Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 ...*Günlük*...

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:05 pm

Adı: GÜNLÜK
Yazar: Vildan Kara
Yazarın notu: Hope
is a dream that never sleeps’ın yazarıyım. Yazma içgüdüme engel
olamadığımdan yeni bir hikâyeyle karşınıza geldim^^ Umarım beğenerek
okursunuz. Tanıtım yapmayı çok beceremesem de ilginizi çekeceğini
umuyorum.
Karakterler: Eun Jung, Young Min, Ha Neul, Dae Sun..
Türü: Romantik, dram
Tanıtım:
Hayatının ilk on yılının tek zerresini bile hatırlamayan 20 yaşındaki
Eun Jung’un bir günlük ile değişen hayatını konu alıyor hikâyem.
Eun
Jung, üniversitede edebiyat okuyan ve ev arkadaşı Ha Neul ile yaşayan
genç bir kız. Hayatın gel gitleriyle boğuşurken ona kılavuzluk eden bir
günlük bulmasıyla tamamen farklı bir kaderin içine doğru sürüklenir.
Onun bu yolculuğunda yalnız bırakmayanlar olacaktır elbet…
Young
Min, 22 yaşında felsefe öğrencisi, Eun Jung ile kaderi farklı şekillerde
kesişen hayattı gelişi güzel yaşayan serseri tipli bir deha.
Dae Sun, Eun Jung’un yaklaşık on yıllık arkadaşı, fedakar, zeki ve çalışkan..


" Eda Ergüzel'e ithafen"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:06 pm

GÜNLÜK
1.Bölüm : Anımsamak..
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=CFM2XLBDF74 ) Yiruma- Maybe..

Çekik
gözlerini kapatıp rüzgârın uğultulu sesini dinliyordu. Onun yumuşak bir
el gibi dalgalı saçlarını okşayışını hissetti iliklerine kadar. Aldığı
derin nefesle sanki bütün dünyayı içine çekmiş gibi hissediyordu. Özgür
olmayı ilk defa tadıyordu sanki o an, gökyüzünde yavaşça süzülen
kuşlardan farksızdı. Göz pınarından kurtulup yanağından kayarak inen
damla rüzgârın içinde eriyip kaybolmuştu. Kırpıştırdığı gözlerini silme
ihtiyacı bile hissetmedi. Bir adım daha ileri yürüdü. Bu korku ve
heyecanla karışık duygu onu nedense iyi hissettiriyordu. Uçurumun
kenarına iyice yaklaşmıştı. Sadece bir adım sonra elinden kayabilecek
hayatını düşündü o an.
Taktığı kulaklıklardan yükselen bu güzel
piyano sesi bu muhteşem tabloyu tamamlıyordu sanki. Kollarını iki yana
açtı rüzgârı kucaklıyormuş gibi. Sonsuza kadar burada kalabilirdi. Az
önceki hüzünlü gözleri daha bir mutlu bakıyordu uçsuz bucaksız okyanusa.
Sadece yalnız olduğunda kendi gibi hissettiğindendi beklide bu karışık
duyguları. Geç kaldığını fark ederek beyaz kulaklıklarını kulağından
çıkardı.
Yandaki uzun çimenlerden bir kıpırdanma olduğunu fark
etti. İrkildi, bir adım geri attı. Yerinden doğrulan ağzında saman
çöpüyle ona şaşkın gözlerle bakan serseriyle göz göze geldi. “Sen de
nereden çıktın?” dedi o an ki şaşkınlıkla Eun Jung. Karşısındaki kendini
bilmez ise bir o kadar rahat davranıyordu ki bu tavırları daha fazla
sinir etmişti Eun Jung’u. “ Yaa sana diyorum” dedi tekrardan korkuyla,
acaba sokaklarda dolanan bir alkolik ile mi konuşuyordu?
“ Sessiz
ol” diye kafasındaki saçlara götürdü elini Young Min. “Beni rahatsız
eden sensin” diye ekledi son emir içeren cümlesine.
Eun Jung karşısında bu denli rahat davranan çocuğa dikkat kesilmişti. “Rahatsız mı?” diye sordu küçümser bir tavırla.
“Evet,
atlayacaksan atlasaydın ya. Ki tavsiye etmem bence daha acısız
yöntemler var onları denemelisin.” Dedi umursamaz bir tavırla serseri,
ağzındaki saman çöpünü yere üfleyerek.
“Atlamak mı?” Eun Jung aynı dili konuştukları halde neden bu çocuğu anlamıyorum diye geçirdi içinden. Belli ki saçmalıyordu.
Arkasından arkadaşının seslenmesiyle kendine geldi Eun Jung.
“Eun
Jung hadi geç kalacağız” diyordu Ha Neul eli ile gel hareketi yaparak.
Eun Jun tüm bu düşüncelerden sıyrılıp arkadaşına doğru yürürken
arkasında kalan Young Min ayağa kalkmış üstünü silkeliyordu. “Eun Jung”
diye tekrarladı genç kızın adını gülümseyerek.
Eun Jung ile Ha
Neul hafta sonu için yaptıkları bu Jeju gezisinden memnun kalmışlardı.
Eun Jung çocukluğunun geçtiği bu yeri her ne kadar hatırlayamıyor olsa
da görmekten büyük mutluluk duydu. Yirmi yaşına gelmişti ama hayatının
ilk on yılı neredeyse yok gibiydi. Hepsi o kaza yüzündendi. Hatırlamamak
için zihninin en derinlerine gömdüğü duyguları diğer bütün anılarını da
hapsetmişti.
Eun Jung’un büyük annesinin evine geri döndü iki
arkadaş. Bu eski Kore evlerinin içinde yaşamak her ne kadar çok zor olsa
da böylesine kültür kokan bir yerde bulunmak onlara iyi gelmişti.
Eun
Jung büyük annesinden” odalarda biraz daha dolaşabilir miyim?” Diye
izin aldıktan sonra daha önceden gözüne kestirdiği odalardan birinin
sürgülü kapısını çekerek içeri adım attı. Bu muhtemelen kullanılmayan
bir odaydı. Dışarıdan pencere yardımıyla içeri giren güneş ışığı bu
tozlu küçük odayı aydınlatıyordu. Küçük pencere bahçenin en güzel
yerlerinden birine açılıyordu. Gıcırdayan tahta zeminde yavaşça
ilerleyerek odayı keşfe çıktı Eun Jung. Zamanda yolculuk yapmış gibi
hissediyordu kendini. En kötüsü de zihninde zerre kadar bir anı
olmayışıydı bu evde. Pencereye yaklaştı, küçük olmasına rağmen gelen
ışık gözlerini kamaştırmıştı. Kısarak baktığı gözlerini pencereden
dışarı yönlendirdi. Cılız ama yıllanmış bir ağaç çarptı gözüne. Ne kadar
zihnini zorlasa da ufak bir anı bile ulaşamadı zihninin kuytularından.
Küçük kutulularla dolu kullanılamayan bu oda nedense onu huzurlu
hissettirmişti. Tahta sofada bulunan kutulara yöneldi. İçinde birçok
eski kitap bulunan bu kutu o kadar tozlanmıştı ki dokunmaya bir an
tereddüt etti Eun Jung. İnce uzun parmaklarını uzattı ve kutunun
kapağını açtı. Bir sürü kitap doluydu, şaşırmadı bu görüntüye. Babasının
da kendi gibi bir kitap kurdu olduğunu duymuştu. Daha önce bu eve neden
gelmek için kendini tuttuğunu sorguluyordu. Korktuğu gibi buraya gelmek
ona acı vermemişti. Aksine iyi hissettiğini bile söyleyebilirdi.
Derin
bir nefes alarak ciğerlerinden çıkardığı hava ile tozları
uzaklaştırmaya çalıştı. Ne yazık ki alerjisi olduğundan bu işlem ona
öksürük olarak geri döndü. Kendini toparladıktan sonra kitapların
üzerinde gezdirdi parmaklarını. Belki de bu yıllanmış kitaplar ondan
daha çok anıya sahiplerdi. Ciltlerinin işlemesi ve kabartmaları çok
hoşuna gitmişti, burada çürümeye terk edilmeleri ne kadar kötüydü.
Onları almayı düşündü Eun Jung ne de olsa büyük annesi bunlarla pek
ilgilenemiyordu.
Ciğerlerine daha fazla eziyet etmemek için eline
kutuyu alarak odadan dışarı çıktı. Onun bu halini gören büyük annesi
gülümsedi. “İşte şimdi neden tam babanın kızı olduğunu anlıyorum” dedi
kırışmış gözlerini silerek. “O da bir yere gitti mi ilk kitapları
karıştırırdı” dedi özlemle torununa baktı. Oğlunu kaybetmiş olmanın
acısı üzerinden yıllar geçmiş de olsa yüzünden okunuyordu. “Eun Jung gel
sana bir daha sarılayım “ diye açtı kollarını genç torununa. Eun Jung
tereddütsüz büyük annesine koştu bu şefkate ihtiyacı vardı. Özlemişti
onu…
Eun Jung on yaşında bir kaza sonucu yetim kalmıştı. O kaza
sonrası bütün anıları yok olmuştu. Doktorların söylediklerine göre bu
bir savunma mekanizmasıydı. Beyni bütün kötü anıları bir anda yok
etmişti acı çekmemek uğruna. Büyük annesiyle o üniversiteyi kazanana
kadar Seul da yaşadılar. Daha sonra arkadaşı Ha Neul ile bir ev tuttu ve
büyük annesi yıllarını verdiği Jeju daki evine geri dönmüştü. Eun Jung
uzun süre oraya gitmeyi ertelese de bundan uzun süre kaçamayacağını
anlamıştı ve Jeju ya gitmeyi kabul etti. Ne yazık ki beklediği
gerçekleşmemişti zihninde en ufacık bir anı belirmemişti.
Ertesi
günü okulu vardı iki arkadaşında, o yüzden yola çıkmaları gerekiyordu.
Ha Neul hava alanına gitmek için çağırdığı taksiye bindi, Eun Jung da
bagaja aldığı kitap dolu ağır kutuyu yerleştirdikten sonra büyük
annesinin yanına döndü.
“Büyük anne söz artık daha sık ziyaretine
geleceğim ama sende beni unutma Seul’a gel mutlaka” diyerek sarıldı ve
bu emektar kadının kollarında şefkati bir kez daha tattı. Nemlenen büyük
annesinin gözyaşlarını parmaklarıyla sildi.
“Aaa yapma böyle bak geleceğim söz” diyerek el salladı büyük annesine ve taksiye yöneldi.
Hava
alanına giderken arkadaşı Ha Neul ‘un omzuna yasladı başını. Hatırlamak
için zihnini çok zorladığından olsa gerek başına ağrı saplanmıştı.
Yanındaki arkadaşının camdan seyir ettiği deniz manzarasıyla iç
geçirmesini izledi. Bu yolculuktan memnun kalması Eun Jung’u da çok
mutlu etmişti. Zira bu uzun yolculuğa sırf arkadaşını yalnız bırakmamak
adına çıkmıştı Ha Neul. Eun Jung derin bir iç çekmenin ardından içinden
geçenleri arkadaşına aktardı. “Teşekkürler, sen olmasan cesaret
edemezdim” dedi içinde oluşan bütün minnet duygusuyla.
“Tabi ki
gelecektim. Aşk olsun bensiz bu güzel yerleri görebileceğini mi
sanıyordun?” diyerek Eun Jung’un dizlerindeki elini sıktı Ha Neul. Eun
Jung bir insan daha ne isteyebilir ki diye düşündü o an belki Tanrı
ailesini ondan almıştı ama kız kardeşi kadar çok sevdiği arkadaşı hep
onunlaydı. Ve daha bir çok arkadaşı.. Kitapları unutmamak gerekir tabi
bu sıkıntılı dünyasında açılan gizli birer kapıydı Eun Jung’un. Bir
edebiyat öğrencisi olarak fazlasıyla ilgiliydi kitaplarla. Onlarla yatıp
kalkıyor denebilirdi öyle ki sevgili ev arkadaşı, can yoldaşı Ha Neul
onları kıskandığı bile olmuştu.
Hava alanına vardıklarında uçağın
kalkış saatine daha vardı. İkili oturup beklerken Ha Neul’un aklına bir
şey gelerek aniden arkadaşına döndü.
“Sahi o yanındaki kimdi?”
diye sordu merakla yanındaki Eun Jung’a. Eun Jung soruyu tam olarak
anlamamış olacaktı ki aynı soruyu yineledi.” Kim kimdi?” dedi. “Ya hani o
uçurumlu tepenin orda bir çocukla konuşuyordun, onu diyorum arkadaşın
sandım” dedi Ha Neul gülümseyerek devam etti “ Hatta yakışıklı çocukmuş
beni tanıştırmadın alçak” diyerek dirseğini Eun Jung’un koluna geçirdi.
Eun Jung anlamsız gözlerle bakarak olayı hatırladı. “ Yanlış fikirlere
kapılma canım adını bile bilmiyorum, serserinin tekiydi” dedi umursamaz
gözlerle bakarken yüzünü hatırlamaya çalıştı serserinin “o kadar da
yakışıklı değildi” diyerek tısladı içinden Eun Jung, oldum olası Ha
Neul’un zevkine bir anlama veremezdi zaten.
“Tüh, keşke
tanışsaydık” diye kollarını önünde birleştirip pişmanlık yaşadığını
belirterek önündeki dergiye göz gezdirdi Ha Neul. Uçak kalkış anonsu
yapılınca ayaklanıp yerlerinden doğruldu ikili. İki günlük Jeju
tatilleri bu kadardı ama ikisi de mutlu ayrılıyorlardı buradan.
Uçak
beyaz bulutların üzerinde süzülürken Eun Jung gözlerini bu doğa
güzelliğinden ayıramıyordu. Bu devasa uçsuz bucaksız beyaz tarla ona
cenneti anımsatıyordu. Ailesi orada mıydı? Anne, baba diye geçirdi
içinden elini küçük cama yasladı. Gözlerinden birkaç damla hasret
gözyaşı düşmesine izin verdi. Ha Neul yorgunluktan koltuğunda uyuya
kalmıştı..
Eve vardıklarında hava kararıyordu. Ha Neul taksiciye
parayı uzatırken Eun Jung kalıbına bakmadan o kocaman kutuyu ve bir
valizi yüklenmeye çalışıyordu. Ha Neul peşinden koştu, “ya bırak, bir
yerini inciteceksin şimdi” diye söylenerek valizi kaptı elinden.
Evlerine
geldiklerinde ikisi de yorgunluktan bacaklarını koltuğa uzatmış baygın
baygın yatıyorlardı. Bu halleri komik gelmişti gülmeye başladı Ha Neul.
“Tatilde bu kadar çok yorulan görülmemiştir herhalde “ diye kahkaha
atarak konuşmaya çalıştı. Eun Jung da kendisini tutamaya çalışarak
gülüyordu “ Hepsi senin suçun, her yeri gezemeyeceğimizi sana
söylemiştim” dedi.
Yerinden doğruldu hadi yatalım yarın okula gidemeyeceğiz yoksa diyerek elinden tuttuğu arkadaşını da yerinden kaldırdı Eun Jung.
Üst
kattaki odasına çıktığında açık pencereden esen ılık son bahar rüzgârı
yüzüne vurdu Eun Jung’un. Ay ışığı odanın ürkünç görünmesine neden olsa
da, hareket eden perde ile dans eden rüzgâr onu iyi hissettirmişti.
“Pencere açık kalmış” diye söylenerek yatağına uzandı. Gece lambasını
yaktı, tavana diktiği gözlerini kırparak son iki günde yaptıklarını
düşündü.” Biraz yardımı dokunsaydı” diye geçirdi içinden, en azından
annesiyle babasının yüzlerini hatırlayabilseydi. Fotoğraflara baktığında
yabancı iki insanı inceliyor gibi hissetmeseydi kendini. Başucundaki
komedine uzandı, kendisi, anne ve babasıyla olan fotoğrafı inceledi
tekrardan. Beklide boşuna çabalıyordu. İç çekerek göğsüne bastırdı
çerçeveli fotoğrafı ve öylece uyuya kaldı.
Büyük gürültüyle odaya
dalan arkadaşı bile onu uyandırmaya yeterli olamamıştı. Ha Neul “kalk
hadi” diye tepinse de ufak bir tepki vermeye bile üşendi Eun Jung. “Yaaa
geç kaldık hadi ama “ dedi Ha Neul “Unuttun mu bugün Prof. Sang’ın
dersi var bak bu sefer kesin bırakır bizi” diye inledi.
Eun Jung
her ne kadar yatağın içinden çıkmak ölümden beter gelse de gerinerek
yatağından doğruldu. “Kendi adına konuş, bütün devamsızlık haklarını
mağaza gezmek için bitiren ben değilim” diye iğneledi ev arkadaşını.
Tabi bu sözleri kafasına yediği bir yastık darbesi olarak geri geldi
ona. “Çok konuşma da kahvaltıya in” dedi Ha Neul.
Üstüne sıcak
havayla uyumlu ince beyaz bir buluz ile kot pantolonunu geçirerek saçını
aynada düzeltti Eun Jung. Dolabının yanındaki kitap dolu kutu ilişti
gözüne, yorgunluktan dün inceleyememişti. Bu gece onunla ilgileneceğine
dair söz verdi kendine.
Kahvaltının ardından evlerine yarım saat
mesafedeki üniversiteye ulaşmışlardı. Ne yazık ki onları kötü bir
sürpriz karşıladı. O sıcacık yataklarını terk ettikleri ders iptal olmuş
herkes amfiyi tek tek boşaltıyordu. Ha Neul büyük üzüntüyle kapıda
dikildi. “İnanmıyorum ya bu kadar olur. Ben derse gelmesem kesin iptal
olmazdı” diye dövündü mızıkçı çocuklardan farkı yoktu o sırada. Eun Jung
hiç oralı olmuyordu. “Yaa hadi gidip kıyafet bakalım mı?” diyen sevgili
ev arkadaşının önerisine bile tepki vermedi. “ Sen istediğini yap ben
kütüphaneye gidiyorum” dedi Eun Jung. Arkasından dil çıkaran Ha Neul’u
göremeden boş koridorda yumuk uykulu gözleriyle sallana sallana yürüdü.
Uykusu
henüz açılmamıştı Eun Jung’un, aldığı sıcak kahve dolu bardağı ile
kütüphaneye yöneldiği boş koridorlarda düşünceye dalmıştı. Bir anda
sıcak kahve dolu bardağın o güzelim beyaz bluzu ile kahverengiye
dönüşmesini izledi. Koşarak kendisine çarpan bu aptalın kim olduğuna
bakmak isterdi ama sıcak kahvenin tenine işlemesi acı ile kıvranarak
çığlık atmasına neden oldu. Arkasına dönen bay sakar yaptığı hatanın
farkına yeni varmıştı. Derse yetişeyim derken kızın elindeki kahveye
çarptığını onun acı ile kıvranışından anlamıştı. Aynı koşar adımlarını
geri yönelterek Eun Jung’un yanına vardığında ne yapacağına emin
değildi. “Şey çok özür dilerim, istemeden oldu” dedi Eun Jung’un yüzünü
incelerken.
Eun Jung hala eliyle bluzunu çekiştirip acısını
hafifletmeye çalışsa da tepesine dikilen sakar çocuğun yüzüne bakamadı.
“Önemli değil” diyerek geçiştirdi.
“Gitmeliyim” dedi sonrasında tuvalete yöneltti kendini Eun Jung. Bugün berbat başlamıştı onun için.
Koridorda
Eun Jung’un aksi istikametine yönelen bay sakar sırt çantasını omzuna
atarak şeytanca gülümsedi. “Eun Jung!” dedi adımlarını hızlandırırken…
------------
Evet, yeni bir hikâyeyle karşınızdayım^^ Ama bu sefer GERÇEKTEN bol yorum isterim lütfen beni yorumsuz bırakmayın Wink Vildan Kara
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:07 pm

2.Bölüm Kütüphanedeki yabancı..

(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=vKQ7hMwVNPI&feature=related )

Eun
Jung söylene söylene elindeki peçete tomarıyla bluzunu temizlemeye
çalıştı. Güzelim beyaz bluz krem rengi dalga şeklinde desenlere sahipti
artık. Daha fazla berbat ettiğini fark edince durdu. “En iyisi eve
gitmek” diye söylendi. Dudak bükerek lavabodaki aynaya baktı. Ellerini
bir çırpıda yıkayarak dışarı çıktı.

Gönüllü çalıştığı
kütüphaneye bugün gidemeyecek olması canını sıkmıştı ama iki dakika
içinde unutup kendine gelirdi nasıl olsa. Kulağına kulaklıkları takıp
ruh haline uygun bir müzik ile doldurduğunda aklına ne kirlenen bluzu ne
de giden terslikler geldi.

Eve gidip değiştirdiği
kıyafetiyle ev arkadaşı Ha Neul’un mağaza gezmek, keşfetmek şölenine
katılmaya karar verdi. Hafta sonu onu yalnız bırakmayan arkadaşının
boynu bükük dolaşmasını istemeyerek evden dışarı attı kendini.

Hâlbuki
alışverişten nefret ederdi Eun Jung. Hele ki her mağazada saatlerini
harcayabilecek kapasitede bir arkadaşı varsa bu gezinti onu Çin
işkencesinden beter ederdi. Bu kararına akşama ağaran ayakları ile çok
pişman olacağını biliyordu.

Ha Neul onu bir mağazanın
önünde bekliyordu. “Ne iyi oldu geldiğin” diye sevinç naraları atan
arkadaşına baktı hüzünle Eun Jung, onun birazdan mağazalarda kendinden
geçip canavar gibi her yere saldıracağından emindi. Ah hele takı,
ayakkabı Ha Neul’un uzmanlık alanıydı.

Akşama doğru Eun
Jung yorgunluktan artık eve gitmek konusunda üç yaşındaki çocuklar gibi
mızmızlanırken Ha Neul onu “bu son mağaza söz” diye oyalıyordu.

Kaderine
mahkûm olup girdikleri kaçıcı son olduğunu bilmediği mağaza da kendini
koltuğun üstüne attı Eun Jung. Ha Neul kendini kaybetmişçesine mağazada
dolaşırken Eun Jung’un telefonu çaldı. Arayan eski dostu Dae Sun
olduğunu görünce büyük bir sevinçle telefonu açtı.

“Alo,
Dae Sun gel beni kurtar” diye yardım istedi Eun Jung. “Gene ne oldu”
dedi karşısındaki ses gülerek. “Ahh hiç yapmamam gereken bir şey yaptım.
Ha Neul ile alışverişe çıkma gafletinde bulundum” dedi ağlamaklı bir
ses tonuyla. Bu halde onu fark eden mağaza çalışanından utanarak sesini
alçalttı.


“Hahaha bence artık çok geç, hata sende”
dedi Dae Sun. Asıl arama sebebini hatırlayarak ciddileşmeye çalıştı. “
Hafta sonu için aramıştım aslında” dedi Eun Jung’un bir şeyler
hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyordu.
“Sevgili psikoloji öğrencisi ilk hastan ile ilgilenmeyi keser misin artık?” diyerek güldü Eun Jung.

“Bende
seni arayacaktım, maalesef hiçbir şey yok. Tek bir yüz bile. Artık
umudumu kaybetmek üzereyim” diye devam etti. Mekân imkân verse
ağlayabilirdi Eun Jung ama o bunları söylerken Ha Neul’un denediği pembe
elbisenin yakışıp yakışmadığını işaret dilleriyle anlatamaya
çalışıyordu. Süper anlamına gelen bir göz kırpmanın ardından telefondaki
sese tekrar odakladı kendini.

“Hemen umutsuzluğa kapılmaman gerektiğini söylemiştim sana” dedi telefondaki ikna edici ses.
“Biliyorum
ama sadece çok yoruldum” dedi bitkin bir ses tonuyla Eun Jung.
Oflayarak devam etti “Bu konuyu sonra konuşsak”. Kısa bir görüşürüz ve
iyi akşamlar faslından sonra telefonu cebine yerleştirdi. En azından
telefon görüşmesi sırasında Ha Neul işini bitirmişti.

“Artık
eve gidiyoruz değil mi?” diye baktı yalvaran gözlerle Ha Neul’a Eun
Jung. “Tamam, ev kuşu gidiyoruz” dedi. Eun Jung mutluluktan çığlık
atmamak için zor tuttu kendini.
Eve vardıklarında alnındaki hayali
teri silerek Ha Neul’a baktı Eun Jung. Bugünü de atlattık diye evin
içine doğru koşturarak televizyon karşısındaki koltuğa kendini attı.
“İşte hayat bu” diyerek kollarını iki yana açarak söylendi.
“Ya sen nasıl kızsın öyle, bir ay çıkmayalım desem çıkmazsın şu evden” diye söylendi Ha Neul mutfağa giderken.
“Yanılıyorsun,
kütüphaneye gitmek için mutlaka çıkardım.” Diye arkasından bağırdı Ha
Neul’un Eun Jung. Keyifle aldığı kumanda da birkaç kanal gezdi.

Akşam
yemeğinden sonra küçük kütüphane kıvamına gelmiş üst kattaki odasına
çıktı Eun Jung. Sabah acele ile çıktığından odası dağınıktı. Birkaç
toparlama ve dolaba tepme işleminden sonra yatağına uzandı. Aklına kitap
dolu kutuyu inceleme fikri geldi ve birden yerinden doğruldu. Dolabının
yanına bıraktığı kutuya eğildi, kapağını açtı.
Kim bilir kaç
senedir gün yüzüne çıkarılmamış bu kitaplara dokunmak ona kendini iyi
hissettirmişti. Kitaplarında bir dili olduğuna inanırlardı o. Onlar da
insanlar gibi bir sürü anıya sahiplerdi. Onları da zaman yıpratırdı.
Bazen hayatlarından yüzlerce kişi geçerdi onların da..

Eline
aldığı ilk kitabın sayfalarını özenle araladı. Sağ üst köşesinde siyah
mürekkeple yazan ismi okuyunca gözleri doldu. Park Shin Hyun.
Parmaklarını ismin yazdığı yere getirip okşadı. Yanağından kayıp
sararmış kitap sayfasını ıslatan gözyaşlarına baktı Eun Jung. Yutkunarak
ilk sayfayı çevirdi. Kitabın adı “Uğultulu Tepeler” idi. Bu kitabı
kendisinin de okumuş olması onu daha fazla mutlu etti. Yıllardır
özlemini duyduğu babası bu kitabı okurken “ne hissetmişti acaba?” diye
geçirdi içinden.
Birkaç kitabı daha inceledi gözlerinin dolmasına
engel olamayarak. Elini kutunun en altında kalan kitaba yöneltti Eun
Jung. Bunun bir kitap değil de defter olduğunu kapağını açınca fark
etti.

Sararmış sayfalara eğri büğrü yazılmış yazılarda
gezdirdi elini, bu babasının yazısına benzemiyordu. Sanki bir çocuk el
yazısı gibiydi. Kim olduğuna dair bir işaret aradı, başında sonlarında
bir isim geçmiyordu. Bu durum merak duygusunu daha fazla körüklemişti
Eun Jung’un. Yukarıda ki tarihlere bakılırsa bu bir günlük diyerek
yerinden doğruldu. Gece lambasını yakarak yatağına uzandı.

“Canım
yanıyor..” ilk cümle buydu günlükte. Bu ilginç cümleyi içinden geçirdi
Eun Jung. Yerinden biraz daha doğrularak okumaya devam etti.

“Bugün
gene canım yanıyor. Annemin artık benim için ağlamasını istemiyorum.
Sadece ..” Eun Jung’un tam bu kısma düştüğünü anladığı bir damla gözyaşı
mürekkebi dağıttığından okunmuyordu. Yazan kişi ağlamış mıydı?

“Bugün
annem bana bu defteri verdi. Yazabileceğim güzel anılarımı buna
doldurmamı istedi. Sanırım adına günlük deniyor. Daha önce hiç
yapmamıştım, günlüklere böyle şeyler mi yazılır diye anneme göstermek
istedim ama okumadı. İçimden geleni yazmalıymışım.” Eun Jung burada
elinde olmadan gülümsedi. Bir çocuğun masumiyetinin gizli olduğu bu
günlük onu iyi hissettirmişti.

Sayfanın sağ üstüne yazılmış tarihe baktı Eun Jung “27 Ekim 1988”.
Eun
Jung şaşkınlıkla yerinden doğruldu. Komodine koyduğu telefona uzattı
elini. Yanlış hatırlamıyordu evet o günün tarihi 27 Ekimdi. Bu ilginç
tesadüf onu ürpertmiş olsa da çok fazla tepki vermeden okumaya devam
etti.

“ Bugün annem bahçede oynanama izin verdi. Köpeğimiz
ile çimlerde yuvarlandık. Bu güzel bir anı sanırım. Böyle şeyler mi
yazmalıyım? Sonra gökyüzünü inceledim. Çimlere yatıp gökyüzüne bakmayı
seviyorum”
Eun Jung biten sayfayı uykulu gözleriyle kapadı. Bugün çıktığı alışveriş bir hayli yormuştu onu.

Ertesi gün uyandığında dün isyan eden bacaklarının kendilerine gelmiş olduğunu fark etti Eun Jung.
Üstü
açık uyuya kaldığından biraz üşüdüğünü hissetmişti. “Umarım hasta
olmam” diye söylenerek yerinden doğruldu. Gar dolabının aynasında
kendisinin yansımasını görünce gülümsedi. Kabarık saçlarına bir çözüm
bulmalıydı.
Dolabından çıkardığı gök mavisi bluzuna baktı, altına
giydiği beyaz pantolonuyla uyum sağladığını kendini aynada uzun uzun
izleyerek teyit ettikten sonra saçlarına girişti.

Islık çalarak alt kattaki mutfağa indi, ortalık sessizdi belli ki Ha Neul hala uyanmamıştı.

“Tabi
uyanmaz, ders yok bugün” diye söylendi. Ağzına tıkıştırdığı birkaç
lokma reçelli ekmek ile yaptığı kahvaltı ona yeterli gelmişti. Zaten
oldum olası kahvaltı yapmayı sevmezdi.

Üniversitenin
merkez kütüphanesinde gönüllü çalışmak onu oyalamanın yanında işe
yaradığını hissetmesini ve sevdiği kitaplarla daha fazla vakit
geçirmesini sağlıyordu. Havanın düne göre daha serin olduğunu fark etti,
ne de olsa sonbahardı.

Kütüphaneye vardığında her zaman yaptığı gibi derin bir nefes alarak o eski kitap kokularını içine çekti.
Kütüphane
çalışanları Jae Soon ile Min Seo yanına gitti. Min Seo da Eun Jung gibi
edebiyat öğrencisi ydi. Jae Soon ise kütüphaneci bir babanın oğluydu.

“Merhaba”
diye sevimli bir giriş yaptı Eun Jung. Onun geldiğini gören çalışanlar
da ona sessizce selam vererek işlerine döndüler.

“Heyy dün
geleceğini söylemiştin cezalısın” diye sitem etti Min Seo. “Ne kadar
yoruldum haberin var mı?” diye de haklı sebebini ileri sürdü.

“Dün
salağın teki üzerime kahve dökmeseydi erken bile gelecektim” diye
kendini savundu Eun Jung. Mahvolmuş en sevdiği beyaz bluzunu de
hatırlayarak hüzünlendi.

“Hımm tamam bu geçerli bir sebep
olabilir.“diye yumuşadı Min Seo. Gülümseyerek devam etti “ Hadi o zaman
işimize dönelim, bugün asma kattaki kitaplar senin”
Eun Jung bunu duyunca yüzü düştü “ Alçak, orası karma karışık ama ” diye dil çıkararak arkasını dönen Min Seo ya seslendi.

Oflaya puflaya asma kattaki kitaplıklara yöneldi Eun Jung. Kütüphanenin en kuytuda kalan ve en çok dağılan kısmı burasıydı.

Bulaşık
yıkamaya hazırlanman ev hanımları gibi kollarını sıvadı ve işe koyuldu.
1Ab, 1 Ab derken 3. Sıradaki kitaplığa geldiğinde yorulduğunu fark
etti. Kolundaki saatine baktığında beşi geçiyordu. Kitaplara ne zaman
dalsa zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı Eun Jung.

Son
sıraya geldiğinde bir kıpırdanma olduğunu fark etti kitapların arasında.
Cılız kütüphane lambasının aydınlatmakta yetersiz kaldığı bu asma katta
yalnız olduğunu zannettiğinden daha çok korktu Eun Jung. Bu saatte
öğrenciler kütüphaneye çok uğramazlardı nede olsa.

Yavaş
yavaş ilerledi ve hareket eden kitap sırasına baktığında kalbi yerinden
çıkacakmış gibi atıyordu. Yere oturmuş kitap okuyan –hatta okurken uyuya
kalan- bu çocuk uykusunda her ne görüyorsa yaslandığı kitaplığı hareket
ettiriyordu.
Eun Jung sessizce yaklaştı yüzünü kitapla kamufle
etmiş yabancıya. “Uyumak için burayı mı bulmuş?” diye söylendi ellerini
beline koyarak. Eğilip omzuna dokundu yabancının “ Yaaa bayım uyanın”
diye seslendi. Onun bu hareketi hiç işe yaramamıştı, yabancı horlamaya
bile başlamıştı.

Eun Jung bu şaka olmalı diye düşünürken
ikinci hamlesini yaptı. “ Yaaa uyansana!” diye daha sert dürttü
yabancıyı. Yüzüne koyduğu kitap da kayınca uyanmak zorunda kalan yabancı
bu duruma hiç de memnun olmadığını belirten bir ifadeyle çekik
gözlerini açmaya çalıştı.

“Ne var?” diye saçına götürdü
ellerini. Eun Jung bu anı daha önce yaşadığını hissetmişti ama zayıf
hafızası ona hiç yardımcı olmuyordu.

Şaşırmış bir ifadeyle
devam etti Eun Jung “ Burası kitap okumak için uyumak için değil.” Diye
gerekli uyarısını yaptı. Yüz ifadesinden anlaşılıyor ki bu yabancı
kütüphanede olduğunu bile yeni hatırlıyordu.

Yerinden hızlıca doğruldu yabancı, gözleri Eun Jung ile buluşunca ifadesi daha bir şaşkın hal aldı.

“Şey
ben çok özür dilerim” diye toparlanmaya çalıştı. “Kitap okurken uyuya
kalmak gibi bir alışkanlığım var da” diye bir açıklama ekledi cümlesine.
Eun Jung mahcup ettiğini düşünerek biraz daha yumuşattı ifadesini “
Önemli değil, burada kimsenin olmadığını sandığımdan korktum sanırım”
dedi.

Yabancı kızın gözlerinin içine bir şey söylemek
ister gibi baktığından Eun Jung şaşırmıştı. “Yani sorun değil.” Diye
devam etti ve arkasına döndü. “Ben Yong Min” dedi arkasındaki yabancı.
Bu cümle

üzerine tekrar arkasına dönen Eun Jung onun uzattığı eline baktı. “Ben de Eun Jung” dedi tereddütle elini sıkarak.
Hala
bir beklenti ile baktığını gören Eun Jung devam etti. “ Tanıştığıma
memnun oldum.” Diyerek işine döndü. Arkasından hayal kırıklığı ile bakan
Yong Min bir süre yerinden kıpırdamadı.

Daha sonra okumaya devam ettiği kitabını sırt çantasına koyarak kütüphaneden çıktı.

“Belki de o değildi” diyerek söylendi çıkarken ama buna rağmen kütüphaneye daha sık geleceğinden emindi..

----

Bilmem
farkında mısınız ama yorumlarınız ve beğenileriniz benim için önemli ^^
Gerçekten bir yazar için ufacık bir yorum çok kıymetli beni teşvik eden
yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen^^ Vildan Kara
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:07 pm

3.Bölüm : Şemsiye..
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=so6ExplQlaY ) Yiruma- Kiss the rain
Not: Bölüm şarkısıyla okursanız daha iyi olacağını düşünüyorum çünkü yazarkendinlediğim şarkıları ekliyorum. ^^

Eun
Jung yorgun bacalarını dinlendirmek için gürültüyle çektiği sandalyeye
oturdu. Saat akşam altıyı geçiyordu. Hava kararmaya başlamıştı,
gökyüzünde oluşan kızıl görüntü kütüphanenin büyük camlarından içeri
yansıyordu. Kütüphane de çalışanlar dışında çok fazla kimse de
kalmamıştı artık. Sınav döneminin olmayışı bunun en önemli sebeplerinden
biriydi tabi.
Dirseklerini masanın üzerine dayayarak başını
ellerinin içine aldı Eun Jung. Göz kapaklarının ağırlaştığını
hissetmişti. “Hayır, şimdi olamaz.” Diye söyledi. Bütün bu yorgunluk ve
midesinde oluşmaya başlayan reaksiyonlar yaklaşan o meşhur gastrit
ağrılarının habercisiydi. Onun şu anda tek ilacı eve gidip dinlenmekti.
Yürüdüğü
yarım saatlik mesafe açık havadan dolayı kendini biraz daha iyi
hissettirmişti. Güneşin batış yönüne doğru yaptığı bu yürüyüş evin
sokağındaki o dik yokuşla son buluyordu. Her gün lanet ederek çıktığı
yokuşun ardından baktı. Zafer kazanmış gibi bir gülümsemeden sonra
çantasından anahtarı tek hareketle çıkardı.
Eve girer girmez
burnuna dolan güzel yemek kokuları keyfini yerine getirmeye başlamıştı.
“Ahhh, benim bir tanecik arkadaşım” diye haykırarak mutfağa yöneldi.
Ocakta kaynayan tencerelere eğilip elini uzattığı anda bir şaplak yedi
parmaklarına.
“Hey sabırsız, yakacaksın kendini” dedi Ha Neul.
Tekrar tezgâha dönerek kesme tahtası üzerine yığdığı sebzeleri doğramaya
devam etti.
“Yaa sen harikasın biliyorsun değil mi?” dedi Eun
Jung kocaman bir gülümsemeyle. Derin nefes ile bütün yemek kokusu dolu
havayı ciğerlerine çekti.
“Yağcı, işine gelince harika oluyorum.” Dedi Ha Neul sebzeleri kesmeye devam ederek.
“Aşk
olsun ama sen zaten benim biricik arkadaşımsın” diyerek Ha Neul’un
arkasından sarıldı Eun Jung. “Yaaa ellerini yıka önce” diye elindeki
bıçakla tehdit vari bir bakış attı Ha Neul. “Tamam, majesteleri” diye
önünde eğilerek odasına çıktı Eun Jung.
Yemekten sonra şişen
midesine baktı hüzünle Eun Jung. “Ah sanırım patlayacağım” dedi dudak
bükerek. “Az önce silip süpürürken hiç öyle demiyordun” diye güldü Ha
Neul. Çatalını Ha Neul a doğrultarak “Hey hepsi senin yüzünden, niye bu
kadar güzel yemek yapıyorsun?” diye söylendi Eun Jung.
“Yaa şuna
bak bir de beni suçluyor. Tamam, yok sana yemek artık” diye masadan
topladığı tabakları mutfağa taşımaya başladı Ha Neul.
“Şaka cidden şakaydı” diye peşinden geldi Eun Jung.
“Bulaşıklar
da senin” diye emir verdi omuz silkerek Ha Neul. “Tamam” dedi Eun Jung
hüzünle ev işlerinden nefret ederdi ama bu sefer kaçışı yoktu.
Kaderine mahkûm olarak kendisine verilen görevi yerine getiren Eun Jung odasına yöneldi.
Bir
“oh” çekerek yatağa attı kendini. Müzik çalarına koyduğu dingin bir
müzik ile bir süre daha uzanmayı tercih etti. Komidinin üstüne
baktığında dün gece ilk sayfasını okuduğu günlük ilişti gözüne. Sahi bu
günlüğün babasına ait o kutuda ne işi vardı?
Eline aldığı
günlüğü incelemeye başladı Eun Jung. Kahverengi deriden bir kaplaması
vardı dışında. Sararmış sayfaları yıllanmış olduğunun en güzel
kanıtıydı. Kapağını açtı ve kaldığı yerden okumaya devam etti.

28 Ekim 1988
Bugün yağmur sesiyle uyandım. Eğer yağmaya devam
etseydi annemin söz verdiği gibi dışarı çıkamazdım. Tanrıya uzun süre
dua ettim. Sanırım beni duydu ve sonra yağmur kesildi. Dışarı çıktığımda
kimsecikler yoktu, çamurlara batarak bahçeden çıkmaya çalıştım. O
sararmış ağaçlı yola girdim, orada olmayı seviyorum.
Sıra sıra
dizilmiş ağaçları sayıyordum ki karşımda bir kız durdu. Bana
gülümseyerek bakıyordu. Bende gülümsedim. Yerdeki kurumuş yaprakları
topluyordu. Bunu niye yapıyordu sormak istedim ama soramazdım..
Uzun
siyah saçları vardı, mavi bir elbise giymişti. “Yarın görüşürüz” diye
el sallayarak uzaklaştı elindeki yapraklarla birlikte. Bende yere
eğildim ve bir yaprak aldım, onun yaptığı gibi saklamaya karar verdim..”
Eun
Jung sayfa arasında olan yaprağı eline aldı. Kuruduğundan biraz da
parçalanmış yaprağın rengi koyu kahverengi olmuştu artık. Daha fazla
zarar vermemek için sayfa arasına geri koydu. Aslında biraz da vicdan
azabı çekmeye başlamıştı. Kim olduğunu bilmediği birinin günlüğünü
okuyordu. Tüm bunları düşünürken kapısı çaldı. Günlüğü kapatarak
komidine geri koyduğunda “gel Ha Neul” diye seslendi.
“Ah çok
sıkıldım. Gene odana tıkıldın sende. Hadi bir şeyler yapalım mı?” dedi
Ha Neul yatağa oturup arkadaşına bakarak. “ Bilmem, olabilir. Bir fikrin
var mı?” diye cevap verdi, Eun Jung da kafasını dağıtmaya ihtiyaç
duyduğunu hissediyordu. “Buldum film” diye haykırdı Ha Neul ellerini
sevinçle havaya kaldırarak.
İkili uzun bir romantik dram filmi
seansı sonrası bir tomar gözyaşı dolu peçeteyle geceyi sonlandırdı. Ha
Neul koltukta sızmıştı, Eun Jung da odasına güç bela ulaşmıştı.
Ağlamaktan şişmiş gözlerini uykuya kapadı.
Ertesi sabah yağmur sesiyle uyandı Eun Jung. Yağmuru severdi, sesini dinlemeyi. Zayıf bünyesi izin verse altında ıslanmayı da..
Okula
vardıklarında bitmek bilmeyen dersler kâbusu gene başlamıştı. Pencere
kenarında oturduğundan yağmur damlalarının pencereye çarpıp hızla
aşağıya kayışlarını izliyordu Eun Jung.
“Bayan Park Eun Jung, sizce de bu şiir çok hümanist duygular barındırmıyor mu?” diye sordu Prof. Sang
Ha Neul yanında hayallere dalmış arkadaşını dirseğiyle dürterek derse odaklamasını sağlamıştı.
Eun Jung beklemediği bu soru karşısında afallarken Prof.Sang tekrar söze başladı.
“Evet,
sizi dinliyoruz.” Demesiyle bütün amfi Eun Jung’un tarafına dönmüştü.
Bu onun daha fazla utanmasına sebep olsa da Ha Neul’un önüne ittiği
kitaptaki şiire ilişti gözü.
“Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;

Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;

Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;

Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,

Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,

Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;

Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;

Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;

Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;

Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;

Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;

Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;

Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;

Yeryüzü ve üstündekiler senindir

Ve dahası

sen bir İNSAN olursun oğlum...”


“Eğer”
dedi tereddütlü bir sesle Eun Jung. “Rudyard Kipling oğluna yazdığı bu
şiir” diye devam etti. Kollarını önünde birleştirmiş Prof.Sang kalın
gözlüklerinin ardındaki çekik gözleriyle pür dikkat öğrencisini
dinliyordu.
“Bir babanın çocuğuna öğütlediği bu sözler..
Fazlasıyla insancıl, yani öyle olmak zorunda. İnsan olmanın erdemlerini
bir şiir kalıbına sokmuş ve oğluna değil sadece bütün insanlığa hitap
etmiş şair. Şair olmanın diğer bir görevi de insanlığa ayna olmak ve yol
göstermek değil midir?” Diye tamamladı cümlesini Eun Jung şaşkın
gözlerle de etrafına bakıyordu.
Verdiği cevap hocasını tatmin etmiş olacak ki onaylar şekilde bir kafa sallamanın ardından dersine devam etti Prof. Sang.
Ders sonrası Ha Neul “ucuz atlattık” diye fısıldadı yanındaki diken üstünde oturuyormuş gibi duran Eun Jung’a.
Eun Jung kütüphane binasına yürürken duran yağmurun ardından güneş açmıştı. Toprak kokusunu içine çekti, bu kokuyu seviyordu.
Kütüphaneye
girdiği sırada Jae Soon’un arkasından seslendiğini duydu. “ Eun Jung
bak sana bir müjdem var” diye sırıtarak bakıyordu kütüphane çalışanı Jae
Soon.
“Müjde mi?” diye şaşırdı ve sesin geldiği yöne doğru yöneldiğinde Eun Jung’u bir sürpriz karşılıyordu.
“Sen?” dedi Eun Jung şaşkınlıkla.
Jae
Soon söze başladı tekrardan “ Sonunda gönüllü bir öğrencimiz daha oldu.
Artık çok yorulmayacaksın. Tanıştırayım Young Min” diye işaret etti
yanındaki uzun boylu, koyu kahverengi saçlı Young Min’i.
Young Min kocaman bir tebessüm ile elini uzattı. “Memnun oldum” dedi.
“Ben
de Eun Jung” dedi elini sıkarken Young Min’in. “Eun Jung sen Young
Min’e yapacaklarını gösterirsin değil mi?” diyerek uzaklaştı Jae Soon.
Eun
Jung nedense bu çocuğun yanında kendini garip hissediyordu. En çokta
onun rahat tavırlarına anlam veremiyordu. Böyle tembel görünümlü bir
çocuğun kütüphane gibi bir yerde ne işi olabilirdi ki?
Eun Jung
bütün dikkatini toplamaya çalışarak yapması gerekenleri bir
patronmuşçasına yanındaki Young Min’e aktarıyordu. Asma kattaki
kitapları da gösterdikten sonra Young Min söze başladı.
“Şey,
hangi bölümdensin?” diye sordu önden giden Eun Jung’a. Bu soru
karşısında adımlarını durdurarak cevap verdi “Edebiyat, 2. Sınıftayım.”
Biraz sustuktan sonra “ Sen peki?” diye sordu merakla üniversitede bile
okuduğuna inanamadığı bu çocuğun ne okuduğunu merak etmişti.
“Felsefe 3. Sınıftayım” dedi Yong Min elini saçlarına götürerek. “Ah anlıyorum” dedi Eun Jung kafasını sallayarak.
“Eğer bir sorun yoksa buradaki kitapları yerleştirmekle başlayabilirsin.” Diye devam etti Eun Jung.
“Bir
şey daha var. Acaba şey daha önce hiç Jeju da bulundun mu?” dedi
utangaç bir şekilde Young Min. Her heyecanlandığında olduğu gibi elini
saçının arkasına götürüp gözlerini kaçırıyordu.
“Jeju mu? Bir
Koreli olarak evet gittiğim oldu.” Diye cevap verdi Eun Jung. Haklıydı
Jeju ya gitmeyen Koreli sayısı azdı nede olsa ama bu sorunun ardındaki
asıl soruyu nereden bilebilirdi ki?
Eun Jung’un eline aldığı bir
kitap ile sandalyeye yerleşmesini izledi asma kattan Young Min. Ayağını
asma katın korkuluğuna vurarak söylendi. “ Salak” dedi kendine. “Gözleri
onun gibi bakıyor.”diye bakmaya devam etti alt katta kitabına dalmış
kıza.
Böyle meşakkatli işlerden oldum olası nefret ederdi oysa
Young Min. Okul hayatı boyunca çok fazla çabalamasına gerek kalmamıştı,
doğuştan sahip olduğu hızlı anlama ve kıvrak zekâ sayesinde rakiplerinin
hep önünde yer almıştı. Düşünmeyi ve kafa yormayı sevdiğinden Felsefe
okumaya karar vermişti. “Nerde şu lanet olasıca sıra” diye göz
gezdirdiği kitaplıkta çıldırmak üzereydi. “ Ah işte buradasın 405bc”
diye gülümseyerek kitabı yerleştirdi.
“Bugünlük bu kadarı yeterli”
diye bir ses işitti arkasında. Eun Jung saatine baktıktan sonra devam
etti. “ Yarın devam ederiz. İyi iş çıkardın” dedi karşısındakinin
hevesini kırmamak adına.
Hava çoktan kararmıştı Eun Jung çıkarken
yanına aldığı yeşil şemsiyesine baktı. Yağmur yeniden başlamıştı. Tam
binadan çıkmaya hazırlandığı sırada Young Min’in yağmurun altına
şemsiyesiz çıktığını gördü. Siyah deri ceketini çekiştirip eliyle
kafasını korumaya çalışsa da giderek hızlanan yağmurda sırılsıklam
olacağı kaçınılmazdı.
“Ne yapıyor bu?” diye söylendi Young Min’in
arkasından. Hava sıcakta sayılmazdı hasta olacağı kesin gibi bir şeydi.
Eun Jung fazla uzaklaşmadan arkasından bağırdı serseri tipli dâhinin.
“Yaa ne yaptığını sanıyorsun? Young Min shi!”
Young
Min ismini duyduğundan arkasını döndü binanın girişinde şemsiyeyle ona
bakan Eun Jung’u görünce daha net duymak için ona yaklaştı.
“Ne
oldu?” diye sordu Eun Jung’a. “Ya hasta olacaksın şemsiyen yok mu
senin?” dedi Eun Jung. “Ne kadar umursamaz” diye geçiriyordu içinden.
“Şemsiyemi
okulda unutmuşum. Ağaçların altından yürümeye çalışırım evim uzakta
değil zaten San Ri parkının orda.” Diye açıklama yaptı Young Min. Eun
Jung kendi evine de çok yakın bu tarifi duyunca tereddütte kalmıştı.
Böyle bir teklifi yapmak bir kız için kolay değildi tabi.
Young Min “İyi akşamlar” diyip tekrar yürümeye başladığı sırada Eun Jung “ Bekle” diye bağırdı tekrar arkasından.
“Benim
evimde oraya çok yakın en azından parkın oraya kadar benim şemsiyemi
kullanalım” dedi yüzünün kızardığından emindi. “Kendime inanamıyorum,
sana ne Eun Jung her işe burnunu sokuyorsun” diye de söyleniyordu Young
Min gülümseyerek şemsiyenin altına girdiğinde..
Bu yaklaşık yirmi dakikalım mesafeyi iyi değerlendirmeliydi Young Min…
-------
Yazarın
notu: Ah bu bölüm içime çok sinmemiş olsa da bekletmemek için
gönderiyorum. Bu hikâyemin biraz durağan olduğunu düşünebilirsiniz.
Umarım sıkılmıyorsunuzdur. Bu günlüğü çok da fazla küçümsemeyin ayrıca
içinde cevaplar barındırıyor^^ Yorum da yaparsanız çoooook mutlu
olacağım Wink Vildan Kara
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:09 pm

4.Bölüm Yanlış anlaşılma..
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=S-ets2ZvWwc ) Yiruma- When the love falls
Not: Bölüm şarkısıyla okumanız şiddetle tavsiye edilir^^

Giderek
hızlanan yağmur damlaları şemsiyeye çarparak bir melodi oluşturmaya
başlamıştı sanki. Eun Jung soğuk havaya rağmen ateş çıkıyormuş hissi
veren yanaklarına bir anlam veremiyordu. Young Min ise kalp atışlarını
sakinleştirip konuşmaya çalışmakla meşguldü o sırada.

“Şey,
gerçekten teşekkür ederim” diye söze başladı Young Min. Sesinin
çıktığından bile şüpheliydi ama Eun Jung’un cevabı gecikmedi. “Önemli
değil, kim olsa aynı şeyi yapardı.” Derken içinden bu cümleye inanmaya
çalışıyordu. Gerçekten de herkes aynı şeyi yapar mıydı?

“Yorulduysan
ben tutabilirim şemsiyeyi?” diye sordu Young Min saçmaladığının
farkındaydı ama bir yerden söze başlamak zorundaydı. Bu anı iyi
değerlendirmeliydi öyle değil mi?

“Tamam, iyi olur” diye
uzattı şemsiyenin sapını Eun Jung. Bileğinin tutulduğunun yeni farkına
varıyordu. “Park Eun Jung” dedi Young Min gülümsedi, kalbi ağzında
atıyordu sanki içinden “o” olması için yalvardığını bile fark
edemeyerek.

Eun Jung’un şaşkın bakışlarıyla göz göze
gelince açıklama yapmaya devam etti. “Soyadın şey sadece tahmin
ediyordum. Tutturdum mu yoksa?” diye sordu şaşırır gibi bakmaya
çalışarak. “ E-evet Park soyadım. Bu bir oyun mu?” dedi Eun Jung hala
şaşıran gözleriyle yanındaki Young Min’e bakarak.

“Ee-
evet oyun hadi sen de benimkini tahmin et” dedi tabi bunları söylerken
kafasında ışık hızıyla geçen cümlelere de hâkim olmaya çalışıyordu.
“Park hımm aslında çok bulunan bir soyadı hala o olmama olasılığı var”
,“Hayır kesinlikle o olmalı gözleri…”

Biraz düşünür gibi
yaptıktan sonra “Choi” dedi Eun Jung tahmin için oldukça zorlanmışa
benziyordu. Hüzünle kafasını hayır anlamında salladı Young Min. “Hımm
Song?” dedi tereddütle Eun Jung bulamazsa çıldırırdı. “Yine bilemedin”
diye dudak büktü Young Min.

“Lee? Ya hadi ama bu doğru
olsun” diye ellerini zafer için hazırladı, içinden bir ses bu sefer
doğru bildiğini söylüyordu. Sevinçle gözlerinin içine baktı Young Min
“Evet Lee doğru bildin” diye gülümsedi. “Yesss” diye yumruk yaptığı
ellerini havaya kaldırdı Eun Jung ama maalesef bu hareket için
şemsiyenin altı doğru yer değildi. Sarsılan şemsiye ikisini de
korkutmuştu. Mahcup bir ifadeyle ellerini indirdi. Fazla abarttığını
düşünüyordu, bazen elinin ayarı olmuyordu işte Eun Jung’un.

Geri
kalan on dakikalık mesafeyi suskun geçirdi ikili. Evlerini ayıran parka
geldiklerinde duraksadılar. Yolun sol tarafını göstererek “Ben buradan
devam etmeliyim” dedi Young Min. Kafasını sallayarak Eun Jung da
karşılık verdi “ Ben de bu taraftan” diye sağ tarafı işaret etti. “Şey
tekrar teşekkür ederim Eun Jung shi” diye devam etti Young Min tuttuğu
yeşil şemsiyeyi de uzatarak yoluna devam etti.

Eun Jung uzun süre arkasını dönmüş Yong Min’i izledi. Bir an daldığını fark ederek evin yolunu tuttu.
İçeri
girdiğinde yarasaya dönmüş şemsiyesine baktı gülümseyerek. Bu aptal
gülümsemenin yüzünde neden yerleştiğinden habersiz ev arkadaşını bulmak
için dolandı evde.

Ha Neul kapanan kapı sesinden
arkadaşının eve geldiğini anlamıştı. “Nerdesin sen?” diye sordu merakla.
“Kütüphanedeydim ne oldu ki?” diye soruya soruyla karşılık verdi Eun
Jung. “Merak ettim geç oldu ayrıca hava da soğudu içeri geç de ısın”
dedi Ha Neul bazen anne gibi davrandığından habersiz.

Eun
Jung kalorifere yapışık bir şekilde ısınmaya çalışırken aklına bugün
yaptıkları geliyordu. “Lee Young Min” dedi kendi kendine. Nedense bu
isim ona tanıdık gelmişti sanki. Dalmış gözlerinin önüne geçen Ha Neul
arkadaşındaki bu tuhaflığı sezmişti. “Ya iyi misin?” diye sordu merakla.
“Ne? İyiyim yoruldum sanırım bugün” diye geçiştirmeyi tercih etti Eun
Jung. Hâlbuki bu sakinliği ve suskunluğunun arkasında bir sorun olduğunu
arkadaşı gayet iyi bilirdi.
“Ailesini mi düşünüyor gene?” dedi kendi kendine Ha Neul odasına giden arkadaşının arkasından hüzünle bakarak.

Eun
Jung of çekerek odasına girdi. Odanın içine doğru yürürken sağınki
aynada oluşan yansıması çarptı gözüne. Aynaya yaklaştı ve bir yabanca
bakar gibi baktı kendine. “Kimsin sen?” dedi gözleri dolarken boğazında
oluşmuş düğüme rağmen devam etti “ Kimsin sen Eun Jung?” dedi. Bu
konunun bugün neden bu kadar canını yaktığını anlayamamıştı. Aştığını
sandığı sorular gene gün yüzüne çıkıyordu. Bir adım ilerleyememiş gibi
hissediyordu kendini. Geçmişe takılıp kalmış gibi…

Gözyaşları
yanağından süzülürken cama vuran yağmur damlaları daha da hızlanmıştı.
Pencereye doğru yaklaştı, perdeyi araladı. Yağmur sesi biraz daha
kendine getirmişti Eun Jung’u. Tanımlayamadığı bir huzur buluyordu bu
seste. Bir annenin çocuğuna ninni fısıldar gibi geliyordu bu ses ona.
Tam bu anda deri çantasının içindeki telefonu çalmaya başladı. Bu ses
onu irkmişti. Arayanın Dae Sun olduğunu görünce sevindi Eun Jung böyle
anlarda sevgili son sınıf psikoloji öğrencisi arkadaşı onu hep
sakinleştirirdi.

“Alo, Dae Sun-ah” dedi Eun Jung
gülümsemeye çalışarak, Dae Sun o ağladığında ya da üzüldüğünde kızdığını
bildiğinden mutluymuş rolü yapmayı tercih etmişti.
“Eun Jung,
nasılsın? Kuşlar bana hiç iyi hissetmediğini söyledi.” Diye konuya
girdi. Eun Jung meseleyi anlayıp içinden öten Ha Neul’u boğazlama
planları kurmaya başlamıştı “ Ya önemli değil gerçekten bir an da oldu,
aslında bugün hiç düşünmedim bile öyle şeyleri..” diye açıklamaya
çalıştı.
“Tamam, yarın kütüphaneye gelip kendi gözlerimle görmek
istiyorum iyi olduğunu, ayrıca uzun zaman oldu görüşmeyeli iyi olur.”
Dedi Dae Sun. “Tamam, yarın görüşürüz o halde, iyi akşamlar.” Diyerek
kapattı telefonu Eun Jung telefonda konuşmak biraz daha kendini iyi
hissettirmişti.

Böyle hissettiği zamanlarda kitaplara
sığınırdı Eun Jung, onların dünyasında kaybolup yeni benliklere
bürünmeyi severdi. En son okuduğu kitabını bulamıyordu, çantasına
koyduğunu düşündü orda da yoktu. “Ahh” diye iç geçirdi muhtemelen
kütüphanede kalmıştı. Dudak bükerek yeni kitap arayışına girdi.
Komidinin üstüne gözü iliştiğinde günlüğü gördü. Çaresizce eline alıp
sayfalarını karıştırdı. En son okuduğu sayfadan devam etmeye karar
verdi.

30 Ekim 1988

Bugün yağmur yağmadı. Aslında yağmuru severim ama dışarı çıkamadığımdan yağmasını istemedim.
Dışarı
çıktığımda ilk işim yine o sarı ağaçlı yola gitmek oldu. Ama o daha
gelmemişti. Dün bana yarın görüşürüz derken ciddi miydi? Yolun yanındaki
çimenlere oturup sırtımı ağaçlara dayadım. Temiz havayı uzun süre
soluyup gökyüzüne baktım. Havada bir sürü beyaz bulut vardı.
Gülümseyerek güneşin bulutların arasında saklanıp yeniden çıkışını
izledim sanırım tam bu an uyuya kalmışım.

Kolumdan
birinin çekmesini hissettim. Sesli bir şekilde bana gülüyordu. Oydu ve
söz verdiği gibi buraya gelmişti. Yerimden doğrulduğum da yanıma aynı
benim gibi oturdu.

Sonra elini kaldırıp gökyüzündeki
bulutları işaret etti. “Bak” dedi gülümseyerek. Şaşkın gözlerimi
gökyüzüne çevirdim. “Orda işte görüyor musun? Bulut aynı bir eve
benziyor.” Dedi. Haklıydı gerçekten de ev şeklini almış bir bulut vardı
sanki. “Bu bir oyun mu?” diye geçirdim içimden.

Bir adam
sesi duydum sonra babası olmalıydı “Kızım hadi gel” diyordu. Keşke
konuşabilseydim. Keşke sadece.. Annem bu yüzden üzülmemi istemese bile
konuşamamak en çok bugün canımı yaktı.”

Eun Jung gözlerinin
neden dolduğunu anlayamadan dona kalmıştı. “bir çocuk için bu çok fazla”
diye söylendi. Konuşamamak ve derdini anlatamamak kim bilir ne kadar
acı vericiydi? Hayal etmesi bile güçtü.
Birden zihninin aşırı derecede yorulduğunu hissetti. Bu ağrıya uzun süre dayanamayacağını anlayarak uyumayı tercih etti.

Ertesi
gün uyandığında kendini daha mutlu hissediyordu Eun Jung zaten hava
biraz daha açmıştı. “Ruh halini etkileyen hava şartları” diye okuduğu
bir yazıyı hatırladı belki de dünkü o moral bozukluğu havaya bağlıydı.
“Güneş enerjisiyle çalışıyor olmalıyım” diye gülümsedi kendi kendine
konuşurken.

Yoğun olmayan bir ders programının ardından
kütüphaneye gitti. Hem daha yeni gönüllü öğrenci çok yavaştı.
Kütüphaneye girdiğinde Young Min’i aradı gözleri. Min Seo ya tam onu
soracaktı ki arkasından “Merhaba” diye bir ses işitti.

Kırmızı
burnuyla uyum sağlamış kırmızı bir kazak giymişti Young Min. Dünkü o
yağmurda üşüttüğü barizdi. “Merhaba” dedi umursamaz görünmeye çalışarak
Eun Jung. “Bir de ben olmasam bütün yolu şemsiyesiz gidecekti.” Diye
tısladı kendi kendine. Min Seo’nun geçmiş olsun dileklerine kafasını
sallarken Eun Jung’un tavırlarını izliyordu Young Min.
“Yinede
elimden geleni yaparım.” Diye durumu kurtarmaya çalıştı Young Min aldığı
bir ton girip ilacı en azından ayakta durmasını sağlıyordu.

Eun
Jung eliyle gel işareti yaparak bugünkü görevi için ona kolay bir
yerlerde iş düşündü. Giriş katındaki süreli yayınlar bölümü düzenlemesi
onun için kolay olur diye düşünerek işaret etti. “Buradaki dergileri
aylara göre dizebilirsin” dedi Eun Jung. Akan burnunu silmekle meşgul
Young Min kafa sallamakla yetindi.

Eun Jung aynı bölümden
arkadaşı Min Seo ile konuşurken onları gizliden gizliye izliyordu Young
Min. Taktik değiştirmeye karar vermişti, eğer Eun Jung ile konuşamıyorsa
da onun yakın arkadaşlarının ağzından bir şeyler öğrenebilirdi değil
mi? Kıvrak zekâsına bu konuda güveniyordu. “Min Seo ile yakın olmalı”
diye düşündü avını izleyen kurtlar gibi onları gözetlerken Young Min.

Eun
Jung ikide bir Young Minîn onlara baktığını anlamıştı. Öyle ki onun
derdini anlamaya çalışırken karşındaki Min Seo yu bile dinleyemiyordu.
“Nesi var bunun?” dedi kendi kendine. “Şey Min Seo ben biraz kitap
okuyayım sonra anlatırım derste yaptıklarımızı.” Diyip Young Min’i
görebilen bir masa seçti kendine. Bu gizemli çocuk dikkatini çekiyordu
nedense, amacını anlamalıydı. Kütüphaneye gelme amacı neydi?

Uzun
süre izledikten sonra Young Min’in hala Min Seoyu gözetlediğini fark
etti. Bu manzara ona garip hissettirmişti. “Demek amacın buydu.” Diye
söylendi kitap okuyormuş gibi görünmeye çalışırken. Bir yandan da Min
Seo yu izliyordu Eun Jung. “Güzel kız” dedi arkadaşını süzerek. Young
Min’in işinin bittiğini görüp ona yeni bir görev vermek için ayağı
kalktı.

Tekerlekli masaya yığdığı onca kitabı göstererek
konuşmaya başladı Eun Jung. “İşte bu kitapları da soldaki sıraya
yerleştirmelisin” dedi sinirli bir tavırla. Young Min kitaplara bakarken
bayılabilirdi. Dünkünden daha fazla kitap vardı burada, sesini
çıkarmadan kafasını salladı. Eun Jung tam gitmeye hazırlanırken bir şey
söylemeyi unutmuş gibi tekrar geri döndü.

“Ha unutmadan
adı Min Seo benim gibi edebiyat öğrencisi. Eğer baştan bana söyleseydin
bu eziyeti çekmek zorunda kalmazdın.” Diyerek küçümser gibi baktı Young
Min’e. Young Min onun söylediklerinin tek kelimesini bile anlamamıştı.
“Ne?” dedi sadece.“Neyse işine dönebilirsin.”diye konuyu kapatmayı
denedi Eun Jung. Young Min’in kıvrak zekâsı kadınlarda işe yaramıyordu
belli ki. Uzun süre Eun Jung’un neyi kast ediğini anlamaya çalıştı.

Kitapların
daha yarısını tamamlayamamışken Eun Jung’un sesini duydu. Gülüyor gibi
geliyordu sesi. İstemsizce Young Min de gülümsedi. Kitaplıktan çıkıp
onun bu halini görmeyi diledi. Ne var ki giripken bile onu bu denli
yakışıklı gösteren gülümsemesi yüzünde dondu. Eun Jung masada oturmuş
bir çocukla samimi bir şekilde konuşuyordu. Fazlasıyla samimi..Kendine
daha fazla eziyet etmemek adına sırtını döndü Young Min. Kaç gündür “o”
olması için yalvarırken şimdide olmama ihtimalinin gerçek olmasını
istedi…
-------------------
Yazarın notu: Dinlediğim
şarkıların etkisinden midir bilemiyorum hüzünlü bir bölüm oldu ^^ Umarım
beğenirsiniz ve despot yazarınız gene sizden yorum beklemekte söylememe
gerek var mı ki Very Happy Vildan Kara
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:09 pm

Yazar: Vildan Kara
5.Bölüm “Adı..”
(Bölüm Şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=HWfGEGfJ_mQ ) Yiruma- As you wish
Yazarın
notu: Hikâyem hakkındaki görüşlerinizden en azından bir cümle duymak
isterim şu ana kadar yorum yapmamış olanlardan da özellikle istiyorum;)
Vildan Kara


Kalbinin hiç bu denli
sızladığını hatırlamıyordu Young Min. Bu manzaraya daha bakmıyor olsa da
olanlar gözlerinin önünde takılmış bir plak gibi sürekli tekrarlıyordu
kendini. Kulağına ulaşan gülüşmeler beyninde yankılandıktan sonra birer
ok gibi göğsünün sol tarafına saplanıyorlardı sanki.
Gittikçe
daralan nefesi o meşhur astım krizi nöbetlerinin habercisiydi. Kırmızı
kazağının boğaz tarafını çekiştirerek çantasını aramaya koyuldu. Kesik
kesik soluğu havadan nasiplenememesi durumunu daha da kötüleştiriyordu.
Ciğerlerinden çıkaramadığı hava, almasına da engel oluyordu. Kitaplıkta
deli gibi dolanması gözüne ilişti Eun Jung’un. Gülüşmesine ara verirken
yerinden doğruldu bir terslik olduğu belliydi.
Young Min tutunduğu
kitaplıkta pes etmiş şekilde düşünmeye başladı çantası evet dolaba
koymuş olmalıydı. Tam bu sırada “Neyin var?” dedi tanıdığı bir ses Young
Min’in arkasından. Bir şey yok anlamında kafasını sallasa da ayakta zor
durduğu her halinden belliydi. Eun Jung arkasından önüne doğru geçip
yüzüne bakmaya çalıştı Young Min’in. Elini Young Min’in omzuna koydu ilk
sorusuna aldığı cevaptan tatmin olmuşa benzemiyordu Eun Jung. “Ya neyin
var?” diye sordu tekrar telaşla. Young Min “Çantam, ilacım” diye iki
kelime çıkartabildi kısa nefeslerinin arasından. “Nerde peki çantan?”
dedi Eun jung telaşla. Titrek parmaklarını karşıdaki dolaplara doğrulttu
Young Min.
Eun jung ışık hızıyla koştuğu dolaplara baktı
hangisindeydi ki bu çanta? Telaşla tek tek açmaya başladı küçük
dolapları bir yandan da Young Min’e bakarak durumunu kontrol ediyordu.
Beşinci denemede Young Min’in olduğunu tahmin ettiği sırt çantasını
buldu dolapta. Koşarak yanına geldi ve dizlerinin üstüne çökerek çantayı
açtı Eun Jung. Kitap, dergi, defter dolu çantayı boca etti yere ve
bulduğu yeşil kapaklı ilacı uzattı Young Min’e.
“Bu mu?”diye
sorduğu sorusuna kafasını evet anlamında sallayan Young Min eline aldığı
ilacı iki kez ciğerlerine çekerek yeniden hayat buldu hem de hayat
verdiği kızın yanında..
Birkaç dakika sonra elindeki
bronkodilatatör ilaca baktı Young Min ‘ne garip bir hayat’ diye düşündü
çektiği sadece iki doz ilaç işkenceden kurtarmıştı onu. Yanındaki
sandalyede oturup ona bakan Eun Jung soru sormadan onun iyice kendine
gelmesini bekliyordu. Young Min’in ise hala az önceki manzara gözünün
önünden gitmiyordu, o an minnet duyuyor olsa bile ifadesini sertleştirip
konuşmaya çalıştı.
“Ben iyiyim, sen sevgilini bekletme.” Dedi
ilerideki masada oturmuş Dae Sun’u kafasıyla işaret ederek. Eun jung
“Sevgilim mi? Dae Sun mu diyorsun? O benim sadec..” derken yerinden
kalktı Young Min. “Kalan kitapları da yerleştirip dinlenmek istiyorum”
dedi gözlerini kaçırarak. Eun Jung’un ağzından başka bir erkek ismi
duymak bile canını sıkmıştı. Bir krizi daha kaldıramazdı bugün.
Yerinden
doğrulan Young Min’in arkasından baktı Eun Jung “Az önce bayılacaktı şu
rahatlığa bak.” Diye söylendi. Her ne kadar bu hareketlerine sinirlense
bile onun bu gizemli tavırları kafasını kurcalamadan edemiyordu.
Kalan
kitapları bin bir düşünceyle yerleştirdikten sonra dinlenmek üzere bir
sandalye seçti kendine Young Min. Eun Jung ve Dae Sun’a en uzak ve görüş
alanına girmeyen masalardan biriydi bu. Yorulan kaslarını gerinerek
rahatlattı. Bu eskimiş kitap kokuları uykusunu getiriyordu. Kafasını
masadaki üst üste birleştirdiği kollarına koydu. Gözleri açık
düşünüyordu, ne yapmalı ve artık vaz mı geçmeliydi? Zaten edindiği
bilgilerde sınırlıydı.
“Geçmiş olsun” diye duyduğu sesle irkilerek
gözlerini kırparken masanın üstüne konmuş sıcak kahve kokusu burnuna
ulaşmıştı. Kafasını kaldırdığında karton bardaktaki kahveye daha sonra
yanına oturan Min Seo ya ilişti gözü. Bundan bir saat önce kurduğu
planlar aklına gelmişti. Min Seo şimdi yanında oturuyordu ve bulunmaz
bir fırsat diye düşündü. Vazgeçme fikrini az önce hiç düşünmemiş gibi
bir gülümseme ekledi dudaklarına Young Min. “Teşekkür ederim.” derken.
“Nasıl
oldu öyle birden bire?” dedi Min Seo merakla, bu soru karşısında
gerilen Young Min geçiştirmeyi ve istediği konuyu açmayı denemenin
yollarını deniyordu. “Bazen oluyor öyle. Eun Jung shi ye teşekkür
etmeliyim.” Dedi minnet içeren bir bakışla.
“Ah Eun Jung çok
hassastır özellikle de bu hastalık gibi konularda, ilk yardım kurslarına
bile gitti.” Dedi uzaklara bakarak Min Seo. “Hassas mı? Neden?” diye
sordu Young Min merakla açmış gözlerini Min Seo ya dikerek. Bu kadar
kolay konunun buraya gelmesine de şaşırıyordu. Min Seo arkasındaki uzak
masada oturan Eun Jung sanki duyacakmış gibi sesini alçaltarak ve
eğilerek devam etti. “Bir kazada ailesini kaybetmiş ve..” dedi böyle bir
şeyi bir yabancıya söylemekten ne çıkar diye düşünürken nefesini tutmuş
Young Min “Ve” diye devam etmesi yönünde cesaretlendirdi Min Seo yu.
“Ve
hafızasını kaybetmiş. Düşünebiliyor musun hayatının ilk on yılı
neredeyse yok. Zaten kaybettiği anne babasının yüzünü bile
hatırlayamıyor şimdi.” dedi üzüntüyle Min Seo dudaklarını ağlamaklı
bükerek. “Hafızası mı?” Young Min aradığı bilgiye ulaşmıştı. Az önce
sinirle baktığı Eun jung’a karşı içinde büyük bir merhamet duygusu
filizlenmişti. Min Seo önündeki iki kahveden birini Young Min’in önüne
ittirerek “sıcak gribine iyi gelir” dedi. Hala olayları algılamaya
çalışan Young Min sadece kafasını kibarca eğerek teşekkür etti.
İçtiği
sıcak kahvenin tadını bile alamıyordu. Hatta fazla sıcak olduğundan
yanan dudaklarının acısıyla kendine gelebilmişti Young Min. Asıl şimdi
ne yapması gerektiğini düşünmeliydi. Gerçekten ne yapmalıydı ki?
Eun
Jung uzun zamandır görmediği eski dostuyla biraz dertleşmişti biraz da
anlattığı komik staj anılarına gülmüştü. Keyfi yerine gelmişti, gitmek
üzere hazırlanan Dae Sun’dan bir daha gelme sözü de alarak kütüphanedeki
işine döndü. Kolundaki saatine baktı “İnanmıyorum saat kaç olmuş?” diye
söylenerek etrafına bakındı. Danışmada oturan Min Seo yerinde yoktu.
“Sahi ukala ne durumda?” diye geçirdi içinden Eun Jung biraz daha
ilerlediğinde gördüğü ikili önceki kurduğu hipotezini doğrular
nitelikteydi.
“Beklediğimden daha iyisin” diye söylendi Young
Min’e uzaktan bakarak. “Ve hatta daha hızlısın” diye de ekledi. Gizemli
çocuğun gizemini çözmüştü kendine göre Eun Jung buraya geliş amacı dünya
üzerindeki her erkeğin temel konusu ve amacı olduğu gibi kız
meselesiydi.
Danışmaya dönen Min Seo ya imalı baktı Eun Jung.
“Nerdeydin?” dedi bilmiyormuş gibi. Min Seo tereddütsüz bir şekilde
“Young Min’e kahve götürdüm, hasta ya iyi gelir diye” dedi. “Hımm” diye
kafasını salladı Eun Jung. Bu cevaba tatmin olmasa da üstelemedi.
Kütüphanede
işi bittiğinde neredeyse kaldırımdaki taşların yerine kadar ezberlediği
o yolu tekrar yürümeye başladı Eun Jung. Sallana sallana yürürken
yanından jet hızıyla geçen siyah ceketli Young Min’i son anda fark etti.
Hızlı
hızlı yürüdüğü adımlarını atarken sanki kafasının daha çok çalıştığını
hissediyordu Young Min. Eun Jung’u bile fark edemeyerek mesafeyi giderek
açtı. Eun Jung onun bu tavrına daha fazla sinirlendiği hissetti oldum
olası kullanılmayı sevmezdi. İçindeki tüm öfkenin bu yüzden olduğunu
düşünürken belki de yanılıyordu.“Kendini beğenmiş şey” dedi arkasından
Young Min’e yeni bir isim daha bulmuştu.
Yürüdüğü yol şarkı
eşliğinde daha kısa geldiğinden yorulmadığını hissetmiş olsa bile yemek
ve bol sohbetli birkaç saat sonra soluğu odasında aldı Eun Jung. Belki
de alıştığından ama yalnız olmayı seviyordu.
Keyifle yatağına
uzanıp bir şeyler okumayı denedi. Ama bugün odaklanmada pek başarılı
sayılmazdı. “Bütün erkekler aynı tek dertleri kız tavlamak” diye
söylendi okuduğu dergiyi hızlıca kapatıp yatağın ayakucuna iterek.
Hâlbuki kurduğu bu cümle okuduğu bu tarihi dergiyle pek alakası yoktu
ama kendisi bu alakasız cümleye şaşırmadı. Sinirle nefesini verdikten
sonra komidine uzattı elini. O günlüğü okurken kendini iyi hissediyordu
nedense.
Okuduğu birkaç sayfanın ardından günlüğün geldiği bu
sayfasında aklının ona oyun oynadığını düşündü Eun Jung. Yanaklarından
süzülen damlalara aldırmadan okumaya çalıştı.


….
3 Kasım 1988
Burası bana huzur veriyor.
Nedenini bilmiyorum. Ama bütün sorunlar yok oluyor sanki. Bugün de o ağaçlı yolun oraya gittim. İkimizin evi arasındaki bu yol gerçekten çok güzel.
Çimenlere
oturup düşen yapraklara baktım. Bana onu hatırlattı, neden bu
yaprakları topladığını sormayı isterdim. . Ne kötü daha adını bile
bilmiyorum

Bir kahkaha sesi duydum yolun başından geliyordu. Beni
görünce el salladı ben de salladım. Yanıma getirdiğim not defterime
baktı merakla. Konuşamadığımı ailesi söylemiş olmalı bana bir şey
sormaya çekiniyordu sanki.
Yanıma oturup bana gülümsedi. Bana
döndü “Adım Park Eun Jung 9 yaşındayım.” Dedi. Adı evet adını
öğrenmiştim. Kafamı salladıktan sonra yanımda getirdiğim defteri açarak
adımı ve yaşımı yazdım. Okuduktan sonra “benden iki yaş büyüksün” dedi.
“yani bir oppasın” diye devam etti sonra.
Annemin akşam yemeği
için çağırması ile eve döndüm. Artık sanki bu günlükle yaşıyor gibiyim
yanımdan hiç ayırmıyorum bütün konuşup da söyleyemediklerimi buraya
yazmak istiyorum..”
-----
Not: Bölümün gecikmesi için üzgünüm okulumun başlaması dolayısı ile y ^^ Anlayışınız için teşekkürler Wink
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:10 pm

Yazar: Vildan Kara

6.Bölüm Yaprak..

(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=AGgfXc-ZToQ ) Yiruma- All Myself To You

Eun
Jung okuduklarının etkisiyle kendine gelmekte zorlanıyordu. Bu günlüğün
sahibi her kimse onu ve o hatırlamadığı yıllardaki halini biliyor
olmalıydı. Yaşadığı derin hüzün gözlerinden oluk oluk boşanırken
odasının kapısı çaldı. “Gel” diyecek güçte hissetmiyordu kendini zira bu
günlük hep o bastırmaya çalıştığı duygularını açığa çıkarmış üstelik
hazırlıksız yakalamıştı onu. Kapattığı günlüğe sıkıca sarılıp göğsüne
bastırıyordu ağlarken. Şu an yaşadığı şey o sebepsiz ağlama krizlerinden
başka daha başka bir şeydi.

Ses gelmeyince “uyudu mu ki?”
diye düşünürken Ha Neul içerden duyduğu iç çekme sesiyle olayı
kavramıştı. Bir anda kapı koluna asılarak içeri attı kendini. Gördüğü
manzara ile içi burkuldu Ha Neul’un.

“Neyin var? Ne oldu?”
diye telaşla karışık üzüntüyle yaklaştı arkadaşının yanına Ha Neul. Eun
Jung sadece gözlerini diktiği arkadaşına kollarını açtı, şefkate
ihtiyacı varmış gibi hissediyordu. Bağdaş kurmuş bacaklarını toplayarak
arkadaşının yanına oturması için yer açtı. Ha Neul yatağa oturarak
arkadaşına sarıldı. Bu sarılmanın etkisiyle daha fazla ağlamak istedi
Eun Jung. Ağladıkça kendini iyi hissediyordu sanki içinde biriktirdiği
onca düşünce gözlerinden taşıyordu.

“Şhh tamam geçti,
geçti canım.”diye saçlarını okşadı Ha Neul arkadaşının. Yaklaşık yarım
saattir tek kelime etmeden gözyaşı döken arkadaşının ne hissettiğini
anlamak için zorlasa da bunu yüzde yüz başaramayacağını biliyordu. Ne de
olsa ailesi hala hayattaydı, bazen onlarla telefonda konuşurken
arkadaşı aklına gelip hüzünlenirdi.

Ağlamak Eun Jung’u
hayli yormuştu, ama üstünden bir yük kalktığını hissediyordu.
Arkadaşının omzunda artık kesik kesik nefes alarak düşünüyordu sadece.
Bir şey sormaktan korkan Ha Neul ondan bir tepki gelene kadar bekleyip
susmaya karar verdi.

“Teşekkür ederim.” dedi boğuk bir
sesle Eun Jung. İçinde oluşan minnet duygusunu kelimelere dökmekte
zorlanıyordu, hep bu anlarda başını dayayacağı bir omzun olduğunu bilmek
ne güzeldi. Neyse ki bu iki kelimelik cümlenin içinde yatan derin sevgi
ve minneti gayet iyi biliyordu Ha Neul. Kafasını kaldıran arkadaşının
ıslak gözlerine ve alnına yapışmış saçları gülümsemeye çalışarak
düzeltti. “Şimdi daha iyisin ya?” diye sordu. “Sanırım” diye cevapladı
Eun Jung bir yandan da yatağın yanına koyduğu günlüğe baktı.

“Bir
şey söylemeliyim” dedi yutkunarak Eun Jung.“Söyle canım
dinliyorum.”dedi Ha Neul olabildiğince anlayışlı ve nazik olmaya
çalışıyordu çünkü biliyordu ki Eun Jung içini kolay kolay açan biri
değildi.

“Hani Jeju dan bir kutu getirmiştim içinde kitaplar vardı hatırlıyor musun?” dedi Eun Jung tereddütle.

“Evet,
hatırlıyorum.” dedi soran gözlerle Ha Neul bu konunun kitaplarla
alakasını çözememişti. “İşte o kutuda bunu buldum.”dedi Eun Jung eline
aldığı günlüğü uzatarak. Gözlerini kocaman açmış Ha Neul eline aldığı
defteri özenle tutarak incelemeye başladı. Sayfalarını karıştırdıktan
sonra “Bu bir günlük mü?” dedi merakla kafasını kaldırarak.

“Evet,
öyle.”dedi Eun Jung. “Peki, kimin?” diye tekrar bir soru yöneltti Ha
Neul. “Bilmiyorum, ama içinde adım geçiyor.” Dedi yine dolmaya başlayan
gözlerine engel olmaya çalışarak.

“Adın mı? Babanın olmalı
o zaman.”dedi Ha Neul yazıların düzensizliği bir çocuk yazısını andırsa
da kendince en mantıklı cevabı söylemişti. “Hayır, bu bir çocuğun
olmalı.” Dedi Eun Jung “ yani sanırım çocukluk arkadaşımın.” dedi
hüzünle baktı adını bile hatırlamadığı çocukluk arkadaşının günlüğüne.
“Bak
Eun Jung hassasiyetini anlıyorum ama bence artık kendine eziyet
etmemelisin.”dedi arkadaşına yardım etmek istiyordu Ha Neul. “Bu konuyu
doktorla görüşmüştün hem Dae Sun da söyledi sana çok zorlamamalısın
kendini” dedi sonrasında, haklıydı ne zaman bu konudan söz açılırsa Eun
Jung’un gözleri nemleniyordu. “Geçmiş geçmişte kaldı” diye devam etti.
Bu sözlerin doğruluğunu biliyor olsa da beynini kemiren bu sorulara
yanıt bulmalıydı Eun Jung.
“Ama bu bir fırsat eğer ben..” diye
devam edecekken susturdu onu Ha Neul “bak buna el koyuyorum kendine
eziyet etmeni istemiyorum artık” diyerek elindeki günlüğü göstererek
ayağı kalktı.

“Hayır, eziyet değil o bir anahtar olabilir
anlamıyor musun Ha Neul geçmişime giden kapının anahtarı” dedi gözleri
parlayarak Eun Jung. “Kendini toparlayınca geri vereceğim ama şimdi
uyumalısın söz ver bana” dedi Ha Neul. Eun Jung itiraz edecek takati
bulamamıştı kendinde. Zaten uykusuz gözleri ağlayınca daha fazla yanmaya
başlamıştı. Kafasını istemeden de olsa tamam anlamında sallayıp uykunun
kollarına bıraktı kendini.

“Eun Jung, Eun Jung uyan beni
duyuyor musun? Lütfen ölme Eun Jung seni seviyorum..” bir çocuk sesi
kulaklarını yırtarcasına haykırıyordu sanki Eun Jung ‘a. Araladığı
gözlerinden gördüğü yeşil çimenlere
yatıyor olduğunu anladı Eun
Jung. Başucunda ağlayan küçük oğlan çocuğuna baktı anlamayan gözlerle.
Ağlayan çocuğun gözyaşları yanağından kayıp onun yüzüne düşüyordu.” Eun
Jung kalk…”
Yatağından sıçrayarak uyanan Eun Jung bunun bir kâbus
olduğunu anlamıştı. Boncuk boncuk terlemiş anlını yokladı elleriyle.
Korkusundan hala nefes nefeseydi.

Kapıdan kafasını uzatan
Ha Neul “Uyandın mı?” dedi gülümseyerek. “E-evet” dedi Eun Jung bembeyaz
yüzüne aynaya çevirerek. “iyi misin?” dedi Ha Neul endişesini gizlemeye
çalışırken. “İyiyim sadece bir kâbustu.” diye geçiştirdi Eun Jung
arkadaşını daha fazla üzmemek adına gülümsemeye bile çalıştı.

Kahvaltıdan
sonra yürüdükleri yola boş gözlerle bakıyordu Eun Jung. Son baharı
severdi nedense. Sararmış yaprakların hışırtıyla ayakları altında
ezilmesini, yağan sonbahar yağmurlarını..

Ha Neul önden
yürürken yere eğildi ve bir yaprak aldı eline Ha Neul. Aklına günlükteki
yaprak gelmişti. “Demek ki yaprakları çocukken de seviyormuşum” diye
söylendi sanki yabancı birinden bahseder gibi. Elinde tuttuğu yaprağı
alarak okuduğu bir kitabın içine yerleştirdi ve hızlı adımlarla mesafeyi
açmış arkadaşına yetişmeye çalıştı.

Ders sonrası
üzerindeki kazak deseninin yanağına geçmiş şekilde uykusundan uyandı Eun
Jung. Ne ara uyuduğunu bile bilmiyordu. Kızarmış yanağına yelpaze
yaparak diğer eliyle de tutulmuş boynunu ovarak sınıftan çıktı. “Yüzümü
yıkamalıyım.” diye lavaboya yöneldiği sırada arkasından birinin jet
hızıyla geçtiğini gördü. Bu o kahveyle beyaz bluzunun mahvolduğu
koridordu. “Burasını ilk okul sananlar var” diye söylendi.

Young
Min koşarak geçtiği koridoru merdivenleri çıkarak sonlandırırken nefes
nefese kalmıştı. Psikoloji bölümünün en kıdemli hocalarından aldığı
randevuya geç kalmak üzereydi. Kapının önüne doğru yavaşlattığı
adımlarıyla nefesini düzene sokup kendine çeki düzen verdi. Kapıyı
tıklattı ve ses gelmesini bekledi. “gel” seslenişini duyunca yüzüne bir
tebessüm yerleştirip uslu öğrenci moduna geçti Young Min.
“Hocam
ben Felsefe bölümünden Lee Young Min.” diye kendini tanıttı Young Min
eğilerek. “İsmini duymuştum sen hani şu üniversite sınavda üstün başarı
elde edip felsefe seçen Young Min olmalısın.”dedi gülümseyerek Prof.
Kang.
“Evet, benim” dedi mütevazıce gülümseyerek Young Min. “Otur
çocuğum” diye koltuğu gösterdi Prof.Kang. Kalın camlı gözlüklerini
gözünden çıkararak “Seni dinliyorum” bakışı attı Young Min’e.
“Şey
ben nasıl söylesem efendim size bir sorum vardı.”diye ağzında geveledi
Young Min telaşla. “Anlatabilirsin” diye cesaretlendirdi onu yaşlı
profesör.
“Bir arkadaşım var, kendisi on yıl önce bir kaza sonucu
hafızasını kaybetmiş. Tıbbi anlamda bir bozukluk olmadığı halde
hatırlayamıyor. Ben sadece bunun bir tedavisi olabilir mi? Diye sormak
istemiştim” diye derdini anlattı Young Min sözlerini bitince pür dikkat
Profesör Kang’ı dinlemeye başladı.

“Hımm amnezi” dedi
profesör düşünerek aynı zamanda kafasında kalmış tek tük saçlarını
eliyle düzeltti. “Bu zor bir durum evet, kısaca bunu bir beynin savunma
mekanizması olarak adlandırabiliriz. Kişi yaşadığı travmatik olayları
bastırmak için bazen istemese de bu yolu seçebilir. Ve tedavi kişinin
sadece kendi elinde yani hatırlamak için o duygularını gün yüzüne
çıkarıp savaşabilecek güçte hissetmeli kendini.” Dedi umutsuzca
bakarken.

“Başka yapılabilecek bir şey yok mu?” diye sordu
son bir umut Young Min. “En fazla eskiden yaptığı şeyleri yaparak
hatırlamasına yardımcı olabilirsiniz ama fazla zorlanıp üstüne gidilmesi
de sakıncalı. Beyin kapalı bir kutu gibidir. İçinden ne çıkacağını
bilemezsin. Herkes için farklı bir tedavi bulabilirsin bu ise bizim
işimizin en zor yanı.” Diye açıkladı profesör. “Anlıyorum.”dedi Young
Min düşünceli bir şekilde.

“Teşekkür ederim zamanınız
aldım” diyerek ayağı kalktı Young Min. “Ne zaman istersen gelip
danışabilirsin” dedi profesör gülümseyerek. Kapıdan tam çıkacağı sırada
karşı taraftan da biri içeri girmek için zorladığından kapı olağanca
hızla açılmıştı.
Young Min gözleri iyice açarak karşısındaki acı
hatıralarla dolu yüzü inceledi. Dae Sun “Ah pardon” diyerek kapıdan
çekilip geçmesine izin verdi Young Min’in. Heykele dönen Young Min
bakışlarını kaçırarak teşekkür edip koridora attı kendini. Dünya ne
kadar da küçüktü? Ya da Seoul..

Bütün gece uyku girmemiş
gözleri kapanıyordu Young Min’in. Ne yapmalıydı? Adını bile
hatırlamadığı kızın karşısına “Hey ben Young Min, hatırladın mı?” dese
hem bu konuyu açarak Eun Jung’u üzmüş hem de eline bir şey geçmiş
olmayacaktı. Zaten profesör de kişinin kendisinde biter demişti ve fazla
üstelenmemesi gerektiğini söylemişti değil mi? Tüm bu düşünceler
kafasını kurcalarken çıldırmak üzereydi Young Min.

Kampüsün
bahçesindeki banklara oturup kafasını toparlamayı denedi. Soğuk hava
biraz daha kendine getirmişti onu. En azından mantığını geri kazanmaya
başlamıştı.

Ayağa kalkarak kütüphaneye gitmek üzere
yürümeye başladı. Şu an tek yapabileceği onu uzaktan izlemek olsa da bir
dakika bile kaybetmek istemiyordu.

Kütüphaneye girdiğinde
her zamanki gibi sessizlik hâkimdi. Bu sükûneti sevdiğini fark etmişti
Young Min. Burası da ona huzur vermeye başlamıştı sanki.

Gülümseyerek
Min Seo ya “Merhaba” dedi ama gözleri hala Eun Jung’u arıyordu.
“Kütüphane de bugün bayağı boş” dedi etrafına bakıp Young Min.
“Evet,
öyle, Eun Jung da birazdan gelir zaten sıkılmaya başlamıştım.”diyerek
Young Min’e istediği cevabı verdiğinden habersiz işine devam etti Min
Seo.

Young Min memnun bir ifadeyle dolaplara yöneldi.
Çantasını bırakırken içeri giren Eun Jung ile göz göze geldi. Eun Jung
içinden bir şey söylemek için tereddüt ederken ilk hamle Young Minden
geldi. “Merhaba” diye gülümseyerek baktı Eun Jung’a. “Merhaba” dedi
şaşkın bir ifadeyle Eun Jung.

Young Min daha fazla dikkat
çekmemek için fazla bir şey söylemedi ve yerleştirilmesi için masalara
dizilmiş kitaplara baktı hüzünle. Yine de bu işi yapmaya alıştığından
zorlanmıyordu artık. Eun Jung ise boşluktan yararlanarak biraz kitap
okumayı seçmişti. Kütüphane bugün boştu ve yeni gönüllü öğrenci işi
kapmışa benziyordu.

Okuduğu kitabını açıp kaldığı sayfaya sabah ayraç gibi koyduğu yaprağa baktı. Parmaklarıyla üzerindeki deseni inceledi.
Biraz
okuduktan sonra Min Seo’nun sesini duydu “Aptal bilgisayar gene
bozuldu.”diye söyleniyordu. Yerinden kalkıp Min Seo ya yardıma gitti Eun
Jung. Emektar kütüphane bilgisayarı ne zaman bozulsa o yapardı.
Young
Min masalarda kalan kitapları gezerken az önce Eun Jung’un oturduğu boş
masaya baktı. Üzerinde atkısı, boş kahve bardağı ve kitabı vardı.
İçindeki dürtüye engel olamayarak yaklaştı masaya. Okuduğu kitabı
incelemek isterken masadaki yaprak gözüne ilişti. Dolmasına engel
olamayan gözleriyle eline aldı yaprağı Young Min. “Sensin..”dedi
fısıltıyla sadece.

“Young Min” diye biri seslendi tam bu
sırada arkasından kendini toparlamaya çalışarak yerine koymayı denediği
yaprağı yere düşürdü Young Min. “Ne yapıyorsun?” diye sordu yaklaşarak
Eun Jung eğilip yaprağı yerden aldı. “Ben şey sadece dikkatimi çekti,
işime dönüyorum” diye iyice nemlenen gözlerini Eun Jung dan kaçırdı
Young Min. Bu duruma daha ne kadar katlanabilirdi bilmiyordu..
------------

Yazarın
notu: Ve bekletmeden size uzun bir bölüm yazdım sürpriz olarak^^ Yorum
bırakırsanız çook daha mutlu edersiniz beni;) Vildan..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:10 pm

Yazar: Vildan Kara

7.Bölüm “Bu bir oyun mu?”…
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=djHXddheQC4 ) Yiruma- Do you?

Young
Min işini bir an önce bitirip oturduğu eski kütüphane masasında asıl
kütüphaneye geliş amacını izlemeye koyulmuştu. Eun Jung’un büyük
dikkatle kitabı okuması, sayfaları çevirişi, gözlerini kırpışı, arada
uykusunun gelip esnemesi, her şeyini.. Uzun zamandır aradığını bulmuş
ama ona yaklaşamamanın acısını hissediyordu en derinden. Ah ne zordu
sadece uzaktan sevmek ya da sadece bir hayali sevmek. Karşısındaki ‘o’
olsa bile aynı zaman da değildi sanki. Hiç bir şey hatırlamıyor olması
onu sevmekten vazgeçiremezdi ya.

Önündeki dergileri
inceliyormuş gibi yapıp bir yandan da onu gözetlemeye çalışmak tuhaf
gelse de zamanın durmasını istemişti içinden.

Tam bu sırada sağ tarafına birinin dikildiğini fark edip gözlerini önündeki açık dergilere odakladı Young Min.

“Ne
okuyorsun?” diye yanındaki sandalyeye oturdu Min Seo, merakla Young
Min’in önündeki dergilere bakıyordu. “Hiç, öylesine bakıyorum dikkatimi
çekti.” Diye geçiştirdi Young Min. “Psikolojiyle ilgilendiğini
söylememiştin.” Dedi Min Seo dergileri karıştırarak.

Bugünlerdeki
psikoloji merakının sebebini kimsenin tahmin edemeyeceğini bildiğinden
yalan söylemekte çok zorlanmadı Young Min.“E-evet, ilgiliyim bayadır.”
dedi gözlerini kaçıştırarak. “Bak Eun Jung’un arkadaşı var o da
psikoloji okuyor istersen onunla konuş merak ettiklerini.”dedi Min Seo
yardım ettiğini düşünerek.

Bu sırada karşı masada konuşan
ikiliyi gören Eun Jung gözlerini kısarak “Min Seo da dünden
razıymış.”diye tısladı içinden. Young Min gibi kendini beğenmiş birinin
Min Seo ya ilgi duymasına şaşırıyordu sadece.

Kütüphane
müdürü Bay Han Eun Jung’a seslendi. Eun Jung neyse ki bu manzaraya daha
fazla maruz kalmadan yerinden doğrulup Bay Han’ın yan taraftaki küçük
ofis haline getirilmiş, camekân ile bölünmüş odasına girdi.

“Eun
Jung yeni bir projemiz var ve gönüllü öğrencilerimiz olarak birkaç
kişiye daha ihtiyacımız oldu.” diye söze başladı Bay Han. “Tabi, nasıl
bir proje bu?” diye merakını belitti Eun Jung masasındaki deri koltuğa
oturan müdüre bakarak.
“Jeju daki kütüphaneler ile bir çalışma
bu. Gezici kütüphane şeklinde hazırladıkları araçlara yardım edecek
gönüllü öğrenci istediler. Bizde Seoul Üniversitesi Kütüphanesi olarak
kabul ettik ne de olsa sayılı kütüphanelerden birine sahibiz. Kitap
desteği de vereceğiz tabi.” dedi Müdür Han gururla gerinerek.
Yardımsever Eun Jung’un da bu teklifi kabul edeceğine emindi.

“Şey,
ben” diye tereddütle baktı Eun Jung. Jeju’nun adının geçmesi bile
tuhaflaştırmıştı onu. Oraya en son gittiğinde o kitap dolu kutuyu
almıştı evden. Ondan öncesi de.. Hatırlamıyordu ki. Büyük annesine
tekrar geleceğine dair söz verirken bu kadar çabuk olacağını
düşünmemişti.

“Ne oldu? Sınavlarınız bitti sanıyorum başka
bir durum mu var?” diye sordu karşısında dikilen Eun Jung’a Müdür Han.
“Şey sınavlarım bitti evet” dedi kekeleyerek Eun Jung. “Tamam, öyleyse
bu hafta sonu için biletlerinizi ayarladım. Min Seo hafta sonu için
Busan’daki ailesine söz vermiş. Sen Young Min ile gideceksin. Hem o da
baya kolay öğrenen biri sanırım” dedi müdür Han önündeki kâğıt
yığınlarıyla da ilgilenirken.

“Young Min mi?” dedi Eun
Jung telaşla, bu sırada yüzünün neden kızardığına dair en ufak bir fikri
yoktu. “Evet, onla da sonra konuşacağım bu konuyu” dedi Müdür Han
birkaç kâğıt parçası uzatırken Eun Jung’a. “Bunlar da gerekli belgeler”
diyerek devam etti.

Kafasını eğerek “Tamam Bay Han
elimden geleni yaparım” dedikten sonra odadan çıktı Eun Jung. Bay Han
ona bu kütüphane için destek olan en önemli kişilerden biriydi. Duyduğu
minnet yüzünden bu ani teklifi de geri çevirecek gücü bulamamıştı
kendinde.

Min Seo’nun neyden bahsettiğini anlamaya
çalışarak bakıyordu Young Min. İçinde ‘Eun Jung’ geçen her cümle bütün
dikkatini mıknatıs gibi çekiyordu. “Eun Jung’un arkadaşı mı?” dedi
merakla Young Min konuyu daha fazla açmasını istediğini belirterek.

“Evet,
Dae Sun psikoloji okuyor. Baya yakın bir arkadaş.” Diyip güldü Min Seo
imalı bir şekilde. Young Min bu gülüşünün manasını sevmediği halde
karşılık vermeye çalışarak acı bir tebessüm ekledi dudaklarına. “Hımm”
dedi sadece anladığı göstererek, bu konuşma kalbinin o yarasını tekrar
deşmişti ama asıl düşünmesi gereken Eun Jung du, onun acısını
hafifletmek ilk gayesiydi artık. Uzaktan bir kahraman gibi yardım
edecekti ona. En azından deneyecekti, sadece biraz şansa ihtiyacı vardı
değil mi? Sadece küçücük bir ışık..

Bir kütüphane çalışanı
birbirine böylesine eğreti duran ikiliye yaklaşıp Young Min’e baktı.
“Müdür Han seni çağırıyor” dedi az ilerdeki odayı göstererek. Young Min
onu bu sıkıcı konuşmadan kurtaran kurtarıcı meleğine gülümseyerek
yerinden kalktı. Min Seo’nun görmeyeceği şekilde bir ‘oh’ çekti.

Müdür
Han’ın odasında duydukları bugün duyduğu en güzel haberdi onun için.
Belki de kader bu sefer ondan yanaydı ve belki de o beklediği ışık
buydu. Eun Jung’un durumu hakkında Prof.Kang dan duyduklarını ve Min
Seo’nun imalı laflarını bile unutturmuştu bu haber. Ne olursa olsun bu
fırsatı değerlendirmeliydi. Bir an önce hafta sonunun gelmesini
istiyordu.

4 gün sonra..

Çalan
alarm Eun Jung’un uykusunun en güzel yerinden böldü. Daha gözlerini
açamadan el yordamıyla bulduğu komidinin üstündeki eski saati susturdu.
Sessizliğin verdiği huzur ile gülümsedi elinde olmadan. Bu zamanda kim
hala çalar saat kullanırdı ki? Güzel melodili telefon alarmları ne güne
duruyordu. Eun Jung bazı konularda eski kafalıydı işte.

Cumartesi
okul yokken uyanması gerekmeseydi yataktan öğlen on ikiye kadar
çıkmazdı. Bütün gücünü toplayıp yataktan doğruldu. Karışmış saçlarını
daha da fazla karıştırarak banyoya attı kendini. Güzel, sıcak bir duş
ile daha fazla kendine geldiğini hissediyordu. Ha Neul daha uyanmamıştı.
Akşam hazırladığı küçük valizini alarak alt kata indi. Yine ağzına
birkaç lokma tıkıştırıp çıkacaktı ki Ha Neul’a bir not yazmak istedi Eun
Jung.

Yavaş adımlarını tekrar üst kata yönlendirerek
yukarı çıktı, büyük özenle ses çıkarmamaya çalışarak kapıyı araladı. Ha
Neul şekilden şekle girmiş uyuyordu. Bu haline gülümsedi Eun Jung. Ha
Neul’un kitaplığına yönelerek bir sayfa aradı Eun Jung. “Ne kadar
dağınık” diye söylendi.

Bulabildiği bir defter sayfasına
bol kalpli bir not yazarak çıkmak üzereyken kitaplığın üst rafında
tanıdık bir defter gözüne çarptı Eun Jung’un. Ayak parmaklarının ucunda
yükselerek aldığı deftere baktı hüzünle, varlığını bile unutmuştu sanki.
Ona dokunmak eski bir dosta sarılmak gibi geldi Eun Jung’a.

Yavaşça
kapattığı kapının ardından hızlıca indi merdivenleri Eun Jung, hava
alanına gitmek çağırdığı taksiye geç kalmamalıydı. Elindeki günlüğü de
hızlıca sırt çantasına atarak evden çıktı.

Kalabalık hava
alanı kendini hep garip hissettirirdi Eun Jung’a. Uçuyor olmak güzel
duyguydu, bundan mıdır bilinmez hava alanına ne zaman gelse kendini
önemli biri gibi hissederdi. Bir ünlü ya da iş adamı gibi… Saçma olduğu
bu fikre kendi kendine gülümseyerek bekleme salonunda boş bulduğu bir
koltuğa yerleşti.

“Neden gülüyorsun?” dedi bir ses. Onun
bu garip halini fark etmiş olacaktı ki tonunda bir alay da sezmişti Eun
Jung. “Şey, aklıma bir şey geldi de.” diye toparlamaya çalıştı Eun Jung
yanında kendisine bakan Young Min’e.
“Bu çok
açıklayıcıydı.”diyerek gülümsemesine devam etti Young Min, elinde
olmadan bu kıza takılmak hoşuna gidiyordu. “Çok konuşma da gidelim,
anons yapılıyor.”dedi Eun Jung rezil olduğunu düşünerek kendine gelmesi
gerekiyordu.

Uçak kalkış için hazırlandığında Eun Jung
kalbinin yerinden fırlayacak gibi attığını hissediyordu. Daha önce oraya
giderken yanında biricik dostu Ha Neul ona destek oluyordu. Ama şimdi
bir serseriyle aynı yolu gidiyordu. İçinde bir sürü garip his
uyanıyordu, karma karışık duygularını bastırmak isteyerek kulaklarını
dingin bir müzikle doldurup yanındaki küçük pencereden gökyüzünü seyre
daldı.

Bu sırada Young Min ise arkasına yaslanmış bir
şekilde yanında heyecandan kıvranan Eun Jung’a bakıyordu. Ne
hissettiğini ve ne düşündüğünü okuyabiliyor gibiydi. İçinden ona sarılıp
“her şey yoluna girecek” dememek için zor tutuyordu kendisini. Bir
şeyler biliyor olup da bilmiyormuş gibi davranmak ne zordu onun için.

Uçak
tekrar iniş yapmaya başladığında kucağındaki çantasını farkında olmadan
avuçları içinde sıkıyordu Eun Jung. Sakin gözükmeye çalışsa da korku
dolu ve ne olacağını bilemeyen gözlerle etrafına bakıyordu. Onun bu
haline daha fazla dayanamayan Young Min “İyi misin?”diye sordu,
olmadığını bilse de. “Evden aç çıktım sanırım o yüzden” diye bir bahane
attı ortaya Eun Jung. “Hayır, aslında burası hayatımın yarısının
anılarının yok olduğu yer. Ailemi, evimi hiç bir şey hatırlamıyorum.
Tedirginliğim bu yüzden” demekten iyiydi ne de olsa.

Kütüphane
müdürü Bay Han kalacakları yeri önceden ayarlamıştı. Young Min elinde
kalacakları eski Kore evi tarzında düzenlenmiş pansiyon adresine bakarak
taksi durağına ilerledi. Köşede tedirginlikle bekleyen Eun Jung’a doğru
yürüyerek “Tamam bu taksi bizi götürecek” dedi onu rahatlatmaya
çalışarak.

Pansiyon Jeju’nun o muhteşem beş yıldızlı
otelleri kadar güzel olmasa da belki de en güzel manzaraya sahip
yerlerden birindeydi. Pansiyon sahibi yaşlı ahjumma gülümseyerek ikiliye
yaklaştı. “Ah Bay Han’ın arayıp söylediği öğrenciler siz olmalısınız”
dedi onları baştan aşağı süzerek. Young Min “Evet biziz” dedi
gülümseyerek ve eşyaları yüklenerek pansiyona doğru yürüdü.

Biraz
odalarda dinlendikten ve yerleştikten sonra görevlerini yapacakları
Jeju’nun kütüphanelerini dolaşacaklardı. Eun Jung sadece iki günlüğüne
odası olacak bu yere alışmaya çalışıyordu. Deyim yerindeyse sudan çıkmış
balık gibi hissediyordu kendini. Yoldayken neden görevi reddetmediği
için sayısız küfür etmişti kendine. Elinde olsa arkasına bile bakmadan
Seoul’e koşmayı isterdi. Ya da okyanusu boylu boyunca yüzmeyi..

Hissettiği
onca karmaşık duygulardan en baskını korkuydu şu an Eun Jung’un. Evet,
bütün duyguları korkuda odaklanıyordu o an. Yavaşça oturduğu yatağından
pencereye doğru baktı hüzünle. Daldığı düşüncelerini bölen kapı
tıklatılmasıyla kendine geldi. “Gel” dedi tiz bir sesle.

“Şey,
hazırsan çıkalım” dedi Young Min onu daha fazla yalnız bırakmak
istemediğinden kendisi çarçabuk halletmişti işlerini. Soruya sadece kafa
sallamakla yetinerek sırt çantasını aldı yanına Eun Jung o da yalnız
olma fikrini sevmemişti. Hiç bir şey bilmiyor olsa bile (!) bu serseri
varken kendini daha güçlü hissediyordu.

Jeju da hava Seoul
den daha sıcak gibiydi. Sararmış yapraklara ve çıplak ağaçlara inat
güneş parıldıyordu tepede. Bu biraz da olsa tebessüm ettirebilmişti Eun
Jung’a. “Jeju bu mevsimde çok güzel değil mi?” diye bir soru attı ortaya
Young Min kendinin varlığını da hatırlatmak ister gibi bakıyordu Eun
Jung’a.

“E-evet çok güzel.”dedi Eun Jung derin nefes
alarak temiz havanın ciğerleriyle buluşmasının keyfini çıkarıyordu.
Yürüdükleri ağaçlı yolda duraksadı Eun Jung bu o günlükte bahsedilen
yola benzeyen bir yerdi.

Yolun kenarına toparlanmış ağaç
yapraklarına baktı hüzünle. Eğilip bir tane aldı eline, rengârenk olmuş
yaprağı inceledi. Arkadan bütün dikkatiyle onu izleyen Young Min
kalbinin çırpındığını hissediyordu sanki. “Bunu neden yapıyorsun?” diye
sordu nefesini tutarak, bir şeyler hatırlamasını umarak bakıyordu.
“B-ben şey” dedi Eun Jung vereceği cevapta tedirgindi. “Bilmiyorum
sanırım yaprakları seviyorum.”dedi sonra doğruyu söyleyerek.

Görev için gittikleri kütüphanede oldukça eğlenmişlerdi ikili. Küçük çocukların meraklı bakışları daha mutlu ediyordu onları.

Akşam
saatlerine doğru gökyüzü kızıl bir görüntü almıştı. Dönerken yine o
ağaçlı yolun oradan geçtiler, Eun Jung yürüdükleri yolun yanındaki
düzlüğe baktı. “Biraz oturalım mı?”dedi bunu Young Min’e neden soruyordu
bilmiyordu ama bugün onunla olmak gizli bir güç vermişti sanki ona.
Bunu bir fırsat olarak gören Young Min gülümseyerek baktı “Tamam” dedi..

İkili
güneşin batış yönüne doğru oturup okyanusu seyrediyorlardı. Eun Jung
sırtını dayadığı ağaca güvenerek daha fazla geriye atarak kendini
gökyüzünü incelemeye başladı. Bulutların aldığı garip şekilleri
inceliyordu. Gözüne takılan bir bulut dikkatini çekti, aynı bir kuşa
benziyordu sanki. Kocaman kanatları olan bir kuş gibiydi.

“Bak”
dedi gülümseyerek Eun Jung. Young Min şaşkın gözlerle işaret ettiği
yöne baktı. “Aynı bir kuşa benziyor değil mi?” dedi Eun Jung. Young Min
duyduklarının etkisiyle buluta değil de Eun Jung’a çevirdi gözlerini,
sessizce yutkunarak devam ettirdi. “Bu bir oyun mu?” diye sordu Eun
Jung’a hep o sormak istediği soruyu sormuş oluyordu. “Evet, bir oyun
çocukken hiç oynamadın mı?” diye sordu Eun Jung düşünmeden söylediği bu
cümle yanındakinin kalbini daha fazla titretse de renk vermemeye çalıştı
Young Min.

Bu oyunu ikisi de yaklaşık yarım saat
oynadılar hayal güçlerinin el verdiği ölçüde bulutlar bazen bir yarasa
bazen de bir maskeli katile dönüşüyorlardı.

Eun Jung dizlerinin yanına koyduğu sırt çantasının içindeki günlük gerçekten de kaderlerine yardımcı olacak mıydı?

-----
Yazarın
notu: Kısa zamanda bu ikinci sürprizim oldu size uzun bir bölüm daha
^^ Siz de yorumlarınızdan mahrum bırakmayın olur mu? Wink
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:12 pm

Yazar: Vildan Kara

8.Bölüm
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=aaafvz_xFSI ) Narsha- Only you don’t know


Güneş
iyice kaybolmuş, hava biraz daha soğumuştu. Eun Jung üşüdüğünü
hissederek elleriyle kollarını sıvazladı. Onun bu halini fark eden Young
Min oradan hiç ayrılmak istemese de “Üşüdüysen pansiyona dönelim?” diye
teklif etti.
Hayatının en güzel bir saatini geçirdiğini
hissetmişti Young Min. İşin ironik yönü ise yanındaki bu güzel kız
hiçbir şey hatırlamıyor da olsa aynı o yıllarda yaptıklarını
yapmışlardı. Bulutları çeşitli şekillere benzetme oyunu boyunca ağlamak
istemişti Young Min. Akıtamadığı gözyaşları içinde göl oluşturmuş adeta
taşacağını hissetmişti.
“Tamam, iyi olur.” Dedi Eun Jung.
Gülümseyerek kalkmasına yardımcı olmak için el uzatan Young Min’in elini
tutarak doğruldu. Pansiyona doğru yürürlerken Eun Jung içine hüzün
çöktüğünü hissetmişti. Adımlarını yavaşlatarak arkasında onu takip eden
Young Min’e döndü. “Teşekkür ederim” dedi bir çırpıda.
Önünde
yoluna devam etme başlayan kıza şaşkın gözlerle baktı Young Min. “Ne
içindi teşekkürün?” diyerek Eun Jung’a yetişip önüne geçerek sordu.
“Şey,
beni yalnız bırakmadığın için.” dedi Eun Jung daha çok gözlerini
kaçırıp konuyu kapatmak ister gibi bir tavırla adımlarını hızlandırdı.
Eun
Jung yemekten sonra odasına kapanmıştı. Karanlıkla birlikte biraz daha
hüzünlü hissetmişti kendini. Belki de sadece evini özlemişti. Yine de
korktuğu gibi kendini savunmasız ve yalnız hissetmemişti orada. Young
Min’in varlığı gizli bir güç vermişti sanki tabi yaptığı ukala espriler
dışında.
Pencere yanındaki koltuğa yan oturarak dışarısını seyir
etmeye başladı Eun Jung. Rüzgârın bahçedeki ağaçların yapraklarını tek
tek sökmesini izledi. Uzattığı bacaklarını kendine doğru çekip kollarını
dizlerine koydu. Uzun süre öylece düşündü..
Daha sonra geç
olduğunu fark ederek derin bir nefes aldı ve toparlanmaya çalıştı.
Koltuğun yanındaki sırt çantası gözüne ilişti, sahi o gizemli günlüğü
oraya getirmişti. Bunu niye yapmıştı? Belki de o günlük yanında
bulunduğunda adını hatırlamadığı eski dostuyla özlem giderdiğinden,
belki de hatırlamadığı o anıların yazılı olduğu tek nüsha olmasından..
Diz
çökerek açtığı sırt çantasından dikkatlice çıkardı günlüğü Eun Jung.
Kutsal bir kitap gibi dikkat ediyordu zarar görmemesi için. Kaldığı
sayfayı bulup nefesini tutarak okumaya devam etti. Yarım saat sonra
geldiği sayfayı çevirirken esnemeye başlamıştı.
Geldiği sayfada
siyah mürekkebin bazı yerlerde dağılmış olduğunu gördü. Yuvarlak şeklini
almış mürekkep izlerine baktı, “Gözyaşı mı?” dedi kendi kendine
kalbinin daha hızla attığını hissediyordu.



25
Kasım 1988


Eun Jung’a söz verdiğim gibi bugün o göle gittik. Ama nerden bilebilirdim? Hepsi benim suçum. Onu koruyamadım.
Her
şey başta o kadar iyiydi ki. Giydiği beyaz elbisenin içinde bir melek
gibi gülümsüyordu bana. Okuduğu kitaplardan birini anlatırken adada
hikâyedeki gibi bir göl olduğunu söylemişti. Daha önce gitmediği o göle
götürmeye söz vermiştim.

Orayı gerçekten çok beğenmişti. Belki yüzlerce teşekkür etmişti bana. Sadece bir anlığına uykuya daldım ve..

Gözlerimi açtığımda yanımda değildi. Kalbimin parçalandığını
hissediyordum. Hava kararmaya ve soğumaya başlamıştı. En kötüsü de
ismini seslenip “yanıma gel” bile diyemiyordum.


Önceleri
sadece yemek yemek için kullandığım ağzımı bir kelime söylemek için
oynatmaya bile yeltenmemiştim. Nefesimi içime çekip boğazımı zorladım.
Sadece birkaç ses çıkarabilmiştim gözlerimden akan yaşlar eşliğinde
tekrar denedim. Fısıltı şeklinde adını söyleyebilmiştim. Annem o yan
yanımda olsa benden daha çok ağlardı emindim yıllardır, doktor doktor
gezmiştik tek bir kelime duymaları için.

Biraz daha
ilerde sazlıkların orda bir kıpırtı duydum. Artık daha fazla hâkim
olabildiğim sesimle tekrar seslendim “Eun Jung” Çocukların ilk
söyledikleri kelime anne, baba belki ama benim ilk kelimem “o” olmuştu.
“Buradayım” dedi acı içinde, onu bulmuştum. Diz çökmüş biçimde ayak
bileğini tutuyordu. Yaklaştığımda da sevinçle karışan gözyaşlarımla
adını yineledim “Eun Jung” seslenenin ben olduğumu yeni anlamıştı.
“S-sen konuştun mu?” dedi şaşkınlıkla ama ben onun söyledikleriyle değil
bileğini kavrayan tuzağa bakıyordum. Yabani hayvanlar için köylüler
tarafından kurulmuş bir av tuzağı olmalıydı.

O gözlerini
bana dikmiş bakarken ben ise kendimi toparlayıp bileğini tuzaktan
kurtarmaya çalışıyordum. Üçüncü denemede bileğini sıkışan demirlerin
arasından kurtardım. Acı ile gülümsedi ama gözlerinde kurumuş
gözyaşlarıyla hala şaşkınlığını gizleyemiyordu. Ayağa kalktığında
sendeledi bana dayanmasını sağlayarak yürümeye başladık.

Shin amca bana kızacaktı, ona göz kulak olmam konusunda ona söz vermiştim.
Eve
doğru giderken o da susuyordu. Bense hala konuşabildiğime şaşkındım ve
tekrar denemeye korkuyordum. İnsanın ilk defa sesini duymak ne farklı
bir duyguymuş.

“N-neden şimdi de konuşmuyorsun?” dedi
duraksayıp, bu soruyu bekliyordum. Korku dolu bakışlarımı yola eğdim.
“Yapabildin, şimdi de yapabilirsin.” Diye kolumu sıkıca tuttu. Bütün
gücümü toplayıp ciğerlerimdeki havanın sese dönüşmesi için çabaladım.
Sadece “Ben” diyebilmiştim.”


Eun Jung sanki
bir günlük değil de heyecanlı bir roman okuyor gibikendini kaybetmişti
okurken. Çakan şimşek ile yerinden sıçradı. Birkaç saniye sonra
yağmurlar pencereye vurmaya başlamıştı, hâlbuki sabah hava ne güzeldi.
Yarın
kütüphane işinden sonra büyük annesine uğrayacaktı. Görevi kabul
ettiğinde ona da geleceğini haber vermişti. Üzerinde bunca emeği olan
yaşlı kadına gidip görmezse üzüleceğini biliyordu.

Günlüğe daha sonra devam etme kararı kalarak uyumayı seçti Eun Jung zira ertesi gün hem erken kalkacaktı hem de çok yorulacaktı.

“Eun
Jung, Eun Jung…” kulağını sağır eden çocuk sesi ile gözlerini büyük bir
korkuyla açmıştı Eun Jung. Yine o kâbuslardan biri olmalıydı. Hızla
çarpan kalbinin üstüne elini koyup yatağından doğruldu. Hava bulutlarla
kaplıydı, güneş aydınlatmakta yetersiz kalmıştı sanki gökyüzünü.
Yüzünü
yıkadıktan sonra küçük valizine yöneldi Eun Jung. “İyi ki Ha Neul’u
dinlemişim de hırka getirmişim.” diyerek yeşil hırkasını çıkardı.
Kahvaltıdan
sonra Eun Jung ve Young Min bugünkü görev yerlerine doğru yol adılar.
Young Min yorgun görünüyordu hatta gece hiç uyumamış gibi, yalan da
sayılmazdı aslında. Bütün gece yatağında dönüp olanları düşünmüştü Young
Min, nasıl davranması gerektiğini hala bilemiyordu.
“Young Min
shi” dedi Eun Jung ardından tereddütle yanında yürüyen serseriye baktı.
“Efendim” dedi Young Min dikkatini Eun Jung da odaklarken. “Şey, senden
bir şey rica edebilir miyim?” diyerek sevimli bakmaya çalıştı Eun Jung,
böyle görünmesi bütün tekliflerine karşı savunmasız hissettiriyordu
Young Min’i. Gözlerini kaçırarak “Tabi isteyebilirsin.” dedi Young Min.
“Bugün
bir yere gitmem gerekiyor, bana eşlik eder misin? Çok sürmez ama yalnız
gitmek istemiyorum.”dedi Eun Jung bir nefeste bütün derdini anlatmış
olabildiği için rahatlamıştı. Kafasında birçok soru işareti oluşan Young
Min sadece teklifi kabul etmekle yetindi. “Tabi gelirim yapacak bir
şeyim zaten yoktu.”dedi Young Min. Çok soru sorup Eun Jung’un
kendisinden kaçmasını istemiyordu. Sabretmek zor olsa da bunu
yapmalıydı.

Saat akşamın beşini gösterirken yorgunlukla
kütüphane sandalyesine attı kendini Eun Jung. Halkın ilgisinden memnundu
ama bugün daha çok yorulmuştu. Young Min de işi bittiğinde yanına gelip
oturdu. İkili sessizlik içinde bir süre dinlendiler.
“Hadi gidelim” dedi Eun Jung bir anda, cesaretli görünmeye çalışarak yerinden kalktı.
“Şey
peki nereye gitmen yani gitmemiz gerekiyor?” dedi Young Min de peşinden
giderek Eun Jung’un. “Evime, daha doğrusu eski evime” dedi Eun Jung
yutkunarak, bu konuyu Young Min’e anlatıp anlatmamak konusunda tereddüt
ediyordu.
“Evine mi?” dedi şaşkınlıkla Young Min. “yani o eve,
çocukluğunun geçtiği eve” diye düşündü içinden. Seoul’a ailesiyle
taşınmamış olsaydı hala yaşayacağı evin yakınına doğru gidiyordu Young
Min.
Yürüdükleri yol eve yaklaştıkça nefesini tutuyordu Eun Jung,
Young Min de farklı sayılmazdı aslında. Eve vardıklarında Eun Jung’un
büyük annesi büyük şefkatle sarıldı torununa. Eun Jung da aynı şekilde
karşılık verdi, Young Min bu görüntü karşısında gülümsedi. Kendini
sevgilisinin ailesiyle tanışmaya gitmiş gibi hissediyordu.
İkilinin
sarılma ve hasret giderme faslı bitince kapıda dikilen Young Min’e
baktı büyük anne. “Şey Eun Jung arkadaşın değil mi?” dedi delikanlıyı
süzerek yaşlı halmoni.

“E-evet arkadaşım Young Min, aynı
üniversitedeyiz” dedi Eun Jung. “Öyle mi? Hoş geldin çocuğum” dedi büyük
anne, imalı imalı Eun Jung’a da bakmayı ihmal etmedi. Young Min
bakışların anlamını sezmişti hatta bu durum hoşuna bile gitmişti.

Büyük
annenin yaptığı birbirinden güzel geleneksel yemekleri midesine
dolduran Young Min ağrımaya başlayan karnına baktı. Eun Jung onun bu
haline kıkırdıyordu. Bir an nerde ve ne yaptığını unutmuştu Eun Jung.

Young
Min’e bu kadar çabuk alışması garip hissettiriyordu Eun Jung’a. Ona bu
kadar yakın hissetmek ve yanında rahat olmak anormaldi sanki. Aklına
gelen Min Seo fikri kıskançlık köklerini saldı tekrar içine. Bu
serserinin Min Seo gibi bir kızdan hoşlanması biraz tuhaftı. Tabi
adlandıramadığı bu duygunun kıskançlık olduğunu bilmeden düşünüyordu
bunları.
Boş yemek kaplarını taşımakta yardım eden Eun Jung büyük
annesiyle yalnız kaldığında onun imalı laflarına maruz kalmaya
başlamıştı. “Arkadaşın çok yakışıklıymış” dedi yaşlı halmoni gülerek bir
yandan da mutfağı düzenliyordu. Eun Jung neden herkesin Young Min
hakkında böyle düşündüğüne anlam veremiyordu. Alay eder gibi baktı “ Ne,
kim Young Min mi? Peh” dedi sevimsiz bir yüz ifadesiyle. “Evet, Young
Min tabi kim olacak başka?” dedi büyük annesi göz kırparak. Eun Jung bu
konuşmanın nereye gideceğini bildiğinden pes ederek konuyu kapatıp
mutfaktan kaçar gibi çıktı.
Hava kararmıştı ve artık kaldıkları pansiyona gidip toparlanmaları gerekiyordu, ertesi sabah ilk uçakla Seoul’e döneceklerdi.
Çakan
şimşek üst üste parlayarak karanlık gökyüzünü bembeyaz yapmaya
başlamıştı. Ardından bastıran şiddetli yağmur salonda oturan Eun Jung
ile Young Min’in göz göze gelmesine neden olmuştu. İkisi de “Bu hava da
nasıl döneceğiz” diye düşündüğünü anlamış olacaktı ki büyük anne
gülümseyerek konuşmaya başladı.

“Ah, bu sabah haberlerde
duydum sabaha kadar devam edecekmiş yağmur. Havalar da beni seviyor
torunumla daha fazla vakit geçireceğim” dedi Eun Jung soran gözlerle
bakınca devam etti yaşlı kadın “ Bu gece burada kalın kocaman ev bomboş
zaten, sabah erkenden gidersiniz.” Young Min karmaşık duygularla Eun
Jung’a bakıyordu. Eun Jung bu tekliften çok hoşlanmamış gibiydi, zaten
arada dalıp gidiyordu gözleri.

“Ben bilmiyorum ki” dedi
hüzünlü gözlerle bu evde bir gece daha geçirmek fikri çok ani olmuştu
onun için. Büyük annesinin hevesini kırmamak adına kendini zorlayarak
gülümsedi Eun Jung “Tamam kalalım, yağmurun duracağı yok.” Dedi.
Büyük
anne odaları hazırladıktan sonra Eun Jung odasına geçti. Bir gece daha
geçireceği bu oda eski odasıydı. Hemen yan oda da Young Min kalacaktı.
Yere
oturup sırtını duvara yasladı, derin bir iç çekerek düşünmeye başladı
Eun Jung. Uyumaktan korkuyordu. O kabuslar.. Biliyordu ki geçmişiyle
alakalıydı. Yerde yanında duran sırt çantasını kucakladı. Sıkıca
sarılarak kendine gelmeye çalıştı.
Büyük annesinin hazırladığı yer
yatağına uzanarak sakinleşmeye çalıştı. Aslında hatırlamak istediği
anıları onu korkutuyordu da. Yeniden o acıları yaşamak kolay
olmayacaktı. Ha Neul’un sözleri geldi aklına “ Geçmiş geçmişte kaldı Eun
Jung” Bu sözleri düşünürken uykuya daldı Eun Jung.

“Eun
Jung, Eun Jung! Lütfen lütfen ölme..” diye bağıran küçük çocuk yerde
yatan kızın başucunda ağlıyordu. Ne olmuştu? Küçük kız başından
gözlerine doğru akan kanın etkisiyle gözlerini aralamakta zorlanıyordu.
Tek hatırladığı o korkunç ses. Başında ağlayan çocuk sesi kulaklarını
yırtıyordu. Biraz sonra ise bilincini tamamen kaybetmişti..”

Büyük
bir çığlıkla yerinden doğruldu Eun Jung. Fark etmeden gördüğü rüyanın
etkisiyle akan gözyaşları yastığını ıslatmıştı, derin derin soluyarak
kendine gelmeye çalışıyordu. Çıldırmış gibiydi. İlk defa o kazayla
ilgili bir şeyler hatırlamıştı, hem de en yalnız olduğu anda ya da o
kendini en yalnız sandığı anda.
Gözlerinden boşanmaya devam eden
yaşlara aldırmadan daha fazla hatırlamaya çalışıyordu. Biraz sonra
sürgülü kapıdan bir tıkırtı geldiğini duydu. “Eun Jung benim Young Min
iyi misin?” Eun Jung cevap verecek gücü kendinde hissetmese de “
İyiyiyim” dedi boğuk bir sesle. “Bak hiç iyi değilsin bence içeri
girebilir miyim?” dedi Young Min bu olacakları hissetmiş gibi uykusu
olmasına rağmen uyuyamamıştı.
“Gel” dedi Eun Jung, ağlarken
insanlara görünmeyi çok sevmese de yalnız olmaktan korkuyordu. Hızlıca
açılan kapıdan içeri attı kendini Young Min. Loş ışıkta kızın yüzünde
parlayan yaşlar kalbini acıtıyordu. Hemen yanına çöktü Eun Jung’un. Ne
yapması gerektiğini kestiremese de içgüdüsel olarak ellerini Eun Jung’un
gözlerine götürdü. “Ağlama lütfen” dedi kısık bir sesle Young Min.
“Young
Min” diyerek nefesini içine çekti Eun Jung. “Onları özledim” dedi
omzunu Young Min’e yaslayarak. Young Min onun neyi kast ediğini çok iyi
biliyordu. Soru sormadı sadece gücü yettiğince destek olmalıydı. Eun
Jung ise kalbinin teselli bulduğunu hissediyordu. Yarın bütün hayat
hikayesini ona anlatacaktı nedenini bilmese de bu serseri ona çok yakın
hissettiriyordu..


------
Yazarın notu:
Biliyorum bu bölüm çok gecikmeli geldi. Zor bir sınav dönemi atlattım
bilmeyenler vardır ben tıp fakültesi öğrencisiyim ve en zor senelerden
birindeyim. Bu bir bahane değil tabi ama halimden en iyi siz öğrenciler
anlarsınız. Sanırım biraz da yazma için ilhamımı kaybettim son günlerde.
Sabrınız için teşekkür ederim, size uzun bir bölüm yazmaya çalıştım
umarım beğenirsiniz ^^ Yorumu eksik etmeyin olur mu? Benim ilhamım
onlar çünkü ^^ Vildan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:12 pm

Yazar: Vildan Kara
9.Bölüm Kayıp günlük..
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=eLY2mzjPuWM ) Taeyeon- I love you

Eun
Jung uzun bir ağlama nöbetinden sonra uyuya kalmıştı. Young Min omzunu
gözyaşlarıyla ıslatan kızın huzurlu uykuya dalmasını görüp içini
rahatlatmaya çalışıyordu. Bir süre daha başında bekledikten sonra
odasına geçti Young Min. Kendisini bir çıkmazda olduğunu hissediyordu.
Ne yapmalıydı? Nasıl davranmalıydı? Ne kadar sabredebilecekti peki bu
duruma? Hiç bir şey bilmiyordu.

Eun Jung kötü bir gecenin
sabahına bu denli rahat uyanmayı ummuyordu. Az uymuş olsa da bütün
kasları gevşemiş, bütün organları dinlenmişti sanki. Gece olanları çok
fazla hatırlamak istemedi. Yerinden doğrulduğunda dün gece omzunda
ağladığı insanı düşündü elinde olmadan. O halde görünmüş olmaktan
utanmıştı ama bir o kadar da rahatlamıştı sanki.

Yatağa
oturur pozisyonda düşünürken kapısının tıklatıldığını duydu. Kalbi
harekete geçti Eun Jung’un. Acaba gelen Young Min miydi? Ona ne
diyecekti? Bunları düşünürken cılız bir “Gel” çıkarabildi kurumuş
dudaklarından. Gülümseyerek içeri giren büyükanne Eun Jung’un yüzünde
belirsiz bir hayal kırıklığı oluştursa da Eun Jung çabuk toparlanarak
gülümsemesini canlandırdı.
“Ah günaydın” dedi Eun Jung dağılan
saçlarını da düzeltirken. Daha sonra gözüne giydiği kedili pembe
pijaması ilişti. “Omo” dedi bir anda. Yaşlı kadında korkarak baktı “Eun
Jung iyi misin?” dedi halmoni. “E şey yok bir şey” dedi kafasına bir çok
utanç senaryoları geliyordu Eun Jung’un “Bu pijamamı gördü inanmıyorum
pembe pijamayla olamaz..” dedi elleriyle yüzünü kapatırken..
“Hadi
Eun Jung kahvaltı için geç kalma hazırlan” dedi büyük anne, odadan
çıkarken yan oda kapısında Young Min ile karşılaştı. “Evladım iyi uyudun
mu?” diye sordu büyük bir gülümsemeyle. Young Min Eun Jung’un güzel
gülümseyişini babaannesinden aldığını düşündü o an. “E-evet çok rahat
uyudum teşekkürler” diyerek önünde saygıyla eğildi yaşlı kadının. Onun
bu hareketinden memnun olan kadın gülümsemesini daha fazla büyülterek
konuşmaya devam etti “Young Min, Eun Jung’a iyi bak”

Youn
Min şaşkınlıkla yere dikmiş gözleriyle omzuna elini götüren yaşlı
kadına baktı. Onun bu soran bakışlarına karşılık yaşlı kadın sadece
gülümsemesine devam ederek “Yakında anlarsın.” Dedi ve mutfağa doğru
yürüdü. Young Min kendine gelmeye çalışarak odasında kalan eşyalarını
toparladı.
Güzel bir kahvaltının ardından dün geceki kötü havaya
inat bulutlardan bazen yüzünü gösteren güneş Eun Jung’u daha iyi
hissettirmişti. Büyük anneyle kısa bir vedalaşmanın ardından ikili
pansiyonun yolunu tuttu.
Yalnız kalınca Eun Jung gece olanların da
etkisiyle daha bir tedirgin hissediyordu. kalp çarpıntılarının sebebi
utanç olmalıydı öyle değil mi? Başka ne olabilirdi ki..
Young Min bu konuyu Eun Jung’un kendisinin açmasını bekliyordu. Ama içten içe aklında oluşan sorular kemiriyordu sanki onu.
“Şey
Young Min shi” dedi Eun Jung ağaçlı yola vardıklarında adımlarını
yavaşlatarak. Young Min tüm dikkatini onda toplayınca yutkunarak devam
etti Eun Jung. “Teşekkür ederim.”
“Bu bana ikinci teşekkürün” dedi
Young Min gururlu bir tavırla, yüzünde oluşan ukalaca tavır Eun Jung’un
başını döndürüyordu sanki.
Biraz daha ciddileşerek hamle yaptı
Young Min “ Eğer bana anlatmak istersen hep yanındayım” dedi güven veren
bir bakışla bu sefer. Tabi bu bakışların karşısındaki kızın içine
işlediğinden habersiz. Eun Jung büyük güçlükle gözlerini kaçırarak
içinden geldiği gibi konuşmaya başladı. “Anlatacağım” dedi ve ağaçlı
yolun yanındaki çimenleri işaret ederek “Biraz oturalım mı? Sanırım bu
anlatacaklarım için buradan daha uygun mekan olamaz” dedi iç çekerek.
Young Min böyle demesine şaşırmıştı. “Bu ağaçlı yolu hatırlıyor mu?” dedi içinden.

Sabahın
erken saati bulutların ardındaki güneş yeni yeni yükselirken Eun Jung
derin bir nefes ile konuşmaya başladı. “Ben bu az önce gördüğün evde
yaşıyordum. Annem, babam ve büyük annem ile birlikte. Mutluyduk yani
mutluymuşuz. Sonra bum her şey bir kazayla tersine döndü. Hayatım
tamamen değişti. O lanet kazada anne ve babamı kaybettim. Ve onları
kaybetmek yetmezmiş gibi bütün o mutlu anılarımda yok olup gitti.
İnsanın anne ve babasını kaybetmesinden daha acı bir şey varsa o da
kaybettiği anne ve babasının yüzünü bile hatırlamıyor olmasıdır Young
Min shi.” Son cümleleri boğazında düğümlenirken gözlerinin nemlenmesine
engel olamamıştı Eun Jung.

“B-ben çok üzüldüm.” Dedi Young Min. Bu sahneyi yüzlerce kez kafasında canlandırmış olsa da ne diyeceğini hala bilemiyordu.
“Ben
de üzgünüm, elimden hiç bir şey gelmiyor.” Dedi kafasını eğerek Eun
Jung. Young Min nefesini tutarak aklını kurcalayan sorulardan birini
yöneltti “Peki hiçbir şey mi hatırlamıyorsun? Bir ses, bir yüz, sana
geçmişi hatırlatacak herhangi bir şey yok mu?” bu sorunun cevabı Eun
Jung’un en korktuğu sorulardan biriydi.

“Ben o kazayı
hatırlıyorum sadece birazcık. Dün gece de rüyamda gördüm kaza. Ve bir de
günlük var.” Dedi Eun Jung tereddütle. Bu günlük konusunu Dae Sun’a
bile anlatmamıştı.

Young Min şaşkınlıktan iyice açtığı gözlerini Eun Jung’a çevirip sordu. “Günlük mü? Senin günlüğün mü?”
“Ah
hayır. Aslında tam olarak kimin olduğunu bilmiyordum ben. Bunun yanlış
olduğunu biliyorum ama kendime engel olamadım. Hislerimde yanılmamışım
ki günlükte benim içinde olduğum kısımlar da var. Hatta yanımda günlük”
diyerek dizlerinin yanındaki sırt çantasını açtı Eun Jung. Young Min’in
kalbi dört nala koşan bir at gibi bir metreden duyulacak kadar hızlı
atıyordu. “O olamaz değil mi?” dedi kendi kendine. Eskiden yazlığı ve
kaybettiğini sandığı günlüğü olamazdı değil mi?
Eun Jung özenle
avuçlarının içine aldığı günlüğü araladı. “Bu benim ya da babamın yazısı
değil. Yazan kimse adını yazmamış. Ve beni tanıyor, içinde adım geçiyor
sanırım çocukluk arkadaşımın olmalı. Ben yanlış olduğunu bilsem de..”
Young Min beyazlaşan yüzünü gizlemeye çalışırken zorlanıyordu. Bunu beklemiyordu, şimdi ne yapacaktı ki?
O
anki şokla aklına ilk gelen soruyu sordu bir çırpıda Eun Jung’un lafını
keserek. “ Nerden buldun onu?” dedi sesini yükselttiğini fark edince
biraz mahcup bir ifadeyle baktı Eun Jung’a.
“Ben şey babamın kitap
kutularının arasında buldum. Oraya nasıl karıştı bilmiyorum ya da
hatırlamıyorum” dedi acı ile bakarak Eun Jung. Dün gece aldığı kararı
Young Min’e de söyleyerek bu konuşmayı kapatmak istiyordu artık.
Young
Min hala toparlanmaya çalışırken Eun Jung tekrar söze başladı. “Kimin
olduğunun bir önemi yok.” Dedi Eun Jung cesaret ile bakmaya çalışırken.
Young Min’in soran gözlerine karşılık olarak devam etti “ Düşündüm ve
artık böyle yaşamaya alışmalıyım. Hatıralar acı veriyorsa belki de
hatırlamamam en doğrusu. Belki de olması gereken bu. Geçmiş geçmişte
kaldı bu yüzden artık acı çekmek istemiyorum” dedi Eun Jung. Zor da olsa
bu kararı dün gece omzunda ağladığı Young Min’in yanındayken vermişti.

Young
Min kalbine saplanan bir hançer ile kanadığını hissediyordu. Geçmiş
ona acı veriyordu. On bir yaşındaki Young Min’in yazdığı günlük ona acı
veriyordu. On yıldan beri izini kaybettiği ilk aşkı Eun Jung o yıllar
yüzünden acı çekiyordu.
Eun Jung yeni aldığı bu kararı için Young
Min’in düşündüklerini duymak için ona doğru döndü. Young Min’e
gülümseyerek bakıyordu, bu yolculuğunda yardımcı olduğu için ona
minnettardı.

“Ben ne desem yani şey. Acı çekmemen en
iyisi.” Diye özetledi Young Min düşündüklerini. Eun Jung kararını
onaylayan Young Min’e tekrar teşekkür bakışı atarak yerinden doğruldu.
“Artık yeni Eun Jung var.” Dedi kollarını açarak rüzgarın ılık
esintisine bıraktı kendini. Young Min hala elinde günlük ile yerde
oturuyordu, dolan gözlerini Eun Jung dan saklarken dudaklarını ısırdı.
Eski dostu günlüğüyle böyle karşılaşmayı hiç ummuyordu. Günlüğü en son
gördüğü anı dün gibi hatırlıyordu..


͂10 Yıl önce..
Güneşin
batış saatlerinde Young Min hep o sevdiği ağaçlı yolda kızıl gökyüzünü
izlerdi. O gün dilediği kadar konuşmuştu. Hatta evdekiler susmadığı için
dalga bile geçiyorlardı onunla. Annesi ve babasının uzun zamandır
beklediği gerçekleşmiş yıllardır sessizliğe gömülmüş biricik oğulları
artık konuşabiliyordu. Konuşamadığı zamanlarda annesinin ona verdiği
günlüğe yazdığını hatırladı. Yine de bu eski alışkanlığını terk etmesi
oldukça zordu. İnsan yazmaya bir kez alıştı mı bırakması zor oluyordu.

Hayatı
bir anda değişmişti. Okulda konuşamadığı için artık alay konusu da
değildi. En önemlisi de Eun Jung konuşurken artık ona kendi sesiyle
eşlik edebiliyordu not defteriyle değil.

Günlüğünü açıp
birkaç satır bir şeyler yazmaya başladı Young Min. Bugün çok çenesini
yorduğundan mıdır bilinmez kendini yorgun hissediyordu. Ağırlaşan göz
kapaklarına daha fazla hayır diyemeyerek çimlere uzandı. Çimlere
uzanmayı seviyordu ve de çimlerde uyumayı. Aslında uyumayı her yerde
seviyordu o.

Birkaç dakika sonra yanına gelen Eun Jung’u
fark etmedi bile. Eun Jung için hayatının fırsatıydı bu. Young Min’in
yanından ayırmadığı çok gizli bu defterin sırrını çözmeliydi. Young
Min’in yüzüne kapattığı defteri alarak uyumakta olan çocuğa baktı.
Kıkırdadı. Neyse ki bu sesine uyanmamıştı Young Min. Yanında çökerek
günlüğü okumaya başladı Eun Jung.

Young Min’in
konuşamadığı zamanlarda yaşadığı ve hissettiği duyularını okurken kalbi
acımıştı. Çimenlerin üzerinde huzurla uyuyan çocuğa baktı büyük bir
merhametle. Babası Bay Park’ın sesini duydu Eun Jung. Bu sese Young Min
uyanabilirdi ama günlüğü daha okumayı bitirmemişti. İçinde oluşan büyük
merak duygusuna da engel olamıyordu. Hüzünle yerde yatan çocuğa baktı
sonra da elindeki günlüğe. “Özür dilerim.”diye fısıldayarak elindeki
günlükle babasına doğru yürüdü. Sadece bir gün ödünç alacaktı.
Yaptığının yanlış olduğunu biliyordu ama..

Young Min günlüğü
en son bu ağaçlı yolda kaybetmişti ve yine orda kavuşmuştu ona. Uzun bir
süre evi talan etmişti eski dostuna kavuşmak için her yerde aramıştı
ama yoktu. Tam on yıl sonra kavuşmayı beklemiyordu. Demek ki bir şekilde
bu günlüğü Eun Jung buldu diye düşündü. Ama artık ne önemi vardı ki?
Eun Jung geçmişinden çoktan vazgeçmişti bile.
Onun dalgın bir
şekilde hala günlüğü incelediğini gören Eun Jung şaşırmıştı. “Sen de
günlük tutar mıydın?” diye sordu Young Min’e. Young Min kendine getiren
bu soru karşısında “E şey evet, günlük tutmayı severim” dedi acı bir
gülümsemeyle.

“Hadi gidelim uçağa geç kalacağız” dedi Eun
Jung yürümeye başlayarak. Arkasında onu takip eden Young Min onun bu
sevimli gülümsemesini göremiyordu. Eun Jung garip bir şekilde kendini
mutlu hissediyordu, bu gezi kuşkusuz ona iyi gelmişti. Sevgili biricik
dostu Ha Neul bu kararına çok sevineceğini biliyordu. “Artık geçmişe
takılmak yok” diye yineliyordu Eun Jung kendi kendine.

Uçak
yolculuğu sırasında Young Min oldukça sessizdi ve bu Eun Jung’un
gözünden kaçmadı. Aklına gelen Min Seo fikri ile içindeki mutluluk ve
minnettarlık duygusu yerini kıskançlığa bıraktı. Küçük pencereden dışarı
bakarken içinden de düşünüyordu “ Tabi morali bozuk olur iki gün Min
Seo’sunu göremedi. Belki de bu göreve onla çıkmak isterdi. Ukala
serseri, kendini beğenmiş” Eun Jung neden bu kadar takıldığına da bir
anlam veremiyordu ama çok düşünmemeye çalışarak gözlerini kapadı ve
uykunun kollarına bıraktı kendini.

Seoul’a vardıklarında
hostesin yaptığı anons ile yumduğu gözlerini yavaşça araladı Eun Jung.
Huzurlu bir uyku uyumuştu. Gülümseyerek gerinirken omzuna yattığı Young
Min ile göz göze geldi. Young Min o meşur ukala gülümsemesini şaşkın
kızdan esirgemedi. Eun Jung büyük heyecanla yattığı omuzdan kaldırdı
başını. Yanaklarının kızardığını hissediyordu, iki gün üst üste Young
Min ve omzuyla muhatap olmuştu.

Young Min yanında utancını
gizlemeye çalışan kızı daha fazla kıvrandırmak için şeytanca gülerek
konuşmaya başladı. “Omzumun çok rahat olduğunu biliyorum. Hatta sanırım
alışkanlık yapıyor. Kafanda taş mı var ağırdı omzum” diyerek rol icabı
eliyle omzunu ovdu. Eun Jung şekilden şekle girerek ne söyleyeceğini
düşünüyordu.

“Yaa bay kendini beğenmiş uyurken insan ne
yaptığını bilemez. Hiç de rahat değildi bir kere boynum ağrımış. ”
Diyerek boynunu sağa sola çevirdi. Bu çocuk karşısında altta kalmaktan
nefret ediyordu. Young Min gülümsemesini daha da büyütmüştü.

Eun
Jung omzunda uyurken o da yeni kararlar almıştı. Artık on bir yaşındaki
Young Min değildi ve istemese de geçmişi o da unutmalıydı. Eun Jung’u
ilk defa tanıyormuş gibi davranacaktı, onu yeniden tanıyacaktı..
Uçağın
iniş yapmasının ardından Eun Jung ev arkadaşı Ha Neul’un onu hava
alanında karşılayacağını düşünüyordu. Yanında Young Min ile birlikte
bekleme salonuna göz gezdirirken birden bir el gözlerini kapadı. Eun
Jung gülümseyerek “Ha Neul biliyorum sensin.” Dedi ama hala gözleri
açılmamıştı. Ellerini gözlerini kapayan ellere uzattığında “Dae Sun ahh”
diye çığlık atarak arkasını döndü.

Young Min bu durumdan hiç de hoşnut olmayacaktı..

-------
Yazarın
notu: Hava şartları yüzünden dün gönderemedim yeni bölümü Burası kar
altında ^^ Umarım beğenirsiniz bol yorum istediğimi söylememe gerek yok
sanırsam Wink
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:13 pm

Yazar: Vildan Kara
10.Bölüm Günlük kimde?
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=Y5uSYRPzZ6w ) Cn.Blue- Eclipse
Dae
Sun bütün karizmasıyla gülümsemesine karşılık vererek Eun Jung’a
sarıldı. Young Min ise şaşkınlıktan diktiği gözlerini bu ikiliden
ayırmaktan güçlük çekti. Sarılma faslı bitince yanlarında dikilen Young
Min’i nihayet fark eden Dae Sun Eun Jung’a eğilip kulağına fısıldadı
“Eun Jung arkadaşın mı?”
Young Min başından beri sevmediği Dae
Sun’a neredeyse tiksinerek bakıyordu. Eun Jung ‘arkadaş’ kelimesini
duyunca yüzü düştü. “E-evet arkadaşım tanışmadınız mı? Dae Sun bu Young
Min felsefe okuyor aynı zamanda da kütüphanemizin yeni gönüllü
öğrencisi” dedi Eun Jung sonra Young Min’e dönerek Dae Sun’u tanıştırdı
ona.
“Young Min shi bu da Dae Sun psikoloji öğrencisi. Eski
dostumdur” dedi Dae Sun’a gülümseyerek. Young Min kendisine el uzatan
Dae Sun’un elini sıkmakta tereddüt etse de sinirine hâkim olarak
gülümsemeye çalıştı. Dae Sun “Memnun oldum” dedi.
“Ben de” dedikten sonra cümlesini içinden tamamladı Young Min “demek isterdim.”
Eun
Jung ortamdaki gerginliği sezmiş olacaktı ki birbirlerini yiyecek gibi
bakan ikilinin arasına girerek konuşmaya başladı. “Sahi seni hangi
rüzgâr attı buraya Dae Sun. Hava alanında ne işin var?” dedi konuyu da
değiştirerek merakını gidermeye çalışıyordu.
“Ha Neul beni aradı.
Sanırım biraz hastaymış karşılamam için müsait olup olmadığımı sordu.
Ben de olur dedim” diye özetledi durumu Dae Sun, elini de Eun Jung’un
omzuna atarak yürümeye başladı. Young Min arkalarında kaldığından içinde
oluşan bütün kötü duyguları vücut dili olarak dışarı yansıtmaktan
kendini alamadı. Tabi eliyle boğma işareti yaparken yanından geçen yaşlı
bir çiftin garip bakışlarını da yemek zorunda kalmıştı. Kendini
toparlayarak önde giden Dae Sun Ve Eun Jung’a yetişmek için adımlarını
hızlandırdı.
“Bugün dersim yok Dae Sun ah, açıkçası eve gidip
dinlenmeyi planlıyordum” diyordu Eun Jung, Young Min nefes nefese
konuşan ikiliye yetiştiğinde. Dae Sun tamam anlamında kafasını
sallayarak “Sen nasıl istersen. Ama aldığın bu kararı ayrıntılarıyla
duymak istiyorum başka bir gün.” Dedi vurgulayarak cümlesini. Young Min
ikisinin neyden bahsettiğini anlamıştı. Muhtemelen psikoloji okuyan bu
çocuk Eun Jung’a yardım ediyordu.
Eun Jung yanlarında dikilen
Young Min’e çevirdi gözlerini. “Young Min shi her şey için tekrardan
teşekkürler. Sen de git dinlen çok yoruldun” dedikten sonra yoldan geçen
bir taksiyi çevirerek eve gitmek üzere yola çıktı.
Taksi evin oradaki yokuşu tırmanırken Eun Jung hala düşünüyordu. Son zamanlarda hayatı ne kadar da değişmişti.
Eve
girdiğinde Ha Neul’u her zaman olduğu yerde yani televizyon
karşısındaki koltuğa gömülmüş dizi izlerken gördü. Bu manzaraya bakıp
“Cık cık cık hiç değişmeyeceksin.”dedi Eun Jung. Ha Neul arkasını
döndüğünde “Ah geldin mi?” dedi yerinden fırlayarak.
“Hani iyi
değildin gayet iyi görünüyorsun” dedi Eun Jung imali bir şekilde
kendisine sarılan arkadaşına bakarak. Ha Neul bu cümle karşısında
öksürük krizine tutularak “İyi değilim zaten, ginseng çayı içtim az
önce” diye rolünü iyi yapmak için burnundan konuşmaya çalıştı.
Eun
Jung yorgun bacaklarını dinlendirmek için kendini koltuğun üzerine
atarak umursamaz bir tavırla “Hiç iyi rol yapamıyorsun Ha Neul.”dedi. Ha
Neul sonunda pes edip arkadaşının yanına oturarak dikkatini kendinde
topladı. “Tamam, evet hasta değilim mutlu oldun mu?” dedi kollarını
göğsünde birleştirerek.
“Senin adına mutlu oldum yani hasta olmanı istemem” dedi Eun Jung kumandayı eline alarak kanalları gezmeye başladı.
“Ne
yapmaya çalıştığımın farkındasın yani?”diye konuya açıklığa getirmeye
çalıştı Ha Neul. Biricik arkadaşını Dae Sun ile yakıştırıyorsa ne
olmuştu yani? Eun Jung televizyonu kapatarak yanındaki arkadaşına döndü
“Evet farkındayım ve böyle ucuz numaraların işe yaramaz Ha Neul hanım”
dedi sinirle ama kız kardeşi kadar sevdiği arkadaşına kızgınlığının çok
sürmeyeceğini biliyordu.
“Niye? Dae Sun kadar iyi birini
bulacağını mı sanıyorsun?” dedi Ha Neul dil çıkararak. “Yaa hala Dae Sun
diyorsun o benim arkadaşım, dostum Ha Neul böyle bir şey aklımın ucuna
gelmedi.” Diyerek yanındaki minderi Ha Neul’un kafasına geçirdi.
Ha
Neul kafasına yediği yastık darbesiyle afallamıştı. Eun Jung onun bu
haline ve dağılan saçlarına gülmeye başladı. Ha Neul “Eun Jung sen
gerçekten körsün” dedi hışımla yerinden kalkarak. Eun Jung ise yastık
kafasına yemediği halde bu cümle yüzünden afallamıştı. Mutfağa giden Ha
Neul’un peşinden gitti.
“Ne demek istedin? Kör mü?” dedi tezgâha
dayanarak. Ha Neul ise cevap vermeden ocağa yemeği koyarak ısıtmaya
başladı. Eun Jung’un en sevmediği şeylerden birinin de sorduğu sorulara
cevap alamaması olduğunu biliyordu. Yastığın intikamını böyle almak iyi
bir fikirdi.
Eun Jung’un yaklaşık on dakika dil dökmelerine
dayanamayan Ha Neul konuşmaya başladı. “Körsün evet. Göremiyor musun?
Dae Sun’a göre sen sadece bir arkadaş değilsin. Kısacası sana karşı
hisleri var. Ve bunu şu ana kadar görmediysen gerçekten körsün.” Dedi Ha
Neul
Eun Jung yerine çakılmış uzun süre olanları hazmetmeyi
bekledi. Çok şaşırmıştı, sadece Ha Neul değil Min Seo bile bu konuda
imalarda bulunmuştu. “B-ben çok şaşırdım.”dedi Eun Jung sadece. Ha Neul
arkadaşı Dae Sun’un bu sırrını söylediği için pişman değildi. O
söylemeseydi Eun Jung asla olanları fark edemezdi ki.
Eun Jung
odasına çıktığında garip duygular uyanmıştı içinde. Dae Sun ile ilk
tanıştıkları zamanları hatırladı yatağına uzandığında..
10 yıl önce..
Eun
Jung o kazadan sonra hafızasının bir kısmını yitirdiğinde büyük annesi
ile apar topar Seoul’a taşınmak zorunda kalmışlardı. Jeju da yeterli
psikolog bulunmuyordu. Büyük anne için ise o ev acı anıları
hatırlattığından torunuyla yeni bir başlangıç yapmanın daha iyi olduğunu
biliyordu.

Eun Jung uzun süre değil konuşmak yemek
yemeği bile unutmuştu sanki. Büyük annesi onu Seoul’un en iyi
psikologlarından birine götürdü. Profesör Choi, Eun Jung ile yakından
ilgilenmişti. Profesörün Eun Jung ile aynı yaşlarda olan oğlu Dae Sun da
Eun Jung için iyi bir arkadaş olmuştu. Terapi seansları boyunca
mızmızlık eden Eun Jung, Dae Sun ile tanışınca terapilerden daha fazla
verim alınmıştı. Ne yazık ki anılarını hatırlayamasa bile içinde
bulunduğu bunalımı bir şekilde atlatmıştı Eun Jung. Bunu başarmasının en
önemli sebeplerinden biri de Dae Sun ve onun arkadaşlığıydı.

Eun
Jung onu hep arkadaşı olarak görmüştü, aynı Ha Neul gibi. Uzandığı
yatağından doğrulduğunda Ha Neul’un hala ona söyledikleri beyninde
yankılanıyordu “Sen körsün Eun Jung” Acaba şu ana kadar tek fark
edemediği şey Dae Sun’un sevgisi miydi?
Üstelik tek düşünmesi
gereken Dae Sun değildi. Verdiği yeni kararı uygulamak daha büyük
sorundu onun için. Ha Neul’a daha söyleyememişti bile. Dolabının yanına
koyduğu sırt çantasına baktı Eun Jung. Asıl unutması gereken şeylerden
biri de o günlüktü.
Sırt çantasını açarak eline aldığı günlüğe
baktı. “Artık vedalaşma vakti.”dedi acı bir gülümsemeyle. Eski bir
dostla vedalaşır gibi sarıldı günlüğe. Şimdiki sorun o günlüğü ne
yapacaktı. Onu bulduğu yere yani Jeju’ya bırakması en mantıklı olanıydı.
Ama oradan da daha yeni gelmişti ve bir dahaki gidişine kadar ne
yapmalıydı?
Günlüğün varlığını şimdiye kadar iki kişiye
anlatmıştı. Ha Neul diğeri de Young Min. Ha Neul’a saklaması için
söylese yine aynı evde oldukları için kendine verdiği sözü tutamayabilir
günlüğü okuyabilirdi. “Young Min?” diye kendi kendine söylendi Eun
Jung. Aklına gelen bu saçma fikre kendi bile inanamasa da aslında biraz
düşününce bu konuda Young Min’e güvenebileceğine dair bir his uyanıyordu
içinde. Jeju ya bir daha gidene kadar günlüğü saklaması için ondan rica
edebilirdi. Biraz daha düşünüp en uygun yolun bu olduğuna ikna olarak
çantasına geri koydu günlüğü Eun Jung. Ertesi gün günlüğü asıl sahibine
vereceğinden habersiz uykuya daldı.
Ertesi güne yine huzurla
uyandı Eun Jung. Aldığı sıcak duşun etkisiyle biraz daha zinde
hissediyordu kendini. Bugün çok dersleri yoktu. Dolabının bütün
kapaklarını açarak bugün üstüne ne giyeceğine karar vermesi gerekiyordu.
Normalde eline ilk gelen buluz ve pantolonu giyip okula gider bu haline
de Ha Neul söylenip dururdu. “Paspalsın Eun Jung” bu cümleyi
hatırlayınca bu konuda bir uzmanla aynı evde yaşadığını hatırladı Eun
Jung.
Arkadaşının odasına girdiğinde hala uyanmamış olduğunu
görmüştü. “Yaa Ha Neul uyan bir şey sormam lazım” diye dürtükledi
arkadaşını. Ha Neul yumuk gözlerini aralayarak konuşmaya çalıştı “Yine
ne var?” dedi ovalarken gözlerini. “Ne giyeceğime karar veremedim bana
yardımcı olur musun?” dedi Eun Jung mahcubiyetle.
Bu cümlesi Ha
Neul’un uykusunu daha fazla açmıştı “Ne? Omoo sen benden bu konuda
yardım mı istiyorsun?” dedi alay eder gibi bir ses tonuyla. “Evet,
istiyorum ne var bunda?” diye dil çıkardı Eun Jung. Ha Neul hayatının
fırsatını yakalamış gibi yatağından doğruldu. Eun Jung’un da elinden
tutarak onun odasına doğru çekiştirdi.
“Bakalım burada neler var?”
diye Eun Jung’un dolabında göz gezdirdi. “Bu olmaz, hayır bu da olmaz.
Ay bu ne rengi berbat” diye kıyafetleri karıştırmaya devam etti. Eun
Jung saatine bakarak “Hadi ama geç kalacağız.” Diyordu.
“Buldum bu harika” diyerek beyaz bir elbise çıkardı dolabın kuytularından Ha Neul.
Eun
Jung o elbiseyi de Ha Neul’un zoruyla almıştı ve giymeyi bile
düşünmemişti. “Ama bu yani” diye konuşmaya başladığı sırada eline
tutuşturdu elbiseyi Ha Neul. “Hadi ama bana güven.”diyerek göz kırptı.
Odadan çıkarken de Eun Jung’a bakarak devam etti, “Bu değişimi kime
borçluyuz onu da akşam hesap vereceksin Eun Jung shi” dedi Ha Neul.
Ders
bittiğinde Eun Jung öğlen uykusundan uyanmıştı. Ha Neul Eun Jung’a
dönerek söylendi “Madem uyuyacaktın neden gelirsin derse anlamam ki” Eun
Jung yerinde gerinirken güldü.
“Derste uyumak daha zevkli” diyerek yerinden kalktı. “Ben kütüphaneye gidiyorum.” Dedikten sonra amfiden çıktı.
Kütüphaneye
geldiğinde kalbinin hızla çarptığını hissediyordu Eun Jung. Bu duruma
alışkın değildi. “Neden böyleyim?”diye kendine kendine konuştuğu sırada
Young Min siyah ceketiyle ve o ukala gülümseyişiyle içeri girdi. Eun
Jung onu gördüğünde artan kalp atım sayısına bir anlam veremiyordu.
“Yediğim bir şey mi dokundu ki?” diye sorguluyordu..
Akşam
saatlerine doğru Eun Jung günlüğü vermek için Young Min’in boş bir anını
kollamaya başladı. Young Min dinlenmek için sandalyeye oturduğu sırada
yanında dikildi.
“Şey ben de oturabilir miyim?” dedi Eun Jung
kızaran yanaklarını düşünmemeye çalışarak. Şaşkınlıkla bakan Young Min
“Tabi ki” diyebildi. Eun Jung karşısına oturduğunda istemsizce konuşmaya
başladı Young Min “Şey elbisen çok güzelmiş. Yani yakışmış” dedi
bakışlarını kaçırarak. Eun Jung dudaklarına yerleşen gülümsemeye hâkim
olamayarak teşekkür etti. İkili uzun süre sessiz kaldılar Young Min ne
diyeceğini bilemiyordu.
“Senden bir ricam daha var? Yani sana da
uygunsa” diye giriş yaptı Eun Jung. Young Min gözlerini daha fazla
büyülterek sordu “Tabi. Peki, nedir rican?” Eun Jung masanın üstüne
koyduğu çantasını açarak günlüğü çıkardı. Young Min şaşkın bakışlarını
günlüğe daha sonra Eun Jung’a çevirdi.
“Ben senden bunu saklamanı
rica edeceğim. Jeju ya bir daha gidene kadar saklar mısın benim
için?”dedi Eun Jung günlüğü masaya bırakıp Young Min’e doğru itti. Young
Min önündeki günlüğe bakıp dolanmasına engel olduğu gözlerini tekrar
Eun Jung’a çevirdi. “Saklarım” dedi. Eun Jung gülümseyerek baktı
“Teşekkür ederim” Young Min acı bir gülümsemeyle baktı “Bu üçüncü
teşekkürün” ..
Bu sırada kütüphaneye giren Dae Sun konuşan ikiliyi
görünce şaşırmıştı. İkilinin yanlarına giderek kendine güvenen bir
gülümsemeyle Young Min’e baktı “Gene karşılaştık” dedi.
Young Min avuçlarına aldığı günlüğü sıkarak “Maalesef” diyerek yerinden kalktı.
Dae
Sun kalkan Young Min’in yerine otururken Eun Jung giden Young Min’in
arkasından bakmaya devam ediyordu. Dae Sun konuşmaya başladı. “Ee hadi
bana şu kararından bahset bakalım.”dedi ellerini göğsünde birleştirerek.
Yaklaşık
bir saat sohbet eden Eun Jung ile Dae Sun’a bakıp iç geçirdi Young Min.
Bu manzaraya daha fazla dayanamayacağını düşünüp evin yolunu tuttu.
Yarım saatlik mesafeyi on beş dakikada yürüyerek rekor kırmıştı.
Sinirlenince hızlı hızlı yürürdü. Eve vardığında derin bir oh çekerek
içeri attı kendini.
Çantasındaki günlüğü çıkararak yatağına oturdu. Bu sefer dolmasına engel olmadığı gözlerini elindeki günlüğe dikti.
“Nasılsın
eski dostum?” diyerek okşadı sayfalarını Young Min. Acaba nasıl
kaybetmişti eski dostunu? Sayfalarını karıştırırken son sayfada
kendisinin olmayan bir yazı gördü. Kalbi hızla çarparken yazıları
okumaya çalıştı.

Bu bir özür yazısıdır”…
--------
Yazarın notu: Biliyorum
çok kötüyüm. Very Happy ilginç bir yerde bitti değil mi? Günlük el değiştirdi
bu sefer ne çıkacak o.O Eun Jung hatırla artık ya da Young Min söylesene
yaaa dediğinizi duyar gibiyim. Very Happy Ama daha durun bakalım yazarınız size
sürprizler yapabilir. ^^ Bu hikâyemi de çok fazla uzatmadan bitireceğim
yani final öyle çokta uzakta değil. Wink Ah unutmadan yorumsuz olmaz
söyleyeyim de siz yorumsuz bırakmayın gene beni olur mu? ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:14 pm

Yazar: Vildan Kara

11.Bölüm

(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=F-4wUfZD6oc ) Yiruma-River Flows In You..

Young Min hızla atan kalbine rağmen doğrularak oturduğu yatağında elinde tuttuğu günlüğünü okumaya çalışıyordu.

“Bu bir özür yazısıdır..

Young
Min shi benim Eun Jung. Biliyorum bu günlüğün sende ne işi var
diyeceksin. Bir hafta önce o ağaçlı yolda uzanırken uyuya kalmıştın.
Yanından ayırmadığın günlüğünle birlikte tabi. Ben çok kötü bir şey
yaptım. Ah çok utanıyorum ama sanırım sana bunu yüz yüze söyleyerek
vermeliydim.
O gün uyurken kendime engel olamayıp günlüğünden
birkaç sayfa okudum. Kızdın bana değil mi? Gerçekten çok üzgünüm bunun
yanlış bir şey olduğunu biliyordum.
Uyurken babam beni yanına
çağırdı, uyanıp okuduğumu görmemen için acele ettim ama günlüğü
okumaktan kendimi alamadım. Sadece bir günlüğüne ödünç almıştım. Kendimi
affettirecektim ama ertesi gün ne kadar üzüldüğünü gördüm. Söylemeye
korktum..
Ben söyleyemedim, benden nefret etmeni istemiyordum. Bir
hafta boyunca her gün sana bunu anlatacağım için söz vermiştim kendime
ama yapamadım. Sonra dün babam günlüğünü karıştırırken gördü beni.
Birine anlatmasam çatlayabilirdim. Ağlayarak babama anlattım
yaptıklarımı.
Bana her şeyin bir çözümü olabileceğini söyledi.
“Nasıl?” diye sordum babama. Bana aynen şunları söyledi “Hata yapmak tüm
insanların hakkı ama önemli olan nasıl özür dileyeceğini bilmektir.”
Benim de aklıma bir özür yazısı yazmak geldi. Young Min sen gerçekten
benim için çok değerlisin, benden lütfen nefret etme. Hatalıyım ve
özrümü kabul eder misin? Söz bu hatamı yanından hiç ayrılmayarak telafi
edeceğim. Kekeke baş belası Eun Jung söz veriyor ^.^ “
Young Min
yanaklarından süzülen gözyaşlarını elinin tersiyle silerek günlüğü
kapattı. Eski dostu günlüğünü nasıl kaybettiğini şimdi anlamıştı. Peki
ne olmuştu da Eun Jung günlüğü geri vermemişti ya da verememişti?
Young
Min kadere hep inanan biri olmuştu, acaba kader ona Eun Jung konusunda
yardımcı olacak mıydı? Tüm bu düşünceler beyninde kovalamaca oynarken
uyuya kaldı Young Min.
Eun Jung kütüphaneden çıktığında hayal
kırıklığıyla etrafına baktı. Young Min çoktan çıkmıştı. Oysa onla bu
günlük meselesi sayesinde daha yakın olduğunu hissediyordu Eun Jung. Dae
Sun tam zamanında gelmişti yanlarında. Eun Jung bir an Young Min’in onu
Dae Sun’dan kıskanmasını hayal etti. Yüzüne yerleşen gülümsemede neyin
nesiydi böyle? “Kendine gel Eun Jung” dedi yolda yürürken. Bu tatlı
hayalin doğru olmasını içten içe o kadar çok isterdi ki. Giydiği elbise
içinde biraz üşümüştü. Sonbahar artık yerini kışa bırakmaya
hazırlanıyordu belli ki.
Evden içeri girdiğinde parmak uçlarında
merdivenlere yöneldi Eun Jung. Birkaç adım sonra tam arkasından “Eun
Jung hayrola nereye gidiyorsun?” dedi Ha Neul ellerini göğsünde
birleştirmiş hesap soran anne modunda Eun Jung’u bekliyordu.
“Aish”
diye fısıldayıp arkasına döndü Eun Jung. “Odama gidiyordum” diye
sırıttı ama Ha Neul’u böyle atlatamayacağını biliyordu. “Odana sonra
gidersin öncelikle konuşacağız” dedi otoriter bir şekilde salonu işaret
etti Ha Neul. Eun Jung son günlerde değişmişti ve en yakın arkadaşından
bir şeyler gizliyordu bundan emindi.
Eun Jung gözlerini kısarak
“Olur anneciğim” dedi ve dil çıkardıktan sonra salona doğru yürüdü. Ha
Neul da onun bu haline arkasından kıs kıs gülerek salona girdi.
“Evet,
seni dinliyorum Ha Neul” dedi umursamaz görünmeye çalışarak Eun Jung. “
Anlat bakalım” dedi Ha Neul ciddi bir ifadeyle bakarak. Eun Jung
anlamazlıktan gelme oyununu sürdürmekte kararlıydı. “Neyi anlatayım?”
Ha
Neul daha fazla dayanamayarak yanında oturan Eun Jung’a döndü hışımla
“Yaa benden mi gizliyorsun ha? Eun Jung ne zamandır kendin anlatmanı
bekliyorum ama sen benimle karşılaşmaktan bile kaçıyorsun artık. Ben
senin en yakın arkadaşın değil miyim? Söyle bana neyin var?” Ha Neul
neredeyse dolan gözlerini Eun Jung’a dikmişti.
Eun Jung pes ederek
arkadaşına sarılmayı tercih etti. Ne diyecekti kendisi de bilmiyordu
ki. “Bilmiyorum Ha Neul inan ben de bilmiyorum” Ha Neul kendisine
sarılan arkadaşına karşılık vermekte gecikmedi. Eun Jung’un saçlarını
okşayarak konuşmasına devam etti “Bak yine geçmişle ilgiliyse bilmelisin
ki ben hep senin yanındayım. Bana anlatabilirsin sıkılmam” dedi
anlayışlı bir ses tonuyla.
Eun Jung kafasını olumsuz anlamda
salladı “Bu sefer geçmiş değil.”dedi. Kendisine itiraf edemediği
gerçekle yüzleşmek için kaçtığında Ha Neul bunu kendi üstüne alınmıştı.
“Ben zaten geçmiş defterini kapatmaya karar verdim. Onun yanındayken
Jeju da..”dedi Eun Jung yutkunarak.
Ha Neul gerçeğe gittikçe
yaklaştığını hissediyordu. “O mu? O kim?” dedi soran gözlerini Eun
Jung’a dikerek. Eun Jung ne zamandır içinde tuttuğu duygularını su
yüzüne çıkmasından bir bakıma rahatlamıştı ama korkuyordu.
“Young
Min” dedi Eun Jung kısık bir sesle sanki evde başkaları varmış ve
duyulmasını istemiyormuş gibi.“Young Min? O da kim? Eun Jung çatlatma
insanı doğru düzgün anlat şunu!” dedi Ha Neul yorgun bir ses tonuyla.
“Young
Min şey kütüphanemizin yeni gönüllü öğrencisi. Bizim okulda felsefe
okuyor. O ne bileyim çok farklı biri sanki yıllardır tanıyormuş gibi
hissediyorum yanındayken. Jeju da o yanımdayken kendimi daha güçlü
hissettim. Bu duyguyu tarif edemiyorum ben sadece..” dedi Eun Jung
tamamlayamadığı cümlesini Ha Neul’a bırakmıştı.
“Aşık olmuşsun.”
Dedi Ha Neul hınzırca gülümseyerek. Eun Jung korktuğu bu duyguyu tam
olarak tanımlayamıyordu ama tahmininde yanılmamıştı.
Ha Neul’un sırıtışı onun daha fazla utanmasına neden olmuştu, yüzünü yastığın içine gömdü ve söylenmeye başladı.
“Hayır
ya hayır olamaz. Aşk değil bu” diyordu boğuk seslerle. Ha Neul onun bu
haline kahkaha attı ve omzundan çekerek tekrar sarıldı arkadaşına. “Ah
benim Eun Jung’um aşık mı olmuş? Aman da aman ben de önemli bir şey var
sandım ödüm koptu.” Dedi Ha Neul gülümseyerek.
“Yaa Ha Neul aşk
değil sadece şey hoşlantı. Dikkatimi çekti sadece farklı kişiliğinin
olması, ukala tavırları falan.” Eun Jung konuştukça battığını hissederek
sustu. Asıl büyük sorun Min Seo’nun olmasıydı Young Min o kızda ne
buluyordu ki?
“Tamam, sen nasıl dersen öyle olsun.” Dedi Ha Neul
büyük bir zafer kazanmış gülümsemesini de eksik etmeyerek. “Bu arada
yarın Young Min efendiyi görmeye geliyorum. Zaten kütüphaneye uğramayalı
uzun zaman olmuştu.” Diye ekledi Ha Neul yerinden doğrularak odasına
gitti.
Eun Jung yalnız kaldığı salonda koltuğa gömülmüş şekilde
oturuyordu. Ha Neul haklı mıydı? Olamazdı değil mi? Aşk Eun Jung’a çok
uzak bir kelimeydi. Bunun doğru olmamasını o kadar çok isterdi ki. Eğer
aşk değilse neden Young Min’i Min Seo’nun yanında gördüğünde kalbi
sökülmüş gibi hissediyordu ki. “Ahhh buna inanamıyorum. Eun Jung bunu
kendine yapamazsın.” Diye söylenerek odasına çıktı.
Yatağına
uzandığında uyumayı denedi. Bu neydi şimdi? Gözlerini kapadığında o
serserinin ukala gülüşü ne arıyordu gözlerinin önünde? Eun Jung
çıldırdığına emin olarak sayı saymayı denedi. En azından zihninden bir
ukalayı arındırmıştı artık tabi şimdilik.
Ertesi sabah Eun Jung
tepesinde dikilip “uyan artık” diye bağıran Ha Neul ile gözlerini açtı.
Ha Neul ilginç bir şekilde Eun Jung dan erken uyanmıştı. “Ne var?” dedi
Eun Jung gözlerini ovalarken. “geç kalacağız hadi kalk hazırlamam lazım
seni” dedi Ha Neul gülümseyerek.
“Hazırlamak mı? Neye
hazırlayacaksın ki?” dedi Eun Jung yatağından güçlükle doğrulurken.
“Neye olacak Young Min ukalasına” dedi Ha Neul gözleri parıl parıl
parlıyordu. “Yok artık” diyerek yatağına geri yattı Eun Jung. Bu Ha Neul
da vur diyince öldürüyordu.
“Yaa kalk bakim çabuk. Ben senin için
kaçta kalktım haberin var mı?” diye yatakta arkasını dönmüş Eun Jung’un
poposuna bir şaplak attı Ha Neul.
“Tamam tamam” diye acıyan kalçasını yokladı Eun Jung. Dün gece bülbül gibi Ha Neul’a öttüğüne inanamıyordu.
“Harika fıstık gibi oldun.”dedi Ha Neul gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakıyordu Eun Jung’a.
“Şeker
paketi gibi oldum.” Dedi Eun Jung hüzünlü gözlerle aynada kendine
bakarken. “Hiç de bir kere. Pembe sana çok yakıştı yehu ne zevkli kızım
ben ya.”diye karşısında yarattığı şahesere bakıyordu Ha Neul. Pembe
buluz ve altına mini kot etek Eun Jung’a çok yakışmıştı.
“Hımm
şimdi sırada saçlar var. Aman Tanrım kuş yuvası gibi birbirine karışmış”
dedi Ha Neul bir yandan da eline aldığı tarakla Eun Jung’un saçlarına
girişmişti. “Ah acıtıyorsun” nidalarını umursamadan devam etti Ha Neul.
Yaklaşık yarım saat Eun Jung’u süslemeye harcamıştı Ha Neul. Kendi de çabucak hazırlanarak evden çıktılar.
Uzun
bir ders işkencesi sonrası amfideki herkes esneyerek sınıfı terk
ettiler. Eun Jung heyecandan uyuyamamıştı. Bugün içinde farklı bir his
vardı. Korkuyla karışık bu duygu onu tedirgin hissettiriyordu.
“Ne
o? Young Min’in aşkından yerinde duramıyorsun ”dedi Ha Neul gülerek
koridorda yanında sallana sallana yürüyen Eun Jung’a.“Ha? Ne?” dedi Eun
Jung, çoktan dalmış gitmiş zihnini bir anda
odaklamakta
zorlanmıştı. “Bir şey yok. Hadi gidelim artık kütüphaneye.” Dedi Ha Neul
Eun Jung’un koluna girerek yürümeye devam etti.
Ha Neul ve Eun Jung kütüphaneye vardıklarında etrafta neredeyse kimse yoktu.. Belli ki Young Min de daha gelmemişti.
Yaklaşık
bir saat kütüphanede oyalandı Ha Neul. Eun Jung da artık pes edip Ha
Neul’un oturduğu masanın yanına sandalye çekerek oturdu.
“Nerde
kaldı bu yakışıklı prens?” dedi Ha Neul oldum olası kütüphaneyi
sevmezdi. Edebiyat okuması da Eun Jung’a göre bir mucizeydi zaten.
“Bilmem
bu saatlerde çoktan gelmiş olurdu.” Dedi endişeli bir ifadeyle Eun
Jung. Aklına gelen birçok kötü senaryoyu da kovmaya çalışarak konuşmaya
devam etti. “Belki de sınavı vardır.” Dedi kendisi de bu cümlesine
inanamayarak. “Beni kandırmıyorsun değil mi? Yani Young Min diye hayali
bir aşkın falan yok” diye güldü Ha Neul Eun Jung’un keyfini yerine
getirmeye çalışıyordu.
“Yaa ne hayali!” Diyerek saçlarını
karıştırdı Eun Jung. Kalbi hiç rahat değildi. Ruhu daralıyordu, içinden
bir his iyi şeylerin olmayacağını söylüyordu sanki. Hava çoktan
kararmıştı ve güneşin kaybolmasıyla hava biraz daha sert yüzünü
göstermeye başlamıştı.
Ha Neul okuduğu moda dergisine dalarken Eun
Jung da biraz yürümek istemişti. Kütüphane bahçesini iki kere
dolandıktan sonra bahçeden dışarı yöneldi. Nedenini bilmese de yürüyünce
daha iyi hissetmişti.
Aldığı derin nefesi ciğerleriyle
buluşturdu. Kütüphaneye geri dönmek istemiyordu canı, evlerinin olduğu
yola doğru yöneltti adımlarını. Belki de Ha Neul’u arayıp onun da eve
dönmesini söylemeliydi. Daldığı düşüncelerinde etkisiyle Young Min ile
evlerini ayıran parkın oraya geldiğini fark etmemişti bile. Parkın sol
tarafından acı bir fren sesi duydu. Bu ses kulaklarını parçalayabilirdi
sanki.
Bu korkunç ses beyninde yankılanmaya devam ediyordu Eun
Jung’un. Çocukluğundan beri arabalardan nefret ederdi o. Yürümeyi bu
yüzden çok seviyordu belki de..
Fren sesinin ardından gelen
“Yardım edin” bağrışları yükseldi caddeden. Eun Jung yolunu kaybetmiş
çocuklar gibi afallamıştı. Dolan gözlerine inat kımıldayamıyordu
yerinden. “Lütfen yardım edin” sesi bir kez daha ürpertti bedenini.
Nefes alış verişi hızlanmıştı. Korkuyordu. Tüm bedeni titriyordu yine de
sesin geldi yöne doğru adım attı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu,
bilincini kaybetmiş gibiydi sanki.
Boş sokakta ilerlerken
gözyaşlarına eşlik etmeye başlayan cılız yağmur damlalarını hissetti
yüzünde Eun Jung. Giydiği ceketine iyice sokularak yürümeye devam etti.
Olay
mahalline geldiğinde nefes almıyordu sanki. Yerde yatan birinin
olduğunu gördü sadece. Ve yardım edin diye bağıran o kadını gördü. Issız
bir sokakta sadece ağlayan orta yaşlarında kadının sesi yankılanıyordu.
Kadın şok geçirmiş bir şekilde titreyerek ağlıyordu, aklına telefon
bile kullanmak gelmiyordu belli ki.
Eun Jung elinde olmadan
yaklaştı. Kalp atışları hızlanmıştı. Aldığı ilk yardım derslerinde ilk
yapması gerekenleri hatırlıyordu. Kendi kendine bu adımları sayıklarken
yerde baygın yatana ilişti gözleri.
Kalbinin durduğunu düşündü Eun Jung. Hayır, sadece kalbi değil bütün dünyanın durduğunu sanmıştı o an.
Titrek
dudaklarından “Young Min” diye ufak bir çığlık yükseldi. Başucunda
ağlayan kadın sesin etkisiyle duraksamıştı. Genç kızı görünce yalvaran
bakışlarla konuşmaya çalıştı. “Aceleyle evden çıktı. Uyuya kalmıştı,
kütüphaneye gitmeliyim dedi. Ben de camdan kendisine el sallarken hızla
gelen bir araba..sonra kaçtı ..” kadın cümlesinin devamını
getirememişti. Eun Jung sokağın ortasında bacaklarının üstüne çökmüş
Young Min’e bakıyordu. “Bu bu doğru olmaz” diyordu şok içinde. Kadın
güçlükle devam etti: “Yapmamasını söyledim, aramamasını artık
vazgeçmesini söyledim dinlemedi.”
Eun Jung anlamıyordu kadını,
yanaklarından süzülen damlalara aldırmadan soğukkanlılığını korumaya
çalıştı. Telefonunu çıkarıp ambulansı aradı daha sonra ilk yardım
işlemleri için Young Min’in yanına yaklaştı. Kalbi bu manzaraya
dayanamıyordu. Titreyen parmaklarını dağılan saçlarına getirdi Eun Jung.
Parçalanmış siyah ceketine baktı hüzünle.
Young Min’in güzel yüzü
başından kanayan kanla bulanmıştı. Parmaklarına bulaşan kana korkuyla
baktı Eun Jung. Bir anda beynine giren ağrılar onu bayıltabilirdi. Ara
sıra gözlerinin karardığını hissediyordu. Şimdiki zamanla bağının
koptuğunu hissediyordu yavaş yavaş Eun Jung.
Gözlerini önüne gelen küçük sahneler yıllardır beynini zorladığı yıllara aitti..
-----
Yazarın
notu: Çok üzgünüm yeni bölümü geciktirdiğim için. Yalnız şunu
söyleyeyim ne kadar çok yorum o kadar çabuk gelen yeni bölümler diye bir
slogan çıkartacağım ^^ Mesaj alındı mı acaba Very Happy Evet harika
yorumlarınızı benden esirgemeyin lütfen ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:14 pm

Yazar: Vildan Kara
12.Bölüm
(Bölüm şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=Mg67S8FGb_0&feature=share ) *Kyuhyun- God of war ost
*Biricik Kyuhyun’umun yeni söylediği bu şarkı hikayeme çok uydu ^^

“Eun Jung, Eun Jung uyan.”
Eun
Jung kütüphane masasına koyduğu kafasını derin bir nefesle birlikte
hızla kaldırdı. Rüyanın etkisiyle hala titriyordu. Alnında boncuk boncuk
olan terlerlin yanı sıra gözlerinin pınarlarına dolan gözyaşları
yerçekiminin etkisiyle kaymaya başlamıştı yanaklarından.
Ha Neul
arkadaşına dehşetle bakarken onu rahatlatmaya çalışıyordu. “Geçti
tatlım, sanırım bir kâbus gördün merak etme.” Diyerek Eun Jung’un
sırtını sıvazladı. Eun Jung gerçeklerden kopmuş bir şekilde etrafına
bakıyordu. Yaşadığı bu durumu anlamlandırmaya çalışıyordu. Kurumuş
dudaklarını oynatmaya çalışarak nefesini dışarı saldı. “O, o Young Min”
dedi afallamış bir şekilde Ha Neul’a bakıyordu.
“Young Min mi?”
dedi Ha Neul anlamaya çalışarak. Titreyen arkadaşının buz gibi olmuş
ellerini avucunun içine aldı. “Sakin ol canım. Önce dinlen sonra
söylersin.”
“Ha Neul o Young Min. Çocukluk arkadaşım o, Young Min.
Günlüğün sahibi Young Min” diye hıçkırarak ağlamasını sürdürüyordu. Ha
Neul bu sefer acıyan gözlerle baktı Eun Jung’a. “Tatlım bu mümkün mü?
Sadece bir rüyaydı sen de biliyorsun.” diye ikna etmeye çalıştı Eun
Jung’u.
Eun Jung kafasını hayır anlamında sallayarak ayağı kalktı.
Dengesini bir süreliğine yitirerek sendeledi. Ha Neul elinden tuttu ve
ayağı kalkmasında yardımcı oldu. “Ya Eun Jung nereye gidiyorsun?” dedi
aceleyle yürüyen Eun Jung’a bakarak.
Danışmada bulunan Min Seo
telefonda aldığı kötü haberi paylaşacak birilerini arıyordu. Üzgün
gözlerle telefonu kapattı ve biraz ilerde kapıya yönelen Eun Jung’u
gördü gözleri.
“Eun Jung bir haberim var” dedi acı bir ses tonuyla
Min Seo. Eun Jung kalbini tutarak arkasını döndü. İçinde bir yerlerde
duyacakları kalbine iyi gelmeyeceğini hissediyordu.
“Ne haberi?” dedi soran gözlerle, Min Seo’nun üzgün bakışları içindeki korkuyu çığ gibi büyültmüştü.
“ Hani bugün Young Min’i sormuştun ya annesi aradı hastanedeymiş” dedi Min Seo dudaklarını ısırarak.
“Kaza değil mi?” dedi Eun Jung büyük bir şokla neyin gerçek neyin rüya olduğunu kavrayamıyordu artık.
“Nerden bildin?” dedi Min Seo gözlerini kocaman açarak baktı Eun Jung’a. Eun Jung tam konuşacağı sırada Ha Neul araya girdi.
“Kaza
mı?” dedi Eun Jung’un yanına doğru yürüyen Ha Neul. Ağlamaklı gözlerle
kendisine bakmış arkadaşına sarıldı. Min Seo ya sorular yönelttiği sıra
da Eun Jung rüyasında gördüklerine odaklanmıştı. Nasıl olur da bunca
zaman Young Min’in o olduğunu anlayamazdı. Bu kadar mı kördü? Ha Neul
sonuna kadar haklıydı Eun Jung’un bir körden farkı yoktu.
*****
10 yıl önce kaza günü..
Eun
Jung piknik için en sevdiği pembe çiçekli elbisesini giymişti. Bahar
Jejuyu bir başka yapmıştı sanki. Dengesiz havalara rağmen Park ailesinin
piknik yapacağı Pazar günü güneş kendisini göstermişti.

Eun
Jung gülümseyerek Bay Park’a baktı “Baba Young Min de bizimle gelmek
ister değil mi?” dedi sevinçle. Günlüğü vermek için mutlu olacakları bir
anı seçmeliydi. Küçük pembe çantasına koyduğu günlüğe sevinerek baktı.
“Sahibine kavuşmana az kaldı” dedi günlüğe eğilerek sevimli küçük kız.
Annesi Bayan Hye ile piknik sepetini hazırlamaya çalıştı bir süre Eun
Jung. Yaptığı şekilsiz sandeviçleri Young Min’e verecekti.

Bay
Shin’in “Hadi çıkalım Young Min de geldi.” dediği duyuldu kapının
önünden. Eun Jung sevinç nidaları atarak dışarı koştu. Bugün güzel bir
gün olacaktı ya da o öyle hayal etmişti.

Bayan Hye da
elinde sepetlerle dışarı çıkarak koşan Eun Jung’a bağırdı. “Eun dikkat
et düşeceksin” dedikten sonra gülümseyerek Young Min’e baktı. “Hoş
geldin Young Min annenin gelmene izin vermesine çok sevindim.” Dedi.

Bay
Shin gözünü gökyüzüne dikmişti “Sanırım acele etmeliyiz hava bozabilir”
dedi ve arabanın arka kapısını açtı “Buyurun prenses ”dedi gülerek ve
Eun Jung yerine oturdu ardından Young Min onu takip etti. Herkes arabaya
yerleşince Eun Jung gülümseyerek şoför koltuğundaki babasına baktı “Ben
eğer prensessem Young Min de prens değil mi baba?” dedi utangaçça. Bay
Shin beklemediği bu soru karşısında öksürük krizine tutulmuştu Bayan Hye
ise kahkaha atarak konuşmaya çalıştı. “sanırım öyle Eun Jung.
Hayatındaki prense sen karar vermelisin ama bunun için biraz erken
sanırım” dedi Bay Shin’e göz kırparak.

Yaklaşık yarım
saatlik bir yolculuğun ardından bulutların gökyüzüne üşüşmüştü. “Sanırım
sandeviclerimizi arabada yiyeceğiz” dedi Bay Shin hüzünle dikiz
aynasından arkasında uyumuş iki çocuğa bakarken. Bayan Hye dudak büktü
“Uyandıklarında çok üzülecekler” dedi hüzünle.

Keskin bir
virajdan geçerlerken korkunç bir ses yükseldi arabadan. Önde giden
ginseng kamyonu bir anda kayarak yolun tamamını tıkamıştı. Bay Shin
bütün gücüyle asıldığı fren ne yazık ki çarpışmayı engelleyememişti.

Young
Min acı fren sesiyle uykusundan uyandı. Çarpmanın etkisiyle kolu
koltuğa sıkışmış olsa da büyük bir uğraş vererek kurtarmayı başardı. Eun
Jung’a kaydı gözleri, başının sağından akan kanı görünce olanların bir
rüya olmadığını daha iyi anlamıştı. Telaşla ön koltuktaki Bay ve Bayan
Park’a baktığında gözlerinden akan yaşa engel olamadı. İkisi de kırılan
ön camında etkisiyle ağır yaralanmışlardı.

Young Min
arabanın ezilmiş kapısına yüklendi. Kapıyı açtı ve Eun Jung’u da
çekiştirerek dışarı çıkardı. Yolun yanındaki çimenlere yatırdı Eun
Jung’u.

Çiseleyen yağmur yavaş yavaş baygın kızın yüzüne
çarpıyordu. Young Min ağlayarak Eun Jung’un yanında oturup onu ayıltmaya
çalışıyordu. “ Eun Jung uyan ölme sakın. Eun Jung kalk lütfen..”

Her
şey bir film şeridi gibi geçiyordu Young Min’in gözünden. Bir
kaburgasının kırık olduğunu söylemişlerdi doktorlar. Şükür ki
ciğerlerine batmamıştı eğer ciğerlerini parçalasaydı Eun Jung’un anne ve
babası gibi bir kadere sahip olmak çok da uzak olmayacaktı onun için.

Gözlerini
araladığında bir hastane odasında olduğunu gördü Young Min. Olanlar bir
kâbustan daha korkunç geliyordu ona. Başucunda ağlayan annesine baktı,
gözyaşları içinde kadın “Uyandı sonunda” diye bağırıyordu.

Gelen
doktorların ne dediğini anlamayan gözlerle dinledi Young Min tek
düşündüğü Eun Jung’un nasıl olduğuydu. “Bir ay hastanede yatmalı hatta
belki daha fazla.” Diyerek odadan çıktı yaşlı doktor.

Young
Min annesine döndü “Eun Jung nasıl? Bayan Hye ve Shin amca?” dedi soran
gözlerle. Young Min’in annesi hüzünle baktı Young Min’e “Bay ve Bayan
Park maalesef hayatlarını kaybetti. Eun Jung Tanrıya şükür iyi hatta dün
hastaneden bile çıktı” dedi Bayan Lee gülümseyerek baktı oğluna.

Young
Min Eun Jung’un ne kadar üzgün olduğunu tahmin etmeye çalışıyordu.
Ailesini bir anda kaybetmek çok acı olmalıydı. “Belki toparlanınca
hastaneye ziyaretime gelir” diye düşündü Young Min. Maalesef artık
hatıralarında bile yer edinemediği birini beklediğinden habersizdi..

*****
Eun
Jung ve Ha Neul bindikleri taksiye Youn Min’in bulunduğu Seoul
Hastanesini tarif ettiler. Eun Jung kalbinin ağzında attığını
hissediyordu sanki. Onun bu telaşlı halini gören Ha Neul kolunu
arkadaşının omzuna atarak sıkıca kendine çekti. “İyi olacak merak etme”
dedi. Verdiği bu destek Eun Jung’un o an tutunduğu tek daldı.
Hastaneye
vardıklarında koşarak danışmaya doğru gitti Eun Jung. “Lee Young Min
nerde kalıyor, durumu nasıl?” diye sorularını yöneltti görevliye. “502
oda. Durumunu Doktor Hye Jin hanımdan öğrenin.” dedi görevli. Eun Jung
koşar adımlarını bu kez asansöre yönlendirdi. Koskocaman hastanenin 5.
Katındaki odaya ulaşmak çölleri aşmaktan daha zor gelmişti o anda.
Hastane
koridorunu bilinçsiz bir şekilde dolanırken sandalyede ağlayan bir
kadın ilişti gözüne. De javu yaşadığını hissediyordu ki arkasından “Eun
Jung” dedi Ha Neul nefes nefese. Eun Jung’a yetişmek için bütün
koridorları koşmak zorunda kalmıştı. Eun Jung yavaş adımlarla odanın
kapısına doğru ilerledi.
Kadın da kendine yaklaşan gözü yaşlı kıza
dikkat kesilmişti. Eun Jung yaklaştığı kapının önünde ağlayan kadına
baktı. “Young Min nasıl?” dedi. Kadın bir Ha Neul’a bir Eun Jung’a
baktıktan sonra konuşmaya çalıştı.
“Daha iyiymiş az önce doktorla
konuştum. Bu sabah okula giderken bir motor bisikletli çarpmış. Başından
ve boynundan yara almış. Ama hayati tehlikeyi atlattı. Sanırım
arkadaşısınız?” bir yandan da kadın Eun Jung’a destek vermek için elini
sıkarak. Eun Jung simasının tanıdık geldiği kadına baktı “E-evet
arkadaşıyım.” Dedi. İçinden de “Annesi olmalı” diye düşünüyordu.
“Aslında bütün arkadaşlarını tanırım Young Min’in ama sizi çıkartamadım neyse” dedi kadın sorgulayan gözlerle.

Şey peki, ne zaman görebiliriz onu bir bilginiz var mı?” diye sordu Eun
Jung gözlerini 502 numaralı oda kapısına dikmişti. Bir an önce ona
“Seni hatırladım. Artık birkaç şey belirdi zihnimde. Lanet olsun neden
baştan söylemedin bana.” Demek istiyordu. Onu çok özlemişti. Hem
kütüphaneye Min Seo için değil Eun Jung’un kendi için gelmişti. Ah Eun
Jung ne kadar da kördü..
“Belli değilmiş. Kendine gelmesini
beklememiz gerekiyormuş.” Dedi kadın kurumuş gözlerini hastane zeminine
dikerek dua etmeye devam etti.
“O iyi şükürler olsun.”diye Ha
Neul’a sarıldı Eun Jung. Son 2 saat hayatının dönüm noktası gibiydi. Bir
yandan ağlayıp bir yandan da mutluydu. Duyguları birbirine geçmişti
sanki.
Ha Neul uzun süre bir şey söylemeden beklemeyi tercih etti.
Eun Jung’un doğru hatırlama olasılığı var mıydı? Young Min gerçekten de
günlüğün sahibi miydi?
“Peki, kaza olduğunu nereden bildin?” diye sordu Ha Neul merak duygusuna daha fazla engel olamayarak.
Eun
Jung gördüğü rüyayı tekrar hatırlamıştı bu soru üzerine. Bütün dünyası
yıkılmış gibi hissetmişti Young Min’i o halde görünce. Ve o on yıl
önceki kaza anı, sonrası Young Min’in başucunda ağlayışı tek tek
zihninde belirmişti. Anne ve babasını hatırladı, yüzlerine doya doya
bakmayı dilemişti ama o kâbus yerini gerçeğe bırakmıştı..
“Rüyamda
bir kaza olduğunu gördüm. Ben bilemiyorum bu nasıl açıklanır ama o rüya
sayesinde artık bir şeyler hatırlayabiliyorum. Bu telepati mi ya da
metafizik mi bilmemem ama Young Min ile aramızda kopamayacak bir bağ
var” dedi Eun Jung. Young Min’i yeniden görmek için sabırsızlanıyordu.
“Rüya mı? İnanılmaz yani gerçekten böyle şeylerin olabileceğine hiç inanmazdım” dedi Ha Neul şaşkınlıkla bakarken.
“Biliyor
musun Günlüğü saklaması için ona vermiştim. Yüzündeki şaşkın ifadenin
sebebini şimdi daha iyi anlıyorum.” Dedi Eun Jung, gülümseyerek
hatırladığı Young Min’in yüzünü ne kadar özlediğini daha çok
hissediyordu.
“Saklaması için mi? Neden o neden bana vermedin? Ooo
şimdiden pabucum dama atılmış.” Dedi Ha Neul küsmüş rolü yaparak ve
kollarını göğsünde birleştirerek Eun Jung’a sırtını döndü.
“Yok
artık. Young Min’i de mi kıskanıyorsun? Bak sana versem zaten evde
saklayacaktın bir anlamı olmazdı ki.” Diye açıklamaya çalıştı Eun Jung.
Ardından devam etti “Hem günlüğü asıl sahibine kavuşturmuş oldum fena mı
oldu?” dedi acı bir gülümsemeyle.
Yaklaşık üç saatlik beklemenin
ardından Ha Neul Eun Jung’un ısrarları üzerine eve geri dönmüştü. Bayan
Lee Eun Jung’ a da beklememesi gerektiğini söylese de Eun Jung gitmemeye
kararlıydı. O uyandığında hem hesap soracak hem de eski dostuna
kavuşacaktı.
Yaklaşan Dr. Hye Jin’i görünce ayağa kalkan Bayan Lee yi taklit ederek ayağı kalktı Eun Jung.
“Durumu
stabil. Tehlikeyi atlattı zaten şimdi uyandıracağız herhangi bir
komplikasyon var mı yok mu diye sonra ziyaret edebilirsiniz ama tek tek
girin lütfen.” Dedi Dr.Hye Jin gülümseyerek Bayan Lee’nin elini sıktı ve
odaya girdi.
Yarım saat sonra hemşire Bayan Lee ye haber verdi
sonunda Young Min o güzel çekik gözlerini yeniden açmıştı. Eun Jung
stresten koridordaki bütün kareleri saymış, çarpmış, bölmüş, bir kare
başına düşen taşı bile hesaplamıştı ki Bayan Lee odadan dışarı çıktı.
“Hadi
sen de çok bekledin canım gör de için rahat etsin.” Dedi omzunu
sıvazlayarak. Eun Jung start verilmiş maratoncular gibi odanın kapısına
koşmuştu. Nefes nefese kaldığından biraz çeki düzen verdi kendine. Ürkek
ellerini dağınık saçlarına götürerek biraz şekil vermeyi denedi ki
Bayan Lee’nin şaşkın bakışlarını üzerinde hissedince bozuntuya vermeden
odaya girdi.
Cam kenarındaki yatağına uzanmış Young Min’i gördü.
Gözleri kapalıydı “Uyuyor” diye düşündü Eun Jung. Onunla konuşmayı
istemişti ama yine de görmek bile büyük sevinç oluşturmuştu. Yatağının
yanındaki sandalyeye oturdu. Şaheser gibi gelen yüzü inceledi sonra
kendi kendine sesli konuşmaya başladı.
“Alçak Young Min” bunu
söylediğinde Young Min’in gözlerinin biraz kırpıldığını fark etmişti.
Uyanmaması için daha fısıltıyla konuşmaya çalıştı “Hain. Nasıl bana
günlüğü yazan çocukluk arkadaşımın sen olduğunu söylemezsin? Seni
hatırlamam için bir felaket yaşamam mı gerekliydi? Ne kadar korktum
haberin var mı? Kendini beğenmiş, ukala serseri.” Eun Jung uyanmaya
niyeti olmayan bu serseriye içinden gelenleri söylediği için en azından
rahatlamış hissediyordu.

Yarım saattir beklediği odada
daha fazla mesanesine eziyet etmemek için tuvalete gitti Eun Jung. Young
Min’in odasına döndüğü sırada Young Min’in uyandığını görmüştü.
“Ah uyandın mı?” dedi utangaç bir şekilde.
“E-evet uyandım ama siz kimsiniz?” dedi Young Min gözlerini büyülterek bakıyordu.
Eun Jung şok kelimesinin anlamını sanki o an yaşayarak öğreniyordu. Nasıl yani Young Min, Eun Jung’u tanımıyor muydu?
-----
Yazar
notu: Kafanız karışmışsa diye biraz özetleyeyim olayı: Eun Jung’un
önceki bölümde gördüğü kaza rüyaydı. Yani Yürüyüşe çıkmadı aslında
kütüphanede beklerken uyuya kaldı. Ama rüyasında gördükleri sayesinde
geçmişine az da olsa kavuştu. Bir şeyler hatırlıyor artık. Ve kaza
aslında Young Min okula giderken başına gelmişti. Nasıl bir aşksa Eun
Jung bunu hissetti. Ayrıca Doktor Hye Jin’i hatırlayan var mı Very Happy
*Ahh
11. Bölümde ki o güzel yorumlarınız beni çook mutlu etti ki ben de sizi
bekletmemek için bomba gibi UZUN (gerçekten uzun) bir bölüm daha
yazdım. Üzülerek söylüyorum ki finale yaklaştık. Başka bir hikâye de
yazar mıyım bilemiyorum :/ Diğer bölüm için yakınlarda gönderebilirim
diye söz veremeyebilirim çünkü Cuma günü önemli bir sınavım var
(anlayışınız için teşekkürler) ^^ Hatta bu bölümü yazarken bile çok
zorlandım o yüzden yine siz okurlarımdan güzel YORUMLAR bekliyorum Wink
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:15 pm

Yazar: Vildan Kara

13.Bölüm “Yeniden seninle olduğum için şanslıyım..”

(Bölüm şarkıları: 1. https://www.youtube.com/watch?v=locIxsfpgp4 2. https://www.youtube.com/watch?v=dJ_i--pA4FI
)*Sting- Shape of my heart *Young Hwa-IU Lucky (Jason Mraz şarkısı)

“E-evet uyandım ama siz kimsiniz?” dedi Young Min gözlerini şaşkınca büyülterek bakıyordu.
Eun Jung şok kelimesinin anlamını sanki o an yaşayarak öğreniyordu. Nasıl yani Young Min, Eun Jung’u tanımıyor muydu?
Young
Min boş gözlerle kendisine şaşkın şaşkın bakan kızı süzüyordu. Eun Jung
o an ne diyeceğini bilemiyordu ve Young Min’in böyle anlamsız bakması
yüreğini deliyordu sanki.
“B-ben ben Eun Jung” diyebildi Eun Jung
anlam veremeyen bakışlarla. İsmini söylediğinde Young Min’in yüzünde bir
ifade oluşmasını beklemişti umutla ama Young Min daha fazla açtırdığı
gözlerini Eun Jung’a dikerek konuşmaya başladı. “Eun Eun hımm
hatırlayamadım” dedi ve sonrasında umursamaz bir tavırla yatakta
gerinerek esnedi.
Şaşırma sırası Eun Jung daydı, bu karşısındaki
sanki Young Min değilmiş de bir başkası varmış gibi hissediyordu. Açık
kalan ağzını kapatarak Young Min’in yatağına doğru ilerledi. Young Min
yatağının yanındaki pencereden dışarı bakmaya başlamıştı. Evet, Young
Min sorumsuzdu, umursamazdı ama onu hiç kendisine böyle davrandığını
hatırlamıyordu Eun Jung.
Pencerenin kenarındaki sandalyeye oturdu
usulca. Young Min sanki varlığını unutmuş kendi çapında oyalanırken
görünmez olduğundan bile şüphe etmişti Eun Jung. Varlığını hatırlatmak
adına küçük bir öksürük seremonisi gerçekleştirdi Eun Jung. Young Min
kafasını o yöne çevirerek tekrar anlamsız bakışlarını şaşkın kıza
yönlendirdi.
“Sen hala gitmedin mi?” dedi ifadesiz bir yüz
ifadesiyle. Eun Jung o an kırılan kalbinin sesini duyduğuna yemin
edebilirdi. “Yaa ne gitmesi?” dedi sinirle Eun Jung artık dayanamayarak.
Böyle saçma bir durumda bulunduğuna inanamıyordu.
“Yanlış odaya
geldiğini düşünüyordum, yanılıyor muyum? Aradığınız Young Min başkası
olmalı.” Dedi elindeki küçük cep bilgisayarıyla oynamaya başladığı
sırada.
Eun Jung Young Min’in elindeki garip sesler çıkaran cihazı
kafasına geçirmemek için zor tutuyordu kendini. Onun için bütün gün
ağlamış, hastane koridorlarında saatlerce beklemişti ve bu tavırlar da
neydi böyle? Eun Jung sinirden ve üzüntüden kızarmaya başlayan yüzünü
gizlemeye çalışırken odanın kapısı çaldı. Doktor Park Hye Jin güzel bir
gülümsemeyle içeri girdi, odada ilerlerken bir yandan da elindeki
dosyayı karıştırıyordu.
“Young Min shi şimdi nasılsın?” diyerek
gülümsedi. Young Min de sıcak bir gülümseme ekleyerek dudaklarına
konuşmaya başladı “İyiyim Dr. Park yalnız sanırım söylediğiniz
komplikasyonlar bende var” dedi Young Min.
Doktor Hye Jin
anlamamış gibi bakarak soran gözlerle Young Min’e bakıyordu. Young Min
odanın köşesinde duran masum kıza baktı hüzünle, bir yandan da muzipçe
gülümsemesini sürdürüyordu.
Young Min muayene sırasında Eun Jung’a
çaktırmadan küçük bir not iliştirdi Doktor Hye’in eline. Doktor Hye Jin
şaşırarak okuduğu küçük kâğıttan sonra bütün olayı anlamanın
rahatlığına ulaşmıştı. Zira hastasının dengesiz davranması onu
korkutmuştu.
“Biliyorum çok saçma ama odadaki bu güzel kıza bir oyun oynuyorum. Sadece küçük bir şaka ^.^ Beni destekler misiniz bir süre?”
Dr.Hye olumlu anlamda kafasını salladı Young Min’e. Young Min minnettarlık içeren bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladı.
“Hafızamda
bir sorun olabilir mi?” dedi ciddiyetle rolünü icra ediyordu. Eun Jung
muayene sırasında odadan çıkmak istememişti, bu durumu bir an önce
açıklığa kavuşturmak istiyordu. Hem bu Doktor Hye da neden bu kadar
güzeldi ki?
Eun Jung Young Min’in söyledikleriyle düşüncelerinden
sıyrılmıştı. Biraz daha konuşan ikiliye yaklaşarak kulak kabarttı. Doğru
mu duymuştu Young Min’in hafızasında bir sorun mu oluşmuştu?
Young
Min onlara doğru yaklaşan Eun Jung’un ilgisinden memnun bir şekilde
oyununu sürdürmek için daha çok zorladı kendini. Bu durumda ona
sarılmamak için kendiyle verdiği mücadele onun dikkatini fazlasıyla
dağıtıyordu zaten.
Doktor Hye Jin bugün gelen bu ilginç hastasıyla
oldukça eğleneceğini hissetmişti ve yanılmamıştı da. Oscarlık
oyunculara taş çıkarır şekilde dâhil etti kendini Young Min’in küçük,
beyaz yalanına.
“Evet şey, bu oldukça normal. Zor bir kaza
atlattın bu kadarına şükür etmeliyiz sanırım.” Dedi zoraki bir hüzünle
Dr.Hye Jin, çaktırmadan göz kırparak da Young Min’e bakıyordu.
Eun
Jung bugün girdiği kaçıncı şok dalgası olduğunu bilmediği durumu
anlamaya çalışırken konuşmaya balıklama daldı. “Ne? Şimdi hafızasını mı
kaybetti? Bu yüzden mi o beni..”
Eun Jung dolan gözlerine
aldırmadan cümlesini tamamlamaya çalıştı “Hatırlamıyor..” Bu nasıl
ironik bir durumdu böyle? Eun Jung tam kavuşmayı dilediği hayatının
aşkını hatırladığı anda bu sefer o unutmuştu. Kader ne ilginçti? Ya Da
Young Min ne kadar acımasızdı.
Young Min daha dayanamayacağını
hissediyorsa da sonuna kadar gitmek istiyordu. Aylarca tek bir hatırlama
kırıntısı beklediği kızdan birazcık intikam almak o kadar da zalimce
değildi.
Dr.Hye Jin üzgün kızın gözlerine hücüm eden yaşları
görünce söylemeyi istiyordu ki Young Min araya girdi. “Eun Jung shi sen
benim neyim oluyordun? Yani hatırlayamıyorum ondan soruyorum”
Eun
Jung Young Min’in böyle resmi konuşması yüzünden kendini camdan
atabilirdi. Boğazında oluşan düğüme rağmen konuşmaya çalıştı. Ne
diyecekti ki?
“Şey arkadaşınım..” dedi. İçinden geçirdiği
‘arkadaş’ kelimesi canını acımasızca yakıyordu. Young Min tam tatmin
olmamış olacaktı ki sorusunu yeniledi “Sadece arkadaş yani?” dedi hayal
kırıklığıyla.
“Hıhı” dedi Eun Jung bütün üzüntüsü yüzünden ve
çökmüş çekik gözlerinden okunurken. Bir süre odada boş boş bakındıktan
sonra kafasını toplamak üzere odadan çıkmak istedi Eun Jung. Bugün
yaşadıkları hızlandırılmış gerilim filmlerinden farksızdı.
Yorgun
bacaklarını güçsüzce hareket ettirip ayaklarını sürüyerek odanın
kapısına yöneldi Eun Jung. Hem ağladığında Young Min görmemeliydi.
Young
Min kapıya yönelen kıza baktı içi sızlayarak fazla ileri mi gitmişti?
“Bekle!” dedi bir anda. Doktor Hye Jin olanları imrenerek izlemişti.
İçinden şimdi onları yalnız bırakmanın vakti diyerek kapıya yöneldi. Eun
Jung Young Min’in direktifiyle gitmemiş odada kalmıştı.
Dr. Hye Jin Young Min’e göz kırparak odadan çıktı.
Eun
Jung “ Evet bekliyorum!” dedi Young Min’e kızarmış gözlerle bakarak.
İçinde fırtınalar kopuyordu ve iplerin boşaldığını hissetmişti
“Bekliyorum hep bekledim Young Min. Hayatım boyunca hep beklemiştim.
Ben, ben bu anın gelmesini hep bekledim. Hayatımın prensiyle
karşılaşmayı, geçmişimle yüzleşmeyi hep bekledim. İlk defa bugün bunun
için adım atmıştım. Ama benim beklediğim yerde..”
Eun Jung akan
gözyaşlarını gizleme gereği durmuyordu artık. İçinde tuttuğu duyguları
birer birer ağzından dökülürken susmamayı istemişti. “Sen yoksun..”
diyerek tamamladı son cümlesini fısıldayarak.
Hıçkırarak ağlamaya
başlamıştı ki bir el hissetti saçlarında. Young Min güçlükle yatağından
kalkmış Eun Jung’un kafasını omzuna çekerek saçlarını okşuyordu. Eun
Jung bu anı daha önce de yaşadığını hissetmişti. Jeju dayken de Young
Min onu böyle teselli etmişti.
Young Min kendine küfür etmemek
için zor tutuyordu kendini, bu kadar üzdüğünü fark edememişti. Yine de
muzipçe gülümseyerek konuşmaya başladı “Omzum bağımlılık yapıyor
sanırım.”
Eun Jung duyduğu bu cümle karşısında hızla kafasını
kaldırarak Young Min’e baktı. Yanlış duymamıştı ki Young Min o en güzel
gülümsemesini Eun Jung’dan esirgemiyordu.
Young Min daha durumu anlaşılır kılmak için devam etti “Ukala serserin seni çok özledi.”
Eun Jung bütün bu hafıza muhabbetinin bir oyun olduğunu şimdi anlamıştı. Hala ıslak gözlerinden öfke okunuyordu şimdi.
“Yaaa
inanmıyorum, hepsi yalan mıydı? Ha “ bir yandan da dudaklarını
ısırıyordu. Young Min acımasızca kahkahasını atarak “Evet, maalesef hala
seni hatırlıyorum” dedi.
Eun Jung saçındaki Young Min’in elini ellerine alarak ağzına götürdü ve bütün sinirini güzelim parmakları ısırarak çıkardı.
Young Min’in kahkahası acıyla inlemeye dönüştü “Ahh bu çok acıdı” dedi elini havada sallayarak.
“Hak
ettin dua et hastasın yoksa uçan tekmelerimden kaçamazdın” dedi Eun
Jung sinirle, bir yandan da mutluluktan uçuyordu. Young Min’i onu asla
unutmazdı ki.
Young Min gülümsemeye çalıştı tekrardan, diş izleri
dolu parmaklarını Eun Jung’un yüzüne uzatarak birkaç tutam saçı geriye
doğru attı.
“Seni asla unutamam bunu bil.” Dedi aşkla. Hissettiği tek duygu aşktı o an.
Eun
Jung ortama dolan romantizmin etkisiyle utanmıştı, bu hayatında
yaşadığı en güzel an diye düşündü pembeleşen yanaklarını düşünemeyerek.
Young Min biraz daha yaklaşmıştı ki odanın kapısının bir anda gıcırtıyla açılmasıyla ikili öksürük krizine tutuldu.
Bayan Lee bastığı ikiliye şaşkın gözlerle bakıyordu.
“E şey anne keşke kapıyı çalsaydın” dedi Young Min yeni düzenlediği nefesini dışarı salarak.
“B-ben
uzun süre haber gelmeyince bir şey oldu sandım.” Diye açıkladı Bayan
Lee. Hem oğlu tanımadığı bir kızla kendisinden daha çok ilgileniyordu.
Kıskançlık duygularını yüzüne yansıtarak Eun Jung’a baktı.
Young
Min “Ah siz tanışmadınız mı? Anne tahmin et bu kim?” diyerek Eun Jung’u
gösterdi. Bayan Lee umursamaz gözlerle bakıyordu “Bilmem ki. Kim?”
“Park
Eun Jung” dedi Young Min gülümseyerek. Bayan Lee’nin bakışları şefkat
ve sevgiyle dolmuştu şimdi. “Ne Eun Jung mu? Sonunda buldun mu?” diyerek
boğarcasına Eun Jung’a sarıldı. Eun Jung şaşkınlıkla karşılık verdiği
yaşlı kadına sarılırken Young Min bu tablo için ancak mutluluğun eseri
diyebilirdi.
2 Hafta sonra..
Young Min mızmızlanarak
önündeki kötü kokulu çorba dolu kaşığı ittiriyordu. “Eun Jung bana bunu
yapma her an kusabilirim.” Dedi öğürme hareketi de yaparak.
Eun
Jung büründüğü anne rolüne kendini fazla kaptırmıştı o an. “Bak bu son
hadi benim için. Aç ağzını Young Min” Young Min ağlamaklı gözlerle
ağzını açtı ve kocaman lokmayı tiksinerek midesine gönderdi. “Bu iğrenç”
dedi midesini tutarak.
“Hiçte bir kere. Ben hasta olduğumda Ha
Neul bunu hep yapar gerçekten iyi geliyor. Toparlamana yardımcı olacak.”
Diye açıklama yaptı Eun Jung. Young Min’e zorla bitirttiği çorba
kâsesini mutfağa koyarak tekrar Young Min’in odasına girdi. Bir hafta
önce hastaneden taburcu olan Young Min’in evine neredeyse her gün
uğruyordu. Bayan Lee de onları böyle görmekten öylesine mutluydu ki Eun
Jung’u her gördüğünde o dayanılmaz sarılmalarını kızdan esirgemiyordu.
Young
Min çok dağınıktı ve odası aynı onun kişiliğini yansıtıyordu sanki.
İlgili gözlerle odada dolandı Eun Jung. Young Min yattığı yatağından
doğrulmuş onu izliyordu.
Odada her konu, her branşla ilgili
kitaplar vardı. Young Min her zaman bir şeylere heves edip o konuları
araştırır sonunda da sıkılır bırakırdı. Odadaki enstrümanlara baktı Eun
Jung. “Çalabiliyor musun?” dedi sevinçle. Young Min gülümseyerek
kafasını salladı. “Çalmamı ister misin?”
Eun Jung heyecanla
ellerini çırptı “Tabi ki.” Young Min eline aldığı gitarı birkaç kere
tıngırdattıktan sonra “Bu senin için.” Diyerek şarkısına başladı.
(Burada 2. Bölüm şarkısı Lucky’i dinleyiniz.. )
“ Beni duyuyor musun? Seninle konuşuyorum.
Suyun karşısında, mavi derin okyanusun karşısında.
Açık gökyüzü altında, bebeğim deniyorum.
Sevgilim seni rüyalarımda duyuyorum.
Denizin karşısında senin fısıltını hissediyorum.
Seni kalbimde kendimle birlikte tutuyorum.
Yaşam zorlaştığında, onu daha kolaylaştırıyorsun.
En iyi arkadaşıma aşık olduğum için şanslıyım.
Bulunduğum yerde olduğum için şanslıyım.
Yeniden eve gelecek olduğum için şanslıyım.
Onlar ne kadar uzun sürdüğünü anlamazlar.
Bekleyişim bunun gibi bir aşk için.
Her zaman ‘Hoşça kal’ dediğimizde fazladan bir tane daha öpücüğümüz olmasını diliyorum.
Söz veriyorum senin için bekleyeceğim, bekleyeceğim.
En iyi arkadaşıma aşık olduğum için şanslıyım.
Bulunduğum yerde olduğum için şanslıyım.
Yeniden eve gelecek olduğum için şanslıyım.
Her şekilde aşık olduğumuz için şanslıyım.
Bir gün eve gelecek olduğum için şanslıyı.
Deniz boyunca gidiyorum.
Karşılaşacağımız bir adaya..
Müziği duyacaksın ve havayı hissedeceksin.
Saçlarına çiçek takacağım.
Ağaçlar boyunca esen rüzgarlara rağmen
Gördüğüm bütün güzel hareketler sensin.
Dünyanın etrafında dönüşü gibi,
Tam şimdi, tam burada beni tutuyorsun. “
Young
Min şarkısı boyunca Eun Jung’un gözleri içine aşkla bakmıştı. Şarkısı
Eun Jung’u mest etmişti ve gülümseyerek eşlik etmişti kendisine. Eun
Jung bunun bir rüya olmaması için kaç kere dua ettiğini hatırlamıyordu.
Aradığı mutluluğu ve huzuru bulduğunu hissediyordu.
Young Min şarkısını bitirdiğinde tek kişilik seyircisi onu ayakta alkışladı.
“Seninle yeniden olduğum için şanslıyım.” Dedi Young Min o öldürücü bakışlarını Eun Jung’a yaklaştırarak.
Young
Min aklına gelen bir fikirle yerinden doğruldu ve gitarı yerine koydu.
Kitaplığına uzanarak çantasına bir şeyler koyarak Eun Jung’a baktı. “Bir
planım var.”
Eun Jung’un da elinden tutup çekiştirerek odadan
dışarı çıkardı. Eun Jung sorgulamadan sevdiğini takip ediyordu, tıpkı
ömrü boyunca yapacağı gibi..
------
Yazarın Notu: Vuhuu çok
romantik bir bölüm oldu bee. Dinlediğim romantik şarkıların etkisi var
tabi bu durumda. Cuma günü olan sınavım nedeniyle bölüm biraz gecikti
yine de sabırla beklediğiniz için teşekkürler ^^ Umarım beğenmişsinizdir
bu bölümü Wink Ben baya özenerek yazdım Smile)) Diğer bölüm final
arkadaşlar. Bölümler oldukça uzun aslında kısa bir hikâye gelmesin size
^^ Benden yorumlarınızı tekrardan esirgemeyin lütfen. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

...*Günlük*... Empty
MesajKonu: Geri: ...*Günlük*...   ...*Günlük*... Icon_minitimeÇarş. Ağus. 08, 2012 10:15 pm

Yazar: Vildan Kara

14.Bölüm (FİNAL): “Ben de seni seviyorum ve sonsuza kadar seveceğim..”

(Bölüm şarkıları: 1. (https://www.youtube.com/watch?v=uKKez2_7KYk ) 2. ( https://www.youtube.com/watch?v=vUSzL2leaFM )

*Kang Min Hyuk- Star *Eric Clapton- Wonderful Tonight

Eun
Jung’un elinden tutup çekiştirerek odadan dışarı çıkardı. Eun Jung
sorgulamadan sevdiğini takip ediyordu, tıpkı ömrü boyunca yapacağı
gibi..
Young Min tuttuğu güzel kızın elini hiç bırakmamacasına
avuçlarında sıkıyordu. Apartmandan çıktıklarında Young Min Eun Jung’a
baktı. Koşulsuz kendisini takip eden kıza beslediği aşk yüreğine
sığmıyordu sanki.
“Nereye gittiğimizi sormayacak mısın?” dedi
Young Min şaşkınlıkla. Eun Jung dudaklarında büyük bir gülümsemeyle
elini tutan Young Min’in gözlerinin içine baktı.
“Nereye gittiğimizin bir önemi yok.” Dedi sadece.
Young Min beklemediği bu cevaba gülümsedi. “Önemli olan ne peki?” dedi cevabını tahmin ettiği soruyu sormayı istemişti.
“Önemli
olan yanımda olman, seninle her yere giderim.”dedi açık yüreklilikle
Eun Jung, utançtan alev alacak yanaklarıyla meşguldü artık.
Young
Min elini bırakmadığı kızın elini dudaklarına ötürerek öptü. Eun Jung’un
şaşkınlığı yüzünden okunsa da mutluydu hem de fazlasıyla mutlu.
“Hadi o halde, her şeyin başladığı yere gidiyoruz.” Dedi Young Min sevinçle.
Yoldan
geçen bir taksiyi çevirdiler ve hava alanına doğru yol aldılar. Eun
Jung’un kalbi deli gibi atıyordu. Young Min ona adrenalin gibi bir etki
yapıyordu sanki, yanında sakin olması imkansız gibi bir şeydi. Onun her
konuşması, her gülüşü, her bakışı Eun Jung’un kalbine atılan birer ok
gibi saplanıyordu.
Hava alanına geldiklerinde Eun Jung ev
arkadaşı, can yoldaşı Ha Neul’a haber verdi. Biricik arkadaşının
meraktan ölmesine göz yumamazdı ne de olsa.
Uçak yolculukları
boyunca suskundu Young Min, Eun Jung esneyerek omzunda uyukluyordu.
Young Min Eun Jung’un ailesini düşünüyordu. Eun Jung’un yanında
olamadığı zamanda yaşadığı acıları düşündü. İçinde aşktan öte bir şefkat
birikmişti o an. Kaza da ölmesinden korkarken sonrasında kaybettiği
çocukluk aşkına sonunda kavuşmuştu. İlk ve son aşkına..
Uçak
Jejuya iniş yaptığında Eun Jung daha bir tedirgin hissediyordu kendini.
Artık hatırladığı şeyler onu eskisi kadar korkutmasa da Young Min den
destek almaya ihtiyacı vardı.
Young Min tedirgin bakan kıza baktı
sakince, korktuğunu hissediyordu. “Korkuyor musun?” dedi yavaşça, onu
incitmek hayatta en istemediği şeylerden biriydi.
“Hayır, sen
yanımdayken korkmuyorum.” Dedi tereddütle Eun Jung. Young Min bu cevapla
az önce uçakta olduğu gibi kendini tamamen bulutların üstünde hissetti.
Yüzüne yerleşen ukala gülümsemesine engel olamayarak konuşmaya başladı.
“Ehehe sanırım bu hastalığın adı aşk olmalı. Eun Jung shi artık çok geç, cazibeme sen de kapıldın.”
Eun
Jung duydukları karşısında yumruk yaptığı elini Young Min’in omzuna
geçirdi. “Cazibeymiş.” Dedi sinirle yürümeye başladı. Bir yandan da
söyleniyordu “Min Seo dan laf almak için de cazibeni kullandın değil mi?
Pis çapkın, Kazanova, ukala serseri”
Young Min katıla katıla
gülerken hızlı adımlarla yürüyen kıza yetişmeye çalışıyordu. “Ya şakaydı
cidden” dese de Eun Jung bir süre sinirli oyununu sürdürdü. Böyle Young
Min’in peşinden koşması hoşuna gitmişti. İçinden “demek ki erkekler bu
dilden anlıyor.” Dedi. Ha Neul dan bu konuda destek alması gerektiğine
bir kez daha inandı.
İkili evin olduğu yola yaklaştıklarında
adımlarını yavaşlattı. Eun Jung gözünün önüne gelen birkaç anı
kırıntısıyla hüzünlenmişti. Babası Bay Park’ın elini tutup
dolaştıklarını hatırladığı bu yollar onu derin bir duygu denizine
sürüklemişti.
Young Min arkasından yaklaşıp Eun Jung’un yüzünü
kendine doğru çevirdi “Bak bugün ağlamak yok tamam mı?” dedi acı bir
gülümsemeyle. “Ben senin yanındayım” diye de ekledi.
Young Min ve
Eun Jung’un evlerinin arasındaki ağaçlı yola geldiklerinde duraksadı Eun
Jung. Başına giren ağrılar yeni hatırlanacak anıların habercisiydi.
Gözünün
önünde iki çocuk belirdi. Neşeyle koşuşturuyorlardı ağaçlı yolda. Diğer
taraftan gelen bir çift ise Eun Jung’un anne ve babası olmalıydı. Bay
Park kızına el sallayarak eşine sarıldı. Mutlu bir aile tablosu gibi
tamamen kusursuzlardı. Sonra bir ses, o ürkünç sesi duydu Eun Jung
kulaklarını yırtan sese açtı gözlerini. Başında Young Min ağlıyordu,
“Lütfen ölme Eun Jung uyan.”
Eun Jung gözyaşlarına boğulduğunda
Young Min ona sıkıca sarıldı. Hatırladıklarını tahmin edebiliyordu.
“Geçti Eun Jung artık yanındayım.” Diye teselli etti sevdiğini
kollarında. Ürkek bir kuş gibi kıpırdamıyordu Eun Jung, tek hissettiği
ailesine duyduğu özlemdi o an.
Bir süre sakinleştikten sonra
ağaçlı yoldaki çimenlere oturdu ikili. Güneş batmak üzereydi. Eun Jung
bu manzaraya gülümsedi ve konuşmaya başladı. “Çok garip yine aynı yerde
ve yine seninleyim. Sanki hiç ayrılmamış gibi. Sanki o yıllar araya
girip hiç uzakta bırakmamış gibi. Senle eksik olan ruhumu buldum ben.
Tekrar 10 yaşına dönmüş gibi hissediyorum, o yıllardaki kadar mutluyum.”
Dedi Eun Jung içinde tarif edemediği duyguları dışına yansıtırken biraz
utanmış olsa da bu mutluluğu hiçbir şeye değişmezdi.
Young Min
aynı sıcak gülümsemesini Eun Jung’a sunarken derin nefes aldı “ Ben de
sensiz geçen yılların olmamasını isterdim. Hastanede senin gelmeni
beklerken Seoul’a taşındığınızı duyunca mahvolmuş gibi hissediyordum
kendimi. O kazaya, seni ailenden ayıran kazaya günlerce lanet ettim. Ama
asla vazgeçmedim, seni bulacağımdan umudumu hiç kesmedim. Seni sevmeyi
hiç bırakmadım..”
Eun Jung gözlerini huzurla kapatarak “Tekrar
söyler misin?” dedi sevdiği kişi tarafından sevildiğini duymak ne
muhteşem bir histi böyle. “Seni seviyorum Eun Jung.” Dedi tekrardan
fısıltıyla Young Min.
“Bir kez daha.” Dedi Eun Jung ölene kadar bunu dinleyebilirdi.
“SENİ
SEVİYORUM” diye bağırdı uçsuz bucaksız okyanusa Young Min. Eun Jung
eliyle ağzını kapatmaya çalışsa da engel olamadı. “Ne yapıyorsun?
Herkese ilan et demedim” dedi kıkırdayarak. Young Min küsmüş gibi
bakarak devam etti “Peki sen?” dedi beklentiyle.
Eun Jung
anlamamış gibi bakarak oralı olmadı. Young Min daha çok bozulmuştu.
“Hadi ama Eun Jung sıra sende!” diye bir kez daha denedi Young Min
yalvaran gözlerle. Eun Jung yerden doğrularak ayağa kalktı “hadi artık
gidelim” dedi arkasını döndüğünde kıs kıs gülüyordu, Young Min’in bu
hali çok hoşuna gitmişti.
Young Min birkaç adım atmış kıza
yetişerek kolundan tutup kendine çekti. Aralarında santimlerle ölçülecek
bir mesafe varken gözeri birbirlerini buldu. Eun Jung atan kalbinin
seninin bir metre öteden duyulabileceğinden korkuyordu. Young Min de
farklı değildi zaten. Tuttuğu nefesini ciğerlerine göndererek aradaki
küçük mesafeyi de bir anda kapadı. Eun Jung dudaklarına değen dudaklar
ile alev aldığını düşünüyordu. Vücuduna yayılan ateş dalgası kızararak
yanaklarından duman olarak çıkacaktı neredeyse.
Young Min istemese
de Eun Jung dan biraz geri çekti kendini. Sarhoş olmuş gibi
hissediyordu kendini, ayakları yerden kesiliyordu sanki. Eun Jung
utandığından Young Min’e bakamasa da konuşmaya çalıştı “Ben de seni
seviyorum. Mutlu oldun mu?” dedi nefes nefese gülümseyerek.
“Hem
de çok” diye pişkin pişkin güldü Young Min. Deminki olayı kızın yüzüne
vurmak ister gibi konuşmaya devam etti “Bu ikinci öpücüğümüzdü.” dedi iç
çekerek.
Eun Jung şok olmuş bir şekilde Young Min’ e döndü. “Ne
ikincisi. Birinci bu Young Min yoksa sen Jejuda ben uyurken??” diyerek
dudaklarını tuttu korkuyla.
Young Min “Hayır hayır tabi ki öyle bir şey yapmadım. Sakın bana hatırlamıyorum deme.” Dedi Young Min şaşırarak.
“Dur
hemen o anıyı tazeleyelim” diyerek sırt çantasını açtı Young Min. Eun
Jung şaşkın gözlerle Young Min’in ne yaptığını izliyordu. Çantasından
çıkardığı ‘Günlüğü’ karıştırdı Young Min. Bir yandan da “buralarda bir
yerlerde olması lazım” diyerek söyleniyordu.
“Ah işte burada.”
Diyerek açtığı sayfayı Eun Jung’a uzattı Young Min gururla. “Bu ne?”
dediğinde “Sadece oku” diye cevap aldı sorusuna Eun Jung.
“ 25 Mart 1988
Bugün
hayatımın en güzel günü sanırım. Evet, öyle olmalı. Hatta ilk
konuştuğum günden bile daha mutlu hissediyorum kendimi ve daha
heyecanlı..
Bugün yine o ağaçlı yolda onu bekliyordum. Eun Jung
beni her zaman şaşırtmıştı. Ama u sefer gerçekten hiç beklemediğim bir
şey yaptı.
Yanıma oturduğunda oldukça düşünceli görünüyordu. Biraz
endişelenmiştim, ne olduğunu sordum hemen. “Young Min” dedi bana
yavaşça. Bu beni daha çok meraklandırmıştı. “Efendim.” dedim usulca
acaba bir şey mi olmuştu.
“Sence öpüşmek nasıl bir duygu?” dedi
bir çırpıda. Bu soruyu beklemediğimden neredeyse kendi tükürüğümde
boğuluyordum. Birkaç kere öksürdükten sonra gözlerimi kaçırarak cevap
verdim.
“Bu da nereden çıktı ki?” dedim. Bazen ani çıkışları olsa da bu soru karşısında ne yapacağımı bilememiştim.
“Az önce babamın annemi öperken gördüm” diyerek kıkırdadı. Tanrım neler duyuyordum?
Eun
Jung şaşkınlığıma anlam verememişti sanırım. “Hadi sen de beni öp Young
Min” dedi bir anda. Evet, o an ölebilirdim. Bu neydi şimdi? Kalbimin
hızla çarptığına yemin edebilirim..
“B-ben ben..” derken bana
doğru yaklaştı Eun Jung bu mesafeden kendime hakim olmam çok zordu. Yine
de küçük bir öpücük kondurdum dudaklarına. Hayatımda en mutlu olduğum
anlardan biriydi sanırım. Onu sonsuza kadar öpebilirdim. Ki zaten ben
yapmasam o öperdi ^.^”
Eun Jung kocaman gözlerini açarak okuduğu
sayfayı utanarak kapattı. Bunu gerçekten yapmış mıydı? Hem de henüz 10
yaşındayken. Young Min gevrek gevrek gülerken Eun Jung aynı utancı
ikinci kez yaşıyordu.
“Yaa gülme” dedi sinirlice. Young Min
kahkaha atmaya başlamıştı. “Hem de az önce oturduğumuz ağacın altında”
diyerek göz kırptı Eun Jung’a.
Eun Jung deve kuşları gibi kafasını kuma gömmek istemişti o an.
Young Min uzun süre ukalaca gülümsemesine devam etti. Sadece Eun Jung layken bu kadar içten gülümsediği bilmeden..
4 Yıl sonra..
“Acele
et Young Min güneşin batışını kaçıracağız.” diyerek bağırdı arkasından
koşan Young Min’e Eun Jung. Her ay en azından bir kere ziyaret ettikleri
Jeju da güneşin batışını izlemek onlar için bir gelenek haline
gelmişti.
Young Min okulu bitirdikten sonra yüksek lisansa
başlayıp üniversitede asistan olma yolunda ilerliyordu. Eun Jung ise
edebiyat bölümünü bitirdikten sonra kütüphaneleri bırakmamış gönüllü
olarak yine orada çalışıyordu. Tabi çalışmaya başladığı Sang Chul
Okulunda öğretmenlikten kalan vakitlerinde. İkili üniversite biter
bitmez küçük bir törenle birbirlerine bağlılık yeminlerini ederek
evlenmişti. Bu duruma belki de en fazla Ha Neul üzülmüştü. Arkadaşı
adına sevinse de düğünde salya sümük ağlayarak bütün misafirlere rezil
olmaktan kendini alamamıştı.
Neyse ki Ha Neul da sonunda kalbini
yerinden oynatacak bir ‘Oppa’ bulmuştu kendine. Sung Min Seoul
Üniversitesi Hukuk mezunu genç ve başarılı biriydi. En önemlisi de Eun
Jung’un Ha Neul’u zorla
götürdüğü kütüphanede Ha Neul’u görerek
sırılsıklam âşık olmuştu. Ha Neul sonunda hayallerindeki aşka kavuştuğu
için evlenen arkadaşının acısını çabuk unutmuştu.
Dae Sun’u uzun
süre ortalarda görünmemişti. Young Min den saklasa da Eun Jung bu duruma
bir hayli üzülüyordu. Bir gün yurt dışından gelen bir aramayla eski
dostunun sesini duydu Eun Jung. Dae Sun tahsilâtını tamamlamak biraz da
hayatında yeni bir sayfa açmak Amerika’ya gitmişti. Aşk onu Kore’de
bulmamış olsa da Amerika ona birçok yenilikle kapısını açmıştı.
Tanıştığı aynı bölümden Anna isimli bir kızla sevmeyi ve sevilmeyi
hissediyordu iliklerine kadar. Eun Jung da en çok bu habere sevinmişti.
Kalbi kırık bir arkadaş bırakmamıştı ardından.
Eun Jung büyük
annesini ziyaret etmeyi hiç ihmal etmedi. Evlilik yıl dönümlerinde
koşarak geldikleri bu ağaçlı yolda nefes nefese çimenlere attı ikili
kendini. Eun Jung Young Min’in yanında hala büyümeyen bir çocuk gibi
hissediyordu kendini. Her geçen gün arttığı sevgisinin boyutunu kendi
bile bilmiyordu. “Daha ne kadar sevebilirim ki?” Diye düşündüğü
zamanlarda Young Min onu her daim şaşırtmaya devam ediyordu.
Nefesleri
düzene girince konuşmaya başladı Eun Jung. “Hadi bulut benzetme oyunu
oynayalım.” Dedi çocuksu bir şımarıklıkla. Young Min’in de ondan farkı
yoktu. “Tamam, ama önce ben.” Dedi büyük hevesle. Onların bu halini
izleyen hala büyüyememiş on yaşında çocuklardan farksız bulurdu ama
onlar bu hallerinden mutluydular.
“İşte şuradaki bir martıya
benziyor” diyerek işaret etti Young Min. Kızla bürünmüş gökyüzünden
süzülen bir martı şeklinde bulutu işaret ederek. “Evett” dedi Eun Jung
büyük ilgiyle.
“Hım sıra bende” dedi ve gökyüzünü araştırdı Eun Jung. “Evet, işte oradaki de bir bebeğe benziyor” dedi Eun Jung gülümseyerek.
Young
Min kısarak baktığı gözlerini Eun Jung’a çevirdi “Hani göremiyorum”
dedi merakla. Eun Jung Young Min’in elini avucunun içinde alarak karnına
götürdü. Young Min şaşkın gözlerle ona bakıyordu.
“İşte burada.”
Dedi Eun Jung dudaklarını ısırarak. Young Min şok olmuş gözlerini
açtırarak Eun Jung’a baktı. “Yani sen şimdi?” dedi ve devamını getirmesi
için Eun Jung’u bekledi Young Min.
“Evet Young Min baba olacaksın
gerçi sen daha kocaman bir bebekken..” derken Young Min sıkıca
kollarının arasına aldığı Eun Jung’un kulağına fısıldadı.
“Seni seviyorum.” O ukala serseri yerini duygusal, sulugöz bir babaya mı bırakacaktı?
Eun Jung da gülümsedi “Ben de seni seviyorum ve sonsuza kadar seveceğim”
-SON-
--------
Yazarın
Notu: İnanamıyorum yaa bitti :/ Ahh ağlayabilirim bu hikâyeme çok
alışmıştım ben ya Sad( Size uzun ve doyurucu bir FİNAL yazmak istedim.
Umarım beğenirsiniz ve beni yalnız bırakmayan Tüm okurlarıma buradan
teşekkürlerimi sunuyorum ^^ Gerçekten iyi ki varsınız ^^ Yazdığınız
yorumlar gerçekten altın değerinde benim için Wink Okuyan okumayan beğenen
beğenmeyen herkese saygılar sevgiler ^^
Son sınavımda kadın doğum
çalışırken kafama koymuştum Eun Jung’a bir bebek yaptırayım diye Very Happy
sanırım o etkili oldu ^^ Böyle bir aşka eminim hepimiz sahip olmak
isteriz :DD İnşallahhh ^^ Young Min’e aşık olmak üzereydim hatta Eun dan
ayırsam da kendime mi yapsam diye düşünmedim değil :PP Ama kıyamadım
onlara ^.^ Onlar da sizi çok sevdiler. Bir daha hikâye yazar mıyım? Hımm
inanın bilmiyorum belki yazmam belki dayanamaz aranıza dönerim ama her
iki durumda da kendinize iyi bakın sağlıcakla kalın ^^ Vildan..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
...*Günlük*...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Günlük.....
» Sevgili Günlük

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Bitmiş Hikayeler-
Buraya geçin: