye'nin odasına farklı bir soruyla
gelmişti bu sefer. "Ameliyat olmamaya kararlı mısın?" Min Hye
önündeki kitaptan kafasını kaldırıp doktoruna baktı. Israrla sormaya ne gerek
vardı ki? Olmak istemiyordu. Bunun anlaşılmayacak neresi vardı? Kitap okuduğu
için sözlerine anlaşılmayan kelimeler karışmıştı. "Nefes aldığım sürece bu
soruya cevabım hep hayır olacak, almadığım sürece ise ameliyata geç kalınmış
olunacak." Doktor Jong Min Hye'nin elindeki kitabı alıp arkasına sakladı
samimi gülüşüyle "Bir süre kitap okuma, sana yaramıyor" dedi. Bir kez
daha steteskobuyla kalbini dinledikten sonra odasından çıktı.





Her gün Min Hye'nin odasına girip kalbini dinliyordu. Bunun sebebi;
bulabiliceği bir tedavı değildi, kalp atışlarına aşık olmuştu. Her odasına
girdiğinde, direnişi doktorluğa ona biraz daha yaklaştırıyordu. Küçük bir
ameliyattan dahi korkacak kadar ürkek yetiştirmişti hayat onu. Bugün ve yarın
arasında ikilemde kalmış bir insana aşıktı o, bugününü yaşarken yarınından hep
şüpheli bir insana. Nefes alırken zorlandığını gördüğünde onun da nefesi
kesiliyordu. Onun düzensiz atan kalbini kulaklarıyla dinletikten sonra kalbine
hakim olamıyordu, Min Hye'nin düzensiz ritmine uyum sağlıyordu. Hastalarına
aşık olmamalıydı. Ne kadar da isterdi Min Hye'yle hastane dışında tanışmayı,
gülümsediğini görmeyi. Asıktı suratı hep. Gülmek ondan çok uzak bir ifadeydi.
Ameliyat olmazsa en fazla görebiliceği yer pencereden dışarısı olur. Yağmur
yağdığında, ıslak toprak kokusunu duyamaz, çiçeklerin kokusunun yüreğinde
hissedemez, tek koku; hastahanenin keskin kokusu olurdu. Aşık olduğunda kalbi
göğüs kafesine çarpacak gibi attığında canı yanardı. Aşık olmaktan uzak durur,
o kazaya ve orada olduğuna söverdi içinden. Yapmak ya da yapmamak arasında ince
bir yol döşüyordu Il Woo. Yapmalı mıydı, aşkını itiraf etmeli miydi? Kısa
sürede kalbinde filizlenmiş ve olgun bir ağaç haline gelmiş aşkına inanır
mıydı? Sevgisini paylaşmak istediğini anlar mıydı? Bu soruların cevabını net
olarak verebilecek zamanı var mı? Çok başarılı bir cerrahtı belki ama aşkı
cerrahlığı kadar başarılı değildi. Evet, belki bu konuma gelmek için yaşlanmayı
beklememişti. Genç yaşta edindiği başarı herkes tarafından kıskanılcak
yöndeydi.





Min Hye'nin odasına girdiğinde, ela gözlerini yere devirmiş buğday
rengindeki saçlarını acemi bir toplayışla sakladığını görüyor. Dudak kıvrımları
hep aşağıya doğru bükülmüş oluyor. Minik bir tebessüm ettiğinde ise bu onun
için en büyük bir suç haline geliyor. Asık suratının arkasındaki muhteşem
gülüşünü saklıyor tozlanmış bir kutu gibi. Anahtarı ise zedelenmiş göğüs
kafesinin arkasında pekte güvende olmayan kalbinde gizli. Ameliyat olmalı ki
gizlenmiş anahtarın bulunmasıyla su üzerine çıkmalı gülümsemesi. Il Woo, Min
Hye'ye bakıyor sonra da, ayna karşısına geçip kendi yansamasına. Soruyor sık
sık kendine. Onun ela gözleriyle simsiyah, gözbebeklerinin bile kaybolduğu
simsiyah gözlerini karşılaştırıyortu. Min Hye'de, Il Woo'nun gözlerine
baktığında, onun gördüklerini görebiliyor muydu? Dokunmasa da ipek gibi
olduğunu anladığı saçlarına bakıyordu arada sırada, taranmamış, birbirine
girmiş, çöpleşmiş saçlara. Diğer hastalara bakarken aklı hep onda oluyordu. Onu
düşündüğünde yüzünde yayılan gülümseme ona hasta olan, hastalarına ümit
veriyordu. Min Hye yaşlarındaki genç kızın büyük ısrarları üzerine kalbini
dinledi. Oldukça düzenli atıyordu. Düşündü, 'Min Hye'nin kalbi böyleyken,
başkalarınınki neden sağlıklı?' diye. Sağa sola salladı kafasını düşünçelerini
def etmek için. Kalbine yerleşen aşkın beraberinde bencillikte yerleşmişti. Tam
bencillik denilemezdi aslında, kendini düşünmüyordu ki. 'Sencillik' diye bir
kavram olsa, daha uyumlu kılmaz mıydı davranışlarını? Genç yaşlardaki
hastasının kalbini dinledikten sonra, başını okşayıp dışarı çıktı, kızın dört
köşe olduğunu göremeden. Bütün hastalarına iyi davranıyordu ama o da biliyordu
ki Min Hye'nin kalbindeki yeri bir hastadan daha fazlasıydı. Herkesin kalp
atışlarını dinliyor fakat sadece Min Hye'nin atışlarının hatrında kalmasını
istiyor. Hastaneden izin aldıktan sonra, üstünü değiştirip dışarı çıktı.
Bakışları yerdeydi, etrafı, yeşillikleri görmek istemiyordu. Haksızlık olduğunu
düşünüyordu, Min Hye orada bu güzellikleri göremezken onun görmesi.





Minik bir takı dükkanın önünde durdu. Mavinin hakim olduğu duvarların
arasında küçük pembe ayrıntıları oldukça hoştu. Duvar renkleriyle alakası
olmayan rengarenk takılarda gezdirdi elini. Yeşil ve sarı karışımı tokayı aldı
eline. Minik bir tebessümden sonra parasını verip çıktı dükkandan. İlerideki
bir dükkandan da pembe bir tarak aldı. 1 saatlik iznini bunları beğenmek için
harcamıştı, buna rağmen mutluydu. O da mutlu olacak mıydı? Hastaneye girer
girmez, önlüğünü giyip Min Hye'nin yanına koştu. Min Hye doktor Jong'un komik
hallerine içten içe gülümsüyordu. Küçük poşetten çıkarttığı tarak ve tokaya
takıldı gözleri. Elini saçından geçirmeye çalıştı ama bir noktada takılınca,
uzatılan tarağı alıp saçında gezintiye çıkardı. Önlerini ve yanlarını taramış
fakat arkaya ulaşamamıştı. Il Woo, Min Hye'nin elinden alıp ulaşamadığı yerleri
taradı. İlk kez birisinin saçını tarıyordu. İpek saçlarına dokunmak nasip
olmuştu sonunda. Saçları harikaydı! Canı yanıcak diye korkuyor ve yavaş yavaş
tarıyordu. Şimdi onu saçı eskisinden de güzeldi. Saçına oturturulmuş toka isyan
etse hakkıydı, Min Hye'nin saçı yanında, oldukça sönüktü. Elini saçından
geçirdikten sonra doktor Jong'un gözün içine bakarak sordu. "Neden bu
kadar iyi davranıyorsun bana?" Il Woo'ya çalışmadığı yerden sorulmuştu.
Aklına gelenin doğru olup olmadığını umursamadan, "Neden mi? Çünkü...
benim hipokrat yeminim var." deyiverdi. Min Hye düşündü 'Hipokrat yeminine
yeni maddeler mi eklendi?' diye. Aklındaki soruyu farklı bir şekilde yöneltti
doktor Jong'a. "Hipokrat yemininde, 'hastalarınıza, saç tokasıyla tarak
alıp saçını taramak zorundasınız' diye bir madde var mıydı?" Il Woo elini
saçına getirip kaşıdı, zor duruma düşmüştü. O da bu kadar zeki olmak zorunda
mıydı? Gerçeği söylemekten başka bir çaresi yoktu. Beyninde ölçtü-tarttı sonra
pat diye deyiverdi. "Çünkü; sen bir hastadan daha fazlasısın."





Min Hye gözlerini beyaz örtüye kaydırdı. 'Bu kadar ani söylemeseydi bari'
diye geçirdi içinden, gerçekten ani olmuştu. Önceleri olsa sıkıştığı bir durum
olsa hemen topuklardı. Evet, Min Hye'de Il Woo'ya karşı bir şeyler hissediyordu
fakat sözlere aktarılcak kadar da büyük değildi. Kırıntı, küçük bir kırıntıydı
sadece, ona hissetikleri. Söylediklerini başka bir yöne çekmeye çalıştı.
"Biliyorum, ameliyat olmadığım için çok fazla sorun çıkarıyorum." Il
Woo'nun demek istediği bu değildi ama üstelemedi. Gerek olmadığı halde steteskobunu
çıkarıp kalbini dinledi. Her ne kadar ritimsiz olsa da kulağını en güzel ninni
gibi geliyordu. Eskisinden daha uzun dinledi bu sefer, daha da dinlerdi de Min
Hye'nin uyarması buna engel oldu. "Bu kadar yeter herhalde." Utana
sıkıla çıktı odadan. İzin veremezdi böyle son bulmasına! O iyileşek ve Il Woo
ona evlenme teklifi edecekti. Yıldızları izlerken omzunu yasladığı kişi
olacaktı. Elleri birbirine keletlenmiş yaşlanacaklardı. İkna etmeliydi onu.
Basit bir ameliyat olduğunu anlatmalıydı.














---


Min Hye bağlanmış gibi hiç çıkmadığı yataktan, ayırdı bedeni. Pencere doğru
ilerleyip önünde durdu. Derin bir nefes aldı. Asık olan suratı daha da aşağıya
düştü. Belki de ölürken sadece bu hastahanenin kokusu kalıcaktı aklında.
Üzüldü, oysaki onun yapmak istediği daha çok şey vardı; dünyayı gezmek,
kimsenin bilmediği tatları ortaya çıkartmak ve birine aşık olmak. Bütün
imkansızlıkları sıralamışken yaşamak istedi bir an. Sonra farkına vardı ki
bunlar yaşarken de çok zor. Hastane terliğine çevirdi kafasını oldukça
iğrençti. Kaza geçireceğini bilseydi çantasına, iki çift terlik koyardı. Yavaş
adımlarla odasından çıktı. Diğer hastalarla arası oldukça iyiydi. Öldükten
sonra az da olsa üzüleni olsun istiyordu. Hakkıydı! Bademciklerinden sorun olan
miniğin yanına gitmek için sağ tarafa çevirdi vücudunu. Beyaz koridorların
arasında simsiyah bir nesne gibi hissediyordu kendini. Miniğin odasına her
yaklaştığında kulağına gelen kahkahalar artıyordu. O gülüyordu, güldüremediği
miniği. Kapıya geldiğinde içeri dalmak yerine aralık kalmış yerden bakınmayla
yetindi. O gülüyordu hemde doktor Jong'la. Minik doktor Jong'un sadece
konuşmasına bile gülüyordu, onu seviyordu. Il Woo ise bundan rahatsız değildi
tam aksine oldukça memnundu. Kapı arkasına saklanmış aşkı önüne gelmişti.
Seviyordu onu. Sadece kalbiyle değil tüm bedeniyle, iliklerine kadar seviyordu
onu. Belki de steteskobu kalbine koyduğunda ritimsiz atmasının sebebi; hasta
olduğundan değilde onu sevdiğindendi. O hasta değildi belki. Nefesinin
daralması, sesinin çıkmaması ve kalbinin çarpması bunlarda aşkın belirtileri
değil miydi? En ağır hastalık olan, aşkın. Ama hayır o hastaydı en azından
yapılan testler bunu söylüyordu. Kararı değişmeyecekti, ameliyat olmayacaktı.
Geldiği gibi geri döndü odasına. 'İmkansız' dediği maddelerden biri
gerçekleşmişti. Gülmek istiyordu ama dudakları birbirine kelepçelenmişti sanki.
Uzanıp beyaz örtüyü yüzüne çektiği, utangaçlığını saklama umuduyla. Parmak
ucuna kadar kıpkırmızı olmuştu, rahatsız olduğu pekte söylenilemezdi. Aşk tuhaf
bir yaratık olduğunu düşenen Min Hye'ye öğretmişti Il Woo, sadece dünyadaki en
güzel duygu olduğunu. Aşkı tatmıştı. Ölürken 'hiç olmadık denedim' demeye
ceserati vardı.





Min Hye'nin tüm vücudu örtüyle kapatılmışken, Il Woo girdi içeri. Yanına
kadar yaklaştı. Anlam veremediği için oldukça saçma bir soru sordu, konu açmaya
çalışıyordu. "Hasta mısın?"


Tabii ki hastaydı. Olmasa burada işi ne? Min Hye, Il Woo'nun sesini duyunca
kızarma oranı daha da fazlalaştı. Bu halini görmemeliydi. Örtünün altında boğuk
çıkan sesiyle, "Hayır, iyiyim ben!" demeye çalıştı. Ritimsiz atan
kalbi daha da şuurunu kaybetmişti. Şimdi ikisinin de kalbi çarpıyordu,
bedenleri yırtmak ve buluşmak için. Il Woo parmaklarının üzerinde Min Hye'ye
daha da yaklaştı, ani bir hareketle örtüyü açtı. Min Hye'nin kızarmış yüzünü
görünce tedirgin oldu. Elini alnına koydu, normalin biraz üstünde gibi
duruyordu. Min Hye kafasını sola çevirerek, alnındaki elden kurtuldu. Ne
yapıyordu, elini neden alnına koydu ki? Öldürmek mi istiyordu Min Hye'yi?
Doktor Jong steteskobunu kulaklarına yerleştirip Min Hye'ye daha da yaklaştı.
Min Hye elleriyle göğsünü siper etti. Daha da hızlı atan kalbini duyunca, ona
olan hislerini anlayabilirdi. Il Woo tek kaşını havaya kaldırmıştı. Neden böyle
yaptığını anlamıyordu. Min Hye onu değişen yüz ifadesini görünce, titrek
sesiyle açıklama yapmaya çalıştı. "Bugün yani her gün ya da şu anda."
Kelimeleri cümle haline getire bilse belki de büyük bir yazar olabilirdi. Derin
bir 'of' dedikten sonra tekrardan denedi. "Yani her zaman bakmana gerek
yok. Duyucağın ses hep aynı değil mi zaten? Ben gayet normalim." Dedikten
sonra kocaman gülümsedi, her ne kadar zoraki bir gülümseme olsada. Il Woo
arkasını dönüp çıktı. Gülümsemesi normal olmadığını gösterirdi.





Günler geçmişti ama Min Hye her onu gördüğünde vücudunu saran kızarmaya
engel olamıyordu. Bu sürede Il Woo, Min Hye'yi ikna etmek için elinden geleni
yapıyordu çünkü; ona her seferinde daha çok aşık oluyor ve kaybetmekten
korkuyordu. Bazen Min Hye onun geldiğini kapıdan duyuyor ve 'ameliyat ol' gibi
ısrarları duymamak için kulaklarına pamuk yerleştiriyordu. Neden ameliyat
olmamak istediğini o da bilmiyordu. Sadece kalbinin sesini dinliyor ve
direniyordu. Ölmekten korkuyordu belki de, ölmek yerine onu izlemeyi seçiyordu.
Onun gülümsemesi hastalık gibiydi solunum yolundan çoktan Min Hye'ye geçmişti.
Il Woo ondaki tuhaf değişimlerin farkındaydı ama nedenini bilmiyordu ya da
salağa yatıyordu. Gülerek ne yapmaya çalışıyordu bu kız, Il Woo'yu kendisine
daha çok bağlamak mı? Bu ise amacı çoktan yerine ulaşmıştı görevi çünkü; Il Woo
onu ilk gördüğü andan beri bağlıydı.





Saçını güzelce taradı, yakışıklı olunca istediğini yerine getirceğini
düşünüyordu belki. Beyaz önlük kadar temiz olan yüzüne birde büyük bir
gülümseme yerleştirdi. Kapıyı ritimli bir şekilde çaldıktan sonra, 'gel' sesini
duymadan içeri daldı. Min Hye pencereye dönmüş yüzünü kapıya çevirdi ve aynı
hızla tekrar pencereye. Kalp krizinden ölücekti. Il Woo ayaklarını takırdatarak
Min Hye'nin yanına ulaştı. Eskisinden daha dürüst olmayı denicekti. Yatağın
yanındaki sandalyeye yerleştirdi poposunu. Yalandan öksürüp Min Hye'nin kendine
bakmasını sağladı.


"Sende biliyorsun ki seni seviyorum"


Il Woo süslü sözleri söylemekte pekte başaralı sayılmazdı, oldukça
zorlanıyordu. Min Hye araya girdi hemen. Durumu kurtarma çabalarındaydı.
"Evet, biliyorum. Hastalarının hepsini seviyorsun." Il Woo, Min
Hye'nin sözleri başka yere çekmesine izin veremezdi. Dikenlerden topladığı
cesaretini kaybetmeye hiç niyeti yoktu.


"Hayır öyle değil! Ben seni hastalarımdan daha farklı seviyorum. Aşığım
kısaca!"


O cesurdu. Min Hye'nin yapamadığı şeyleri hiç tereddüt etmeden
söyleyivermişti. Il Woo konuşmasına verdiği kısa aradan sonra devam etti.


"Ve ben seni kaybetmekten korkuyorum. Ameliyat olmanı istiyorum!"
Min Hye güldü, Il Woo'nun gereksiz çabalarına. Dişlerini sıktı, ağzından ona
aşık olduğu kaçırmamak için.


"Bana aşık olduğun hayatıma karışma iznin olduğu anlamına
gelmez!"





Il Woo elini Min Hye'nin elinin üstüne koydu. Ne yaparsa yapsın ikna edicekti.
Zorunluydu! Sesinini biraz daha yükseltmişti, mantığının söyleyişlerinden daha
baskın çıkması için. "Sevdiğim kadının göz göre göre..."


Sözlerine devam edemiyordu. Kalbinin yasakladığı bir kelimeyi sözlere dökmek
istemiyordu ama Min Hye için durum farklıydı hiç tereddüt etmeden söyledi.
"Söyle hadi! 'sevdiğim kadının göz göre göre ölmesine izin veremem' de.
Söyle korkma. Seni kadar biliyorum bende bu gerçeği."


Doktoru, Jong'u ona bakıyordu ve sadece susuyordu. Ayağa kalkıp, eğildi.
Dudağına masum bir öpücük kondurdu. Gözlerinde hapsettiği gözyaşları özgür
bırakmıştı. Boğuk çıkan sesiyle son kez yalvardı. "Lütfen! Lütfen aşkımıza
bir şans ver ve ameliyat ol."


Ağlamak istemiyordu. Yüzünü pencerenin oraya çevirdi. Gözlerinden akan
kristal gözyaşlarını sakladı. Aşklarına şans verdi, kalbindeki kuşkuyu
uzaklaştırarak. Acıdan akan gözyaşları, mutluluk gözyaşları haline
gelmişti.





Şimdi onlar karanlık bir odanın içindeydi. Yalnız değildiler ama öyle
hissediyorlar. Min Hye gözlerini kapattı, deniz kenarında, sahilde dalganın
seslerini Il Woo'yla duyduğunu hayal etti. Min Hye diğer doktorları yok sayarak
haykırdı aşkını. "Ben de, ben de seni seviyorum!" Ve gülümsedi.
Karanlık bir yerde yakılmış bir fener gibi parladı gülümseyişi. Min Hye mutluydu.
Vücudunda dolaşan narkoz, gözlerini açık tutmasına izin vermiyordu. Sevdiği
adamın yanında huzurla uyuyordu. Zedelenmiş göğüs kafesini gördüğünde içinden
bir şeyler kopup gitti. O iyi olacaktı! Düzleşmeye başlayan hayat çizgisi
kulaklarını tırmalıyordu. Açık kalp mesajı yapıp geri dönmesi diledi. Ama 'dıt'
diye öten cihaz kararlılığını sürdüyordu. Kalbi durmuştu, sevdiğinin gözü
önünden. Kendini suçlu hissediyordu. "Ben, ben katilim" diye bağırdı.
Sesi duvarla çarpıp ona geri döndüğünde kalbi bir kez daha yandı. Min Hye'nin
son duyduğu koku, keskin hastahane kokusu değildi sadece Il Woo'nun kokusuydu.
Önceden bilerek her yerini kapattığı örtü şimdi tekrardan üzerindeydi. Hayata
ayarladığı 'çalar saati' duymamış ve geç kalmıştı.


Il Woo örtüyü açıp ona gülümsemesini ve "Normalim ben" demesini
istiyordu.





Haftalar geçmişti ama acısı geçmemişti. İlaç diye adlandıralan 'zaman'
etkisini ne zaman gösteriyordu? Ardı ardına diklediği sojular unutmasına
yardımcı olmuyordu. Ameliyathanedeki Min Hye gözlerinin önünde gitmiyordu. Son
bardağıda kafasına dikleyecekken yere düşüp param parça oldu, kalbi gibi.
Pardaktan çıkan ses olağan bir şekilde aklını başına getirmişti. Ne yapıyordu
böyle? Min Hye'yi unutmaya çalışacak kadar az mı sevmişti? Acı bir kahve içerek
kendine gelmeye çalıştı. İçtiği o kadar şeyden sonra acı bir kahve başa
çıkamıyordu. Üçlü koltuğa bıraktı bedenini. Kafası yastıkla birleştiği anda
daldı uykuya. Bütün bedeninin aşağıya akıyormuş gibiydi. O kadar yorgundu ki
rüya görecek bile hali yoktu.





Açık unuttuğu pencereden sızan güneş ışınları bedenini delip geçiyordu. Göz
kapaklarını araladığında feci bir baş ağrısıyla yüzleşmesi bir oluyordu.
Yaptıkları aklına gelince kendine kızıyordu. Onu unutmak için yaptığı
saçmalıklar yüzüne vurulunca utanıp kızarıyordu. İki üç lokma ağzına attıktan
sonra etkili bir aspirin içip dışarı çıkıyordu. Kapısının önünde duran siyah
arabasına binmek yerine yürümeyi tercih ediyordu, havanın kafasına iyi
geleceğini düşünüyordu. Hastanenin önüne vardığında düşüncesinde yanılmadığını
anladı. İçeriye girip beyaz önlüğünü giydi. Boynuna steteskobu takarken
kulağında çınlayan kalp seslerine gülümsedi. Koridorda yürürken kapının önüne
bir ambulansın geldiğin gördü. Koşarak yanına gitti. Ambulans hemşiresinden ne
olduğunu öğrendiğini küçük bir şok yaşadı. "Kalbi durdu!" Hemen
oracıkta kalp mesajına başladı. Her bir dokunuşta gözünün önüne Min Hye
geliyordu ve sanki gülümsüyordu. Yaralının kalbi tekrar atmaya başladığında Il
Woo kocaman bir kahkaha attı. Etrafındakiler deli olduğunu düşünsede gayet
iyiydi. Bundan sonra kurtardığı her insan Min Hye'yi hatırlatıcaktı ona.





-Unutmak istedikleriniz, hiç sevmediklerinizdir-
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Calar Saat
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Bitmiş Hikayeler-
Buraya geçin: