Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 .: Sarki :.

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

.: Sarki :. Empty
MesajKonu: .: Sarki :.   .: Sarki :. Icon_minitimeSalı Kas. 22, 2011 7:17 pm

Tek Bölümlük Bir Hikaye
[mümkünse şarkıyla birlikte okunsun, çünkü bu şarkıyla ilgili Very Happy]
https://www.youtube.com/watch?v=xoMsen9sjl0

ŞARKI

Üç
ay on beş koca gün. On beş boş gün, üç koca ay. Neler denemedim ki onun
dikkatini çekmek için. Neler yapmadım onu bana, ona ait olana geri
döndürmek için? Hepside mi hataydı? O gerçekten sevmiyor muydu beni?
Beni gerçekten bırakmış mıydı? Bırakamazdı ama seviyordu beni, bunları
söylerken gözleri gülüyordu, giderken arkasına bakmadıysa, gözlerinden
bir damla dökülmediyse ne olmuştu yani? O yine de seviyordu beni. Onun
bana ihtiyacı vardı, benim ona ihtiyacım vardı.

Bir kez
daha cesaretimi topladım ve daha hiç kullanmamış olduğum hattımı
telefonuma takıp numarasını çevirdim, ezberlemiştim artık. Çaldı, çaldı,
çaldı ve sonunda telefon açıldı. “Alo?”dedi bir kadın sesi, meraklı ve
yorgun çıkıyordu. Arkadan hafif bir müzik sesi geliyordu, bir de su
şırıltısı. Hatırladım, kadın benden cevap bekliyordu. Telefon ahizesini
biraz uzaklaştırdım kendimden ve sesimi toparlamak için öksürdüm. Sigara
ciğerlerimi mahvediyordu, en kısa zamanda bırakmalıydım. “Alo. Bay Han
ile görüşebilir miyim?”dedim kadına, nazik olduğunu umduğum bir sesle.
“Kendisi burada değil, meşgul,”diyerek duraksadı kadın ve bir süre sonra
“Söylemek istediğiniz şeyi söylerseniz iletebilirim.”dedi. Nasıl
söyleyebilirdim ki ona? Telefonu yüzüne kapattım kadının, kalbim
kafesinden kopmak istercesine atıyordu. Kaçıncıydı bu? Kaçıncı kadındı
onun tenine değen? Bu kadar mı az seviyordu beni, bu kadar mı koparmak
istiyordu tenindeki mührümü? Hayır, sevmemekten değildi, ondan nefret
etmemi istiyordu. Ondan nefret edersem daha çabuk toparlardım çünkü
kendimi. Koltuktan kalktım ve üst üste dizilmiş kitaplardan birini çekip
daha önceden oturduğum koltuğun üstüne attım ve su ısıtmak için mutfağa
gittim. Kendime kahve yapacaktım.

Seul’un havası beni
anlamış gibi gökyüzünden incilerini dökmeye başladı. Ellerimi tezgâha
yasladım ve yanımdaki, içinde kahve bulunan fincana bir bakış attıktan
sonra gözlerimi pencereye çevirdim. O sırada suyun kaynadığını belirten
sesi çıkardı ısıtıcı ve küçük, sıkıntılı bir iç çekişten sonra suyu
hazır kahvenin üzerine boşalttım. Kahvemi de hazırladıktan sonra,
elimdeki koca fincanla salona geri döndüm ve beyaz pikemi üstüme örtüp,
pencereyi açarak, elimde kitabım ve kahvemle yağmuru izlemeye başladım.
İçeri düşen yağmur damlalarına baktıkça gülümsüyordum. Uzun perdelerin
arasından giren rüzgâr ayak bileklerimden başlayarak beni sarmalıyordu.
“Aşk, bu aşk yüzünden, bu insan yüzünden bu kadar uzun yaşadım.”diye
şarkıyı mırıldanmaya başladım. “Bugün, bugün geçti artık, eğer bir daha
onu göremezsem, bir daha onu göremezsem ne yaparım?” Normal bir ses
tonuyla başladığım şarkı, mırıltılara ve oradan da hıçkırıklara
dönüşüyordu. İstesem de durduramıyordum ki ağlamamı.

“Tanışmamıza
ait tüm kader parçaları, sen beni terk etmeden önce bizim için sadece
aşk vardı, sahip olduğumuz ve birlikte geçirdiğimiz zaman… Asla
unutmayacağım.” Ağladıkça boğazım yanıyordu. Kendimi susturmak istesem
de yapamıyordum çünkü biliyordum; o gitti. Gelmeyecek, gelmez ki, senden
uzak olmak için gitti. Çalan telefon sesiyle kafamı sesin geldiği yöne
çevirdim. Neredeydi bu telefon? Uzun uğraşlarım sonucu telefonu
bulmuştum, o arıyordu. Gülümsedim, beni arıyordu işte. Telefonu açtım ve
ağladığımın sesimden belli olmaması için dualar ederek “Alo.”dedim.
Sesim bana ihanet etmişti. “Ağlıyor musun şimdi de?”dedi, sinirliydi.
“Neden bunu bize yapıyorsun?”dedim sesim sitem doluydu. “Senin için iyi
değilim.”dedi, sesi şimdi yumuşamıştı. “Asıl sensiz iyi değilim, neden
anlamıyorsun?”dedim, sesimi yükseltmiştim. “Sevmiyorum desem?”dedi ama o
bunu söylerken sesi o kadar inanmazdı ki, kendisinin bile bu yalanlara
inanamayacağını biliyordum. “Gel ve al beni, sensizliğe gücüm yok.”dedim
ve gözlerimden dökülen yaşları elimin tersiyle iterken burnumu çektim.
“Ağlama.”dedi, sesi çaresizdi. Ben de çaresizdim ama çarem yoktu
yanımda! O yoktu, sadece bir bağlantının arkasındaydı, sesi bile
yanımdaki kadar sıcak değildi, onun nefesi yoktu ki bu duygusuz
kelimelerde! “Neden? Ağlayınca bayağı biri mi oluyorum? Onlardan farkım
kalmıyor değil mi?”

“Sen ağlayınca yanına gelmemek için
direnemiyorum.”dedi ve söylememesi gereken bir şeyi söylediği için
telefonda uzun süreli bir sessizlik oldu. “Seni seviyorum.”diye
fısıldadım, bir fısıltıydı sadece. “Arama bir daha.”dedi ve duyduğum
sadece telefonun karşısından gelen, aramanın sonlandığını bildiren
sesti.

Televizyonu açtım ve elimdeki cipsten atıştırırken
kanallar arasında gezmeye başladım. Bir doğal yaşam belgeselinde durdum
ve aslanların antiloplara nasıl saldırdığını gözlemledim, kendimi
fazlaca kaptırmıştım. Belgesel biter bitmez elime kâğıt kalemi alıp
nasıl bir şey olduğunu tasvir etmeye başladım. Antilopların kaçmaya
çabalamaları, tam nehre yaklaştıkları sırada, hatta nehre girmişken
timsahların saldırılarına uğramaları ve ölümün tek yol olduğunu fark
ettiklerinde çırpınmayı bırakmaları… Ben de çırpınıyordum aslında, hala
hayattaki o ışığı görebiliyordum çünkü. O bir yerlerde nefes alıyordu
hala, konuşuyor, yiyor, hatta belki de seviyordu bile. Ama benim yerim
ayrıydı bunu biliyordum, benden ne kadar kaçsa da sonunda kalbinde
bulduğu kişi bendim. Öyle olmasa neden hala aynı telefon numarasını
kullansındı ki? Benim aramamı bekliyordu, sadece beni mahcup duruma
düşürüp aramalarımı azaltmamı bekliyordu ama bunu istemiyordu da. Onun
psikolojisini kendi psikolojimden daha iyi bilirdim ben. Biz birbirine
âşık iki insan değildik. Biz sadece kendilerini seven insanlardık, çünkü
biz birbirimizin benliğiydik. Gözlerimin yorulduğu vakit bıraktım
elimdeki kâğıdı sehpaya. Mutfağa gittim ve atıştırmalık bir şeyler
hazırladım. Yemeğin ortasında çalan telefonum dikkatimi dağıttı, elime
aldım, ezberlediğim diğer numaraydı bu da. “Ne var?”diye aksi bir giriş
yaptım. “Yine mi değiştirdin şu lanet numaranı?”dedi, ateş püskürüyordu
resmen. “Değiştirdim, ne olmuş?”dedim ve elimdeki tabağı karmakarışık
sehpanın üstüne bıraktım. “Sinirlenmiyorum.”diyerek kendi kendine
konuştu ve sesini yükselterek “Ne zaman bitirmeyi planlıyorsun kitabını
yazar hanım?”dedi sakin bir şekilde. “Ben onu bitirmiyorum, o beni
bitiriyor.”diye mırıldandım ve elime geçen başka bir kitabı daha önce
yaptığım gibi pencerenin karşısındaki koltuğa fırlattım. “Bana edebiyat
yapma. İki aydan az kaldı.”dedi çok sevgili editörüm ve
“Seviliyorsun.”diyerek telefonu yüzüme kapattı. “Çıkarcı pislik
torbası.”diye mırıldandım ve tabağımı mutfağa geri götürdüm, iştahım
kaçmıştı. “Benim özel güçlerim olduğunu mu düşünüyor? Dört ayda nasıl
yazabilirim bir kitabı?”diye mırıldandım ve ağzıma bir sakız attıktan
sonra pencereyi kapatıp, perdeyi kenara çektim. Işıltılı gece manzarası
eşliğinde kitabı okumaya yoğunlaşmaya çalıştım.

Bir süre
sonra içten gelen bir istekle dizüstü bilgisayarımın başına oturdum ve
yazmaya başladım. Tüm isteklerimi, özlemlerimi aktararak yazdım. İlk
defa mola verdiğimde otuz sayfaya yakın yazdığımı fark ettim. “Ben
neymişim be.”diye mırıldanarak odama doğru yol aldım ve o karışık
ortamda gözlüğümü bulup mutfağa geçtim. Bir kahve daha yaptım kendime,
süt tozu vardı içinde. Saçlarım rahatsızlık verdiği için toplama gereği
duydum ama çevrem tokamı bulamayacağım kadar karışıktı. Ben de bir
kalemle saçlarımı topuz yaptım ve ikinci bir kalem yardımıyla topuzumu
sağlamlaştırdım. Biraz daha yazdıktan sonra konsantrasyonum bozulduğu
için mola verdim ve aklımdaki şarkıyı tamamlamaya çalıştım, “Senin
yanında olacağıma söz vermiştim, bu sözü hayatım pahasına korudum,
Sözümü tutamıyorum, tutamıyorum, asla özür dileyeceğimi düşünmezdim.
Aşk, bu aşk yüzünden, bu insan yüzünden bu kadar uzun yaşadım.” Şarkının
son kısmına geçtim direkt, yoksa beni daha uğraştıracaktı. “Biliyorsun,
bu aşk aptalca değildi. Aptalca değildi, aşkım.” Söylerken yüzümdeki
gülümsemeyi daha da genişletmiştim. Bizi böylesine anlatan bir şarkıyı
arasam bulabilir miydim? Sanmıyorum.

-*-

“Bayan Ahn, kapıyı açabilir misiniz?”
“Geliyorum.”diye
mırıldandım. Kapıyı açtığımda yaşlı gündelikçimle karşılaştım. O kadın
benim gözümde o kadar mükemmel bir insandı ki. Yazarken fazla asabi bir
insan olurdum ve bu asabiyetime dayanabilen tek insan oydu. Bazen
cennetten gönderildiğini bile düşünürdüm, çok farklı bir insandı. İşini
bilen adımlarla salona geçerken ben de kapıyı kapatıp onu takip ettim.
Salondaki manzarayı görünce “Savaş çıkmış anlaşılan.”dedi ve anlayışlı
bir gülümsemeyle bana baktı. Ben de ona gülümsedim, yanında
sakinleşiyordum, insan gibi hissediyordum. “Nasılda biliyorsun
beni.”dedim ve yanına gidip, hala bir genç kız pürüzsüzlüğünde olan
yanağına bir öpücük kondurdum. Dün gece çıkardığım taslakları ve dizüstü
bilgisayarımı diğer kâğıt tomarlarının arasından çıkardım ve “Ben
odamdayım.”diye mırıldanarak kapımı kapattım. Bir yarım saat sonra
susadığımı hissettiğimde, içecek bir şeyler almak için odamdan dışarı
çıkmıştım. Salona baktığımda şaşkınlıkla iç geçirmiştim; burası en son
bir-iki ay önce bu kadar temizdi. Kadın elinde bir fincanla mutfaktan
çıktı ve bana uzattı “Susayacağını düşündüm.”dedi ve bir anne edasıyla
gülümsedi. “Sen bir kâhinsin.”dedim ve gülümseyerek fincanı dudaklarıma
götürdüm o sırada kapı çaldı. “Ben bakarım.”dedi kadın ve ben de başımla
onayladım. Kahvemi alıp pencerenin karşısındaki koltuğa geçtim, biraz
keyif çatmak istiyordum. Bugünle birlikte toplam iki yüz seksen dokuz
sayfa bitirmiştim ve yazmam gereken daha birçok sayfa vardı. Mutlu bir
şekilde iç geçirdim ve bir kedi gibi geniş, tekli koltuğuma iyice
gömüldüm.

“Bayan Ahn, misafiriniz var.”dedi kadın. Kesin
menajer bozuntusu gelmişti. “Tamam.”diyerek gülümsedim kadına ve o odamı
toplamak için koridora yönelirken “Yatağın üzerindeki kâğıtlara
dokunmazsanız sevinirim.”diye seslendim. Onaylar bir ses çıkardı, ben de
menajerime dönmeden “Ne istiyorsun Hyun Ki? Kitabı bir günde
bitiremeyeceğimi biliyorsun.”dedim. Küçük bir öksürük sesi geldi, bu
insanların arasında kullandığı ‘Bana bakar mısın?’ öksürüğüydü. Kahveyi
koltuğun sağ tarafına bıraktım ve koltuktan kalkarken tişörtümdeki
domates lekesini fark ettim. Onu çıkartmaya çalışırken bir yandan da
menajerime döndüm. “Lanet olsun.”diye mırıldanırken kafamı kaldırdım ve
onunla göz göze geldim.
Bu bir şaka olsun lütfen.
Ya da olmasın.
Onu o kadar çok özlemişim ki…

“Sen daha uzaklara gitmeden önce
Yüzüne biraz daha uzun bakabilseydim
Sana
seni sevdiğimi söyleyecektim.” Şimdi şarkıyı yazanın sahip olmadığı
şansa sahiptim. Yüzüne baktım. Yavaşça bir adımımı öne attığımda
tökezlediğim için bana doğru uzandı. ‘İyiyim.’anlamına geldiğini umduğum
bir işaret yapıp tekrar yüzüne baktım. Heyecanlanmıştım.

“Gerçeksin,”dedim, “Hayal değilsin.”
“Geldim.”dedi ve iki adımla aramızdaki boşluğu kapatarak bana sıkıca sarıldı.

“Aşk, bu aşk yüzünden,
Bu insan yüzünden,
Bu kadar uzun yaşadım.”

.: Sarki :. 382654_242153909174087_169201539802658_652602_229636630_n
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
.: Sarki :.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: