| . |
| | Hisli Sevgilim | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:16 pm | |
| Öncelikle, bundan önceki hikayelerimi okuyanlara, ve yeni (?) okurlarıma teşekkür etmek istiyorum. MAZE’den sonra hikaye yazacağımı hiç düşünmezdim, ama sizin desteğiniz sayesinde KÖR, Fallen Angel ve diğer One-Shot’larımı yazabildim. Yeni hikayemin ismi ‚Hisli Sevgilim‘ (isim için Lee Liwiu’ya teşekkür ederim). Önceki hikayelerimi okuyanlar, hikayelerimde genelde 5-6 karakterden fazlasını oynatmayı sevmediğimi bilir, yoksa yazarken kendi kafam bile karışırdı. Bu hikayemde iki büyük rol var, diğer 3 rol arka planda kalıyor. Bu sefer hikayemde sizlerden birini oynatmayacağım. Ama bundan sonraki hikayemde yine sizden birini seçmeyi düşünüyorum. (Önceki hikayelerimde Ahsen, bahar ve Büsra ile yaptigim gibi ) Hikayemin konusunu kısaca anlatmak istiyorum. Karakterleri anlatmayacağım, bunu okurken siz kendiniz öğreneceksiniz. Konusu: Hikaye aslında gelecekte oynamıyor, ama yine de çok gelişmiş bir dünya bu, yani havada otobüsler, robotlar falan filan. Baş rolümüz Park Junjin çok dağınık ve düzensiz bir hayat yaşıyor. Doğru dürüst çalışmayan, ve buz dolabı bomboş olan bir insan Annesi onun bu halinden hiç memnun olmadığı için ona RoboStem adlı bir firmadan bir robot ısmarlıyor ondan habersiz. Bunu hem o dağınık olduğu için, hem de komşusunun oğlu Shiwon’un da aynı robot modeline sahip olduğu için yapıyor. Anlayacağınız Shiwon’un annesi ile yarışıyor diyebiliriz Bu hikaye’de Junjin’in bu robot ile geçirdiği 10 günü anlatmak istiyorum, bu yüzden sadece 10 bölümü olacak (ama her bölüm en az 5000 kelimeden oluşuyor, yani bayağı uzun yine de). Bu robot kızı Junjin’in ona davranışlarından dolayı bir karakter oluşturuyor ve sevgi ya da öfke gibi duygular geliştiriyor içinden bu 10 gün içinde. Dediğim gibi hikayenin 90%ı bu iki başrolün beraber geçirdiği günleri anlatıyor, diğer 10%u da başka rollere ayırdım. Konusu Kemal Sunal’ın „Japon Işi“ adlı filmine benziyor biraz diyebiliriz. Bu sefer pek aksiyon yok. Daha çok Junjin’in bu robot ile beraber konuşmalarına özen gösterdim. Bundan önceki hikayem Fallen Angel’de sizi yeterince üzdüğümü düşünüyorum, bu yüzden bu hikayemde sizi çok güldürmek istiyorum. Şimdiden bütün okurlarıma teşekkür ederim. Cassie | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:17 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim
Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun
Türü: Romantik, Komedi
Yazan: Cassie
Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir.
NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun onlardan daha genç. Bu hikaye gelecekte (2050 gibi) oynuyor, ama yinede şimdiki zamanla biraz karışık yazdım. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL.
1. Gün
------------------------------------------------------------------------------------------
Mr Park,
Thank you for your purchase from RoboStem Inc. (Worldwide). We hope you find our product satisfactory. Here is an invoice of your order number 539271084:
------------------------------------------------------------------------------------------
Item + Reference No.
Robo5000 Platinum: Collectors Edition; Female – 364823474574
Language Pack: Korean, English – 375436843377
ExtensionPlus: Basic Programming – 7455992603
------------------------------------------------------------------------------------------
Total: 89779.99 credits
------------------------------------------------------------------------------------------
Delivery Address:
Park Junjin
Mapogu Shinsudong
Sungwon Apt. 104-109
Seoul, 121-110
South Korea
------------------------------------------------------------------------------------------
If you experience any problems relating to this product, please contact our 24 hour helpline via VideoCom or our free iPhone/iPad application.
------------------------------------------------------------------------------------------
*-*-*-*-*
Junjin elindeki faturayı çevirdi ve derin bir nefes aldı. Robotlar onu gerçekten ilgilendirmiyordu, ama komşusunun oğlu Shiwon son RoboStem modelini aldığından beri, anneside Junjin’e beş aydır aynısını almakta ısrar etmişti.
Faturayı büküp cebine soktuktan sonra, Junjin arkasına döndü ve oturma odasının ortasında duran ve üzerine RoboStem logosu yapıştırılmış büyük demir kutuya baktı.
“Sanırım kaybedecek bir şeyim yok.” diye mırıldandı kendi kendine. Junjin bir robota ihtiyacı olmadığından emindi. Tamam, apartmanı biraz dağınık olabilir, ama hangi 27 yaşındaki genç adam çamaşır kelterini kırmazdı, yada spatula yakmazdı ki? Junjin dudaklarını büzdü; annesi ona bir açıklama borçluydu.
Kutuya doğru bir adım attı ve işaret parmağını kilidin yanındaki küçük ekrana bastı. Içeriden kilidin açılma sesleri geldikten sonra, kutunun kapısı yavaşca açıldı. Içeriden gelen yeşil dumanı içine çekince Junjin öksürmeye başladı. Gözlerini devirdi. Belliki RoboStem’deki adamlar çok fazla 21. yüzyil filmi izlemiş.
Junjin ellerini gözlerini yaşartan yeşil duman gidesiye kadar havada salladı. Kutunun içini iyice görebilmek için gözlerini defalarca kırptı. Demir kutunun içinde küçük boylu, çekik gözlü, uzun kahve rengi saçlı, süt gibi beyaz tenli ve tatlı burunlu bir kadın duruyordu. Collectors Edition, ha? diye düşündü Junjin kendine gülümseyerek,
güzel.
“Product thawing.”
Junjin dijitalleştirilmiş bir kadın sesinin robotun durumunu anons ettiğinde havaya fırladı. Içerideki robotun ısınıp yüzünün renkle kızarmasını saygı ve aynı zamanda korku ile izledi; dudakları pembe renginde kızardı ve yüzü sağlıklı görünen bir renk ile hafiften bronzlaştı.
Robot gözlerini açtığında Junjin neredeyse donuna sıçtı. “Aman tanrım!”
“Merhaba.” diye konuştu robot. Gülümseyerek kolayca kutudan dışarı bir adım attı ve Junjin’e beklenti ile baktı. Junjin ise korkudan istemsiz bir adım geriye attı.
O an düşünebildiği tek şeyi söyledi. “Bir robot için boyun biraz kısa değil mi?”
Robot ona gözlerini kırparak baktı ve sesinde bir değişiklik olmadan konuştu. “Ben bu boyda ısmarlandım, efendim.”
“Ah.” diye cevapladı Junjin. “Anladım. Şey, ben…” Ne diyeceğini bilemeyerek boynunu kaşıdı. Robotun mükemmel ve mutlâk sakinliği onu rahatsız ediyordu. Heykel gibi, elleri birleşik bir şekilde, sabırlıca Junjin’in devam etmesini bekliyordu.
“Size yardımcı olabilir miyim, efendim?”
Junjin öksürdü. “Şey, senin bir ismin var mı?”
“Ürün numaram XE5802ZTY34, efendim.” diye konuştu robot kusursuz bir gülümseme ile.
“Ah, evet.” dedi Junjin. “Peki, yani, insan ismin var mı?”
“Ben bir insan değilim, efendim.”
Robotu etkinleştirdiği beş dakika bile olmamıştı, ve Junjin şimdiden kafasını demir kutuya vurmak istiyordu. Bu robot çok şirindi, ve çokta tatlı bir gülümsemesi vardı, ama aradan yarım gün geçmeden Junjini sinir etmeye başlamıştı bile. Genç adam derin bir nefes aldı ve robotun gülümsemesine karşılık vermeye çalıştı.
“Sana başka bir isim verebilir miyim? Takma isim gibi bir şey?”
Robot biraz düşündükten sonra başını sallayarak onayladı. “Veritabanım ismimi yeniden programlamanızın mümkün olduğunu söylüyor, efendim.”
“Süper.” diye sırıttı Junjin. Robotun gözleri güzeldi ve yumuşak ifadeleri vardı. Junjin beğninde uyumlu bir isim aramaya çalıştı. Hyori? Junjin kafasını salladı. Olmaz, bu domina ismi… Peki Ha Ni? Hayır, bu da olmaz. Çok sıkıcı. Ex-Sevgilimin köpeğinin adı neydi ya? Ha… ‘Ha’lı bir şey?
“Harang!” diye bağırdı Junjin heyecanlı bir sesle.
“Harang, efendim?” diye sordu robot, başını yana eğerek.
Junjin kuvvetlice başını salladı. “Bu senin yeni ismin olsun. Seni nasıl yeniden programlayabilirim?”
Robotun gözleri birden titredi ve göz kapaklarının altında birer küçük mavi ekran oluştu. Wow, diye düşündü Junjin, bu çok korkunç.
“Merhaba,” diye hoşca bir sesle konuştu robot yine ve gözlerini kırparak eski haline geri döndü. “Benim ismim Harang.”
Junjin etkilenmiş bir şekilde ıslık çaldı. “Güzel.” diyerek elini uzattı. “Memnun oldum, Harang.”
Harang Junjin’in elini kibar ama sağlam bir şekilde tuttu ve salladı. Mükemmel iş tokalaşmasıydı, en azından Junjin için. Şimdiye kadar bir Motor Floater bayiliğine sahip olan ve kendini bu yüzden önemli bir insan gibi gören Lee amcası hariç kimse ile tokalaşmamıştı daha önce. (Motor Floater = Havada uçan arabalar.) Bunu düşünürken, Junjin Harang’ın elini gerektiğinden daha uzun bir süre salladığını fark etti ve hemen bıraktı. Harang onun aklını okumuş gibi gülümsedi.
“Bende sizinle tanıştığıma memnun oldum, efendim.”
“Şey…” diye başladı Junjin rahatsız bir sesle. Bunun bir probleme dönüşeceğini şimdiden biliyordu. “Biliyorum bana… yardım etmeye geldin. Ama, gerçekten ne yapıyorsun sen?” diye sordu utangaçca gülerek. “Daha önce hiç robotum olmamıştı.”
Harang’ın gözleri ışıldadı bunu duyunca. “Ah, efendim, bende en son programlar ve yazılımlar mevcut. Benim geldiğim ürün departmanının son derecede iyi bir itibarı vardır. Fransız mutfağından temizleme programlarına kadar, RoboStem aklınıza gelen her şeyi geliştirdi. Ayrıca robotlarımız çoklu görevleri birden başarabilecek bir şekilde programlanmıştır, efendim.“
“Eh, öylemi.” diye cevapladı Junjin. “Anlıyorum.”
Harang saygılıca eğildi. “Umarım size dilediğiniz gibi yardımcı olabilirim, efendim.”
“Lütfen, bana Junjin de.” dedi genç adam. Bu ‘efendim’ meselesi onu olduğundan dahada rahatsız ediyordu. “Sadece Junjin.”
“Elbette, Sadece Junjin efendim.”
Junjin gözlerinin arkasında oluşan kafa ağrısını hissedebiliyordu. Yavaşca gözlerini ovdu ve içindeki Chi’sini, Zen’ini ve Feng Shui’sini (yada eski dedeler buna ne diyorsa) rahatlatmaya çalıştı.
Harang mükemmel kaşlarını çatarak ona endişelice bakıyordu. “Kendinizi iyi hissetmiyor musunuz, Sadece Junjin efendim?”
Junjin dudaklarını ısırdı ve Zen’ini kocaman ve bembeyaz bir odanın ortasında duran ve çileklerle kaplı olan bir çikolata pastası olarak hayal etti. Sakin. Sakinleşmeliydi. Evet, sakindi.
“Benim ismim Junjin.” dedi umutsuzca. “Lütfen, bana sadece Junjin de. ‘Sadece Junjin’ değil, ve kesinlikle ‘efendim’ ve ‘siz’de değil!”
Harang ona üzgünce baktı. “Seni kızdırdıysam, Junjin, özür diliyorum.”
Junjin kendini bir canavar gibi hissetti. Neden onun gıcık robotu bu kadar şirin olmalıydı? Hem, annesi neden ona bir kız ısmarlamıştı ki? Ona sevgilisiz geçirdiği son bir yılı hatırlatmak için mi? Annesi ona kesinlikle bir açıklama borçluydu!
“Hayır,” diye iç çekti. “Gerek yok. Ben sadece bu robot işine biraz yeniyim.”
Harang ona yine kalp ısıtan gülümsemelerinden birini sundu. “Sana bakmak için buradayım, Junjin.”
“Hehe,” diye gülmeye çalıştı Junjin. Kahretsin! Neden eli ayağına dolanıyordu?
Arkadakı demir kutuya kaydı gözleri. “Bununla ne yapacağız?”
Harang kutuya bakmak için arkasına döndü ve Junjin’in şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Bütün robotların popoları bunun kadar mükemmel ve büyük müydü acaba? Junjin içindeki sapık adamı kontrol altında tutmaya çalıştı.
Harang yine ona döndü. “Kutu evin uygun bir yerine taşınabilir.” diyerek eliyle oturma odasının boş bir köşesine gösterdi. “Uyku konağım olarak yarıyor. Geceleri şarj olup güncelleşiyorum.”
“Anladım.” Junjin bu düşünceyi korkunç buldu. Ya Harang her sabah kutudan çıkıp odasına girip onu korkutursa? “Yerini nasıl değiştireceğiz?”
“Ben istediğin yere taşıyabilirim.” diye cevapladı Harang.
“Ah, öyleyse iyi.” Bu robotlar gerçekten işe yarıyormuş! Ama ayakta durmaktan yorulmuştu Junjin ve oturmak istiyordu. “Onu sonra yaparsın. Şu an bir kahveye ihtiyacım var.”
Harang hemen bir adım öne attı heyecanlıca. “Mutfak nerede? Hemen başlayabilirim!”
“Salonun sonunda,” diye başladı Junjin, “ama ben öyle demek istem-“
Ama cok geçti. Harang mutfağa doğru yürümeye başlamıştı bile. Junjin kafasını sallayarak onu takip etti. Masa’ya oturdu ve Harang’ın mutfağında keşke kendisinde olsaydı diye düşündüğü zarif kolaylıkla kahve malzemelerini bulup hazırlamasını izledi. Evde insan benzeri bir robotun ona hizmetçilik etmesi çok tuhaf bir şeydi. Bir şeyi çok merak ediyordu…
“O kıyafetlerin altında demir mi var?”
Harang içinden buhar çıkan kaynar kahveli bardağı Junjin’in önüne yerleştirdi ve yanında durdu. “Bir insan varlığını tamamen canlandırabilecek şekilde üretildim.”
“Yani etli butlusun?”
“Evet.” diyerek yine gülümsedi Harang. “Benim geldiğim ürün departmanı böyle tür robot yapan ilk departman! Istersen sana gösterebilirim?”
Junjin’in nefesi kesildi bir an ve neredeyse kaynar, mükemmel kahvesini yudumlarken boğuldu. “Hayır,” diye tükürükler saçarak konuştu. “Iyisin. Sana inanıyorum.”
Harang’ın eli bulizini kaldırmayı bıraktı ve yine ellerini birleştirerek Junjin’e baktı. Junjin’in yüzü kızardı ve önündeki sandalyeye gösterdi eliyle. “Otursana.”
Harang yüzünde bir değişiklik olmadan cevap verdi. “Bu tür teklifleri kabul etmekte programlanmadım.”
Junjin Harang’ın elini okşadı. “Lütfen otur. Ben burda otururken senin ayakta durman beni rahatsız ediyor.”
Bunu duyunca Harang tereddüt ederek sandalyeye oturdu ve ellerini kucağında birleştirdi. Junjin Harang’ın bu tatlılığına uzanıp onun saçlarını dağıtmamakta zor tutuyordu kendini.
“Mükemmel kahve yapıyorsun.” dedi Junjin. Bir yudum daha aldıktan sonra gülümsedi. Harang’ın kendini rahat hissetmesini istiyordu.
Harang’ın yanakları hafiften kızardı. “Teşekkür ederim, Junjin. Sana her gün mükemmel kahve yapmak istiyorum.”
Junjin başını salladı ve bu durumun ne kadar tuhaf olduğunu düşünmemeye çalıştı. Bir süreliğine sessizce oturdular. Junjin kahvesini yudumlarken, Harang mutfakta etrafına baktı omuzları dik ve elleri kucağında yerleştirilmiş bir şekilde. Junjin biriyle yaşamayı ve yalnız kalmamayı düsünmeye çalıştı. Konuşacak birisi olması çok güzel olurdu. Junjin’in arkadaşları vardı, hemde çok, ama biriyle aynı evi paylaşmak bambaşka bir şeydi. Biriyle yaşayalı çok uzun bir süre olmuştu… En son yaşadığı kişi… Neyse, bu önemli değildi zaten. Insan yada makine, bir arkadaşının daha olması güzeldi. En azından, Junjin arkadaş olmalarını umuyordu.
Bardağından son yudumu aldıktan sonra masanın üstüne koydu, bardağın içinde son bir kaç damla kahve kalmıştı. Öksürerek, yüzünü kaldırdı ve Harang’a baktı.
“Evin gerisini görmek ister misin?”
Harang hemen gülümseyerek başını salladı heyecanlıca. “Ah, bu çok güzel olurdu! Iş ortamımı tanımam önemlidir.”
Junjin sırıttı; bu robotun hevesi ve heyecanı bulaşıcıydı sanki. “Görülcek çok şey yok aslında, ama yinede evim işte.” Sandalyesinden kalkıp salona doğru yürüdü. “Hadi, gidelim.”
Harang onu takip etti ve salona girdiğinde Junjin’i bekledi. Junjin birden kendini tuhaf hissetti, sanki önemli biriymiş gibi; bir rockstar yada politikacı gibi bir şey. Harang’ı oturma odasının yanındaki kapıya götürdü. Salonda üç tane açılmamış kapı vardı.
“Burası,” diye başladı, ve ilk kapıyı açtı, “tuvalet.” Kapıyı sonuna kadar açtı ve duşa gösterdi eliyle. “Robotlar tuvaleti kullanıyor mu?”
Harang düşüncelice dudağını ısırdı. “Sadece insan sıvı maddelerini yada yemek tüketirsek.”
Tabi. Junjin sapıklığa eğilik olsaydı, o zaman ‘insan sıvı maddelerine bir çocuk gibi kıkırdardı. Ama gerçekten değildi. Gerçekten. Junjin sapık değildi. Gerçekten, gerçekten.
Kıkırdamasını geri tutarak, “Anladım. Lazım olursa, hepsi burada.” dedi.
Harang olumlu bir ses çıkardıktan sonra, Junjin kapıyı kapattı ve sıradaki kapıya yöneldi. Kapıyı açmadan önce biraz tereddüt etti. Bir robota yatak odasını göstermekte neden bu kadar heyecanlıydı ki?
“Burası benim yatak odam.” dedi sonunda ve kapıyı açtı.
Harang meraklıca odanın içine baktı dışarıdan. “Yatak odalarını kitaplarda görmüştüm daha önce. Burası çok rahat görünüyor.”
Junjin şaşkınca bir kaşını kaldırarak kafasını salladı. “Gelsene içeri, iyice bir bakın.”
Harang duraksadı. “Bu müsait midir, Junjin? Izinsiz girmek istemem.”
“Tabiki müsait.” diye güvence verdi Junjin. “Sende burda yaşayacaksın, bu yüzden her şeyi görmen gerekli.” Odaya girip yatağına oturdu. “Otursana?”
Harang dikkatlice kendini yatağın en köşe ucuna bıraktı. Junjin bilerek öksürdü ve eliyle sırıtan ağzını kapattı.
“Rahatlayabilirsin.”
Harang başını salladı. Bir kaç santim geriye yaslanmaya hazırlanırken, yumuşak yatağın üstünde hafiften sekti. Gözleri şaşkınlıktan büyüdü, ve ağzı ‘o’ şeklini aldı.
“Yatakları sadece kitaplarda okumuştum, ama şimdi neden insanların burda bu kadar çok zaman geçirdiklerini anlayabiliyorum.” diyerek biraz daha zıpladı. “Olağanüstü konfor!”
Junjin gülerek Harang ile beraber zıplamaya başladı. “Sanırım öyle.”
Harang bir süre sonra yavaşca durdu ve yine Junjin’e çevirdi yüzünü. “Uyuduğun yer burası mı?”
Junjin başını ‘evet’ anlamında salladı.
“Ve cinsel birleşme yaşadığın yer?”
Junjin’in gözleri şaşkınlıktan büyüdü ve dengesini kaybedip neredeyse yataktan düştü. “Şey. Bazen. Son zamanlarda değil, ama…” Junjin ne diyeceğini bilemiyordu şaşkınlıktan.
Harang yine mükemmel kaşlarını çattı. “Seni yine kızdırdım mı, Junjin?” diyerek hemen ayağa kalktı ve onun önünde eğildi. “Veritabanımı güncelleştireceğim.”
Junjin hemen kendine geldi. “Hayır, önemli değil. Haklısın. Bu yatağı uyku ve… şey, sex, için kullanıyorum, evet. Başka bir şey için kullanmıyorum.”
Junjin yatağında tatlı bir robot ile sex üzerinde konuştuğunu düşünmemeye çalıştı. Daha yeni tanışmışlardı. Bu çok yanlıştı. Kısa süredir birbirlerini tanıdıkları için değil (Junjin kadınlarla daha kısa tanışmalardan sonra yatmıştı), daha doğrusu Harang’ın bir robot olmasıydı. Cinsel olmayan, güzel gözlü, şeker bir makine parçası.
Harang rahatlamış bir şekilde yine Junjin’e doğru eğildi. Junjin yatağına yaslandı ve bacak bacak üstüne çeldi. Harang’ın yine yatağa oturmasını gösterdi eliyle, ve robotun heyecanı geri dönünce güldü.
“Şimdiii…” diye başladı Junjin, “Beraber yaşayacaksak, birbirimizi tanımamız gerekli, değil mi?”
Harang başını salladı.
“Bana robotları anlat, Harang.”
Harang’ın gözleri ışıldamaya başladı ve Junjin doğru konuyu açtığını anladı.
“Daha öncede söylediğim gibi, benim ürün departmanım benim gibi robotların üretildiği ilk departman.” Harang konuşurken hafiften öne doğru eğildi. “Biz robotlar neredeyse tamamen insanlaştırıldık. Vücutlarımız bir insan vücudunun tamamen bir kopyası yada takliti olarak geliştirildi. Kendiliğimizden düşünce oluşturabiliyoruz ve temel ve basit duyguları hissedebiliyoruz. Ayrıca, sahibimizin yanında büyüyerek, bir kişilik geliştiriyoruz, aynı insan çocukları gibi. Her müşterimizin kendi robotunu kendi istediği yada tercih ettiği gibi kurması için çeşitli güncellemeler ve programlar mevcut.”
Junjin takdir ederek ıstlık çaldı. Bu RoboStem adamları bayağı iyiymiş.
“Fakat,” diyerek Harang yine ellerini kucağına koydu dik omuzlarla, “Gözetim altında bulunuyoruz. MotherBoard, yani ana server tarafından insanları tehlikeye sokma ihtimalini azaltmak için sürekli gözaltında bulunuyoruz.”
Junjin buu duyunca karnı ağrımaya başladı ve biraz üzüldü. Harang çoğu insan arkadaşlarından daha canlı ve insan gibi görünüyordu. Gözetim altında bulunması çok üzücüydü. Sanki Harang kendi hayatının esiriymiş gibi. Junjin şefkatle gülümsedi.
“Ürün departmanındaki bütün robotlar aynı mı?” diye sordu Junjin sonra. Sokaklarda Harang’ınkine benzer bir göt gördüğünü hatırlardı kesin!
“Tabiki hayır, Junjin.” Harang ona gülümsedi. “Hepimiz müşterimizin isteklerine ve tercihlerine göre yaratıldık. Sadece ana programlarımız eşittir. Görünüşümüz ve vücudumuz her zaman değişiktir. RoboStem’de ayrıca, özel zevk yada kullanışlar için biz robotlar için ‘Extension Packs’, yani ek program mevcuttur.”
Junjin’in bu ek programların ne tür olduklarına dahil bir şüphesi vardı, ama yinede sormadan edemedi. “Ne tür ek programları bunlar?”
“Zekâ, profesyönel alanlarda uzman tecrübeleri. Sex.”
Junjin kafasını salladı üzgünce. Bu acınacak bir düşünceydi.
“Çoğu müşterilerimiz robotlarımızı cinsel partner olarak ısmarlıyorlar. Her tür fetiş ve yetenek seviyeleri için program sunuyoruz.”
Harang bu bilgileri kolaylıkla söyledi ve Junjin’in içinden bu masum robota sarılmak geldi. Harang’a ciddice baktı.
“O programlara ihtiyacım yok, Harang. Ben senin arkadaşın olmak istiyorum.”
Harang başını yana eğip sevecen bir şekilde gözlerini kırptı. “Gerçekten mi? Arkadaşım mı olmak istiyorsun?”
“Evet, eğer sende istersen tabiki?” diye sordu Junjin sevimli bir sesle.
Harang elleriyle alkışladı sevinçten ve gülümseyerek, mükemmel bembeyaz dişlerini bütün dünyaya gösterdi. “Bu gerçekten çok güzel olur! Arkadaşlar hakkında kitaplarda okudum. Gerçek bir arkadaşımın olması bence harika olurdu.”
“Süper!” diye gülümsedi Junjin. “O zaman arkadaş olalım.”
Harang bunun üzerine yataktan kalkmaya hazırlandı ama ayağı hiç bir şeye takılmadan yana doğru düştü ve Junjin’in elbise dolabına çarptı. “Ah aman!” diye çığlık attı büyük gözlerle. “Çok özür dilerim. Daha yeni etkinleştirildiğim için hareketlerimi tam kontrol edemiyorum. Hemen veritabanımı güncelleştiriyorum.”
Şaşkınca, Junjin ayağa kalktı ve Harang’ın yanına gitti. “Hayır, önemli değil.” diyerek Harang’ın omzunu okşadı, bir arkadaş gibi. “Aslında iyi. Çok tatlı. Seni daha çok insan gibi yapıyor.”
“Tatlı?” diye sordu Harang.
“Senden daha tatlı bir robot tanıyorum desem, yalan olurdu, Harang.” diye güldü Junjin ve Harang’ın omzuna hafifce vurdu. “Hadi gel, bir şeyler yiyelim.”
Harang’ın yüzü yine hafiften kızardı ve yine dik pozisyonunu aldı. “Elbette. Şimdiye kadar yediğin en güzel yemeği yapacağım sana.”
“Hayır, Harang, öyle demek istem—“
Ama yine, çok geçti. Harang salondan mutfağa doğru yürümeye başlamıştı bile. Junjin bir elini yüzünden geçirdi ve derin bir nefes aldı. Konuşmadan önce düşünmek kesinlikle bir öncelik olmalıydı artık.
*-*-*-*-*
O gece, Junjin yatağında yatarken, kendini uzun süredir bu kadar mutlu ve sevimli hissetti. Evde bir robotun varlığı düşündüğü kadar bir travma vermemişti ona aslında. Harang’ın oturma odasındaki kutusunu başka bir yere taşımasının sesi girdi Junjin’in kulaklarına ve genç adam yastığına gülümsedi. Yarın, Junjin üçüncü kapıyı açacaktı. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:17 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim
Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun
Türü: Romantik, Komedi
Yazan: Cassie
Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir.
NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL.
2. Gün
Junjin kablo ve robotlarla dolu bir ormanın içinde koşuyordu. Gökten fındık ve çilek yağıyordu. Koşarken şarkı söylemek mümkün mü? Çünkü Junjin şarkı söylüyordu.
Etrafını daha iyi görebilmek için gözlerini kırptı ve uzaklarda bir maymun’un durduğunu farketti. Gerçek bir maymun! Junjin onu görünce şarkı söylemeyi bıraktı ama koşmaya devam etti. Maymun kopmuş kablolardan sallanarak oynuyordu. Sonra Junjin’e döndü ve gülümsedi, bembeyaz dişlerini göstererek.
“Junjin.” dedi maymun.
Junjin maymun’un olduğu yere doğru koşmaya başladı, ama ona yaklaşamıyordu. “Kablolarla oynama! Tehlikeli!” diye bağırdı. Sevimli maymunun kablolara dokunup yaralanmasını istemiyordu.
“Junjin.”
Maymun Junjin’e doğru koştu birden ve tam önüne hopladı. Junjin şaşkınlıktan koşmayı bıraktı. Sonra küçük maymun kıllı parmağı ile genç adamın yanağına dürttü.
“Junjin?”
Maymun ona dahada yaklaştı. O kadar yaklaştı ki, Junjin gözlerinin içinde küçük mavi ekranlar görebiliyordu.
“Junjin!”
Junjin ani bir hareketle uyandı, gözlerini açtı ve bir kız gibi bağırdı. Harang onunkilerden en fazla bir santim uzakta olan gözleriyle neredeyse Junjin’in içine bir delik açıyordu bakışlarıyla.
“Ouff!” diye bağırdı Junjin zekice.
Harang sevinçlice gülümsedi. “Uyandın nihayet!”
Junjin inledi ve oturma pozisyonuna geçti. “Saat kaç?”
Genç adamdan uzaklaşarak Harang yatağın köşesine oturdu ve hafiften hopladı yumuşak yatağın üzerinde. “Yaklaşık olarak sekiz saat ve üç dakika ante meridiem.”
Junjin robota sanki kafasında bir hasar varmış gibi baktı ve yine yatağına yayıldı. “O ne demek oluyorsa, daha çok erkendir kesin.”
“Seni tam sekiz saat ante meridiem’de uyarmaya çalıştım.” dedi Harang ciddi bir ifade ile. “Ama seni uyandırmak oldukca zordu. Maymun ve fındıklarla alakalı birkaç şey sayıkladın.”
Koluyla yüzünü kaplayarak, Junjin püfledi. “Neden bu kadar erken uyanığım? Daha gecenin yarısı!”
Harang kalktığında yatak yine biraz yükseldi. Junjin robot odasında dolanırken ne hareket etti nede konuştu. Bunları bile yapamayacak kadar çok uykusu vardı.
Birden göz kapaklarının ardına neredeyse kör edebilen (en azından Junjin için) bir aydınlık geldi.
“Bu ne?” diye mırıldandı Junjin ve kendini yorganın altında saklamaya çalıştı.
“Sabah oldu, Junjin!” dedi Harang şarkı söyler gibi. “Kahvaltıyı hazırladım bile.”
Junjin kendini saklamayı bıraktı ve Harang’a yorganın ucundan baktı büyük gözlerle. “Yemek mi?”
Harang gülümsedi. “Evet, yemek.”
“Ne tür yemek?” diye sordu Junjin dikkatlice. Içinde bir his, Harang’ın ona sabahın köründe sağlıklı (ve Junjin için tamamen gereksiz) şeyler yedireceğinden şüpheliydi.
Harang boş durmamak için Junjin’in dolabını açtı ve onun için bir kıyafet hazırladı. “Dolaplarını detaylıca inceledikten sonra, tatlı şeylerin popüler bir seçim olduğunu anladım.”
Junjin dolaplarında hiç bir şey olduğunu bile bilmiyordu.
“Krep hazırladım.” diye devam etti Harang, “Yanında çikolata soslu ve kaymaklı. Taze kahvede hazır.” Düzgünce dürdüğü kıyafeti yatağın uçuna koydu ve yüzünü Junjin’e çevirdi. “Umarım bu iyidir?”
Junjin sırıttı. “Bence benimle evlenmelisin.”
Harang kafası karışık bir ifadeyle Junjin’e baktı. Dediklerini anlayınca yavaşca yanakları kızardı ve yere çevirdi yüzünü. “Ah.”
Junjin yatağından yere doğru yuvarlandı ve ayağa kalktı. Sonra Harang’ın omzuna hafifce vurdu. “Şaka yapıyorum.” Harang’ın gözlerine baktı. “Teşekkür ederim. Duş alıp giyindikten sonra, dünyanın en güzel kahvaltısını yapmaya geliyorum.”
Harang kafasını ‘tamam’ anlamında salladıktan sonra eğildi. Kırmızılık hala yanaklarının elmacıklarında belliydi. Junjin onun denemeden bile bu kadar mide bulandırıcı bir şekilde tatlı olduğu için yanaklarını dürtmek istedi birden. Ama tabii ki yapmadı.
“Seni yalnız bırakayım ben.” dedi Harang. Junjin’e küçük bir gülümseme sunduktan sonra odasından çıkıp ardından kapıyı kapattı.
Junjin ayak parmaklarının üzerinde kendini dengeleyerek vücudunu gerdi. Uzun bir esnemeden sonra ayak parmaklarindaki dengesini kaybetti ve öne doğru fırladı. Yerde yayılmışken tabana baktı düşüncelice. Bu robot işi bayağı iyiymiş; her sabah güzeller güzeli bir kadın tarafından uyandırılıyorum. Yanında kahvaltı ve kahve ile.
Zaten evliliğe kimin ihtiyacı vardı ki?
*-*-*-*-*
“Bu nefisti.”
Junjin sandalyesine yaslandı ve dolu karnını okşadı. “Dünya’nın en güzel kreplerini yapıyorsun, Harang.”
Harang bulaşıkları topladı ve yıkamaya başladı. “Teşekkür ederim, Junjin. Beğendiğine çok sevindim.”
Kahvesinin geri kalanını bir yudumla içtikten sonra, Junjin ayağa kalktı ve elini Harang’ın koluna koydu. “Bulaşıkları bırak şimdilik.” diye gülümsedi güzel robotuna. “Sana bir şeyi göstermek istiyorum. Kahvaltı’nın karşılığı gibi bir şey.”
Harang ona ödü kopmuş gibi bakıyordu. (Ama robotların ödü yoktu ya, o başka bir mesele.) “Hayır, Junjin. Sana bakmak için burdayım. Bu benim görevim. Benim için bir şey yapmamalısın.”
“Ama arkadaşlarımın bana hizmet etmesine alışık değilim.” dedi Junjin ve dudaklarını büzerek Harang’ın kolunu çekti bir çocuk gibi. “Gelsene, lütfen? Beni çok mutlu edersin.”
Bu laf işe yaramıştı sonunda. Harang gülümsedi ve köpüklü ellerini yıkadı.
“Seni mutlu yaparsa, tabii ki.” diye kabullendi. “Bu benim amacım.”
Junjin bunun üzerine sırıtarak Harang’ı mutfaktan dışarı ve salondaki üçüncü kapıya götürdü. Bu odayı Harang’a dün göstermemişti.
Derin bir nefes alarak, Junjin Harang’a döndü. “Bu benim işim. Pek… geleneksel değil, ama çok severek yapıyorum. Benim tutkum diyebiliriz.”
Harang başını meraklıca yana eğdi. Junjin kapıyı açtı ve Harang’ın önce girmesi için eliyle işaret etti.
“Ama…” diye başladı Harang kaşlarını çatarak.
Junjin neredeyse gözlerini deviriyordu. “Lütfen, önce sen.” Ilk Harang’ın girmesini istiyordu, çünkü robotun odanın içindeki eşyaları gördüğünde yaptığı ifadeyi merak ediyordu.
Harang başını salladı ve içeri girdi.
Junjin arkadan Harang’ın nefesinin kesilmesini duyabiliyordu sanki ve sırıtan dudaklarını eliyle kapattı. Iş odasını çoğu insana göstermezdi Junjin, ama gören herkesin tepkisi böyle olurdu. Junjin’de odaya girdikten sonra kapıyı ardından kapattı.
“Beğendin mi?”
Harang ona döndü. Ağzı açıktı. “Bunlar nedir? Daha önce hiç böyle şeyler görmemiştim.”
Junjin kapıya yaslandı ve gülümsedi. “Müzik sever misin, Harang?”
Robotun gözleri sevinç ve heyecan ile doldu. “Ah, evet!” diyerek elleriyle alkışladı. “Gelişen robotların konsantre olabilmesi ve rahatlaması için Minstrel, yani ozan yada ortaçağ halk şairi müzikleri çalıyordu ana serverimiz.” Sonra Harang yine odadaki enstrümanlara döndü ve etrafına bakındı. “Seninde burada bir Minstrel modelin var mı?”
“Hayır,” diye güldü Junjin. Harang’a Minstrelin bir enstrüman olmadığını nasıl açıklardı? Kapıdan ayrıldı ve eliyle etrafına gösterdi. “Bunların hepsi enstrümanlar, ve müzik aletleridir.”
Harang gözlerini kırptı şaşkınca. Bu ifade Junjin’e bir arkadaşının çok sevdiği bir Disney film karakterini hatırlatıyordu.
“Ama bunlar robot değil!” diye haykırdı Harang şüphe ile. “Nasıl müzik yapıyorlar?”
“Bunlar, şey… manuel çalınıyor.” diye açıkladı Junjin.
Harang’ın şüpheli ifadesi hayranlığa dönüştü. “Bunların isimleri ne peki?”
Junjin Harang’ın elini tutup onu bir enstrümanın önünde duran uzun bir banka götürdü.
“Bu,” diye başladı Junjin ve enstrümanı kaplayan uzun tahtayı kaldırdı, “bir piyano.”
Harang’ın gözleri yine şaşkınlıkla büyüdü. “Bir piyano! Piyanolar hakkında bir şey okumuştum daha önce, ama…” diyerek enstrümana hayret ile baktı. Siyah ve beyaz tuşları enstrümanı dahada güzel yapıyordu. “Bunun böyle görüneceğini hiç düşünmemiştim.”
“Işte,” diye sırıttı Junjin, “al sana gerçek bir piyano!”
Harang birden kaşlarını çattı ve Junjin’e döndü. “Bununla nasıl çalışıyorsun?”
Junjin boynunu kaşıdı ve kafasını eğdi. “Eski filmlerin müziklerini restore edip eski haline geri getiriyorum. Gerçek iş değil, sanırım. Ama bunu yapmayı çok seviyorum.” diyerek Harang’a baktı. “Bir şarkı dinlemek ister misin?”
Harang başını o kadar heyecanlı salladı ki, neredeyse banktan düşüyordu. Junjin gülerek onu dirseğinden tuttu ve oturma pozisyonuna getirdi.
“Rahat ol. Sana favori parçalarımdan birini çalayım.”
Junjin parmaklarını uzattı ve kütletti. Sonra parmaklarını tuşların üzerine ve bir ayağını pedalın üzerine yerleştirdi ve oynamaya başladı.
Ilk başta hafif bir şey, yeni bir hayatın renkleri, yeşil ve taze. Umudun yaratılışı, bir ağaçtan düşen yaprak gibi havada uçan melodiler, hayata renk katan ezgiler. Muzaffer bir marş, gururlu ve güçlü, ve Junjin’in şimdiye kadar yazdığı parçalardan çok farklı bir çalışma. Zirveye ulaşmak, iki sevgilinin birbirini kalabalığın içinde bulması, ve sonunda yumuşak melodilerle buluşmaları, birbirlerine kavuşmaları. Mutlu bir son.
Notlar yavaş yavaş soldu ve söndü, ve geride sabahın güneş ışığıyla çiçeklenen pozitif bir duygu bıraktı. Junjin Harang’a döndü, beklenmedik bir gerginlikle. Acaba Harang bu şarkıyı beğenmiş miydi?
Robot’un gözleri piyano’daydı hala, ama Junjin onun şu an piyano’yu göremediğini, bambaşka bir dünyada olduğunu anlamıştı. Gözleri odaklanmamıştı ve vücudu hafiften titriyordu.
“Harang?” diye sordu Junjin usulca.
Cevap yoktu, sanki Harang onu duymamış gibi.
“Harang?” Bu sefer Junjin sesini biraz yükseltti. “Iyi misin?”
Harang dalgınlığından uyandı ve hafifce sarstı. Junjin’e çevirdi yüzünü, ama Junjin ifadesini okuyamıyordu. “Ben…” diye başladı ama lafını kaybetti.
Junjin alt dudağını ısırdı ve Harang’ın omzunu okşadı. “Neyin var?”
“Bu… Bunun için programlanmadım…” Harang’ın açık karışıklığı Junjin’in kalbini kırıyordu.
“Yanlış bir şey mi yaptım?” diyerek kolunu Harang’ın omuzundan çekti. “Özür dilerim, Harang. Belki bu biraz fazlaydı senin için.”
“Hayır.” dedi Harang çabukca. Ifadesi çok ciddiydi. “Bende programlanmış olan bütün basit ve temel duygular yükseldi. Her şeyin… yeni seviyesini hissedebiliyorum.”
“Bu… kötü mü?” diye sordu Junjin dikkatlice.
“Sanmıyorum.” Harang kaşlarını çattı. “Kendimi mutlu hissediyorum. Bağırmak geliyor içimden. Çok tuhaf bir duygu… ama kendimi doğru hissediyorum.” Bunları dedikten sonra yüzünde kocaman bir gülümseme ile Junjin’e döndü. “Bu parçayı veritabanıma kaydettim. Gece şarj olunca dinleyebilirim.”
Junjin ister istemez Harang’ın gülümsemesine cevap verdi. “Beğendiğine sevindim. Uzun bir süre önce yazmıştım. Bayağı bir zamandır oynamadım.”
Harang Junjin’e yaklaştı bankta. “Neden? Bu harika bir şey!”
“Sanırım aklım pek yerinde değildi son zamanlarda.” diye güldü Junjin. “Ama sen geldiğinden beri mutlu bir şeyler çalmak istiyorum birden.“
Harang’ın gözleri’nin içi parladı. “Seni mutlu edebiliyorsam, Junjin, o zaman hayatındaki amacımı yerine getirmiş oluyorum.”
Ne kadar masum, diye düsündü Junjin. Gülerek başını salladı.
“Bu gece benimle dışarı çık.” dedi birden.
“Dışarı mı, Junjin?”
Junjin kendini tokatlamak istiyordu. Yanlış sözleri seçmişti. “Seni arkadaşlarıma tanıtmak istiyorum.”
Harang ama hala emin görünmüyordu.
“Daha çok müzik olacak.” diye denedi Junjin. Belki bu yöntemle Harang’ın gelmesine ikna edebilirdi. “Ve ben çok içince bana bakabilirsin.”
Harang’ın kaşları havaya fırladı. “Çok içemezsin, Junjin!”
Junjin yine kendini tokatlamak istiyordu, çünkü yine yanlış sözleri seçmişti. “Biliyorum, ama… yani, ben… lütfen gel?”
Harang sanki kendini gülmekten zor tutuyor gibi görünüyordu ve bunu saklamak için başını eğdi. “Tabii ki. Sana herhangi bir şekilde yardımcı olabilirsem, o zaman sana eşlik edeceğim.”
Junjin Harang’ı şu an bir ingiliz centilmen olarak hayal ediyordu. Fakat Junjin’in üzerinde ne bonesi nede jüponu vardı, bu yüzden hayali hemen kayboluverdi.
“Süper!” diye haykırdı ve gülümsedi. Piyano’nun kapağını kapatarak banktan kalktı. “Bir kaç kişiyi aramalıyım bu akşam için.”
Harang onu odadan dışarı takip etti. Salona girdiklerinde Junjin Harang’ın arkasında yürümeyi bıraktığını fark etti.
“Teşekkür ederim,” dedi Harang sessizce, “müzik için.”
Junjin kendine gülümsedi ve yürümeye devam etti. “Bir şey değil.” dedi geriye bakmadan.
*-*-*-*-*
“Nasıl görünüyorum?” diyerek Junjin fırıl fırıl döndü yerinde, ama hemen sonra pişman oldu. Iki sol ayaklı bir balerin gibi hissetti kendini.
Harang gülümsedi. “Ah, Junjin. Çok yakışıklısın.”
“Oooh, teşekkürler.” diyerek bir centilmen gibi eğildi ve hayalı şapkasını çıkardı.
Harang ona şaşkınca baktığında çabalarının ama besbelli boşa gittiğini anladı Junjin. Her neyse.
“Peki,” diye konuyu değiştirmeye çalıştı Junjin, “senin başka giyisilerin var mı?”
Harang başını salladı. “Sadece bir kıyafetim var. Kendiliğinden temizleniyorlar.” dedi üzerindeki giyisilere göstererek.
Junjin ıstlık çaldı. “Vay be, bu çok süper bir fikir.” Sonra Harang’a sırtını dönüp dolabını açtı. “Ama RoboStem’in stilisti her kimse… çok kötü bir tarzı var.” Düşüncelice eşyalarını aradı ve bir köşede eski kız arkadaşının giyisilerini buldu. Ona geri vermeyi düşünüyordu, ama numarasını silmişti ve uzun zamandır konuşmamışlardı. “Buyur.” diyerek askıları Harang’a uzattı.
Harang şaşkınca gözlerini kırptı. “Bunların temizlenmeye mi ihtiyacı var?”
Junjin ona deliymiş gibi baktı. “Hayır, senin giymen için.”
“Ah hayır,” diye protesto yaptı Harang hemen ve giyisileri Junjin’e geri uzattı, “Işverenimin giyisilerini giyemem.”
“Işveren mi? Arkadaş olduğumuzu sanıyordum…” Ucuz bir pişmanlık deneyişiydi, bunu Junjin biliyordu, ama Harang’ın bu çirkin kıyafetle dışarı çıkmasına izin veremezdi.
“Ah, tabii ki. Ama…”
Junjin giyisileri yine Harang’a uzattı. “Lütfen? Hem, bunlar benim degil.”
Harang eğildi ve başını salladı. “Arkadaşım için her şeyi yaparım. Çok iyisin, Junjin.”
“Pssh.” diye ses çıkardı Junjin utancından. “Sen burda üstünü değiştirebilirsin, ben dışarıya—“
Harang birden pantolonunu çıkardığında Junjin ağzı açık ve bir taş gibi kalakaldı oracıkta.
“Aman tanrım.” diyerek hemen gözlerini tabana çevirdi genç adam. “Iç çamaşırın yok.”
Harang pantolonunun bir bacağını çıkardı ve diğer bacağı havadayken durdu ve Junjin’e baktı robotik mücevherleri ekrandayken. “Iç çamaşırına ihtiyacım mı var? Insan bedensel fonksiyonları yada emisyonlari üretmiyorum.”
Junjin’in yanakları kızardı ve gözlerini tabanda tuttu. “Şey yani, iç çamaşırları… her şeyi yerinde tutuyor. Heh.” Hemen vücudunu dolaba çevirdi ve çekmecelerde aradı. Eski kız arkadaşının buralarda bir yerde bir külodu olmalıydı. Junjin bunu neden brakmıştı kendisi bile bilmiyordu, ama en azından şimdi bir işe yaramış olacaktı. “Bir dakika bekle.”
Eski külodu sonunda bulunca iki parmağının arasında tuttu. “Oh be, buldum! Bir günlük bunlar yeter, Yarın yenilerini almaya…” Harang’a geri döndüğüde nerdeyse gülmeye başladı. Harang vücudunun alt bölgesine meraklıca bakıyordu, ve elleri belindeydi.
“Iyi misin?” diye sordu Junjin. Yine yanakları kızarmaya başlıyordu.
Harang yüzünü ona çevirdi. “Bu çok gereksiz bir makine parçasına benziyor.” dedi ve vajinasına gösterdi eliyle. “Arkadaş olacaksak, buna gerek yok. Ana Server’den bunu kaldırmalarını isteyeceğim.”
Junjin burnunun sıktı ve gözlerini kapattı. Çikolata Zen. Hemde çok.
“Hayır,” dedi sonunda, ve arkadaşının robotik vajinasına bakmamaya çalışarak ona külodu uzattı. “Kalsın. Hoş görünüyor.”
…Hoş mu? Junjin yerin yarılmasını ve onu tamamen içine çekmesini istiyordu. Junjin, flört kralı, yatak odasında çıplak bir kadın robotun vajinasına iltifat ediyordu.
“Bunu giy.” diyerek külodu Harang’ın eline sıkıştırdı ve kaçarcasına odanın kapısına yöneldi. “Ben dışarıda bekliyorum.”
Dışarıya çıktıktan sonra, Junjin kapıyı kapattı ve tuvaletine koştu. Tuvaletin yerine yığıldı ve bir beş dakika boyunca kıkırdadı durdu küçük bir kız gibi.
*-*-*-*-*
“Burası neresı?”
Junjin arkasına baktı ve Harang’ın rengi solmuş ve kirli binaya baktığını fark etti. Başını sallayarak gülümsedi.
“Burası arkadaşlarımla takıldığım yer.”
Harang ikna olmuş gibi görünmüyordu. “Güvenli mi?”
Gülerek, Jujin Harang’ın elini tuttu ve girişten geçirdi. “Tabii ki güvenli. Sadece bir kulüp.”
“Bir kulüp mü?” diye sordu Harang meraklıca, ve Junjin’i itaatkarca takip etti.
Junjin Harang’ı dar bir salon’dan başka bir kapıya doğru götürdü. Bu kapıyı açtığı an, Harang’ın kulaklarına yumuşak bir soul şarkısı girdi. Kapıdan hafif bir duman çıkıyordu.
Harang şaşkınca etrafına baktı. “Burası bir kulüb mü?”
Junjin sırıttı. “Bu bizim tarz kulübümüz.”
Masaların etrafından geçerek minik sahnenin yanındaki bara yaklaştılar.
“Bakıyorum ekşi yağmur Junjin’i getirmiş içeri.”
Junjin barmene baktı ve güldü. “Beni özlediğini biliyordum.” Bar’ın üzerinden uzanarak arkadaşına yarım yamalak sarıldı. “Minwoo, bak sana birini tanıtmak istiyorum-“
Ama Harang onu dinlemiyordu. Sahnedeki sanatçıyı izliyordu.
“—Harang.” Junjin sırıttı ve Minwoo kaşlarını kaldırdı. “Lyn’in büyüsü bayağı çabuk geçti buna.”
Minwoo gözlerini devirdi ve arkadaşına bir içecek doldurdu. “Tabii ki, her zaman öyle.”
Junjin Minwoo’ya dilini çıkardı ve Harang’ın omuzundan tutarak hafifce salladı. “Iyi misin?”
Harang yüzünü Junjin’e çevirdi ve ona büyük gözlerle baktı. “O bir robot mu?”
Junjin gülüşünü örtmek için öksürdü ve başını salladı. “Maalesef, hayır. Benim arkadaşım Lyn.” diye sırıttı. “Güzel söylüyor, değil mi?”
“Muhteşem, gerçekten.” dedi Harang, ve gözlerini yine sahneye çevirdi. Sahnedeki kadının görünüşü zaten çok güzeldi. Bir de mükemmel sesinin eşliğinde olağan üstü bir performans sergiliyordu.
“Hey.” Junjin bir elini Harang’ın yüzünün önünde salladi. “Bu benim arkadaşım Minwoo. Bu kulübün sahibi.” diyerek Minwoo’ya gösterdi eliyle.
“Ah!” Harang hemen Minwoo’ya döndü ve eğildi. “Beni affet, Minwoo. Kendimi müziğe kaptırmışım. Benim adım Harang. Memnun oldum.”
Minwo Harang’a sıcak bir gülümseme sundu. “Bende memnun oldum, Harang.” Sonra elini Junjin’den Harang’a gösterdi. “Birbirinizi nasıl tanıyorsunuz?”
“Ben onun-“ diye başladı Harang, ama Junjin hemen lafını böldü.
“Harang benim yeni arkadaşım. Daha dün tanıştık.” diye açıkladı Junjin. “Gerçek müziğin büyük bir hayranıdır.”
“Öyleyse,” diye başladı Minwoo. Gözleri ışıldıyordu. “Burası tam sana göre, Harang. Iğrenç elektronik müzikleri burda bulamazsın. Burda gerçek müzik var.”
Junjin öksürdü. “Evet. Her neyse.” diyerek Minwoo’nun onun için doldurduğu bardağı aldı ve bar’dan ayrıldı. “Bunu sonra öderim. Lyn’i dinlemeye gidiyoruz biz.”
“Harang bir şey içmeyecek mi?”
Junjin yine Lyn’i izleyen ve bunları duymayan Harang’a bir bakış attı kenardan. “Hayır, o içmiyor.”
Minwoo başını salladı. “Ah, bugünün çocukları.”
Omuzlarını silkerek Junjin yine Harang’ın elini tuttu ve onu boş masalardan birine götürdü.
“Sesi büyüleyici.” dedi Harang oturduktan sonra. “Senin şarkılarınıda söylüyor mu?”
Junjin bardağından bir yudum aldı ve Harang’a bakmamaya çalıştı. “Artık söylemiyor.”
Şarkı sona erdiğinde Lyn müzik bittiğinde bile bir notu sonuna kadar okudu, ve ardından güçlü bir alkış aldı. Lyn teşekkür ederek eğildi ve kızarmış yanaklarını ve gülümseyen dudaklarını elinin arkasında sakladı. Junjin bu gülümsemenin saklanmamış halini hatırlıyordu. Lyn sahnenin kenarında oturdu ve genç bir oğlanla konuşmaya başladı.
“Ah,” diye ses çıkardı Junjin. Konu değişimine sevinmişti. “O konuştuğu genci görüyor musun?”
Harang başını ‘evet’ anlamında salladı.
“Ismi Kyuhyun. Lyn’in ablalarından biriyle çıkıyor. Ondan daha yaşlı bir kadınla. Pis herif.” diye güldü ve içeceğinden bir buz parçasını çıkardı diliyle. “Nasıl yaptı bilmiyorum.”
Harang ona dikkatle baktı meraklıca. “Peki Lyn kimle çıkıyor?”
Junjin ağzındaki buz parçasını dişleriyle kırdı. “Ah, işte bu iyi bir soru.”
Harang bir şey söylemeyince Junjin gülümseyerek buzu yuttu. “Biriyle çıktığını sanmıyorum. Minwoo için yas tutmakla meşgul.”
“Aman,” Harang cidden endişeli görünüyordu Lyn için. “Peki senin bir partnerin var mı?”
“Şu an yok.” diyerek Junjin robotuna gülümsedi. “Aşk karmakarışıktır.”
“Ama kitaplarda çok güzel olduğu söyleniyor.” dedi Harang özlemle.
Junjin boş bardağına huysuzca baktı. “Okuduğun her şeye inanma.”
“Umarım yanlış bir şey söylememişimdir.” Harang Junjin’in bileğine dokundu hafifce. “Sanırım çok meraklı bir kişilik geliştirdim.”
Junjin Lyn’i aklından çıkararak Harang’a gülümsedi ve bardağını ileri itti. “Hayır, ben özür dilerim. Bu senin için güzel bir gece olmalıydı.”
“Arkadaşımla geçirdiğim her dakika güzeldir benim için.” diye gülümsedi Harang mutluca.
Birden Junjin Harang’ın dudaklarının çok güzel olduğunu fark etti. Acaba Minwoo içeceğine ne kadar alkol katmıştı?
“Hadi gel.” Junjin ayağa kalktı. “Gel seni yıldızımızla tanıştırayım.”
Sahneye doğru yaklaştıklarında, Lyn aşağı hopladı. “Junjin!” diye sevinçle haykırdıktan sonra Junjin’e sıkıca sarıldı. Ayrıldığında Harang’a baktı. “Ve…?”
“Harang.” dedi Junjin. “Bu Lyn ve Kyuhyun.”
Kyuhyun selam olarak başını salladı ve Harang’a sıcak bir gülümseme sundu. “Merhaba.”
Birden arkalarından Minwoo’nun sesi geldi. “Seni orta yerde durman için ödemiyorum.” diyerek sırıttı Lyn’e. “Bir kaç dakikam var, bardaki yerimi başka biri aldı şimdilik. Dans edebileceğimiz bir şeyler çal.”
Lyn dudaklarını büzdü ve Minwoo’nun omzuna vurdu. “Köle gibi çalıştırıyorsun beni.” dedi küsmüş gibi. “Peki peki, gidiyorum.” Sonra Harang’a döndü ve gülümsedi. “Bu kadar erken gittiğim için özür dilerim, ama başka çarem yok.”
“Çok hoş bir sesin var.” diye gülümsedi Harang.
Lyn’in yanakları kızardı ve eğildi. “Teşekkür ederim.” dedikten sonra yine sahneye çıktı. Müzik grubuna çabuk bir şey çalmalarını söyledikten sonra, mikrofonun önündeki yerini aldı.
“Dans edebiliyor musun, Harang?” diye sordu Minwoo meraklıca. “Junjin hiç dans edemez.”
Harang Junjin’e baktı, sanki izin alır gibi. “Edebiliyorum, ama…”
Junjin gülümsedi. “Git oyna öyleyse. Senin dans etmeni görmek isterim.”
Harang başını salladı ve Minwoo’yu dans pistine takip etti. Junjin ve Kyuhyun sahneye yaslanarak onları izliyorlardi.
“Eyvah.” diye mırıldandı Junjin. “Umarım robot dansını yapmaya başlamazlar.”
Kyuhyun yanında kıkırdadı. “Ne dedin?”
“Şey,” diye güldü Junjin. “Hiç bir şey.”
“Şimdiii,” diye başladı Kyuhyun. “Tatlıymış. Küçük, ama çok şirin.”
“Küçük değil.” dedi Junjin biraz sinirlice. Junjin robotunun dans ederken tombul poposunu sallamasını izledi. “Tamam, belki biraz küçük olabilir, ama mükemmel bir formu var.”
“Yani onu şirin buluyorsun?”
“Defol burdan.” diye güldü Junjin ve Kyuhyun’un kulağını cimcikledi. “Anan ne halde?”
Kyuhyun ona kaşlarını çatarak baktı. “Bunu bir daha söyleme, o benim annem değil.”
“Ama annen yaşında.” diye güldü Junjin. Kyuhyun koluna sert bir yumruk attıktan sonra ama sustu. “Tamam, bana bir viski al, ve bunu bir daha söylemem.”
Kyuhyun gözlerini devirdi. “Peki Harang?”
Junjin Harang’ın tombul robot poposunu Minwoo’nun etrafında sallamasını izledi ve sırıttı. “O kendi başının çaresine bakabilcek kadar akıllı.”
*-*-*-*-*
“Junjin, iyi misin?”
Junjin Harang’ın açık kollarına düştü ve güldü. “Hemde çoooook!”
“Sarhoşsun.”
Kaşlarını çatarak Junjin başını eğdi ve kendine baktı. “Evet evet, sarhoş olmalıyım! Hehehe!”
“Seni yatağına götüreyim.” dedi Harang. Junjin’i salondan yatak odasına doğru götürmeye başladı.
“Oohlala!” diye bağırdı Junjin en iyi fransız aksanıyla.
Harang bir şey demeden kapıyı açtı ve genç adamı yatağına yatırdı.
“Sana su getireyim.”
“Bekle,” dedi Junjin birden ve Harang’ın elini tuttu. “Bugün benimle geldiğin için teşekkür ederim. Beni eve getirdiğin içinde. Özür dilerim.”
“Beni önce uyarmıştın.” diye gülümsedi Harang. “Güzeldi.”
“Müziği sevdin mi?” diye sordu Junjin ve vücudunu yatağın üzerinde gerdi.
“Ah evet.” Harang dizlerine çökerek Junjin’in ayakkabılarını çıkardı. “Hemde çok.” Sonra yine Junjin’e baktı. “Ama senin müziğini daha çok seviyorum.”
“Çok tatlısın, gerçekten.” diye mırıldandı Junjin. Dediklerini anlamayacak kadar uykuya dalmıştı bile.
“Sana suyu getireyim.”
“Hmmm” diye ses çıkardı genç adam, “Rüyamdaki maymuna benziyor sesin.”
Junjin’in tamamen uyumadan önceki son düşüncesi: Harang hiç bir arabaya binmiş midir acaba? | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:17 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim
Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun
Türü: Romantik, Komedi
Yazan: Cassie
Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir.
NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL.
3. Gün
Junjin gecenin yarısında midesini boşaltma hissiyle uyandı. Fakat şaşırtıcı bir şekilde kendini tutabildi ve gözlerini duvardaki bir gölgeye sabitledi. Gecenin yarısında ona bu gücü veren Tanrı'ya şükrediyordu. Normalde istediği kadar içip, sarhoş olur ama hasta olmazdı. Belki, diye düşündü Junjin, son iki gündür karnına hazır kahve ve hüzünlü şarkı yerine gerçek yemek girdiğindendir.
“Off.” diye inledi, karnına yeni bir bulantı dalgası vurduğunda.
“Junjin?”
Junjin neredeyse şaşkınlıktan kusacaktı. Bu ses tam kulağının dibinden gelmişti.
“Iyi misin, Junjin?”
“Evet, evet…” Junjin Harang’ın yaptığı kreplerin geri çıkıp halısına yayılmasını istemiyordu. Ama birden midesi sanki bir takla attı. “Off, hayır, hayır…”
Harang’ın endişeli yüzü birden gölgelerden çıktı. “Junjin, neyin var?”
“Tuvalet.”
“Tuvalete mi gitmelisin?”
Junjin başını ‘evet’ anlamında salladı, ama hemen pişman oldu hareket ettiği için. “Lütfen?”
Harang ışığı açtı ve Junjin gözlerini sıkıca kapattı. Hangi akıllı zeka ışığı bu kadar… aydınlık yapmıştı? Kendi salak espirisine güldü. Eyvah, gülmek kötü bir fikirdi. Midesi dahada bulandı.
“Tıbbi bakıma mı ihtiyacın var?”
Junjin gözlerini açtı ve Harang’ın ona kuşku ile baktığını fark etti. “Şey, hayır. Ama lütfen, tuvalet. Hasta olcağım.”
Başını sallayarak, Harang Junjin’in yorganını kenara çekti ve ellerini Junjin’in vücudunun altına soktuğu gibi genç adamı kolaylıkla havaya kaldırdı.
Junjin, Harang'ın kucaklamasıyla gözlerini kırpıştırdı şaşkınca. Harang onu kolaylıkla salondan tuvalete doğru taşıdı. Junjin Harang’ın boynuna sarıldı.
“Evlenelim dediğimde şaka yapmıştım.”
“Bu seni taşımanın en kolay yöntemi.”
Harang rahatca yürüyordu. Junjin robotundan beklemediği gücü hissedebiliyordu.
“Ağır değil miyim?” diye sordu Junjin. Yüzünü Harang’ın boynuna yapıştırdı ve karnının şikayetlerini duymamazlıktan geldi.
“Hayır, hiç ağır değilsin.” Harang tuvaletin kapısını açtı ve Junjin’i yere indirdi ayaklarının üstünde durabilmesi için. “Senin yaşındaki bir erkek için kilon çok az.”
Junjin’in bu içki mahmurluğu olmasaydı, Harang’ın dediklerini erkekliğine bir hakaret olarak görürdü, ama onun için bile çok kötüydü şu an. Midesini boşaltmanın baskısı kesinlikle yukarılara çıkıyordu. Harang onu indirir indirmez, klozete saldırdı ve kapağını son anda açtı.
Yanıyordu. Tamamen iğrençti. “Kahretsin.” dedi dalgalanma aralarında.
“Şşş…” diye rahatlattı Harang. Junjin Harang’ın onun yanına çömelmesini hissedebiliyordu. Sırtına bir el konmuştu, okşamıyordu, sadece oradaydı.
Son bir kez klozete tükürdükten sonra, Junjin yanındaki küvete yaslandı. Harang’a baktı ve gülümsemeye çalıştı.
“Bu iyiydi.”
Harang bir şey söylemedi. Kalktı ve bir bardağı çeşmedeki su ile doldurdu, sonra bardağı Junjin’e verdi.
“Teşekkür ederim.” Junjin bardağı kabul etti ve yavaşca yudumladı. “Özür dilerim.”
“Lütfen, özür dileme.” Harang bir elini kaldırdı. “Sana yardım etmek benim görevimdir.”
Bu sözler bir saniyeliğine Junjin’in kalbini sıkıştırdı. Harang için Junjin sadece işti, sadece göreviydi. Junjin bunun neden bu kadar acıttığını bilmiyordu. Belki Harang’ın bir insan gibi olmasıydı? O kadar çok insana benziyordu ki, Junjin hep onun tellerden üretilmiş ve kanamayan etten yapıldığını unutuyordu.
“Doğru.” bardağı yere koydu ve kalkmaya hazırlandı.
“Yardıma ihtiyacın var mı?” Harang elini Junjin’e uzattı tutup kalkabilmesi için.
“Hayır.” dedi Junjin. Eli tutmadan kendi kendine güçsüz bacaklarının üstünde durmayı başardı. “Sen git şarj ol.”
Harang elini geri çekti ve gözleri yere bakarak başını salladı. Junjin bu kadar salak olduğu için kendini yumruklamak istiyordu. Belki hala sarhoş olduğu için ne dediğini bilmiyordu. Belki yatağına dönüp vücudundaki alkolün geri kalanının üzerine uyumalıydı.
“Iyiyim.” dedi Junjin, Harang’a bir gülümseme sunarak. “Şarjını… yada pilini benim için harcamak zorunda değilsin.”
Harang alt dudağını büzdü ve onun bu tatlılığına Junjin’in kalbi eridi.
“Bu benim görevim!” Harang ellerini beline koydu ve gülmemeye çalışan Junjin’e baktı.
“Harang, lütfen. Benim için yaptığın her şey için sana minnettarım.” Junjin yine yere indikten sonra elini kaldırıp Harang’ın diz kapağına vurdu hafiften. “Ama midemdeki ahtapot çıkmaya çalıştığı sürece burda kalsam daha iyi olur.”
Harang’ın gözleri korkuyla doldu. “Ahtapot mu? Kesinlikle kalmalıyım!”
Derin bir nefes alarak, Junjin dizlerini göğsüne getirdi ve başını dizlerine yasladı. “Lafın gelişiydi sadece ya da ona benzer bir şey işte.”
Birden yanında bir sıcaklık hissetti Junjin. Başını çevirdiğinde Harang’ın yaninda küvete yaslandığını fark etti.
“Kalmak istiyorum.” dedi Harang sessizce. Bir kolunu Junjin’in omuzuna koydu ve genç adamı kendine doğru çekti. “Ahtapot çıkmak isterse.”
Junjin gülümsedi ve başını Harang’ın omuzuna yasladı. Sonsuz sevimlilik.
*-*-*-*-*
Junjin üç saat sonra uyandığında kendini çok rahatsız hissediyordu. Garip pozisyon yüzünden boynu ağrıyordu. Bacaklari sert ve soguk fayans yüzünden acyordu. İnleyerek düzgünce oturmaya calıştı. Harang’ın kolu hala etrafindaydı.
“Ahh,” Junjin Harang'ın kolunu kendinden ayırmaya çalışırken, başını küvete vurdu. “Harang,” diye fısıldadı, “Uyandım.”
Ama cevap yoktu. Junjin gözlerini Harang'a çevirdiğinde hayretle baktı. Harang boş ve ölü gözleriyle duvara bakıyordu.
“Harang?”
Hala cevap yoktu. Junjin Harang'ın kolunu kendisinden ayırdı ve kaçarcasına ondan uzaklaştı. Aklı kısa bir süreliğine tamamen korkuyla doluydu ama sonra neler olduğunu anladı. Kutu! Harang şarj olmamıştı. Junjin kendini tokatlamak istiyordu. Aptal, sarhoş, bencil pislik.
Ayağa kalktığında Junjin Harang'a kaşlarını çatarak baktı. Nasıl yapmalıydı bunu? Genelde bir çuval patates gibi taşınan insan Junjin olurdu. Daha önce hiç baygın bir insan (ya da pili bitmiş robotu) taşımamıştı.
“Evet.” dedi kararlıca. Eğilerek kollarını Harang'ın dizlerinin ve sırtının altına soktu ve tüm gücünü topladı.
Ama işe yaramadı.
“Off,” diye homurdandı Junjin. Aklının ucuna hiç evlenmeyeceğini not aldı; birini kollarında taşımak epik başarısızlık olurdu. En azından Harang uyanık değildi ve onun karizmasının sıfırın altına düştüğüne şahit olamadı.
Başka çaresi yoktu. İtfaiyeci yöntemini denemeliydi.
Harang'ı sırtına yasladı ve yanına çömelerek omuzunu robotun karnına dayadı. “Hadi kalk,” diye homurdandı. Harang bir omuzuna yayıldıktan sonra kalçalarını tuttu kollarıyla. Nefessiz kallıyordu. Bacaklarının bu yükü kaldırabileceğini sanmıyordu. “Gavur ölüsü!”
Junjin yerden kalktığında sendeledi ve neredeyse yine yere düşecekti. Hangi aptal robotları bu kadar ağır yapmaya karar vermişti? Yavaşça kapıya çevirdi vücudunu ve arkasından cam kırılma sesini duyduğunda şaşırdı. Arkasına dönüp neyin düştüğüne baktı. Pis keramik sabun tabağı. Pis robotik bacaklar.
Salondan oturma odasına yürümek Junjin'in sandığından daha kolay oldu. Ama nedense birden perdelerin camları tamamen örttüğüne şükrediyordu. Robot cinayeti için hapise girmesi özgeçmişinde iyi durmazdı. Oturma odasına girdiğinde bir kağıt parçasına bastı.
“Aiishh…” Hafiften kaydı ve omuzundaki robot sallanmaya başladı. Junjin aklına gelen ilk şeyi yaptı; Harang'ın düşmesini engellemek için götünü tuttu. Tabiiki tamamen masum bir hareketti. Harang'ın en büyük tarafıydı ve oracıktaydı. Junjin ellemek istediği için yapmadı tabii. Pili bitmiş robotundan faydalanamazdı asla. Ama kahretsin, ne sağlam götü varmış robotunun!
“Ben ne yapıyorum?” Junjin yüzünü buruşturdu. “Yardımcımı elliyorum ve kendi kendime konuşuyorum.” Harang'ı çabucak bir hareket ile RoboStem kutusuna yasladı.
Bu şey nasıl açılıyordu?
Ah evet, o küçük parmak tanımlayıcı... şey. Junjin parmağını küçük ekrana bastı ve kapısı açıldığında sanki bunu bekliyormuş gibi kafasını salladı. Ne de olsa Junjin bir dahiydi.
Beklenmedik şey ise, kapı açılır açılmaz kutunun içinden gelen müzikt sesiydi. Junjin'in Harang'a dün çaldığı şarkıydı bu. Birden Junjin'in kalbi ısındı ve gülümsedi. Harang'ın uyanık olupta onu görmediğine şükrediyordu. Harang'ı sürükleyerek kutunun içine itti.
Harang'ın vücudu hemen düzleşti. Gözleri kapandı ve korkunç dijitalleştirilmiş bir kadın sesi robotun durumunu anons etti. “Recharging.”
“Tatlı rüyalar.” diye fısıldadı Junjin ve kapıyı kapattı. Duvardaki saate baktı ve inledi; saat sekizdi. Harang'ı öğleden sonra uyandırırdı.
Şimdi krep nasıl yapılıyordu?
*-*-*-*-*
Beş saat ve üç yığın yanmış krepten sonra Junjin ellerini yıkadı ve mutlu karnını okşadı. Zehirlenmediğini umuyordu.
“Yemek yapmak zorunda değilsin!”
Harang mutfağa girdiğinde Junjin neredeyse dengesini kaybedip sandalyesinden düşüyordu. Gerçekten robotlar hangi maddeden yapılıyordu? Harang bir fil kadar ağırdı ama bir panter gibi sessiz yürüyordu.
Junjin kalbini rahatlattıktan sonra Harang'a sırıttı. “Neden ki? Sakat falanda değilim yani.”
Harang başını salladı ve bulaşıkları toplamaya başladı. “Bu benim görevim.”
“Şarj oluyordun ama!” diye küstü Junjin. “Oda zaten benim suçumdu, hatırlarsan. Seni, eh… erken ‘uyandırmak’ istemedim.”
“Ana server beni acil şarja bağladi.” Harang bulaşıkların takırtısı yüzünden sesini yükselterek konuştu. “Beni kutuya geri götürdüğün için teşekkür ederim. Rahatsız ettiğim için de özür dilerim.” Robot Junjin’e döndü ve özür diler gibi eğildi.
Junjin elini havada salladı. “Unut gitsin.” dedi ve ayağa kalktı. “Rüyanda elektronik koyun gördün mü?”
Harang bulaşıkları makineye yerleştirirken Junjin'e kafasında bir hasar varmış gibi baktı. Sonra da genç adamı küçümser gibi sırıttı. “Ah, Junjin. Robotik alanı daha koyunlara ulaşmadı.”
Junjin buna neden şaşırdığını merak ediyordu. “Evet. Doğru. Tabiiki.” dedi çabucak. Hemen konuyu değiştirmeliydi. “Seni bir yere götürmek istiyorum.”
Harang başını yana yasladı. “Nereye? Lyn, Minwoo ve Kyuhyun'u görmeye mi?”
Junjin gülümsemesini saklamak için burnunu kaşıdı. “Hayır, seni sahile götürmek istiyorum.”
Harang'ın gözleri hemen ışıldamaya başladı. “Sahil mi? Bir MoFlo'n mu var?”
“Hayır ama Lee amcanın bir bayiliği var.” diye sırıttı Junjin. Aptal Lee amca. “Neyse, hayır. Benim bir arabam var.”
“Araba mı?” Harang ona şaşkınca bir kaşını kaldırdı.
“Bunu beklemiştim.” diyerek Junjin Harang'ın elini tuttu ve onu mutfaktan dışarı götürdü. “Benimle gel.”
*-*-*-*-*
Harang, Junjin'in arabasının içinde oturuyordu ve etrafına bakıyordu. İfadesi tamamen, açık bir kitap gibi, okunabiliyordu; hayret, hayranlık ve heyecan'lı bir karışım gibi. Junjin gülmek istiyordu. Harang sentetik bir vücudun içinde kaybolmuş bir çocuktu.
“İnsanların hala araba sürdüklerini bilmiyordum.”
Junjin başını salladı. “Çoğu insan sürmüyor artık.” Aynaları ayarladı ve motoru çalıştırdı. “Kemerini tak.”
Harang'ın gözleri büyüdü. “Özür dilerim, çok mu sesliydim.”
“Ne?” diye güldü Junjin. “Hayır, emniyet kemerini tak demek istemiştim.”
“Ahh.” Harang hemen rahatladı. “Nerede?”
Junjin başını salladı ve Harang'ın kafasının sağ tarafındaki kemeri çekmek için uzandı. Junjin o kadar yaklaşmıştı ki Harang'ın nefesini yanağında hissedebiliyordu. Harang'ın vücudunun çok yumuşak ve sıcak olması çok komikti aslında. Eski filmlerdeki robotlar hep demirden yapılmıştı ve sertti. Ama yanındaki robot kıvrımlı bir süpriz gibiydi ya da bomba gibi bir şey.
Harang'a bomba mı demişti?
“Al işte.” Junjin kemeri kendine doğru çekti. Sonra Harang'ın kulağını yalama ve Kyuhyu'nun dediği gibi ‘charm’ini kullanma isteğini aklından atarak, kendi yerine oturdu.
Kemer tıklayarak kilidine oturdu ve Harang ona beklentili baktı. Junjin Harang'a nasıl yaşadığını göstermeyi seviyordu. Daha makinalar tarafından tadını tuzunu kaybetmemiş, masum bir akıl ile karşılaşmak çok ferahlatıcıydı, kendisi de bir makina olduğu halde. Belki de problem buydu.
“Ooh, bu ne?” Harang elini klima düğmelerinin üzerindeki deliğe uzattı.
“Hayır, onu elleme, o...”
“Ahh!” Harang elini hemen geri çekti ve yüz ifadesi acıyla ekşidi.
“...sigara ateşi.” Junjin, Harang yanmış parmaklarına bakarken, onu izledi. “Getir onu buraya. İyileştirmeye çalışmazsan daha çok acır.” Hemen Harang'ın elini kendine doğru çekti ve yanmış parmağının ucunu kendi ağzına soktu.
Harang ona bakarken Junjin kendini birden çok tuhaf hissetti. “Ben...” Harang'ın parmağını ağzından çıkardı ve üfledi. “...tuz iyileşmesine yardımcı olur.” dedi ve yüzünü başka bir yere çevirerek Harang'ın elini bıraktı.
“Teşekkür ederim.” dedi Harang sessizce. “Ama kendi kendime iyileşebiliyorum. Tenim yüksek performans için kendini çabukça yenileyebiliyor.”
Hm. Junjin el frenini indirdi ve başını salladı. Harang sadece bir robottu. “Tabii özür dilerim.” Harang'a döndü ve gülümsedikten sonra araba parkından çıktı. “Hadi gidelim.”
Harang başını sallayarak onayladı ve koltuğa yaslandı. Beş dakika sonra Harang yine sigara ateşine eğildi.
“Sigara içiyor musun Junjin?” diye sordu bir süre sonra.
Junjin Harang'a dikkatlice baktı. “Bazen.”
Harang ısırdı ve başını salladı. “Gerçekten yapmamalısın.”
Eyvah, diye düşündü Junjin, işte yine bir sağlık dersi geliyor.
“Sigara içmek ciddi hastalıklar yaratabilir, Junjin. Tenini sarı yapar ve sex hayatını da etkiler.”
Bu yeni bir taneydi. “Ah, öyle mi?” diye gözünü kırptı Harang'a. “Peki sex hayatım seni neden ilgilendiriyor?”
Harang tereddüt etti ve yanakları kızardı. “Konu o değil Junjin. Sonunda kanser olup, öleceksin. Hem de çok acı çekerek ve...”
Junjin burnunu kaşıdı. Uzun bir yolculuk olacaktı.
*-*-*-*-*
Yollar açık ve boştu. İnsanlar artık karayollarını kullanmıyorlardı. Onun yerine daha kısa süren havayollarını seçiyorlardı. Ama Junjin açık bir yolun rahatlığını ve bir yere ulaşmak için uzun ve yalnız bir yolculuk yapmayı seviyordu. Hedef yerine varmanın sevincini arttırıyordu. Boş yollarda daha iyi düşünebiliyordu. Motorun yavaş gürlemesi aklındaki türbülansı rahatlatıyordu. Bir süredir kendini böyle hissetmemişti. Belki üç gündür.
Yolun yarısında, Junjin yüzünü çevirip Harang'ı izledi ve kendi kendine gülümsedi. Camı indirmişti Harang ve hava bütün arabayı dolaşıp, ikisininde saçını dağıltıyordu. Müzik çalıyordu, Junjin'in restore ettiği film müziklerinden biri. Harang'ın bir kolu dışarıdaydı. Elini hava ile oynatıyordu ve ne zaman hava elini havaya kaldırsa, gülüyordu. Yüzünü Junjin'e çevirdi ve gülerek anlatmaya çalıştı.
“Sanki uçuyorum.”
*-*-*-*-*
“Burası sahil mi?”
Junjin başını ‘evet’ anlamında salladı ve arabanın kapılarını kilitledi. Çimenli kum tepeciklerinden birine park etmişti arabasını Junjin. Önlerindeki sahil sonsuz kumu ile uzanıyordu. Gelgit nedeniyle ıslak ve kuru kumun kontrastı yükselmişti.
“Yürümek ister misin?” diye sordu Junjin ve anahtarlarını cebine soktu.
Harang aşağıdaki kuma baktı. “Çok isterim ama düşmez miyiz?”
Junjin kıkırdadı. “Ne? Tabiiki düşmeyiz ama ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarıp, paçalarını sıvarsan daha iyi olur.”
“Tamam.” dedi Harang ve Junjin'in dediklerini yaptı. Heyecanlı olduğu için normalden daha hızlı yaptı her şeyi. Junjin sırıtarak aynı şeyi tekrarladı. “Neden?” diye sordu Harang, ayakkabılarını tutarak.
Junjin ayakkabılarını eline aldı ve gülümsedi. “Ayak altında kum güzel oluyor. Hadi gel.”
Harang'ın elini tuttu ve sahile doğru yürümeye başladılar. “Dikkatli olmalısın. Kum kayıyor bazen ve...”
Kum kaydı. Junjin'in konuşması bölündü ve genç adam kendi ayaklarına takılarak, Harang ile beraber yere fırladı. Kum tepeciğinden sahile doğru yuvarlandılar beraber. İkisi de şoktan ayakkabılarını havaya fırlatmışlardı. Kum her yerdeydi; Junjin'in ağzında, giyisilerinde... Kum tepesi sahile doğru düzleşirken sonunda durdular.
“Off.” diye inledi Junjin. Gözlerindeki kumu gidermek içn birkaç kere kırptı ve sonra üzerindeki yükü farketti. Başını kaldırdığında Harang'ın şok olmuş ifadesini görünce gülmeye başladı. “İyi msin?”
Harang şaşkınca gözlerini kırptı sonra hemen Junjin'den ayrıldı. “Junjin! Özür dilerim, iyi misin? Seni yaraladım mı, acıyor mu bir yerin? Gerçekten yapmak istemedim...”
Junjin'in beyni sanki yeterince sarsılmamış gibi bir de Harang'ın dırdırı onu deli ediyordu. Gözlerini kapattı ve yine kıkırdadı. Sonra seslice gülmeye başladı. Gülünce hep yuvarlanıp karnını tutardı kollarıyla ve dizlerini çekerdi göğsüne doğru.
“İ...iyi misin?” diye sordu Harang dikkatlice. Ama bu Junjin'i daha da çok güldürdü. Elini Harang'a salladı ve kalkmaya hazırlandı.
“İyiyim, iyi.” diye kıkırdayarak. “Yardım eder misin?” Elini havaya kaldırdı Junjin ve Harang onu çekerek ayağa kaldırdı. Harang'ın gücü onu sarsıyordu. Zaten vücudu gülmekten güçsüz olmuştu.
“Teşekkür ederim.”
Harang ona gülümsedi ve sonra bir kaşını kaldırdı. “Gerçekten iyi misin Junjin?”
“Çok iyiyim hemde.” diye sırıttı genç adam. “Hadi gel, sensin!” Harang'ın omuzuna vurdu ve denize doğru koştu, ayak parmaklarının arasından kum fırlatarak.
Junjin içinde koştuğunda, suyun buz gibi soğukluğuna çığlık attı. Sonra Harang'a döndü ve beklediği gibi, hala aynı yerde, duruyordu robotu. Ellerini ağzının etrafına koyup bağırdı Junjin. “Beni yakalamalısın!”
Harang rahatsızca bir ayaktan diğer ayağına basıyordu. Sonra yavaşça Junjin'e doğru yürümeye başladı.
“Koş!” diye bağırdı Junjin. “Koşmalısın!”
“Güvenli olmadığını düşünüyorum.” diye bağırdı Harang ve Junjin'e yaklaştığında elleriyle onayladı. “Deminki olaydan sonra bunu yapmak güvenli değil.”
Gülerek, Junjin tuzlu suya ellerini daldırdı ve hafifçe Harang'ın üzerine serpti. “Korkak!”
Harang'ın yüzü şok ile dondu. “Ben... ıslağım.” dedi gözlerini kırparak.
Junjin sapık düşüncelerini aklının en karanlık köşesine attı ve Harang'a yine su serpti. “Sanırım öylesin. Şimdi sende bana yapmalısın!”
Harang başını sallayarak yine bir adım geri attığında gülmeye başladı. “Yapamam bunu, Junjin.”
“Harang.” Junjin elini uzatıp robotun bileğini tuttu ve ayakları ıslanacak kadar suyun içine, kendisine doğru çekti. “Rahat ol. Biraz eğlenelim.” diyerek Harang'ın elini bıraktı ve ellerini kendi beline koydu. “Şimdi beni ıslat!”
Opss. Yine sapık düşünceler. “Yani şey demek istedim...” Lafını bitiremeden suratına buz gibi su çarptı.
Harang çekingence gülümsedi.
“Ohh, bunu yaptığına pişman olacaksın!” diye güldü Junjin ve eline su doldurarak Harang'a doğru fırlattı. Su Harang'ın pantolonunun ön tarafına sıçradı ve Harang soğukluğu hissedince, küçük elleriyle o bölgeyi korumaya çalıştı rüzgardan.
“Beni yakalayamazsınki!” diye bağırdı Junjin ve suyun içinde koşmaya başladı.
İkisi de çocuk gibi oradan oraya koşuyorlardı. Pantolonları tamamen ıslanmıştı ve gülüşleri her tarafta duyulabiliyordu. Harang Junjin'e doğru su serpince Junjin hemen eğildi ıslanmamak için. Sonra hemen kendisi Harang'ın yüzüne su serpti. Harang ıslanmamk için yüzünü çevirdi. Başı arkaya yaslıydı gülerken, ıslak saçları da alnına ve yanaklarına yapışmıştı. Junjin aptal gibi gülümsemeye başladı; robotu çok, çok güzeldi.
Junjin Harang'a saldırdı ve onu yere itti. Sonra kendi de ıslak kumun üzerine uzandı ve gülerek havasız kalan ciğerlerini doldurmaya çalıştı.
“Kendimi çok mutlu hissediyorum.” dedi Harang. Başını çevirip Junjin'e baktı.
Junjin parmağıyla robotun yanağını dürttü. “İyi. Bende.”
Harang oturma pozisyonuna geçti ve kumu eline aldı. “Kumdan kale yapabilir miyi?” diye sordu sessizce.“Bir kitapta görmüştüm bir kere. Heyecanlı görünüyordu.”
Junjin de oturdu ve alnını kaşıdı düşüncelice. “Spatulamız ya da bakırımız falan yok ama ellerimizi kullanabiliriz belki.”
Harang ona heyecanla sırıttı. “Gerçekten mi?”
“Tabii.” Junjin ayağa kalktı ve Harang'ın sırtındaki kumu çırptı. “Ama en son kumdan kalemi yapalı birkaç yıl oluyor.”
Harang da ayağa kalktı ve Junjin'in yanında durdu. “Nerede yapacağız?”
“Şu arkada yapalım. Sudan uzakta olsun yoksa yıkılır.” diyerek Junjin eliyle kuru kumlu tarafı gösterdi. “Gel, hadi başlayalım.”
Robot elleriyle alkışladı ve mutluca gülümsedi. Heyecandan hoplayarak, Junjin'in gösterdiği yere doğru yürümeye başladı.
Arkasından bakıp, robotunun tatlılığına güldükten sonra Junjin'de aynı yere yürümeye başladı.
*-*-*-*-*
“Bu şimdiye kadar kurduğum en büyük kale.” Junjin kumdan yapılmış duvara hafifçe yaslandı ve Harang'a sırıttı. Kumdan kalenin içinde ayrı köşelerde oturuyorlardı. Bir adam ve bir robotun elleriyle yapılmasına rağmen, aslında çok iyi olmuştu.
“Kendimi bir prenses gibi hissediyorum.” dedi Harang şarkı söyler gibi.
Junjin gülmemeye çalıştı. “Ne?”
“Bilirsin,” diye kaşlarını çattı Harang, “Hikayelerde. Kalelerdeki, şatolardaki prensesler. Beyaz atlı prenslerini beklerler.”
“Ben senin beyaz atlı prensin miyim?” Junjin ciddi bakmaya çalıştı ama başaramadı. Kılıcını çıkarır gibi yaptı ve havaya kaldıırdı elini. “Ah, prenses Harang. Seni kurtarmaya geldim!”
“Ama sen fakir bir yoksula benziyorsun.”
Junjin uzanıp Harang'ın bacağına vurdu. “Hey! Çok kötüsün...” Harang kıkırdamaya başladığında sustu. “Hmmf” Junjin dudaklarını büzdü. “Ben çok büyüleyici ve çekiciyim. Sana gösteririm.”
Harang başını kaldırıp göğe baktı. “Geç oldu. Gitsek iyi olur. Yarın erken uyanmalıyız.”
Junjin kaşlarını çattı. “Neden?”
“Alışveriş yapmalıyız.” Harang dikkatlice ayağa kalktı ve kurdukları kum kalesinden çıktı.
Off, alışveriş. Junjin bu laftanda nefret ediyordu. “Tamam.” dedi ve Harang'ı takip etti.
“Sahili sevdim.” dedi Harang ve ayağıyla kumla oynadı.
“Sana gösterebildiğim için mutluyum.” dedi Junjin ciddice. Arabayı park ettikleri yere yürümeye başladı. “Hadi gel prenses, ayakkabılarımızı arayalım.”
Junjin'in içinde bir his ona, gelecek günlerde, hiç ummadığı yerlerde kum bulacağını söyledi. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:18 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim
Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun
Türü: Romantik, Komedi
Yazan: Cassie
Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir.
NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL.
4. Gün
“Neden arabayla gidemeyiz?”
Junjin ellerini beline koydu ve sert sert bakmaya çalıştı. Harang çarşıya otobüsle gitmeye ısrar ediyordu. Junjin otobüsten nefret ediyordu. Hep doluydu ve pürüzsüz kayganlık Junjin’in midesini bulandırıyordu. Artı, otobüsteyken tanıdığın birini görmek ve sıkıcı konuşma yapmak zorunda kalmanın ihtimali de büyüktü.
“Çünkü,” diye gülümsedi Harang, “çevre için daha iyi, daha ucuz ve daha çabuk.”
“Ama araba sürmeyi seviyorum.” diye itiraz etti Junjin çabasızca. Salak robotlar ve dünyevi farkındalıkları. “Dünkü gezimizi beğendiğini düşünüyordum.”
Harang can atarcasına başını salladı. “Ah, evet zevk aldım! Çok hoş bir geziydi. Ama şehir araba için çok tehlikeli. Senin güvenliğini göze almak istemiyorum.”
Hm. Junjin iç çekti ve isteksizce ceketini giydi. “Peki. Yolu göster.”
Harang asansöre varasıya kadar deli gibi sırıtıyordu. Içeri girdiklerinde Junjin küçük ‘hava otobüsü’ butonuna bastı ve Harang’a baktı.
“Komiksin.” dedi şefkatlice.
Harang bir kaşını kaldırdı. “Teşekkür ederim?”
“Hayır,” diye kıkırdadı Junjin ve bir kolunu Harang’ın omzuna attı. “Demek istediğim, hep mutlusun. Hoşuma gidiyor senin böyle canlı olman. Komik, ama iyi bir anlamda.”
Harang ona şaşkın bir sırıtma verdi ve elektronik bir sesin varışlarını anons ettiğinde kapıdan bir adım geriye attı.
“15. kat. Hava otobüsü.”
Harang bir anlığına dondu ve gözleri titremeye başladı. “Ah,” dedi, gözleri tekrar normal haline geri döndüğünde, ve gülümsedi, “diğer otobüs üç dakika sonra geliyor.”
Junjin Harang’ın güncellemelerine alışacağına emin değildi. Bu onu hala korkutuyordu, ama en azından Harang’ın bir insan değilde bir makine olduğunu hatırlatıyordu ona. Harang’ın profilini izlediğinde onun kafasının içindeki tamamen farklı dünyayı hayal etmeye çalışıyordu. Ona insan dünyası hakkında her şeyi söyleyen sayı ve sekanslar. Junjin’in dünyası. Belki bazı insanlar, sadece bir dünya bilineceği halde, Junjin’in iki dünyayı da tanıyan bir arkadaşının olduğuna gücenirdi. Ama Junjin bunları bilmek istemiyordu. Gerçek, kanayan insanların olduğu bir gezegende yaşamak yerine sistemindeki sayılar sayesinde yaşamak kulağa hiç eğlenceli gelmiyordu.
Junjin kolunu Harang’a doğru uzattı ve robotun omuzuna dokundu hafifce. “Hey, seni…” ‘Satın aldığıma’? ‘Ismarladığıma’? Junjin ne diyeceğini bilmiyordu. “…benimle yaşadığın için çok mutluyum.” diye seçti sonunda ve Harang’a kısa ama anlamlı bir gülümseme sundu.
“Ben de mutluyum.” dedi Harang. “Belliki yardımıma ihtiyacın vardı.”
Küstah cadı. Junjin güldü ve Harang’ın burnunu cimdikledi. “Haklısın.”
Ve tam Harang’ın dediği gibi, hava otobüsü birden istasyona yaklaştı ve durdu. Kapıları açılmadan önce otobüs korkunç bir tamlıkla platforma dayandı. Kapıları yavaş bir tıslama ile açıldı ve içinden onlarca boş suratlı, siyah takım elbiseli iş adam ve kadınları çıktığında Junjin’in ifadesi ekşidi. Sanki hasta bir uzaylı yaratığının çok büyük karnından çıkardığı özdeş bebekler gibi.
Iğrenç.
“Junjin, iyi misin?” diye sordu Harang endişelice.
Junjin gözlerini kırptı ve iğrenmemiş gibi bakmaya çalıştı. Harang’ı hemen otobüsün içine itti ve özür diler gibi gülümsedi.
“Af edersin, çok uzaklardaydım.”
Harang kaşlarını çattı. “Yanılıyorsun, Junjin. Benden en fazla 30 santim uzaktaydın.”
“Ben,” diye anlatmaya çalıştı Junjin. Otobüsün arkalarına doğru yürürken ama başını salladı genç adam. “Boşver.”
Harang Junjin’i kolundan tutup birden kenara çekti. “Orada boş bir koltuk var.” Junjin’i dediği yere doğru götürdü ve otutturdu. Sonra kendisi ayırık bacaklarla ve sıkı bir ifadeyle onun karşısında ayakta durdu.
“Ehh,” Junjin kendini Harang’ın (“Hoş görünüyor.”) alt bölgesi ile göz göze buldu birden. “Ihtiyar değilim.”
“Ayakta durmak tehlikeli olabilir.” diye itiraz etti Harang, sesindeki otoritesi sabit bir şekilde. “Oturmalısın. Seni zarardan korumak için ben ayakta duracağım.”
“Şimdi ben kendimi prenses gibi hissediyorum ama.” diye mırıldandı Junjin. Harang’a böyle davranmanın, hele bir kadın tarafından, aslında hiç normal olmadığını söylemek istiyordu, ama yapmamayı tercih etti. Olmayan kalbını kırmak istemiyordu robotunun.
Şehrin merkezine giden yol on beş dakika sürüyordu hava otobüsü ile. Junjin koltuğuna yaslandı. Harang’ın alt bölgelerine bakmamaya ve o pantolonun altında olan şeyi hatırlamamaya çalıştı.
Ama güzeldi. Çok şirin. Hemstır gibi.
*-*-*-*-*
“Oh, temiz hava!” Junjin otobüsten dışarı hopladı ve uzun, dramatik bir nefes aldı. “Beni hiç bırakma.”
Harang hiçbir şey demeden Junjin’i banliyödeki kalabalık arasında takip etti.
“Otobüsten nefret ediyorum.” diye onayladı Junjin, sanki Harang’ın iyice anlamasını ister gibi.
“Belki o da senden nefret ediyordur.” dedi Harang masumca uzun bir alış veriş sokağına girdiklerinde. Kalabalığı görünce robotun ağzı açık kaldı. “Ne kadar çok insan var!”
Junjin güldü ve Harang’ı elinden tutarak onu büyük camdan bir mağazaya doğru götürdü.
“Seoul’e hoş geldin.”
“Hoş bulduk.“ dedi Harang hemen. Junjin gülmemeye çalıştı. Robotunun böyle şeyleri duyunca otomatik bir cevap verdiğini anlamıştı.
Harang Junjin’in elini tuttu kalabalığın içinde kaybolmamak için ve sesini yükselterek konuştu Junjin’in kulağına.
“Bu bir süper market değil, Junjin.” Kapıyı açıp dükkana girdiklerinde Harang’ın ayağı takıldı ve dengesini kaybederek Junjin’e doğru düştü hafiften. Junjin Harang’ın yanlışlıkla ağzını kulağına değirmesiyle ürperdi.
“Evet, doğru.” dedi Junjin mağazanın rahatlığına daldıklarında. “Giyisi almalıyız.”
Ayrıldılar, ve Junjin’in eli birden soğuk ve yalnızdı Harang kendi elini çektiğinde. Genç adam uzun zamandır kimsenin elini tutmamıştı.
“Belli bir şeyi mi arıyorsun?” diye sordu Harang ve mağazanın etaj planına doğru yürüdü. “Erkek giyim bölümü 7B’de.“
Junjin güldü. “Buraya senin için geldik. Yolu göster.”
“Benim için mi?” Harang kaşlarını çattı. “Benim giyisilere ihtiyacım yok.”
“Çıplak mı dolaşmak istiyorsun?”
Harang bu soruyu detaylıca düşünüyor gibi görünüyordu ve sonunda, “Sadece sen bunu istersen.” dedi.
Junjin neredeyse dilini yuttu. Harang hiçbir şey olmamış gibi soğukkanlıca elleriyle sentetik saçlarını düzleştirdi ve sabırlıca Junjin’in cevabını bekledi.
“Eh,” dedi Junji, “Senden hiç çıplak olmanı istemem. En azından dışarıda değil.” Kafasını sallayarak devam etti, “Neyse, sana değişik giyisi alırız diye düşündüm. Çok abartılı bir şey değil, sadece rahat bir şeyler olsun.”
Harang eğildi, ve ellerini havaya kaldırdı. “Ben çok rahatım, Junjin. Benim için para harcamana gerek yok.”
Junjin bir an Harang’ın saçlarını bir küçük çocuk gibi dağıtmak istiyordu. Onun yerine, “Şık olmak istemiyor musun?” diye sordu.
“Peki sen olmak istemiyor musun?” diye cevapladı Harang.
“Hey!” Junjin gülerek Harang’ın koluna vurdu hafifce. “Ben modaya çok uygun bir insanım.”
Harang ona dikkatlice baktı, ve yine gözleri kısa bir süreliğine titreyerek mavi ekranları ışıldadı. “Veritabanım kapri pantolonlarının modaya uygun olmadığını söylüyor.”
Junjin homurdandı ve gücenmiş gibi görünmeye çalıştı. “Kapa çeneni. Yeni bir moda başlatıyorum.”
Harang bir kaşını kaldırdı ve bir şey demek için ağzını açtı.
“Hadi gel, gidelim.” diye böldü Junjin. Moda egosu yaralanmıştı. Mağazanın etaj planına baktı, “Kadın giyimi sekizinci katta.”
Junjin Harang’ın kolundan tutup onu camdan asansörlere doğru götürdü. Junjin bu mağazayı en çok seviyordu, çünkü her şey camdan yapılmıştı. Herkes seni ve sen herkesi görebiliyordun. Gizli saklı bir şey yoktu, sırlar yoktu.
“Sekizinci kat.” diye anons etti mutlu bir erkek sesi.
Harang asansörden çıktığı gibi sola doğru yürümeye başladı.
“Harang, bekle, nereye gittiğini biliyor musun?”
Robot yürümeyi bıraktı ve Junjin’e dönerek üstün bir şekilde gülümsedi, “Tabi ki. Mağazanın planlarını veritabanıma indirdim. Lütfen, beni takip et.”
Junjin ıstlık çaldı. “Cin gibisin.”
Doğru kısıma geldiklerinde Harang yürümeyi bıraktı ve başını yana eğerek Junjin’i bekledi.
“Bana sahibin mişim gibi bakmayı bırak.” dedi Junjin şaka edercesine.
Harang gözlerini kırptı. “Ama sahibimsin.”
Junjin gözlerini devirdi ve Harang’ın omuzlarını iki eliyle tuttu. “Ben senin sahibin değilim. Seni hiçbir zaman kullanmak istemiyorum.” Birden sırıtmaya başladı. “Kendi robotun ol!“
Harang bunları ciddi ciddi düşünüyor gibi görünüyordu.
“Hey,” Junjin Harang’ın yanağını dürttü ve bir adım geriye attı, “Biz arkadaş değil miyiz?”
Harang başını salladı. “Evet.”
“Güzel, şimdi – ooh!” Junjin konuyu değiştirmek için en yakın masalardan birinde duran kot pantolonu aldı, “—bunlar süper! Hmm, hangi bedensin sen? Small olabilir.” diye mırıldandı kendi kendine, “Ama götün sığmaz belki.”
“Efendim?” diye sordu Harang şaşkınca.
Junjin pantolonu koluna doladı ve aynısını bir daha aldı. “Medium da alalım, ne olur ne olmaz. Sana buliz ve kazak da lazım.”
Sırıtarak, Junjin giyisilerle dolu masalardan dolandı. Şeytana uyup, şu ilerideki masada duran neon ışıldaklı, püsküllü pembe kazakları alma isteği çok büyüktü, ama sonra Harang’ın mutlu, güvenen melek yüzüne baktı ve kendini bok gibi hissetti. Siyah iyi bir renk olabilirdi, belki krem. Junjin beğendiği giyisileri toplarken kolu artan yükle iniyordu. Giyisi alış verişi Junjin’in sevdiği tek alış verişti. Eski CD avına çıkmak hariç. Ama Harang daha şehrin o bölgesi için hazır değildir.
“Bu iyi olur mu?” diye sordu Harang utangacca.
Junjin ona doğru döndüğünde yüz ifadesi ekşidi. Harang’in elinde cırtlak rengiyle kör edebilen ve üzerinde minik minik flamingo desenli bir fuşya buliz vardı.
“Eheh,… Beğendin mi?”
“Güzel bir renk.” diye gülümsedi Harang. “Beni mutlu ediyor.”
Junjin bulizi Harang’ın elinden aldığında çok iğrenmiş bakmamaya çalışıyordu. Bulizi kolundaki giyisi dağının üzerine koydu. “Tamam. Gel, bunları denemeye gidelim.”
“Denemek mi?” diye sordu Harang kayıp bir ifadeyle. Junjin’in içindeki kadın tarafı Harang‘ın bu tatlı hareketine cıvıldadı.
“Evet,” diye sırıttı Junjin ve Harang‘ı deneme odalarına doğru itti, “Güzel görünüyor mu diye bakmalısın.”
Deneme odalarının önündeki hizmetli onlara pasparlak mavi, cansız gözlerle gülümsedi. “Oda 14, lütfen.” dedi hoş bir sesle, ve Harang’a odanın anahtar kartını verdi.
Doğru odaya giderken Junjin kafasını çevirip hizmetliye tekrar baktı, ve sonra Harang’ın kulağına, “O bir robot mu?“ diye fısıldadı.
“Sanmıyorum.” dedi Harang. ”Ama gözlerinde renkli lens var. Ve göğüsleri silikonlu.”
Junjin neredeyse elindeki giyisileri düşürdü. “Ne?” diye sordu ve Harang’ı 14. odanın içine ittikten sonra giyisileri bir sandalyenin üzerine bıraktı. “Nereden anladın?”
“Anlıyorum işte.” diye konuştu Harang gülümseyerek. “Bunları giyeyim mi şimdi?”
“Tamam.” dedi Junjin. Aklı hala Harang’ın sahte kadın ‘kısım’larını bildiğine şaşıyordu. “Ben dışarıdayım. Bana her birini göster.”
Harang başını sallayarak onayladı ve Junjin kapıyı kapattı. Genç adam elini saçından geçirdi ve kapıya yaslanarak inledi. Harang ile dışarı çıkmak bir çocuğa göz kulak olmak gibi bir şeydi. Memelerin gerçek yada sahte olduğunu bir bakışta anlayan bir çocuk. Junjin normalde iyice bir ellemeden anlayamazdı.
Deneme odasının içinden bir ses geldi.
“Iyi misin?” diye sordu Junjin, hafifce başını sağa çevirerek.
“Iyiyim!” diye geldi Harang’ın havasız sesi. “Dışarı çıkayım mı?”
“Fashion show!” Junjin kapıya doğru döndü. “Çık bakalım.”
Kapı yavaşca açıldı ve Junjin’in gözleri neredeyse dışarı düştü. Harang yalın ayak giyinme odasının ortasında gergin gergin duruyordu ve saçlarını düzleştiriyordu utangaçca. Son günlerde kaptığı bir alışkanlık.
“Dur bi.” dedi Junjin. Harang’ı bileklerinden tuttu ve ellerini saçından uzaklaştırdı. “Kahretsin, insan olmadığına şükretmelisin.”
Harang kaşlarını çattı. “Efendim?”
Sırıtarak Junjin Harang’ın vücudunu hafifce itti dönmesi için. “Olsaydın, şu an sana atlamış olurdum kesin.”
Harang koyu mavi kot pantolonunu giymişti. Görünüşe göre, Small olanıydı. Ve kahretsin, Junjin ona onu yiyecekmiş gibi bakıyordu. Harang’ın bütün kıvrımları pantolonun kumaşı ile kaplıydı. Sanki bacakları kumaş ile değilde boya ile kaplıymış gibi görünüyordu.
“Pantolon yakışmış sana.” Ve bacaklarının arasında ben olsam daha da yakışır. Junjin başını salladı. Amerikan müziğinden vazgeçmeliydi.
“Teşekkür ederim.” Harang dudaklarını geren bir gülümseme ile eğildi.
O iğrenc flamingo bulizi bile iyi görünüyordu. Harang üstteki ilikleri açık bırakmıştı. Pembe kuşların bu kadar çekici görüneceğini kim bilebilirdi?
“Eee?” diye başladı Junjin. Kendini bir kaç adım geriye atıp Harang’ın mükemmel kalçalarına bakmamaya zorladı. “Sırada ne var?”
Harang sandalyedeki giyisilere baktı. “Sırada kazaklar var, sanırım. Pantolon ve buliz bedenimi biliyorum artık.”
“Gerisini dene öyleyse.” Junjin Harang’a gözünü kırptı ve bir kez daha odadan çıktı.
Alnını ovdu. Bu bir şaka olmalıydı. Harang bir robotdu. Sahte! Böyle göz kamaştırıcı ve güzel olmamalıydı. Junjin kendine bir yumruk atmak istiyordu şu an. Kötü bir alışkanlığıydı, arkadaşlarına aşık olmak, onlarla yatmak, yada ikisi. Insan ve robot ilişkilerine iyi gözle bakılmıyordu. Hatta bütün dünya karşıydı bu işe. Junjin isteseydi bile… Hayır, hayır, onu yapamazdı. Aklından bile geçiremezdi o düşünceyi. Harang’ı tanıyalı sadece dört gün olmuştu ve—
“Aman!” Şaşkın bir çığlık ve duvara vurma sesi geldi giyinme odasından.
Junjin kıkırdadı. “Iyi misin?”
“Takıldım!” dedi Harang. Panıklı sesi sanki çok uzaktan geliyor gibiydi.
“Takıldın mı?” Junjin dudağını ısırdı, ve biraz endişelenmeye başladı. “Içeri girebilir miyim?”
“Lütfen.” dedi Harang. Yine duvara çarptı odanın içinde.
Junjin hemen kapıyı açtı ve önündeki resime gülmemeye çalıştı; Harang’ın üzerinde sadece bir külod ve bir kazak vardı. Kazak kolları ve kafasına dolanmıştı ve zavallı şeyi boğuyor olmalıydı.
“Ah, Harang.” Junjin ister istemez güldü. “Gel bakalım.”
Harang’ın etrafına dolanan kazağı dikkatlice ayırdı ve Harang’ın kollarıyla daha çok hareket edip kumaşın ağnaşmasını engellemek için ellerini tuttu. Çabuk bir hareketle, Junjin sonunda kazağı Harang’ın kafasından indirdi.
“Ahh!” Harang’ın kafası ortaya çıktığında robot havasız bir çığlık attı.
Junjin’in nefesi kesildi. Harang’ın saçları darmadağındı, yanakları kızarmış, ve gözleri geçirdiği şok ile büyümüştü. Junjin hala robotunun kollarını tutuyordu, ve birden birbirlerine ne kadar yakın olduklarını fark etti.
“Teşekkür ederim.” dedi Harang.
“Hm?” dedi Junjin. Ilgisi tamamen başka bir yerdeydi şu an. Harang’ın üst dudağı alt dudağından biraz daha büyüktü. Ikisi de doluydu ama, ve pembe. Çok narin görünüyorlardı, sanki her an yaralanabilirmiş gibi. Hareket ediyorlardı. Bir dakika, Harang bir şey mi söylüyordu?
“Ne?”
“Hasta mısın, Junjin?” diye sordu Harang. Alnı endişe ile kırıştı.
Evet, beynimde. “Hayır, neden?” Gözlerini Harang’ın gözlerine bakmasına zorladı ve gülümsedi.
“Kızardın. Zor nefes alıyorsun, ve kalp atışların hızlandı.”
Junjin buna içten gülümsedi. Bir adım geriye atarak, Harang’ın kollarını bıraktı ve dağınık saçını yine dağıttı. “Iyiyim, özür dilerim. Sen iyi misin?”
“Evet.” Harang yere baktı. “Özür dilerim. Işe yaramaz bir robotum.”
Lütfen öyle deme, diye düşündü Junjin, önümde pantolonsuz ve besbelli sex saçı ile dururken. Dışarı doğru ama, “Sen işe yaramaz değilsin.” dedi. Harang’ın elini tuttu masumca ve gülümsedi. “Son dört günü senin mükemmel yemeklerin ve tatlı arkadaşlığın olmadan nasıl yaşayabilirdim?”
Içindeki minik Kyuhyun şu an suratına eliyle gösterek ‘Taşaksız ipne!’ diye bağırarak gülüyordu.
Harang başını kaldırdı ve Junjin’e minik bir gülümseme sundu. “Teşekkür ederim.”
Junjin Harang’ı duvara bastırmak ve kosarak kaçmanın arasında seçim yapmaya çalışıyordu. Koşarak kaçmak kesinlikle daha iyi bir opsyondu.
“Ben kasaya gideyim, ve sen kendi giyisilerini giy, olur mu? Sığan eşyaları getir, ve diğerlerini dışarıdaki hizmetliye bırak.”
Harang kafasını salladı ve giydiği şeyleri düzgünce askılara takmaya başladı. “Tamam.”
Junjin kaçarcasına giyinme odalarından çıktı. Genç adam çıkarken mavi gözlü hizmetli ona eğildi, ve Junjin çocuksu meraktan hizmetlinin memelerini elleme isteğini aklının en karanlık köşesine attı.
*-*-*-*-*
“Başarılı bir aliş veriş yaptığımızı düşünüyorum.” diye sırıttı Junjin Harang’a. Genç adam torbaları taşımakta her ne kadar ısrar ettiyse, Harang ‘belki takılıp yere düşersin tehlikesini göze alamam’ diyerek onu ikna etmişti, ve şimdi kıvrımlı robotu bütün torbaları taşıyordu. Tabi, Junjin çarşıda artık herkes tarafından acımasızca kız arkadaşına her şeyi taşıttıran bir erkek gibi görünüyordu. Harang ise gururluca torbaları tutuyordu, ve etraftaki bakışları umursamıyordu.
“Teşekkür ederim, Junjin. Sen bir robotun olabileceği en iyi arkadaşısın.”
Junjin elini salladı önemsemiyormus gibi. Yanakları hafiften kızardı. “Ben acıktım. Bir yere gidip yemek yemeliyim, bu senin için bir problem olmaz, değil mi?”
Harang sırıttı. “Tabi ki hayır, Junjin. Nereye gitmek ister— Ah, bu Lyn ve Kyuhyun değil mi?” diye sordu Harang ve eliyle onlardan bir kaç metre uzakta duran iki insana gösterdi.
Junjin gözlerini çevirdi ve homurdandı. “Evet.”
Tabi ki o uğursuz anda, Lyn yüzünü çevirip onları fark etti. “Junjinnie!”
Iç çekerek Junjin arkadaşlarına elini salladı. “Hadi gel, onları da öğle yemeğine davet edelim.”
“Ah, tamam.” Harang mutluca güldü. “Lyn ve Kyuhyun iyi insanlar.”
Junjin bunun üzerine dudaklarını büzmemeye çalıştı ve Lyn’in ayı sarılmalarından biri için kollarını açtı.
*-*-*-*-*
“Harang ile çok zaman geçiriyorsun.” dedi Kyuhyun bir kaşını kaldırıp Junjin’e bakarak.
Eski 1950 stilinde bir lokantada oturuyorlardı. Junjin hangi 1950 olduğunu bilmiyordu, ama kesinlikle Kore’ninki değildi. Lyn daha Junjin bir şey diyemeden Harang’ı kolundan tutup yemeği almaya götürmüştü. Junjin robotun gerçekleri ağzından kaçırmamasını umuyordu.
“Junjin?”
“Hm?” Junjin Harang-transından uyandı ve Kyuhyun’a baktı. “Ne var?”
Dramatik bir şekilde iç çekerek Kyuhyun Junjin’in alnına dürttü parmağı ile. “Bu şeyi dolduracak kadar beynin olsaydı keşke.”
Junjin kendini savunmak için ağzını açtı, ama Kyuhyun ondan önce davrandı. “Onunla çok zaman geçirdiğini söyledim. Sonra yüzündeki o aptal gülümseme ile daldın gittin.”
“Hiçte bile.” dedi Junjin çocuk gibi. “Neyse, o yeni bir arkadaşım. Onunla tanışmak istemem yanlış mı?”
“Gerçekten sadece bir arkadaş mı?” diye sırıttı Kyuhyun, ve Junjin onun yakışıklı suratına bir yumruk atası geldi. Kyuhyun insanları çok iyi okuyabilen biriydi. Yüzlerindeki ifade, yada yaptıkları hareketleri hemen anlayabiliyordu. Çok konuşkan biri değildi, ama şakalaşmayı çok severdi.
Luzumu yoktu. Kyuhyun herkesten önce anlardı zaten. Konuşkan olmayabilirdi, ama Junjin’in tanıdığı en zeki insandı. “Sana anlatırsam, Lyn’e söylemeyeceğine söz verir misin?”
Kyuhyun’un gözleri birden ışıldamaya başladı ve işaret parmağını uzatarak Junjin’in işaret parmağına değirdi. “Söz.”
Junjin ona kafayı yemiş gibi baktı. “Bu ne demek oluyor? Keçileri mi kaçırdın?”
Kyuhyun gücenmiş gibi baktı ve kafasını salladı. “Star Trek’de böyle söz veriliyor!”
Junjin aklının bir köşesine bir gün Kyuhyun’un evine gidip bilgisayarından profiline girip Star Trek hesabını silmeyi not aldı.
“Sen manyaksın.” dedi Junjin ve konuya geri dönmek için öksürdü. Harang’a tekrar baktı, ve konuşmaya devam etti. “Harang… bir robot.”
“Ne?” Kyuhyun anında ciddileşti ve kaşlarını çattı. “Şaka mı yapıyorsun? Ciddi misin?”
“Gerçekten.” Junjin Kyuhyun’un gözlerine baktı. “RoboStem’in yeni modellerinden biri. Annem aylardır benim için bekliyordu kuyrukta. Evde, eh… yardıma ihtiyacım vardı.”
“Hep patetik olduğunu bilirdim, Junjin.” diye gülümsedi Kyuhyun. “Ama bunun bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum.”
“Harang çok tatlı. Hiç beklemediğim gibi.” Junjin sandalyesine yaslandı. “Müziğimi seviyor, ve biraz sakar. Çok sevecen.”
“Ondan hoşlanıyorsun, değil mi?” diye konuştu Kyuhyun ciddi bir sesle. “Bir makine parçasına kapıldın.”
“Hayır.” dedi Junjin çabukca. “Yani. Bilmiyorum. Başkalarına çok farklı davranıyor.”
Kyuhyun iç çekti ve şefkatlice Junjin’in koluna dokundu. Daha önce hiç yapmadığı bir şeydi. “Nasıl yani?”
“Buradaki şeyler onu hiç etkilemiyor. Kendisi de bir makine olduğu halde, bana çok saf, ve hiç elektronik gibi gelmiyor. Ferahlatıcı.” Junjin başını kaldırıp Lyn ve Harang’a kısa bir bakış attı. “Benim için iyi olduğunu düşünüyorum.”
Kyuhyun sandalyesine yaslandı ve başını sallayarak onayladı. “Bence de. Çok daha canlı ve neşelisin.”
Junjin bir ‘ama’nın geleceğini hissedebiliyordu.
“Ama,” ah, işte Kyuhyun’u cok iyi tanıdığının bir kanıdı. “Bence dikkatli olmalısın. Ona çok bağlanma, Junjin. Şey’den sonra…” diyerek Kyuhyun Lyn’e doğru gösterdi. “Senin kırılmanı istemiyorum.”
Junjin sırıtarak Kyuhyun’un koluna vurdu. “Bu da ne? Neden bana bu kadar iyi davranıyorsun?”
“Depresif götünle uğraşmaktan bıktığım için.” dedi Kyuhyun huysuzca. “Bu sana ilk ve son iyi davranışım olacak.”
“Ayyy.” Junjin dudaklarını şişirdi ve Kyuhyun’u öpecekmiş gibi yaptı ve sonra gülümsedi. “Şaka bir yana, teşekkür ederim, Kyu.” Genç adam iç çekerek dirseklerini masaya koydu. “Zaten bunu ona yapamam. O çok masum.”
“Bu kelimenin hazinende bulunduğunu hiç bilmiyordum.” dedi Kyuhyun alaylı bir sesle.
Junjin gözlerini çevirdi. “Kapa çeneni, ben—“ gözünün kenarından Lyn ve Harang’ın masalarına doğru yaklaştıklarını gördü. “—eyvah, lütfen Lyn’e söyleme, Kyu. Onun… şey… yani… şey düşünmesini istemiyorum.”
“Söylemem. Sana Star Trek sözümü verdim.”
Junjin teşekkür eder gibi gülümsedi ve kalkıp Harang’a hamburger ve patates kızartmalı tepsileri taşımakta yardım etti.
“Harang aç olmadığını söyledi,” Lyn dudaklarını büzdü ve başka bir tepsiyi masaya koydu. “Fikrini değiştirmeye çalıştım, ama bizim yemeğimizi yiyip merak etmememizi söyledi.”
Junjin Harang’a endişeli bir bakış attı, ama Harang başını sallayarak karnına vurdu hafiften. “Karnım ağrıyor biraz, ama önemli bir şey değil. Lütfen, siz keyfinize bakın.”
Maalesef, Harang’ın elinde hala tepsinin kenarı vardı. Bir hamburger havaya fırladı. Junjin bir insanın öğle yemeğinin çöpe gittiğini düşünerek üzüldü ve hamburgerin neredeyse ağır çekimle yere düşmesini izledi.
Harang vücudunu çevirip tutana kadar.
“Ah!” dedi ve elindeki hamburger sallayarak gülümsedi. “Kurtardım.”
Junjin ona bir anlığına açık ağızla baktı, ve sonra Kyuhyun’a döndü.
Esnek, diye konuştu Kyuhyun’un dudakları sessizce, ve genç adam Junjin’e gözünü kırptı.
Senden nefret ediyorum, diye düşündü Junjin, Senden nefret ediyorum, ve bir gün bunun acısını çekeceksin. “Hadi yemeye başlayalım.” Harang’ın yemek yiyerek ona bir kalp krizi veremedigine sükrediyordu.
Robotunun dudaklarına bakacak yeni bir gerekçeye hiç ihtiyacı yoktu.
*-*-*-*-*
“Süt lazım.” dedi Harang ve alış veriş arabasını raflardan kolaylıkla yönlendirdi.
Junjin arkasından çocuk gibi isteksizce yürüyordu. Süper marketlerden nefret ediyordu. Işıklar hep çok aydınlık ve sahteydi ve herkes alış veriş arabasının yoluna geçiyordu. Annesi ve babasıyla alış veriş yaptığını hatırladı birden Junjin. Perşembe akşamları. Korkunç, travmatik hatıralar. Yaşlı bir ninenin alış veriş arabasını Junjin’in ayaklarının üzerinden bastıra bastıra sürümesi gibi. Ürperdi.
“Al, süt.” Junjin bir karton tam yağlı sütü arabaya koydu.
“Junjin.” dedi Harang sert bir sesle.
Junjin bir anda korktu. “Ne?”
“Onun içinde kaç kalori var biliyor musun? Yağsız sütle de yaşayabilirsin, hatta daha uzun yaşayabilirsin. Tam yağlı süt senin daha erken ölmene sebep olabilir.”
Harang’ın sağlık dersine teslim olup, Junjin nefis, kaymaklı tam yağlı sütü geri rafına koydu ve onun yerine iğrenç yeşil kartonu aldı.
“Peki.”
Harang ona dişli bir gülümseme sundu. “Iyi.”
*-*-*-*-*
“Çikolata mı, Junjin?”
“Bana geçen gün çikolatalı krep yaptın ama!”
“Ama en azından 85% kakaolu çikolata almalısın. Daha az yağ ve kalori içeriyor.”
“Seni duyan da benim şişman olduğumu düşünecek.”
“Sen şişmanlıktan çok uzaktasın. Aksine, sen normalden çok daha hafifsin. Ama bu sağlıksız yaşayabilirsin anlamına gelmez.”
“Peki.”
“Iyi.”
*-*-*-*-*
Junjin kasaya doğru yürüdüklerinde kendini çok yorgun hissediyordu. Uzun zamandır bu kadar aktif değildi. Belki, en son sex ‘dönem’inden beri. Ama o da çok uzun zaman önceydi. Utanç verici bir gerçek.
“Like a virgin,” diye hafifce şarkı söyledi Harang onun arkasından, “touched for the very first time.” [Bir bakire gibi, ilk defa ellenmiş.]
Junjin’in gözleri şaşkınlıkla büyüdü ve ayağı arabalarının bir tekerine takıldı. “O neydi?”
“Ah!” Harang şarkı söylemeyi bıraktı ve utangaçca gülümsedi, “Özür dilerim. Bu şarkı önceki mağazada çalıyordu. Hoşuma gitti.”
Junjin güldü. “Anlamını biliyor musun?”
“Tabiki. Bende bir Ingilizce dil paketi yüklü.”
“Iyi.” diye sırıttı Junjin ve arabanın içindeki eşyaları konveyör kemerlerinden birine koymaya başladı. “Güzel bir sesin var.”
“Teşekkür ederim.” Harang eğildi ve yanakları kızardı. Junjin bu kızarma işini hala çözememişti. Harang’ın kanı varmıydı? Nasıl oluyordu?
“Junjin,” diye konuşmaya başladı Harang sessizce, “Umarım seni rahatsız etmiyorumdur, ama…”
Junjin yüzünü Harang’a çevirdi, “Evet?”
“Bana… bana Lyn’den bahseder misin?”
“Lyn mi?” Junjin çenesini kaşıyıp gözlerini başka bir yere çevirdi, “Diyecek bir şey yok, ben—“ birden iç çekti ve sırıtmaya çalıştı, “— sen algısal bir cadının tekisin, biliyor musun?”
Harang gülümsemedi, ve gözleri hala soru sorar gibi bakıyordu.
“Sana yarın anlatabilir miyim?” diye diledi Junjin. “Yorgunum. Söz veriyorum, anlatacağım.”
Başını sallayarak, Harang iğrenç yeşil kartonlu sütü kemere koydu. “Senin hayatın hakkında daha çok bilmek isterim.”
“Bir şartla.”
Harang Junjin’e şaşkınca baktı.
“Bana o tatlı yanaklarının nasıl kızardığını anlatacaksın.” Junjin en iyi sırıtmasını taktı.
“Yarın.” dedi Harang, aynı Junjin’in ses tonuyla. “Söz veriyorum.”
--- | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:18 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. 5. Gün (1. Part) Junjin banyonun aynasinda yüzünü inceledi. Fena degil, fena degil. Aynada kendisine gülümsedi ve bir öpücük üfledi. Yakisiklisin, seksisin, seninle yatacak olan kadin yasadi. Küvetin yanindaki kabinetin icinde bir seyi ararken, Junjin belini yavasca salladi, sanki dans eder gibi. “Harang?” diye cagirdi genc adam. Kapi kapaliydi ama Harang’in olaganüstü isitmesi vardi. “Harang!” Eh. Bazen. Junjin banyoya dogru gelen ayak sesleri duydu ve sonra tereddüdlü bir, “Junjin? Iyi misin?” “Tiras kremi nerede?” diye seslendi genc adam. “Süresi bitmis prezervatif kutusunun arkasinda.” Junjin’in ifadesi eksidi ve genc adam robotunun onun su an kizardigini göremedigine sükretti. Gercekten, Junjin ne kadar uzun süredir ‘bos’ kaldigini hatirlamak istemiyordu. Prezervatifleri aldi ve arkasina bakti. “Göremiyorum?” Junjin’in aldigi tek uyari sessiz bir ic cekmeydi, ve sonra kapi birden acildi ve Harang iceri yürüdü. Birbirlerine yarim saniyeligine baktilar, ve Junjin’in eli hemen Park ailesinin degerli mücevherlerini örtmeye calisti, diger eliyle ise hala luzumsuz prezervatifleri tutuyordu. Harang onu tamamen görmemezlikten geldi ve kabinete dogru yürüyerek bir saniyede tiras kremini cikardi. “Iste, burada.” Junjin kimildayamiyordu bile. Normalde, aslinda hicbir sey icin hic utanmazdi, ama önceden uyari aldiysa. “Ciplagim.” dedi. Aklinda kendini ‘Kaptan-Besbelli’ kostümü ile hayal edebiliyordu. O köstüm bile iyi olurdu su anki ciplak haline. Harang ona ‘Eee?’ der gibi bakti ve elindeki tiras kremini salladi. “Ellerim su an dolu, Harang.” dedi Junjin ve prezervatif kutusunu salladi. Diger elini sallamamaya calisti. “Evet,” dedi Harang ve düsüncelice basini yana egdi, “Sanirim öyle. Seninki bayagi büyük.” Ah, Tanrim, olamaz. Junjin ölmek istiyordu. Dislerini sikarak, “Tesekkür ederim.” dedi. Harang birden can atarcasina gülümsedi. “Senin hakkinda her gün yeni seyler ögreniyorum!” “Eh, simdi nasil bir ask makinesi oldugumu biliyorsun…” Junjin prezervatif kutusunu lavabonun kenarina koydu ve gülümsemeye calisti. Harang’in gülümsemesi yüzünden silindi ve güzel robot birden kaslarini catti. “Ama ben ask makinesiyim. Sen bir insansin.” Tamam, iste simdi Junjin’in eli gercekten doluyordu. Ask makineleri hakkinda ( Neden buu söyledim? Neden?) tatli bir kizla ciplak haldeyken konusmak… aslinda, normalde acayip olurdu, ama Junjin’in o an Tanri’nin robotik dünyasinda yapmak istedigi en son seydi. Bos eliyle de Junjin Junior’u kapatmak icin üzerine koydu. “Ehh, haklisin.” dedi dislerini sikarak. “Sey. Sen. Kahvalti yapsana, ben de hazirlanayim.” Harang basini salladi. “Elbette!” Saygilica egildi ve banyodan cikti. Junjin ic cekti ve ellerini cekerek her seyi sarkti. Aynada kendisine bakti ve kikirdamaya basladi, sonra bir elini kaldirip kizarmis yanaklarini oksadi. Ne yaptigini anlayinca, hemen elini yanagindan cekti. ‘Eau de Terli Testis’ belki sabahlari kullanacagi ilk parfüm olmamaliydi. Hemen ellerini yikadi. Suratina tiras kremini sürdükten sonra, Junjin tiras makinesini aldi ve basini egerek ‘durum’una bakti. “Sen,” dedi ve tiras makinesiyle Junjin Junior’a gösterdi, “Uslu ol. Yoksa senin de ask yuvani tiras ederim.” Tehditin etkisi süperdi. *-*-*-*-* Junjin salondan mutfaga dogru yürüdü. Simdi tamamen giyinikti, ve deminki travmayi atlatmisti. Mutfaga ayak bastiginda, nefesi kesildi. “Harang, bu ne?” diye sordu Junjin ve üzerinde en az yirmi cesit yemek duran masaya bakti. Harang ona döndü ve ceingence gülümsedi, “Senin icin özel bir sey yapmak istedim, dün bana giyisi aldigina tesekkür olarak.” “Bunu yapmali degildin.” Harang’in ifadesi düstü ve Junjin icinden kendini yumrukladi. Bir adim öne atip Harang’in omuzuna elini koydu. “Ama tesekkür ederim. Cok güzel görünüyor.” Basini sallayarak, Harang Junjin’in oturmasi icin eliyle sandalyeye gösterdi, “Yosun corbasi ve pirinc var,” diyerek iki tabak koydu Junjin’in önüne, “Ve susam yagli, yesil soganli kizartilmis soya peyniri.” Junjin Harang ona diger yemekleri gösterdiginde agzinin akmasini engellemeye calisiyordu, “Hepsi cok güzel kokuyor.” “Lütfen, ye.” Harang gülümsedi ve Junjin’in yanindaki sandalyeye oturdu. “Umarim begenirsin.” Junjin yemege saldirdi. “Bu cok iyi!” diye bagirdi Junjin, agzindakileri yuttuktan sonra. “Senin tadamadigina üzgünüm.” “Ah, hayir,” Harang kücücük ellerinden birini havaya kaldirdi (Junjin’in icindeki bes yasindaki kiz ‘Ayyyy’ dedi), “Benim zevkim senin zevk aldigini izlemekten geliyor.” “Bence zevk almak denilemez buna. Resmen yemek-gazmi geciriyorum.” Junjin siritarak kasigiyla pirince daldi. “RoboStem’deki adamlar yemek yapmayi biliyormus gercekten.” Harang’in yanaklari kizardi. “Aslinda, bunun tarifini raflarindan birinde buldugum yemek kitabindan aldim. Umarim onu kullandigim bir problem olmaz.” Junjin düsüncelice pirincini cignedi. “Yemek kitabim oldugunu bile bilmiyordum.” “Sadece bir tane vardi.” diye sgülümsedi Harang. “Daha plastic kaplamasinin icindeydi.” “Ah, bastan söylesene. Evet, o kesin benimdir.” diye güldü Junjin. “Tabi ki kullanman bir problem degil. Hele böyle sonuclar verirse.” “Kitaplari seviyorum.” diye ic cekti Harang. “Senin birkac heyecanli kitap haric hic kitabin yok.” “Evet,” diye omuzlarini silkti Junjin, “Ben m+üzik insaniyim.” Yemek cubuklarini masaya koyduktan sonra sandalyesine yaslandi ve Harang’a meraklica bakti. “Bana kitaplari anlat. Senin icin güncellesmek daha kolay degil mi?” Harang’in gözleri isildamaya basladi. “Evet, ama okumayi cok seviyorum! Üretim fabrikasindan cikinca, tamamen monte edildigimizden sonra bizim insan dünyasi ile iyi etkilenmemiz icin kücük gruplara dagitildik ve tecrübe topladik.” “Bu bilgiler sana üretildiginde verilmemis miydi bile?” diye lafini böldü Junjin. “Tabi ki,” diye gülümsedi Harang. “Ama gercek insanlar ile iletisim kurunca, robotlar gelecekteki sorumluluklarini daha iyi anliyor. Insanlar bizim onlarin yaninda nasil davranacagimizi bilmemizi tercih ediyorlar.” “Anladim,” dedi Junjin. “Ve bu kitap olayi ne zaman geliyor?” “Bizim yöneticimiz bizim grubumuzun sirasini beklerken hep kitap okurdu. Bir gün ona kitabina bakabilir miyim diye sormustum.” diye gülümsedi Harang. Junjin onun bu hatirayi veritabanindan oynatiyor diye düsündü. “Kitabin kabindaki resim ve icindeki hikayeler beni adeta büyülemisti. Bana her hafta baska bir kitap getiriyordu.” “Bu yasak degil miydi?” diye sordu Junjin. “Hayir,” diye kafasini salladi Harang, “Uygunsuz bir sey getirmezdi.” Junjin gülümsedi. Harangi bu kadar mutlu görmek onu da mutlu ediyordu. Robotun kendi sevincine hakim olmaya calistigini görebiliyordu. “Yani kitaplari gercekten seviyorsun, hm?” Harang can atarcasina kafasini salladi. “Sanirim kitap okumak benim tutkum diyebiliriz.” “Enteresan.” Junjin düsüncelice alnini kasidi. “Bugün ne yapacagimizi biliyorum.” Harang ona soran gözlerle bakti. “Bugün beste yapmali degil miydin?” “O bekleyebilir.” diyerek elini salladi Junjin. “Seni bir yere götürmek istiyorum.” “Nereye?” Junjin gülümsedi. “Kütüphaneye.” *-*-*-*-* 5. Gün (2. Part) Junjin Seoul’un eski taraflarına doğru yürüdüklerinde etraftaki kalabalığın pis kokusunu üzerinden atmaya çalışıyordu. Harang onu ikinci kez otobüse binmeye ikna etmişti ve tekrar önünde ‘koruması’ olarak durmuştu. Gerçekten, bu durum Junjin için haksızlıktı. Harang dün aldıkları kot pantolonunu giymişti, mükemmel kalçaları tam ekran Junjin’in gözlerinin önünde. “Kütüphane’nin içi nasıl görünüyor acaba? Çok merak ediyorum.” dedi Harang heyecanlı bir sesle. Junjin ona gidecekleri kütüphane hakkında veritabanına bilgi indirmemesi için ikna etmişti Harangı. “Çok kitap var.” dedi Junjin sırıtarak. Büyük bir taştan binaya yaklaştıklarında, “Işte geldik.” dedi genç adam. Binanın içi ve etrafı bomboştu, ıssız bir çöl gibi ve Junjin hayal kırıklığına uğradığını söyleyemezdi. Belki bunu düşündüğü için bencil olabilirdi, ama içeri girdiklerinde Harang’ın yüz ifadesini gören tek kişi olmak istiyordu. “Şimdiden çok güzel görünüyor.” dedi Harang ve şaşkınlıkla büyük binaya baktı. Büyük giriş kapısını açtı ve bir adım geriye attı. “Senden sonra, Junjin.” Böyle eski taştan bir binaya girdikleri için, Junjin birden ayağında zarif ayakkabı olması gerektiğini düşündü. Beraber içeri girdiler. Yaşlı bir erkek görevlisi respesiyonda oturuyordu. Burnu kalın bir kitabın içine gömülmüş, gözlükleri neredeyse burnunun ucundan düşüyordu. Sessizlik sanki birine sağırmış hissi veriyordu. Bir sayfanın çevrilişi birden çok sesli geldi Junjin’in kulaklarına. Junjin öksürdü. “Iyi günler.” Yaşlı adam başını kaldırdı ve onlara şaşkınca baktı. “Ah, özür dilerim. Kral kızının hizmetcisini ayartmaya çalışıyordu.” Junjin görevliye eğildiğinde gülümseyişini saklamaya çalıştı. Yaşlı adam onları düzgünce selamlamak için sandalyesinden kalktı. “Size nasıl yardımcı olabilirim, çocuklar?” “Biz sadece kitaplara bakmaya geldik. Arkadaşım,” dedi Junjin ve eliyle gülümseyen Harang’a gösterdi, “daha önce hiç bir kütüphaneye gitmemişti.” “Ne?” Yaşlı adam onaylamıyor gibi kafasını salladı. “Korkunç! Ah, bugünün gençliği, email ve telefonlarınızla.” Junjin kıkırdadı. “Arkadaşım kitapları çok sever, efendim. Sadece daha önce buraya gelme imkani olmamıştı.” “O zaman onu doğru düzgün eğitmelisin.” dedi yaşlı adam ve sandalyesine geri oturdu. Bir eliyle soldaki büyük kapıya gösterdi. “Buyrun, iyi eğlenceler.” Junjin ve Harang eğildi. “Teşekkür ederiz, efendim.” dedi Junjin. Ikisi beraber resepsiyon masasının yanındaki büyük kapıya doğru yürürken görevli adam Junjin’e gözünü kırptı, “Kitabın ağız sulandırıcı yerine geldim.” Junjin neden bilmiyordu, ama birden yanaklarının ısındığını ve kızardığını hissetti. Belki bu yaşlı adamın hayat üzerinde Junjin’in tanıdığı herkesten daha çok bilgisi vardı. Ya o, yada sadece çok kitap okumuştu. Junjin başını sallayarak Harang’a döndü ve bir elini kapıya koydu. “Hazır mısın?” diye sordu gülümseyerek. Harang cevap olarak mutlu bir şekilde sırıttı. Junjin derin bir nefes alıp kapıyı açtı, ve Harang’ı hafifce omuzundan iterek içeri yönlendirdi. “Ah.” dedi Harang sessizce. Yüzündeki hayretlik ve şaşkınlık tamamen okunabiliyordu. Ilık bir rüzgar esti, ve hiçbir yerde bu kadar yoğun hissetmediği kitap kokusu başını döndürdü Junjin’in. Boydan boya camlar, görüntüleri soyutlaştıryordu. Yüzden fazla insan kendi havasını soluyordu bu ortamda, aynı şeye odaklanarak… Okuduklarını yansıttığı hayal dünyasına. O kadar büyük ve kalabalık olduğu halde çıkan tek ses sayfaların çevrilmesinden kaynaklanıyordu. Kimi ciddiyetle, kaşlarını çatarak izliyordu, harflerin başrol olduğu o dünyayı, kimi yüzünde belli belirsiz bir tebessüm ile. Kulakları duymuyordu bu insanların. Koridor üstüne koridor kitaplarla doluydu. Büyük odanın eğimli duvarlarına geniş kitap dolapları yaslanıyordu. Roman, masal, düzyazı, yabancı literatürü, referans, belge, arşiv. Insanın aklına gelen her tür yazı için bir kısım vardı. Büyük odanın ortası sadece okumak için ayırılmıştı; ders çalışmak için uzun, lambalı masalar ve insanların en sevdikleri romanları okuyabilecekleri büyük, rahat koltuk ve kanepeler. Junjin Harang’ın bu görüntüye büyük gözlerle bakmasını izliyordu. Karnına yerleşen o sıcak duyguyu duymamaya çalışıyordu, ama inkar edilemez bir seydi. “Beğendin mi?” diye sordu genç adam dikkatlice. Odanın rahatını bozmamaya çalışıyordu. Harang ona döndü. Gözleri ışıldıyordu, ama mavi ekran değildi. “Hemde çok.” dedi sessizce. “Aynı müzik gibi. Kendimi bu kadar mutlu hissetmek doğru mudur diye düşünüyorum. Kendimi çok dengesiz ve kararsız hissediyorum. Nerede başlayacağımı bilmiyorum!” Junjin şefkatlice gülümsedi. Harang’ın heyecanlı konuşması çok sevecendi. Belki… Sadece arkadaşlar arasında— “Harang.” diye fısıldadı Junjin ve robotu tedbirli bir sarılma için kendine doğru çekti. Robot birden gerildi. Kararsızdı. Junjin Harang’ın omuzuna gülümsedi. “Bunu seninle paylaşabildiğim için mutluyum.” Harang’ın kolları yavaşca (ve sakarca) yükseldi ve Junjin’in beline sarıldı. Bir kaç saniyeliğine sessiz kaldı ikisi de. Sonra Harang Junjin’in neredeyse duyamadığı yumuşak bir sesle, “Teşekkür ederim, Junjin.” dedi. Junjin deli gibi sırıttıktan sonra Harang’dan ayrıldı ve yüzündeki kasları kontrol etmeye çalıştı. “Hadi gel,” dedi, “Nerede başlamak istersin? En çok neyi okumayı seviyorsun?” Harang işaret parmağıyla dudaklarına hafifce vurdu. “Romanları en çok seviyorum. Prensesler ve prensler ve şatolar ve ejderhalar ve aşk ve—“ Harang birden sustu ve yüzü kızardı, “—Çok konuşuyorum, özür dilerim.” Junjin gülerek Harang’ın elini tuttu ve onu fantezi kısmına doğru çekti. “Çok konuşmanı seviyorum. Buradan beğendiğin bir şeyi seç. Ben seni koltuklarda bekliyorum.” Harang kararsız görünüyordu. “Senin icin musallat olmak istemem, Junjin.” “Kim musallatmış?” dedi Junjin. “Istediğin kadar takıl. Ben de elime bir kitap alip her zamanki tembel halime geri dönerim.” Haranga güven verici bir şekilde gülümsedi ve robotunu hafifce kitaplara doğru itti. “Hadi bakalım.” Harang itiraz edemeden Junjin ona sırtını döndü ve ondan uzaklaştı. Çabucak başını çevirdi Harang’ın bakmadığına emin olmak için ve sonra acele ile raflardan birinin arkasına saklandı ve Harang’ı kitapların arasındaki boşluktan izledi. Gerçekten kalp ısıtıcıydı; Harang narin parmaklarını yıpranmış kitap sırtlarının üzerinden gezdiriyordu, her kitabın üzerindeki harfleri elliyordu, ilgisini çeken kitapları çıkarıp bir kaç sayfasını çeviriyordu. Bu Junjin’e birden Minwoo’nun gizli DVD rafında sakladığı Disney filmlerinden birini hatırlattı. Sarı elbiseli kız ve konuşan şamdan. Kendi kendine güldü ve hemen sonra elini ağzına koydu. Harang’ı gizlice gözetlediği için pişmandı. Rafların birine uzandı ve eline gelen ilk kitabı çıkardı; “Avrupa”. Kitabı kucaklayıp koltuklara doğru yürüdü ve en büyük ve en rahat görünenine oturdu. Okurken yüzündeki sırıtmayı engelleyemiyordu. On dakika sonra, Italya hakkında okulda öğrendiğinden daha çok öğrenmişti Junjin. Genç adam yüzünü kaldırıp önündeki görüntüye gülmemeye çalıştı; Harang koltuklara doğru yürüyordu, kollarında en az yirmi kitabın ağırlığı ile. “Yardıma ihtiyacın var mı?” diye seslendi Junjin kütüphanenin atmosferine dikkat ederek. Harang Junjin’in “Hayır, iyiyim.” diye algıladığı bir şeyleri mırıldandı. Harang’ın kitapları dikkatlice masalardan birinin üzerine koymasını ve sonra en üsttekini alıp koltuğun diğer köşesine oturmasını izledi. Junjin Harang’ın okumasına baktı bir süreliğine ve robotun hikayeye tamamen dalmışken yaptığı ifadeleri aklına kaydetti. “Iyi mi?” diye sordu Junjin. Harang’ı böldüğü için kendine kızıyordu, ama aynı zamanda bu soruyu da engelleyemiyordu. Harang ise Junjin’i duyduğunu belli etmiyordu. “Harang?” Hala bir tepki yoktu. Ne kadar kapılmış olduğu çok tatlıydı gerçekten. “Harang?” dedi Junjin, bu sefer ses tonunu yükselterek. Harang çabukca başını kaldırdı ve sanki bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini kırptı. “Ah! Özür dilerim, Junjin. Ne demiştin?” “Önemli değil.” diye sırıttı Junjin. “Iyi mi diye sormuştum. Kitap yani.” “Ah, evet,” dedi Harang ve başını can atarcasına salladı, “Şahane. Güzel kız beyaz atlı prensi görmek üzere, ama kim olduğunu henüz bilmiyor!” Junjin kum kalesindeki konuşmalarını hatırladı birden ve gülüşünü örtmek için öksürdü. “Kulağa heyecanlı geliyor.” “Muhteşem bir şey!” “Hey,” dedi Junjin ve koltukta doğruldu. “Bana okur musun?” “Sana okumak mı?” diye sordu Harang şaşkınca. “Evet. Hadi gel, yanımda otur ve bana oku. Senin sesini duymayı çok seviyorum.” Junjin yanındaki boşluğa vurdu hafifce. Harang kalktı ve beceriksizce Junjin’in yanına oturdu. “Dışarı atılmaz mıyız? Kütüphanelerin sessiz olduğunu sanıyordum.” “Burada en fazla on kişiyiz. Lütfen oku,” diye ikna etmeye çalıştı Junjin ve ‘dövülmüş köpek’ bakışını verdi Harang’a. “Lütfen? Beyaz atlı prensin nasıl biri olduğunu duymak istiyorum.” Harang gülümsedi ve başını sallayarak onayladı ve sonra okumaya başladı. Harang’ın bıraktığı yerden başlaması Junjin’in umurunda değildi. Sadece oturup Harang’ın güzel sesiyle hikayeyi anlatmasını dinlemek çok güzeldi. Junjin vücudunun gevşemesini ve beyninin kapanmasını hissedebiliyoru Harang’ın rahatlatıcı sesini dinlerken. Halınden memnun bir iç çekerek, Junjin koltukta pozisyonunu değiştirdi ve başını Harang’ın bacakları üstüne koydu, ayakları ise koltuğun köşesinden sallanıyordu. Harang bir anlığına duraksadı, ama bir şey söylemedi. Okumaya devam etti ve Junjin’in yükü altında daha rahat oturabilmek için bacaklarının yerini değiştirdi hafifce. Junjin memnun bir şekilde hımladı, gözlerini kapattı ve kendini tamamen huzurlu hissetti. Harang’ın parmakları saçını okşadığında genç adam neredeyse bir kedi gibi mırladı. Bir gözünü açarak, Junjin Harang’a baktı. Kitabı bir eliyle tutuyordu, gözleri sayfadan bir anlığına bile ayrılmadan. Aynı anda diğer eliyle Junjin’in saçıyla oynuyordu. Ne zaman sayfayı çevirmek gerekirse, Harang elini Junjin’in saçından bir saniyeliğine ayırıp, sonra yine okşamaya devam ediyordu. Junjin kendi kendine gülümsedi ve hafifce dönerek yüzünü Harang’ın karnına bastırdı, gülümsemesini saklamak için. Disney filmini düşündü tekrar. Belki daha önce fark etmediği bir şey vardı şimdi. *-*-*-*-* “Uyuya kaldım, özür dilerim.” dedi Junjin bir halt işlemişcesine ve ellerini dağınık saçlarından geçirdi. “Seni dinlemek çok güzeldi. Sanırım aklım uçuverdi.” Harang’ın elleri kütüphaneden çıktıklarında bir çanta dolusu kitap tutuyordu. Gitmeden önce resepsiyondaki yaşlı görevli onlara bilmişcesine gülümsedi ve Junjin’in yanakları yine kızardı. Harang kafasını salladı. “Ah, lütfen özür dileme. Bana kütüphaneyi gösterdiğin için sana minnettarim.” Yine insan içine çıktıklarında, “Bir şey değil.” dedi Junjin samimiyetle. “Park Junjin!” diye bağırdı arkalarından dostça bir ses. Junjin arkasına dönüp onlara doğru yürüyen adamı görünce neredeyse bir kalp krizi geçirdi. “Choi Siwon.” dedi Junjin istemsizce. “Seni görmek ne güzel.” Siwon gülümseyerek ona doğru yürüdü, peşinden de huysuz görünen kırmızı saçlı bir erkek. “Nasılsın, Park? Geçen gün anneni gördüm. RoboStem modellerinden birini aldığını söyledi?” “Evet.” dedi Junjin ve Harang’a baktı. “Bu Harang.” Harang saygılıca eğildi ve Siwon’u selamladı. “Sanırım o,” diyerek Junjin somurtkan kırmızı kafaya baktı, “senin modelin?” “Evet.” diye sırıttı Siwon. “Bu Heechul.” “Memnun.” dedi Heechul basit ve soğuk bir sesle. Junjin onun gerçekten memnun olduğundan şüpheliydi. Heechul ve Harang birbirlerine baktı ifadesizce, ve gözlerinin önünde yine birer mavi ekran oluştu. Junjin Harang’ın robot arkadaşı edinmesinden yana değildi, Junjin’in ruh sağlığı için. Yada ruh sağlığından geriye ne kaldıysa. “Muhteşem yaratıklar, değil mi?” dedi Siwon ve Heechul’a hayranlıkla baktı. “Sanırım öyleler.” diye kabul etti Junjin. Harang ona her robotun değişik olduğunu söylediğinde yalan söylememişti. O ve Heechul ancak bu kadar farklı olabilirlerdi, isteseler bile daha farklı olamazlardı. “Çarşıda mı gezdiniz?” diye sordu Siwon ve Harang’ın elinde tuttuğu çantaya baktı. “Yoo,” dedi Junjin omuzlarını silkerek, “Sadece kütüphaneye gittik.” Siwon güldü ve Junjin gamzelerini bir deynek ile dürtmek istiyordu. “Geçmişte hapis kalmışsın sen. Geleneksel değerleri unutmamak lazım, ama teknolojik geleceği de kucaklamalıyız!” Junjin hafifce gülümsedi ve sadece başını salladı. Genelde Siwon’un konuşmasını dinlemek ve dediği her şeyi kabul etmek daha kolaydı. Ama gerçekten, bazen limiti aşıyordu. Yine de Junjin susmaya karar verdi. “Biz gitsek iyi olur, Siwon. Neredeyse bütün günü kütüphanede geçirdik, eve gitmeliyiz.” diye lafını böldü Junjin. “Ah,” Siwon konuşmayı bıraktı ve gülümsedi, “Tabi ki. Seni görmek güzeldi. Annene selamlarımı iletirsen sevinirim.” “Elbette.” Junjin eğildi ve Harang’ın omuzuna dokunarak gideceklerini gösterdi robotuna. “Kendine iyi bak, Choi.” Siwon sevimlice elini salladı ve Junjin acele ile ayrıldı ondan. “Özür dilerim.” dedi güvenli bir mesafeye gelince. “Şansı olunca dağlar kadar konuşabilir gerçekten. Geleneksel değerlermiş,” diye homurdandı Junjin yürümeye devam ederken, “Kesin o kırmızı kafayla yatıyordur, pislik.” “Yatıyor.” dedi Harang. Ne dediğini anlayınca yanakları hemen kızardı. “Ah, bunu söylememeliydim.” Junjin yürümeyi bıraktı ve Harang’a çevirdi yüzünü. “Olamaz! Gerçekten mi? Heechul bunu sana iletti mi?” “Tam olarak değil,” dedi Harang, “Ben bir robotta yüklü olan tüm programları görebiliyorum.” “Ve?” diye sordu Junjin hevesli bir sesle. “Seks programları mı?” Harang’ın yanaklarındaki pembe daha da koyulaştı. “Aklını kirletmek istemem, Junjin.” Ah, bir bilsen, diye düşündü Junjin. “Hadi, bana anlat. Lütfen.” Harang’a en tatlı gülümsemesini sundu. Harang bir anlığına tereddüt etti ve sonra Junjin’in kulağına yaklaşarak bir şey fısıldadı. Junjin’den yine ayrıldığında utangacca yüzünü yere çevirdi. Junjin’in gözleri büyüdü. “Hasta manyak.” dedi gülerek. “Aman Tanrım, sapık herif!” Harang bir şey demedi. Yüzü yine normal rengine dönüyordu. “Harang,” diye kıkırdadı Junjin hava otobüsünün terminaline yaklaştıklarında, “Beni şu an çok mutlu bir adam yaptın.” Junjin bunu annesine söylemeye sabırsızlanıyordu. *-*-*-*-* Junjin bir el dolusu popcornu ağzına soktu ve gözünün kenarından Harang’a sinsi bir bakış attı. Junjin’in müziğini restore ettiği filmlerden birini izliyorlardı. Favorilerinden biriydi zaten; Junjin oldum olası hüzünlü aşk filmlerine bayılırdı. Harang ekranda olanlara tamamen kapılmıştı. Öne doğru eğilerek dirseklerini diz kapaklarının üstüne koydu ve gözleri ekrandaki tüm hareketleri takip etti. Üç saatlik maratonun sonuna geliyordular, ve Junjin filmin yaklaşık üçde ikisini ağlayarak geçirmişti, her zamanki gibi. Ne kadar çok izlerse izlesin, bu film her seferinde kalbinin derinlerine dokunuyordu. Kyuhyun onunla hep dalga geçiyordu bu yüzden. Minwoo alay edemiyordu, çünkü Junjin onun gizli Disney DVD rafını biliyordu ve onu tehdit edebilirdi her an. Lyn ise hep onunla beraber ağlardı. Junjin Harang’ın onun ağladığını fark etmediğine şükrediyordu, ama film bitince mutlaka görürdü. Genç adam gözlerinin kırmızı ve şişmiş olduğundan şüphesizdi. Filmin sonundaki tanıtma yazıları geldiğinde, Harang koltuğa yaslandı ve derin bir iç çekti. “Ne kadar trajik. Ne kadar çok ölüm. Aşk gerçekten en hüzünlü şarkıymış.” Junjin burnunu çekti ve güldü. “Onu nerede duydun?” “Sanırım bir kitapta.” diye gülümsedi Harang yüzünü Junjin’e çevirdiğinde. Genç adamın gözyaşı izleri olan yüzüne baktığında birden endişelendi. “Junjin, ağlıyor musun? Iyi misin?” Junjin şu anki duygusal yönden sağlam olmayan aklının Harang’ın ona verdiği bu bakışın üstesinden geleceğinden emin değildi. Dikkatlice gözlerini sildi ve çapraz bacaklarla oturdu koltuğa. “Iyiyim. Bu film beni hep ağlatır. Müziği beğendin mi?” diye sordu, hızla konuyu değiştirerek. “Harikaydı.” dedi Harang. Sanki bunu gerçekten içten söylüyordu. “Her parçası programlanmış duygularıma dokundu. Çok yeteneklisin.“ Junjin kızarmış yanaklarını örtmek için burnunu kaşıyor gibi yaptı. “Hayır, hiç değilim. Sadece seviyorum.” Harang Junjin’in bacağına dokundu hafifce. “Iyi olduğuna emin misin?” “Evet.” dedi Junjin. Sesindeki dürüstlüğe kendi bile şaştı. “Sadece benim için çok hatıra taşıyor.” Harang elini geri çekti ve birkaç saniyeliğine Junjin’i inceledi. “Lyn’den hatıralar mı?” Junjin gözlerini kırptı . “Bunu nasıl kaptın?” Harang sadece gülümsedi. “Biliyorum, sana onu anlatacağıma söz vermiştim.” Junjin ic cekti ve konusmasina baslamak icin derin bir nefes aldı. “Bunu konuşmak seni rahatsız ediyorsa,” diye başladı Harang şefkatlice, “bana anlatman gerekmez.” “Hayır, gerekir.” Junjin Harang’ın gözlerine baktı ve ona her şeyi anlatma isteği daha da arttı. “Biz arkadaşız, ve sana söyleyeceğimi söz vermiştim. Söyleyecek çok şey olmasada.” Derin bir nefes aldı. “Lyn en iyi arkadaşımdı. Ailemle evde problem çıkınca benimle hep ilgilenirdi. Her şeyi beraber yaptık. Annelerimiz bizim siyam ikizi olduğumuzu söylerdi hep, hiç ayrılamazdık.” diye anlattı Junjin özlemle, aklında gençlik yıllarının resimleri geçerken. “Birbirimizi arkadaş olarak sevmiştik, ve bu sonra değişik bir şeye dönüştü. Büyük bir olay değildi aslında, tamamen doğal oldu. Bir gün nehrin kenarında oturup arkadaş olarak konuşuyorduk, diğer gün yatağımın üzerinde deliler gibi öpüşüp salyalarımızı değişiyorduk.” Junjin dikkatlice Harang’a baktı, ama robot onu tarafsız bir merak ile dinliyordu sadece. “Lyn’deki problem şu ki… onu uzun süreliğine bir yerde tutamazsın. Bir süreliğine çok güzeldi, ama sanırım sıkılmaya başladı. Kulüb‘de şarkı söylemeye başladı, Minwoo ile tanıştı, ve her şey orada bitti.” Harang başını salladı. “Ah evet, bana anlatmıştın. Minwoo’dan hoşlanıyor. Beraberler mi?” “Hayır.” dedi Junjin acılı bir sesle. “Komik olan da bu. Lyn beni Minwoo için terk etti, ama Minwoo hiçbir zaman kendi bahçesine sıçmaz.” Harang’ın ifadesi ekşidi. “Umarım böyle iğrenç bir şeyi yapmaz.” Junjin kıkırdamaya başladı. “Hayır, demek istediğim, kendi çalışanlarından biriyle çıkmaz.” “Ah.” dedi Harang. Ne diyeceğini bilmiyor gibi görünüyordu bir anlığına. “Seni kırdığı için üzgünüm, Junjin.” Junjin’in elini sıkıca tuttu. “Sen çok iyi kalpli ve cömertsin, o acıyı hak etmiyordun.” Junjin kalbinin eridiğini hissedebiliyordu. “Ah, Harang.” dedi gülümseyerek. “Onu atlattım artık. Unuttum bile.” “Lyn bana sana iyi bakmamı söyledi.” dedi Harang hala Junjin’in elini tutarak. “Ona bunu yapabileceğimi söyledim. Çünkü sen benim en iyi arkadaşımsın.” Junjin sanki biraz daha eridi ve içine bir korku sindi. Lyn’in algısal olmak için bu anı seçmediğini umuyordu. “Bana anlattığın için teşekkür ederim, Junjin.” dedi Harang sessizce. “Senin hakkında yeni şeyler ögrenmeyi seviyorum.” “Ve şimdi benim sıram.” Junjin koltukta doğruldu ve sırıttı. Sanki omuzlarından tuhaf bir yük kalkmış gibi hissediyordu. Harang kaşlarını çattı şaşkınca. “Efendim?” “Bana o tatlı yanaklarının nasıl kızardığını söyle.” Harang hemen elini Junjin’in elinden ayırdı ve alkışladı. “Çok basit, Junjin. RoboStem’in teknolojisi gerçekten muhteşem.” Ve sen bunu söylemek için programlandın, diye düşündü Junjin alaycı bir sesle. “Beni bilgilendir öyleyse.” dedi ve koltuğun bir koluna yaslandı. “O güzel vücudun nasıl çalışıyor?” “Robotların kızarabilmesi için,” dedi Harang, sanki iş konuşmasında kendini tanıtır gibi. “Tenimizin altında sıcaklık pedleri bulunuyor. Robotların belli nedenler yüzünden kani yok, ama yinede çoğu insanlar bizim mümkün oldukça onlara benzememizi istiyorlar, özellikle samimi ve yakın durumlarda.” Junjin bunu duymamazlıktan geldi. “Konuşma ve hareketler işlenince,” diye devam etti Harang, “Veritabanımızın işletme servisine sinyal gönderilir. Bir insanın kızaracağı bir durumsa, o zaman veritabanımız sıcaklık pedlerini etkinleştirir, tenimizi gerçek bir kızarma gibi renklendirir.” “Benimleyken çok kızarıyorsun.” dedi Junjin. Nedense kendinle bu yüzden gurur duyuyordu. “Evet,” diye kabul etti Harang. “Senin konuşma ve hareketlerinden tetiklenerek çekingen bir karakter geliştirdim.” Junjin’in aklına bu sabahki olay geldi. “Beni çıplak görünce kızarmadın ama. Nede ben seni çıplak görünce.” “Ikisi de samimi durumlar değildi.” dedi Harang, sanki dünyanin en doğal şeyiymiş gibi. “Ve sen her iki olayda da utanmış gibi görünüyordun, bu da benim kendimi daha rahat hissetmeme neden oldu.“ Junjin kıkırdadı. “Senin yanaklarını kızartmayı seviyorum ama, çok tatlı duruyor.” Harang’ın elmacıkları yine kızardı. Junjin aklında bir zafer dansı yapıyordu. Eğilerek Harang’ın yanağına dokundu ve tenini okşadı. “Ben sadece…” Teninin sıcaklığına ve doğallığına şaşırdı. Ayrıca, Harang’ın yanağı son derece yumuşaktı. Junjin elini çekemeyeceğinden korkuyordu. “Nasıl hissediyor?” diye fısıldadı Harang. “Sen gibi.” dedi Junjin ve Harang’a gülümsedi. Elini geri çekmek için kendini zorladı ve her tür salak düşünceyi aklının en karanlık köşesine attı. Geç oluyordu. “Ben uyusam iyi olur.” Harang başını ‘evet’ anlamında salladı ve ayağa kalktı. Sonra yine Junjin’e baktı ciddi olarak. “Çok güzel bir gündü. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır, Junjin. Sana iyi bakacağıma söz veriyorum.” Eğildikten sonra robot salona yürüdü. Junjin vücudunu koltuğun içine bastırdı ve alnını ovdu. Beyninin içinde sadece iki kelime uçuşuyordu: Boku. Yedim. --- Kütüphane’deki küçük bir kısım Berna Ercan arkadaşımızın kendı hikayesi ‘Kütüphane’den bir alıntıdır. Bunu kullanmama izin verdiği için ona teşekkür ederim! Umarım beğenirsiniz. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:19 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim
Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun
Türü: Romantik, Komedi
Yazan: Cassie
Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir.
NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL.
6. Gün (1. Part)
Junjin kadınların neden ‘erkekler çoklu görev birden yapamaz’ dediklerini anlıyordu artık. Genç adam ağzına bir muz sokarken, aynı zamanda hem ceketini giymeye çalışıyor, hem de araba anahtarlarını arıyordu.
“Lanet olsun.” dedi duyguyla. Muz sonunda (başaşağı) ceketine sıvanmıştı, ve birkaç kağıt dağılarak yere düşmüştü.
“Junjin?” Harang birden salona girdi ve Junjin’e endişeli bir yüz ifadesiyle baktı. “Yardıma mı ihtiyacın var?”
“Yoo, iym.” dedi Junjin muz kabuğu dolu ağzıyla. Yana doğru gitmeye çalışırken ayağı düşmüs kağıtlardan birine bastı ve genç adam dengesini kaybederek ağzındaki muz kabuğunu yere düşürdü. O yetmiyormuş gibi, bir de ayağını sağlam bir yere koymaya çalışırken tekrar dengesini kaybederek muz kabuğuna bastı. “Kahretsin!”
Harang onu kollarından tutup yere düşmesini engellemeseydi, belki Junjin şimdi ölmüş olurdu. Herkesin avantajına.
“Sağ ol.” dedi Junjin utanmış bir ifadeyle.
Harang ona gülümseyerek kolundaki ceketi çıkardı ve Junjini kibarca kanera iterek yere düşmüş muz kabuğunu ve kağıtları topladı.
“Ben bunları temizleyeyim.” dedi Harang. Kağıtları düzenleyip eski yerine koyduktan sonra Junjin’in ceketiyle uzaklaştı.
Junjin geride koluna sıvanmış muzu elleyen, küçük bir çocuk gibi hissetti kendini birden.
“Harang?” diye seslendi en erkeksi sesiyle. “Araba anahtarlarım nerede?”
“Burada.” diye cevapladı Harang birden Junjin’i korkutarak. Onun geldiğini duymamıştı bile genc adam. Harang bir elinde araba anahtarlarını, diğer elinde ise yeni, temiz bir ceket tutuyordu. “Anahtarları odanda buldum.”
Junjin öksürdü. “Ah. Teşekkür ederim.” Anahtarları eline aldı ve Harang’ın yardımıyla ceketi giydi.
“Dışarı mı çıkıyorsun?” diye sordu Harang, gülümseyerek ve parmak eklemleriyle saçlarını düzelterek.
“Evet,” diye gözlerini devirdi Junjin. “Annemi ziyarete gitmeliyim.”
“Seninle gelmemi ister misin?”
Junjin burnunu kıvırdı. “Gelmesen daha iyi olur. Seni çalmaya kalkar, tatlı oğlanlara bayılır.”
Harang alnına düşen saçları çekerek sırıttı. “Ben bir oğlan değilim.”
“Doğru.” dedi Junjin. Her şeyi yanına aldığından emin olmak için ceketinin ceplerine hafifce vurdu. “Ama yine de tatlısın.”
Harang kaşlarını çattı. “Belki biraz daha olgun ve sessiz olsam daha iyi olur. Kadınlar genelde öyledir, değil mi?”
Junjin gülmemeye çalıştı. “Olgun mu? Bence sen tatlı kal, bu senin için en iyisidir.”
Burnunu kıvırarak, Harang düşünceli bir şekilde parmağıyla dudaklarına vurdu hafiften. “Olgun ve sessiz olabilirdim aslında. Belki extension paketi vardır bunun için…” Harang’ın gözleri birden ışıldamaya başladı.
“Bunu denemeye bile kalkma.” Junjin, Harang’ın bir kişilik krizine girmeden önce bu konuyu kapatmaya karar verdi. “Olgun ve sessiz bir Harang beni sabahları böyle güzel uyaramaz.”
Harang iç çekerek ellerini beline koydu. “Tamam, Junjin. Senin için tatlı olacağım.”
“İşte benim robotum.” diye sırıttı Junjin. Dış kapıyı açtı ve ceketinin fermuarını çektikten sonra tekrar Harang’a döndü. “Ben öğleden sonra eve gelirim. Kitap oku, müzik dinle… istediğini yap.”
Harang başını sallayarak onayladı. “Temizlik yapacağım.”
“Ooo, heyecanlı.” diye şakalaştıktan sonra, Junjin Harang’ın omuzunu sıktı ve hoşçakal öpücüğü için eğildi.
Dudakları değmeden önce dondu.
“Eh?”
Junjin de Harang’a katıldı. “Eh.”
“Junjin.” diye fısıldadı Harang Junjin’in dudaklarına karşı. “Ne yapıyorsun?”
“Sivilcelerine bakıyorum!” dedi Junjin hiç düşünmeden. Hemen Harang’dan ayrıldı ve gülmsemeye çalıştı. “Ama hiç yok! Şahane. Ben sadece. Evet. Gidiyorum.”
“Junjin…” Harang şaşkınca kaşlarını çattı.
“İyi günler!” Junjin üzerindeki bu utancı atmak için ciğerlerini yırtarcasına bağırmıştı. Sonra koşarak kaçmıyor gibi görünmeye çalışarak ardından kapıyı çarptı ve hızlıca evden uzaklaştı.
Ancak araba parkına vardığında koşmayı bırakmıştı. Alnını arabasının soğuk demirine yaslayarak ve derin bir nefes alarak, kalbinin göğsünden çıkmasına engel olmaya çalışıyordu. Pantolonunun cebinden gelen titreşme onun şu anki haline de hiç yardımcı olmuyordu.
“Ne var?” diye bağırdı Junjin cebinden telefonunu çıkardığında.
“Sana da günaydın.” dedı Kyuhyun düpedüz.
Junjin sızlandı ve araba kapısını açtıktan sonra sürücü koltuğuna attı kendini. “Ne istiyorsun?”
“Nasılsın diye sormak için aramıştım ama istenmediğimi anlıyorum.”
“Hayır.” diye iç çekti Junjin. “Bekle. Özür dilerim.”
“İyi misin? Harang nasıl?”
“Harang…” Junjin gözlerini kapattı ve yanağını dirksiyona yasladı. “Onu demin öpmeye çalıştım.”
“Sanırım bu iyi bir fikir değildi.”
“Evet, teşekkür ederim, Kaptan Besbelli.”
Kyuhyun’un gülüşü telefondan bir teneke gibi ses çıkarıyordu sanki. “Onu neden öpmek istedin? Onu ‘o türlü’ beğenmediğini sanıyordum.”
“Sanırım ikimiz de,” Junjin koltuğuna yaslanarak alnını ovdu, “benim ne kadar kötü bir yalancı olduğumuzu biliyoruz.” Sinirli bir ses çıkardıktan sonra, Junjin arabanın kapısını sertce kapattı. “Birinci günden itibaren ondan hoşlanmaya başladım. Neden ben?!”
Kısa bir sessizlikten sonra Kyuhyun’un cevabı geldi. “Bir robot için bayağı çekici.”
“Yardımcı olmuyorsun.” diye mırıldandı Junjin.
“Neden onu öpmeye çalıştın ki? Zaten o senden hoşlanmıyordur, değil mi?”
Junjin’in yüzü kızarmaya başladığında genc adam kimsenin (özellikle Kyuhyun’un) onu göremediğine şükrediyordu. “Hoşçakal dediğimde onu … sezgi olarak öptüm işte. Refleks gibi bir şey. Düşünmeden yaptım.”
“Beraber bile değilsiniz.” dedi Kyuhyun alaylı bir sesle.
“Tekrar teşekkür ederim, Kaptan Besbelli.” Junjin ağır bir iç çekti. “Tehlikeli olmaya başlıyor. Bir gün kontrolümü kaybedip onu gerçekten öpeceğimden korkuyorum.”
“Senin kontrolün mü vardı?”
Junjin telefonu kulağından çekti ve cihaza sinirlice baktıktan sonra tekrar kulağına yasladı. “Sana demin öldürücü bakışımı attığım.”
“Afferin.” dedi Kyuhyun alaycı bir sesle. “Neyse, işte. Ya, ne bileyim. Her zaman onun ‘Biri Bizi Gözetliyor’ kurbanı olduğunu hatırlat kendine.”
“Ne?”
Kyuhyun homurdandı. “Hiç okumuyor musun?”
“Harang gibi konuştun.”
“Ooo, Harang!” diye takıldı Kyuhyun. Junjin onu telefondan boğmak istiyordu.
“Seninle neden arkadaş olduğumu bile bilmiyorum.”
“Çünkü ben birçok şekilde hayatını zenginleştiriyorum.”
Junjin bir kaşını kaldırdı. “Tabii. Zenginleşstirmekle bittiysen, müsadenle annemi ziyaret etmeye gidebilir miyim?”
“Selam söyle.” diye güldü Kyuhyun.
“İstemez.” Junjin önündeki aynaya bakınca burnunu kıvırdı. “Annem stalkerin olur.”
Kyuhyun güldü. “Seninle sonra konuşuruz, Junjin. Git Mınwoo ile konuş.”
“Tamam, ben—“
Kyuhyun ama telefonu suratına kapatmıştı bile. Junjin telefonuna ağzı açık şaşkınlıkla baktıktan sonra kafasını sallayarak telefonu yan koltuğa fırlattı. Kyuhyun gerçekten türünün tek örneğiydi. Junjin bazen neden arkadaş olduklarını merak ediyordu, ama sonra Kyuhyun’un her ne kadar alaycı olursa olsun, Junjin’in tanıdığı çoğu insandan bazen daha mantıklı konuştugunu hatırlıyordu.
Junjin anahtarı deliğe soktu ve arabayı çalıştırdı. Aklının bir köşesine annesine ‘Biri Bizi Gözetliyor’u sormayı not aldı. Ne demek oluyorsa.
---
6. Gün (2. Part)
“Junjinnie!”
Annesi kapıyı kocaman bir gülümseme ve açık kollarla açtığında Junjin gülmeden edemedi. O da kollarını açarak annesine sıkıca sarıldı ve saçlarına bir öpücük bastırdı.
“Nasılsın?” diye sordu ayrıldıktan sonra annesini oturma odasına takip ettiğinde.
Annesi iki omuzundan da tutup onu bir sandalyeye oturduktan sonra önüne bir tabak dolusu kurabiye sürdü. “Büyük oğlumu gördüğüm için daha da iyiyim.”
Junjin gülümseyerek kurabiyelerden birini aldı. “Beni şişmanlatmaya mı çalışıyorsun?”
“Buna şüphesiz ihtiyacın var.”
Junjin ona çocuksu niyetle dilini çıkardığında annesi oğlunun bu tatlı hareketine güldü. Eline aldığı kurabiyeyi iki ısırıkla yedikten sonra masaya doğru eğildi konuşmak için, annesi ise sandalyelerden birine oturdu.
“Hyunjin nerede?”
Mrs Park gözlerini devirdi. “Yine bir kız arkadaşıyla takılıyor.”
“Işte benim kardeşim.” diye sırıttı Junjin küstahca. “Iyi öğreniyor.”
“Iyi öğrenip öğrenmediğini benim çok erken babaanne olduğumda göreceğiz.”
Junjin tekrar gözlerini devirdi ve gülümsedi. Annesi – aslında sadece eğlenen - şımarık oğlu hakkında dövünmeden önce konuyu değiştirmeye karar verdi.
“Yemekte ne var?” diye sordu.
Mrs Park kaşlarını kaldırdı. “Sonunda ziyaretinin gerçek nedenini öğrendim.”
“Elbette.” Junjin annesine gözünü kırptı. “Hadi gel, sana yardım edeyim. Eminim sen de benim en son, eh, ev 'alet'im hakkında her şeyi bilmek istiyorsundur.”
*-*-*-*-*
Junjin annesine Harang ile geçirdiği son beş günü anlattıktan sonra yemek çubuklarıyla yemeğini deşelemeye başladı.
“Aman Tanrım, ne kadar tatlı bir şey!” diye konuştu annesi heyecanlı bir sesle. “Neden onu getirmedin buraya?”
“Işte aynı bu neden için.” diye şakalaştı Junjin ve yemek çubuklarıyla tabağında geri kalan sosla bir şeyler çizmeye başladı. Sanat eserine bakmak için kafasını eğdiğinde, Harang’ın ismini yazdığını fark etti ve hemen çubuklarıyla yazıyı sildi. Konu değişimi, lütfen.
“Dün Choi Siwon’u gördüm modeliyle.”
“Hm?”
Junjin başını kaldırarak sırıttı. “Siwon onu ne için kullandığını bil bakalım.”
Annesinin gözleri birden büyüdü ve yüzündeki korku – ve bir o kadar da heyecan – dolu ifadeye eşlik etti. “Ne?”
“Sırtını kaşımak için.” dedi Junjin, masum bir gülümseme sunarak. “Aklın nerede, anneciğim?”
“Oh, Junjin!” Annesi gülerek ona bir mendil atti. “Çok kötüsün!”
Junjin mendili ona geri atti ve omuzlarını silkti. Annesi aklına takılan bir şarkıyı mırıldanarak sofrayı toplamaya başladığında aralarında rahat bir sessizlik oluştu. Junjin onu izlerken, acaba gerçekten mutlu mu diye düşünmeden edemedi. Ayağa kalktı ve annesine arkadan sıkıca sarıldı.
“Seni seviyorum.” diye fısıldadı. Kendini tam bir ana kuzusu gibi hissediyordu.
Annesi ona gülümseyerek kısaca geri sarıldı ve sonra elinde tuttuğu bardağı bulaşık makinesine koymak için ayrıldı.
“Ben de seni seviyorum.” diyerek oğluna döndü ve ona – Junjin’in adlandırdığı – Anne Bakışı ile baktı. “Şimdi bana neyin olduğunu anlatır mısın?”
Junjin ayakkabısını fayanslı yerde sürüdü, aynı çocukken annesi ona bir şeyi yasakladığında yaptığı gibi. “Hiçbir şey.” diye mırıldandı.
“Junjin.” dedi annesi uyarıcı bir sesle.
Junjin ağzını açtı, ama hemen yine kapattı. Birçok yanlış başlangıç yaptığında annesi sabırlıca ve tarafsız bir bakışla bekledi.
“Diyelim,” diye başladı Junjin sonunda. “Diyelim hoşlandığın birisi var, ama ondan hoşlanman doğru değil. Ne yapardın?”
“Anlamadım.” dedi annesi basitce.
“Yani,” diye anlatmaya çalıştı Junjin tekrar, ve yüzünü çevirdi. “Diyelim birinden hoşlanıyorsun, ama bu iyi bir fikir değil. Hiçbir zaman iyi bitmeyeceğini biliyorsun.”
“Junjinnie,” dedi annesi şefkatlice ve yüzüne dokundu. “Bu Lyn ile alakalı mı?”
Junjin gülümsedi. “Hayır, değil.”
“Iyi.” dedi annesi kararlıca. “Çünkü onu her ne kadar sevsem de, senin için iyi değil.”
“Evet, evet.” dedi Junjin sabırsızca ve annesine beklentiyle baktı.
“Sonuç ikinizi de üzecekse, o zaman buna gerçekten değer mi diye sormalısın kendine.”
Junjin başını sallayarak onayladı ve vücudunun yükünü bir ayağından diğer ayağına değiştirdi.
Annesi devam etti, “Eğer ciddiysen bu konuda, o zaman bu insanla konuşmalısın, her kim ise.”
“Sorun da bu zaten,” diye iç çekti Junjin, “Ciddi olup olmadığını bilmiyorum henüz.”
“Öyleyse,” Mrs Park düşünmek için ara verdikten sonra lafına devam etti, “Nasıl devam edeceğine bak ve kalbini güvende tut.”
Junjin seslice homurdandı ve sırıtmaya başladı. “Neden bana hayatımdaki tüm problemler için bir çözüm sunmuyorsun?“
“Cünkü sen artık sekiz yaşında değilsin.” diye hatırlattı ona annesi. “Kendi kararlarını verecek kadar büyüksün.”
“Pah,” diye mırıldandı Junjin, “Neyse, ben gitsem iyi olur. Minwoo’ya uğramalıyım.”
“Ah!” Mrs Park’ın gözleri ışıldamaya başladı. “Sana ona götürmen için bir kutu kurabiye vereyim. Tanrı bilir o pis kulübte neler yediğini.”
“Tamam,” dedi Junjin. Annesiyle tartışmak yerine çenesini kapalı tutup kurabiyeleri almak en iyi karardı.
“Peki, yarın için bir planın yok mu?”
Junjin kaşlarını çattı. “Başlama anne. Biliyorsun bir şey yapmak istemiyorum.”
“Peki, peki. Bu yıl belki farklı olur diye umutlanmıştım. Daha mutlu görünüyorsun.” Yaşlı kadın ona gülümseyerek kafasını salladı. “Başının çaresine bakarsın, değil mi?”
“Her zaman.” dedi Junjin dürüste.
Yanında Harang varken, her zaman.
*-*-*-*-*
Junjin gizlice arabasını bir çöplüğün arkasına park etti ve iki kere kilitledi, ne olur ne olmaz diye. Neden Minwoo böyle bok çukuru bir yerde çalışmalıydı ki? Hızlı adımlarla kulübün arka kapısına doğru yürüdü ve demir kapıya sertce vurdu.
"Minwoo?"
Junjin kapıya doğru gelen ayak seslerini duydu.
"Kim o?"
Genç adam gözlerini çevirdi. “Benim, salak. Kapıyı aç.”
Sessizlik.
"Gladyatör’ün 'glad'ını kim koydu?”
Junjin neredeyse ağlamaya başlayacaktı. Bunu her seferinde yapıyordu Minwoo. Iç çekerek boğazını temizledi.
"Herkül!" dedi şarkı söyler gibi bir sesle.
"Ekşi ilacı yutmayı ne kolaylaştırır?”
Junjin buradan uzaklaşıp bir daha hiç gelmemeyi düşünüyordu. “Bir kaşık şeker.”
"Nasıl bir şekilde?" Junjin Minwoo’nun sesindeki gülüşü duyabiliyordu.
"En 'tatlı' şekilde." diye şırıldadı Junjin. Ellerini yumruk haline getirdi ve kapıya vurdu. Ölmek istiyordu. “Beni içeri bırak, geri zekalı.”
Kuvvetli bir kıkırdamadan sonra kapı açıldı ve Minwoo sırıtarak onu selamladı. Junjin Minwoo’yu kenara iterek içeri yürüdü.
"Benden nefret ediyor olmalısın.”
"Yoo, hiç.” dedi Minwoo kapıyı kapatıp elini Junjin’in omuzuna koyduğunda. "Bu günlerde insanın başına neler gelir neler, dikkatli olmalıyım. Kapımın önünde kimler dolanıyordur, kim bilir?”
"Her neyse.” Junjin kestirme yolu alıp bara doğru yürüdü ve kendini çürük sandalyelerden birine attı. "Disney takıntın gerçekten iğrenç.”
Minwoo ona korkunç bir ifadeyle baktı. “Shh! Bambi seni duyacak!"
Junjin alnını bara yasladı ve homurdandı. Minwoo’nun oyuncak Bambisini bir gün ondan habersiz yakmayı not aldı aklının bir köşesine.
"Bir içki ister misin?” diye sordu Minwoo barın arkasına yürürken. ”Açmadan önce bir tane?”
“Olur.” Junjin kafasını kaldırıp onayladı. “Al, annem verdi bana bunları. Senin için bir hediye.” diyerek kurabiyeli kutuyu barın üstüne koydu.
“Süper!” Minwoo kapağını açıp hemen ağzına bir kurabiye soktu. “Annen dünyanın en iyi kurabiyelerini yapıyor. Nasıl bu günlerde?”
“Iyi. Yarın için yine sorup duruyor.”
“Eh,” diye başladı Minwoo ve kurabiye kutusunu barın altına sakladıktan sonra Junjin’e baktı. “Haklı kadın.”
Junjin gülümseyerek Minwoo’nun ona kücük bir bardağa viski doldurmasını izledi. Genç adam bir eliyle bardağını aldı, diğer eliyle ise buz kutusuna daldı ve iki buz küpü çıkararak bardağına attı. Bardağı biraz çalkalayıp buzun içkiyi soğutmasına izin verdikten sonra bir yudumda bütün viskiyi içti.
“Yavaş ol.” Minwoo kaşlarını çattı ve Junjin’in omuzuna elini koyarak şakacı bir sesle, “Yangından mal mı kaçırıyorsun?” diye sordu.
Junjin bardağı kendinden uzağa itti ve başını salladı. “Önemli değil, ihtiyacım vardı sadece. Daha çok almayacağım – araba sürüyorum.”
Minwoo bardağı barın arkasındaki lavaboya koydu ve çenesini sahneye doğru kaldırdı. “Sanırım bir konuşmaya ihtiyacın var.”
Junjin hafifce gülümsedi. Minwoo komik bir insandı. Görünüşü, her haliyle maskulin ve erkeksiydi, ama bunu sadece onu iyice tanımayanlar düşünüyordu. Onu tanıyan insanlar, onun tatlı, şefkatli ve tamamen güvenilir bir insan olduğunu biliyordu.
Junjin barda oturduğu sandalyeden kalktı ve Minwoo’yu sahneye doğru takip etti. Bunu çok sık yaparlardı – tahtadan yapılmış sahneye çıkıp üzerine yayılmak ve bacaklarını sahnenin kenarından aşağı sallamak. Onlar böyle konuşmayı seviyordu. Minwoo genelde uzandıklarında gözüne batan ışığa burnunu kıvırırdı; Junjin ise yanan ışıkların önünde havada uçuşan tozu izlerdi.
“Söyle bakalım,” diye başladı Minwoo ikisi de tavana baktıklarında. “Neyi düşünüyorsun?”
“Harang’ı.” dedi Junjin dürüstce.
“Ah, Harang.” diye tekrarladı Minwoo. Junjin arkadaşının konuşurkenki sırıtmasını duyabiliyordu sanki. “Ne olmuş Harang’a?”
Junjin derin bir nefes aldı. “Sanırım ondan hoşlanıyorum.”
Minwoo omuzuna hafif bir yumruk vurdu. “Bu senin için bile biraz hızlıydı.”
“Biliyorum.” diye iç çekti Junjin. “Ama beş gün beraber geçirdik. Dayanamıyorum.”
Minwoo homurdandı. “Bunu hepimiz biliyoruz. Anlat bana.”
Junjiin aklında uçuşan şeyleri dikatlice düşünmek için biraz zaman aldı. Minwoo’nun açık ve dürüst yaklaşımı insanların ona kolaylıkla tüm düşüncelerini ve duygularını anlatmalarına neden oluyordu. Minwoo bazen insanarla aynı fikirde olmasa bile, her zaman onları sonuna kadar dinler, laflarını bölmezdi.
“Başkalarına karşı çok farklı.” Junjin tozların mor ve yeşil ışıklar arasından uçmasını takip etti. “Ilk başta çok basit olduğunu, hep mutlu olduğunu düşündüm, ve bu gerçekten çok ferahlatıcıydı. Ama kişiliğinde beklenmedik bir kat daha var.”
“Peki problem ne?”
Junjin gözlerini kapattı ve göz kapaklarının ardında dans eden ışık noktalarını saymaya çalıştı. Ne zaman gözlerini bir ışık noktasına sabitlese, bu nokta daha yukarılara kayıyordu, sanki ondan kaçar gibi, ve Junjin onu hiç yakalayamıyordu. “Olmaz. Hiçbir zaman iyi bitmez.”
“Neden?” Minwoo bir konunun açıldığında asla böyle bitmesine izin vermez, gerçek nedenini öğrenmeye çalışan bir insandı.
“Çünkü…”
Junjin lafinin yarisinda kaldı ve uzun bir sessizlikten sonra Minwoo konuştu. “Yani onun senden hoşlanmadığını mı diyorsun?”
“Evet,” dedi Junjin, çünkü yalan söylemek, başka şeyleri açıklamaktan çok daha kolaydı.
Minwoo boğazını temizledi. “Lyn onun senin için iyi olduğunu düşünüyor.”
“Ne?” Junjin’in gözleri birden açıldı ve kafasını çevirerek Minwoo’ya baktı. “Bunu ne zaman dedi?”
“Bu sabah. Dışarı çıkarken beni aradı.” Minwoo Junjin’e baktı ve omuzlarını silkti. “Sen ve Harang’a şehirde rastladıklarını söyledi. Hayatında seni bu kadar mutlu görmediğini de.”
Junjin iç çekti ve elini yüzünden geçirdi. “O gün ondan hoşlandığımı anladım zaten.”
Minwoo ona bir kaşını kaldırarak baktı.
Junjin’in ağzının kenarı havaya kalktı. “Kapa çeneni, bir şey demeye kalkma. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Normalde flört taktiklerimle ona yaklaşmaya çalışırdım.”
Minwoo kıkırdadı. Junjin onu duymamazlıktan geldi ve kaldığı yerden devam etti, “Ama bunu onunla yapmak istemiyorum. Zaten kız böyle şeylerden habersiz, ondan hoşlandığımı hiç anlamaz bile.”
“O zaman ona direkt söylemelisin.”
“Neden annemle konuşuyorum gibime geliyor?”
Minwoo elini uzatıp Junjin’in omuzunu cimdikledi. “Annen ve ben akıllı insanlarız da ondan.”
“En üzücü şey haklı olman. Sonuna kadar hem de.” diye kabul etti Junjin. “Ama ona söylemek istiyor muyum bilmiyorum. Şu an aramızdaki durumu bozabilir.”
Minwoo her şeyi biliyormuş gibi gülümsedi. “Junjin. Rahat ol, olur mu? Kendini zorlama. Bekle ve gör derim. Doğruysa, doğrudur. Değilse, o zaman onunla geçirdiğin dakikaların tadını çıkar.”
Junjin arkadaşının dediklerini bir süreliğine düşündü. “Tabii ki, haklısın.”
“Tabii.” diye tekrarladı Minwoo ve gözünü kırptı. “Neyse, onun bir şekilde cevap vereceğinden eminim. Robot değil ya!” diye güldü.
Junjin neredeyse kendi tükürüğünden boğuluyordu. Oturma pozisyonuna geçerek göğsüne vurdu ve öksürdü.
“Iyi misin?” diye sordu Minwoo oturarak, ve kaşlarını çattı.
“Iyiyim.” diye onayladı Junjin. Minwoo’ya güçsüzce gülümsedi. “Senin bana söylemek istediğin bir şey var gibime geliyor.”
“Ah, evet..” Minwoo başını eğdi ve ellerine baktı. “Lyn’i işten kovacağımı söyleyeceğim ona.”
Junjin gözlerini kırptı. “Ne? Neden?”
Minwoo başını kaldırdığında yüzünde küçük, üzgün bir gülümseme vardı. “Böyle olmuyor işte.”
“Ama o senin en iyi sanatçın.” Junjin kafasını yana eğdi şaşkınca. “Buraya bütün parayı o getiriyor.”
“Demek istediğim,” dedi Minwoo ve elleriyle havada oynadı, “Böyle olmuyor.”
Junjin sonunda ne demek istediğini anladı. “Ah.” dedi ve Minwoo’nun omuzuna parmağını dürttü. “Yani…?”
Minwoo başını sallayarak onayladı. “Belki. Ona daha söylemedim. Ama önce senin fikrini duymak istedim.”
Junjin Minwoo için kendini mutlu hissettiğine şaşıyordu. Hiçbir kıskançlık kalmamıştı içinde. “Benim için sorun değil, geri zekalı. Biliyorsun.”
“Gerçekten mi?” diye sordu Minwoo bir çocuk gibi. “Emin misin?”
“Gerçekten.” dedi Junjin kararlı bir sesle.
Minwoo kolunu Junjin’in omuzuna attığında ağzı kocaman bir sırıtma ile gerildi. Junjin gülerek Minwoo’ya yaslandı.
“Doğru bir çiftiz biz,” dedi Junjin sevinçlice. “Umarım senin için her şey yolunda gider. Ama yolunda gideceğini biliyorum zaten. Lyn senin için deliriyor.”
Minwoo’nun yüzü kızardı ve elini küçümseyen bir hareketle salladı. “Göreceğiz.” Junjin’in yanağını dürttü ve şefkatlice gülümsedi. “Umarım senin için de her şey yolunda gider, ilişkinizin nasıl devam edeceğine karar verirsen.”
“Teşekkür ederim, Minwoo.”
Minwoo ondan ayrılıp sahneden atladı. Omuzlarını yuvarladı ve boynunu ovdu.
“Bilardo oynamalıyım gibi hissediyorum kendimi. Erkekliğimi savunmak için.”
Junjin gülerek sahneden indi. “Olur.”
Meşhur sulugöz ve Disney’in en büyük hayranı arasındaki erkeksi konuşmaların üzerine yoktu gerçekten.
*-*-*-*-*
Junjin kapının kilidini açtı ve sessizce apartmanına ayak bastı. Harang ortalıkta yok gibiydi, ama yerler kesinlikle çok temiz görünüyordu.
“Harang?” diye çağırdı hafifce. Herhangi bir sesi duymak için kulaklarını gerdi.
Bir şey duymayınca, Junjin salonda yürümeye başladı. Bir dakika, mutfaktan birinin şarki söylediğini duyabiliyordu. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra mutfağın kapısına yaklaştı ve kulağını dayadı. Sözlerini iyice duyamıyordu, ama hareketli ve eğlenceli bir şarkıydı. Belki Harang Junjin’in önerisini takip edip müzik çalmaya başlamıştı. Kapıyı hafiften açtı genç adam.
Önündeki görüntü onu ölümüne kadar takip edecekti.
“…my father yells what you gonna do with your life?”
Junjin gülen gözlerle Harang’in mutfakta dans etmesini izledi. Kapalı gözlerle elinde mikrofon olarak bir kaşık tutuyordu ve kulaklarında Junjin’in müzik çalarına bağlı olan kulakcıklar vardı.
Harang birden durdu, sırtı Junjin’e dönüktü. Kafasını arkaya attığı gibi Junjin’in duyamadığı müziğe poposunu sallamaya başladı.
“Oh girls just wanna have fun!” diye duygulu bir şekilde bağırdı.
Robot elindeki kaşığı vurgu olarak havada salladığında Junjin duvara yaslandı ve seslice güldü.
“That’s all they really waaaant—“ diye şırıldadı Harang mutluca. Şimi dansı yaparak arkasına döndü sonunda. Geçirdiği şoktan çığlık attığında Junjin dudaklarını ısırdı ve gülmemeye çalıştı.
“Junjin!” diye bağırdı Harang kulağındaki müzikten daha sesli bir tonda. Kulakcıkları sanki hayatı buna bağlıymış gibi çıkarmaya çalışıyordu kulaklarından.
“Iyi misin?” diye sordu Junjin, düz bir suratla bakmaya çalışırken.
Harang dünyanin sonu gelmiş gibi bakıyordu. Beceriksizce müzik çaları ve kulakcıkların kablolarıyla dolanmış kaşığı Junjin’e doğru tuttu.
“Junjin, çok özür dilerim! Geldiğini bilmiyordum ve bunun senin özel eşyalarından olduğunu biliyorum ve ellememeliydim ama ben-“
Harang’ın can atarcasına af dilemesi Junjin’in beynini yoruyordu.
“Harang.” dedi kararlı bir sesle. Robotun elindeki müzik çaları ve kaşığı aldı ve gülümsedi. “Önemli degil. Eğleniyordun.”
“Ama-“ diye başladı Harang.
“Hayır,” diye lafını böldü Junjin ve elindeki kaşıkla robotun burnuna vurdu hafifce. “Seni izlemek güzeldi. Güzel bir sesin var.”
Harang sentetik saçlarıyla oynamaya başladı ve yanakları kızardı. “Teşekkür ederim. Eh, şey, sen yokken evi temizledim.”
“Görebiliyorum.” dedi Junjin, ve mutfağa kısaca bir baktıktan sonra, “Güzel görünüyor!” dedi.
Harang rahatsızca bir ayağından diğer ayağına yükleniyordu. “Oturma odasını bitirmedim henüz. Şey. Şarkıya dalmıştım. Evet.” dedi kararlı bir sesle. “Daha mikro dalgayı da kurmam lazım.”
Junjin kıkırdamasını geri tutarak ciddi bir ifadeyle başını salladı. “Oturma odasını ben hallederim. Sen buradaki işleri bitir.”
“Junjin, ben-“ diye çağırdı Harang arkasından, ama Junjin oturma odasına dogru yürümeye başlamıştı bile.
Odanın kapısını açtı ve içeri yürüdü kendi kendine gülerek. Etrafına bir bakındı. Kesinlikle hatırladığından daha geniş görünüyordu her yer.
Bir dakika.
Tavana baktığında gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
“Harang!” diye bağırdı hala tavana bakarak. “Neden her şey tavana yapışık?”
Cevap yoktu. Junjin gözlerini kırparak odadan çıktı ve hızlı adımlarla mutfağa doğru yürüdü.
Içeri girdiğinde Harang’ın kocaman götüyle karşılaştı. Kafasını mikro dalganın içine sokmuştu ve bu yüzden eğilmesi gerekiyordu robotun.
“Şimdi,” diye konuştu Harang, metal sınırlarından örtülü bir sesle, “Ikimiz de makineyiz, ve ben sana çalışmanı emrediyorum.”
Junjin gülse miydi, ağlasa mıydı? Ama kahretsin, Harang’in götü o pantolonun içinde göz kamaştırıcı görünüyordu!
Mikro dalganın ışıkları birden yandı ve Harang tezgahtan ayrıldığında vücudu tam bir S formu aldı.
Junjin’in onu izlediğini fark edince yerinde hopladı. “Oh, Junjin! Beni korkuttun.”
“Huh?” diye konuştu Junjin zekice. Hala Harang’ın beline bakıyordu.
“Iyi misin?” diye sordu Harang ve yerinde doğruldu.
Junjin hayallerınden uyandığında, “Tavan. Eşyalar yapışık.” dedi.
“Ah evet!” Harang yanından geçerek oturma odasına doğru yürüdü ve Junjin’in yapabileceği tek şey onu takip etmekti.
“Yerler islakti, kurumasını bekliyordum.” diye açıkladı Harang. “Ve şimdi… kurudu.” diye bitirdi utangaç bir şekilde boynunu kaşıyarak. “Özür dilerim.”
“Özür dilemeyi bırak.” dedi Junjin. Kafasının üstünde tavanda yapışık olan lambaya baktı. “Ben her şeyi indirmeye çalışayım.”
“Ama ben-“
“Önemli değil, ben yaparım.” dedi Junjin. Sonunda! Erkekçe gücünü kullanmanın bir fırsatı!
Lambayı boğazından tuttuğu gibi kendine doğru çekti. Ama maalesef hiç yerinden kıynaşmadı ve tavanda yapışık kalmayı tercih etti.
“Junjin, gerçekten, ben-“
“Harang.” diye homurdandı Junjin ve salak lambayı daha da sert bir şekilde kendine çekti. “Bak, oluyor, gördün mü-“
Lamba son bir güçlü çekişle tavandan ayrıldı ve Junjin Harang’ın üzerine düştü.
Junjin’in hayatı gözlerinin önünden geçti, depresif eden bir görüntüydü, her zamanki gibi. Son anda vücudunu çevirip yüz üstü Harang’ın … yüzüne düştü. Altına baktığında neredeyse eriyip gidiverdi. Harang’ın tatlı şaşkın ifadesine beyni daha fazla dayanamayacak gibiydi. Biri Bizi Gözetliyor’u sormayı unuttum, diye düşündü salakça.
Junjin Harang’ın her kıvrımının üzerinde yayıldığını biliyordu. Homurdanarak kendini biraz germeye çalıştı. Vücudu çok ağrıyordu.
“Junjin,” diye fısıldadı Harang.
“Hm?” diye cevapladı Junjin, yüzüncü kez Harang’ın dudaklarına baktığında.
“Sanırım lamba kalçamı dürtüyor.”
Junjin elindeki mobilya parçasını daha da sıkı tuttu. Eyvah. Kafasını Harang’ın koynuna gömdü. Yüzü utançtan yanıyordu.
Aslında gerçekten mutlu olmalıydı, Harang kalçasını dürten o şeyin bir lamba olduğunu düşünüyorduysa.
---
Harang'ın söylediği şarkı: Cyndi Lauper - Girls Just Wanna Have Fun.
Cassie. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:19 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim
Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun
Türü: Romantik, Komedi
Yazan: Cassie
Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir.
NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL.
7. Gün (1. Part)
Junjin gözlerini tepetaklak dünyali rüyasindan acti ve kendi kendine gülümsedi. Dünkü lambali kücük felaket ve Junjin’in utanc verici erkeksi gücünün (ya da onun siddetli eksikliginin) sergisinden sonra, Harang ona mobilyalari miknatisladigini ve kolayca manyetikligini yok edebilecegini anlatmisti. Junjin, cok sükür, vücudunun istenmeyen heyecanini kontrol edebilmeyi basarmisti ve kendini mesgul etmek icin sandalyeleri düzenlemisti.
Tebessümü daha da büyüdü ve genc adam yataginda yuvarlanarak, elini yastiginin altina sokup iPhone’unu cikardi. Bes mesaj gelmisti, ve hepsinde de süphesiz ayni sey yaziyor olmaliydi. Hepsini sildi; kardesinden gelen bir mesaj haric: Kurabiyelerimi yedin.
Junjin kikirdayarak, Hyunjin’e sonra bir kutu bisküvi göndermeyi zihinsel bir not olarak aldi. Yatakta kendini gerdi ve vücudunu minderin icine bastirdi. Kimsenin yüzündeki o aptal gülümsemeyi göremedigine sükrediyordu. Yillardir ilk defa, uyandiktan sonra bir karanlik magaraya girip saklanma istegini hissetmiyordu.
Icindeki o rahat his biraz yabanci geliyordu ona. Junjin bunun kaynaginin dünkü annesi ve Minwoo ile konusmalari oldugunu düsündü. Belki Kyuhyun ile yaptigi o kisa telefon konusmasi bile olabilirdi; ama sadece Junjin’in morali iyi oldugu icindi. Iki eylem plani koydu aklinda:
1) Harang icin hissettigi seyleri cok ciddiye almamak, ve
2) Minwoo’nun Disney esyalarinin hepsini kocaman bir cöplügün en altina gömmek.
Disaridan kapisina tereddütlü, hafif bir vurus geldi.
“Girebilirsin,” diye seslenerek, Junjin hemen oturma pozisyonuna gecti ve parmaklarini saclarindan gezdirdi daha prezentabl görünmesi icin. Listesine bir zihinsel ekleme daha yapti:
3) Tasaksiz davranislarina bir son vermek.
Kapi acildi ve Harang kafasini gözlerine kadar kapi arasindan soktu. Junjin gülümseyerek robota elini iceri-gel anlaminda salladi.
“Günaydin!” dedi Harang nese sacan sesiyle. “Iyi uyudun mu?”
Junjin basini ‘evet’ anlaminda salladi. “Hem de cok.” diye cevapladi dürüstce.
Harang genc adamin yüzünü iki saniyeligine inceledikten sonra basini sallayarak onayladi. “Bu sabah cok yakisiklisin. Iyi dinlenmis ve saglikli görünüyorsun.”
Junjin yatagin kenarinda yuvarlandi ve bacaklarini yere koydu ve yanaklarindaki sicakligi hissetmemeye calisti. Vücudunu biraz cevirerek gerdi ve sonra yine rahatladi. Harang’in ona kücük ve sevimli bir gülümseme verdigini fark edince siritti.
“Ne oldu?”
Harang güzel basini yana egdi. “Senin mutlu olman cok hosuma gidiyor. Etraftadaki her sey sanki daha canli oluyor.”
Junjin’in eylem planinin ilk noktasi neon harfleriyle gözlerinin önünden gecti: Harang icin hissettigin seyleri cok ciddiye alma. Kendini Harang’in dudaklarina sadece bir kere bakmaya zorladiktan sonra sehvetini mecazi bir dolaba tikmaya calisti.
“Tesekkür ederim,” dedi sonunda, zor da olsa.
Harang cevap olarak sadece gülümsedi ve Junjin’in yatagini toparlamaya basladi. Yastiklari düzelttikten sonra carsaf ve yorgani tekrar yazdi. Junjin ona sirtini dönerek üzerindeki tisörtünü cikardi ve cekmecelerinde temiz, günlük bir tisört aramaya basladi. Basit beyaz bir v yakali tisört cikardi ve giymek icin bir adim geriye atti, fakat geriye dogru gittiginde arkasindan yumusak bir seye ildi.
“Ay!” diye ciyakladi Harang.
Ikisi de birbirlerine döndü ve Junjin birden kendini Harang’in vücuduna basili buldu, Harang’in bir eli ise dengesini kaybetmemek icin Junjin’in omuzundaydi. Harang’in uzun kollu kazaginin kumasi Junjin’in köprücük kemigini oksuyordu.
“Ben—“ diye konusmaya calisti Junjin ama Harang’in parmak uclarinin boynuna dokundugunu hissettiginde sustu birden. Harang’in yüzünde sirin bir konsantrsyon ifadesi vardi, dudaklari ise hafiften acikti.
“Harang?” diye seslendi Junjin.
Harang gözlerini kirparak dalginligindan uyandi. Junjin’in gözlerinin icine bakarak, “Tenin cok sicak,” dedi.
Junjin nasil hava alindigini hatirlamaya ve ayni zamanda Harang’in dokunuslarina egilim göstermemeye calisiyordu. “Ben giyinsem iyi olur,” diye fisildadi.
“Tamam,” diye basini salladi Harang ve bir adim geriye atti. “Ben sana krep hazirlayayim.”
Kücük bir gülümseme ile Junjin’in odasindan cikti. Junjin ise hala trans icinde, Harang’in parmak uclarini teninin üzerinde hissedebiliyor gibiydi. Tekrar yataga otururken, Junjin elindeki tisörtü odanin bir kenarina atip ellerini diz kapaklarina koydu ve kafasini egdi.
Harang eylem planina su an cok büyük ve komplike bir engel koymustu.
*-*-*-*-*
“Krepler nefis.” dedi Junjin sohbet tonunda. Kahvalti Harang’in gözlerine bakmamaya calismasiyla tamamen tuhaf bir olay olmustu.
“Tesekkür ederim.” dedi Harang cabukca. Saclariyla oynarken gözlerini gergin bir sekilde oradan oraya oynatiyordu, sanki bir sey saklar gibi.
Junjin catal ve bicagini masaya koyduktan sonra isaret parmagiyla Harang’in alnini dürttü. “Iyi misin?”
Harang basini kaldirdi ve yüzüne hemen kocaman bir gülümseme yapistirdi, “Ah, tabii ki, ben sadece—“ Junjin bir kasini kaldirdiginda, Harang derin bir ic cekti. “—Özür dilerim, Junjin. Belki bir islev bozuklugu yasiyorumdur.”
“Özür dilemene gerek yok,” dedi Junjin, masanin üzerinden uzanip Harang’in elini kendi eliyle tuttugunda. “Ben sadece endiseleniyorum senin icin.”
Harang avuc icini cevirdi ve Junjin’in tirnagiyla icine bir seyler cizmesine izin verdi. “Neden bu kadar iyisin? Robotlara ihtiyaci olan diger insanlardan cok farklisin.”
Junjin Harang’in elini son bir kez siktiktan sonra ayaga kalkti. “Bir robota ihtiyacim oldugunu düsünmüyorum,“ dedi icinde sakin ve masum bir an yasadiginda, “Sadece sana ihtiyacim vardi.”
Harang keskin bir sekilde basini kaldirdiginda Junjin ona sefkatli bir gülümseme sundu.
“Ben bestelerime geri dönsem bir problem olmaz, degil mi? Bugün bayagi yogun olacak gibi görünüyor.”
Harang gözle görülür sekilde rahatladi. “Tabii ki problem olmaz. Senin calistigini dinlemeyi cok seviyorum.”
Junjin gitmeden önce Harang’in saclarini dagitti kücük bir cocuk gibi. Zaten daha müzigini restore etmesi gerektigi bir film vardi; her insan duygusu icin mekanik bir ilhamdi.
---
7. Gün (2. Part)
Junjin çalışma odasından ortaya çıktığında hava kararmak üzereydi. Gökyüzü her şeyi daha güzel gösteren berelenmiş gibi görünen toz ile doluydu. Gün boyunca odasından öğle yemeği için bile çıkmamıştı ve Harang onun bir ‘an‘ yaşadığını anlayarak onu rahatsız etmemişti. Junjin’in parmakları fildişi tuşlara dokunduğu an söylemek istediği, ama bir türlü söyleyemediği her duyguyu şarkılarına döktü.
Ama şimdi acıkmişti ve Harang ortalıkta yoktu.
“Harang?” diye seslendi Junjin tereddütle, sabah yaşanan olayların ikisinin arasındaki dinamiği etkileyip etkilemediğinden emin olmayarak.
“Buradayim,” Harang mutfaktan çıktığında onu bir gülümseme ile karşıladı. “Çok mu çalıştın?”
“Evet,” diye onayladı Junjin, dudaklarını kıvıran mutlulugu engelleyemeden. Harang’ı baştan aşağı süzdü. “Üstünü mü değiştirdin? Güzel görünüyorsun.”
“Sen de üstünü değişsen iyi olur,” diye önerdi Harang ve eliyle Junjin’in yatak odasına gösterdi. “Choi-sshi seni akşam yemeğine davet ettiğini söyledi.“
Junjin burnunu kıvırdı. “Beni sıkıcı konuşmalarıyla öldürecek.”
Harang kıkırdadı. “Iyi bir adama benziyor. Senin için bir kıyafet hazırladım bile.”
Junjin dramatik bir nefes çekti içine. “Peki.” Yatak odasına gitmeden önce Harang’a gözünü kırptı.
Yatağındaki kıyafet mükemmel bir şekilde düzenlenmişti. Junjin bayağı etkilendi – Harang’ın pembe kuş beğenisi gardrobuna geçiş yapmamıştı.
*-*-*-*-*
Yarım saat sonra, Junjin Choi evindeki kör talihini karşılamak için hazırdı. En azından Harang onunla geliyordu – Choi’un asık suratli huysuz kırmızı kafa robotundan biraz daha dedikodu çıkarabilirdi.
“Nasıl görünüyorum?” diye sordu Junjin, kapısını açtığında Harang’ın onu sabırlıca beklediğine şaşırmamış bir şekilde.
Harang beğeniyle gözlerini Junjin’in üzerinden gezdirdi. “Şahane görünüyorsun.”
“Bu geceee,” diye mırıldandı Junjin aklına gelen şarkının devamını. Harang ona kayıp bir ifade verince genç adam kıkırdadı. “Boş ver.”
Kapının zili çaldığında Junjin Harang’a şaşkınca baktı. “Choi-sshi bizi almaya geleceğini mi söyledi?”
Harang omuzlarını silkti ve gergin bir şekilde saçlarıyla oynadı. Junjin ona şüpheli baktıktan sonra kapıyı açmaya gitti.
Kapıda sırıtan Minwoo, Kyuhyun ve Lyn’i görünce şaşkınca gözlerini kırptı.
“Merhaba!” diye selamladı Minwoo sevinçle, ve hemen sonra Junjin’in kafasına siyah bir çuval geçirdi.
Junjin havaya kaldırıldığında ve bacak ve kolları onu taşıyan ellerle yerinde tutulduğunda şaşkınlıkla havladı.
“Ne yapıyorsunuz?!” diye bağırmaya çalıştı yüzünü kaplayan siyah kumaşın içinden.
“Kusura bakma Junjin,” diye süzdü Kyuhyun’un sesi Junjin’in kulaklarına, “Ama ses çıkarmadan bizimle gelmelisin.”
Junjin vücudunu gevşetti ve taşıyamayacakları derecede ağır olmayı diledi bir anlığına, hain arkadaşlarına işi zorlaştırmak için.
Komşular ne derdi?
*-*-*-*-*
Junjin arkadaşlarının onu bir arabaya attıklarını hissetti. Minwoo’nun arabası olmalıydı, içine hepsi sığacaktıysa. Geçici maskesinin içinden hepsine kendinin adlandırdığı ‘ölüm’ bakışını attı ve sessiz fısıltı ve kıkırdamaları duymazlıktan geldi.
“Beni şu an gerçekten kaçırdığınızın farkında mısınız?” diye homurdadi. Ellerinde bağlı olan iplerin bileklerini acıtması sağ eline küçük ve sıcacık bir el kaydığında kayboluverdi.
Harang bir şey söylemiyordu ama Junjin onun olduğuna emindi. Dikkatlice yana doğru eğildi ve kafasını Harang’ın olması umduğu omuza yasladı.
“Aaaaay,” diye cıvıldadı Kyuhyun diğer tarafından.
Junjin onu duymazlıktan geldi ve onu bekleyen işkenceye hazırlanmaya çalıştı.
*-*-*-*-*
Junjin’in yol boyunca kurduğu tahminlerin hepsi, onu tamamen umursamayarak şiddetle birkaç merdivenden indiren ve sonunda ayakları üzerinde doğrultan arkadaşları sayesinde kaybolmuştu.
“Bu şeyi kafamdan çıkarabilir misiniz artık?” diye homurdadı genç adam.
Lyn kulağına yaklaşarak, “Tabii,” diye fısıldadıktan sonra kafasına geçirdikleri çuvalın iplerini çözdü ve çuvalı çıkardı.
Junjin gözlerini birkaç kere kırptı, ama her yer hala tamamen karanlıktı. Etrafta kimseyi göremiyordu, kimseyi hissedemiyordu. Boğazındaki korku büyümeye başladı.
“Ne—“
Birden bütün ışıklar yandı ve Junjin’i birkaç saniyeliğine şaşırtarak kör etti. Gözlerini yavaçca kırptığında vizyonuna yüzlerce insan girdi ve Junjin neredeyse şaşkınlıktan yerinden fırlıyordu. Mekanı Minwoo’nun barı olarak tanıdı.
“Sürpriz!” diye bağırdı Minwoo, ve kulübte bulunan herkes ona eşlik etti.
Junjin, şaşkınlıktan dili tutulmuş bir haldeyken aniden üç kişi birden ona sarıldı.
“Doğum günün kutlu olsun,” diye fısıldadı Lyn kulağına, “Lütfen bizden nefret etme.”
Junjin birden gülmeye başladı, etraftaki gülümseyem yüzler onu tamamen kaplamıştı. Belli belirsiz bir şekilde etraftakilerin onları alkışladıklarının farkındaydı Junjin. Alkışı duymazlıktan gelerek, arkadaşlarını tekrar kendine doğru çekti ve bir daha sıkıca sarıldı hepsine.
“Siz delisiniz! Hepiniz delisiniz!” Onları kendinden ittikten sonra hepsinin koluna birer hafif yumruk vurdu. “Bu da ne?”
“Senin doğum gününü kutlamanın zamanı geldiğini düşündük,” diye konuştu Kyuhyun sırıtarak, “Bak, senin için ne kadar çok insanı rüşvetle buraya getirmeyi başardık!”
Junjin kıkırdayarak Kyuhyun’a dilini çıkardı küçük bir çocuk gibi. “Hepiniz delisiniz.” Boğazına yerleşen yumruyu yutmaya çalışırken, gözlerinin kenarının sulandığnı hissetti. “Sizi seviyorum.”
Minwoo gözlerini devirerek Junjin’in yanağını parmağıyla dürttü. “Hemen ağlama, daha yeni geldin.”
Junjin bakışlarını kulübte toplanan insanlardan geçirdi. “Harang nerede?”
Lyn uzun parmaklarının ardında gülümsemesini saklıyordu. “Sürpriz?”
Işıklar birden söndü ve sadece bir spot sahneyi aydınlattı ve herkesin ilgisini sahnede duran kadına çevirdi. Junjin’in kalbi sıkıştı.
Harang sahnenin ortasında duruyordu, önünde ise bir mikrofon. Ona yukarıdan vuran ışık yüzünü aydınlatıyordu. Junjin Harang’ı daha önce hiç bu kadar güzel bulmamıştı.
“Doğum günün kutlu olsun, Junjin.” diye konuştu Harang yumuşak sesiyle önünde duran mikrofona.
Müzik çalmaya başladı; hafif piyano sesleriydi ve Junjin bunun bir geleneksel Kore aşk şarkısı olduğunu anladı. Favori şarkısıydı. Harang şarkıyı söylemeye başladığında gözlerini kapatı ve kelimelerin havada uçuşmasına izin verdi. Şarkı aşık olmak ve kısa bir süreliğine elveda demek hakkındaydı.
Junjin Harang’a bu şarkıyı verenin Lyn olduğunu tahmin edebiliyordu. Harang bu şarki sözlerinin gerçek anlamını anlayamazdı. Ama Junjin Harang’ı izlerken, sesinin hafiften deniz suyu gibi yükselip alçalışıyla, Harang sözlerinin anlamını bilmese bile, doğru söylediğini anladı.
Seni seviyorum. Bu hiçbir zaman değişmeyecek.
Şarkının ironisini anlamıştı Junjin hemen; oyuncak bebek, kendi yok edilişinin şarkısını söylüyordu.
Şarkı sonlara doğru yaklaştığında, Harang’ın sesi şarkıyla beraber söndü.
Seyirciler şiddetle alkışladığında, Harang’ın elmacıkları hafiften kızardı. Herkese eğildikten sonra, sahneden aşağıya indi ve Junjin’e doğru yürümeye başladı.
“Hadi git ona,” Kyuhyun birden kendini çok emniyetsiz hisseden Junjin’in omuzundan itti.
“Harang—“
“Junjin—“
Birbirlerine vardıklarında ikisi de aynı anda konuşmuştu. Junjin Harang’ı kulübün boş bir köşesine doğru çekti ve aynı zamanda içinden Minwoo’nun herkesin ilgisini çekecek müzik açtığına sevindi.
“Harang, bunu sen—“
“Junjin, çok özür dilerim!” diye ciyaklamaya başladı Harang, genç adama konuşma fırsatı vermeden. “Sana yalan söylemekten nefret ediyorum, ama Lyn bana hiçbir zaman doğum gününü kutlamadığını ve büyük partilerden nefret ettiğini söyledi, ama bu sene özel bir şey yapmak istiyordu.”
Junjin gülümsedi. “Hayır, ben—“
“Lütfen bana kızma.” diye yalvardı robot ve abuk subuk konuşmalarına devam etti. “Sana yalan söylemek istemezdim, ama doğum gününde yalnız ve mutsuz olmanı istemiyordum. Lütfen beni sana yalan söylediğim için ana servere geri yollama, yalvarırım Junjin. Bundan sonra her şeyi doğru yapacağıma söz veriyorum, yeter ki bana kızma!”
Junjin Harang’ın bu endişeli ama bir o kadar da masum haline eriyip gidiverdi sanki. Robotu elinden tuttuğu gibi kendine doğru çekti ve ona sıkıca sarılarak yüzünü boynuna gömdü. “Ben sana nasıl kızgın olabilirim ki?”
Harang kollarını Junjin’in belinden yukarı doğru kaydırdı ve omuzlarında durdu. “Ben sadece senin mutluluğunu istiyorum,” diye mırıldandı masumca.
Junjin Harang’ı daha da sıkı tuttu ve hiç bırakmak istemedi. Vücutlarının birbirine, hem de Harang tarafından isteyerek, böyle şefkatle yapışması çok hoşuna gidiyordu.
Harang bir süre sonra Junjin’in omuzuna sakarca vurdu hafiften. “Junjin, ağlıyor musun?”
Gülerek, Junjin Harang’dan ayrıldı, ama onu hala gevşek bir sarılmada tutuyordu. “Hayır, ağlamıyorum. Sadece mutluyum. Teşekkür ederim.” Bir elini kaldırıp Harang’ın yüzüne düşen saçları çekti. “Bu çok güzel bir sürpriz.”
Harang can atarcasına gülümsediğinde, Junjin onun güneşten bile daha aydın olduğunu düşündü. “Lyn’in fikriydi. Sana bir doğum günü öpücüğü vermemi söyledi.”
Junjin için hava almak birden zorlaştı. Lyn’e ya ölesiye kadar sarılmayı, ya da gözlerini oymayı zihinsel bir not olarak kaydettı aklında.
“Bunların hepsini ne zaman söyledi?” diye sordu genç adam kalbinin hızlı atışlarını duymazlıktan gelerek.
“Dün sen anneni ziyaret ederken.” Harang yüzünü eğip yere baktı. “Bunun bir sürpriz olduğunu, ve sana söylemememi tembih etti.”
Junjin evelsi gün Minwoo’nun ona Lyn ile konuştuğunu söylediğini hatırladı birden. Sinsi pislik. Kyuhyun ona söylemiş olmalıydı.
Boğazındaki kocaman yumruyu yutmaya çalıştıktan sonra, Junjin iki parmağıyla Harang’ı çenesinden tutup yüzünü kaldırdı. “Yanlış bir şey yapmadın. Ciddiyim, bu gerçekten çok güzel.”
Harang yine gülümsedi. Sırıtarak, Junjin bir adım geriye gitti ve yanağına gösterdi eliyle. “Gel öyleyse, o tatlı dudaklarınla öp beni.”
Robot olumlu bir ses çıkardıktan sonra Junjin’e yaklaşıp masum bir buse kondurdu genç adamın yanağına. O kadar yumuşak ve masumdu ki, Junjin Harang’a hemen yine sıkıca sarılmak istiyordu.
“Doğum günün kutlu olsun,” dedi Harang sessizce.
Junjin Harang’ın elini sıkıca tuttu ve dans pistine doğru götürdü. “Hadi gel,” diye konuştu seslice, “Eğlenelim!”
Harang cevap olarak ona bir gülüş sunduğunda, Junjin’in ayaklarının altındaki dünya çok daha sabitleşti.
*-*-*-*-*
“Bayanlar ve baylar,” Minwoo’nun sesi hoparlörlerden süzülüyordu, “Doğum günü çocuğunun pasta zamanı geldi.”
Junjin eski okul arkadaşlarıyla daldığı konuşmadan başını kaldırarak sahneye baktı.
“Junjin, sahneye gelirsen, pastanı da yiyebilirsin.”
Genç adam arkadaşlarından ayrıldıktan sonra hemen sahneye doğru yürüdü. Minwoo onu bir kollu sarılmayla karşıladı.
“Junjin’in yeni arkadaşı, Harang, bu pastayı özellikle onun için yaptı.”
Junjin gülümsemesini saklamak için hafiften öksürdü. Yüzünü sahnenin diğer tarafına çevirdiğinde, Harang’ın büyük bir kutulu el arabasıyla ona doğru yürüdüğünü gördü.
“Büyük pasta,” diye açıkladı Harang.
Minwoo mikrofonu yine dudaklarına yaklaştırarak, “Biz de henüz görmedik. Bunun bir sürpriz olmasını istedi.” diye anlattı herkese.
Harang el arabasını sahnenin ortasında durdurdu ve Minwoo’ya beklentiyle baktı.
Minwoo sırıttı. “Üç’den sonra,” diye konuştu mikrofona, “Bir, iki, üç…”
Junjin’in yüzlerce insanla dolu bütün salon ona birden ‘Happy Birthday’ şarkısını söylediğinde, yanakları kızardı. Birileri sana Happy Birthday şarkısını söylediğinde, ne yapabilirdin ki? Ot gibi orada kalakaldı Junjin. Ama yine de çok hoştu. Junjin en son doğum günü partisini hatırlayamıyordu bile.
Şarki bittiğinde, Harang dikkatlice kutuyu havaya kaldırdı ve pastayı gösterdi.
Beş katlı, glasaj ve krema kaplamali, süslü püslü… düğün pastası.
Bütün salon birden hayret içinde sessizleşti. Junjin pastaya baktı, sonra Harang’a, ve sonra yine pastaya.
“E-eh,” diye kekeledi Minwoo.
Kimse ne diyeceğini bilmiyordu.
Junjin kıkırdayarak kolunu Harang’ın omuzuna attı. Minwoo sessizce ona mikrofonu uzattı.
“Sanırım biri bize şaka oynadı!” diye güldü Junjin Harang’a. Seyircilerden birkaçı ıslık çaldı, diğerleri ise güldü.
Harang hiçbir şeyi anlamamış gibi şaşkınca bakıyordu Junjin’e. Junjin mikrofonu Minwoo’ya geri verdi ve Harang’in kulağına yaklaşarak, “Bir düğün pastası yapmışsın.” dedi.
Harang’ın gözleri garip bir biçimde büyüdü. “Ah, olamaz! Ben sadece büyük bir pasta olsun istemiştim. Minwoo çok insanın geleceğini söylemişti ve ben herkese yetsin diye yaptım.”
Özverili, tatlı, şeker Harang. Junjin başını sallayarak kıkırdadı. “Sanırım gerçekten herkese yetecek kadar yapmışsın.”
Harang alt dudağını endişeli bir şekilde ısırdı. “Özür dilerim, hicbir şeyi doğru yapamıyorum.”
Junjin pastadan biraz kremayı parmağıyla sıyırdı ve Harang’ın burnunun ucuna sürdü. “Öyle konuşma. Bu mükemmel, çünkü sana çok yakışıyor.”
Sonra genç adam etrafına bakındı. “Bıçak yok mu? Bu bebeği kesip herkese bir parça verelim.”
Minwoo gülerek ona bir bıçak uzattı.
“Hadi gel,” Junjin bıçağı pastanın üzerine yerleştirdi ve Harang’ın elini kendi elinin üzerine koydu, “Benimle evleneceksen, o zaman düğün pastamızı da beraber kesmeliyiz.”
Bıçak pastayı yavaşca kestiğinde bütün salon alkışlarla doldu.
“Mutlu çifte,” diye anons etti Minwoo.
Junjin Harang’ın sıcaklığını yanında hissedebiliyordu ve yüzünü kaldırdı. Harang’ın burnuna sürdüğü beyaz kremayı görünce yine kıkırdamaya başladı.
“Bunsuz da yeterince tatlısın sen,” dedi ve baş parmağıyla kremayı Harang’ın burnundan sıyırıp parmağını emdi.
Harang’ın yanakları kızardı.
*-*-*-*-*
Junjin’in midesi tam anlamıyla pasta ve alkol doluydu. Kolları şu an Lyn’in beline dolanıktı. Ikisi beraber bir slow şarkıya dans ediyorlardi, dans etmek için favori şarkılarıydı, daha beraberken.
“Bunu düzenlediğin için teşekkür ederim,” dedi Junjin ve Lyn’in kollarını boynuna getirip orada birleştirdi. “Çok hoş.”
“Sadece hoş mu?” diye sordu Lyn ve Junjin’in onu belinden ona doğru çekmesine izin verdi. “O kadar saklambaç ve ayarlamamdan sonra sadece ‘hoş’ mu?”
“Peki,” diye güldü Junjin, “Dünya’nın en iyi partisi. Mutlu musun?”
“Senin olduğun kesin.” diye inceledi Lyn. “Gözlerinin yine gülümsemesini görmek çok güzel.”
“Lyn…”
“Benim suçum olduğu halde uzun bir süre çok endişelenmiştim senin için,” diye devam etti Lyn. “Seni hiç bu kadar kırmak istemezdim.”
“Boş ver.” diye geçti Junjin, ve bu sözleri gerçekten içten söylediğini fark etti. “Şimdi iyiyim.”
“Biliyorum.” Diye gülümsedi Lyn. “Ve sanırım ikimiz de bunun nedenini biliyoruz. Kulübteki en acayip götlü neden.”
Junjin homurdadı. “Çok kötüsün. Götüne bakmayı bırak.”
“Sen bakmıyor musun sanki?”
Junjin kaşlarını çatarak kendini haklıymış gibi göstermeye çalıştı. “Tabii ki bakmıyorum.”
Lyn gülerek Junjin’in kulağını mıncıkladı. “Çok kötü bir yalancısın.” Gözleri kısaca bara kaydıktan sonra, yine Junjin’in gözlerine baktı. “Minwoo beni kovdu.”
“Biliyorum,” Junjin gözünü kırptı. “Anlattı bana. Senin adına sevindim.”
Lyn ona küsmüş gibi bir ifade verdi. “Öyleyse neden— Ah, bakma, bela yaklaşıyor.”
“Huh?” Junjin tam Harang onun koluna dürttüğünde Lyn’den ayrıldı. “Harang? Ne oldu, iyi misin?”
“Seninle konuşabilir miyim?” diye sordu robot sessizce.
Junjin Lyn’e şaşkın bir bakış attı. “Tabii.”
Harang Lyn’e yan gözüyle baktı. “Sadece seninle konuşabilir miyim?”
Lyn gülümseyerek omuzlarını silkti ve, “Olur.” diyerek onlardan uzaklaştı.
“Harang, ne oldu—“ Harang Junjin’i masaların olduğu yere çektiğinde genç adamın sözleri yarıda kaldı. Ikisi de köşedeki iki sandalyeye oturduklarında Junjin kaşlarını şaşkınca havaya kaldırdı “Neyin var?”
Harang bir anlığına yutkundu. Düşünceleriyle savaşıyor gibi görünüyordu. “Lyn ile dans etmenin doğru olmadığını düşünüyorum.”
Junjin gözlerini kırptı, “Ne?”
“Seni bir daha kırmasını istemiyorum.” dedi Harang dürüstce. “Haddimi aştığım için özür dilerim, ama seni elliyordu ve—“
Junjin sırıtmamaya çalıştı. “Harang, kıskanıyor musun?”
Harang birden konuşmayı bıraktı ve sustu.
“Lyn ile tekrar beraber olmama karşı mısın?” diye sordu Junjin yumuşak bir sesle.
Harang yüzünü çevirdi ve yere baktı. “O sana uygun değil. Seni ağlattı.”
Junjin Harang’ın yanağını eline aldı ve gözlerine bakmaya zorladı. “O şimdi Minwoo ile beraber. Ikisi de anlaştı.”
Harang’ın dudakları ‘o’ şeklini aldı.
Junjin sandalyesini kaydırarak Harang’a daha da yaklaştı, ama eli yüzünden ayrılmadı. “Benim için bu kadar mı endişeleniyorsun?”
“Tabii ki,” diye cevapladı Harang, ve ona sanki beyninde bir hasar varmış gibi baktı. Belki de vardı.
“Harang,” diye mırıldandı Junjin, sadece ismi söylemiş olmak için. Baş parmağını Harang’ın dudaklarında gezdirdi.
Harang, “Evet?” diye fısıldadığında, Junjin artık dayanamadığını anlamıştı. Aralarındaki boşluğu kapattı ve kendi dudaklarını Harang’ın dudaklarıyla birleştirdi. Öpücükleri yumuşacık, yavaş, tatlı ve masumdu. Harang’ın yanağı Junjin’in teni altında sıcak ipek gibiydi.
Junjin isteksizce kendini ayrılmaya zorladı. Harang ona şaşkınlıkla bakıyordu.
“Ben sadece—Aslında—Sandığın gibi değil…” Junjin derin bir nefes aldı. “Seni tekrar öpebilir miyim?”
“Evet,” diye başını salladı Harang.
Junjin aklında kendini cezalandırıyordu. “Benim seni tekrar öpmemi istiyor musun?”
Harang durakladı ve Junjin’in gözlerinin içine baktı. “Evet.”
Mutlu bir biçimde iç çektikten sonra, Junjin dudaklarını tekrar birleştirdi. Bu sefer Harang öpüşmelerine tepki veriyordu. Dudaklarının hiçbir tadı yoktu, ve ağzı ıslak değildi ama sıcaktı ve dillerinin birbirleriyle savaşması Junjin’i neredeyse yakıyordu.
Harang’ın öpüşürken boğazının derinlerinden gelen küçük ama yüksek bir ses Junjin’i delirtmeye yetiyordu. Öpüşmelerini bir kere bile duraklamadan Harang’ı kollarından tutup kendine doğru çekti. Harang ne demek istediğini sanki anlamış gibi, bacaklarını ayırıp Junjin’in kucağına oturdu. Junjin Harang’a doyamıyordu – özellikle Harang’in şu an genç adamın alt dudağını sanki hayatı buna bağlıymış gibi emmesiyle. Harang’ın elleri birden Junjin’in üstündeki gömleği kavraması da duruma yardımcı olmuyordu.
“Böyle öpmeyi nerede öğrendin?” diye homurdadı Junjin, havasız kaldığı için Harang’ın dudaklarından ayrıldığında.
“Film,” diye soludu Harang, elleriyle Junjin’in gömleğini düzelttiğinde, “Filmden kopyaladım.”
Junjin sinemayi bulan insana şükrediyordu. “Seni zorladığımı hissetmeni istemiyorum.” diyerek Harang’ı yanağını öptü.
“Seni öpmek cansız bedenime can katıyor.” diye fısıldadı Harang.
Junjin parmaklarını Harang’ın dağınık saçlarından gezdirdi ve başını biraz arkaya doğru eğdi. Dudaklarını Harang’ın çenesinde gezdirdiğinde diğerinin duyamayacağı bir şeyler fısıldadı ve sonra kafasını eğip Harang’ın boynundaki yumuşak teni emdi. Hemen sonra öpücüklerle yine yukarı, dudaklarına doğru ilerledi.
“Mükemmelsin,” diye konuştu Harang’ın dudaklarına karşı, “Istediğim her şeysin.”
Harang parmaklarını Junjin’in saçlarına gömdü ve onu tekrar öpmek için kendine doğru çekti.
*-*-*-*-*
Junjin o gece yatağına hopladığında, yüzü gülümsemekten acıyordu.
Minwoo onları partinin sonunda birbirlerinin dudaklarına yapışmış bir halde bulmuştu. Ikisi de elleriyle kurabiye kutusunda yakalanmış birer çocuk gibi sırıttığında, Minwoo onları ‘Lyn ile yalnız zamana ihtiyacım var!’ diyerek kulübünden kovmuştu.
Junjin yüzünü yastığına bastırdı ve deli gibi güldü. Dudakları şişmişti, yaralanmıştı, Harang’ın öpücükleriyle, ama dünyadakı hiçbir şeyi bunun kadar iyi, doğru hissetmemişti Junjin.
Yarının düşüncelerini aklının en karanlık köşesine atarak, Junjin bunların hepsinin bir rüya olmadığı umuduyla uykuya daldı. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:20 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. 8. Gün (1. Part)Junjin yüzünde kocaman bir gülümsemeyle uyandı. Yüzünün ağrısını ve mutlu olmasının nedenini hatırlamak birkaç dakikasini almıştı. Önceki gecenin olayları aklına deniz dalgaları gibi vurduğunda, Junjin’in yanakları hafiften kızardı. Mutluluktan dans etmek ya da korkudan donuna sıçmanın arasında kararsızdı. Bütün kulüb onların liseliler gibi öpüşmesine şahit olmuştu – en iyi arkadaşları dahil. Kurt dolu kutu tamamen açılmıştı. Junjin yatağında oturma pozisyonuna geçer geçmez yüzündeki gülümseme silindi. Sonunda, çok iyi tanıdığı bir his – mahmurluk. Homurdayarak dikkatle geri yattı yatağına. Demek ki doğum günü pastası (ya da düğün pastası, diye kıs kıs güldü aklı ona) viski ile iyi bir karışım değildi. Ya da şampanya. Ya da dilini Harang’ın ağzına gömmeden önce yuttuğu her neyse. Ama mmm, Harang’ın ağzı. Ve niyetlice Junjin’in öpmesine karşılık vermesi. Junjin dün gece Harang’ın ona böyle öpmeyi filmlerden öğrendiğini söylediğini hatırlayabiliyordu. Ve genç adam şu an yalnız olduğu ve kimse onun beyninin içine bakamadığı için, aklının küçük ve sapık bir düşünceyle oynamasına izin verdi – bir daha ki sefer ortalıkta porno filmleri bırakmalıyım. Yataktaki pozisyonunu değiştirdikten sonra Harang’ın içeri girip onun kendini takdir etmesinde yakalamadan önce bu düşünceyi aklından kovdu. Kendi aptallığına göz çevirerek, Junjin sonunda kendini yatağından kalkmaya zorladı ve giyinmeye başladı. Telefonunu müzik çalara bağladı ve müzik listesinden dinleyebileceği bir şarki aramaya başladı. Uzun bir süreden sonra çok eski Amerikan bir sanatçıyı seçti, Frank Sinatra. Junjin Sinatra ile bir bağlantısı olduğundan emindi, nedenini bilmese de. “The stars are a-glow, and tonight how their light sets me dreaming…” diye mırıldandı Junjin müzikle beraber. Eski bir fötr şapkasını (liseli yıllarından kalma korkunç bir hata) kafasına koyup odada ordan oraya dans etmeye ve aynı zamanda bir tişört giymeye çalıştı. Komikti aslında – Frank her zaman mahmurluğa karşı en iyi ilaçtı. Şarkı bitti ve sıradaki başladı. Junjin saate baktı – 8:00. Harang her an Junjin’in kapısında olurdu. Kapıda bir vuruş. Junjin kendi kendine sırıtıp vals yaparak kapıya doğru yürüdü. “I’ve got you… under my skin,” diye şırıldayarak kapıyı açtı. Ağzı şaşkınlıktan açık kalan bir Harang ile karşılaştığında Junjin sırıttı. Harang’ın elini tutup içeri çekti. Kafasındaki şapkayı düzeltti ve çapkınca göz kırpmaya çalıştı. Harang’ın yüzünü eğip gözlerinin içine bakmaması Junjin için çapkınlıkta çok beceriksiz olduğunun bir kanıdıydı. Junjin zihinsel bir iç çekti. Robotlarin ‘dün gecenin aksiliği’ adlı şeyi hatırlamadıklarını umuyordu, ama yanılmıştı. Yatağının kenarından uzanıp müzik çalarını kapattı ve fötr şapkasını yere fırlattı. “Iyi misin?” diye sordu ve yatağına attı kendini. Harang hala ona bakmıyordu. “Iyiyim. Sadece uyanık olup olmadığını kontrol etmek istemiştim. Kahvaltı birazdan hazır olur.” “Harang,” dedi Junjin yumuşak bir sesle. Oturduğu yerden ellerini Harang’ın beline bastırdı ve robotu kendine doğru çekti. Harang Junjin’in onu çekmesine izin verdi ve yanakları kızardı. Junjin robotun beline vurdu hafifce. “Dün gece yüzünden kendini kötü mü hissediyorsun?” Harang bir elini kaldırıp dalgın dalgın genç adamın saçlarıyla oynadı. Junjin bu samimi harekette gülümsemesini yuttu. “Kötü hissetmiyorum,” dedi Harang sessizce ve sonunda gözlerini yerden kaldırıp Junjin’e baktı, “Ama yine de tuhaf. Bu duyguyu nereye koyacağımı bilmiyorum.” Junjin başını anlayışla salladı ve Harang’ın saçlarını okşayan eliyle kendi elini birleştirdi. “Bunu konuşsak iyi olur. Hadi gel.” Harang’ın bileğine bir öpücük bastırdı ve robotu beraber yatağına uzanmaları için kendine doğru çekti. “Ah, Junjin. Yapamam. Bu senin yatağın.” Harang uzandığı yerden ve yataktan kalkmaya çalıştı ama Junjin kolunu robotun beline sarıp buna engel oldu. “Evet,” diye onayladı Junjin ve Harang’ı ona bakması için kendine doğru çevirdi yatakta, “Bu benim yatağım ve ben seni üzerinde istiyorum.” Birden duraksadı. Ikisi de kızardı. Junjin hemen elini ayırdı Harang’dan ve alt dudağını ısırdı. “Yani. Öyle değil. Henüz. Um.” Aklında kendine küfürler yağdırıyordu. Park Junjin seks konusunda hiçbir zaman suskun olmazdı! Harang birden gülümsedi ve Junjin dün gece ondan vedalaştığından beri bunu çok özlediğini fark etti. “Sen de heyecanlısın.” dedi Harang ve görülecek şekilde rahatladı yatakta. “Sanırım öyle.” diye kabul etti Junjin. Aklındaki minik Kyuhyun parmağıyla ona gösterip deli gibi gülüyordu. Junjin hayali Kyuhyun’un sırıtmasını yakışıklı yüzünden bir yumrukla sildikten sonra, kendini Harang’a konsantre olmaya zorladı. Ona merakla bakan Harang’a. “Iyi misin, Junjin?” Junjin öksürüp dudaklarını yaladı. “Iyiyim.” Harang’ın gözlerinin bir anlığına dudaklarına kayması gözünden kaçmadı. “Neden birden seni öpmek istiyorum?” diye mırıldandı robot. Sesindeki kararsızlığı fark edince, Junjin’in kalbi sıkıştı. Genç adam Harang’a biraz rahatlık vermek için sırtının üzerinde uzanacak şekilde yatakta yuvarlandı. “Bana neler hissettiğini söyle. Tam detaylı olmak zorunda değil, sadece… aklına gelen her şeyi anlat.” Harang bir süreliğine yutkundu. Junjin onun yatakta huzursuz ve kıpır kıpır hareketlerini hissettiğinde sırıtan dudaklarını ısırdı. Harang’ın en küçük hareketleri bile ona sevecen geliyordu. “Bir insanın etrafında nasıl davranacağımı biliyorum.” diye başladı Harang, “Demem gereken sözleri ve kullanmam gereken hareketleri biliyorum. Hizmet etmek için yaşıyorum ve bu da sadece başka bir yerden emir aldığım için.” Junjin boğazındaki yumruyu hissetmemeye çalışıyordu. Nefes almak birden zorlaşmıştı. “Ama seninle ne kadar çok zaman geçirirsem,” diye devam etti Harang, “programlamam o kadar çok bulanıyor. Benim karakterim senin tepkilerine göre gelişiyor. Beni utandırıyorsun, beni sakar yapıyorsun. Sen gülümseyince ben mutlu oluyorum. Sen isteyince, ben de istiyorum. Senin eşidin gibi hissediyorum kendimi.” Junjin gözlerini kapattı ve körü körüne eliyle Harang’ın elini bulmaya çalıştı. Anında bulabilmişti, avuçları sanki birbirini tamamlayan bir yap-boz gibi birleşmişti. “Sen benim eşidimsin.” diye fısıldadı. “Ama bu benim hayatındaki görevim değil.” Junjin tekrar gözlerini açtı ve yüzünü çevirip Harang’a baktı. Bir şey söylemiyordu – ne söyleyeceğini bilemiyordu. Onun yerine, Harang’ın yüzünü incelemeye başladı – damla şeklindeki gözleri, uzun kirpikleri, dudaklarının doğal pembe rengi. Ifadeleri çok yumusak olmasına rağmen güçlü çenesiyle çok uyumluydu. Harang kusursuzdu. “Junjin?” diye sordu Harang tereddütle. Junjin gözlerini Harang’ın dudaklarının üzerindeki minik sarı tüylerden ayırdı ve gözleriyle birleştirdi. “Aramızda bir şey var, sen anlamasan bile – bir bağlantı. Özellikle dün geceden sonra bunu inkar edemem artık.” Harang gülümsedi. “Gerçek öpüşmeler kitaplardakinden çok daha güzelmiş.“ Junjin gülerek yatakta Harang’a yaklaştı. “Bunu bir iltifat olarak algılıyorum.” Parmaklarını Harang’ın kolundan omuzuna doğru gezdirdi ve ensesine dokundu. “Seni gerçekten eşidim olarak görüyorum. Benim için o kadar çok şey yaptın ve bana o kadar çok şefkat verdin – ben de senin için aynı şeyi yapmak istiyorum. Benim seni kullandığımı düşünmeni istemiyorum, çünkü seni gerçekten kullanmıyorum.” Harang elini kaldırıp kendi alt dudağına dokundu kararsızca. Sonra aynı elle dikkatle Junjin’in dudaklarına dokundu. Tamamen büyülenmiş gibi görünüyordu. “Seni,” diye fısıldadı, “Seni tekrar öpebilir miyim?” Junjin mutluluğun yağmur bulutları gibi gözlerinin kenarında toplanmasını hissetti. Hiçbir şey demedi, sadece dudaklarını araladı ve Harang’ın ona yaklaşmasını bekledi. Bu öpücük dün geceki azgın tutku ve arzu dolu öpücüğe hiç benzemiyordu. Aksine, çok sıcak ve masumdu ve Harang’a çok yakışıyordu. Elleri hala birbirlerinin yüzlerindeydi ve dudakları basitce birbirine dokunuyordu. Ayrıldıklarında, Junjin Harang’ın gözlerinin açılmasını ve dudaklarının bir gülümsemeyle gerilmesini izledi. “Bana verdiğin bu hissin ne olduğunu bilmiyorum, ama seviyorum.” dedi Harang. “Senin beni hiçbir zaman kırmayacağını biliyorum,” diyerek bir saniyeliğine duraksadı, “Eğer bu mümkünse tabii. Ben sadece senin mutluluğunu istiyorum. Senin için yaşıyorum.” Junjin göz yaşlarını geri tutmaya çalıştı. Harang’ı korkutup onun Kore’nin en büyük sulugözü olduğunu öğrenmesini istemiyordu. “Şimdi seks mi yapacağız?” diye sordu Harang birden. Junjin’in ağzı balık gibi açık kaldı. Gözyaşı tehlikesi tamamen gitmişti. “Ne? Neden?” Harang omuzlarını silkti. “Hikayelerde oyuncular öpüştükten sonra genelde aşk yaşıyorlar.” Junjin Harang’ın yanaklarını cimdiklemek istiyordu. Aşk yaşamak. Harang inanılmaz derecede şirindi ve farkında bile değildi! “Şey, uh,” kıkırdamamaya çalıştı, “Sen…” diye duraksadı ve doğru kelimeleri bulmaya calisti, “Cinsel canlanma yaşıyabiliyor musun ki?” Harang kaşlarını çattı. “Emin değilim. Programlarımda bir sinir sistemi var, tıpkı bir insanın ki gibi. Cinsel zevk yaşayabileceğimden eminim, ama bu sistem daha önce etkinleştirilmesi lazım.” Junjin birden bir kez daha yatağının üzerinde seks ve Harang’ın ‘cinsel canlanmasi’ hakkında konuştuklarını fark etti. Genç adamın yanakları hafifce kızardı. “Deneyebiliriz istersen?” diye sordu Harang ve elini pantolonuna doğru kaydırdı. “Bekle!” diye ciyakladı Junjin ve elini tutarak güldü. “Dur, lütfen. Bunu her ne kadar gerçekten,” diyerek uzun bir nefes bıraktı, “gerçekten denemek istesem de, beklesek iyi olur. Senin küloduna girmeye çalışmıyorum, Harang.” “Aslında,” diye başladı Harang. “ben kendi küloduma girmeye çalışıyordum.” Junjin seslice kahkaha attı ve rahatsız pozisyonlarına rağmen Harang’a sıkıca sarıldı. “Çok tatlısın. Küloduna başka bir gün girelim, tamam mı?” “Tamam.” diye mırıldandı Harang Junjin’in göğsüne. “Hey,” dedi Junjin bir süre sonra ve parmaklarını Harang’ın saçlarından gezdirdi, “Sanırım bugün ne yapacağımızı biliyorum.” Harang ondan ayrılıp ona yine gülümsediğinde Junjin o dayanılmaz dudakları yine öptü. Tekrar ve tekrar. --- Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. NOT: Bu bölümle hic memnun degilim. etimleme cok cok az ve anlatim da iyi degil. Sanki sadece 'Junjin bunu yapti, Harang onu yapti' gibisinden anlatmisim. Ama yine de begeneceginizi umuyorum :S 8. Gün (2. Part)“Ta-da!” Junjin kollarını gerdi ve Harang’a sırıttı. “Nasıl bu?” Harang başını kaldırıp binanın önündeki büyük neon yazılara baktı. “Akvaryum?” Gözlerini Junjin’e çevirip bir kaşını kaldırdı. “Balık?” Junjin gururu kırılmışcasına dudaklarını büzdü. “Sadece balık değil. Memeliler de var. Senin başka yaşayan yaratıkları görmen iyi olur diye düşünmüştüm.” Harang’ın şaşkın ifadesi sevinç dolu bir gülümsemeyle yer değişti. Can atarcasına alkışladı. “Evet, tabii ki!” Junjin bir kolunu Harang’ın omuzuna attı ve yanağını parmağıyla dürttü. “Kendi kendine alkışlama, insanlar sana balık atarlar.” Harang’ın gülümsemesi yüzünden silindi ve tamamen korku dolu bir ifadeyle değişti. “Insanlar balıkları mı atıyorlar?” Junjin beraber binaya girdiklerinde kafasını demir kapıya vurmamaya çalıştı. “Hayır, sadece… Boş ver. Hadi gel, girelim.” (NOT: Bu kısmı Ingilizce’den Türkçe’ye çevirmek gerçekten zordu, ve bu yüzden öyle bıraktım. Ingilizce’de ‘Kendi kendine alkışlama, insanlar sana balık atarlar’ın anlamı ‘Insanlar seni deli sanacak’dır. Türkçe’de buna benzer bir söz vardır kesin, ama akvaryuma geldikleri için ‘balık’lı bırakmayı tercih ettim.) Junjin kasada oturan ve çok çekici görünen genç bir kadından iki bilet satın aldı. Kasadan ayrıldıklarında genç kadın Junjin’e gözünü kırptı. “O kadının dişlerinde dudak boyası vardı.” dedi Harang ve Junjin’in elini daha da sıkı tuttu. Junjin sırıtmasını biletlerinin arkasında sakladı. Harang’ın yeni gelişen kıskançlık hissi çok şirindi. “Ilk önce neleri görmek istersin?” diye sordu genç adam, robota akvaryumdan bir plan verdiğinde. Harang elindeki planı uzun uzun inceledikten sonra dudaklarını büzdü ve kaşlarını çattı. “Emin değilim.” Junjin hafifce omuzuna vurdu ve güldü. “Ah, gerçekten umutsuzsun. Sana favorilerimi göstereyim ilk önce, hadi gel.” Harang dudaklarını büzdü ve, “En azından ben yemek yapabiliyorum,” diyerek Junjin’i takip etti. *-*-*-*-* “Tatlılar, değil mi?” diye sordu Junjin, parmağıyla küçücük rengarenk palyaço balıklarına gösterdiğinde. “Bunlar en sevdiklerim.” Harang şaşkınlıkla havuzun içine baktı. “Bunların doğal rengi bu mu?” “Sanırım öyle?” dedi Junjin. “Eminim balıklar pullarını boyamıyorlardır.” Harang’ın gözleri minik balıkların süs olarak konulan saraylardan girip çıkmalarını izledi. “Doğa çok büyüleyici,” diye mırıldandı. Balıkların renkli pullarının ışıldamasına tamamen kapılmıştı. Junjin sinsice gözlerini Harang’ın poposuna kaydırdı. “Teknoloji de.” “Efendim?” diye sordu Harang ve Junjin’e döndü. Junjin hemen gözlerini yine akvaryuma çevirdi ve omuzlarını silkti. “Hiç. Bak, bu balığın adı Nemo.” Harang gülümseyerek başını salladı. “Küçük bir balık için çok tatlı bir isimmiş.” “Minwoo onun hakkında bir kitap yazabilirdi,” diye kıkırdadı genç adam. “Keşke bir tanesini eve götürebilsek.” dedi Harang şarki söyler gibi bir sesle. “Tatlı bir balık seni mutlu ederdi.” Junjn Harang’ın yanağına bir buse kondurdu. “Bir robotum varken balığa ne ihtiyacım olsun?” “Bunun mantıklı olup olmadığı hakkında kararsızım.” dedi Harang ama insan içinde öpüldüğüne yine de yanakları kızardı. *-*-*-*-* “Junjin, bak! Denizyıldızı!” “Sevmiyorum onları.” “Neden sevmiyorsun? Yıldız şeklindeler.” “Bacaklarını kesersen, yine büyüyorlar. Çok tuhaf.” “Bence bu çok rasyonel, tuhaf değil— oh, bak! Cama yapıştı. Ağzını görebiliyorum! Sanırım benimle iletişim kurmaya çalışıyor.” “Bence hala tuhaf.” “Tuhaf olan sensin.” “Bayağı saygısız olmaya başladın.” “Bence denizyıldızları çok tatlı ve sen onlara tuhaf diyorsun. Şimdi onların kendilerini nasıl hissettiğini anlıyorsundur. Wah! Bana elini salladı!” “Harang…” “Junjin, bak—mmph!” “…” “Insan içindeyiz, Junjin.” “Eee?” “Biri bizi görebilir—oh! Bebek denizyıldızı!” *-*-*-*-* Junjin Harang’ın bir küçük çocuk gibi ordan oraya yürümesini izledi ve iç çekmemeye çalıştı. Harang inanılmaz derecede tatlıydı, ama onun da dediği gibi onlar insan içindeydi ve Junjin onu aklına estikçe öpemezdi. Genelde Harang’in çenesini kapamasını istediğinde öperdi, ama bunu ona asla söylemezdi, yoksa gerçekten çenesini kapardı, kim bilir. “Hadi gel, derin deniz kısmına gidelim.” diye çağırdı Junjin ve sıradaki deniz kısmına yürümeye başladı. Harang birkaç iğrenç deniz hıyarlarından kafasını kaldırdı ve başını sallayarak onayladı. “Tamam.” Junjin’in yanına vardığında elini tuttu robot. Genç adam burnunu kıvırdı ve hemen elini ayırdı. “Iğrenç! Sen ne elledin böyle?” Harang ellerini inceledi. “Deniz hıyarı. Onları elleyebilirsin. Sümüklüler.” Junjin’in yüz ifadesi ekşidi ve elini pantolonuna sürdü. “Şahane.” “Ooh,” diye ciyakladı Harang. Yine ilgisini çekecek bir şey bulmuştu, “Köpek balıkları!” Junjin’in avuç içleri terlemeye başladı ve genç adam yerinde kalakaldı. Köpek balıklarını nasıl unutabilirdi? “Um. Sen git. Ben burada beklerim.” Harang güzel dudaklarını büzdü. “Ama onları seninle görmek istiyorum.” “Onları daha önce görmüştüm bile.” diyerek heyecanını gülerek örtmeye çalıştı Junjin. Harang birkaç adım öne attı ve şimdi Junjin ile burun burunaydı. Bir elini kaldırıp Junjin’in kalbinin üzerine koydu ve parmakları hafifce üzerindeki gömleği kavradı. Junjin eriyip gitmek üzereydi. “Köpek balıklarından korkuyorsun.” dedi Harang. “Kalp atışların aşırı derecede hızlandı ve terliyorsun.” Junjin bu sabah deodorant sürüp sürmediğini hatırlamaya çalışıyordu. Neyse. Kollarını kaldırmadığı sürece, bir şey olmazdı. “Korkmuyorum.” dedi yalvarır gibi bir ifadeyle. “Sadece onları daha önce görmüştüm yani.” “O zaman benimle gelip bana onlar hakkında bilgi vermende bir sakınca yoktur?” Harang bir adım geriye gitti ve Junjin’in elini tutarak onu köpek balıklarının olduğu yere doğru çekti. “Lütfen? Çok merak ediyorum.” Kapıldım, diye düşündü Junjin kendi kendine Harang onu elinden tutup sivri dişli balıklara götürdüğünde. Tamamen, acımasızca kapıldım. Muhteşem götü ve büzülmüş dudaklarıyla dayanılmaz bir robota.“Wow,” diyerek Harang birden durdu ve Junjin sakarca sırtına çarptı. “O arkadaki çok büyük.” Junjin nedense o balığı kıskanıyordu. “Ah, dişlerine baksana!” Harang Junjin’in elini bıraktı ve büyük cama yapıştı kocaman gözleriyle. “Bakmamayı tercih ediyorum.” diye mırıldandı Junjin. Harang ona dönüp güldü. “Neden onlardan korkuyorsun? Sana zarar veremezler.” Junjin omuzlarını silkti. “Çok fazla Amerikan filmleri izledim. Kocaman bir köpek balığı insanları yiyordu,” diyerek görülür şekilde ürperdi, “Çok korkunç.” Harang’ın ifadesi yumuşadı. Köpek balıklı akvaryumdan ayrıldı ve sıradaki girişe gösterdi. “Hadi gidelim. Senin korkmanı istemiyorum.” “Ama onları görmek istemiyor muydun?” diye sordu Junjin pişman bir sesle. “Seni mutsuz yapacaksa, hayır.” Junjin iç çekerek onu takip etti. Kapıldım. Beynindeki minik Kyuhyun geri dönmüştü ve her zamankinden daha da çok gülüyordu onun perişan haline. *-*-*-*-* “Bunun üzerinde yürüyebilir miyiz?” diye sordu Harang ve dikkatlice önündeki yola baktı. Içinden yürünür camdan bir tünele varmışlardı. Bütün akvaryumdaki en büyük tankın içinden gidiyordu. Ziyaretciler içinden yürüyüp bütün balıkları her taraftan görebiliyorlardı. Yukarıda, aşağıda, sağda, solda, insanlar tünelden yürürken bütün etrafta balıklar yüzüyordu. “Tabii.” dedi Junjin gülümseyerek. “Gel girelim.” Harang başını salladı. “Güvenli görünmüyor. Girmesek daha iyi olur.” Junjin bir kaşını kaldırdı. “Tabii ki güvenli. Her şeyi daha iyi görebileceksin. Hadi gel.” Bir adım öne atarak genç adam transparan camın üzerinde durdu. “Bak, gördün mü? Bir şey olmadı.” Harang vücudunun yükünü bir ayağından diğer ayağına değiştiriyordu rahatsızca. Junjin ona cesaret veren bir gülümsemeyle elini uzattı. “Buradan yürümezsek dışarı çıkamayız.” Harang azimli bir biçimde başını salladı ve Junjin’in elini sıkıca tutarak tünelin içine girdi. Camın altından bir balık sakin sakin yüzdü. Harang ciyaklayarak başka bir yere hopladı. “Üstüne bastım!” Junjin kıkırdayarak Harang’ın beline sarıldı. “Hayır, basmadın. O seni hissedemiyor bile. Bu cam çok kalın.” Birden Junjin’in aklına bir şey geldi – bu bir randevu değil miydi? Ilk randevularıydı. Kendi kendine gülümseyerek Harang’a şefkatle sarıldı. Harang birden derin bir iç çekti ve Junjin ona bakabilmek için sarılmalarından ayrıldı. Harang’ın gözlerindeki üzünütüyü görünce şaşırdı. “Hey,” dedi sessizce ve elini kaldırıp Harang’ın yumuşak yanağına dokundu, “Neyin var?” Harang bir adım geriye gidip Junjin’den tamamen ayrıldı. Bir elini kaldırıp tünelin camına bastırdı ve bir balık sürüsünün gözlerinin önünden yüzmesini izledi. “Sence de hayatları çok üzücü değil mi?” Junjin kaşlarını çattı. Ağzını açtı, ama ne diyeceğini bilemeyince yine kapattı ve Harang’ın devam etmesini bekledi. “Bu balıklar bütün gün bu tankın içinde yüzüyorlar. Onlar dışarı bakarken insanlar içeri bakıyorlar. Onlar bu insan yapımı dünyanın içinde yüzerken onlar gibi olan balıklar gerçek dünyada serbest yüzebiliyorlar.” Önünden kocaman, üzgün gibi bakan bir balık yüzdüğünde Harang parmak uçlarıyla camda motifler çizmeye başladı. Junjin elini ona uzatıp ona güç vermek istiyordu, ama kendini geri tuttu. “Onlar özgürlüğü her gün görebiliyorlar, hiçbir zaman özgür olamayacaklarını bile bile.” diyerek Harang’ın parmakları camdan indi ve robot masmavi suya dalgın dalgın baktı. “Harang,” diye fısıldadı Junjin. Sanki önündeki robot için Junjin’in kalbi kırılıyordu. Dayanamayıp Harang’a sırtından sarıldı ve ellerini göğsünün üzerine, normalde kalbinin olacağı yere koydu. “Kendimi tuhaf hissediyorum, Junjin.” diye konuştu Harang yumuşak bir sesle. “Mutlu değilim, ama üzgün de değilim.” “Empati.” diye fısıldadı Junjin Harang’ın kulağına. “Bu hissettiğin şey empati. Ve bu çok güzel, çünkü senin için çok tanınmadık bir duygu.” Junjin kollarını indirip göz göze olmaları için Harang’ı kendine doğru çevirdi ve ellerini kendininkiyle tutarak kendi kalbinin üzerine koydu. “Bu gerçek. Bu benim, ve herkes farklıdır. Senin kalp atışlarının olmaması seni daha az ‘gerçek’ yapmaz. Kanayamaman, gerçek şeyleri hissedememen anlamına gelmez.” “Ama bu—“ Junjin onu bir öpücükle susturdu etraftaki bakışları umursamadan. Ayrıldığında havasız kalmıştı. “Bu gerçek.” diye tekrarladı ve birleşik ellerini kaldırıp Harang’ın bileğine bir öpücük kondurdu. “Gerçek olman için bir nabıza ihtiyacın yok.” Hic romantik degildi ve belki mantıklı da değildi, ama Junjin bunları kalpten söylemişti. Harang yavaş yavaş gülümsedi ve Junjin için her yer daha aydınlık oldu birden. Gözleri mutlulukla kırıştı. “Hadi gel,” dedi Junjin. Toplum içindeki bu iğrenç romantikliğine inanamıyordu. Harang ona hiç ummadığı şeyleri yaptırıyordu, “Balıklarla bittik artık. Akvaryumun dükkanında satılan oyuncaklara bakmak istiyorum.” Tam bir adım öne atmışken birden Harang onu hala birleşik ellerinden geriye çekti. “Teşekkür ederim,” dedi Harang sessizce ve Junjin’in dudağının kenarına bir buse kondurdu. “Her şey icin.” Junjin’in kalbi göğüs kafesine sığmayacak kadar büyüktü o an. “Rica ederim.” *-*-*-*-* “Junjin, bak!” Junjin arkasına döndü ve Harang’ın kocaman bir oyuncak balinaya sarıldığını gördüğünde kahkahayla güldü. “Çok tatlı.” dedi sırıtarak. Sonra duvarlarda asılı olan köpek balığı maskelerinden birini aldı. Bunu takıp Harang’ı korkutmayı planlıyordu. Maskeyi yüzüne taktı ve dizlerine çökerek yerde sürüne sürüne raflardan geçti. Kafasını sola çevirdi ve köpek balık kafalı bir adam ona baktığında neredeyse donuna sıçtı. “Shit!” diye ciyaklayarak sırtına düştü. “Junjin?” Harang köşeden ona doğru geldi. Yerde yayılan Junjin’e ve sonra karşı duvardaki aynaya baktı ve seslice güldü. “Kendinden mi korktun?” Junjin maskeyi çıkardı ve bir köşeye attı. “Ne demek istediğini anlamıyorum,” dedi havalı bir sesle ve içindeki tüm cesareti toplayarak haysiyetli görünmeye çalıştı ve yerden kalktı. Harang kıs kıs güldü ona. “Çok komiksin, Junjin.” “Teşekkürler,” dedi Junjin kuru kuru. Yandaki raflardan birinde duran yumuşak top seklindeki deniz oyuncağını Harang’a attı. “Gıcık!” Harang oyuncağı eliyle tutmaya çalıştı ama elinden kayıp yere sıçradığında bir küçük çocuk gibi cırladı. Junjin gülmekten dengesini kaybetmemesi için raflardan birine tutundu. “Bu da ne?” diye sordu Harang. Yere eğilip yumuşak oyuncağı eline almaya çalıştı ama yine başka bir yere sıçradı. “Bilmiyorum,” diye kıkırdadı Junjin, “Ama çok komik.” “Aha!” diye bağırdı Harang sevinçle sonunda kaygan oyuncağı yakalayabildiğinde. Junjin raflara tutunarak dik bir pozisyona geçti, hala gülüyordu. “Ne tuhaf bir oyuncak.” dedi Harang elindeki şeyi evirip çevirirken ve iki eliyle de oyuncağı sıkıştırdı. Birden oyuncak patladı. Harang’ın ve bütün yerin üzerine. Junjin bir an ona ağzı açık baktı ve sonra yine pis pis kahkaha attı. Harang elinde sıkıştırdığı plastik oyuncağa bakıyordu. Bulizi tamamen ıslanmıştı, gözleri ise deliklerinden düşecek kadar kocamandı. “Oh, Harang, yüzünü görmeliydin—“ Junjin Harang’ın ıslak elini tuttuğu gibi koşmaya başladı. “Çabuk, bizi yakalamadan önce.” Dükkanın kapısından çıktıklarında Junjin hala uyuşturucu almış bir tavuk gibi gülüyordu. “Junjin!” Harang başını çevirip yine akvaryumun dükkanına baktı. “Şimdi biz kriminal mi olduk?” “Boş ver.” dedi Junjin ve yüzünü ciddi bakmak için zorladı, ama sonuç epik başarısızlıktı. Harang kafasını eğip kendi üzerine baktı. “Her yerim ıslandı.” Bunu duyar duymaz Junjin yine gülmeye başladı – tıpkı Minwoo’nun televizyonda Aladdin’deki Cin’i görünce güldüğü gibi. “Ah Harang, seni—“ Junjin birden sustu ve şok içinde birkaç adım geri gitti. Neredeyse söylemişti – her şeyi daha da komplike yapacak o iki kelimeyi. Bu düşünce ve duyguları aklından attı ve hatasını Harang’ın yanaklarını cimdikleyerek örtemeye çalıştı. “Bugün çok eğlendim. Eve gidelim.” Harang başını sallayarak onayladı ve mutlu bir biçimde Junjin’e gülümsedi. Iyi bir ilk randevuydu. Harang bunun farkında olmasa da. --- Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. NOT: Bundan önceki kisim gibi, bu kisimla da hic memnun degilim arkadaslar. COk özür dilerim, ama biran önce bitsin istedim bu bölüm. Bu bölüm bitmedigi sürece, Onun Kalbi'ne devam edemezdim, cünkü bir isi yarida birakmayi sevmem. Bu yüzden bir kez daha bu kötü yazilmis kisimla yetinmelisiniz. Üzgünüm. Ama söz veriyorum, 9. bölüm bomba gibi olacak. Onu part halinde vermeyecegim. Cok uzun bir bölüm, ama part degil, tümünü birden verecegim. 10. bölüm yani Final de bir not olarak paylasilacak. 8. Gün (3. Part) Junjin yaklaşık saat altı buçukta mutfağa yürüdü ve şok içinde kalakaldı. Mutfağın her bir köşesinde yemek dolusu tabak ve tavalar duruyordu. Junjin’in gözleri deliklerinden düşecek kadar büyüktü. Harang onun bu yemeklerin hepsini yemesini mi bekliyordu? Büyük bir tencerenin kapağını açıp içindeki yemeğe bakarak, “Bütün bina için mi yaptın bunları?” diye sordu. Bu yemeğin kokusu büyüleyiciydi adeta. “Hayır,” dedi Harang fırının kapağını kapatmak için kullandığı eldiveni çıkarırken. “Lyn, Minwoo ve Kyuhyun’u akşam yemeğine davet ettim. Kyuhyun arayıp kız arkadaşının gelemeyeceğini söyledi. Hastaymış.” diyerek ellerini yıkamaya gitti. “Umarım iyidir.” “Aksam yemeği mi? Ne?” Junjin çok şaşırmıştı. “Hiç haber vermedin.” “Sana dün gece söyledim.” dedi Harang. “Ama çok sarhoştun.” Junjin öksürdü. “Um. Sanirim öyleydim, heh. Ne zaman geliyorlar?” Kapının zili çaldı. Junjin gözlerini cevirdi – arkadaşlarının zamanlamaları kusursuzdu belli. “Ben açarım.” diye mırıldanarak cıvıl cıvıl ikili ve korkunç Kyuhyun’u içeri almaya gitti. “Bongcu.” dedi Kyuhyun Junjin kapıyı açtığında. Genç adamın eline bir sise şarap verdikten sonra arkasından Lyn ve Minwoo ile evin içine girdi. Junjin onlara şefkatle gülümsedi. “Sanki Fransızca konuşabiliyorsun.” dedi ve Kyuhyun’un omzuna vurdu. “Kadınlar buna bayılıyor.” diyerek Kyuhyun kaşlarını oynattı. Lyn en küçüklerinin kafasına sertce vurdu. “Umarım benim ablam hakkında konuşuyorsundur.” Junjin ve Minwoo’nun bakışları birleşti ve ikisi de kavga eden arkadaşlara gözlerini çevirdiler. “Şarap?” diye sordu Junjin ve elindeki şişeyi salladı. “Şarap.” diye tekrarladı Minwoo kararlı bir sesle. Boğuşan Lyn ve Kyuhyun’u salonda bırakıp oturma odasına doğru gittiler. Junjin mobilyaları inceledi – Harang her şeyin yerini değiştirip büyük masayı ortaya getirmişti. Her yer daha geniş görünüyordu. “Otursana.” diyerek Junjin eliyle sandalyelerden birine gösterdi. “Ben gidip birkaç bardak getireyim.” Salonda şimdi yerde yuvarlanan Lyn ve Kyuhyun’un üzerinden geçerek mutfağa doğru ilerledi. “Bayağı meşgulsun galiba, Lyn.” diye şakalaştı Junjin mutfaktan. Şarap şişesini açtı ve Harang’a gözünü kırptı. Sonra sesini yükselterek, “Ama çoçuklar için çivili suyumuz yok sanırım.” dedi. Kalpten gelen bir, “fuck you!” süzdü salondan mutfağa. Junjin sırıtarak etrafındaki tüm yemeklere baktı. “Eyvah, Harang.” Birden aklına hiç düşünmediği bir şey gelmişti. “Bir şey yemek zorundasın.” Harang başını kaldırdı önündeki tabaktan. “Neden?” “Bir şey yemezsen şüphelenecekler. Senin yemen mümkün mü?” Harang kaşlarını çattı. “Evet. Ama daha önce hiç denemedim.” Junjin birkaç bardak çıkarıp şarapla doldurdu. “Yavaş yavaş yap, tamam mı? Oradan buradan biraz ısır. Ben muhteşem konuşmalarımla onların dikkatini çekerim.” Harang başını sallayarak onayladı ve eline birkaç tabak alıp oturma odasına gitmeye hazırlandı. “Tamam.” Junjin derin bir nefes alıp içindeki pişmanlığı hissetmemeye çalıştı – Harang onun robot olduğunu arkadaşlarının bilmelerini istememesini hiçbir zaman sormuyordu. Akşam yemeği bayağı enteresan olacaktı. *-*-*-*-* Yemek Junjin’in düşündüğü kadar da kötü geçmemişti aslında. Junjin şarabı duraksız döküyordu ve Harang’ın ara sıra bir kaşık pirinç, ya da bir yudum su içmesini söylüyordu çaktırmadan. “Şimdi,” dedi Minwoo sırıtarak ve kollarını havada germiş bir şekilde. Alkol besbelli etkisine başlamıştı. “Adamın biri bir bara gitmiş…” Junjin ve Kyuhyun homurdadı. Minwoo’nun ‘Adamın biri bir bara gitmiş’ espirileri iğrenç denilecek kadar kötüydü. Lyn ise, tabii ki, Minwoo’ya kalpli gözlerle bakıyordu. “Junjin.” diye fısıldadı Harang, masanın altından genç adamın kolunu tutarak. “Iyi misin?” diye sordu Junjin sessizce. Dikkati hala Minwoo’daydı. “Sanırım tuvaleti kullanmak zorundayım.” Junjin’in dikkati şimdi tamamen Harang’ın üzerindeydi. “Oh, olamaz.” “Gerçekten kullanmalıyım galiba.” Harang’ın gözleri korkuyla doldu ve yüzü birden bembeyaz oldu heyecandan. “Ne yapacağım, Junjin?” “Okay,” dedi Junjin. Şaraptan başı biraz dönüyordu, “Tuvalete otur sadece ve her şeyi sal, anlıyor musun? Bitesiye kadar yerinden kalkma. Ve ellerini yıka!” “Benimle gelemez misin?” diye sordu Harang koskoca gözleriyle. Junjin’in bu düşüncede midesi bulandı. “Harang, senden çok hoşlanıyorum. Ama senin sıçmanı izlemem.” “Hey, iyi misiniz ikiniz?” diye araya girdi Lyn. Junjin yüzüne bir sırıtma yapıştırarak başını salladı. “Tabii. Harang sadece tuvalete gidecekmiş. Hadi git, bebeğim.” Harang ona yalvarır gibi bir bakış attı ve yavaş yavaş yerinden kalktı. “Bol şanslar,” diye fısıldadı Junjin ağzının kenarından. *-*-*-*-* Harang on dakika sonra geri döndüğünde, Junjin rahat bir nefes bıraktı. Ama Harang rahatsızca yanına oturduğunda robota acıdı. Sanki diken üstünde oturuyordu. “Iyi misin?” diye sordu, diğer üçünün onları duymadığına emin olduktan sonra. “Bu iğrençti.” dedi Harang. “Sen bunu her gün nasıl yapıyorsun anlamıyorum.” Junjin kıkırdayarak Harang’ın çenesini öptü. “Af edersin, ama gerçekten bilmek istiyorum – senin için nasıl çalışıyor?” Harang rahatsızca pozisyonunu değiştirdi. “Boğazımdan… çıkışıma giden tek bir boru ile kuruldum.” diyerek yanakları kızardı robotun. “Insan yemek ve sıvı maddeleri borudan geçip bileştirildikten sonra çıkıştan dışarı gidiyor.” “Hiç eğlenceli gelmiyor kulağa,” dedi Junjin düşüncelice. “Ama denediğin için teşekkürler.” Harang’ın dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. “Ayy,” diye cıvıldadı Lyn masanın diğer tarafından, “Birbirinize çok yakışıyorsunuz.” Junjin oturduğu yerde küçüldü. Herkes onları izliyordu. Harang’ın yanakları da kıpkırmızıydı. “Sana bulaşıklarda yardım edeyim, Junjin.” diyerek Kyuhyun onu bu rahatsız edici durumdan kurtardı. Junjin onu öpmek istiyordu. “Tabii, gel hadi. Harang, sen burada kal ve bu ikisine göz kulak ol. Oturma odamda yersiz bir şeyler yapmasınlar.” *-*-*-*-* “Ne yapıyorsun, Junjin?” diye sordu Kyuhyun, elindeki birkaç tabağı mutfaktaki masaya koyduğunda. Junjin elindeki bardakları musluğun içine bıraktı ve Kyuhyun’un gözlerine baktı. “Ne demek istiyorsun?” “Ne demek istediğimi çok iyi biliyorsun.” Kyuhyun kollarını göğsünde birleştirdi. “Harang. Ona çok bağlanıyorsun.” “Iyiyim, Kyu. Iyiyiz.” Kyuhyun gözlerini devirdi. “Şimdi iyisin, ama sonra ne olacak? Ona aşık olamazsın.” “Aşık olduğumu da kim söyledi?” diye geri attı Junjin. “Ben. Biliyorsun senin yine kırılmanı istemiyorum.” Junjin derin bir iç çekti. Kendini savunma siniri kaybolmuştu. “Bunu önceden de söylemiştin. Benim için bu kadar endişelendiğin icin teşekkür ederim, Kyuhyun, ama ben artık büyüdüm. Kendi başımın çaresine bakabilirim.” “Gerçekten mi?” Junjin parmaklaını sinirli bir biçimde saçlarından geçirdi. “Bak, benim ona ihtiyacım var, tamam mı? Onun da bana. Problem nerede?” “O bir robot! Bir makine! Sana ihtiyacı olamaz!” “…Robot mu?” Junjin donakaldı. Minwoo ve Lyn kapıda duruyorlardı, arkalarında ise Harang. “Bir robot mu?” diye tekrarladı Minwoo. Junjin burnunun direğini cimdikledi. “Evet,” dye itiraf etti. “Harang bir robot.” “Oh, Junjin. Neden?” Junjin başını eğik tuttu. Lyn’in ona acıyor gibi bakan gözlerini görmek istemiyordu. “Neden bana söylemedin?” diye sordu Minwoo sessizce. Junjin hemen başını kaldırdı. “Minwoo, ben… ben sana söyleyecektim, ama—“ Minwoo onu susturmak için bir elini havaya kaldırdı. “Şu an bunu dinleyemem. Ben gidiyorum.” Arkasına dönüp Harang’ın yanından geçerek kapıdan çıktı. “Junjin…” Lyn alt dudağını ısırarak Junjin’in gözlerini bir saniyeliğine baktıktan sonra arkasına dönüp Minwoo’yu takip etti. Kapı sesli bir çarpma ile kapandı. “Junjin, özür dilerim.” dedi Kyuhyun yumuşak bir sesle. “Onların böyle öğrenmelerini istemezdim.” Junjin gözlerinin yaşlarla dolmasını hissedebiliyordu ve Kyuhyun’a sırtını döndü. “Gidemez misin, Kyu? Pişman olacağım bir şey yapmadan önce.” Kyuhyun cevap vermedi, ama Junjin onun ayak seslerinin mutfaktan çıktığını duyabiliyordu. “Özür dilerim, Harang.” diye fısıldadı Kyuhyun ve sonunda o da dış kapıdan çıktı. Junjin mutfak masasının kenarlarını sıkıca tuttu. Nefes almak zorlaşmıştı. Her şey çok iyi gidiyordu ve sonra… Onların böyle öğrenmelerini istemiyordu genc adam. Sırtına sıcak bir vücut bastırdığında Junjin hafifce irkildi. “Özür dilerim, Junjin.” diye fısıldadı Harang omuzuna. “Anlamadıkları için özür dilerim.” Junjin’in kalbğ sanki göğsünden boğazına kaymıştı. Harang’ın kollarında vücudunu ona doğru çevirdi ve sıkıca sarıldı. “Hayır,” diye mırıldandı, “Seni bir sır gibi sakladığım için ben özür dilerim. Bunu yapmamalıydım.” “Önemli değil,” Harang kollarını Junjin’in boynuna doladı, “Anlıyorum. Onlarla kavga etmen benim suçumdu.” Junjin biraz ayrılarak Harang’ın ağzını sertce öptü. “Senin bir suçun yok,” diye fısıldadı Harang’ın dudaklarına karşı, “Lütfen özür dileme.” “Kyuhyun yanlış söylüyor.” diyerek Harang Junjin’in gözlerinin içine baktı. “Benim sana ihtiyacım var.” Junjin baş parmağını Harang’ın alt dudağında gezdirdi. Birbirleri varken, her şey iyiye giderdi elbet. Belki. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:21 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun onlardan daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. 9. Gün (1. Part) Her nedense, Junjin kahvaltıdan sonra haberlere bakmaya karar vermişti. Normalde çok televizyon izleyen biri değildi, özellikle haberler gibi moral bozucu ve iç karartıcı bir şeyse. En derininde ama Junjin biliyordu; Minwoo ve Lyn ile konuşmaya gitmekten kaçıyordu. Junjin böyle yüzleşmelerden nefret ediyordu, ama kavgaların orta yerde kaynamasını daha da az severdi. Minwoo kesinlikle ona kızgındı, ama Junjin arkadaşını yatıştırabileceğinden emindi – Minwoo’nun her zaman yaptığı bir şeydi; birinin bir şey demek istediğinde onu her zaman sonuna kadar dinlerdi, bu kişiyle kavgalı olsa bile. Lyn ayda yılda bir kızgın olurdu, ama sessiz hüsranı daha da büyük bir işkenceydi. Junjin, Lyn’in o an onun hakkındaki düşüncelerini hayal edebiliyordu. “Junjin?” Harang başını kapının aralığından soktu. Alnı endişeyle kırışmıştı. Junjin ona gülümsedi. “Iyi misin?” Harang başını sallayarak onayladı. “Kahve içmek ister misin diye soracaktım.” diye konuştu ve aynı zamanda gözlerini yere çevirerek bulizini düzleştirdi. “Hayır, teşekkür ederim,” diyerek başını salladı Junjin. Koltukta biraz yana kaydı ve yanındaki boşluğa hafifce vurdu eliyle. “Gel, yanıma otur?” Harang rahatsızca vücudunun yükünü bir ayağından diğer ayağına yükledi. “Bunu yapmasam daha iyi olurdu.” “Neden?” “Benim yerim değil.” dedi robot ve hafifce eğildi. “Harang,” diyerek iç çekti Junjin, “Bu dünkü olaylar yüzünden mi?” Harang başını ‘evet’ anlamında salladi. “Senin ve arkadaşlarının arasına girmek istemiyorum.” dedi dürüstce. “Lütfen otur?” diye sordu Junjin yine. Gözlerinin arkasında oluşan kafa ağrısını hissetmeye başlıyordu bile. “Benim yerim de—“ diye tekrarlamaya başladı Harang. Junjin ona doğru uzanıp onu kolundan koltuğa doğru çekerek susturdu. “Ay!” diye ciyakladı Harang Junjin’e sakarca çarptığında. “Harang,” dedi Junjin sıkı bir ifadeyle ve rahat oturmak için vücutlarının yerini değiştirdi, “Sen bana yardım etmek için buradasın, değil mi?” “Evet.” diye başını salladı Harang yine. Bilinçsizce Junjin’in yanına kıvrılmıştı. “O zaman senin yerin benim yanım. Ve benim yanım şu an koltuğun üzerinde.” Harang başını kaldırıp genç adama gülümsedi. Sonunda biraz daha rahat görünüyordu. “Her şey için bir cevabın var, Junjin.” “Sanırım öyle,” diyerek Junjin bir elini kaldırdı ve tırnaklarını üfledi. “Kyuhyun’a bildiği her şeyi ben öğrettim.” Harang kısık sesiyle güldü. “Bana da öğretmelisin.” Junjin yeterince dayanmıştı. Başını eğerek Harang’a yaklaştı ve diliyle hafifce kulak memesine dokundu. Sonra ayrılıp Harang’ın kulağına sıcak nefesiyle, “Inan bana, sana bayağı çok şey öğreteceğim.” diye fısıldadı. Harang’ın yanakları sanki Junjin’in daha önce hiç görmediği bir kırmızı ton ile kızarmıştı. Genç adam sırıtarak robottan ayrıldı. Rahat bir sessizlik oturdu aralarına. Harang’ın gözleri televizyon ekranının altından geçen yazıları izlerken, Junjin Harang’ın yüzündeki değişik hislerin geçmesini izliyordu. “Minwoo’nun tepkisi yüzünden çok endişelenme. Ben bugün onunla konuşacağım. Anlayışını isteyeceğim.” Ekranda bir haberci arkasında bir protestonun görüntüleriyle bilgi veriyordu seyircilere – günlük hayatta teknoloji için sürekli yükselen bağımlılığa karşı gösteriler. Harang Junjin’e iğneli bir bakış attı. “Bu insanlar ne derdi… bizim hakkımızda?” diye sordu. Ses tonu ne kötücül ne de alaycıydı. Tamamen tarafsızdı. Junjin kafasını salladı. “Onlar bizim hakkımızda bir şey bilmiyorlar.” “O kelime,” diye başladı Harang, bu sefer meraklı bir sesle. “Biz. Sen ve ben, var mıyız ki? Sen ve ben olmalı mıyız ki?” “Olmamalı mıyız?” diye karşılık verdi Junjin. “Neden sen ve ben olamayız?” Harang şefkatle gülümsedi. “Bu insanların hepsi bunun yanlış olduğunu düşünüyor. Bir robot ve bir insan beraber olamaz.” Bacaklarını çapraz haline getirerek Junjin vücudunu Harang’a çevirdi ve gözlerinin içine baktı. Derin bir nefes alıp seslice bıraktı. “Konuşmamız gereken birçok şeyin olduğunu biliyorum. Aklımın derinlerine gömdüğüm şeyler. Ama Harang, seni sadece dokuz gündür tanıyorum,” diyerek Harang’a yalvarır gibi bir bakış attı, “Sadece… olamaz mıyız?” Harang gözlerini sevimli bir şekilde kırptı. “Olmak mı?” “Sana, ya da bana, baskı yapmak istemiyorum. Kısıtlama veya açıklamalara ihtiyacımız yok. Bu ikimiz için de yeni bir şey.” Junjin Harang’ın ellerini kendi ellerine aldı ve robotunun parmak eklemlerini baş parmaklarıyla ovdu. “Sen ama daha önce ilişki içindeydin.” Junjin ‘ilişki’ kelimesine gülümsedi – Harang farkında olmadan kendi kendine tanımlıyordu her şeyi. “Evet,” dedi, “ama böyle değil.” Harang alt dudağını ısırdı. “Hım. Bu kötü mü?” “Hayır.” dedi Junjin basitce, çünkü gerçekten kötü değildi. “Ama çok fazla düşünmek istemiyorum, özellikle sana karşı hissettiklerimi. Sadece seninle geçirdiğim her saniyenin tadını çıkarmak istiyorum.” “Ama gerçek mi, Junjin? Ben gerçek değilim. Senin hislerin gerçek değil.” Öfkesini yatıştırmaya çalışarak Junjin Harang’ın ellerini daha da sıkı tuttu. “Bu konuşmayı daha dün yapmamış mıydık? Sen benim için gerçeksin. Bu yetmez mi?” Harang yutkundu. Kaşları düşünceleriyle kırışmıştı. “Bunu istemiyor musun?” diye sordu Junjin. Nefesini tutarak Harang’ın cevabını bekledi. Ne diyeceğinden emin değildi. “Seninle,” diye başladı Harang sessizce, “olmak istiyorum. Bunun anlamını bilmesem de, istiyorum.” Junjin gülümsemek, Harang’a sarılmak, belki de onu öpmek istiyordu. Ama bunun için doğru zaman değildi. “Bunu duyduğum için mutluyum.” Ve bugünün hava durumu – kuzeyden ağır yağmur ve tehlikeli rüzgarlar geliyor.Junjin televizyona öfkeyle baktı. Hava bile onlara karşı bir komplo kurmuştu anlaşılan. “Junjin?” Junjin yüzünü yine Harang’a çevirdiğinde ona mutlu bir gülümseme sundu. “Benim sana karşı hissettiklerim gerçek, ve önemli olan da bu.” Harang gülümsemesine karşılık verdi. “Her şey için bir cevap.” Junjin gözünü kırparak Harang’ın elinin sırtını öptü. Yüzünü yukarı çevirdiğinde birbirlerine ne kadar yakın olduklarını fark etti ve daha da yaklaştı. Gözlerini kapatıp Harang‘ın dudaklarının kıvrımlarını öpmek istiyordu. Harang bir anda yüzünü başka yöne çevirdi ve ellerini Junjin’den ayırıp ayağa kalktı. Junjin şaşkınlıkla gözlerini açtı. “Harang—“ “Yağmur başlamadan önce Minwoo’ya gitsen iyi olur. Yollar tehlikeli olabilir.” dedi Harang ve yerdeki halıyı büyük bir ilgiyle izledi. Junjin kaşlarını çattı. “Ama biz—“ “Lütfen,” diye lafını böldü Harang, “Onunla konuşman lazım.” “Peki,” diye kabullendi genç adam. Harang odadan çıkmaya hazırlandı. Tam kapının yanına geldiğinde birden durdu ve yüzünü hafifce çevirerek Junjin’in gözlerini yakaladı. “Ona özür dilediğimi söyle,” diye fısıldadı, “Onun istediği kişi olamadığım için.” Gittiğinde, Junjin kalbinin birazcık kırıldığını hissedebiliyordu. Dışarıda dikkatli olun, diye uyardı televizyondan gelen ses, önünüzdeki yol çok tehlikeli olabilir.*-*-*-*-* Junjin kulübün önünde durduğunda şiddetle ürperdi. Bulutlu gökyüzü güneş ışığını bloke ediyordu ve buz gibi bir soğukluk kemiklerinin içine işliyordu. Genç adam demir kapıya sertce vurdu. “Kim o?” diye süzdü Minwoo’nun şüpheli sesi dışarıya doğru. “Junjin. Ve götüm donuyor.” Kapının ardındaki adam bir süreliğine duraksadı. “Neden seni içeri bırakayım ki?” Junjin gözlerini devirdi – boşuna çekinmiyordu bu buluşmadan. “Çünkü açıklamam gerek. Ve seni seviyorum.” Kapı açıldı ve ardında Minwoo ve yüzüne takmış olduğu sana-kızgınım-ama-ben-de-seni-seviyorum-pis-herif ifadesi geldi. Junjin mega vat gülümsemesini denedi. “Hello!” “Gir,” diye homurdandı Minwoo. Kapıdan ayrıldı ve Junjin’in ardından kapatıp takip etmesini beklemeden yürüyüp gitti. “Ne?” diye sordu Junjin ardından ve ceketini çıkardı, “Disney şifreleri yok mu bugün?” Minwoo bir bar sandalyesine oturup burnunu çekti. “Disney sevgimi paylaşmayı hak etmiyorsun.” Ouch. Işte bu çok acımıştı. “Hadi gel,” diye iç çekti Junjin ve kendini Minwoo’nun yanındaki sandalyeye bıraktı, “En azından beni dinle. Her zaman dinlemez misin sen?” Minwoo ona yandan bir bakış attı. “Neden dinleyecekmişim?” Junjin bezmişcesine gözlerini devirdi. “Çünkü biz 13 yaşında kızlar değiliz, Minwoo.” Ikisi de birbirine baktı. Minwoo bir kaşını kaldırdı ve Junjin seslice homurdandı. Minwoo kişnemeye başladığında ikisi de dayanamayıp kahkahayla birer çatlamış sırtlan gibi gülüyorlardi, ya da belki, 13 yaşında kızlar gibi. “Lyn burada olsaydı,” diye konuştu Minwoo kıs kıs gülerek, “Ilk gülen o olurdu.” Junjin bunu kabul eder gibi başını salladı ve nefes almaya çalıştı gülüşlerinin arasında. “O,” diye şırıldadı, “O nerede ki?” Minwoo aniden gülmeyi bıraktı ve yanakları hafifce kızardı. Enteresan. “Yukarıda. Uyuyor. Yani, uh, şey…” Junjin yine kıs kıs gülmeye başladı. “Oohlala,” diye şakalaştı ve gözünü kırptı arkadaşına. Minwoo o an ciddi bakmaya çalışırken çok zorlanıyor gibi görünüyordu. Junjin gülümsedi – en iyi arkadaşının maskulin imajının bazen şirin ve utangaç biriyle değişmesi gerçekten sevimliydi. “Neden bana söylemedin?” diye sordu Minwoo birden. Junjin’in yüzündeki gülme izlerinin hepsi kayboldu. “Sahne?” Minwoo dudaklarını yaladı. “Sahne.” Junjin sandalyesinden yere kayıp sahneye doğru yürümeye başladı. Ince bir kat toz vardı eski ama dayanıklı tahta sahnenin üzerinde. Belli ki Minwoo temizlemek yerine… başka aktiviteleri seçmişti. Junjin dudaklarının küçücük bir sırıtmayla gerilmesine izin verdi. Sahneye çıkıp üzerinde uzandıktan sonra ikisi de bacaklarını köşesinden aşağı salladı. “Neden bana söylemedin?” diye tekrarladı Minwoo önceki sözlerini. Junjin yukarıdaki ışıklara baktı ve omuzlarını silkti. “Bilmiyorum,” diye cevapladı dürüstce. “Saçmalama.” Junjin’in ifadesi sertleşti. “Yapamadım. Teknolojiden ne kadar nefret ettiğini biliyorum. Ve söyleyemedim işte… Tanrım, Minwoo. Yani. Ona bir baksana. Onu hiçbir tür kötülüğe ya da kine maruz bırakamam.” Minwoo oturma pozisyonuna geçti ve başını eğerek Junjin’e baktı. Kırıldığı her halınden belliydi. “Ondan nefret etmezdim asla, Junjin. Beni böyle mi görüyorsun yani?” Junjin yine omuzlarını silkti. “Hayır, ama ilk bakışta hemen gerçek kişiliğin anlaşılmıyor. Benim gördüğüm Minwoo’yu çoğu insan görmüyor mesela.” “Bunu son yaptığımızda bana söyleyebilirdin,” dedi Minwoo ve bacaklarını çapraz haline getirdi, “O bana söylemenin doğru zamanı olurdu.” Junjin kendini kaldırıp dirseklerine yaslandı. “Bana bu sabah ne dedi, biliyor musun?” Minwoo başını salladı. “Senden,” diye devam etti, “Senden özür dilediğini söyledi, senin istediğin kişi olamadığı için.” Junjin duraksadı ve Minwoo’ya baktı. Birkaç saniyeliğine sessizdi ikisi de, ve sonra Minwoo yavaşca dudaklarını araladı. “Onu affettiğini söylersen yumruğumu yersin,” dedi Junjin keskin bir ses tonuyla, “Hiçbir zaman kim olduğu hakkında özür dilememeli. Asla.” Minwoo küçük, üzgün bir gülümseme verdi arkadaşına ve sonra Junjin’in elinden tutup onu da oturmaya zorladı. “Onun kim, ya da ne olduğu için sinirli değilim. Senin bana bunun hakkında yalan söylemeyi seçtiğin için sinirliyim. Bana geçmişi unutup yeni birini bulduğunu inandırmıştın.” Junjin yutkundu. Sanki biri ona sert bir yumruk atmış gibi hissediyordu kendini o an. “Unuttum.” “Gerçekten mi?” diye sordu Minwoo ve Junjin’in elini bıraktı. “Ne? Bunun Lyn’le alakası yok—“ Minwoo hemen araya girdi, “Ben Lyn’i unuttuğunu bilmeseydim onunla hiçbir zaman bir şey başlamazdım. Sonra Harang geldi ve senin ona verdiğin bakışları gördüm ve her şey yolunda gidiyor gibi görünüyordu. Ama o bir robot, Junjin. Bu sence çaresizliğin bir kanıdı değil mi?” Junjin gülmek ve Minwoo’nun yüzüne çok, çok sert bir yumruk atmak arasında kararsızdı. “Bunun Lyn ile alakası yok. Biliyorsun, onu unuttum, ama ben… ben…” Birden Junjin’in aklından ilk defa bu besbelli ve net düşünce geçtiğinde genç adam başını salladı sanki şok olmuş gibi. “Onu seviyorum, Minwoo. Harang. Onu seviyorum.“ diye kabul etti sonunda. Minwoo sesli bir nefes bıraktı. “Shit.” “Gerçekten.” diye katıldı Junjin. “Bana ondan hoşlandığı ne zaman söylemiştin? Üç gün önce miydi? Sihirli bir robot olmalı.” Junjin güldü. “Kendine aşk makinesi dedi geçen gün.” “Iyk. Bu kadar bilgi fazla.” dedi Minwoo ve Junjin’in ayakkabılarının üzerine kusuyormuş gibi yaptı. Junjin sakar bir tekme için ayağını kaldırdı ve Minwoo güldü. Sonra yine sessizleşti her yer. Minwoo tişörtünün ucuyla oynarken Junjin ayakkabı bağcıklarına bakıyordu. Ne zamandan beri bu kadar enteresandı bu bağcıklar? “Senin onu sevdiğini biliyor mu?” diye sordu Minwoo sessizce. “Hayır,” diye cevapladı Junjin, “Ama ondan hoşlandığımı biliyor, en azından. Bunun üzerinde konuştuk. Benimle olmak istiyor.” Minwoo hemen başını kaldırdı ve arkadaşına baktı. “Seninle olmak mı? Ama bu nasıl olabilir? Robotlar sevemez.” “Öğreniyor, Minwoo. Karakteri benim ona karşı gösterdiğim tepkilere göre gelişiyor. Benden öğreniyor her şeyi. Biliyorum, o da benden hoşlanıyor. Lyn ile dans ettiğimde kıskanmıştı.” “Lyn ile dans mı ettin?” “Odaklan, lütfen.” “Pardon.” Minwoo küçücük bir gülümseme verdi ve hemen sonra yine ciddileşti. “Ama sence de bu biraz endişe verici değil mi? Senin ona her şeyi gösterdiğin için hissetmeyi biliyor.” “Bu çoğu insanlar için de geçerli bence.” Minwoo iç çekti. “Her şey için bir cevabın var, değil mi?” “Hah,” diye güldü Junjin ve sabahki olayları düşündü. “O da aynı şeyi söyledi.” Minwoo parmaklarını saçlarından geçirdi. “Peki, siz ikiniz bu işi sürdürmeye karar verirseniz… sürer mi ki? Sen yaşlanıp o genç kaldığında ne olacak? Sen ölünce ve o ölmeyince ne olacak? Onun yapımcıları, ya da server onu geri almaya gelesiye kadar bunu sürdürebilir misin? Robotlar aşık olmamalı, Junjin. O zaman satışa çıkan insan imal ederdik.” Junjin bu soru bombardımanına uğradığında başı dönmeye başladı. Harang’ın hayatının görmezlikten geldiği tüm bakımları birden ona saldırdığında kendini hasta hissediyordu, sanki biri ona çok sert bir tokat vurmuş gibi. Harang onu mutlu ediyordu, hem de çok. Peki boğazında oluşan bu yumru da neyin nesiydi? “Neden bizim batmamızı istiyorsun?” diye fısıldadı genç adam kırılgan bir sesle ve Minwoo’dan ayrıldı. “Hayır, istemiyorum,” dedi Minwoo ve hemen Junjin’i yakınına getirmek için geri çekti. “Bunu senin için zorlaştırmak istemiyorum. Ama zaten zor, ve senin bu konu hakkında iyice düşünüp düşünmediğini bilmiyorum.” “Tabii ki düşündüm,” diye konuştu Junjin, “Herkesin sandığı umutsuz, çaresiz adam değilim ben.” Derin bir nefes aldı ve kendini rahatlamaya zorladı. “Ama gerçek şu ki – Onu seviyorum. Ve kendimi kontrol edemiyorum, ama onun da bana karşı boş olmadığını bilmesem, hiçbir zaman buralara kadar gelmesine izin vermezdim.” “Ama onun hislerine nasıl karşılık verdiğini anlamıyo—“ “Inan bana, Minwoo. O da aynı şeyleri hissediyor.“ Minwoo ona uzun uzun baktı. Junjin ona aynı sertlikle baktı. Bu hissettiği duygular yüzünden aşağılanmak istemiyordu. Önyargı eskimişti zaten. “Peki,” dedi Minwoo ve kendini aralarındaki bakış savaşından ayırmaya zorladı. “Peki. Haklısın, biz 13 yaşında kızlar değiliz. Sen büyümüş bir adamsın, ve kendi kararlarını kendin verirsin. Bunu…” diyerek ellerini Junjin’e salladi, “Onaylamıyor olabilirim. Ama sen benim en iyi arkadaşımsın, ve sanırım bunu kabul etmeliyim.” Junjin arkadaşına alaycı bir gülümseme sundu. “Sağ ol, Minwoo. Çok içtendi bu.” Minwoo sahneden yere hopladı. “Her neyse. Gel,” diyerek elini Junjin’e yardım etmek için uzattı. Junjin’in ayakları yerle birleştiğinde Minwoo ona birden kocaman sarıldı. Tam dört saniye. Ve sonra onu geriye itip yüzünü elleriyle tuttu. “Seni seviyorum, tamam mı? Senin mutlu olmanı istiyorum, ve o seni mutlu ediyorsa, o zaman ne olduğu önemli değil.” Junjin homurdandı, “Git başımdan, sulugöz.” dedi, ama yine de ona yaklaşıp yanağını çabucak öpüverdi. “Buna kızgın mı olmalıyım, yoksa kameraya mı çekmeliyim?” Aniden birbirlerinden ayrıldılar ve arkalarında duran Lyn’e döndüler. Üzerinde Spiderman tişörtü ve kısa bir şort vardı. Şüpheli biçimde uyanık görünüyordu. “Çok kabasın,” diye inledi Junjin. Minwoo yüzünü elleriyle kapattı. “Erkeksi imajım. Parçalandı.” diye mırıldandı avuç içlerine. Junjin ve Lyn ona kıs kıs güldüler. “Gitmeliyim,” diye anons etti Junjin saatine baktıktan sonra, “Geri gitmeden önce birkaç arama yapmalıyım.” “Seni kapıya götüreyim,” diye teklif etti Lyn ve Minwoo’ya parmağını salladı. Minwoo dudaklarını büzerek, “Görüşürüz, Junjin.” dedi. Junjin şapkasını çıkarıp vedalaşır gibi yaptıktan sonra kapıya doğru yöneldi. Lyn arkadan onu takip ediyordu. Hiç yapmak istemediği bir konuşmaydı bu. “Junjin…” diye başladı Lyn Junjin ceketini giydiğinde. Genç adam arkadaşına döndü. “Her şeyi tekrarlayabilir miyim, bilmiyorum Lyn. Kendimi bitkin hissediyorum.” Lyn gülümseyerek hafifce koluna dokundu. “Anlatmalı değilsin. Merdivenlerde oturup her şeyi dinledim.” Junjin gözlerini devirdi. “Bunu bilmeliydim. Korkunçsun.” “Beni yaralıyorsun.” dedi ve küsmüş gibi dudaklarını büzdü Lyn. “Neyse, biliyorsun ben Minwoo gibi değilim. Aşk her şekilde gelebilir. Bulduğun sürece sıkıca tutmalısın.” Junjin nedenini bilmiyordu ama bu sözleri Lyn’den duymak gözlerini yaşartıyordu. “Teşekkür ederim,” diye cevapladı kısık bir sesle. Kapıyı açtığında buz gibi havanın gözyaşlarını dondurmasını umuyordu. “Denerim.” “Tamam,” diye sırıttı Lyn. Yerler ıslaktı ve asfalttaki çatlakları büyük su birikintileri dolduruyordu. Junjin güneş ışığının gri bulutlar arasından girdiğini görünce gülümsedi kendi kendine. Arabasına binmeden önce Lyn’e elini salladı ve sonra kendini koltuğa bıraktı ve ağır bir nefes aldı. Radyoyu açtı ve saatlik hava durumunun sonlarına geldiğini anlayınca gülümsedi. Yağmurun en kötü hali geride kaldı. Gün boyunca güneş ışığı ve sıcaklığa hazır olun!*-*-*-*-* Mail To: only1kyu@futuremail.co.krSender: parkjunjin37458@futuremail.co.krSubject: Seni affediyorum. Başlıkta ne yazıyorsa, odur. Mail To: parkjunjin37458@futuremail.co.krSender: only1kyu@futuremail.co.krSubject: Elbette. . Junjin telefonunun internet bağlantısını kapattı ve güldü. Kyuhyun uslanmaz ve adam olmazdı asla. Eşsizdi. Yeri asla doldurulmaz bir insandı, ama aynı zamanda inanılmaz derecede sinir bozucuydu. Ve kaşındırıcı bir şekilde kendini beğenmiş. Junjin bir daha ki görüşmelerinde ona kocaman, salyalı bir öpücük vermeyi zihinsel bir not olarak aldı. Öylesine. Eve gitmeden önce yapması gereken sadece bir tane arama kalmıştı. *-*-*-*-* Alo?“Merhaba, Shiwon. Ben Junjin. Umarım seni rahatsız etmiyorumdur.” Junjin! Tabii ki rahatsız etmiyorsun. Nasılsın? “Iyiyim. Um, sana Heechul hakkında bir şey soracaktım.” Oh? Harang ile bir problem mi yaşıyorsun? “Hayır, öyle bir şey değil. Sadece… Heechul ile arandaki ilişki nedir diye soracaktım?” Shiwon kısa bir süreliğine duraksadı. Benim Heechul ile olan ilişkim kimseyi ilgilendirmez. Junjin gülümseyerek nefes verdi. Özür dilerim, Junjin. Bu duymak istediğin sözler değildi sanırım. “Hayır, aslında tam duymak istediğim sözlerdi. Teşekkür ederim.” Um… rica ederim? Sen iyi misin? “Evet, hem de çok. Gerçekten, teşekkür ederim. Benim gitmem gerekiyor.” …Peki. Yine duraksadı. Junjin?“Hm?” Anlarsın bir gün. Shiwon haklıydı. Anlardı. --- Ikinci kisim yarin bu saatlerde gelecek. Zaten hazir, ama yarina kadar bir ara vereyim dedim. Bugün gelir mi diye sormanin anlami yok. Gelmez. Lütfen yorum yazin, düsündüklerinizi cok merak ediyorum. Simdiden tesekkürler. Cassie Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun onlardan daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. 9. Gün (2. Part)Junjin giriş kapısını açıp evine girdiğinde omuzlarındaki yükün hafiflediğini hissedebiliyordu. Çok uzun bir gün olmuştu. Uzun ve salakca bir gün. Ama her zaman ki gibi Disney şarkıları söylemek zorunda kalmadığı için mutluydu. “Hoş geldin.” Harang başını mutfak kapısının aralığından çıkarıp Junjin’e sevimli bir gülümseme verdiğinde, genc adamın kalbi sanki bir atış atlamıştı. “Hemen geliyorum!” diyerek Harang yine kapıdan ayrıldı. Junjin ayakkabılarını çıkarıp ceketini dolaba astı. “Özür dilerim,” dedi Harang ve sonunda tamamen mutfaktan çıktı, “Ellerimi yıkamalıydım.” Junjin Harang’a dogru yürüdü ve kollarını robotunun etrafına sıkıca sardı. “Yüzün yorgun gözler için dayanılmaz.” Harang sarılmaya karşılık verdi ve parmakları Junjin’in gömleğinin ucuyla oynamaya başladı. “Gözlerin mi acıyor? Bu iyi değil.” Junjin Harang’in boynuna karşı güldü ve oraya bir öpücük kondurarak ona daha da sıkı sarıldı. “Gözlerim iyi. Sadece seni çok özledi.” Harang ondan ayrıldı ve ona kafası karışmış bir şekilde gülümsedi. “Minwoo ile konuştun mu?” “Evet,” dedi Junjn ve parmaklarını Harang’ın saçlarından geçirdi, “Bizim… bizim ilişkimizi onaylamıyor. Ama en azından kırgın değil artık. Sadece benim mutluluğumu istiyor, ve ben mutluyum.” Harang‘ın dudakları sevinçle kıvrıldı. “Bu çok iyi! Peki, Lyn…?” “Lyn bizim bir numaralı hayranımız.” diye şakalaştı Junjin ve Harang’ın yüzünü iki eliyle tuttu. “Dur, şöyle bir bakayım sana.” Harang omuzlarını gererek sessizce durdu ve Junjin’in gözlerinin yüzünde gezmesine izin verdi. Komik, damla şeklindeki gözleri. Aynı zamanda yumuşak, sert ve güzel görünüyorlardı. Küçük, şirin burnu. Bu burun başkasında olsaydı, tamamen tuhaf görünürdü, ama Harang’ın yüzündeki özellikleri mükemmel bir şekilde tamamlıyordu. Yumuşak, tombul dudakları. Junjin’in her milimetresini öptüğü ağız. Ve sonunda ellerinin altındaki sert görünen çene. “Sen mükemmelsin,” diye fısıldadı Junjin. Büyülenmişti, sanki Harang’ı ilk defa görüyormuş gibi. Harang’ın dudakları kıvrıldı. “Kimse mükemmel değildir, Junjin. Lambayı neredeyse kırdığımızı hatırlıyor musun?” Junjin sırıtarak burnundan soludu. Aralarındaki romantik anı tamamen bozmuştu. “Bence o lambaya biraz sevgi ve şefkat göstersen iyi olur.” Harang başını Junjin’in ellerinin içinde yana eğdiğinde genç adam birden ne diyeceğini unuttu. Harang’ın gözlerinde kaybolmuştu. “Önceki konuşmamızı düşündüm,” diye böldü Harang aralarındaki sessizliği. Junjin’in ellerini kendi elleriyle kapladı ve yüzünden ayırarak parmaklarını birleştirdi. “Junjin, sen bu kadar mutlu görünürken seni üzdüğüm için özür dilerim. Seni hiçbir zaman kırmak istemiyorum. Seni hiçbir zaman terk etmek istemiyorum. Hayatımın amacı senin yanında kalıp sana bakmak. Dikkatli olursak, her şey yolunda gidebilir.” “Harang,” diye fısıldadı Junjin. Gözlerinin etrafı sulanmaya başlıyordu. Harang’ın yüzü endişeyle kırıştı. “Ağlama! Yine mi üzdüm seni? Özür dilerim.” Junjin güldü ve birkaç sinsi göz yaşı yanaklarından aşağıya kaydı. “Özür dilemeyi bırak. Bunlar mutluluk göz yaşları, söz veriyorum.” “Keşke ağlayabilseydim.” diyerek kaşlarını çattı robot. “Hayır, hayır,” Junjin kafasını salladı, “Çünkü o zaman üzgünsün anlamına gelir. Senin gülümsemelerin mutlu göz yaşlarından çok daha güzel.” Harang ona elleri hala birleşikken yaklaştı ve dudaklarıyla Junjin’in yanağındaki göz yaşlarından birini yakaladı. Dokunuşu o kadar yumuşak, o kadar masumdu ki, Junjin’e nasıl nefes alınacağını bile unutturmuştu. Harang ondan ayrılıp dudaklarını yaladı. “Şimdi senin mutluluğun benim içimde.” Junjin göz yaşlarını geri tutmaya ve burnunun sızlamasını duymazlıktan gelmeye çalıştı ve sonra güldü. “Kyuhyun bunu görseydi kesin kusardı şimdi.” Harang’ın gözleri korkuyla doldu. “Hasta mı? Onu ziyaret etmeye gidelim mi? Çorba yapabilirim!” Junjin kafasını sertçe vuracağı bir masa olsun istiyordu o an. “Hayır, o iyi. Ben sadece… boş ver.” Harang ona bir anlığına şüpheli bir bakış verdikten sonra yine insanı aydınlatan gülümsemelerinden birine değişti. “Bugün Minwoo’ya gittiğinde benim için çaldığın parçayı oynamayı denedim. Ikinci günümüzden. Umarım kızmazsın. Müzik olduğu için…” diyerek ipin ucunu kaybetti ve Junjin’e endişeyle baktı. “Kızmak mı?” Junjin neredeyse heyecandan havaya hopluyordu. “Bu çok güzel! Hemen göstermelisin!” Harang bir şey demedi ve Junjin’den ayrılarak müzik odasına doğru yürümeye başladı. Junjin arkadan onu takip etti. Dikiz bakışı için. *-*-*-*-* “Bu kısmı bir türlü beceremiyorum.” diyerek Harang dudaklarını büzdü ve ellerini piyanodan çektı. Junjin onu hafifce itti. “Başarabilirsin! Bir piyanoyu ilk defa bir hafta önce gören biri için çok iyi oynuyorsun!” “Bana gösterebilir misin?” diye sordu Harang yalvarır gibi bir sesle. “Sadece bir kere daha?” Piyano bankının üzerinde sıkışmışlardı yan yana. Harang’ın parmakları siyah ve beyaz tuşların üzerinde gezdiğinde Junjin onu hayranlıkla izliyordu. “Tabii,” dedi genç adam ve başını salladı. Harang, Junjin’in daha rahat oturması için biraz yana doğru kaydı bankta ve Junjin melodiyi tekrarladığında dikkatle her hareketini izledi. “Tamam mı?” diye sordu Junjin, son nota havada kaybolduğunda. Harang başını salladı. “Evet, anladım. Aynen şöyle…” Tekrar denedi. Zamanlaması hala biraz yanlıştı. Junjin kendi kendine gülümsedi – belki Harang gerçekten mükemmel değildi. Bir insan gibi. Harang öfkeyle homurdandı. “Neden başaramıyorum, anlamıyorum!” “Bak,” dedi Junjin ve ayağa kalkıp göğsünü Harang’ın sırtına bastırdı ve parmaklarını robotun parmaklarını üzerine koydu. “Sana şöyle göstereyim.” Harang Junjin’in göğsüne yaslandı ve yanaklarını birbirine bastırdı gülümseyerek. Junjin Harang’ın parmaklarını fildişi tuşlarının üzerinde gezdirdiğinde yanakları kızarmış olan Harang bu sefer önceki kadar ilgiyle izlemedi. “Şimdi anlıyor musun?” diye mırıldandı Junjin Harang’in kulağına. Harang’ın elleri piyanoyu çalmayı bıraktı. Yavaşca yüzünü çevirdi, dudakları birleşesiye kadar. Junjin gözlerini kapatarak Harang’in onu öpmesine izin verdi. Pozisyon çok rahatsızdı, ama Harang’ın alt dudağını ritmik bir şekilde emmesiyle, Junjin pek şikayetci sayılmazdı. “Şimdi küloduma girebilir miyiz?” diye fısıldadı Harang sıcak nefesiyle Junjin’in dudaklarına karşı. Junjin şaşkınlıkla gözlerini açtı ve Harang’ın yüzüne şaşı bakmayacak kadar uzaklaştı. “Bunu yapmasak daha iyi olur—“ “Başka bir şey yapamaz mıyız?” diye böldü Harang onun lafını. Dudakları çok dikkat dağıtıcıydı. “Seni ellemek istiyorum.” Bu Junjin’i delirtmeye yetmişti. Gürleyerek Harang’ı omuzlarından tutup piyano bankından yere doğru çekti ve sonra yuvarlanıp bacaklarını Harang’ın yan taraflarını koydu. Vücudu bu yakınlıklarına tepki göstermeye başlıyordu bile. “Emin misin?” Harang çekingence başını salladı. “Aşk yaşayalım.” Junjin ayakta olmadıklarına şükrediyordu – bacakları bu sözlere dayanamazdı kesin. “Bence seks için hazır değiliz daha. Ama aynı derecede zevk veren şeyler yapabiliriz.” Harang yine başını sallayarak onayladı, bu sefer heyecanla. “Tamam.” Junjin Harang’ın alnına düşen birkaç saçı kenara çekti. “Tamam,” diye tekrarladı, “Sana cinsel canlanma yaşatan o programı indir. Ama bilgi programını indirme. Bir seks robotu istemiyorum.” Harang kafası karışmış bir şekilde gözlerini kırptı. “Ama ne yapacağımı bilmiyorum.” “Sana gösteririm,” diyerek Junjin kaşlarını oynattı. “Onun için endişelenme. Sadece seni istiyorum.” Harang’ın ifadesi birden dondu ve gözlerini mavi ekranlar kapladı. Junjin heyecanının küçülmesini hissedebiliyordu – ne kadar moral bozucu bir görüntü. Ama Harang’ın programı indirdikten sonra gözlerindeki o bakış… Junjin’i öncekinden daha da hevesli yapıyordu. Yaramazca sırıttı. “Şimdiii,” dedi sabırsızca, “Iyice bir soyunmalıyız!” *-*-*-*-* Harang’ın nefesi kısa ve sıcak patlamalar şeklinde çıkıyordu. İşaret parmağını gözlerini ayıramadığı genç adamın erkekliğine uzatarak, “Junjin, neden bu kadar dik duruyor?” diye sordu dayanamayıp. Sadece zanakları değil, bütün yüzü kıpkırmızıydı utançtan. Junjin başını hafifçe eğerek, yüzüne hoşuna gittiğini gösteren bir gülüş yerleştirdi. “Um. Harang, bu normal.” Harang eliyle ağzını kapasa da kahkaha atmasına engel olamadı. “Bu—hahaha!—Bu çok komik görünüyor!” Junjin ona umutsuz bir bakış attı. “Harang. Çok tuhafsın.” “Elleyebilir miyim?” diye fısıldadı Harang, sonra tatlı tatlı gülümsedi. “Vücudunun gerisinden çok daha sıcak bu.” Harang kendinden emin, önceden çalışılmış bir manevrayla Junjin’in sertleşmiş organını dikkatlice yokluyordu. “Parmaklarımı anca birleştirebiliyorum etrafında.” “Nngh.” Junjin’in nefesi inilti halinde çıkarken gözlerini yummuştu. Harang çıplak dizlerinin üstüne kalktı ve endişeyle, “Junjin? Iyi misin?” diye sordu. “Tekrar yap demin yaptığını, ama daha çabuk olsun,” diye fısıldadı bu sefer Junjin, aceleyle. “Böyle mi?” Harang’ın eli düzenli hareketlerle penisin üzerinde çalışıyordu. “Nngh. Ah, evet.” Harang gerçekten inanılmazdı. Kısa süre içinde Junjin’i orgazma ulaştırıp boşalmasını sağladı. Aslında, pek de umutsuz sayılmazdı. *-*-*-*-* Harang, Junjin’in penisinden dalga dalga çıkan beyaz sıvıyı büyük bir merakla izliyordu. “Bu süt gibi yapışkan şey benimkinden de çıkıyor mu?” Junjin boşaldığında başını geriye attı ve kendi eliyle erkekliğini ovmaya devam etti. “Dur, bekle… nefes nefeseyim. Hayır, Tanrı aşkına, ağzına alma!” Harang'ın dudakları delice bir yarı-gülümseme hâlini aldı. “Iyi miydi, Junjin? Zevk alıyor gibi görünüyordun.” Junjin gözünde hınzır bir ışıltıyla Harang'a baktı. “Ağzını başka aktiviteler için kullansan daha çok zevk alacağım. Iki saniyeliğine kapa çeneni ve devam et.“ "Çok kabasın, Junjin." Harang kaşlarını çattı ama dediğini yaptı. "Ben sadece..." diye lafına başlamıştı Harang ama Junjin’in vajinasına dokunmasıyla birden inledi. Junjin’in parmakları klitorisini okşadığında yavaş yavaş nemleniyordu Harang’ın vajinası. Junjin Harang’ın yüzündeki şaşkınlık ifadesinin zevkle değişmesini izledi. Sırıtarak, "Gördün mü? Senin de hoşuna gidiyor demek.” dedi. Harang heyecanla gülümsedi. "Tekrar yapar mısın, Junjin?" diye sordu ve bacaklarını ayırarak Junjin’in üzerine oturdu. Genç adamın yine sertleşmiş penisi Harang’ın poposunun aralığına değiyordu. Junjin kendini kontrol altında tutmaya zorladı ve bir eliyle robotun göğsünü, diğer eliyle ise Harang’ın klitorisini okşamaya devam etti. Harang'ın onu öpmeye başlamasıyla, Junjin sadece öpüşmelerine odaklanıp, kendi organının heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Bu iyi bir şeydi. Çünkü Harang’ın kendisini iyi hissetmesini istiyordu Junjın. Harang’a adeta tapıyordu genç adam. Nasıl tapmazdı ki? Sadece güzel ve becerikli bir şeyden çok daha fazla bir şeye dönüşmüştü. Samimi ve ilgiliydi. Sıcaktı, dayanılmazdı. Junjin'in aldığı en güzel hediyeydi. Hisli robot, diye düşündü Junjin. Hisli sevgilim... *-*-*-*-* Başka bir kasılma Harang’ı titretirken zorlukla nefes aldı robot. “Junjin! Junjin, sanırım her an yanacağım!” “Ne?!” Harang’ın heyecanı çok keskindi. Ateş onu vurmuş gibi neredeyse dilini ısırdı. “Her şey çok sıcak hissediyor. Nngh. Patlayacağım! Aman Tanrım, aman Tanrım!” Junjin onu susturdu. “Ssh, iyi olacak, söz veriyorum.” Rahatlama genç adamı gafil avladı, adeta göklere çıkardı. Serin hava sıcak bedenleriyle tezatlık kurarken, Harang ciyaklamaya başladı. “Ama. Veritabanım! Her an patla—, aman!“ “Seni seviyorum, Harang.” diye mırıldandı Junjin ve her şeyi görebilmek için keyifle dizlerini birbirinden uzaklaştırdı. Harang hiçbir tepki vermiyordu. “Harang?” *-*-*-*-* Robot tekrar çevrimiçi olduğunda, gözleri mavi ekranlarla ışıldadı ve yüzünde şok olmuş bir ifade vardı. Birkaç saniye sonra ifadesi rahatladı ve dudakları göz kamaştırıcı ve memnun bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Bu çooooooook iyiydi.” diye konuştu şarki söyler gibi. Junjin anlık paniğinden koptu ve terlemiş, kirli vücuduyla Harang’ın üzerine yayıldı. Sadece kendi vücudu böyleydi tabii. Harang’ın vücudu hala rahatsız edici biçimde temiz ve pırıl pırıldı. “Teşekkür ederim. Daha önce hiç kimsenin veritabanını çökertmemiştim.” Harang parmaklarıyla Junjin’in yanaklarında desenler çizdi. “Beni sevdiğini söyledin, değil mi?” Junjin rahatsız bir şekilde gerildi. “Onu duydun mu?” “Tabii ki duydum.” dedi Harang ve parmaklarını Junjin’in terli saçlarından geçirdi. Junjin neredeyse bir kedi gibi mırladı – çok, çok güzel hissediyordu. “Gerçek mi?” “Evet,” diye fısıldadı Junjin, “Sana hiçbir zaman yalan söylemem.” Harang çenesini öptü ve bir kilo şeker yemiş bir çocuk gibi sırıttı. “Beni seviyorsun,” dedi sessizce, sanki kendisi buna inanamıyormuş gibi, “Bunu hiç düşünmem—“ “Lütfen,” diye lafını böldü Junjin, “Hiçbir şey söyleme. Önemli de-“ birden duraksadı ve başını salladı, “…evet, önemli aslında. Ama bu çok komplike bir durum. Yarın bunu konuşabilir miyiz?” Harang ağzını açtı, bir şey söylemek için, ama sonra vazgeçip yine kapattı. “Peki.” Junjin ona gözünü kırptı. “Ilk orgazmının tadını çıkarmalısın.” “Muhteşemdi. Sanki içimdeki her bir telde elektrik hissedebiliyor muşum gibi.” Junjin ıslık çaldı. “Keşke bir robot olsaydım.” Harang kıkırdadı. “Bilmem. Seninkinden çıkan o beyaz şey her yeri batırdı. Ama çok eğlenceli görünüyordu.” “Tabii,” diye homurdandı Junjin. “Gidip yıkansak iyi olur. Sen de yıkanmalısın, çünkü seni de erkek ‘özsuyu’ ile kapladım.” “Iyi hissediyor,” dedi Harang ve işaret parmağını karnında biriken iğrenç ve yavaş yavaş kuruyan beyaz maddede gezdirdi. “Hoşuma gitti.” Junjin kıkırdayarak robottan ayrıldı. “Sen soslu bir haspasın, Harang. Gel şunu yıkayalım.” “Ooo,” dedi Harang heyecanlı bir ses tonuyla ve yataktan yere hopladı, “Shakespeare!” *-*-*-*-* Junjin gecenin yarısında uyanmıştı. Rüyasında kulübü, Disney karakterleri, eski gangster filmleri ve örümcekler görmüştü. Minwoo ve Shiwon ile önceki konuşmalarını düşündü. Lyn ile değiştiği birkaç kelimeyi bile. Ve sonra Harang’ı düşündü, ve vücudunun onun altında nasıl hissettiğini. Junjin o iki altın kelimeyi söylediğinde gösterdiği o yumuşacık ifade. Junjin aklında yine bir eylem planı kurmaya başladı. --- Seks sahnelerinin bircogunu Ecem yazdi. Onsuz hayatta yazamazdim. Daha iyisini yapabilirdik ama Ilk defa yaziyorum böyle bir seyi. Bu da tam seks sayilmaz ya, neyse. Dogru düzgün bir seks sahnesini nasil yazacagim, onu merak ediyorum. Elestirilerinize acigim. UYARImi da hem hikayenin icinde, hem de baslikta yazdim. Akilli olan okumaz. Buna ragmen okuyan ve bunu dogru bulmayan varsa, hic yorum bile birakmasinlar. Ben uyarimi yaptim yani. ^^ Cassie | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Hisli Sevgilim Salı Eyl. 06, 2011 5:22 pm | |
| Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun onlardan daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. 10. Gün (1. Part) Junjin seslice esneyerek salondan aşağı doğru yürüdü ve aynı zamanda vücudunu gerdi. Esnemesinin tam doruğunda parmak uclarında duran vücudu neredeyse tepetaklak düşecek gibi olmuştu. “Tanrım,” diye homurdandı uykuyla örtülü bir sesle. Dengesini kaybetmemek için omuzunu duvara yasladı. Son yirmi dört saat içerisinde bacakları çalışmayı unutmuştu sanki. Aklı önceki gecenin olaylarına kaydığında, Harang’in belki bununla alakalı olabileceğini düşündü. Junjin kendi kendine sırıttı. Junjin’in yaşadığı en komik-tuhaf-kusurlu-(ve aynı anda)-kusursuz-mükemmel orgazmdı. Ve tamamen büyüleyiciydi. Bu hatıraya gülümserken genç adamın karnını yine bir sıcaklık kapladı. Mutfaktan soluk bir ses geliyordu – Harang kendi kendine şarkı söylüyor olmalıydı. “G’naydın,” dedi Junjin mutfağa iki eli de eşofmanının cebine gömülü olarak girdiğinde. Harang şarkı söylemeyi bıraktı ve kolları çamaşırlarla dolu bir şekilde Junjin’e döndü. “Çamaşırları yıkıyordum,” dedi gülümseyerek. Junjin bir kaşını keltere doğru kaldırdı ve dudaklarını büzerek, “O şeyi hep kırıyorum.” dedi. “Umutsuzsun.” dedi Harang sırıtarak. Junjin ona hak verircesine hımladıktan sonra Harang’a doğru yaklaştı ve ellerini parmakları robotun ensesine varacak kadar yukarı kaydırdı sarılırken. Islak çamaşırlar aralarında sıkışıp, Junjin’in tişörtünü ıslatıyordu. “Junjin, yapma. Islanacaksın.” diye uyararak ayrılmaya çalıştı Harang. Junjin ise böyle kalmaya kararlıydı. Parmaklarını hafifce Harang’ın boğazında gezdirdi ve aralarındaki çamaşırlardan burnuna giren güllü çamaşır suyunun kokusunu içine çekerek mırıldandı, “Günaydın. Tekrar.” Harang‘ın gözleri Junjin’in dudaklarını izliyordu. “Günaydın,” dedi masum ve neredeyse duyulamayacak kadar sessiz bir tonla. Öpüştüler, tatlı ve yavasca. Junjin’in elleri Harang’ı dikkatlice çenesinden tutuyordu ve küçük parmakları robotun kulak arkalarını okşuyordu. Ayrıldıklarında havasız kalmıştı. Harang’ın gözleri hala Junjin’in dudaklarındaydı. “Ağzın sabahları farklı,” dedi ve sonunda Junjin’in gözlerine baktı. “Daha koyu.” Junjin geriye doğru bir adım attı. Göbeğine bir çorap yapışmıştı. “Ah,” diye konuştu umutsuz bir ses tonuyla, “Sabahki ağız kokumun robotları etkilemeyeceğini düşünmüştüm. Belli ki yanılmışım.” Harang Junjin’in göbeğine yapışmış olan çorabı basitce alıp hala diğer kolunda taşıdığı çamaşır dağının üstüne koydu. Junjin kıkırdayarak yine yaklaştı Harang’a. “Kucak? Yol için bir tane daha?” “Kucaklamayı çok seviyorsun.” diye homurdandı Harang ona tekrar sarılmış olan Junjin’in omuzuna. Kolları hala çamaşırları tutuyordu ikisinin arasında. “Ne yapayım? Tam kucaklıksın.” dedi Junjin ve Harang’ın boynuna karşı sırıttı. Harang iç çekti, “Evet, Junjin. Kucaklık bir robot.” Burnundan soluyarak Junjin Harang’a daha da sıkı sarıldı. “Belli ki seni biraz fazla Kyuhyun’a maruz bırakmışım.” Junjin kollarını Harang’in omuzlarından aşağıya kaydırıp beline koyduğunda Harang’ın hafifce ürpermesini hissetti. Ikisi de dondu bir anlığına. Sonra, Junjin arkaya doğru bir adım attı ve Harang’a şaşkın gözlerle baktı. “Oh?” dedi dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldığında, “Bu da ne?” Harang’ın yüzü Junjin’in daha önce hiç görmediği bir kırmızı tonuyla kızardı ve robot genç adamdan uzaklaşmaya çalıştı. “Hayır, olduğun yerde dur.” diyerek kollarını sıkıca tuttu Junjin. Kollarını ayırdığında Harang’ın önünü kaplayan çamaşırların hepsi yere düştü ve robotun göğsünde kumaşın altından iki sivrilik belli oldu. Harang’ın ‘sarkıntıları’ olmadığı için sütyen takmıyordu. Soğukluktan da olmuş olamazdı, çünkü oda sıcaktı. Junjin o sivrilikleri nedense gıdıklamak istiyordu. “Junjin, bakma!” diye protesto etti Harang ve elleriyle göğsünü kapatmaya çalıştı. “Kontrol edemedim.” “Oh, olamaz!” diye kıkırdadı Junjin dramatik bir şekilde ve Harang’ın ellerini göğüslerinden uzaklaştırmaya çalıştı. “Bir canavar yarattım!” Junjin sinsice parmaklarıyla Harang’ın memelerine dürtmeye başladığında, robot aç kalmış bir yunus balığı gibi ciyaklamaya başladı. En azından, Junjin aç kalmış bir yunus balığının böyle ses çıkaracağını düşünüyordu. Harang Junjin’in ellerine vurarak onu uzaklaştırmaya çalıştı. “Hayır, çamaşırlar yine kirlenecek—“ “Olsun, OMO kullanıyoruz.” dedi Junjin basitce. “Efendim?” Gülerek, “Kirlenmek güzeldir!” diye cıvıldadı genç adam. “Çamaşırları unut.” diyerek Harang’ı kolundan tutup salonun sonuna doğru çekmeye başlamıştı bile. “Bir yatak gerçekten ne için kullanılır anlamalısın.” Junjin Harang’ın yeni keşfedilmiş cinsel arzusundan faydalanmalıydı! *-*-*-*-* Bir saat sonra, Harang banyonun ortasında durarak Junjin’in duştan çıkmasını bekliyordu. Junjin duş kabinesinin kapısını açıp içeriden gelen buharlarla beraber dışarı çıktığında Harang kolunu kaldırıp kendi tenini koklamaya başladı. “Ne yapıyorsun?” diye sordu Junjin. Harang başını kaldırdı ve Junjin’e çok şaşırmış gibi baktı. “Senin gibi kokuyorum. Tenimin koku kapacağını düşünmezdim.” “Ben kokmuyorum!” diyerek dudaklarını büzdü Junjin ve beline bir havlu doladı. “Hoş.” dedi Harang ve tekrar kolunu kokladı. “Insan kokusu.” Junjin burnunu kıvırdı. “Bunun iyi olup olmadığı hakkında kararsızım. Ama yine de seni de temizlemeliyiz.” Küçük bir kese aldı eline ve suyun sıcaklığını ayarlamak için musluğu çevirdi ama hemen sonra acıyla inledi. Beline dokunan küçük bir el onu gülümsetti. “Neyin var?” diye sordu Harang endişe dolu sesiyle. Junjin vücudunu Harang’a çevirdi ve keseyle yavaş yavaş robotun karnını yuvarlak hareketlerle temizlemeye başladı. “Hiç,” dedi ve Harang’ın gözlerine baktı, “Sadece bileğim acıyor. Robotların ‘kendine gelme’ zamanları olmadığını bilmeliydim. Bana bak, sana bak. Resmen enerji fışkırıyorsun.” Harang cevap olarak sadece sırıttı. *-*-*-*-* “Bugün seni dışarı götürmek istiyorum,” diye konuştu Junjin ağzındaki Choco Pie bisküvisinin etrafından – yirminci yüzyıldan geriye kalan iki şeyden biri. Diğeri dilimlik ekmekti. “Tamam.” diyerek Harang çamaşırları keltere boşalttı. Junjin Harang’ın o şeyi kırmadığına hala inanamıyordu – o lanet olası şey bir kabustu! “Nereye gittiğimizi bilmek istemiyor musun?” diye sordu Junjin. Yeni bir Choco Pie için elini uzattı. Harang keskin bir şekilde Junjin’e döndü aniden ve eline sertçe vurarak kutuyu aldı. “Yeter bu kadar. Bunlar sağlığın için iyi değil.“ “Hey!” Junjin paketi geri almak için uzattı kollarını. “Bir tanecik daha? Lütfeeen?” Telefonuna el konmuş 13 yaşındaki bir ergen gibi dudaklarını büzdü genç adam – Minwoo onunla gurur duyardı şu an. “Hayır.” “Ama—“ “Hayır.” Junjin başını eğdi ve yere baktı. “Peki.” Harang gülümsedi. Kutudan bir Choco Pie çıkarıp gerisini dolaba koydu. “Bir tane daha,” diye izin verdi sonunda ve elindeki kurabiyeyi Junjin’e doğru tuttu. Junjin robotun elindeki kurabiyeyi dişleriyle aldı ve aynı zamanda ona bir gözünü kırptı. Kendini çok çapkın buluyordu. “Bana çok iyi davranıyorsun,” diye mırıldandı. Hem konuşmaya, hem de yutmaya çalışıyordu aynı zamanda. Harang Junjin’in yüzüne dokundu ve parmaklarıyla aşağıya, boğazına doğru kaydı, tam nabzını hissedebildiği yere. “Hayır,” diye düzeltti Junjin, “Sen bana iyi davranıyorsun.” Junjin ağzı çikolata parçaları ve marshmallow ile doluyken gözleriyle gülümsemeye çalıştı. Ağzındaki çikolatayı çiğnediğinde Harang’in son on günde ne kadar değiştiğini fark etti. Fiziksel olarak değil de zihinsel olarak ne kadar büyüdüğüne inanmak neredeyse imkansızdı. Geliştirdiği kişiliği, tepkileri, kıskançlığı, her şey daha doğaldı. Sanki Harang yepyeni bir… insan gibiydi. Junjin boğazına yerleşmiş ve tam olarak bisküviden oluşmayan yumruyu yutmaya çalıştı. Ilk günlerini hatırladı, Harang’ın duygusuzluğunu, hizmetçiliğini, saygılığını. Sonra, gittikçe daha da çok sıcak olması, hafif bir sakarlılığının oluşması ve yeni olan her şey için oluşan hevesi ve meraklılığı. Ve şimdi, Junjin’e dokunmakta ilk adımı yapması ve ona çikolatayı yasaklaması, ama aynı zamanda da onu şımartması. “Neyi düşünüyorsun?” Junjin gözlerini kırptı ve Harang’a baktı. “Seni,” dedi basitce ve yüzünü hafifce yana çevirerek Harang’ın bileğine bir öpücük bastırdı. Nabzı yoktu. “Nereye gidiyoruz bugün?” sorusuyla Harang konuyu değiştirdi. “Sürpriz,” diye sırıttı Junjin. “Ama çok seveceğinden eminim.” Harang Junjin’in gülümsemesine karşılık verdi. Heyecanın dudak kenarlarını yukarı doğru çektiği belliydi. “Ben de eminim.” Junjin seveceğini umuyordu. Oraya çok uzun zamandır gitmemişti zaten, değişip değişmediği hakkında bir bilgisi yoktu. Lyn’i son randevularında götürdüğü yerdi. --- Lütfen yorum yazin. Veda hediyeniz olsun bana be! Son iki part kaldi. Bu partta final olacagi pek belli degildi, sakin bir bölümdü bu. Gelecek part da öyle olacak. Ama ondan sonra ki part hikayenin finali olacak. Simdiden tesekkürler herkese! Cassie Hisli Sevgilim - 10. Bölüm (FINAL) 2. Part Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun onlardan daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. 10. Gün (2. Part) Junjin Harang’ı karşı yola doğru geçirirken seslice güldü. Bir eliyle Harang’ın gözlerini kaplıyordu, diğer eliyle ise belinden sıkıca tutuyordu robotu. Harang’ın elleri Junjin’in koluna yapışmıştı, bacakları sağlam olmayan adımlarla dikkatle ilerliyordu ama vücudunun gerisi tamamen rahattı ve Junjin’in ona yolu göstermesine izin veriyordu. Junjin Harang’ın ona karşı gösterdiği saf güvene neredeyse eriyordu. Sonra Harang ayağına bastı. Çok sert bir şekilde. “Ouff—“ diye inledi Junjin hala gülerek, “Harang!” “Özür dilerim! Özür dilerim!” Harang Junjin’in kolundan ayrıldı ve ellerini deli gibi havada sallamaya başladı. “Seni göremiyordum!” “Teşekkürler, Kaptan Besbelli.” diye burnundan soludu Junjin. Topallayarak yoluna devam etti ve sonunda yol kenarına geçtiklerinde sevinçten iç çekti. Yürümeyi bıraktı ama elini Harang’ın gözlerinden çekmedi. “Bu kokuyu tanıyamadım.” dedi Harang ve merakla etrafı koklamaya başladı. “Komik kokuyor.” “Sidiktir kesin,” dedi Junjin sevinçli bir ses tonuyla, “Ya da kusak. Belki de ikisi.” “Junjin!” diye bağırdı Harang, “Burası sıhhi bir yer değil! Derhal gitmeliyiz.” “Oh, abartma,” diyerek Junjin gözlerini devirdi ve Harang’ın yanağına salyalı bir öpücük bastırdı. “Sürprize hazır mısın?” “Dışkı kokusu yeterince sürprizdi bence.” dedi Harang burnunu kıvırarak. Junjin yine güldü. “Kesinlikle çok fazla Kyuhyun. Tamam, işte geldik…” Elini robotun gözlerinden çekti ve nefesini tutarak tepkisini bekledi. “Bir plak dükkânı mı?” diye sordu Harang kuşkucu bir sesle. Junjin cesaretini kaybetmiş gibi başını yana eğdi ve umut dolu bir sesle, “Evet?” dedi. “Neden plak satın alasın ki?” Harang vücudunu ona çevirdi. Sesindeki şaşkınlık belliydi. “İnternetten bedava doküman olarak indirebilirsin.” Junjin başını üzgünce salladı. “Ah, Harang. Çok fazla teknoloji, çok az bilgi.” Harang’ın yüzünde bos bir ifade vardı. Junjin kıkırdadı. “Müzik plakları! Eski plaklar, yani… çok eskilerden. Biraz dinlemek istersin belki diye düşünmüştüm?” “Oh!” Bir anda Harang’ın boş yüzü heyecan ve merak dolu bir ifadeyle güzelleşti. “Eski müzik. Bu sana çok yakışıyor, Junjin. Hemen girelim içeri.” Junjin hızlı ve heyecanlı adımlarla kapıya giden Harang’a gülmemeye çalışıyordu, ama deli gibi sırıtmasına engel olamadı. Lyn’i tıpkı Harang gibi buraya getirdiğinde, tepkisi çok farklıydı. Kapı ona bağlı olan çanın sesiyle açıldı. Dükkân, içinde bulunan plaklar kadar eskiydi neredeyse; soyulmuş duvar boyası, antika mobilyalar, prehistoric teknoloji aletleri. Junjin bu dükkâna âşıktı. “Kimler gelmiş, kimler!” Junjin’in arkasından gelmişti bu ince ses. Arkasına döndüğünde, Junjin sevinçle havaya hopladı ve önünde duran adama sahibini bir yıldır görmemiş bir köpek gibi saldırdı. “Jiyong!” Jiyong. Bu dükkân Jiyong’undu – müziğe tam anlamıyla âşıktı ve kendisi de bir zamanlar bir sanatçı olmak istemişti. Hafiften meymenetsiz ve patavatsızdı, terbiyesizdi de, ama Junjin onu çok cool buluyordu. Ve eski plaklara karşı duyduğu sevgi ve saygıdan dolayı Junjin onu daha da çok seviyordu. Jiyong sarılmaya karşılık verdikten sonra Junjin’i kendinden geriye itti ve onu omuzlarından tutarak şöyle bir gözden geçirdi. “Seni en son gördüğümde-” Junjin burnunu kıvırdı ve hemen lafını böldü. “Ah, başlama ona hiç.” Arkasına dönüp Harang’ı kendine doğru çekti. “Bu Harang. Müziği çok seviyor ama eğitime ihtiyacı var.” Harang eğildi ve güzel bir gülümsemeyle selam verdi. Jiyong ona şüpheyle baktı. ”Doğru yere gelmiş öyleyse.” Junjin Harang’ın elini tuttu ve ona – muhtemelen – içinde kalpler uçuşan gözlerle baktı. “Evet…” “Ahh,” diye iç çekti Jiyong bilmişçe. “Anlıyorum. Neyse, sen istediğin gibi takıl, dükkânın her kösesini biliyorsun zaten. Ben sizi rahatsız etmem.“ Bir gözünü kırptı, onlara arkasını döndü ve dükkânın jazz kösesine doğru ilerledi. “Onu sevdim.” dedi Harang. “Herkes seviyor,” diye gülümsedi Junjin, kafasına kocaman Coca Cola şişesi gibi görünen bir şapka takmış olan Jiyong’a bakarak, “Onu iyice tanıdıktan sonra. Hadi gel.” Harang’ı her taraftaki tozlu ve bazılarının yazısı silinmiş plaklarla dolu raflardan geçirdi. Hepsi sevgiyle genre, çıkış tarihi ve harfine göre düzenlenmişti. Dükkânın en arkasında çok eski bir plakçalar vardı. Şu anda yabancı rock müziği çalıyordu. Japonca, diye düşündü Junjin. Ama yanılıyor olabilirdi de – dillere yatkın birisi değildi. “Ne kadar çok müzik var,” diye sevindi Harang. Çok etkilenmiş gibi bakıyordu. Junjin sonsuz vinil ve CD sıralarına gösterdi eliyle. “Git bir şey bul istersen. İlgini çeken herhangi bir şey olabilir. Oynayabiliriz hatta.” Harang sevinçle topuklarının üzerinde hopladı. İnsafsız ve acımasız derecede tatlı olduğunu düşünüyordu Junjin. Harang’ın ona sırtını dönüp bir şeyler bulmaya gittiğinde robotun arkasını izledi. Kahretsin, o koyu pantolonu almak hayatında yaptığı en iyi şeylerden biriydi. *-*-*-*-* “Bu nasıl sence, Junjin?” Junjin başını kaldırıp Harang’ın tarafına baktı. “Ne?” Harang ona elindeki bir plakı sallıyordu. “Bu!” Junjin’in gözlerini üzerindeki yazıyı okuyabilmek için zorladı ama hala göremiyordu. “Ne o?” “Adi – War against the machine?” Junjin aniden boğazında bir yumru hissetti. “Hayır, onu istemiyoruz.” “Ama—“ “Hayır dedim.” “Peki.” *-*-*-*-* Junjin iğneyi plakçalara koydu ve müzik çalmaya başladığında kendi kendine gülümsedi. Harang soul köşesindeki aramasını bıraktı ve başını kaldırdı. “Oh,” dedi ve Junjin için soulu bıraktı, “Bunu beğendim! Ne bu?” “Samul Nori.” dedi Junjin. “Büyüleyici, değil mi?” Harang başını sallayarak onayladı ve müziği dinlemeye devam etti. “Nereden bu?” “Geleneksel Kore müziği.” diye sırıttı Junjin Harang’a. “Çok eski bir şarkı.” “Güçlü,” diye inceledi Harang. “Natürel.” “Bayağı keskinsin, bunu biliyor musun?” Etkilenme sırası Junjin’deydi. “Havayı temsil ediyor bu şarkı. Özellikle yağmuru.” Harang başını sallayarak onayladı, ama aklı uzaklardaydı. Müziğin enerji dolu ritmine tamamen kaptırmıştı kendini. “Ve Janggu seni temsil ediyor,” diye fısıldadı Junjin, ama Harang onu duymadı. *-*-*-*-* “Ne oynuyorsun?” diye sordu Junjin meraklıca ve Harang’ın omzunun üzerinden bakmaya çalıştı. “Junjin,” diye inledi Harang ve onu dirseğiyle geriye itti. “Bir sürpriz bu.” “Peki.” Junjin yenilgisini kabul edip birkaç adim geriye gitti ve beklemeye başladı. Şarkının ilk notalarını duyduğunda yüzüne sasırmış bir ifade geldi. Doğum gününde Harang’ın onun için söylediği şarkıydı bu. “Neden bunu seçtin?” diye fısıldadı. Harang omuzlarını silkti. “Güzel. Üzücü, ama güzel. Sence de öyle değil mi? Bir insani gittikten sonra hala sevmek, birini sonsuza dek bırakmak.” Junjin’in konuşmaya cesareti yoktu. Onun yerine, şefkatle Harang’ın eline dokundu ve parmaklarını birleştirdi. “Lyn’i hatırlatır sana diye düşündüm.” dedi Harang ve utanarak yere cevirdi gözlerini. “Özür dilerim.” Junjin kalbinin o an hem acıdığını, hem de sevindiğini hissediyordu sanki. “Lyn mi?” Harang başını ‘evet’ anlamında salladı ve ayakkabılarına büyük bir ilgiyle baktı. “Seni üzmek istememiştim.” “Aptal,” dedi Junjin yumuşak bir sesle. Şefkatli parmaklarla Harang’ı çenesinden tutup gözlerine bakmasını zorladı. Gülümseyerek, “Benim için tekrar söyle.” dedi. Harang dudaklarını araladı ve şarkıyı söylemeye başladı. ‘Birbirimizi bir gün unutacağız.’ Junjin hiçbir sözüne inanmıyordu. Harang’ı sertçe öperek susturdu. Şarkı bitesiye kadar böyle kaldılar. İkisinin de parmakları birbirlerinin şörtlerini bilinçsizce kavrıyordu. *-*-*-*-* Junjin Michael Jackson’un bir şarkisini açmıştı. Bir elini ağının üzerine koyup belini öne doğru itip durduğunda, Harang yanakları kıpkırmızı olmuş bir şekilde gülüyordu. “Ne yapıyorsun?” diye kıkırdadı Harang delirmiş gibi ve dengesini kaybetmemek için 1980’li müzikleriyle dolu bir rafa dayandı. “I’m a bad boy!” dedi Junjin dramatik ve yüksek Michael Jackson sesiyle. Kafasını keskin bir şekilde yanına cevirdi ve karizmatik görünmeye çalıştı. Harang’ın daha da sert gülmesine göre, bunda pek basarîli değildi. Umutsuz zamanlar, umutsuz seçimleri çağırıyordu. Olduğu yerde bir balerin gibi dönüp, sonra vücudunun tüm yükünü iki ayağının da tam ucuna yüklemeye çalıştı genç adam, ama dengesine hâkim olamayıp Harang’a doğru sendeledi. Hemen vücudunu çevirip bir moonwalk yaparak Harang’a yaklaştı ve sonra yine eliyle ağısını kaplayıp belini önden arkaya itti ve Harang’a sırnaşır gibi dans etmeye başladı. Harang plaklarla dolu rafa daha da sıkı tutundu. “Junjin, git! Bir şeyleri kıracağım.” Junjin bunları duymazdan gelerek vücudunu Harang’ınkine sürtündü. “Just beat it! Beat it! Oh baby!” “Sen bir felaketsin!” Junjin dans etmeyi bıraktı ve Harang’a sırıtarak baktı. Göz kamaştırıcı bir görüntüydü – Harang yüzündeki kocaman gülümsemeyle patlayacak gibiydi her an. Gülüşü müzikten bile daha sesliydi. “Sen de dene!” diye cesaret verdi Junjin ve kendini Harang’ın kalçalarına karşı sürttü gülerek. “Benim gibi, bak.” “Ah, hayır,” Harang elleriyle yüzünü kapattı ve başını salladı. “Hadi ama!” Harang bir elini alt bölgesine koydu (diğer eli hala yüzündeydi) ve beliyle minik bir dans yaptı. Junjin ellerini kalbine getirdi. “Tanrım! Neden bu kadar tatlısın? Tekrar yap.” Harang tekrar yaptı. Ve tekrar. Ve tekrar, Junjin’den bile daha iyi olana kadar, ve tüm dans boyunca deli gibi güldü. Salakçaydı, ve rezaletti belki, ama Junjin Harang’ı hiç böyle güzel bulmamıştı. Ya da özgür. *-*-*-*-* “Teşekkürler, Jiyong.” diye can atarcasına gülümsedi Harang ona plaklarla dolu bir torba uzatan Jiyong’a. Junjin’in gülümsemesi biraz daha yorgundu – delice danslar (ve tabii ki delice öpüşmeler) yüzünden çok terlemiş ve yorulmuştu. Harang ise, onun tam tersiydi. Işıldıyordu, simliydi, göz kamaştırıcıydı ve güzeldi. Bu haksızlık, diye düşündü Junjin. Belki o da bir iki dakikalığına otursa iyi olurdu, Harang’a ‘ışıldıyor‘ ve ‘simli‘ dediyse. “Rica ederim, Harang,” diyerek gözünü kırptı Jiyong. “İstediğiniz zaman gelebilirsiniz. Bir eğitim almak her zaman iyidir, değil mi? Gerçi, Junjin sana bayağı bir şey öğretmiştir kesin, ha?” Junjin öksürerek kıpkırmızı yanaklı Harang’ı kolundan çekti. “Gidelim Harang. Oynamamıza izin verdiğin için teşekkürler, Jiyong.” Jiyong sırıttı, evet kesinlikle meymenetsizdi bu. “Dediğim gibi – her zaman.” Kapıdan çıktıklarında Jiyong’a el salladılar. İğrenç kokan yola geldiklerinde Harang derince iç çekti. “Mutlu musun?” diye sordu Junjin. Bunun cevabını bilgini umuyordu. “Mutluyum.” dedi Harang. Junjin’in eylem planının birinci fazı – tamamlanmıştır. --- Yorum ve begenileriniz icin tesekkür ederim. Sadece bir kisim kaldi... son kisima herkes birer yorum birakir, degil mi? Cassie Adı: Hisli Sevgilim Oyuncular: Junjin, Harang, Minwoo, Lyn, Kyuhyun Türü: Romantik, Komedi Yazan: Cassie Uyarı: Bazı yerler pek ‘masum’ değil. +14-16 denilebilir. NOT: Oyuncuların hepsi, Kyuhyun hariç, 25-30 yaş arasında. Kyuhyun onlardan daha genç. Bu hikayedeki oyuncuların hiçbiri şimdiki gibi ünlü DEĞIL. 10. Gün (3. Part) “Sıçtım ya.” diye anons ederek, Junjin mutfaktaki masaya yaslandı ve baş parmağıyla kaşlarının arasını ovmaya başladı. Harang endişeli bir ifadeyle Junjin’in gözlerine baktı. “Bu çok iğrenç, Junjin. Derhal tuvalete gitmelisin.” Junjin sırıtarak Harang’ın saçlarını dağıttı eliyle. “Hayır, deli. Yani bitkinim, kendimi yorgun hissediyorum anlamındaydı.” “Oh,” diyerek gülümsedi Harang, “Tamam.” “Bence bu kadar iş ve yorgunluktan sonra bir Choco Pie daha hak ediyorum.” dedi Junjin umut dolu bir sesle. Harang ona uyarıcı bir bakış attı. “Peki.” diye iç çekti genc adam. Onun yerine bir kraker de olurdu herhalde. “Leziz,” diye homurdandı, ağzı kupkuru bisküvi parçalarıyla dolduğunda. Harang gülerek ona bir bardağı suyla doldurdu. “Bunu iç, yoksa boğulacaksın.” Junjin bardağı eline alır almaz bir kerede boşalttı. “Kahramanım,” dedi ve bardağı masaya bıraktı. Ciddi bir ifadeyle Harang’ın yüzünün her santimini inceledi ve robotun ona verdiği ilgiye kızarmasını bekledi. “Hadi, bir film izleyelim.” Harang kızarmış yanaklarını saklamak için başını hafifçe eğip Junjin’in elini tuttu ve onu oturma odasına takip etti. *-*-*-*-* Junjin dalgın dalgın baş parmağıyla Harang’ın belini okşuyordu beraber filmi izlerken. Harang kucağında oturuyordu ve televizyonda oynayan flme tamamen dalmıştı. “Harang,” diye mırıldandı. “Efendim?” diye cevapladı Harang gözlerini televizyondan ayırmadan. “Ben yaşlanınca bana hala bakacak mısın?” Bu sefer Harang yüzünü çevirip Junjin’e gülümsedi. “Elbette. Var olduğum sürece sana bakacağım.” “Yüzümde kırışıklar oluştuğunda bile benimle mi kalacaksın?”’ “Yaşlanmak çok güzeldir, Junjin,” Harang çenesiyle televizyona gösterdi, “Bak filme?” “Peki sana zevk veremezsem?” Bunun üzerine Harang kaşlarını çattı. “Ben seninle olmaktan her zaman zevk alıyorum.” Junjin hafifce kıkırdadı ve başını salladı. “Yani, fiziksel anlamda.” “Oh.” diyerek Harang kaşlarını daha da çattı. “Bu önemli değil. Ona ihtiyacım yok. Onun yerine, ben her zaman sana zevk verebilirim.” Özverili, diye düşündü Junjin. “Peki gücüm kalmayınca, sonsuza kadar bu evde kalırsam? Hala benimle olmak ister misin?” Harang’ın tüm ilgisi artık Junjin’deydi. “Neyin var, Junjin? Neden böyle şeyler söylüyorsun?” Junjin gülümsedi – küçük, üzgün bir dudak kıvrılması. “Harang…” “Efendim?” diyerek robot yüzüne dokundu. “Söyle.” Junjin Harang’ı hafifce dirsekledi. “Bana dön.” Yavaşca Harang ona doğru döndü ve bacaklarını Junjin’in beline doladı. Ellerini genç adamın omuzlarına koydu ve endişeli bir bakış verdi. “Junjin, neyin var?” Junjin parmaklarıyla Harang’ın sırtını gezdi. Tamamen pürüzsüzdü, omurga çıkıntıları yoktu. Bir insandan daha güçlüydü – dayanmak için yaratılmıştı. Junjin’den çok, çok daha uzun dayanmak için. “Peki ben ölünce, Harang. O zaman ne yapacaksın?” Harang’ın yüzü birden düştü. Hemen ellerini Junjin’in vücudundan ayırdı ve biraz geriye gitti. “Bunları neden söylüyorsun? Hasta mısın? Ölüyor musun?” Junjin acı bir ses tonuyla güldü ve Harang’ı tekrar kendine doğru çekti. “Hayır, hatta çok canlıyım. Ama sonsuza kadar olamam. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?” Harang onu uzun saniyeler boyunca izledi, yüzü tamamen boştu. Birden üzgün ve acı çeker gibi bir ifade oluştu yüzünde. Junjin’in daha önce hiç görmedigi, ve sebebinin kendisinin olduğu için daha da acı veren bir ifadeydi. “Senin ölmeni istemiyorum.” Junjin’in kalbi bir takla atmıştı sanki. “Ama öleceğim bir gün. Senin yalnız olmanı istemiyorum.” “Ama ben…” diye başladı Harang, ama devam edemedi. Kendini bitkince Junjin’in kollarına bıraktı. “Bizim beraber olabileceğimizi söylemiştin.” “Biliyorum. Ama senin bana gücenmeni istemiyorum.” dedi genç adam dürüstçe. Harang ona kayıp bir ifadeyle baktı. “Neden güceneyim?” “Sen gittikçe daha da insan gibi oluyorsun,” diye başladı Junjin. “Bu kötü mü? Bunu durdurabilirim!” diye lafını böldü Harang, umutsuz bir sesle. “Hayır,” diye güvence verdi Junjin, “Hayır, kötü değil. Senin böyle kalmanı istiyorum. Ama zaman geçtikçe, biz gittikçe daha da çok benzeyeceğiz birbirimize. Fakat ben senin hiçbir zaman yapamayacağın şeyleri yapabileceğim. Öfkelenir miydin bana karşı? Benden nefret eder miydin bu yüzden?” “Ben senden hiçbir zaman nefret etmem.” dedi Harang güçlü bir sesle. “Nefret edemiyorum ben.” Junjin derin bir nefes alarak, “Biliyorum,” dedi. Aralarında rahatsız edici bir sessizlik oluştu. Junjin Harang’ın yüzündeki çeşitli duyguların değişmesini izledi. Bunun olduğuna neredeyse inanamıyordu genç adam. Tekrar derin bir nefes aldı. “Shiwon benim bunu sonunda anlayacağımı söylemişti. Ne yapacağımı bileceğimi söylemişti.” “Nedir o?” diye fısıldadı Harang. “Ne yapacaksın?” “Ben…” diye kekeledi Junjin. Sonraki sözleri bir çırpıda söylemeye zorladı kendini, “Bunu yapabileceğimizden emin değilim, Harang.” “Ne? Ama sen dedin ki—“ “Ve her sözüm ciddiydi.” diye cevapladı Junjin sertçe. “Öyleyse neden?” diye sordu Harang yalvarır gibi. Vücudunu Junjin’den ayırdı ve ayağa kalktı. “Benim gerçek olduğumu söylemiştin! Seninle olabilmek için programlanmamı alt üst ettim, ve sen bunun kötü olmadığını söyledin!” “Harang, lütfen—“ Junjin de ayağa kalktı ve elini Harang’a dokunabilmek için uzattı. Ama Harang birkaç adım geriye gitti. “Seni mutlu ettiğimi düşünmüştüm. Bu benim tek isteğimdi. Bu benim tek hayat amacım.” “Sen beni mutlu ediyorsun!” Junjin göz kapaklarının ardında oluşan kafa ağrısını hissedebiliyordu. “Ama bak, sen de programlanmandan bahsettin. Bu da başka bir şey – Ana Server. Ya bir gün bir hata yaparsak? Ne olacak o zaman?” “Dikkatli olmaya çalışırım.” dedi Harang. Neredeyse ağlayacak gibi görünüyordu. Junjin onu daha önce hiç böyle görmemişti. Genç adam başını salladı. “Aşk hiçbir zaman dikkatli değildir.” Harang Junjin’e sessizce baktı. Sessiz kaldıkları saniyeler saatler gibi geliyordu Junjin’e. Sonunda, Harang dudaklarını araladı, “Bir kalbimin olmadığı iyi bir şey, Junjin. Çünkü şu an kırmış olabilirdin.” Junjin yerin yarılmasını ve onu diri haliyle yutmasını istiyordu. Imkansızı başarmıştı – bir robotun olmayan kalbini kırmıştı. “Hayır, Harang, lütfen… Belki birer bira içsek, ya da sadece ben içsem, şöyle doğru düzgün konuşsak. Bu gerçekten—“ Bir kez daha Harang’a yaklaşmak, ona dokunmak istemişti. Ama Harang yine ondan uzaklaştı. “Lütfen, yapma.” Vücudunu dik tutarak ellerini ön tarafında birleştirdi. “Size bir bira getireyim, efendim. Lütfen, burada bekleyin.” Junjin’in vücudu birden korkuyla dondu. “Hayır, Harang, bunu yapma. Bunu istemiyorum.” “Size nasıl yardımcı olabilirim, efendim?” “Harang, lütfen—“ “Öfkeli görünüyorsunuz, efendim.” diye konuştu Harang yumuşak, hizmetçi bir ses tonuyla ve odanın kapısına doğru yöneldi. “Sizi rahat bırakayım.” Junjin onun gitmesini izledi. Olduğu yerden kımıldayamıyordu. On yıl gibi süren on dakika sonra, hareket etmeye başladı. Yatak odasına girdi ve yatağına uzandı. Ağlamadı. Eylem planının ikinci fazı – tamamlandı. Sonuç – belli değil. *-*-*-*-* Bir saat sonra, Junjin hala tavanındaki çukura bakıyordu. Eskiydi ve nasıl oluştuğunu hatırlayamıyordu bile. Ama onun nasıl oluştuğunu hatırlamaya çalışmak, onu Harang’ı düşünmekten uzak tutardı belki. Onlarca yıl hatıraları vardı. Uzun bir süre düşünmemek için iyiydi. *-*-*-*-* Iki saat sonra Junjin sonunda o anı hatırladı – eski bir kız arkadaşının köpeğiyle top oynamıştı. Top tavana sertçe çarpmıştı ve köpek heyecanla havlamıştı. Sonra da kendi kuyruğunu yakalamaya çalışıp kendi etrafında dönmüştü deli gibi. Harang adındaki köpek. Junjin çukura sinirli bir bakış attı. *-*-*-*-* Üç saat sonra, Junjin su içmeye mutfağa gitti. Yatak odasının dört duvarı onu deli etmeye başlıyordu, evin sinir bozucu sesliğiyle beraber. Son on gündür, Junjin sessizliğin ne olduğunu unutmuştu. Oturma odasının yanından geçip içeri bir bakış attığında kalbi sıkıştı – Harang yerde oturuyordu ve ilgisizce bir kitaba bakıyordu. Gözleri bomboştu. Başını kaldırıp Junjin’in varlığını fark ettiğini bile göstermedi. Acıyordu, bunu Junjin inkar edemezdi. Kendini mutfağa gitmeye zorladı ve su yerine bir bardak sert viski doldurdu kendine. Eskiydi, özel zamanlar için bırakmıştı. Belki de acısını unutturmak için vardı. Tam bardağı dudaklarına götürürken birden sırtına sıcacık bir vücut sarıldı ve ince kollar beline dolandı. “Özür dilerim,” diye fısıldadı Harang genç adamın saçlarına, “Özür dilerim, affet beni. Yine seni kırdım, yine üzdüm. Bunu istememiştim, ben sadece—“ Junjin bardağını yere bırakıp dikkatlice Harang’a çevirdi vücudunu. “Herkes kavga ediyor, Harang,” dedi teselli eder gibi, “Ben de özür dilerim. Her şey benim suçum.” Harang ellerini genç adamın tişörtünün altına kaydırıp beline dokundu. “O sözleri söylediğinde… Bana önceden dediğin şeylerin gerçek olmadığını düşündüm…” Junjin alnına bir öpücük kondurdu. “Hepsi gerçek. Sana hiçbir zaman yalan söylemeyeceğimi söylemiştim. Ve ben bu kararı kendim vermeyecektim, Harang,” diyerek derin bir nefes aldı, “Başaracağımıza inanıyorsan, eminsen, o zaman belki…” Harang bir şey demedi. Junjin’e daha önce hiç sarılmadığı gibi sıkıca sarıldı. “Senin kalp atışlarını hissedebiliyorum,” diye mırıldandı genç adamın göğsüne karşı. Biraz geri yaslandı ve Junjin’in gözlerinin içine baktı, “Bu iş nasıl olacak, Junjin? Haklısın. Ben bir robotum, bir makine parçası. Sen ise gerçek, kanayan etten yapılmış bir insansın.” “Özür dilerim,” dedi Junjin umutsuzca. “Ben sensiz olmak istemiyorum,” dedi Harang küçük bir sesle. “Üretime geri dönmek, ya da başka birinin olmak istemiyorum.” Junjin’in gözleri doldu ve burnu sızlamaya başladı. “Harang.” “O kitabı okudum, ve önceki şarkıyı düşündüm. Sevdiğin halde bir insanın gitmesine izin vermek. Onu gittiğinde bile hala sevmek.” Junjin sadece başıyla onayladı, çünkü sesinin bozulmayacağından emin değildi. “Beni seviyor musun, Junjin?” Junjin buna açık açık güldü ve iki damla göz yaşının yanaklarına kaymasına izin verdi. “Evet, seviyorum. Aptal. Seni seviyorum, hem de çok.” Harang gülümseyerek, “Beni bırakacak kadar mı?” diye sordu bu sefer. “Ben.…” diye başladı Junjin, ama devam edemedi. Boğazını temizleyip tekrar, daha emin bir şekilde cevapladı. “Evet.” “Başka biriyle olmak istemediğim bir yalan değildi.” “Başka hiçkimsenin sana sahip olmasını istemiyorum,” diye itiraf etti Junjin. “Bu konuda bencilim, ama seni tutacak kadar bencil değilim.” “O zaman çözümü buldum.” diyerek Harang parmaklarını uzatıp Junjin’in çenesine dokundu. “Ne?” diye sordu Junjin fısıldayarak. Aynı zamanda Harang’ın dokunuşuna doğru başını eğdi. “Beni deaktive et,” dedi Harang. “O zaman hep senin olurum.” Junjin taze göz yaşların oluşmasını hissedebiliyordu. “Hayır, bunu yapamam. Bu seni öldürmek gibi olur. Yapamam.” “Hayır, öyle değil. Ben… uyuyan güzel gibi olurum!” diye ikna etmeye çalıştı Harang, dudakları küçük bir gülümsemeyle kıvrıldığında. Junjin ister istemez biraz güldü. “Disney. Bunu bilmeliydim.” “Kutumda bir acil deaktive butonu var. Yapman gereken tek şey beni içine koyup düğmeye basmak.” diyerek parmaklarını Junjin’in dudaklarında gezdirdi Harang. “Ama bunu yapamazsam, Harang?” “Beraber yaparız. Sen elveda diyebilirsin, ve ben gitmeden önce son defa gülümsediğini görebilirim.” “Ben…” Junjin Harang’ın parmakları tekrar dudaklarını gezdiğinde baş parmağına bir öpücük bastırdı. Harang’a iyice bir baktı. Sakindi, ve gülümsüyordu. Kendinden emin, sıcak. Doğal. “P-peki,” dedi sonunda. “Peki, yapalım… Buna inanamıyorum…” Harang birden kollarını Junjin’in boynuna doladı ve sımsıkı sarıldı. “Benim en iyi arkadaşım oldun, Junjin.” Junjin de kollarını Harang’ın beline sardı ve elleriyle robotun bulizini kavradı. “Sen de benim.” “Senin olmak istiyorum,” diye devam etti Harang, “Her şekilde.” Junjin birden duraksadı ve dikkatlice Harang’dan ayrıldı. “Her…?” Harang gözlerini kırptı – ne kararsız ne de çekingen görünüyordu. “Her şekilde. Sadece bir geceliğine. Sonra gideceğim.” “Ama… emin misin?” diye sorarak, Junjin Harang’in yüzünde herhangi bir şüphe belirtisini bulmaya çalıştı. Ama yoktu. Eylem planının üçüncü fazı – tamamlandı. Sonuç – beklenmedik, ama hayal ettiği her şeyden daha iyi. *-*-*-*-* Yorganların altında, Junjin Harang’ın yüzünün şaşkınlıkla açılmasını izledi ve vücudunun sıcaklığını hissetti. Harang sıkıca Junjin’in omuzlarına tutundu. "Söylemek istiyorum." Junjin ona bir fırsat vermeden dudaklarından çıkan sözleri engellemek için onu öperek susturdu ve Harang’ın kalp atışlarını hissedebildiğini hayal etti. *-*-*-*-* Junjin gecenin yarısında uyandı ve yanında yatan vücuda döndü. Kalbi sanki boğazında gibi hissediyordu. Harang, açık gözleriyle, yanında uzanıyordu. Saçları dağınıktı ve vücudu tamamen rahattı. Yüzünde ise yorgun ama mutlu bir ifade vardı. Junjin gülümseyerek Harang’ın yanına sokuldu ve burunlarını birbirine sürttü hafifce. *-*-*-*-* Pencereden giren güneş ışığı Junjin’in yüzünü ısıtıyordu ve göz kapaklarının ardında beyaz beyaz noktalarla uyandırıyordu. Vücudunu gerip uzunca esnedi genç adam. Gözlerini açıp yanına baktığında, Harang’ı, kollarını kafasının arkasında birleştirmiş ve tavana bakarken buldu. "Günaydin." diye fısıldadı Junjin sevimlice. Harang cevap vermedi, ve Junjin sırıttı. Burnunu Harang’ın boynuna sürttü. Teni hala sıcacıktı ve Junjin bütün gün yatakta kalıp ona sarılmak istiyordu. "Kalmaya karar verdiğin için mutluyum.” diye mırıldandı genç adam. Harang hala sessizdi. Junjin kendini biraz geriye itti ve vücudunu bir dirseğinin üzerine yasladı. Harang hiçbir şekilde cevap vermiyordu. Gözleri hala tavana bakıyordu boş boş. Junjin’in vücudu bir anda dondu, ve kalbi korkuyla doldu. "Harang?" Hiçbir cevap yoktu. Junjin hemen oturma pozisyonuna geçti ve Harang’ın yüzüne dokundu. "Harang?" Omuzlarını hafifce salladı. Hiçbir cevap yoktu hala. Harang’ın yüzüne baktığında boş, görmeyen gözlerle karşılaştı Junjin. Içindeki panik büyümeye başladı. Hayır, bir dakika. Kutu. Harang dün gece şarj olmamıştı ve Junjin onu çok yormuştu. Junjin kendi kendine güldü. Robotlar ölemezdi. "Hemen geri dönerim." diye fısıldadı tepkisiz Harang’a ve yataktan kalktı. Bir boxer giyip hemen salona koştu. "Bir mektubunuz var." diye anons etti Junjin’in arkasından gelen dijitalleştirilmiş bir ses ve küçük bir boru kapının alttakı boşluğundan ona doğru yuvarlandı. Junjin korkudan neredeyse donuna işemişti. "Tanrım." dedi ve göğsüne bir elini koydu. Kesin her zamanki gibi Lee amcasından geç kalmış bir doğum günü kartıydı. Hala bilgisayar kullanmamakta ısrarlı, hala antika posta sistemiyle göndermeyi tercih ederdi. Başını sallayarak, Junjin borunun içindeki kağıdı çıkardı ve ona bir bakış vermeden oturma odasına yöneldi. Junjin’in kalbi neredeyse yerinden fırlayacaktı parmağını kutunun tanımlayıcı ekranına bastığında. Kapı bir tıslamayla açıldı ve Junjin ister istemez birden içeriden gelen müziğe gülümsedi – ikinci günlerinde oynadığı şarkıydı. Harang değiştirmemişti. Sadece küçük bir detaydı, ama Junjin’in kemiklerine kadar sıcaklık hissetmesine yetmişti. Birden önüne küçük, ışıldayan bir Harang kopyası geldiğinde Junjin şaşkınlıktan bir iki adım geri gitti. Bir hologram. Junjin hemen elini uzatıp ona dokunmaya çalıştı, ama parmakları hemen içinden geçti. "Merhaba Junjin," dedi hologram gülümseyerek. "Bunu dün gece sen uyurken hazırladım. Çok yorgun görünüyordun.” Dün geceyi hatırladığında Junjin’in yanakları kızardı. “Bunu izliyorsan, büyük ihtimalle benim için endişeleniyorsundur…” Junjin başıyla onayladı, bu mini Harang’ın onu göremediğini unutarak. “Seni endişelendirdiğim için özür dilerim, Junjin. Seni hiçbir zaman üzmek istemem. Devam etmeden önce, sana dün gecenin çok güzel olduğunu söylemek istiyorum. Yeterince iyi olamadığım için özür dilerim.” Hologram eğildi ve Junjin başını salladı. Harang ne saçmaladığını bilmiyordu. “Kendimi gerçek hissettim, sanki sen benim bir parçammışsın gibi. Ve sanırım gerçekten öyleydin…” hologram Harang saçlarıyla oynadı ve yanakları kızardı, “…içimdeyken. Nabzını her yerimde hissedebiliyordum, sanki kendiminmiş gibi.” Junjin’in ağzı ister istemez kendini beğenmiş bir şekilde kıvrıldı. Oh yeah, yatakta hala bomba gibiydi. “Ama bir itirafta bulunmalıyım, Junjin, ve tekrar özür dilemeliyim bu söyleyeceklerim için.” Junjin birden kalbinin ağırlaşmasını hissetti ve nefesini tutarak Harang’ın devam etmesini bekledi. “Söyledim. Sen uyurken. Göz kapaklarının ardından rüyalar geçerken seni izledim, ve söyledim.” “Ne?” diye fısıldadı genç adam, “Ne söyledin?” “Seni seviyorum, Junjin. Bunun nasıl hissettiğini, nasıl tattığını görmek istedim. Tadı senin gibiydi bu sözlerin. Bunu söylememem gerektiğini biliyorum, ama sen bana söylediğinde… çok mutlu görünüyordun. Ben de denemek istemiştim.” Junjin’in gözlerı yaşlarla dolmaya başlamıştı bile. “Bunu beraber yapma anlaşmamız vardı, ve ben bu anlaşmayı bozdum. Ama kendimi tutamadım. Ve belki böylesi daha iyidir, ikimiz de fikrimizi değiştiremezken.” Tek bir damla yaş aktı Junjin’in yanağına. Hologram Harang sevimli, ve aynı anda üzgün gibi görünen bir gülümseme sundu. “Umarım zamanla beni affeder ve hayatına devam edebilirsin. Bana dünyayı öğrettin, Junjin – Müziği, kelimeleri ve hayatı öğrendim sayende. Ama en önemlisi, bana sevgiyi öğrettin. Her şey senin sayende. Beni olduğum kişi yaptın.” Harang birden duraksadı. “Ama veda zamanı geldi.” Junjin, birikmiş göz yaşlarının hepsi birden aktığında hıçkırdı. Hologram Harang hafifce güldü. “Lütfen ağlama. Biliyorum, ağlayacaksın, ama ben bunu istemiyorum. Bir robota sevmeyi öğrettin. Ben de senin tekrar sevmene yardım ettim. Bu bir masal değilse, nedir bilemem.” Junjin göz yaşları arasında burnundan soludu – masalların hep mutlu sonları vardı. “Dün gece benim mutlu sonumdu, Junjin.” diyerek yaramazca sırıttı Harang. Neden Junjin onun bu yanını daha önce hiç görmemişti? “Bizim üzerimizde bir kitap yazmalısın – Hisli Sevgilim.” Junjin’in boğazında bir kahkaha kaynayıp çıkmıştı ortaya. Harang ve kitapları. “Zamanım bitmeden gitmeliyim. Belki beni yakında görürsün – rüyamda elektrik koyun görmedim, ama belki sen rüyanda beni görürsün. Vedalar her zaman acı vericidir, bu yüzden en sevdiğim hikayelerim gibi bitirmek istiyorum.” Tekrar duraksadı, ve hologramın ekranı titredi. Junjin nefesini tutuyordu. “Ve sonsuza kadar mutlu yaşarlar. Son.” Hologram soldu ve söndü. Harang’ın son gülümsemesi ise birkaç saniye havada kaldı, ve sonra kayboldu. Yerde duran bir kağıt Junjin’in ilgisini çekti. Eğilip eline aldı. Postayla gelen kağıttı bu – fark etmeden yere düşmüştü anlaşılan. Mektubu açıp içindeki RoboStem logosunu gördüğünde kalbi sıkıştı. *-*-*-*-* Mr Park,We are writing to inform you of the status of your order number 539271084.------------------------------------------------------------------------------------------Product No. X502ZTY34Status: Terminated------------------------------------------------------------------------------------------Your product was terminated due to human risk and robot malfunction. We apologise for any inconvenience caused. A courier will arrive shortly to collect the product.To request a replacement, please contact our 24 hour helpline via VideoCom or TalkLink.XJunjin kağıt parçasının tekrar elinden düşmesine izin verdi. Bağırıyor olmalıydı, eline geçen her şeyi duvara fırlatıyor olmalıydı. Ama gerçek şu ki, Harang onun içinde bu hislerden hiçbirini uyandırmamıştı. Aksine, gülümsüyordu, dudaklarının arasındaki tuzu tadabiliyordu. “Böyle olacağını biliyordun,” diye fısıldadı kendi kendine genç adam. Koltuğa doğru yöneldi ve kendini oturmaya zorladı. Masadaki cep telefonunu aldı ve aklına gelen tek numarayı çevirdi. “Alo?” diye cevapladı huysuz ve uyku dolu bir ses. “Minwoo,” Junjin sesini sabit tutmaya çalışıyordu. “Harang, o… ben…” Ama başaramamıştı, sesi hissettiği acıyla bozulmuştu – gülüyor muydu, ağlıyor muydu belli değildi. “Junjin? Neyin var?” Minwoo’nun uyku dolu sesi anında ciddileşti. Cevap vermesi birkaç saniye sürmüştü, “Elveda bile diyemedim.” “Oh, Junjin. Her şey düzelecek. Hemen geliyorum, bekle.” “Hayır,” diye güldü Junjin, ve bir kere hıçkırdı, “Haklısın – her şey düzelecek. O beni seviyordu. Seviyordu.” Bir anlığına sessizdi; kulağında sadece Minwoo’nun nefes alıp verişini duyuyordu. “Biliyorum, seviyordu,” dedi Minwoo sessizce. “Birazdan orada olurum.” Junjin telefonu kapattı ve koltuktakı yastıkların arasına attı. Yatağındaki sıcacık Harang’ı düşündü. Gitmişti, ama unutulmazdı. Sonsuza dek onundu. Kutunun içindeki müzik durdu. Ve yine baştan başladı. *-*-*-*-* Son Söz Üç yıl sonra, ilk defa Junjin yine sahile gitmişti. Yağmur yağıyordu. Kum ıslaktı ve spor ayakkabılarının altındaki çıkıntıların arasına giriyordu. Bir köpek dolanıyordu ayaklarının etrafında, havaya atlıyor ve ilgi istiyordu. “Rahat ol, Harang.” diye gülümsedi Junjin ve yürümeyi bıraktı. Yağmurun ıslattığı kumu ya da giyisilerine yapışan ıslak çimenleri umursamadan yere oturdu Junjin. Köpek genç adamın kucağına hopladı ve yağmurdan korunmaya çalıştı. Ellerini arkasına koyarak arkaya doğru yaslandı genç adam ve başını kaldırıp bulutların arasından gözüken gök yüzüne baktı. Güneş batıyordu denizin arkasında. ”Sanki uçuyorum.” Bunlardı Harang’ın sözleri, sahile arabayla gittikleri yolda. Yıllar daha kolay geçmişti, zamanla o kaybın acısı dinmişti. Tabii buna bol Choco Pie tüketiminin de katkısı vardı. Junjin mutluydu. Kalbini tekrar birleştirmeli değildi – Harang kırmamıştı. Biraz acı verici ve üzücü bir şekilde … tamir etmişti sanki. Kucağındaki köpek havlamaya başladığında, Junjin gülümseyerek saçlarını dağıttı. “Harang adını verdiğim ikinci köpeksin, biliyor musun?” dedi ve köpek burnunu onun eline doğru kaldırıp ona kocaman gözlerle baktığında güldü. “Hatta senin adını bir robota bile vermiştim.” dedi gülümseyerek. Elini cebine sokup bir oyuncak topu çıkardı ve denize doğru attı. Köpek mutlu bir şekilde havladı ve hemen kalkıp peşinden koşmaya başladı. Güneşın battığı denizin önünde topun peşinden havaya atladı. Junjin’in oturduğu yerden, uçuyor gibi görünüyordu. Özgür. --- Okuyan herkese cok cok cok tesekkür ederim. Cok uzun süre beklettim sizi, biliyorum. Ama degdigini düsünüyorum. Son zamanlarda yazma tarzim ne kadar kötülesti diye düsünmeden de edemiyorum. Cok basit ve yüzeysel bir anlatimim var. Umarim yeni (eski ) hikayem 'Onun Kalbi'nde bu böyle devam etmez. Harang'a katilip, "'Hisli Sevgilim'i bir kitaba cevirmelisin!" diyenler varsa, simdiden söyleyeyim, hayir. Ben kim, kitap yazmak kim. Zaten zar zor bu hikayeyi bitirdim, oturup kitap yazacak sabrim yok benim. Hem yetenegim de yok acikcasi. Bu konuda bana cok kisi mesaj yaziyordu da, söyleyeyim dedim. Hepinize cok tesekkür ederim, dördüncü hikayemde de beni yalniz birakmadiginiz icin. Sira geldi besinciye. Bir yorumcuk birakiverirsiniz, degil mi? Hadi mutlu edin beni? Cassie | |
| | | | Hisli Sevgilim | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|