Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Ölümcül Mavi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Ölümcül Mavi Empty
MesajKonu: Ölümcül Mavi   Ölümcül Mavi Icon_minitimePerş. Nis. 14, 2011 4:31 pm

Tür: DramOne-shotYazan: Lee Liwiu *** Ölümcül Mavi
Herkes mutlu olmayı hak eder mi sizce? Üç aya kadar bu sorunun cevabını
“evet, hak eder” diye cevaplardım ama şu anda hissettiklerim tam tersi
bir sözün ağzımdan çıkmasına neden oluyor. Evleneceğim gün ailemi
kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu öğretti bana, acı acı ayakta durmayı,
asla dizlerimin kırılmamasını… Hayatta en sevdiğim iki insanı
kaybettim, genç yaşlarında gayet sağlıklıyken bu dünyadan göçüp
gittiler. Gözümde güneş gözlüğü ile nefret ettiğim
gökyüzüne bakarken aklımdan geçenler sadece bunlardı. Seul’den nefret
ediyordum. Aslında hayır, ben bu gökyüzünün gözüktüğü her yerden nefret
ediyordum, kısaca dünyadan. Ailemi kaybettikten sonra
Tae Hoon ile düğünümüzü ertelemek zorunda kaldık. En güzel şarkıların
çalıp oynayacağımız gün matem ile geçti, hemen akabinde ise ailemin
soğuk toprak ile buluşturarak ebediyete yolladım. Beraber gelinliğimi
denediğimiz zaman annem yanıma gelip “Bir melek gibi oldum Su Ae”
demişti, son sözleri buydu. Babamı ise arabanın başında bana el
sallarken görmüştüm. Dudaklarını okuduğumda “seni seviyorum” cümlesi
ortaya çıkmıştı. Yaşama isteğimi alan arabayı gördüğümde koşup
tekmeleye, yumruklar savunmaya başladım. Üzerimdeki gelinlik
gözyaşlarımdan dolayı sanki sırılsıklam olmuştu. Haykırmak, çığlıklar
savurmak, küfürler etmek istiyordum. Sekiz yaşıma
bastığım zaman ailem bende değişiklik olduğunu fark etti. Birden bire
burnum kanamaya, karnıma ağrılar girmeye ve bayılmaya başlamıştım.
Dışarı çıktığım zamanlarda hemen bayılıyordum ama akşamları bir şey
olmuyordu. O yüzden diğer bütün çocuklar evlerindeyken ben annemin ve
babamın elini tutarak “keyif yürüyüşü” adını verdiğimiz gezimizi
yapıyorduk. Doktora gittiğimizde hiçbir sorun tespit edilemedi,
karşımdaki beyaz sakallı adama göre ben sağlıklı bir çocuktum. Yine de
emin olmak için ilaç yazmak istemişti. Cebinden çıkardığı mavi kalemini
gördüğümde damla damla burnum kanamaya başladı. Hemen yanıma gelerek
kontroller yapmaya başlamıştı, Alnıma, karnıma, yanaklarıma baktı. Tam o
sırada titrek bir sesle “kalem” demiştim. Doktor suratıma
garip bir şekilde bakarak “Kalem? Bu kalem mi?” diyerek yeniden gözümün
önüne getirdiğinde ise kanlar hızlandı. O sıradan hızlıca
bilgisayarımın başına gitti ve aileme “Sanırım sorunun ne olduğunu”
buldum dedi. Bulduğu sonuçları aileme anlatmaya başladığında söylediği o
cümleleri hiç unutmadım. “Kızınız halk arasında renk
hastalığı denen bir rahatsızlığa sahip. Dünyada çok nadir görülen bu
hastalığın oluşma olasılığı tıp dünyasında daha çözülemeyen esrarlı
biri. Buna göre, rahatsızlığı olan kişiler herhangi bir renge
bakamazlar. Gözleriyle temas halinde bulundukları zaman ise rahatsızlık
gün yüzüne çıkar ve yavaş yavaş vücudu etkilemeye başlar. Bu o rengin
büyüklüğüne göre bazen burun kanaması, bazen bayılma, bazen de…” Doktor
yavaşça yutkunduğu sırada dışarı çıkmamı ve hemşirelerden birine benim
ilgilenmesini söylememi rica etti. Kapıyı yavaş bir şekilde kapatmaya
çalıştığım için ne dediğini duymuştum. “Bazen de ölüme yol açabilir” İlk
kez ölüm kelimeyle karşı karşıya geldiğim andı bu. Gözlerim sabit bir
biçimde yere bakmaya başlamıştı o andan itibaren. Eğer kafamı kaldırıp
mavi bir rengi görürsem öleceğini düşünmeye başladım. Gerçekten
korkuyordum, savunmasızdım, ailem ise içerideydi. Dizlerimi ellerimle
sardım ve sayıları saymaya başladım. Ailem yanıma gelip
eve gittikten sonra hastaneye çok daha sık uğramaya başladık. İlaçlar
verildi, testler yapıldı ama biz çözümü olmadı. Mavi renge karşı bir
hastalığım vardı artık. Pencerenin önünde kahvemi
yudumladığım zaman gözlüklerimle havaya baktım. “Senden nefret ediyorum
gökyüzü” diye avazım çıktığı kadar bağırdım “Düğün günümde bile gözlük
kullanmama neden oldun!” Lens kullanamıyordum, bu yüzden en büyük
destekçim birden nişanlım Tae Hoon ve gözlüklerim olmuştu. İlk
tanıştığımız gün açıklamamı yaptığımda önce dalga geçtiğimi sanmıştı.
Hatta bayağı bir gülmüştü, “Lenslerim çıkacak şimdi yerinden” bile
demişti. Gerçek olduğunu anlaması için kotuna çıplak gözle bakmam
yeterli olmuştu. Kanları silmek onun göreviydi ve o günden beri eksiksiz
bir şekilde yerine getiriyordu. Benim gibi sorunlu birini sevmişti,
aşık olmuştu, hatta evlilik teklifinde bulunmuştu. Şimdi ise beni evde
bırakmanın azabını her gün yaşadığı gibi işine gitmişti.Çocukken
neden Şirinler’i izleyemediğini o zaman anlamıştım. Diğer insanları
neşelendiren bu çizgi film, benim ölümün olabilirdi. Televizyonu
izlerken gözlük kullanıyordum, evimizde mavi renk hiçbir şekilde
bulunmuyordu. Bir keresinden Tae Hoon pazardan aldığı şeyleri
buzdolabına yerleştirirken “İyi ki mavi sebze ve meyve yok. En azından
bunun için seviniyorum” diyerek beni dudağımdan öpmüştü. Adını
bile duymaya dayanamıyordum. Küçüklüğünden beri beslediğim kim gece
rüyalarıma bile konuk olmaya başlamıştı. Mavi canavarım bile vardı.
Kabuslardaki başroldeydi, ben ise ilk ve tek ölen kişiydim. Denize
girememek canımı yakıyordu, suyu ne kadar sevdiğimi çevremdeki herkes
bilirdi. Gözlük kullansam bile en ufak bir hatada o derece büyük bir
“maviliğin” sonum olacağını biliyordum. Tae Hoon ile
gittiğimiz davetlerde bana birinin mavi bir şey giydiğini söylediği anda
o insandan anında soğuyordum. Böyle iğrenç bir renkte ne buluyorlar
anlamıyordum. Kot giyen bütün gençler sanki ezeli düşmanımmış gibi
geliyor. Polislere hiçbir şekilde güvenmiyordum, deniz beni yutmaya
hazır büyük bir ağız gibi geliyordu. Nişanlımı her daim
yanımda istiyordum bugünlerde. Gerçekten birinin desteğine ihtiyacım
vardı ve yıllardır beni hastalığımla çeken bu insanı seviyordum. Ona
uzaktan bakmak bile mutlu ediyordu beni. Merdivenlerde ayak seslerini
hemen tanıyordum ve kapımda karşılıyordum onu. Vaktimin çoğu evde
geçtiği için harika yemek yapıyordum ve her daim yeniliklere açık bir
insandım. Hayatta bağlanacağım tek yerdi, ben kendimi Tae hoon’a
zincirlemiştim. Bazen şakalaşıyoruz, ben onun yeşil
lenslerini çıkartıp benim gibi gözlük takmasını istiyorum ama o bundan
hiçbir şekilde vazgeçmiyor. Sanırım bu zamana kadar kıramadığım tek
noktası bu olmuştu. Diğer dediğim her şeye “Peki sevgilim” diyen insan
söz konusu lensleri olduğundan gıkını bile çıkarmıyordu. Acaba benim
maviden nefret ettiğim gibi o da gözlüklerden nefret ediyor olabilir
miydi? Akşam olup kapının çalmasıyla beraber yerinden ışık
hızıyla kalkarak nişanlımı karşılamaya geçtim. Kapıyı açtığım zaman
sevimli bakışıyla bana “Ben geldim” dedi ve eve girdi. Gülüşüne karşılık
vererek “Hoş geldin. Çantanı ve her gün getirmiş olduğun gibi bugün de
unutmadığın şeyleri ver” diyerek ellerindeki dolulukları aldım. Bazen
abur cubur, bazen içki, bazen de çeşitli yemişler getirirdi. Beni
şımartmayı sevdiği her halinden belli oluyordu. “İş
yerinde vakit geçmek bilmedi Su Ae. Bir an önce seni görme ateşiyle
yandım tutuştum dersem çok mu klişe bir adam olurum?” diye sesleniyordu
bana banyoda elini yüzünü yıkarken. “Tam aksine, aşık bir
adam olursun” diye politik bir cevap vererek onu cesaretlendirdim. Ne de
olsa birbirimizi seviyorduk ve her türlü aşk cümlesi bize mübahtı. Yemek
masasını hazırlarken gizlice gelip beni havaya kaldıracağının nereden
bilebilirdim ki? Hafif bir çığlık atarak etrafımda dönmeye başladım. O
kara günden sonra ilk defa bu kadar mutluydum. Hayat belki en değerli
varlıklarımı elimden almıştı ama bir tanesi yanımdaydı. Ve sonsuza kadar
yanımda kalacağına söz vermişti. Yemek yedikten sonra
vaktimiz konuşarak ve kitap okuyarak geçti. Beş yıl boyunca bir kere
bile kavga etmememizi büyük başarı ve övünç kaynağı olarak görüyordum.
Çevremize göre biz ideal çifttik ve birbirimiz için yaratılmıştık. Saat
on ikiye geldiğinde uykuyla savaşı daha fazla devam ettiremeyeceğimizi
anlamıştık. Yatağımıza geçince “Düğünü daha fazla ertelemeden yapalım
Tae Hoon. Sade bir tören olsa bile olur. Evli olmak istiyorum artık”
dedim. Işığı söndürdükten sonra lenslerini çıkarmak için
banyoya geçmişti. Hafifçe gülerek “Neden olmasın? Bence de artık
yapalım, çünkü sana eşim demek istiyorum” diye cevapladı. Bu cevap benim
gece huzur dolu uyuyacağımın garantisi gibiydi. Bu mutlulukta kabusum
beni bulamazdı. İyi geceler öpücüğü verdikten sonra kendi
rüyalar alemimize yolculuk yapmaya başladık. Her şey çok güzeldi,
kendimi mutlu hissede hissede uykuya daldım. Yatakta
gözlerimi açtığımda saat 3:12’yi gösteriyordu. Vazonun yanındaki
sürahiyi elime alarak bir bardak su doldurdum ve bir dikişte içtim.
Yüzümü yıkamam gerekiyordu, derin uykudayken ne oldu da uyanmıştım?
Kafamı buna yormak yerine yastığa gömmenin daha mantıklı olacağına karar
verdim. Yatağa geri döndüğümde içimdeki şeytan sanki bana seslendi. Tae
Hoon derin uykudaydı ve o sırada top patlasa duymayacak gibiydi.
Kenardaki lambayı yaktım ve sevgilimin suratına doğru tuttum. Düşük
ışıkta gözleri kamaşmamıştı bile. Sevdiğim insanın gerçek gözlerine
bakmak istiyordum, lens konusunda atışmalarımız gerçekten fazlaydı ve
gözlerine takıntılı olmuştum sanki. İçimdeki şeytana yenik düştüm ve
uyanırsa bana ne kadar kızacağını bile bile ellerimi gözlerine doğru
götürdüm. Göz kapaklarını tuttuğum gibi yavaşa yukarı kaldırdım. İçimdeki
şeytanın neden bunu istediği apaçık belliydi. Göz kapaklarını
kaldırdığımda gördüğüm manzara ile resmen şok olmuştum. Olduğum yerde
dondum kaldım, ellerim bile hareket etmiyordu. Tam o sırada burnumdan
yavaş bir şekilde damla damla sıcak kanlar geceliğime akmaya başladı.
Bunca yıldır deli gibi aşık olduğum insanın gözleri hayatta en nefret
ettiğim şeyle kaplanmıştı: Mavi gözler! Ellerimi hemen
oradan çektim, boğulacak gibiydim. Apar topar, gürültü çıkartarak
kendimi salona attım ve deli gibi oradan oraya gitmeye başladım. Mavi
Tae Hoon’un gözlerini hapsetmişti. Hem de hiçbir şekilde çıkmayacak
cinsten. Böyle yapay yollarla gözlerini kapatıyordu. İlk buluşmamızda da
lens takıyordu ama sonradan bana söyleyebilirdi. Beş yıl boyunca bir
kez bile bahsetmedi, lenslerini yanımda neden çıkarmadığını şimdi
anlıyordum. O mavi, lanetli gözlere bir daha bakamazdım.
Lens takılı olsa bile bakamazdım, artık gerçeği biliyordum. Sevdiği
insana bile bakamayan acizi teki olmuştum birden. İçimdeki şeytana
bildiğim en ağır küfürleri ettim, ben hiçbir şeyden habersizken çok daha
mutluydum. Tae Hoon’a olan sevgim ne olacaktı? Onu eskisi gibi
sevebiliyordum, böyle bir “kusuru” görmezden gelebilir miydim?
Koltuktaki yastığa sarılarak ağlamaya başladı. Burnumdaki kanlar
kurumuştu, elbise kırmızı ile resmen dans ediyordu ve ben bir yastığa
sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Bu “sonun” başlangıcı mıydı?Son Not:
Ben Ölümcül Mavi’yi lisede yazıp yarışmaya yollamıştım. İl birinciliği
ödülünü getirmişti bana, en önemli kıstas olarak farklılığının
avantajını çok iyi kullanmışsın demişlerdi. Şimdi isimleri Korece
yaparak buraya ekledim. Bunları not düşmek istedim.
Lee
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ölümcül Mavi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mavi Sacli Kiz

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: