Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Ask sevdigine Sonsuz Güvenmektir

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Ask sevdigine Sonsuz Güvenmektir Empty
MesajKonu: Ask sevdigine Sonsuz Güvenmektir   Ask sevdigine Sonsuz Güvenmektir Icon_minitimePerş. Şub. 02, 2012 7:44 pm

Edit
Aşk Sevdiğine Sonsuz Güvenmektir – One-Shot



by 한국 이야기 / Hanguk İyagi on Sunday, December 11, 2011 at 5:56pm


Aşk Sevdiğine Sonsuz Güvenmektir – One-Shot

[Adele- Someone Like You] https://www.youtube.com/watch?v=hLQl3WQQoQ0&ob=av2e (Bu müzikle dinlerseniz daha da güzel olur.)

Genç
kız başının içinde şimşek hızıyla girip çıkan baş ağrısı yüzünden
gözlerini açmak için zorladı. Ne yazık ki göz kapakları açılmamak için
ona inat ediyordu. Ama kendisi daha inatçıydı ve zorla da olsa göz
kapaklarını yavaşça yukarı doğru hareket ettirmeyi başardı. Dün gece çok
mu içmişti? Hayır! Peki, o zaman niye başı bu kadar çok ağrıyor ve
vücudunu hareket ettiremiyordu. Kirpiklerini birkaç kez birbirine
değdirdikten sonra etrafa şöyle bir göz attı. Şu, kesin bir şeydi ki
şuan yatağında değildi. Sert bir yerde otuyor ve eklemleri ağrıyordu.
Ekstra olarak da bilekleri sızlıyordu. Loş bir odadaydı ve sadece cılız
bir ışık inatla odayı aydınlatmaya çalışıyordu. Ama o küçücük ışık böyle
karanlık bir odayı nasıl aydınlatabilirdi ki?
Gözleri ona
işkence etmeyi bırakıp loş ışığa alıştığında boş bir odada bulunduğunu
anladı. Bakışları anca anlam bulunca baktığı yeri gerçek anlamda
görebildi. Karşısında tahta bir sandalye ve sandalyenin arkasında
demirden bir kapı vardı. O küçük ama kuvvetli olmaya çalışan ışığı merak
etti, nereden geliyordu? Başını ışığın geldiği tarafa –sağ tarafına-
doğru çevirdi. Gördüğü şey duvarın en yüksek tepesinde çok ama çok küçük
–küçük bir çocuğun kafası kadar- bir pencere vardı. O azimli minik
güneş ışığı dışarıdan buraya sızıyordu. Beyni normal fonksiyonlarına
geldiğindeyse –uyku sersemliği geçince- kendine bakmayı akıl etti.

Bakışlarını kendi vücuduna çevirdiğinde bir sandalyede oturduğunu fark
etti. Kollarını hareket ettirmek, bacaklarından güç alıp kalkmak istedi
fakat yapamadı; çünkü gücü yoktu. Ne olmuştu ona böyle de halsiz
olmuştu? Hâlbuki her sabah uyandığında enerji dolu uyanırdı. İlk önce
parmaklarını hareket ettirdi ve sandalyeye değdiğini fark etti. Daha
sonra yavaşça ellerini hareket ettirmeye çalışınca ellerinin bir şeyle
bağlı olduğunu anladı. Hareket etmeye ellerini o şeyden kurtarmaya
çalıştı ama yeterince hali yoktu. Başını yavaşça sol tarafına çevirdi.
Görebileceği bir şey yoktu, daha doğrusu sadece bir duvar vardı;
demirden bir duvar. Demir mi? Başını 180 derece döndürerek etrafa baktı
ve her yer demirdendi. Başını tam karşıya diktiğinde demir kapıyı
incelemeye başladı. Normal bir kapıydı işte fakat demirdendi ve şimdi
yeni bir şeyler fark etmişti. Kapının yanında duvara asılı olan kırmızı
bir buton ve üzerinde sayıların olduğu bir tuş takımı vardı. Neler
oluyordu ve neredeydi?
“Lanet olsun” diye geçirdi içinden. Hangi
cehennemdeydi. Şuanda vücudu uyuşuk olmasa sandalyeyle birlikte –çünkü
elleri sandalyeye bağlıydı- odadan kaçacak bir delik arar ya da kapı
açılana kadar sandalyeyle vururdu. Fakat böyle bir şey yapamazdı,
bağırmak dışında. Evet, bağırırsa belki bir şey olabilirdi ve ya biri
gelebilirdi. Odanın ses geçirmez olduğunu bilmeden bağırmak için ağzını
açtı.
“Yardım edin!” lanet olsun ki sesi çok cılız ve çatlak
çıkmıştı. E doğal olaraktan bağıramamıştı. Tekrar denedi; “Yardım edin!”
dedi. En azından bu sefer sesi çatlak değildi. Pes etmeyecekti, sesi
çıkana kadar bağıracaktı ya da biri gelene kadar.
“Duyun sesimi
aptallar!” evet işte buydu. Sonunda sesi duyulacak kadar çıkmıştı. Sesi
tüm odayı doldurdu ve tekrar yine kendi kulağına geldi. Fakat o sırada
ensesinde bir ıslaklık hissetti. Gözlerini kapatıp “Lütfen bir şey
olmasın.” diyerek başını yavaşça –yapabildiği kadar- arkasına çevirdi.
Gözleri açtı ve bam!! Hiçbir şey yoktu. Sadece karanlık, çok karanlık.
Demek ki cılız ışığın gücü oralara ulaşamamıştı. Omzunun üzerinden
arkasına bakarken,
“Kimsin?” diye mırıldandı korkudan. Fakat ne
bir ses ne de küçük bir tıkırtı bile yoktu. Başını önüne çevirip aşağı
eğdi. Ayaklarına baktı ayakları bağlı değildi. Ve yine aynı ıslaklığı
ensesinde hissetmesiyle başını hızla yukarı kaldırdı. Etrafına baktı ve
her başını hareket ettirdiğinde ıslaklığı ensesinde hissetti.

Sonunda kıvrak(!) zekâsı olayı kavrayabildi. Çok terlemişti ve kısa
saçları ensesine değiyordu doğal olaraktan ensesinde ıslaklık
hissediyordu. Keşke şuanda ellerini hareket ettirebilseydi de saçlarını
toplasaydı, terlediğinde ensesine değen saçtan nefret ederdi çünkü. Ah
yine karamsar olduğu zamanlarda ki gibi salak salak düşünceler
içindeydi. Elleri serbest olsaymış ta saçlarını toplasaymış eğer buradan
kurtulamazsa bir daha hareket bile edemeyecek ve öbür dünyaya doğru
mükemmel bir uçuş yaşacaktı.
Ama ne yazık ki oda biliyordu,
buradan kurtulmanın neredeyse imkânsız olduğunu. Sonunda tüm gücünün
yettiği kadar “Yardım edin bana!” diye bağırdı.
Tam o sırada
kapının üstündeki tuşlar yeşil yandı, demek ki sonunda onu duymuşlardı.
Kapı tıs diye bir ses çıkardı ve aralandı. Vücudunu hareket ettirmeye
çalıştı fakat uyuşukluk geçmiş olmasına rağmen bu seferde korkudan
hareket edemedi. Kapı yarıya kadar açılıp içeri hafif kır saçlı ve katı
yüz hatlarına sahip bir adam girdi. Kapıyı kapatıp, genç kızın
karşısında ki tahta sandalyeye oturdu.
“Merhaba,Soo
Yeon” dedi gülümseyerek. Soo Yeon adamın dediğini duymamış, neden bu
kadar çok tanıdık geldiğini anlamaya çalışıyordu. Adamın cam mavisi
gözlerine odaklandı o sırada adam bir şeyler konuşuyordu fakat o ses
duymuyor ve geçmişin kendisini ele geçirmesine izin veriyordu. Yani
anılara dalmıştı.
-GERİ DÖNÜŞ (Soo Yeon’un ağzından)-

Her zaman geldiğimiz şirin kafeye gelmiştik ve yine her zamanki yerimiz
olan cam kenarındaki masamıza yerleşmiştik. Ben bir yandan Yoseob’in
yaptığı komik şakalara gülüyor bir yandan da kolamdan yudumlar
alıyordum. O ise yemeğin gelmesini beklerken yine yerinde duramamış ve
bana komik anılarını hararetli hararetli anlatıyordu.
Bir ara
telefonu çaldı ve ekranına baktığında yüzündeki şirin gülümseme yok olup
uçtu. Birden ayağa kalktı ve bana bakmadan “Geliyorum şimdi, bekle
beni.” dedi ve kafenin dış kapısından çıktı. Bende sandalyemi geriledim
ve onu görebilmek için sandalyemin sırt kısmına iyice yaslandım. Bu zor
duruşum iyi bir sonuç vermişti. Onu görebiliyordum ve o dış kapının sol
tarafında, yüzünün yarısını görebileceğim şekilde durmuştu. Telefonda
bir şeyler konuşuyordu. Fakat garip olan telefonla konuşuyor olması
değil, telefondaki kişiyle konuşurken çok ciddi ve gözü kara
gözükmesiydi. Biz önemli konularda konuşurken bile bu kadar ciddi
değildi. Acaba ne olmuştu? Ailesinden birine zarar mı gelmişti de bu
kadar ciddiydi, tepki veremiyordu? Gözlerimi kıstım ve daha dikkatli
baktım. Yanımda şirin ve güleç sevgilim şimdi soğukkanlı gözüken biri
olmuştu. Birden yanımdan gelen
“Hanımefendi yemeğiniz geciktiği
için özür dileriz fakat daha pişiyor. Başka bir isteğiniz var mı?” dedi
nazik sesiyle garson. Bakışları hızla ona çevirip kaşlarımı çatarak
“Hayır yok, gidebilirsin!” dedim azıcık (!) sesli söyleyerek.
Bakışlarımı ve yüzümü tekrar dışarı doğru yönelttiğimde Yoseob orada
yoktu. Küçük bir puf sesini çıkardıktan sonra önüme dönüp sandalyemi
düzelttim ve kollarımı masanın üzerine koydum. Yüzümü kafenin içine
doğru çevirip, içeride Yoseob var mı diye kontrol ederken gözlerim az
önce sesli konuştuğum–tamam kabul ediyorum bağırdığım- garsona takıldı.
Belli ki rezil olmuş ve şimdi de patronundan azar işitiyordu.
Benim
yüzümden mutsuz olmuştu. Hayatımda her zaman insanları kırmamaya dikkat
etmiştim ama o garsonun kalbini kırmıştım. Şimdi gerçekten kendime
kızıyordum. Bakışlarımı garsondan çekmemi sağlayan şey ellerimin
üzerinde hissettiğim soğuk ellerdi. Hemen gözlerimi ellerime doğru
çevirdiğim de soğuktan burnu kızarmış sevgilimi gördüm. Ve yine eski
sevecenliğine kavuşmuş bana 32 diş gülümsüyordu. Ne ara gelmişti ki
içeri?
Tek kaşımı kaldırıp “Telefondaki kimdi?” dedim soğuk
çıkartmaya çalıştığım sesimle. Belli etmeye çalışmasa da yüzüne
tekrardan bir ciddiyet gelmişti. Gözlerimin içine boş boş bakarak
“Hiiç.. Hiç kimseydi.” Dedi yalan söylemeyi sanki becerebiliyormuş gibi.
Bende burnumun üstünü kırıştırıp şımarıkça “Sen deli misin de telefonda
kendi kendine konuşuyorsun?” dedim.
Yoseob’te gülümseyerek
“Aslında… Arayan annemdi.” Dedi. Bende gözlerimi dışarıya çevirirken
kısa bir ‘hımm’ sesini çıkardım. O ise masadaki kollarıyla masaya daha
çok baskı yaparak ve şımarık gülümsemesiyle
“ ‘Gelinim ile ne
zaman tanışacağım?’ Diyor” dedi kıkırdamayı da ekleyerek. Kızaran
yanaklarımı saklamak için başımı eğdim ve masanın altından bacağına bir
küçük tekme attım. Yoseob ise küçük bir ah sesi ile yüzünü ikimizin
elleri üzerine kapattı. Burnu hala soğuktu. Ne çabukta unutmuştum o
telefondaki hallerini.
O günden 1 hafta sonra Yoseb’in
evindeydik –ikimiz-. Ben mutfakta yiyebileceğimiz bir şeyler arıyordum
fakat nafile. Sonuçta burası bir bekâr eviydi ve yemek olmazdı, boş
pizza kutuları dışında. Buzdolabının kapağını kapatmamla yan tarafımda
beliren Yoseob’i görünce küçük bir çığlık attım. Oda benim bu halime
gülerken yanağımı sıkıp
“Korktun mu yoksa?” dedi dalga geçer
gibi. Elimi karnına bir şaplak attıktan sonra “Korkutmamalıydın ve
ayrıca senin evinde niye hiç yemek yok? İnsan sevgilim gelecek diye
yiyecek bir şeyler alır.” Dedim ilk kızgın olan daha sonra çocuklaşan
sesimle. En sonuna da her zaman işe yarayan yavru köpek bakışını
kullandım dudaklarımı bükerken. O ise dizlerinin üzerine çökerken ah
diye bir ses çıkardı ve ellerini kalbinin üzerine götürdü. Hala
dizlerinin üzerindeyken
“Sonunda bu bakışlarınla ölmemi
sağladın. Hoşça kal sevgilim.” dedi şımarıkça ve yere yığıldı. Ben ise
ellerimi belime koyarak bu şirin hallerini kocaman gülümseyerek
izliyordum. Yoseob tek gözünü açıp kafasını hafifçe kaldırarak bana
baktı ve sonra hızla dizlerinin üzerine tekrar gelerek kulağını karnıma
koydu. Kollarına belime sardıktan sonra “Soo Yeon’umun minnak midesi çok
mu açıkmış? Ben şimdi uçarak markete gideceğim ve en güzel mamalardan
alıp geleceğim.” Dedi. Bende onu omuzlarından tutup kalmasını
sağladıktan sonra gözlerine bakarak “Biliyorsu-” lafımı tamamlamama izin
vermeden,
“Biliyorum biliyorum tatlı değil, tuzlu mamalar.” Dedi
sevecenlikle. Bende onu kapıya doğru sürüklerken “Buradaki marketten
bir şey alma.” Dedim ve yüzümü buruşturdum. “Pek sağlıklı değiller,
çoğunun tarihleri geçmiş.” Dedim bir anne edasıyla. Kapıyı suratına
kapatırken “Emredersiniz.” Dediğini duydum. Oturma odasına geri döndüm o
gelene kadar yapacak bir şeyler bulmaya çalıştım. Etrafı gezerken
çalışma odasına girdim. Burası gerçekten çok rahatlatıcı bir odaydı.
Kapının sağ tarafındaki duvarda boydan boya kütüphane vardı ve gerçekten
güzel kitaplar vardı. Odada güzel bir masa ve hatta deri koltuklar
vardı.
Masasına gittim ve oturdum. Dudaklarım büzük bir şekilde
masasının üstünde ellerimi gezdirdim. Aklıma bilgisayarını karıştırmak
geldi. Fareyi oynattığımda zaten bilgisayarın açık olduğunu gördüm.
Ekranda ikimizin geçen yıl Noel’de çektirdiğimiz fotoğrafımız vardı.
Gülümsemeden edemedim. Sonra görev çubuğunda açık kalan bir dosyayı fark
ettim. Üzerine tıkladığımda daha önce hiç görmediğim bir klasörle
karşılaştım. –bilgisayarının her ayrıntısını bilirdim oysa benden bir
şey gizlemezdi.- Merakıma yenik düştüm bu adsız klasördeki bir dosyaya
tıkladım. Fakat dosya açılacağı yere önüme ‘şifre giriniz’ yazısı
çıkıyordu. Bu dosyayı kapattım ve yanındaki başka dosyayı açtım fakat
yine aynı yazıyordu. Aklıma ilk gelen şeyi ‘şifre giriniz.’ yazan yere
‘SOO YEON’ yazdım. Fakat kırmızı yanıp söndü ve ‘yanlış şifre.’
Yazısından sonra tekrar ‘şifre giriniz’ yazısı çıktı. Bu sefer ‘YOSEOB’
yazdım yine yanlış çıktı. Arkama yaslandım ve ellerimle gözlerimi
kapatarak ‘Ne koymuş olabilir?’ diye düşündüm.
Sonra yaptığımın
yanlış olduğunu, insanların gizli eşyalarını karıştırmamız gerektiğini
düşündüm. Ama birden gözümün önüne geçen hafta olan kafedeki yaptığı
telefon görüşmesi ve nasıl değiştiği geldi. Hemen ellerimi gözlerimden
çektim ve sandalyeyi tekrar masaya yaklaştırarak düşünmeye başladım ve
çok kısa bir zamanda buldum. Yoseob hiçbir zaman şifrelerine –kredi
kartı, banka numaraları - asla harflerle bir şey koymazdı. Her zaman
sayıları kullanırdı. Çünkü cümlelerin bulunabileceğini fakat sayıların
kolay kolay çözülemeyeceğini düşünürdü. Bu da demek oluyordu ki burada
ki şifresi de sayılı bir şeylerdi. Neler olabilirdi? Tarih, evet
sayılarla genellikle tarih sayılarını yazardı. O zaman hemen Yoseob’in
dönüm günü sayılarını yazdım ve yine yanlış alarmı verdi. Bu sefer benim
kendi doğum günü numalarımı, ikimizin doğum günlerinin birleşimini
falan hepsini denedim fakat olmuyordu. En sonunda çıkmaya
başladığımızın yıl dönümünü yazmak geldi ve bingo! Doğru yanıt dedi ve
klasör karşımda açıldı.
Okurken gözlerime inanamıyordum.
Uyuşturucu, anlaşma, kaçakçılık için işlemler ve daha nice uyuşturucu
ile ilgili yazılar. Yoseob neler yapıyordu böyle? Ve bir adamın yüzü
dikkatimi çekti. Bir adam resmi vardı ve adam hakkında bilgiler vardı en
sondaki sayfada. Bilgisayar ekranında doğru eğildim ve resme dikkatle
baktım. Adam hafif kır saçlı, keskin yüz hatlarına sahip ve cam mavisi
gözleri olan biriydi. O sırada dış kapının açılıp kapanma sesini duydum
ve hızla klasörü kapattım. Ayağa kalktım ve odadan çıktım. Salona doğru
ilerledim. Titriyordum çünkü çok kötü şeyler öğrenmiştim hem de çok
kötü. Benim sevimli sevgilim bana her baktığında gözlerinde aşktan başka
bir şey görmediğim sevgilim arkamdan bir işler mi çeviriyordu? Daha da
kötüsü insanların canını uyuşturucu pisliğiyle alıyordu.
Salona geldiğimde etrafta Yoseob’i göremedim ama birden ensemde bir acı hissettim ve gözlerim karardı.
-GEÇMİŞ SON-
Soo
Yeon, adamın kendisine attığı sert tokat sonucu geçmişten
sıyrılabilmişti. Yan tarafa doğru düşen yüzü ve sızlayan yanağıyla
başını tekrar adama doğru çevirdi. ‘Ne zırvalıyor bu adam?’ diye
düşündü. O sırada adam tekrar sandalyesine oturdu ve rahatlamak için
kravatını biraz bollaştırdı. Cam mavisi gözlerini tekrar Soo Yeon’a
dikerek “Sana diyorum kaltak. O sevgilin olacak hain nerede?” dedi
sakinleştirmeye çalıştırdığı sesiyle. Soo Yeon ise adamı anca tanımıştı
ve “Sen o resimdeki adamsın.” Diye mırıldandı. Adam bunu duyunca biraz
Soo Yeon’ doğru yaklaşarak “Hangi resimdeki?” dedi meraklı bir sesle.
Genç kız bir süre daha adamın gözlerine baktı, doğruyu söylemek ve
söylememek arasında kaldı ve yalan söylemeyi seçti en azından neler
döndüğünü anlayana kadar. “ Ben.. Ben karıştırmışım.” Dedi yeniden
çatlaklaşan sesiyle. Adam oturduğu sandalyenin arkasına yaslandı ve
derin bir nefes aldı. Sonra dirseklerini bacaklarına dayayarak Soo
Yeon’a yaklaştı.
“Bana sadece bir cevap vereceksin ve sonra da
seni serbest bırakacağım. Anlaştık mı?” dedi ikna etmeye çalışan bir ses
tonuyla. Soo Yeon’da içinden ‘ Tabi tabi, şuna seni öldürüp öyle
serbest bırakacağım demiyorsun da.’ diye düşündü.
“Bana neler olduğunu söyler misiniz?” dedi nazik sesiyle.
“Sen bana sevgilinin nerde olduğunu söylersen.” dedi adam kısasa kısas olarak.
Soo
Yeon bakışlarını yere çevirdi ve “Bilmiyorum.” diye mırıldandı.
Gerçekten de bilmiyordu lanet olası sevgilisinin nerede ne halt
ettiğini. Adam, genç kızın çenesinden sertçe tutup kendisine bakmaya
zorlayarak “Ya söylersin ya söylersin. Boşuna onu korumaya çalışma
bence!” dedi ve tekrardan sertçe elini çekti Soo Yeon’un çenesinden.
Genç kız sinirlenerek “Nerde olduğunu bilsem o pisliği size kendim
verirdim.” Dedi adamın gözlerinin içine bakarken. Sonra sinirlice yan
tarafından gelen güneş ışığına döndürdü kafasını. “Çok kötü bir adam o.
Pisliğin teki.” dedi aklına o dosyalar geldikçe.
Karşısındaki
adam ona inanarak kocaman gülümsedi. “O zaman seni bir süre daha misafir
edelim ve sevgilin gelince seni serbest bırakalım.” Dedi ayağa
kalkarken.
Soo Yeon hareket etmeye çalışarak “ O pislik yüzünden
ölmek istemiyorum.” Dedi çaresizce. Adam kapıyı kapatırken son kez Soo
Yeon’a baktı. “Eğer ecelin gelmişse ölmek zorundasındır.” Dedi ve
gülümseyerek kapıyı çekti.
Genç kız kirpiklerini birbirine vurdu.
Gerçekten şuanda ağlamak istemiyordu ama nafile. Gözpınarlarından
taşmak için yarışan gözyaşları akmaya başlamıştı bile. Soo Yeon böyle
olsun istememişti, o her zaman sade ve güvenli bir hayatı olsun
istemişti. Niye buradaydı ki zaten?
Soo Yeon böyle kendi kendine
düşünüp ağlarken kapı tekrar açıldı. Bu sefer içeri genç bir kız girdi
ve elinde tepsi vardı. Sandalyelere doğru yaklaştı ve Soo Yeon
tepsidekilerin yemek olduğunu gördü. Anca o zaman gerçekten acıktığını.
Siyah saçlı kız elindeki tepsiyi sandalyeye koydu ve Soo Yeon’un yanına
çömeldi. Tepsideki ıslak mendili alıp Soo Yeon’un ağzını ve yüzünü
sildi. Soo Yeon yüzünü silen kıza bakarken kızın gözlerinin altının
mosmor olduğunu, dudaklarının çok fazla çatlamış ve hatta bazı
yerlerinden az az kanların kuruduğunu gördü. İçi acıdı, o asla bir
insanın zor durumda olmasını istemezdi. Kız, Soo Yeon’un yüzünü silmeyi
bitirdikten sonra üzerinde tepsi bulunan sandalyeyi yanına çekti.
Kıza
bakarak “Yardım et bana.” Dedi fısıldayarak. Kız ona bakmadan basitçe
“Yapamam.” dedi. Soo Yeon pes etmeyecekti. Buradan hem kendisi
kurtulacaktı hem de bu zavallı kızı buradan kurtulacaktı. Kız ona doğru
kaşıktaki çorbayı uzatırken Soo Yeon tekrar konuştu.
“Lütfen ben
burada olmamalıyım. Bana yardım et.” Dedi çaresizce. Genç kız durdu ve
Soo Yeon’un gözlerine baktı. Siyah saçlı kızın gözlerinde umutsuzluk,
kırgınlık, bıkkınlık ve ölme arzusu vardı.
“Ben de burada
olmamalıydım ama buradayım. Belki de senin de burada olman için bir
sebep vardır.” Dedi soğuk ve ruhsuz bir sesle. Sonra kaşığı Soo Yeon’un
ağzına yaklaştırırken de “Aç ağzını ve biran önce yemeğini yedireyim.”
Dedi.
Soo Yeon ağzını açtı fakat vazgeçmeyecekti, ne olursa
olsun buradan çıkacaktı. Bakışlarını genç kızın arkasındaki kapıya
tekrar çevirdi kapı şifreliydi, yani bu kıza ihtiyacı vardı. Bakışlarını
tekrar kıza çevirdikten sonra “Bak bana yardım et ve buradan çıkmamı
sağla. Hem seni de buradan götürürüm. Söz veriyorum seni buradan
kurtarabilirim.” Dedi umut veren bir sesle.
Genç kız alayla
gülümsedi ve kaşığı tepsiye bıraktıktan sonra hırkasının kolunu yukarı
doğru sıvadı. Soo Yeon kızın ne yaptığını anlamaya çalışırken genç kız
kolundaki iğne izlerini açığa çıkardı.
“Bunlar ne biliyor musun?
Bunlar uyuşturucunun izleri. Ben bu lanetlere bağımlıyım ve buradaki
adamlar onlara çalışmazsam bana uyuşturucu vermeyeceklerini söylüyorlar.
Ama en önemlisi ne biliyor musun? Uyuşturucu ölmekten daha güzel. Seni
ele geçiriyor ve bir mal gibi yaşamanı sağlıyor. O yüzden sen beni asla
buradan çıkaramazsın. Ve ya diyelim ki çıkardın, bana uyuşturucu
verebilecek misin?” dedi her zamanki ruhsuz ve uyuşturucuya aç olan
sesiyle.
Soo Yeon’un gözleri karşısındaki kız için doldu.
Kendisi ölse de, buradan kurtulsa da en azından temiz ve acı
çekmeyecekti. Ama karşısındaki kız bu bataklıktan kurtulsa bile
uyuşturucunun kıskacından çıkamayacaktı. Ne kadar tedavi görse de yine
başlayacaktı, ama görmeden bilemezlerdi ki. Bu yüzden aklına süper bir
fikir geldi ve kıza bakarak “Ben yemeğimi kendim yiyebilirim.” Dedi
kızın sesi gibi ruhsuz çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Uyuşturucu bağımlısı
kız o sırada hırkasının kollarını aşağıya indiriyordu ve Soo Yeon’a
hızlı bir bakış atıp kısaca “Hayır.” Dedi ve işine geri döndü.
Soo
Yeon kızgınca “Kendim yemek istiyorum.” Dedi. Kız tekrardan kaşığı
eline aldı ve çorbaya daldırırken “Boşuna uğraşma kapı şifreli. Beni alt
etsen bile kapıyı geçemezsin.” Dedi çorba ile dolu kaşığı tekrar Soo
Yeon’a yaklaştırırken.
Soo Yeon kaşıktaki çorbayı midesine
gönderirken “O kadarını anlayabiliyorum. Ben sadece, yemeği kendim yemek
istedim.” Dedi masumca. Genç kız ona yan bir bakışla baktı. Soo Yeon
gözleriyle ‘Doğruyu söylüyorum’ bakışı attı. Kız da derin bir of
çektikten sonra Soo Yeon’un arkasına geçti ve ipi çözdü fakat hızla
Soo’nun yanından ayrılıp kapının yanına gidip elinin butonun üstünde
tuttu. “Eğer yanlış bir hareket yaparsan, anında basarım bu tuşa ve
sonra gelirler seni gebertirler.” Dedi tehditkârca. Soo Yeon eğilip
sandalyedeki tepsiyi kucağına aldı ve yemekleri yemeye başladı. Şu anda
planı tıkır tıkır gidiyordu.
Yemekleri bitirdikten sonra kıza
bakarak “Bitirdim. Ellerimi bağlayabilirsin.” Dedi üzgünce. Kız yavaşça
ona doğru yaklaştı ve elindeki iple Soo Yeon’un arkasına geçti. Soo emin
bir şekilde ellerini arkasına doğru uzattı. Kız tam ipi bağlayacakken
Soo Yeon o zaman planın asıl olayını gerçekleştirdi.
Hızla
elleriyle kızın Soo’nun bileğine tuttuğu –daha bağlayamadığı- ipi tutup
uyuşturucu bağımlısı kızın ellerine doladı ve hemen arkasını dönüp
sandalyeyi devirerek kıza kısa yoldan ulaştı. Kızı itekleyerek karanlık
duvarın dibine dayadı. Soo Yeon’da kızın arkasında onu duvara yaslamış
sıkıca tutuyordu. Kızın ağzını kapattı ve kulağına “Eğer bağırırsan
seni öldürürüm ya da buraya gelenlere beni serbest bırakmak için
ellerimi çözdüğünü söylerim gerisini sen düşün.”dedi hiç olmadığı kadar
korkutucu olan sesiyle. Sonra yavaşça tek elini kızın ağzından çekti.
Kız bağırmıyordu; fakat ondan korktuğu için değil, zaten odanın ses
geçirmediğini biliyordu.
Soo Yeon ipi aceleyle bir kızın eline bir
de kendi eline bağladı böylece ayrılmayacakları. Kararlıydı kızı da
buradan çıkaracaktı. Bunu hemcinsi olduğu ve zor durumda olduğu için
yapıyordu. Kız şaşkınlıkla Soo Yeon’un ne yaptığına baktı.
Soo
kızı kendine çevirdi ve güvenle gözlerinin içine baktı. Orada bir hayat
belirtisi görmek istiyordu. “Ne olursa olsun seni bırakmayacağım.
Buradan beraber çıkacağız.” Dedi. Kızın gözleri dolmuştu. Soo Yeon kıza
yaklaştı ve sakince “Şimdi bana şifreyi söylemelisin. Lütfen bu
bataklıktan beraber çıkalım, yardım et.” Dedi umutla.
Genç kız
Soo’yu kapıya doğru götürürken, Soo Yeon sandalyelerin orada durdu ve
bir sandalyeyi alıp duvara çarptı, tekrar çarptı ve tekrar. Ucuz
sandalye sonunda parçalanabilmişti. Hemen sandalyenin ayaklarından iki
tane kaptı ve kızla beraber kapıya yaklaştılar.
Kız şifreyi girdi ve kapı açıldı.
İşte
şimdi Soo’nun planlayamadığı yer gelmişti. Bu kısımda ne mi yapacaktı?
Doğaçlama.. Evet, şimdi neler olacağını bilmiyordu ve buradan çıkmak
için yanındaki kızdan yardım alacaktı. Kapıdan sessizce süzüldüler ve
upuzun bir koridora çıktılar. Koridorun tam ortasındaydılar ya sağ
tarafa gidecek ya da sol tarafa gideceklerdi. Soo Yeon kıza sorar
gözlerle baktı ve tekrar hatırlattı. “Buradan beraber çıkacağız.” Dedi.
Genç kız başını aşağı yukarı salladı ve sol tarafa doğru yürümeye
başladı. Soo’da onun arkasından iple beraber yürüyordu. Koridorun sonuna
geldiklerinde genç kız durup Soo’ya döndü. “Buradan dönünce bir adam
nöbet tutuyor. Onu nasıl alt edeceğiz?” dedi karamsarca.
Soo
Yeon iple bağlı olmayan diğer eliyle saçlarını kaşıdı ve bir süre
düşündü. Sonra gözlerinde heyecan belirtileriyle kıza baktı. “Sen gidip
onu etkisiz hale getir, beni de buradan al.” Dedi aklına gelen ilk saçma
planı söylerken. Kız başını ‘tamam’ anlamında salladı ve Soo Yeon’un
ipi çözmesini bekledi.
Soo Yeon ipi çözdü ve duvara yaslandı.
Kızda köşeyi dönüp büyük alana çıktı. Soo bir süre bekledi ama kız
gelmiyordu. ‘Lütfen Tanrım, beni kanırmış olmasın, çıkabileyim buradan.’
Diye dua etti. O sırada biri omzundan tuttu ve Soo Yeon hızla elindeki
sopaları boşluğa salladı. “Hey hey yapma dur. Benim..” dedi daha deminki
genç kız. Sonunda geri gelmişti. Soo Yeon hemen kıza dönüp “Nerde
kaldın? Niye bana bir işaret göndermedin, geçemeyeceğim şimdi.” Dedi
üzgünce.
Genç kız Soo’nun kolundan tuttu onu ve yürümeye başladı.
Soo durmaya çalışarak “Adam..” diyebildi sadece. Genç kız omzunun
üstünden Soo Yeon’a bakarak “ Bende bir şey anlamadım ama kimse yok. Hem
de hiç kimse.” Dedi yürümeye devam ederken. Soo Yeon ise sadece kıza
ayak uydurdu.
Büyük alana çıktılar. Burası deponun giriş
alanıydı. Soo Yeon’un ağzı açık kaldı; çünkü burası labirent gibiydi.
Bir sürü koli vardı ve büyük alanın en uzağında kapının tepesini
görebildi sadece. Kızı arkasına alıp eline bir sopa verdi. “Arkamdan
gel” dedi. Soo Yeon önde kız arkada bir süre yavaşça ve ses çıkarmadan
ilerlediler. Daha sonra birden Soo Yeon ensesinde bir ısınma ve acı
hissetti. Yavaşça arkasını döndü. Kız elindeki sopayı havada tutuyordu.
Soo Yeon’un gözleri kararırken siyah saçlı kız birden irkildi ve
ağzından kan gelmeye başladı. Soo Yeon içinden ‘Neler oluyor?’ derken
Soo altta, kız üstte beraber yere düştüler.
Ensesinden başlayan
ve tüm beyninde dolanan acıyla birlikte gözlerini açtı. Gökyüzü
sallanıyordu ve başı birinin göğsündeydi. Kafasını yukarı doğru
kaldırdı ve Yoseob’in yüzünü gördü. “Nerdeydin?” diyebildi yaşadığı her
şeyin kâbus olduğunu düşünerek.
Yoseob bir süre sonra durdu ve
Soo’yu kucağından indirdi. Simsiyah arabanın kapısını açtı ve
sevgilisini oraya oturtturdu. Yere diz çöktü ve ellerini Soo Yeon’un
eline koyarak,
“Sevgilim, şimdi beni dinle. Hemen sürücü
koltuğuna geçiyorsun ve arabayı son gaz anayola doğru sürüyorsun. Asfalt
yola çıkınca da buranın ters yönüne doğru sür ve beni benzin
istasyonunun orada bekle tamam mı?” dedi tane tane. Soo Yeon
yaşadıklarının kâbus olmadığını anlayınca ellerini Yoseob’in ellerinden
hızla çekti ve arabadan çıktı. Bu sırada Yoseob’te ayağa kalkmıştı.
“Sen..
Sen ne haltlar çeviriyorsun Yoseob?! Neden bana kötü şeyler
yaşatıyorlar? Neler oluyor?” dedi kızgınca. Yoseob Soo’ya yaklaştı fakat
kızgın genç kız anında iki adım geri gitti. Artık ona güvenmiyordu, o
tanıdığı Yoseob değildi çünkü. Arkasından işler çeviren, insanların acı
çekerek ölmesini sağlayan Yoseob’tu.
Yoseob sakince nefes aldı
ve “Hemen şimdi arabaya geçiyorsun ve buradan uzaklaşıyorsun. Unutma
benzin istasyonunda bekle beni .” Dedi ve Soo’yu birden kendine çekip
sıkıca sarılırken “Ben geleceğim. Beni merak etme, işimi halledip hemen
senin yanına geleceğim.” Dedi Soo Yeon’u kendinden ayırdıktan sonra
omuzlarından tutup “Seni çok seviyorum. Bunu asla unutma tamam mı? Seni
her şeyden çok seviyorum” dedi ve gözlerinde yaşlar hazır bekleyen kızı
sanki son kez öpüyormuşçasına öptü ve hızlı adımlarla depoya doğru
ilerledi. Kapıdan girmeden önce de kemerinden silahı çıkarıp içeri
girdi.
Soo Yeon sürücü koltuğuna geçti ve kontakta anahtarı
çevirdi. Araba çalıştı fakat Soo Yeon arabayı hareket ettirmiyordu.
Aklına 1 yıl önceki olay geldi.
-GERİ DÖNÜŞ-
Genç kız
elindeki kitabın sonunda bitirebileceğinin mutluluğuyla son sayfaları
okuyordu. Biricik, sevimli sevgilisi de onun bacaklarına yatmıştı. Bu
sevimli ve birbirlerine sırılsıklam âşık çift yemyeşil parktaydılar ve
fıskiyeli havuzun karşısındaki bankta otuyorlardı –daha doğrusu Soo
oturuyordu, Yoseob’te başını onun bacağına koymuş yatıyordu.-

Birden Yoseob başını Soo Yeon’un bacağından kaldırdı ve bir ayağını
bankın üstüne –oturdukları yere- koyarak tüm vücudunu harıl harıl kitap
okumakta olan kıza çevirdi. Sonra küçük bir öksürükle sevgilisinin
dikkatini kendi üzerine çekip “Beni seviyor musun?” dedi ciddi bir
şekilde. Soo başını kitaptan kaldırmadan bu saçma soruya –çünkü Yoseob
sürekli sırf konuşmak için saçma saçma sorular sorardı-
“Tabiki
de.” Dedi. Yoseob eliyle sevdiği kızın narin çenesinden tutup kendine
baktırdı. “Ciddiyim.” Dedi. Soo Yeon kaşlarını çatıp “Sevmediğimi mi
düşünüyorsun?” dedi. Yoseob “Peki, bana güveniyor musun?” dedi bu sefer.
Genç kız kitabı kenara koydu ve oda aynı Yoseob gibi tek bacağını
bankın üstüne koydu. Böylece dizleri birbirine değiyordu ve tam karşı
karşıyaydılar.
“Yoseob nerden çıktı şimdi bu sorular?” dedi kız
soruya soruyla yanıt verirken. Yoseob “Sadece sorduklarıma cevap verecek
misin?” dedi tek kaşını kaldırırken. Soo Yeon onun bu hareketini çok
seviyordu ve bir kere de bir şeyi sorgulamadan Yoseob’in dediklerini
yapmaya zorladı kendini.
“Peki, baştan sor o zaman.” Dedi sevecen
bir şekilde. Genç adam derin nefes aldı, “Beni seviyorsun bunu
biliyorum. Bana güveniyor musun peki?” dedi merakla. Gözlerinin içi bile
gülümseyen kız başını aşağı yukarı sallarken “Tabiki sana güveniyorum
şapşal.” Dedi. Yoseob bir soru daha sordu. “Peki, ben bir hata işlesem
bile yanımda olur musun?” dedi. Soo Yeon işaret parmağını büzdüğü
dudaklarına vururken “Ne suçu işlediğine bağlı.” Dedi basitçe. Daha
sonra işaret parmağını Yoseob’a doğru sallayarak “Eğer ki beni aldatmak
gibi bir hata işlersen işte o zaman seni ayaklarından tavana asarım.
Bilmiş ol!” dedi kızgın rolü yaparak.
Yoseob gülümsedi ve elini
izci yemini yapan çocuklar gibi havaya kaldırıp “Öyle bir hata asla
yapmam merak etme.” Dedi. Fakat tekrar eski haline dönüp “Hala cevap
vermedin. Bir suç işlesem ama seni aldatmak değil, hala yanımda olur
musun?” dedi.
Soo’da ciddileşerek “ Tabi ki de seni yalnız
bırakmam. Biz sevgiliyiz ve ben sadece senin iyi günlerinde değil asıl
zor günlerinde yanında olmalıyım. Sana sonsuz güveniyorum ve ne suç
işlersen işle ne hata yaparsan yap seni asla yalnız bırakmayacağım.”
Dedi kararlı bir sesle.
Yoseob onu kendine çekti ve zor bir pozisyonda olsalar da sıkıca sarıldılar.
-GEÇMİŞ SON-
Soo
Yeon gözünden yaşın akmasını önemsemeden ellerini direksiyona çarptı.
Ne olursa olsun Yoseob’i asla yalnız bırakmamalıydı. O hala onu çok
seviyordu. Yoseob için değilse bile kendi aşkı için sevdiği adamı bu
bataklıktan kurtarmalıydı.
Kontağı kapattı ve arabanın içinde
onu koruyabilecek silah türü bir şey bulmalıydı. Torpidoya, koltukların
altına baktı ama hiçbir şey yoktu. Arabadan çıktı ve etrafa baktı.
Kocaman yeşillik bir alandı ve depo arabanın sol tarafında kalıyordu.
Depoya doğru ilerlerken yerde demir parçası buldu ve ‘bunun burada ne
işi var?’ diye düşünmedi bile.
Hızla eğilip yerdeki demir
parçasını eline aldı ve öylece boşluğa birkaç kere salladı, alıştırma
yapmak için. Sonunda depoya doğru yol aldı ve kapıdan girmeden önce
derin bir nefes aldı. Aslında ne kadar komikti bundan en az bir saat
öncesine kadar ne olursa olsun buradan çıkmak için çabalayan kız şimdi
aynı çabayı girmek için yapıyordu.
Deponun kasvetli havasını
hissedince titredi. Ve silah sesleri geliyordu. Büyük kolilerin
arasından geçti, geçti ve yine geçti fakat değişen bir şey yoktu; hala
deponun giriş bölümü olan büyük alandan başka bir yere gidemiyordu. Soo
Yeon seslenmeyi düşündü. Ama sonra vazgeçti, silah sesleri geldiğine
göre burada Yoseob’ten başkaları da vardı.
Yavaşça yürürken
ayağı bir şeye takıldı ve yumuşak bir şeyin üstüne düştü. Kafasını
kaldırınca ölü bir insanın üstüne düştüğünü görünce küçük bir çığlık
attı. Ama sonra hemen elleriyle kendi ağzını kapattı. Cesedin yüzünü
örten siyah saçları itince bu onu kandıran uyuşturucu bağımlısı olan kız
olduğunu anladı. Onu da buradan çıkartmak istemişti ama yerde yatan
ceset onu arkadan vurmuş ve sonrada hatırlamadığı bir şekilde
öldürülmüştü. Cesedi arkasında bırakarak koştu.
Daha fazla
ilerledikçe silah sesleri yakınlaşıyordu. Genç kız korktu ama Yoseob’i
bulana kadar gitmeyecekti. Labirentten sola doğru döndüğünde sonunda
Yoseob’i görebilmişti. Orada çömelmiş ve arada bir başını uzatıp bir
yerlere ateş ediyordu. Aslında hızla koşsa oraya Yoseob’in yanına
gidebilirdi. Elindeki demir parçası daha bir kavradı ve havaya kaldırdı
her ihtimale karşı. Tam adımını atacakken artık morarmış ensesinde bir
darbe daha hissetti. Ve gözleri tekrar karanlıkla buluşmaya
hazırlanırken son kez Yoseob’a baktı ve vücudunun yere düşmesine izin
verdi. Son duyduğu sesler ise “Yoseob yardımına geldik, sen geri
çekilebilirsin.” Diyen kalın bir ses ve siren sesleriydi.
Soo
Yeon bembeyaz bir odada gözlerini araladı. Bu sefer başı çok ağrımıyordu
ama yine de biraz ağrı vardı. Gözlerini aralarken birinin ellerini
sıktığını hissetti ve gözlerini açtığında ona kocaman gülümseyen
Yoseob’i gördü. Yoseob yine aynı Yoseob’ti birde kaşındaki yarayı
saymaysak.
Genç kız kalkmaya çalıştı fakat Yoseob onu
omuzlarından yatağa sabitledi. “Küçük hanım sözümü dinlemediniz ve
başınızı belaya soktunuz. Şimdi bu yataktan kalkmama cezası veriyorum
size.” Dedi her zamanki sevecen sesiyle. Soo Yeon başını Yoseob’e doğru
döndü ve “Neler olduğunu ne zaman anlatacaksın?” dedi çatlayan sesiyle.
Yoseob yumuşacık eliyle sevdiği kızın yüzünü okşadı ve “Tamam
anlatacağım.”dedi.
-----
-----
----- -----
Yoseob
aslında uyuşturucu işi yapan biri değil, pis işleri yapan kişileri
ortadan kaldıran devletin adamıydı. Devlet ona kişilerin dosyalarını
gönderiyor ve oda o kişilerin yanında çalışıyor ve yaptıkları her şeyi
devlete ihbar ediyordu. Böylece devlet kısa yoldan bütün kötülükleri
kaldırıyordu. Yoseob artık bu işi bırakmak ve sevgilisiyle normal bir
yaşam sürmek istemiş ve istifa etmişti. Devlet ise bu başarılı adamına
son bir iş vermişti. Uyuşturucu işinde çok iyi olan bu pis cam mavi
olarak anılan adamın planlarını devlete sızdıracaktı. Ve zaten yapıyordu
da. Fakat biri Yoseob’i cam mavi lakaplı adama ihbar etmiş ve adam da
Yoseob’in evini basmıştı; ama o gün Yoseob markete yiyecek almaya
gittiğinde Soo Yeon evdeydi ve işte Yoseob’i tek başına kendilerine
çekebilmek için Soo’yu kullandılar. Tabi Yoseob öğrenir öğrenmez kendi
başına direk ona söyledikleri depoya geldi. Soo Yeon’u gördüğünde tam
yanına gidip onu ve yanındaki kızı kurtaracakken Soo’nun arkasındaki kız
elindeki sopayla Soo Yeon’a vurdu ve Yoseob’te direk o kıza ateş etti.
Ve ikisi de yere düştüğünde Yoseob ölü kızın cesedini biricik
sevgilisinin üzerinden çekip, Soo’yu çıkışa taşıdı.
Soo Yeon’un
arabayla oradan uzaklaştığını sanarak içeri girdi ve çatışmaya başladı.
Çatışmanın en iğrenç zamanında yardımına polisler gelmişti ve yerde Soo
Yeon’u görünce şok oldu. Hemen yerde baygın yatan –ve başında polis
olan- kucağına aldı ve arabaya yerleştirip polislerin suçluları
götürmesini izledikten sonra o da hastaneye gitti.
Ve aradan
bir hafta geçti. Yoseob görevinden istifa etti ve baya yüklü bir maaş
aldı. İlk iş olarak Soo Yeon’un çok gezip görmeyi istediği Mısır’a
götürdü ve oradan ülke ülke dolaştılar paraları bitene kadar.
Şimdi ise güzel evlerinde mutlu mesut yaşıyorlar. Ve her zaman birbirlerine sonsuz güvendiler…

SON

YAZAR: HABİBE SELAM
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ask sevdigine Sonsuz Güvenmektir
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Vampirin Sonsuz Aşkı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: