Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 .:.Evren.:.

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

.:.Evren.:. Empty
MesajKonu: .:.Evren.:.   .:.Evren.:. Icon_minitimeÇarş. Ekim 12, 2011 5:10 pm

Hikayenin Adi: Evren


Yazar:Ece Aydiner





“Ben toprağım.”diye mırıldandı kız. Kafasını sağa sola sallayarak küçük
dalgalar oluşturdu yere doğru süzülen. “Kaynak benim.”dedi ve kafasını
gökyüzüne çevirdi. “Sen gökyüzüsün.”diye mırıldandı, hala bulutları ve yavaşça
batmakta olan güneşi izliyordu. “Neden?”diye sordu adam. Keşke kız kadar rahat
olabilseydi. Huzursuzca yerinde kıpırdanıyordu. “Çünkü gece olduğunda
büyülüyorsun ve gündüz benim yaşam kaynağımsın.”dedi kız ve gülümseyerek adama
döndü. Parmaklarını uzatarak adamın saçlarını eline aldı ve bir bebeği okşar
gibi okşadı. Adam huzur buluyordu onun dokunuşlarıyla. Kız haklıydı. Kesinlikle
o topraktı. Aklına gelenler yüzünden alnını buruşturdu. “Peki ya o?”dedi ve bir
haftadır tıraş edilmemiş saçlarını kızın elinden çekti. Kız iç çekerek önüne
döndü. “O, su.”dedi ve kocaman bir gülümsemeyle adama geri döndü. “O beni
yeşillendirir, bana hayat verir.” Adamın canını sıkmıştı bu laflar. Neden o su
olamıyordu? Neden aralarına giriyordu o adam. Kız için bu kadar mı değerliydi
yani? Kız onu anlamış gibi buruk bir gülümsemeyle sözlerine devam etti. “Senin
sevgin içimi aydınlatıyor. Nefeslerim ciğerlerime dolarken o kadar mutlu
oluyorum ki. Sen bende çiçeklerin oluşmasını sağlıyorsun. Biz birbirimize
aidiz. Ama senin aşkın yakmaya başladığında o beni iyileştiriyor. O benim için
ilaç, sen ise sevgisin.”dedi ve ellerini adamın yanağına götürdü. Saçları gibi
değildi yanakları, her günkü gibi tıraş edilmişti. Yumuşacık yanağına değen
eliyle ikisi de irkildi. Kız, adamın yüzünde bir dünya keşfediyordu. Adamsa,
kızın gözlerinde bir bahçe. Adam kafasını kızın eline doğru çevirdi ve avuç
içine bir bulut edasında bir öpücük kondurdu. Kızın kalbinde kuşlar ötüyordu
şimdi. “Bu sevginin seni yakmaması için elimden geleni yapacağım.”diye
fısıldadı kıza doğru. Kız huzurla iç geçirdi ve adama daha da yaklaştı. Birbirlerine
sıkıca sarılarak boş gözlerle manzarayı seyre daldılar. “Sen benimsin.”dedi
adam kıza. “Ben senin nefesinim.”





Kız kafasını daha da yapabilirmiş gibi adamın erkek kokan göğsüne bastırdı.
“Sen benimsin.”diye mırıldandı, “Sen olmadan bir hiçim.” Kızın gözleri
dolmuştu. Görmesini istemiyordu adamın. Eğer görürse yanlış anlardı, üzüntüden
ağladığını zannederdi. Ama o üzülmüyordu. Sevinmiyordu da. Sadece yaşlar
gözünden akmak istiyordu. Sanki bedenindeki bütün su onu terk etmek istiyordu.
“Susuz yaşayamam.”dedi bir süre sonra pürüzlü sesiyle. Adam kaskatı oldu. Kızın
başını yasladığı göğsü durdu, kız korkudan kafasını kaldırıp adama bakamadı.
Oysa içinden söylediğini sanmıştı. “Sensiz yaşayamam. Su olmadan yaşayamam!”
adam derin bir nefes aldı ve dudaklarının arasından bıraktı. Kız hala adamın
koynundaydı, yüzüne bakmak istemiyordu, kızarmış gözlerini görürse yanlış
anlardı. Bundan korkuyordu. O kızgın gözleri görmek istemiyordu. Güneşin
yakıcılığını değil, sadece ışığını istiyordu.





“Öyleyse git ve konuş onunla.”dedi adam düz ve duygusuz bir sesle. “Sana
denizleri veremem ama yağmurları yağdırabilirim.”diyerek devam etti. Kız
kafasını kaldırıp adama baktığında gözlerinde şefkat gördü. Korktu. O şefkat
değil, sevgi istiyordu. “Beni seviyorsun?”dedi soru sorar gibi. “Sana
aidim.”dedi adam ve gözlerini kızdan ayırarak güneşin kızıla bürüdüğü denize
baktı. “Git ona.”dedi sadece. Kız çantasını boynuna asıp ayağa kalktı. Adam
üşümüşçesine titredi. Kız sadece toprak değildi. O, adam için aynı zamanda
güneşti.





-*-





“Kim o?”diyen sesi duyuldu kapı otomatiğinden. Ne diyecekti kız? Ona uzun
gelen kısa bir sessizlik sonrası aynı ses “Kim o?”diyerek sorusunu tekrarladı.
“Ben,”diyerek mırıldandı kız, “Ben, E.”bunu söylemesi yeterliydi. Otomatik
küçük bir ‘Dız’ sesiyle açılmıştı. Çantasının kayışını iki eliyle tutarak sıktı
ve bezgin gözlerle merdivenlere baktı. Her adımıyla ona yaklaşıyordu. Her
adımda bulutlara yaklaşması gerekirken o denizin daha da dibine iniyordu. Onun
dünyası tepetaklaktı. Onun suları yukarıda, bulutları ise aşağıdaydı. İlk katı
çıktığında birbirinin aynısı iki ev kapısı gördü. Birinin önünde ayakkabılık
duruyordu ve ayakkabılar düzgün bir şekilde yerleştirilmişti. Bir diğerinde ise
yaşam yok gibiydi. O sırada kapının arkasından gelen sesleri duydu. Kendini
düzeltme ihtiyacı duydu, burada oldukça hareketli bir yaşam vardı. tekrar derin
bir nefes alarak iki katı da duraksamadan çıktı. Nefesi tıkanmıştı. Biraz
soluklanıp son kata çıktı. Kapının önünde onu bekliyordu.





Saçları ıslaktı ve üzerindeki beyaz tişörtün üzerinde su damlaları vardı.
Altındaki bol mavi eşofmanla bile yakışıklı görünmeyi başarıyordu. Bugün izin
günüydü. Bugün ‘onların’ günüydü. İkisi bu günü hep birlikte geçirirdi. Ama son
iki haftadır hep aksıyordu.





“Hoş geldin.”dedi ve ona inci gibi bir gülümseme verdi adam. Kız da
gülümsedi ve kapının önüne iyice yaklaştı. Nefesleri birbirine değiyordu
neredeyse, adam kızın yanağına bir öpücük kondurdu. Kız bocalamıştı, adama bunu
fark ettirmemek için ayakkabılarına yöneldi ama adam çoktan ayakkabılarını
çözmek için eğilmişti. Kız bir kez daha bocaladı ve utandı, onun yanında hep
böyle oluyordu.





İçeri geçtiklerinde çocuk izin isteyerek mutfağa gitti. Bu sırada kız
televizyonun kumandasını alarak beyaz, geniş ve yumuşacık koltuğa oturdu. Bacaklarıyla
bağdaş kurdu ve koltuğun arkasına bakarak adamı izledi. Elinde iki fincan
vardı. Kızın fincanını verdi ve yanına oturdu, ikisi de konuşmuyordu. Kız fark
etmişti; bu onun adama hediye ettiği fincandı. Doğum gününde ona almıştı ama
buradayken hep o kullanmıştı. Adam bardağı önlerindeki masaya bıraktı ve
ellerini koltuğun arkasında yayarak oturdu. Kız da fincanı bıraktı ve elindeki
kumandayla birkaç kanalı daha es geçti. Adam kendi kendine kıkırdadı, bir
fısıltı gibiydi kıkırtısı. Kız da gülümsedi ve adama döndü. Ona bakıyordu. Ela
gözleri kıza sabitlenmişti. Acı vereceğini bilse de kıza doğru yaklaştı ve ona
sarıldı. “Beni bırakma.”diye mırıldandı kıza. “Yapamam sensiz.” Ve sanki bir
bütün olacakmışçasına kızı daha da sıktı, sıktı. Aslında kız da hiç şikâyetçi
değildi bu durumdan, şimdi aralarında kalan boşluk bir kumsal gibiydi. Ve kız
kumsalları o kadar da çok sevmezdi. Çocuk gözyaşlarının suladığı dudaklarını
kızın yanaklarına gömdü. Sanki çölün ortasına bir göl yerleştiriyorlardı.
Gözyaşları birbirine karışırken adam kızın saçlarını okşadı ve kız ellerini
adamın nemli saçlarına daldırdı. Eline değen her bir ıslaklık canını yakıyordu
kızın. Ne adamı ağlatmak istiyordu ne de kendi ağlamak. Ama sadece onu
sevmiyordu ki. Bu kız için zordu, çok zordu. Onu bırakmak istemiyordu ama diğer
adamı da seviyordu. Bir süre daha öyle durduktan sonra adamın dudaklarının
yanaklarında harekete geçtiğini hissediyordu. Biliyordu, ileri giderlerse
buradan hiç ayrılmayabilirdi. Adamdan uzaklaştı ve gözlerinin altında toparlanmış
gözyaşlarını silerek burnunu çekti. Adam afallamış görünüyordu. Gözlerinin
çevresi hemen kızarmış, beyaz teni daha da solmuştu. Hala ellerinden biri kızın
belindeydi. Kız ona gülümsedi, gitmesi gerekiyordu.





Bir kez daha sıkıca sarıldı adama. Bırakamazdı ki onu. Adam hastalandığında
kim bakardı ona? Onu neyin iyileştireceğini kim bilebilirdi? Üzgün olduğunda
moralini kim düzeltebilirdi? Kim onu kızın sevdiği kadar sevebilirdi? Sahil
kenarındayken diğer adama yalan mı söylemişti? Hayır, söylememişti; toprak ve
deniz mutlaka buluşurdu ama gökyüzüyle aralarda bir boşluk olurdu. Adam
kokusunu çekmek için burnunu kızın saçlarına gömdü ve kız çocuğun kucağına
tırmandı. Orada güvendeydi, ona güveniyordu. “Seni nasıl bırakırım
arkadaş?”diye sordu burnunu adamın boynuna gömmüşken. “Sadece arkadaşın
değilim, bunun farkındasın.”dedi adam ve sanki bir annenin bebeğini kucağında
tutması gibi kızı tuttu. İyice göğsüne bastırdı. Ne kadar bastırırsa kokusu
daha da fazla kalırdı değil mi? Ama neden bunu düşünüyordu ki? Kız onu bırakıp
gitmezdi değil mi? gidemezdi. “Ama öyle olmak zorundasın.”dedi kız dişlerini
sıkarak. Titriyordu, kaybetmenin acısı sersemletiyordu. Terk eden oydu. Acı
çeken yine o. Çocuktan bir hışımla ayrıldı ve çantasını kaparak uzun adımlarla
kapıya yol aldı. Çocuk ilk başta sersemlemenin verdiği tepkiyle bir şey
yapamadı ama iki saniye sonra kızın peşinden koşarak o kapıyı açamadan
bileğinden tuttu. “Gitme.”dedi, ilk defa ağlıyordu. Bu kızı seviyor muydu?
Lanet olsun, bu kızı sadece sevmiyordu, ona neredeyse tapıyordu. Kız çocuğa
bakamıyordu. Ellerinin içine gömülmüş olan elini kıpırdatmaya çalıştı, bileğini
oynatma çalıştı ama onlarda gitmek istemediğini belli edercesine adamın eline
yapışmıştı. Kızın gelme niyeti veda etmek değildi, arkadaş kalabileceklerine
dair bir anlaşma yapmayı planlamıştı. Diğer adama ihanet olmayacak mıydı bu?





“Onu da üzemem.”dedi çocuğa bakmıyordu ama gözyaşları sinsice ve ip gibi
gözlerinden dökülüyordu. Çocuk kızı bir hışımla kendine döndürdü ve kapıya
yasladı. Kızın kaçacak yeri kalmamıştı, zaten bir yanı da bunu yapmayı hiç
istemiyordu. O yanı bu adamı delicesine öpmek, bir daha bırakmamak, aynı güne
uyanıp aynı gecede uyumak istiyordu. Diğer adama söylediği sözler doldu yine
aklına. Onun güneşinde nasıl ısınabilirdi? Ona verdiği vaatleri nasıl
başkasıyla yaşayabilirdi? “Birbirimizi seviyoruz.”dedi adam ve hırsla kızın
dudaklarına yapıştı. Kız, tepki vermiyordu, beyni işlevlerini kaybetmişti. Kapı
ile adamın arasında olduğunun farkında değildi, adamın onu öptüğünün farkında
değildi. Adam, karşılık vermesini istercesine bileğini sıktı ve kız otomatiğe
basılmış gibi tepki verdi. Karşısında hırslı, rekabetçi ve aşık bir adam vardı.
her bir hücresi yanıyormuş gibiydi, sanki onu yakıp da hesabını bu dünyada
görmüşlerdi. Bir süre sonra bu ateşin ardından gelen ferahlama yanında huzuru
da getirdi. Cennete açılan bahçenin girişi cehennemden miydi? O huzura böyle mi
ulaşabilicekti? Bu adamın kollarında mı ölüp cennete gidecekti? Sanki yeniden doğmuş
gibiydi. Bu bir ölüm değil, bu yeni bir hayattı. Bu vaat edilen cennetti, bu
nurdu, bu anlatılamaz bir şeydi. Artık güneşe ihtiyacı yoktu. Yakamozlarla ve
adamın parıldayan gözleriyle ışıyacaktı. Bir süre sonra adam inleyerek kendini
kızdan ayırdı ve alnını alnına dayadı. İkisi de nefes nefeseydi. “Söyle bana,
nasıl bırakabilirim seni?”dedi kız nefes nefese. Adam kıza cennet gibi bir
gülümsemeyle baktı “Sorun da orada; beni bırakamazsın.”





Kız bir kez daha ölüp, bir kez daha cenneti bulmuştu. Cennet, onun ela
okyanusundaydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
.:.Evren.:.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: