| . |
| | Kızların Egemenliği | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Kızların Egemenliği Çarş. Tem. 06, 2011 7:29 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
Yazar = Demet Hancı
Tür = Romantik – Komedi - Okul
Adı: Kızların Egemenliği
Tanıtım:
Seul’un en berbat okulunda, terör estiren dört genç kız ve Seul’un en zenginlerinin gittiği okuldan atılmalarının cezası olarak bu okula gitmek zorunda olan dört genç…
Kimi zaman, yenilemeyen aşk korkularını, kimi zaman da boş sınıflarda yankılanan sert kahkahaları, konu edinen bir okul hikâyesi…
Dört genç, babalarının verdiği bu karar karşısında boyun eğip, bu cezayı çekmeye razı mı olacaklar? Şu zamana kadar sürdükleri zevk ve eğlence son bulacak olan bu dört genç, onları bekleyen zorlu hayata ayak uydurabilecek mi? Okuldaki faciadan haberleri oldukları zaman ne yapacaklar, sizce?
**--**--**--**--**
^ Karakterler ^
Kim Soo Jin: Çetenin lideri, uzun dalgalı ve siyah saçlı, çok durgun ama damarına basıldığında tam bir canavar, çetedeki en korkulan kızdır. Okuldaki herkes onu görünce kaçacak delik arar. Okul müdürünün gizli yeğenidir. Çete de en çok Eun Joo'yu sever, okuldakilerin ona kötü davranmasına göz yumamadığı için onu çeteye almıştır.
Lee Ji Hye: Uzun, dalgalı ve açık kahverengi saçları vardır, çetenin bakımlı kızı, erkeklerin favorisidir, hiçbir lafın altında kalmaz bu yüzden okuldaki herkes ondan çekinir. Sivri zekâlı bir kızdır. Okuldaki kızlar en çok Ji Hye'den nefret eder, çünkü onun erkekleri baştan çıkarması bütün kızların sinirine gider.
Han Ah Jung: Dövüş sanatlarında ustadır. Kısa, düz, kahverengi saçları ve siyah gözleriyle erkeklerin korkulu rüyasıdır. Bildiği dövüş teknikleriyle bir erkeği en fazla 3 saniye de yere serer. Aşırı siniri başına hep dert açar.
Park Eun Joo: Çetenin saf kızıdır, çeteye nasıl girdiğine kendisi bile anlam veremez, çok konuşkan bir yapıya sahip olduğu için çetenin lideri tarafından sık sık azar işitir. Kahverengi, dalgalı saçları vardır. Soo Jin onun için bir abladır ve hayatta en çok saygı duyduğu kişidir.
Hepsi son sınıfa yeni geçmiştir.
**--**--**
Choi Woo Joon: Uzun boyludur ve siyah, düz saçları vardır. Sung Mo onun ikizidir ama fiziki açıdan hiç benzemezler. Kendini beğenmiş ve aşağılayıcı bir yapıya sahiptir. Davranışları yüzünden arkadaşları ona asla kızmaz çünkü onu takmazlar. Bunun nedeni de Woo Joon'un ukala ve rahat biri olmasıdır. Okuldaki tüm kızlarla çıkmıştır, kızların gözdesidir. Chae Min ile beraber, gece hayatının parmakla gösterilenlerindendirler ama cezadan sonra gece hayatı kalmamıştır.
Choi Sung Mo: Woo Joon'un aksine neşeli ve saf biridir. Woo Joon ile aynı gün doğmuştur ama çift yumurta ikizi olduklarından dolayı birbirlerine benzemezler. Kimse onların ikiz olduğuna inanmaz. Sung Mo'nun koyu kahverengi saçları vardır ve gözleri siyahtır. Gördüğü tüm kızlara âşık olur, bu yönünden dolayı Woo Joon ondan nefret eder. Çünkü bu yönü Woo Joon’a göre hiçte asilce değildir.
Kim Chae Min: Tam bir çapkındır. Woo Joon ile çok sıkı dosttur bunun sebebi aynı yapıya sahip olmalarıdır. Uzun, siyah, dalgalı saçları ve kahverengi gözleriyle tamamladığı yüzüne âşık olmayan kız neredeyse yoktur. Kızlara karşı çok naziktir ama çirkin ve kaba kızlara dayanamaz.
Kim Tae Sun: Çok durgun biridir. Kısa, kahverengi saçları vardır ve gözleri koyu kahvedir. Gerekmediği sürece konuşmaz ve Sung Mo ile iyi anlaşır, çünkü Sung Mo’nun neşeli tavrı çok hoşuna gider. Şıpsevdi değildir, sevdiği kişiye kalpten değer verir ve onu kolay kolay unutmaz. Woo Joon ile iyi anlaşamaz, sürekli tartışma halindedirler. Elleri neredeyse her zaman cebindedir. Onu taklit etmek istiyorsanız, ellerinizi cebinize koymanız yeterlidir.
Hepsi son sınıfa yeni geçmiştir.
**--**--**--**
Choi Hae Won: Okulun en çalışkan öğrencisi ve okulun en vahşi çetesi için çalışan gizli bir ajan. Saf görünümünden dolayı kimse onun çete için çalıştığını düşünmez. Hae Won, gözlüklerinin arkasında gördüğü peri gibi güzel kıza, yani Soo Jin’e âşıktır. Ama Soo Jin bu çelimsiz çocuğa karşı boştur ve ona her zaman soğuk davranır.
Yeon Hee: Woo Joon’un gece hayatından tanıdığı bir kızdır. Uzun, siyah saçları ve masum yüzüne kanmayacak erkek neredeyse yoktur. İstediğini almakta inatçıdır ve kafayı Woo Joon’a takmıştır.
Müdür Kim: Seul Lisesi’nin müdürü ve Soo Jin’in amcasıdır ama bunu kendi yararı için herkesten saklar. Son derece titiz ve düzeni seven bu adam birazcıkta paraya düşkündür. | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:44 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik – Komedi – Okul
25. Bölüm
“Biz geldik! Anne, baba nasılsınız?”
Soo Jin “Anne” ve “Baba” kelimelerini duyunca yutkundu ve kocaman açılmış gözlerini kısmaya çalıştı. Onu elinden sıkıca tutan Woo Joon kapıda onları bekleyen yaşlı çifte biraz daha yaklaşmak istiyordu ama genç kız bir adım bile atmamakta kararlıydı. Woo Joon bir adım attı ama genç kızın onunla gelmediğini fark etti hemen onu kendine biraz daha çekti.
Genç kız neredeyse sürüklenerek vardığı yaşlı çiftin önünde saygıyla eğildi ve ürkek gözlerle bakmaya başladı. Woo Joon yanında oldukça çekingen duran kıza baktı ve gülümseyerek annesine döndü.
“Anne bu, kız arkadaşım Soo Jin.”
Bayan Min Joo sevgiyle gülümsedi ve Soo Jin’e yaklaşarak, genç kızın ellerini sıkıca sardı. O sırada Soo Jin’in elini bırakan Woo Joon, soru işaretleri dolu kafasıyla, babasına bakıyordu. Bay Hyun Soo ise gözlerini oğlundan kaçırmayı başarmıştı.
Soo Jin şaşkın gözlerle, ellerini bir anne şefkatiyle saran orta yaşlı kadına bakıyordu. Dibi zor gözüken bir uçurumdan aşağıya bakıyormuş gibi yutkundu ve gözlerini kısarak karşısındaki kadını izlemeye devam etti.
Bayan Min Joo ise ona nemli gözlerle bakmaya devam ederken “Hoş geldin kızım.” dedi gülümseyerek.
Ellerini arkasında bağlamış olan Hyun Soo ise ağır adımlarla Soo Jin’e yaklaşırken yanından geçtiği oğlunun yüzüne bakmadı bile. Oğlunun yüzüne bakmak neden bu kadar zordur ki bir baba için? Ne kadar saygın olursa bir baba, o kadar sert görünmeli midir? Yumuşacık kalbini etrafındakilere açmak, o kadar zor muydu Bay Hyun Soo için?
Bay Hyun Soo’da Soo Jin’e “Hoş geldin.” dedi gülümseyerek ve hep beraber eve girdiler. Yaşlı çift önden yürürken arkalarından gelen Soo Jin yanındaki Woo Joon’a biraz daha yaklaştı ve “Ya! Neden buraya geldik? Ne yapmaya çalışıyorsun?” dedi çok kısık bir sesle.
Genç adam gülümseyerek Soo Jin’e baktı ve “Bana güvenmeni sağlamaya çalışıyorum, kötü mü yapıyorum.” dedi fısıltı halinde. Ev o kadar büyüktü ki, salona gidebilmek için baya bir yol yürümüşlerdi ve hala da yürüyorlardı.
Soo Jin aldığı cevaba karşılık daha çok sinirlendi ve “Ya!” diye bağırdı aslında bu fısıltı halinde söylemesi gereken bir şeydi. Ama maalesef bu ses tonuyla Bayan Min Joo ile Bay Hyun Soo’nun şaşkın bakışlarını kendisine çevirmişti genç kız.
Soo Jin açık kalmış ağzıyla onlara bakarken, durumu toparlayan Woo Joon olmuştu.
“Ah, canım. Ayağına mı bastım yanlışlıkla? Özür dilerim.”
Genç adam bunları söyleyince, anne babası da gülümseyerek önlerine dönmüştü. Genç kız, yırttığını anlayınca bir oh çekti ve Woo Joon’a bakarak “Ah, evet biraz acıdı da.” dedi gülümsemeye çalışarak.
Sonunda muhteşem salona gelmişlerdi. Kocaman, kristallerle kaplı ve etrafa kocaman bir ışık yayan avize salonun tam ortasında asılıydı. Salon ise iki kısımdan oluşuyordu, bir tarafta son derece rahat gözüken siyah koltuklar… Diğer tarafta ise upuzun, camdan bir masa ve etrafını saran onlarca siyah deri sandalye vardı. Masanın üzeri neredeyse bin bir çeşit(!) yemekle donatılmıştı ve hala daha etrafta karınca sürüsü gibi dolaşan hizmetçiler ellerindeki tepsileri masaya boşaltıyorlardı.
“Bu kadar yemeği kim yiyecek?” diye geçirdi içinden genç kız, sofranın ihtişamına bakarak. Woo Joon ise onun bu şaşkın tavrına bakarak ona olan aşkını tazeliyordu. Genç kızın yüzüne bakmak Woo Joon’a paha biçilemez bir mutluluk veriyordu.
Salonun ortasında olağanüstü masaya şaşkınlıkla bakan genç kız, ona sevgiyle bakan genç bir adam ve onları oturdukları koltuktan neşeyle izleyen yaşlı bir çift… Baş kâhya gelip de “Yemek hazır efendim, başlayabilirsiniz.” diyene kadar hiç kimsenin bakış açısı değişmemişti.
Hyun Soo oturduğu koltuktan yavaşça kalktı ve ağır adımlarla masaya yaklaştı. Woo Joon ise çoktan yerine oturmuştu. Eski zamanlara dönmenin verdiği mutlulukla yemeklere bakarken, Soo Jin dâhil herkesin ayakta beklediğini biraz gaç fark etmişti. Genç adam yutkundu ve ayağa kalkarak Soo Jin’in yanına geldi. Genç kızı hemen yanındaki sandalyeye oturttuktan sonra babası ile annesinin de masaya oturduğunu fark etti. İçinden “Ah, ne saçma sofra kuralları? Misafir oturmadan masaya oturulmaz!” diye geçirdi, biraz sinirlenmişti bu duruma. Kendisi hiçbir zaman böyle şeylere dikkat etmezdi, bu yüzden da babasıyla çok kavga etmişti.
Bayan Min Joo sohbet açmak için bir şeyler düşünüyordu ama o kadar da kolay değildi. Bay Hyun Soo ondan önce davrandı ve elindeki su bardağını kenara koyarak “Okul nasıl gidiyor, zor değildir umarım.” diye sordu Soo Jin’in gözlerine bakarak.
Genç kız bu soru karşısında biraz afallamıştı, çünkü dersleri hiç de iyi değildi. Hatta bütün dersleri zor zoruna geçiyordu.
“Şey… İyi… Sayılır yani iyi gibi.”
Woo Joon lafa girmeseydi belki de genç kız böyle devam edecekti.
“Baba, senin işlerin nasıl?”
Uzun bir müddet baba-oğul iş muhabbeti dinleyen Soo Jin önündeki yemeklerin neredeyse yarısının tadına baktığı için kendini doymuş hissediyordu. Bayan Min Joo, genç kızın yüzündeki sıkılgan ifadeyi gördü ve biran önce sofradan kalkmak adına “Herkes bitirdiyse, kalkalım mı?” dedi neşeyle. Bunu duyan Soo Jin ise heyecanla başını salladı, evet anlamında.
Herkes yavaşça sofradan kalkarken, Bayan Min Joo hemen hizmetçilere haber veriyordu. O sırada Soo Jin evde neden bu kadar hizmetçi olduğunu düşünüyordu. Kendi evlerinde hiç yokken, burada tam 4 tanesini sayabilmişti. Kim bilir göremediği kaç tane hizmetçi daha vardı. Zaten bu koskocaman eve de ancak o kadarı yeterdi.
Genç kız koltukta otururken bir yandan da kafasının üzerindeki kocaman avizeye bakıyordu, her an kafasına düşme tehlikesi içindeydi ama bundan korktuğunu yanındakilere belli etmemeye çalışıyordu. Woo Joon’un yaptığına ise hala bir anlam verebilmiş değildi. Onu neden buraya getirmişti? Neden ailesi ile tanıştırmıştı? Woo Joon ne yapmaya çalışıyordu? Bu soruların hepsi Soo Jin’in kafasında dönme dolap gibi dönüyordu, genç kız onlara yanıt vermek istese de hiçbirini yakalayamıyordu.
Hyun Soo ile Min Joo bir koltukta oturuyorlardı ve hemen karşılarındaki koltukta da –onların düşüncesiyle- müstakbel gelinleri ve sevgili oğulları duruyordu.
Baş kâhya, yaşının verdiği tecrübenin ağırlığıyla, yavaşça salona girdi ve Hyun Soo’nun önünde durarak “Efendim, kardeşiniz ve yeğeniniz geldi.” dedi, hafifçe gülümserken..
Soo Jin çekingence koltukta otururken yanındaki herkes birden ayaklanmıştı. Genç kızda gelenin yaşlı biri olduğunu düşünerek kendini ayakta bulmuştu.
Aksine gelen kişi, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen geçirdiği bir takım estetik ameliyatlarıyla oldukça genç gözüken, Woo Joon’un halası Bayan Seo Min’di. Yanında da kabarık, mini pembe eteğiyle şeker gibi gözüken on iki yaşlarında bir kız duruyordu. Açık kahverengi saçlarını atkuyruğu yapmış, eline de, eteği ve üzerindeki pembe tişörtüne uygun pembe bir çanta almıştı. Yaşı çok küçük olsa da, bu küçük bayan oldukça olgun bakışlar atıyordu etrafa.
Soo Jin karşısındaki küçük kızın bakışlarından az da olsa tırsmıştı. Woo Joon ise gelen küçük kıza yani kuzenine oldukça mutlu gözlerle bakıyordu, hatta genç adam halasına sarıldıktan sonra kuzenin önünde eğilerek onun ellerini tutmuştu.
“Benim küçük Byul Min’ime bakın, kocaman kız olmuş.”
Küçük kuzen, Byul Min, gözlerini ters ters baktığı Soo Jin’den aldı ve önünde eğilen büyük kuzenine çevirdi.
“Oppa, bu kız kim? Neden burada?”
Woo Joon parıldayan gözleriyle, hemen arkasında dikilen Soo jin’e baktı ve tekrar kuzenine dönerek “Şey… O benim kız arkadaşım. Tanışmak ister misin?” diye sordu, oldukça kibardı. Belli ki Byul Min’e çok değer veriyordu.
“istemiyorum! Bu kızda tek gecelik olanlardan mı, oppa?”
Genç adam kocaman açılmış gözleriyle, negatif bir cevap vermek istiyordu ama Soo Jin’in şok olmuş ve oldukça sert bakan gözlerine bakınca bu soruya cevap vermek onun için daha da zorlaşmıştı.
“Şey… Ha… Hayır! O benim kalıcı kız arkadaşım, yani öyle bir kız değil, tamam mı Byul Min?”
Byul Min donuk bakışlarını Soo Jin’i süzmek için kullanırken, ufak kızın ayakları da yavaşça Soo Jin’e yaklaşıyordu. Woo Joon ise olduğu yerde ayağa kalktı ve Byul Min’in yapacaklarını izlemeye başladı.
“Hiç de güzel değilmiş oppa! Böyle kızları nasıl yanında gezdirebiliyorsun? Sokak palyaçosu bile bu şekli bozuk kızdan daha güzeldir, değil mi oppa?”
Byul Min bunları söylerken Soo Jin’in sol gözü seğirmeye başlamıştı hatta motora bağlamış gidiyordu. Soo Jin elini yavaşça gözüne götürdü ve zor zoruna gülümseyerek “Ne?” diye sordu sesi oldukça kısıktı ama anlamını bilene oldukça korkutucuydu.
Bayan Seo Min ortamı yumuşatmak için kızının yanına geldi ve onu omuzlarından tutarak “Kızım, o ne kaba bir konuşma?” dedikten sonra, Soo Jin’e üzgün gözlerle bakmaya başladı.
“Kızım adına çok özür dilerim. Woo Joon’un yanındaki kızlara hep böyle davranır ama Woo Joon senin farklı olduğunu söyledi o yüzden çok özür dilerim canım.”
Soo Jin gerilen kaslarını zorlukla oynattı ve “Önemli değil, çocuk işte…”dedi zor zoruna gülümseyerek. Aslında onu çocuk olarak değil tam bir canavar olarak görüyordu. Ağzından son derece kötü laflar çıkan bir canavar!
Woo Joon herkes yerine oturduktan sonra Soo Jin’in yanına, iki kişilik koltuğa, oturdu. Ama Byul Min’in de oraya oturma çabaları her şeyi mahvetmişti. Ufak kız iki kişilik ve tamamıyla dolu olan koltuğa oturmak için kendini zorluyordu. Tabii oraya sığamayacağını kendide biliyordu, tek amacı Soo Jin’i Woo Joon’un yanından kaldırmaktı. Başarmıştı da Soo Jin küçük kıza nezaketen ama son derece isteksiz bir şekilde yer vermişti. Byul Min ukala bir şekilde gülümsedi ve zaferinin tadını çıkartıyordu ki, yanında oturan genç adam Soo Jin’in oturduğu koltuğa geçti hızla.
Byul Min tek başına koltuğa yayılmış otururken gözleri de karşı koltukta oturan Soo Jin’i yiyip bitiriyordu. Soo Jin onun bakışlarından kaçmaya çalışsa da ufak kız Soo Jin’i çok fena kesiyordu. Bunun farkında olmayan Woo Joon ise halası ile tatlı bir sohbete dalmıştı.
“Hala, bu hafta sonu Çin’e gideceğini duydum, doğru mu?”
“Ah, evet. Bende onun için geldim zaten.” dedi Bayan Seo Min ve ağabeyine dönerek “Byul Min iki günlüğüne burada kalabilir mi?” diye sordu.
Hyun Soo’nun suratı bu sorunun ardından biraz asılmıştı.
“Biz bu hafta sonu, Min Joo ile birlikte Jeju Adasına gideceğiz, sen en iyisi hizmetçilere bırak.”
Bayan Seo Min derin bir nefes aldı, tam konuşacaktı ki küçük kızı Byul Min ondan önce cevap verdi.
“Ben hizmetçilerle kalmam! Woo Joon oppamlarla kalacağım.” diyerek gülümsedi ufak kız. “Chae Min oppam da oradan olacak değil mi?”
Woo Joon afallamış bir şekilde Byul Min’in heyecanlı suratına baktı ve “Şey, evet o da evde ama bizim evde rahat edebilecek misin?” diye sordu. Aslında küçük kızın evlerinde kalmasını pek istemiyordu, çünkü Soo Jin ile pek de iyi anlaşamamışlardı ve Byul Min orada kalırsa; iki gün boyunca Woo Joon’a işkence olacaktı.
Byul Min neşeyle yerinden kalktı ve Woo Joon’un yanına gelerek “Hayır benim için sorun olmaz, aksine çok eğleniriz.” dedi huzur dolu bir sesle.
Bayan Seo Min rahatlamış bir şekilde gözlerini Woo Joon’a çevirdi ve “Ah, Woo Joon canım, çok teşekkür ederim. İki gün sonra onu almaya geleceğim. Siz gitmeden önce bizim arabadan Byul Min’in eşyalarını alırsınız, burada kalacak diye getirmiştim.” dedikten sonra kızına döndü.
“Kızım, sakın onları üzme, tamam mı?”
“Tamam anne. Oppalarımı hiç üzmem.” Az önce Soo Jin’e kötü kötü bakışlar atan küçük kız gitmiş, yerine bir melek gelmişti adeta. Gülerken kısılmış küçük gözler ve masum bir gülücük… Bu kız tam korkulacak kızdı.
Soo Jin duyduklarına hala bir anlam verememişti. “Nasıl yani? Bu küçük kız, dört erkek ile birlikte mi kalacaktı? Bu nasıl bir güvendir böyle?” diye geçiriyordu içinden Soo Jin, oldukça şaşırmıştı. Peki ya bu kızın tam karşı dairede oturacak olması daha korkunç değil miydi? O kız ile bir binada nasıl iki gün sabredecekti? Buna kalp mi dayanırdı? Belki kalp dayanırdı ama Soo Jin asla dayanamazdı!
25. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:45 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik – Komedi – Okul
26. Bölüm
Ah Jung yorgun gözlerle masanın toplanmasına yardım ediyordu, Ji Hye ile Eun Joo’da mutfakta bulaşıkları yıkıyordu. Chae Min masanın karşısındaki koltuğa oturmuş, gözlerini de Ah Jung’a dikmişti. Genç kız rahatsız olmuyordu, çünkü o kadar yorgundu ki onu fark etmemişti bile.
Ah Jung masadaki tüm tabakları sırasıyla üst üste koyduktan sonra mutfağa doğru gidiyordu ki, bir anda dengesini kaybetti. Genç kız geriye doğru düşerken, onu bir eliyle belinden sarıp diğer eliyle de tabakları tutan kişi Kang Cheol olmuştu. Genç adam su içmek için mutfağa giderken Ah Jung’un arkasından gidiyordu ve onun dengesini kaybettiğini görünce hemen müdahale de bulunmuştu.
Chae min hızla doğruldu ve karşısındaki manzaraya uzun süre bakakaldı. Ah Jung’un bedenini saran bu ahtapot kolları-Chae Min’in düşüncesiyle- hızla geriye çekti ama bunun doğuracağı sebepleri düşünememişti.
Ah Jung kendini yasladığı ellerin çekilmesi üzerine kendini yerde bulmuştu. Genç kız kalçasının üzerine düşmenin verdiği acıyla inlerken ayakta donakalan Chae Min “Kahretsin, ne yaptım ben?” diye geçirdi içinden. Tam genç kıza yardım edecekti ki, Kang Cheol ondan daha atik davranıp genç kızı sıkıca kavrayıp ayağa kaldırdı.
Ah Jung elini beline götürdü ve “Ah, acıdı!” dedi kısık bir sesle, sonra da gözerini kocaman açarak Chae Min’e bakmaya başladı.
“Ya! Nesin sen? Kastın mı var bana?”
Chae Min çekingen gözlerle Ah Jung’un bağırtısını dinliyordu, dinlemek zorundaydı da. Genç adamın gözlerindeki suçluluk ifadesi oldukça büyürken içeriden gelen Tae Sun, Ah Jung’u susturmayı başarmıştı. Genç kızı bir koltuğa oturtmuşlardı ve yanına da Kang Cheol’u oturtmuşlardı.
Chae Min çalan telefonunu cebinden yavaşça çıkarttı ve Ah Jung’un ona ürkütücü gözlerle bakmasını önemsemeden, telefonu kulağına getirdi..
“Ne? Byul Min mi? Saçmalama Woo Joon, o kız bizimle nasıl kalacak?”
Chae Min, kısa konuşmanın ardından telefonunu sitemle kapattı ve ona bakan meraklı gözlere döndü. Genç adam konuşmaya başlamadan önce Kang Cheol atlamıştı ortaya.
“Bayan Byul Min, burada mı kalacak? Yani sizinle?”
Yan yana oturan Ah Jung ile Eun Joo birbirlerine döndüler ve kafalarını tekrar Kang cheol’a çevirerek olaya açıklık vermelerini beklediler. Ama olmamıştı, Kang Cheol daha konuşmamıştı, sadece gülümsüyordu. Ah Jung ile Eun Joo ise meraktan çatlamıştı. Kimdi bu Byul Min? Neden dört erkekle birlikte kalacaktı? Onlar bu şekilde düşünürken Ji Hye gülümseyen bir suratla, donakalmış Tae Sun’a döndü ve “Woo Joon’un kuzeni Byul Min’mi?” diye sordu, aslında cevabını biliyordu ama işin altını kurcalamak tam ona göre bir işti.
“Evet, Woo Joon’un kuzeni.”
Herkes merak içindeydi ama Eun Joo daha çok öfke halindeydi. Karşı koltukta oturan Sung Mo’ya döndü ve “Byul Min, nasıl biri?” diye sordu kıskançlıktan patlamak üzereydi. Sevgilisinin evinde bir kız kalacaktı ve bu kız onun kuzeni bile olsa, Eun Joo bunu kıskanmıştı. Sung Mo derin bir nefes aldı ve istemsiz bir şekilde anlatmaya başladı.
“Aslında gelince görürsünüz ama ben yine de birkaç ipucu vereyim. Şey… Biraz şımarıktır, yaşına göre oldukça olgun ve çok iyi laf yetiştirir. Woo Joon’a aşırı düşkündür ve beni pek sevmez, gerçi bende ondan nefret ederim ama…” Eun Joo bunu duyunca gülümsemeye başlamıştı ama Ah Jung’un kulağına eğilip “Büyük aşklar nefretle başlar.” Demesiyle genç kızın suratı tekrar yerlere düşmüştü.
Ah Jung arkadaşının bu haline gülümsedi ve “E… Devam etsene.” dedi yüksek bir sesle.
“Daha… Annesinden bile daha bilgilidir, halam bazen ona bu huyundan dolayı çok kızar. “Kızların bilgiye değil, güzelliğe ihtiyacı vardır.” der hep halam ama Byul Min hem güzel hem akıllı olmak için çabalar.”
Tae Sun, Sung Mo’nun sözünü kesti ve kendi devam etmeye başladı.
“Boşa çabalamıyor ama! Hem güzel hem de akıllı. Yerine göre çok cazgırdır, bir keresinde Chae Min’in yanındaki kızın saçını başını yolmuştu.”
Chae Min’in asık suratı bir anda öfkeye bürünmüştü. “O kız tam bir canavar! Ne zaman yanımdaki kızlara saldırmadı ki?” diye bağırdı genç adam, sitem edercesine.
İşte Ah Jung’un suratı şimdi dümdüz bir pist gibiydi, hiçbir ifade yoktu. Chae Min’in dediklerinden sonra içinden beyin fırtınası yapıyordu. “Chae Min’in yanındaki kızları dövüyorsa, ona âşıktır. Ona âşıksa neden Woo Joon’a düşkün? Ah, salak kız! Sende Soo Jin’e düşkünsün ama âşık değilsin!”
Ji Hye arkadaşlarının kıskançlıklarını izlerken bir yandan da gülüyordu. Çünkü az da olsa biliyordu, Byul Min’i. En azından kıskanılacak bir yanının olmadığını…
Ah Jung öfkeli bir şekilde Chae Min’e bakıyordu, sanki sevgilisi onu gözünün önünde aldatmış gibiydi. Genç kız bu bakışları Chae Min’in üzerinde gezdirirken, hafiften gözlerini kısmayı da ihmal etmiyordu. Kendisi de biliyordu, böyle daha korkunç olduğunu.
Chae Min bir şeyler söyleyip Ah Jung’un gözlerini üzerinden çekmek için hazırlanıyordu ki, Sung Mo biraz boş konuşup ortamı iyice germişti.
“Byul Min, Chae Min’e âşık. O yüzden böyle şeyler yapıyor.”
Ah Jung bunu duyunca açık kalmış ağzını saklamaya çalışıyordu. Salondaki bütün erkekler-Chae Min hariç- gülme krizine girmişti, hatta Ji Hye bile bu duruma gülüyordu. Eun Joo ile Ah Jung ise sitem eder gibi etraftakilerin neden güldüğüne bakıyordu. Eun Joo’nun kafasındaki düşünce “Ya Sung Mo ile arasında bir şey olursa?” iken, Ah Jung kafasındaki ise; “Bakalım nasıl bir kızmış?”
Ah Jung etrafındaki gülen erkeklere kızgın gözlerle baktıktan sonra Sung Mo’ya dönerek, istemsiz bir şekilde “Lise sona mı gidiyor?” diye sordu. O sırada Ah Jung’un yanındaki Kang Cheol gözlerini iki yana çevirdi ve gülmemek için ağzını kapattı. Aslında o da cevap verebilirdi ama böyle bir soruyu ciddi bir şekilde alınca her an gülme krizine girebilirdi.
Sung Mo gülmemek için dişleriyle alt dudağını ısırdı ve “Şey…” Sözünün bitmesine engel olan şey kapının ziliydi.
Sung Mo oturduğu koltuktan hızla kalktı ve kapıya doğru koşarak “Ben bakarım.” Dedi yüksek bir sesle. Aslında tek isteği Ah Jung’un bu komik sorusunu yanıtlamamaktı.
Kapı açıldığında, Sung Mo’nun karşısında duran kişiler; elinde pek küçük olmayan bir bavulla Woo Joon, yanında asık suratıyla dikilen Soo Jin ve aralarında neşeyle gülümseyen bir kız çocuğu yani Byul Min.
Sung Mo zorla gülümseyerek Byul Min’e baktı ve “Hoş geldin canım.” dedi, yüzündeki zoraki ifadeyle. Byul Min buna karşılık sadece yüzüne ciddi bir ifade verdi ve hiçbir şey söylemeden Sung Mo’nun yanından geçerek eve girdi. Sung Mo ise alt dudağını ısırarak gözlerini kıstı, aşırı derecede sinirlenmişti. Bu ufak kız, genç adamdan nefret etse bile, bunu yapmamalıydı.
Byul Min eve girdikten sonra Sung Mo kapıda bekleyenleri de içeri aldı. O sırada ufak kız çoktan salona girmişti ve kızlar “Bu da kim?” der gibi bakıyorlardı.
Byul Min pembe kabarık eteğini hafifçe büzdü ve yavaşça Chae Min’in yanına oturdu. Chae min ona bıkmış gözlerle bakıyor olsa da ufak kız ona aşkla bakıyordu. Byul Min genç adama özlemle baktıktan sonra kollarını onun boynuna doladı ve Chae Min’inde ona sarılmasını bekledi. Beklediği olmuştu, Chae Min üzerindeki bakışlara aldırış etmeden bu ufak kıza sarılmıştı ama son derece istemsiz. Chae Min bu zamana kadar Byul min yüzünden bir sürü kızı kaçırmıştı. Belki Byul Min olmasaydı şimdiye biriyle evlenmiş olurdu.
Ah Jung ekşimiş suratıyla karşısındaki sevgi çerçevesine bakarken içeri giren Soo Jin ve Woo Joon’u fark etti. Hemen ayağa kalkarak Soo Jin’in yanına geldi.
“Bu kız kim? Yoksa… Byul Min?”
“Evet, bu kız Byul Min. Ayrıntıları evde konuşuruz.” İki arkadaş yan yana fısıltı halinde konuşuyordu. Bu yüzden kimse onları duymamıştı, zaten herkesin gözleri Chae Min ile Byul Min’in üzerindeydi.
Byul Min yavaşça Chae Min’den ayrıldı, gözlerini kısarak gülümsedi.
“Oppa, seni çok özledim.” Byul min yavaşça başını öne eğdi ve dudaklarını büzerek “Neden beni ziyarete gelmiyorsun?” diye sordu genç adama. Chae Min bu soruyu nasıl cevaplandıracağını bilemiyordu ki, Tae Sun onun yardımına yetişti.
“Byul Min! Bize selam yok mu?”
Byul Min yavaşça kafasını sesin geldiği yere çevirince karşısında, önünde diz çökmüş bir vaziyette sevimli gözükmeye çalışan Tae Sun’u görmüştü.
“Selam.” dedi kısık bir sesle Byul Min. Ne Sung Mo ile ne de Tae Sun ile ilgileniyordu. İlgisini çeken tek şey, şu anda yanında oturan Chae Min’di. Genç kız Chae Min’den cevap gelmediğini görünce suratını asarak yerinden kalktı ve bakışlarını odadaki kızlara yöneltti. Kızlara kötü kötü baktı ve Soo Jin’in yanında ayakta dikilen Woo Joon’un yanına geldi.
“Oppa, bu kızlar kim? Yoksa parayla mı tuttunuz?”
Woo Joon bu soruyu duyunca gözlerini kocaman açtı ve Byul Min’in ağzını kapattı. Sonra da dişlerini sıkarak “Ya! Biz ne zaman böyle bir şey yaptık ki? Ha ha… Çocuk işte! Yanlış anlamayın kızlar, hepinizden özür dilerim.” dedi üzgün bir ses tonuyla.
Eun Joo yutkundu ve Sung Mo’nun yanına gelerek gülümsedi. Gözleri Byul Min’in öfkeli suratına oldukça masum bakıyordu.
“Biz parayla tutulmadık canım, yan komşularız.” dedi Eun Joo kısık bir sesle, kendini zorlayarak gülümsedi. Woo Joon’da o sırada ellerini Byul Min’in ağzından çekmişti.
Byul Min yavaşça Eun Joo’nun yanına geldi ve genç kızı oldukça rahatsız edici gözlerle süzmeye başladı.
“Çok safsın, güzel bir vücudun yok, yüzün şişmiş gibi gözüküyor. Bir de en önemlisi… Sen benimle konuşmaya nasıl cesaret edersin?”
Eun Joo ağzı açık bir şekilde karşısındaki ufak kızın konuşmasını bitirmesini bekliyordu. Ufak kız konuşmasını bitirdiğinde ise Eun Joo’nun suratı bembeyaz olmuştu, üstelik genç kız zor yutkunuyordu. Nefes alıp verişi tamamen bozulmak üzereydi ki, Ah Jung onun yardımına yetişti.
“Bana bakar mısın, küçük hanım? Bize önce ‘parayla mı tutuldunuz’ diye hakaret ettin, sonrasında da Eun Joo’ya saçma sapan şeyler söyledin. Bak canım, biz senin gibi süs bebekleriyle oynamayı bilmeyiz, ya uslu uslu otur yoksa ayarlarını bozabiliriz.”
Byul Min kafasını hafifçe arkasına çevirdi ve bunları söyleyen kızı aramaya başladı. Arama aşaması pek fazla zaman almamıştı, çünkü Byul Min’in Ah Jung’un kırmızı suratı ve kocaman açılmış gözlerini bulması hiç de zor olmamıştı.
“Sen de kimsin?”
Byul Min oldukça olgun bir tavırla söylemişti bu sözleri. Bu da Ah Jung’un şaşırmasına sebep olmuştu, sanki karşısındaki insan 10’lu yaşlarda ufak bir kız değil de; 30’lu yaşlarda bir bayandı. Genç kız boğazını temizledi ve hiç de kibar olmayan bir ses tonuyla “Bak canım, ne sen bizimle uğraş ne de biz seninle… Anladın mı?” dedikten sonra arkadaşlarına döndü.
“Soo Jin hadi evimize gidelim, burası beni biraz sıktı.”“Güle güle tatlım, umarım bir daha da gelmezsiniz. Ne de olsa dört tane bekar erkek yaşıyor bu evde. Adınız çıkacak diye hiç korkmadınız mı? Tabii bu sizin alışkın olduğunuz bir durum olabilir, ama oppalarımı buna alet etmeyin. Lütfen!”
Ah Jung salonun kapısından çıkmak üzereyken duyduğu bu sözleri yemek zorunda hissetmiyordu kendini ama Soo Jin’in onu zorla dışarı çıkarmasıyla her şey bitivermişti. Artık o küçük fareye haddini bildiremeyecekti. Süpürgesiz cadıya karşılık bir şey söyleyemeden evden çıkarılmayı hak etmiş miydi? Belki de daha büyük planları vardı bu ufak kız için, kim bilebilir ki?
~~~~~
Soo Jin, Ah Jung’u ve diğer kızları evden zorla çıkarınca, ufak kızın dalış alanı bir nebze açılmıştı. Küçük kız, artık daha rahat edecek ti ya da o öyle sanıyordu.
Kang Cheol yavaşça koltuktan kalktı ve Woo Joon’a yaklaşarak “Ben artık gitsem iyi olur, arabanın anahtarını verebilir misiniz?” diye sordu, bu gün yaşadıkları o kadar güzeldi ki soruyu da öyle bir mutlulukla sormuştu. Ama büyük bir sorun vardı ki, bu sorun Woo Joon’un iki dudağının arasında gizliydi.
“Bugün burada kalsana! Hem, sohbet ederiz bir şeyler içeriz. Nasıl olur? Boş ver şimdi arabanın anahtarını, ben sana güzel bir kahve yapayım mı?
Kang Cheol kaşları havada, ağzı açık kalmış bir şekilde Woo Joon’u dinledikten sonra yavaşça yutkundu ve “Efendim…” diyemeden Woo Joon tüm gücüyle onu koltuğa oturtturdu.
“İtiraz istemiyorum! Bugün bizimle kalıyorsun, yarın gidersin. Ben şimdi sana kahve yapmaya gidiyorum.”
Kang Cheol, Woo Joon’un yaptıklarına bir anlam veremiyordu. Neden bu kadar kibardı ki? Bu kibarlığı en son arabayla kaza yaptığı zaman göstermişti. Peki, şimdi ne olmuştu? Bunların hepsi bir şaka falan mıydı?
Woo Joon hızla mutfağa koşarken bir yandan da etrafa sahte bir gülümseme saçıyordu. Sung Mo, Byul Min ile birlikte yatakları hazırlarken, Chae Min’de Byul Min’den saklanmaya çalışıyordu. O sırada Woo Joon’un Kang Cheol’a nasıl davrandığını görünce o da en az Kang Cheol kadar şoka uğramıştı. Genç adam hızla mutfağa girip Woo Joon’u soru yağmuruna tutmaya başlamıştı bile.
“Ya! Neden o bizimle kalmak zorunda ki? Kalması için bir sebep yok.”
“Sessiz ol! Şey… Soo Jin arabayı çizdi, o yüzden Kang Cheol’un arabasını görmemesi gerek. İşte al sana bir sebep! Şimdi git içeri de adamla sohbet et, ben kahve yapacağım.”
“Kahretsin, hiç hoşlanmadım bu işten. Soo Jin ne istedi ki güzelim arabadan? Her neyse, nasıl geçti aile toplantısı?”
“Hiç sorma! Byul Min, Soo Jin’i delirtti ama iyi ki Soo Jin bir şey demedi ve alttan aldı. Kimin sevgilisi?”
Chae Min ufak ve sessiz bir kahkaha attıktan sonra elinde kahve bardağı olan Woo Joon’a biraz daha yaklaştı ve “Büyük bir gelişim görüyorum sende, ilk defa bir kız için sevgilim diyorsun. Neyse… Onu geçtim, Byul Min’i ne yapacağız? İki günde kızları delirtir, özellikle de Ah Jung’tan çok korkuyorum, her an küçük kuzenine saldırabilir haberin olsun!”
“Merak etme, ben Soo Jin ile konuştum. Byul Min’i birazcık alttan alacaklar. Bu arada ben yarın Soo Jin’i kaçırma planları yapıyorum. Siz Byul Min’ sahip çıkarsınız, değil mi?
“Hayır! Lütfen beni de götür, yalvarırım Woo Joon. Ne istersen yaparım.”
Woo Joon elindeki bardağı sertçe masanın üzerine koydu ve “Ya! Ben kızla yalnız kalmanın peşindeyim, senin yaptığına bak!” diye bağırdı ama Chae Min’den gelen karşılık hiç de fena değildi.
“Bak dostum, bir taşla iki kuş vurmaya ne dersin? Sabah erkenden çıkarız ki, kimse fark etmez. Üstelik Kang Cheol’dan da yırtmış oluruz. Sen Soo Jin ile gidersin, ben de Ah Jung’u evden uzaklaştırırım.”
“Neden Ah Jung’u uzaklaştırıyorsun? Yoksa ona…”
“Saçmalama dostum, sadece Byul Min’in saçını başını yolmasını istemiyorum, anladın mı? Şimdi söyle bakalım. Var mısın, yok musun?”
~~~~~~
Soo Jin kendini yavaşça koltuğa bıraktı ve yanında dikilen kırmızı suratlı arkadaşını da yanına çekti.
“Bana baksana, o ufak bir kız. Neden bu kadar sinirlendin ki?”
Ah Jung kendisini çeken arkadaşından kurtuldu ve hesap sorar gibi ellerini beline koyarak “Ya! Duymadın mı kızın dediklerini? Resmen bize hakaret etti, tabii bizim kim olduğumuzu bilmiyor daha! Ama ben göstermesini bilirim o minik sıçana!”
Soo Jin arkadaşına laf yetiştirecekti ki, çantasından gelen sesle doğruldu. Telefonunu çıkartıp kulağına dayadı ve konuşmaya başladı.
“Efendim Woo Joon. Ne? Niye? Ama… Ah Jung’la mı? Tamam, söylerim ama kesin… Ya! Yüzüme kapattı telefonu! Bunun hesabını soracağım sana!”
Soo Jin telefonu hızla masanın üzerine fırlattı ve gözünün önüne gelen saçlarını üfledi. Yavaşça Ah Jung’a döndü ve elleriyle, bir türlü geriye gitmeyen saçlarını geriye itti.
“Woo Joon yarın bir yere gidelim dedi. Bir de senin de gelmeni istedi. Sanırım Chae Min’de gelecekmiş, hem bende sıkılmamış olurum. Ne dersin?”
“İstemiyorum!” dedi Ah Jung ellerini göğsünün altında birleştirirken. “Hele Chae Min geliyorsa, ben hiç yokum!” diye bağırdı yüksek sesle, odasının kapısını açıp kendini yatağına attı genç kız.
Soo Jin’de mutfaktaki Eun Joo’nun yanına gitti ve bir şeyler fısıldadıktan sonra ikisi birlikte Ah Jung’un odasına girip genç kızı gıdıklamaya başladılar.
Uzun süren gıdıklama faslından sonra odada yankılanan ses “Tamam, geliyorum. Bırakın beni!” olmuştu.
26. Bölüm Sonu
~~~~~~
Arkadaşlar uzun bir aradan sonra biraz uzun yazmak istedim. Ama şöyle bir duyurum var; Bilgisayarın başına sık sık oturamadığım için bundan sonra 2 günde 1 bölüm gelecek. 2 gün sonra görüşmek üzere, umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınız eksik etmeyin.. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:45 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik - Komedi - Okul
27. Bölüm
Sabahın ilk ışıklarıyla kendini dairesinden dışarı atan, siyah gömlekli kot pantolonlu genç adam hızla karşı dairenin kapısını çalmaya başladı. Genç adam ellerini ceplerine sokarak bir süre bekledi ama kapıyı açan yoktu. Hayatın bütün zorluklarıyla karşılaşmış bir ihtiyar edasıyla derin bir nefes aldı ve tekrar kapıya vurdu ama bu seferki daha sertti. Genç adamın beklediği olmuştu ve kapı açılmıştı. Ama karşısındaki kişi, tam da beklediği gibi durmuyordu.
Birbirine girmiş saçlar, mavi yıldızlı bir pijama ve gözlerdki "Sabahın köründe, sen de kimsin?" edası... Genç kız saçlarına şekil vermeye çalışırken bir yandan da karşısındaki gence sitem ediyordu.
"Sabahın köründe evime ne işin var? Yoksa... Sakın gideceğimiz yer için bu kadar erken geldiğini söyleme Woo Joon!"
"Aynen öyle Soo Jin Hanım! Bu kadar zeki olduğunu bilmiyordum, yoksa göstermek mi istemiyorsun?"
Woo Joon bunları söylerken ellerini göğsünün altında birleştirmişTİ ve yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Bu gülücük biraz daha arttı ve tam bir sırıtışa dönüştü.
"Ee... Sevgiline günaydın öpücüğü vermeyecek misin?"
"Günaydın yumruğuna ne dersin? Hem, daha etkili kalıcı ve acı verici... Nasıl beğenin mi?"
"Ay, tamam sana da şaka yapılmıyor. Neyse... Umarım bu hazırlanmış halin değildir, çok feci gözüküyorsun."
Soo Jin elini hızla Woo Joon'un omzuna götürürken aklından geçen tek şey "şiddet"ti. Ama istediğinin olmasına engel olan kişi biricik erkek arkadaşı Woo Joon olmuştu.
Genç adam Soo Jin'in kendisine doğru geldiğini görünce, onu genç kızı belinden kavrayarak onun bedenini kendisininki ile birleştirmişti. Genç kız, olayın şokuyla ve düşme korkusuyla Woo Joon'un beline sarılınca, o sırada kapıyı açan Chae Min',n olayları yanlış anlamsı da kaçınılmaz olmuştu.
Chae Mib gözlerini kocaman açarak karşısındaki manzaraya bakarken yüzündeki aptal gülümseme her saniye daha da büyüyordu.
"Afedersiniz ama bunun için doğru zaman olduğunu düşünmüyorum. Byul Min uyanmadan gitsek iyi olur."
Soo Jin hemen kendini geri çekti ve ellerini mahçup bir şekilde arkasında birleştirdi.
"Şey... Yanlış anladın, biz sadece..."
"Chae Min, dostum! En güzel yerinde kesmek zorunda mıydın?"
Soo Jin dişlerini sıkarak ayağını Woo Joon'un bacağına doğru salladı. Tam isabet! Woo Joon acıdan "Ah!" diye kıvranırken Soo Jin'in yüzündeki gülümsemnin değeri dah da artıyordu.
~~~~~~
Apartmanın önünde dikilmiş iki genç ve önlerinde duran siyah, lüks bir araba. Ama ikisinin gözü de arabanın güzelliğinde çok, arabnın neredeyse yarısını kapsayan çizkteydi.
"Dostum, bu çizik çok fena! Soo Jin'in bunu yaptığına inanamıyorum."
"Biri benden mi bahsetti?" diyerek kendini apartmanın dış kapsından dışarı attı Soo Jin. Üzerindeki kayık yaka puantiyeli bir beyaz tişört ve altındaki dar paça pembe bir pantolon genç kızı daha da alımlı yapıyordu. Soo Jin'in ardından, Ah Jung üzerindeki yeşil sıfır kolun yakasını çekiştirerek apartmandan dışarı çıktı.
"Evet, Kang Cheol bunu görürse Woo Joon'un bittiği andır."
Ah Jung önce arabayı süzdü ve sonrasında da kenardaki kocaman çiziğe dikkat kesildi.
"Soo Jin, Kang Cheol'un arabasını çizdiğine inanamıyorum!"
"Niye ki? Hem, bu araba Kang Cheol'un muydu ki? Bilseydim çizmezdim."
"Ne yani, sırf benim olduğunu düşndüğün için mi çizdin?"
Soo Jin evin en değerli vazosunu kırmış ufak kız çocuğu gibi "Şey... Yani... Evet!" kekelemeye başladı. Chae Min ise bu duruma gülerek geçti ve onları ayaklandırmak adına "Byul Min gittiğimizi fark etmeden gitsek iyi olur!" dedi ciddi bir tavır takınarak. Ama arkalarından gelen ses bütün bu ciddiyeti bozmuştu.
"Artık çok geç! Çünkü Byul Min gözlerini açtı. Ee... Beni gezdireceksiniz ama benden habersiz öyle mi?"
Hiç kimse arkasına bakmak istemiyordu, çünkü hepsi içinden "Lütfen yanlış duymuş olayım, arkamdaki Byul Min olmasın!" diye dua ediyordu. Chae Min yavaşça kafasını arkaya doğru çevirince sahnede hata yapmış bir oyuncu gibi gerilmişti.
"Şey... Biz aslında..."
"Oppa, sakın bana benden kaçtığınızı söylemeyin! Bu kızları alıp ereye gidiyorsunuz?"
Byul Min dudaklarını büzerek tatlı olmaya çalışıyordu aslında onun amacı kendini acındırmaktı ama... Ufak kızın üzerinde kısa kot bir şort ve üzerinde de kırmızı bir tişört vard... Saçlarını asaletli bir şekilde toplamıştı, yaşına göre oldukça olgun görünüyordu.
Hepsi bilikte Byul Min'i seyre dalmıştı, kimse cevap veremiyordu. Byul Min'de cevap beklemiyordu zaten. Ufak kız hızla Chae Min'in koluna girdi ve kocaman gülümsedi. Bu durum Chae Min'nde zorla gülmesi gerektiğini gösteriyordu çünkü ufak kzın bakışları oldukça sertti.
"Gidelim oppa!"
Byul Min'in neşesi bir anda yerine gelmişti. Etrafa gülücükler saçarak Chae Min'in koluna girmişti ufak kız, bu da etraftakilerin özellikle de Ah Jung'un öfkesini ikiye katlamıştı. Tüm bunlar o cadıdan kurtulmak için değil miydi? Peki o zaman onun burada ne işi var? Bu bir ceza mı, yoksa bir tuzak mı?
"Şey... Gidelim o zaman."
Woo Joon zor zoruna gülerek Byul Min'e bakmıştı, ne de olsa kuzeniydi. Ona iyi davranmak zorundaydı, yoksa halasına ne hesap verirdi?
~~~~~
Kang Cheol bacağını Sung Mo'nun ahtapot gibi kollarından kurtarmak için hızla kendine doğru çekti ve sitem edercesine "Ne zorum vardı da burada kaldım! Bunları çekmek zorunda mıydım?" dedi öfkeyle. Haklıydı da, bütün gece Sung Mo'nun sayıklamasından dolayı uyuyamamıştı. Woo Joon'un gece yaptığı "Sen Chae Min ile yat, biz Sung Mo ile salonda uyuruz." teklifini tekrar gözden geçirme şansı olsaydı hemen kabul ederdi. Ama maalesef öyle bir şansı yoktu.
Genç adam doğruldu ve yerde yastığa sarılarak uyuyan Sung Mo'yu süzdü. Elleriyle yerden destek alarak ayağa kalktı. Üzerindeki siyah atleti bir çırpıda çıkartıp tişörtünü üzerine geçirdi. Aceleci bir tavırla arabasının anahtarlarını ararken salona Tae Sun girmişti.
"Sung Mo acele et de kalk! Byul Min'i tutamadım, Woo Joon'ların peşinden gitti."
Tae Sun üzgün bir suratla bunları söylerken içeri de Kang Cheol'un da olduğunu unutmuştu. Neyse ki pot kırmamıştı, gerçi bilse ne olurdu ki? Kang Cheol'da Byul Min'den pek hoşlanmıyordu. En son yaptığı şey; Geçen sene hep birlikte çiftliğe gittiklerinde, Byul Min Kang Cheol'un giydiği elbise ile dalga geçip onu küçük düşürmüştü. ÜStelik bu yüzden Kang Cheol Byul Min'i attan düşürmek istemişti ama küçük cadının yaptığı bir hamleyle kendini yerde bulan kişi Kang Cheol olmuştu. Bunları düşününce Byul Min gerçek bir cadı!
Tae Sun elini saçlarına götürerek Kang Cheol'a gülümsedi ve "Çıkıyor musun?" diye sordu.
"Evet çıkıyorum, yapacak işlerim var."
"Beni de bırakabilir misin?"
Kang Cheol ile Tae Sun ağır adımlarla merdivenden inerken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Birbirlerine çok benziyorlardı, ikisi de ağır başlı ve oldukça kibardı. Bunları göz önünde bulundurursak aslında her şeyi hak ediyorlardı. Ama kader; kimine sırtı dönük kahkaha atarken, kiminin yüzüne gülüyordu. Gerçekten acımasız!
Kang Cheol gülümseyerek anahtarı arabasına doğru götürürken, onun fark edemediği şeyi Tae Sun fark etmişti.
"Ah, arabayı mı çizdirdin?"
Kang Cheol bunu duyunca yutkundu ve yanlış duymuş olma umuduyla "Ne?" diye sordu. Ama o sırada geriye çekilerek arabayı süzmesiyle her şey gün yüzüne vuruyordu.
"Olamaz! Woo Joon Bey! Bunu bir kez daha kaldırabileceğimi sanmıyorum."
~~~~~~~
Woo Joon ellerini beline koyarak geldikleri yerde şöyle bir gez gezdirdi. Kocaman bir oh çekip Soo Jin'e yaklaştı, genç kızın koluna girip gülümsemeye başladı. Genç adam oldukça neşeli gözüküyordu, gören üniversiteyi kazanmış falan sanırdı ama nedeni tamamen farklıydı. Hem de çok farklı...
Soo Jin parlayan gözlerini etrafta gezdirirken normalde yapması gereken şeyi unutmuştu. Woo Joon'u kolundan ayırmayı...
Chae Min gördüklerinden çok koluna yapışmış olan şeyi önemsiyordu. Bu yüzden yüzünde gülümsemeden eser yoktu. Byul Min ise asfalta yapışmış bir sakız gibi Chae Min'in koluna tutulmuştu.
Ah Jung neredeyse böyle gülümsemeyi unuttuğunu düşünürken "Hadi gidelim, daha bunların hepsine bineceğiz." diye bağırmaya başladı. Bu seferki öfkeden değil tamamen sevinçten ve heyecanldandı.
Kocaman bir şölen yeri gibi herkes oradan oraya koşuşuyordu. Ufacık çocuklar annelerinin elinden kurtulup etraftaki oyuncaklara binmek için ağlama numarası yaparken, kenardaki şekerci amca güneşten korunmak için elleriyle şapkasını düzeltiyordu. Burası lunaparktı! Kocaman aletler ve yükselen çığlıklar... Maceraya hazır olmak gerekir bazen ama hazır olmasanızda fark etmez çünkü macera davetiye göndermez... Hiçbir zaman!
Ah Jung koşarak gondola doğru koşarken onu kolundan sıkıca tutan kişi Chae Min'di. Beyefendi itiraz eden gözlerle Ah Jung'a bakarken "Bensiz ona binemezsin." demek istiyordu ama Byul Min'i ona bindiremezdi. Ya bir şey gelirse başına, o zaman önce Woo Joon sonra da Woo Joon'u halası onu öldürürdü. İki ölüm birden yaşamak istemiyordu genç adam..
"Ne var? Ben gondola gidiyorum, sen de Byul Min ile birlikte atlı karıncaya binebilirsin. Hem sende korkmamış olursun."
İşte bunları söyledikten sonra kocamna bir dil çıkartıp öyle gitmek istiyordu genç kız ama Byul Min'in yanında çocuksu hareketler yapıp küçük düşmek istemiyordu. Kolunu hızla Chae Min'den ayırdı ve koşarak gondola gitti. Gözlerinde sadece adrenalin tutkusu vardı, oysa ki Chae Min'i orada bırakmak içini az da olsa acıtmıştı.
Soo Jin ellerini cebine koyarak Woo Joon'a döndü. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"E... Önce hangisine binelim? Hım... Şu kuleye ne dersin? Tüylerim ürperdi gerçekten!"
"Ya! Ne kulesi, ben sadece gezmek için geldim. Şurada oturup dondurma yesek olmuyor mu?"
"İnanmıyorum Woo Joon! Sen korkuyor musun?"
Woo Joon itiraz etme çabaları boşa çıkacak gibi gözükse de yinede bir şeyler demeliydi.
"Hayır! korkmuyorum sadece benim migrenim var o kadar yüksekte başım çok ağırır. Anladın mı?"
"Hiç de ikna edici değilsin! Başka bir yalan bulamadın mı? Boşver sadece koş, biletler tükenmek üzere."
Soo Jin genç adamı elinden tutarak peşinden sürüklerken içinden geçen tek şey onu hiç bırakmamaktı. Sonsuza kadar genç adamın elini tutabilirdi, tabii genç adam onu hiç bırakmazsa.
Soo Jin kendini koltuğa atıp kemerini bağlarken, Woo Joon etrafa korku dolu gözlerle bakıyordu. Genç adam içinden "Neden buraya getirdim ki? Of!" diye geçirdi.
Soo Jin ise genç adama parıldayan gözlerle bakıp gülümsemeye devam ediyordu. Gözlerindeki ışıltı bir mücevherinkinden daha parlak ve paha biçilemezdi. Yüzündeki gülümseme ise Woo Joon için aşkın kapısıydı.
"Lütfen sonsuza kadar bana böyle gülümse!"
Soo Jin kemeri bırakıp gözlerini Woo Joon'a çevirdi. Oldukça şaşırmıştı, Woo Joon'dan böyle bir şey beklemiyordu. Üstelik böyle bir durumda, böyle bir yerde...
Beklentileri çok fazla karamsarlığa gitmeden dudaklarında müthiş bir hisse kapıldı genç kız. Oldukça güzeldi ve daha önce hissettiği bir histi bu. Dudakların buluşmasıyla aletin hareket etmesi bir olmuştu, oysaki Woo Joon bunu sonsuza kadar sürdürebilirdi. Sonsuza kadar Soo Jin ile kalabilirdi, hiç bıkmadan...
27. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:45 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik - Komedi - Okul
28. Bölüm - 1. Part
Soo Jin, elindeki dondurmayının akmasını önlemeye çalışırken Ah Jung onu koluna girmeye çalışıyordu. Genç kız uzun uğraşlar vererek Soo Jin'in koluna girmişti ki, Woo Joon onu iterek kız arkadaşının koluna kendisi girmişti. nlar birbiriyle kola girme yarışı yaparken Soo Jin dondurması ile savaşa girmişti.. Adeta pes bayrağı çekme havasındaydı, çükü son on dakikadır dondurmanın etrafında dönüyordu. Neresinden akıyorsa o yöne dönüyordu ama bir tarafını hallederken diğer tarafı işi götürüyordu.
Woo Joon zafer kazanmış bir asker edasıyla kolunu Soo Jin'in beline doladı ve A Jung'a "o benim" bakışları atmaya başladı. Anne kavgası yapan beş yaşındaki çocuklar gibiydiler. Amaçları anneye sahip olmaktı ama anne için farketmezdi, çünkü anne ikisine de sahipti zaten..
Chae Min onların önünde yürüyordu, adeta sinirden küpünlere binmişti. Herkes farklı alelere dalmıştı, kimse Byul Min'den kurtulmaya çalışan Chae Min'i umursamıyordu. Ufak kızın lunaparkta genç adama yaptığından beri Chae Min ağzını açmamıştı.
~~ Geriye Bakış ~~
Soo Jin zorla Woo Joon'u kuleye bindirirken, Ah Jung hızla gondola koşmuştu. Yakışıklı yüzüyle etraftaki kızları kendine hayran bırakan Chae Min ise Byul Min'i atlı karıncaya götürüyordu. Ufak kızın kolundan ayrılacağı düşüncesi oldukça eğlenceliydi genç adam için.
Byul Min aklına süper bir fikir gelmişcesine gülümsedi ve yanındaki yakışıklı adama dikkat kesilerek "Oppa, hadi biletleri al da binelim." diye sevinçle haykırdı.
"Tamam, sen geç ben biletini alıyorum."
Chae Min "biletini" kelimesini özellikle bastırarak söylemişti, çünkü genç adamın o tür bir oyuncağa binmek gibi bir niyeti yoktu.
"Oppa, sen de bineceksin, değil mi?"
"Hayır, canım! Ben seni tam buradan izleyeceğim."
Gença adam gözlerini yırtarcasına açtıktan sonra nispet edercesine gülümsedi ve ufak kızın biletini almak için görevliye yaklaştı. Byul Min'de usulca onu izliyordu, belli ki bir planı vardı.
"Oppa sen binmezsen ben de binmem!"
"İyi, o zaman binme!"
Byul Min beklemediği bir tepki aldığı için oldukça rahatsız olmuştu ama ufak kızın yapmak isteyip de yapamadığı bir şey -neredeyse- hiç yoktu ve ufak kıza göre de; olamazdı.
"Ama ben binmek istiyorum, oppa!"
"O zaman bin!"
Byul Min dudaklarını büzdü ve isteksiz bir şekilde "Ama sensiz binmem, eğer binmezsen..."" konuşmasını sürdürecekti ama Chae Min onun için en büyük engel olmuştu.
Genç adam boş tehditlere aldırmadığını göstermek adına kollarını göğsünün altında birleştirdi ve gözlerini kızgın güneşe dikerek "Ne yaparsın? Annene mi şikayet ederin? Benden bu kadar küçük hanım, gidiyorum!" dedi, arkasına dönerken.
"Pazartesi günü okul çıkışında, bütün eski sevgililerinin seni dövmek için sıraya girmesini istemiyorsan, gidersin. Oppa!"
Chae Min tam gitmek üzereydi ki, Byul Min'in az önce sarf ettiği sözler üzerine duraksadı ve yuvalarından çıkmak üzere olan gözlerini ufak kıza çevirdi.
"Bunu yapamazsın, değil mi?"
~~~~~
Ah Jung, gondoldan indiğinde, suratında kocaman bir gülümseme vardı ve genç kız bu mutluluğu Chae Min ile paylaşmak(!) istiyordu. Genç kız bir süre etrafta gezindikten sonra "Belki Byul Min'i atlı karıncaya götürmüştür." düşüncesi ile yönünü atlı karıncalara doğru çevirdi.
Güneşin tam altında bir sürü genç kız, heyecan ve ağzı kulaklarına vardıran bir ifadeyle bekliyordu. Ah Jung onları yararak atlı karıncanın yanına geldiğinde, genç kızların neden güldüğünü anlamıştı. Beyni hemen kabul etse de bu durumu, bedeni henüz kabul etmemişti. Çünkü Chae Min'i küçücük çocuklarla birlikte atlı karınca da görmek oldukça komik bir durumdu ama Ah Jung'un suratında en ufak bir gülümseme yoktu. Aksine büyük bir hayranlık vardı.
"Chae Min, orada ne işin var? Dostum hemen in oradan, rezil oldun!"
Bu Woo Joon'un sesiydi ve genç adam fazlasıyla eğleniyordu. Ah Jung kafasını sesin geldiği yöne çevirince, kalbinde oluşan kıvılcımların yavaşladığını hissetti. Neden sedece Chae Min'e baktığında, kalbi böyle oluyordu?
Genç kız bir şey saklar gibi elini kalbine götürdü ve bakışlarını yere indirdi.
Herkes oldukça neşeliyken, sallanan aptal bir atın üzerinde somurtarak oturan Chae Min, ayakları yere değmesin diye yaşam mücadelesi veriyordu. Sonuçta bu oyuncak genç adamın boyuna göre yapılmamıştı, gerçi genç adamın da bu oyuncağa binmekte pek hevesi yoktu ama... Hepsi Byul Min'in parlak zekasının doğurduğu bir oyundu ama bu oyunda oynayan kişiklerden yalnızca birisi mutluydu. O da Byul Min! Oyunlar insanlara neşe vermek için yapılmaz mıydı? Peki o zaman bu oyun, nasıl birinin eseriydi de böyle bir sorun oluşmuştu. Cevabı bulmak o kadar da zor olmasa gerek; Chae Min'in rezil olmasından çok kendi memnuniyetini düşünen, büyümüşte küçülmüş, kurnazlıkta bir numara... Size de tanıdık gelmiyor mu?
~~ Geriye Bakış - SON ~~
Neredeyse akşam olmuştu ve güneş ışığını dünyadan saklamıştı ama o kadar da zalim değildi. Ay ışığını bırakmıştı geriye. İşte o ışığın altında beş genç yorgun bir şekilde yürüyordu. Chae Min omuzlarını biraz daha düşürerek, kendisine yaslanmış olan kızın harekelenmesini istedi ama deneme başarısızdı. Ufak kız tüm gücüyle Chae Min'e yaslanmıştı ve bu durum genç adamın çift kişilik yürümesine hatta bazen dengesini kaybedip etrafındakilere çarpmasına neden olmuştu. Neyse ki kabus bitmişti ve eve gelmişlerdi. Apartmanın önündeydiler artık .
Woo Joon kafasını Soo Jin'in omzuna yaslamış bir vaziyette, yarı uyanık yarı uyuyordu. Soo Jin bu eziyete daha fazla katlamayacağını anladığında "Geldik, çabuk kalk omzumdan!" dedi sert bir şekilde.
"Biraz daha böyle kalalım, lütfen."
Ah Jung yanındaki çiftin haline gülmemek için dilini yanaklarında gezdiriyordu. Genç kız apartmanın önünde dikilmenin ne kadar anlamsız olduğunu olduğunu fark edince "Ben eve gidiyorum, siz burada takılın." dedi gülümseyerek, aaprtmanın büyük siyah kapısını aralarken.
Bekle ben de geliyorum! Yani... Biz de."
Chae Min biriyle birleşik olduğunu unutmuştu. Bu kız ne kadar daaha genç adamın koluna yapışık kalacaktı? Genç adam Ah Jung'un ardından apartmana girmişti ama Soo Jin ile Woo Joon hala orada dikiliyordu. Üstelik birbirleriinden de ayrılamıyorlardı, tıpkı annesinden ayrılamayan küçük bir yavru gibi yapışmışlardı.
"Burada uyumaya niyetlisin herhalde ama ben hiç de öyle değilim! Şimdi kalk omzundan da gideyim. Sen istersen burada kalabilirsin ama beni bekleyen bir evim var."
"Ah... Gitmek istiyorsan benim dediğimi yapacaksın!"
Woo Joon bir anda kafasını Soo Jin'in omzundan kaldırdı ve sınav notunu bekleyen çalışkan bir öğrencinin, öğretmeninin ağzına bakması gibi o da Soo Jin'in ağzına bakmaya başladı.
Soo Jin'den gelen cevap ise, bir o kadar beklendik ve basitti.
"Önce söyle!"
"İyi akşamlar öpücüğü..."
Soo Jin hızla kendini geriye çekti ve "Ya! Ne bu? Sabah, öğle, akşam, gece diye mi ayırdın? Ben gidiyorum sen burada kal! Sokak kedilerinden iste iyi akşamlar öpücüğünü!" diye bağırdıktan sonra apartmanın kapısına yöneldi ama Woo Joon onu durdurmuştu.
"Bu son, lütfen!"
"Nesin sen? Her dikaka öpülmeye au-yarlı bir oyuncak ayı mı? İstersen sana sarılıp uyuyayım, ne dersin? Eğer öpülmeyi ve öpmeyi çok istiyorsan sana tavsiye edebileceğim çok iyi bir yer var!"
Woo Joon suçlu olduğunu anlayınca dudaklarını büzdü ve Soo Jin'e yaklaşarak "Bens eni kazanmak için ne kadar çabaladım biliyor musun?"
"Sence ödüllü bir oyuna benzer bir halim mi var? Sen mi uğraştın? Ha, güleyim bari... Eğer ben istemeseydim yanıma bile yaklaşamazdın! Bunu unutma!"
"Ne? Asıl sen biliyor musun, benim peşimde kuyruk olan kaç tane kız var?"
Soo Jin elini ağzına götürdü ve gülmemek için ağzını haififçe örterek "Haha... Güldürme beni! Senin ne kadar küstah, kibirli ve çekilmez biri olduğunu bilseydiler, emin ol hepsi senden, çığdan kaçan adamlargibi, kaçarlardı."
"Kibirli, küstah ve çekilmez, ha? Sana ne demeli, hem sıkıcı hem de inatçısın!"
"Ya, demek ki benim hakkımda böyle düşünüyorsun! O zaman bir daha benim gibi inatçı ve sıkıcı biriyle görüşmezsin olur biter!"
Soo Jin suratına en sinirli ifadesini takınarak binadan içeri girdi, dış kapıyı da genç adamın suratına çarpmayı unutmamıştı.
"Ya! Sen nasıl suratıma kapı çarparsın, ha?"
Woo Joon'un bağırtısından sonra Soo Jin'in sesi merdivenlerde yankılanmaya başlamıştı.
"Telefonu suratıma kapatmanın karşılığı!"
~~~~
Ah Jung'un gözleri, perdelerin arasından kaçak giriş yapan güneş ışıklarının hücumuna uğramıştı. Genç kız uyanmamak için gözlerini iyice sıktı ve bağırmaya başladı.
"Eun Joo, çek şu feneri gözümden!"
Eun Joo? Fener? İkisi de şuan da genç kızın odasında yoktu, hepsi genç kızın aklının ona oynadığı ufak bir oyundu.
Ah Jung güneş ışıklarından kaçışmak için yatakta tepinirken bir anda kendini yerde bulmuştu.
"Ah, kafam!"
Genç kız yerden kalkmak için kendini toparlarken, elleri de kafasındaki acıyı dindirmek için kafasında duruyordu. Ama o da ne? Genç kızın kafasında kim davul çalıyordu? Hayır! Sadece kapı çalıyordu
Ah Jung ellerini kafasından çekti ve hızla odasından çıktı. Yöneldiği ilk yer ise dış kapıydı.
"Kim o?"
"Benim, Byul Min."
Ah Jung kapıyı açmadan önce koşarak odasına girdi ve aynanın karşısında saçlarını düzeltmeye başladı. Küçük cadıya rezil olamazdı! Genç kız tekrar kapının yanına geldiğinde aklındaki tek düşünce "Bücürük neden bize geldi ki?" olmuştu.
Ah Jung yavaşça kapıyı açtı ve karşısındaki ufak kızın gereğinden fazla zerafetine bakmaya başladı.
Siyah mini bir şort, parıltılı, mavi bir askılı... Kol da şık deri bir çanta ve siyah şık babetler... Bunlar 12 yaşındaki bir kız için fazla iddialı değil miydi?
"Bir sorun mu var?"
"Bugün benimle bir yere gelir misiniz?"
"Biz?"
"Sen, Soo Jin ve Eun Joo!"
28. Bölüm - 1. Part'ın Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:45 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik - Komedi - Okul
28. Bölüm - 2. Kısım
Byul Min çantasını kendinden emin bir şekilde koluna taktı ve yavaşça koltuktan kalkarak "Hazırsanız çıkalım." diye bağırdı oldukça yüksek bir sesle. Ufak kız beklemekten aşırı derece de sıkılmıştı, neredeyse bir saattir kızların giyinmesini bekliyordu salonda, üstelik tek başına!
"Oppalarının(!) haberi var mı?"
Ah Jung bir yandan kemerini bağlerken diğer yandan Byul Min'e laf sokma çabaları içine girmişti. Oppa kelimesini üstüne bsarak ve itinayla söylemişti, çünkü ufak kızın sürekli kullandığı bir kelimeydi ve Ah Jung'un hiç hoşuna gitmiyordu. Bunun nedeni Ah Jung'un hiç kimseye oppa diyememiş olması olabilir miydi?
"Evet, Woo Joon oppama söyledim, o da sizin yanımda güvende olabileceğimi izin verdiğini söyledi. Yani gidebiliriz!"
"Peki, nereye gidiyoruz Byul Min?" Soo Jin oldukça kibar, bir o kadar da isteksizdi.
Byul Min yavaşça evin kapısına yaklaştı ve gülümseyerek kapıyı açtı. Şeytani gülüş dedikleri bu olsa gerek.
"Hayatın gerçeklerini görmeye!"
~~~~~~
"Bak sana diyorum Soo Jin; bu kız kesin bizimle oyun oynuyor."
"Saçmalama Ah Jung! Alışveriş merkezine oyun oynamak için geldiğimizi sanmıyorum." Soo Jin sesini olabildiğince kısmıştı, çünkü önlerinden yürüyen Byul Min'in bunları duymasını istemiyordu.
Byul Min sonunda lüks bir mağazanın önünde durdu ve kızlara bakmaya başladı. Etraf o kadar güzeldi ki, kızlar etraftaki güzelliklere bakmaktan Byul Min'in durduğunu geç anlamışlardı.
Son derece lüks mağazalar, önlerinden geçen süslü bayanlar ve arkalarından patronlarının dağ gibi birikmiş poşetlerini toplayan takım elbeseli adamlar...
Ah Jung etraftaki kadınlarda şöyle bir göz gezdirdi ve Soo Jin'in kulağına yaklaşarak "Ne kadar da Byul Min'e benziyorlar, değil mi?" diye sordu kısık bir sesle.
"Sessiz ol, duyacak!"
"Bu mağazaya girelim! Size hediyelik bir şeyler almak istiyorum, bana iyi(!) baktığınız için."
Kızlar gözlerini Byul Min'e çevirdive "Yok, hayır." "Gerek yok!" gibisözler sarf etmeye başladılar ama Byul Min'e laf anlatılamazdı.
"Bizim orada; hediyeye asla hayır denmez! Bu saygısızlık olarak kabul edilir."
Soo Jin bunu duyunca kafasını yavaşça öne doğru salladı ve az önce aldığı temiz havayı yanaklarında toplayarak ortalığı toparlamak için bir şeyler düşünmeye çalıştı.
"Tamam, o zaman alabilirsin."
~~~~~~
Eun Joo, Soo Jin ve Ah Jung uzun mor koltuğun kıyısında utana çekine otururken, yürüdükleri yolun acısını da çıkartıyorlardı. Ufak kızı tam da o sırada elinde birbirinden farklı üç elbise ile kızların yanlarına geldi. Ufak kız bu haliyle, defileye elbise yetiştirmeye çalışan bir modacıya benziyordu. Ciddi bir surat, aceleci tavırlar ve kendinden emin adımlar...
"Soo Jin sen bunu, Eun Joo sen bunu ve Ah Jung sen de bunu al! Kabinde giyinebilirsiniz."
Ufak kız elindeki elbiseleri, çocuklarına elindek tüm şekerleri paylaştıran bir anne gibi dağıtmıştı. Sonra da kendini rahat koltuğun üzerine attı ve yanda bekleyen iki görevliye dönerek "Siz de yardım edin! Biri Bay Hyun Soo'nun müstakbel gelinidir." dedi tam bir patrone edasıyla. Bütün Choi ailesinin tavırları benzer olabilirdi, yoksa Byul Min'in hal ve hareketleri neden Woo Joon'a benzesin ki?
Soo Jin elbiseyi inceliyordu ki,konuşmalarda kendinden bahsedildiğini anladı ve kafasını önce Byul Min'e sonrada görevli kızlara çevirerek "Şey... Hayır, yani tam olarak öyle değil!" kendini işin içinden çıkarmaya çalıştı ama bu tavrı sadece Byul Min'in suratına neşe katmıştı.
~~~~~~
Eun Joo ilk kabinden gülümseyerek çıktı ve Byul Min'e inat güzel bir yürüyüş yaparak; elbisenin, üzerinde ne kadar güzel durduğunu gösterdi. Genç kızın üzerindeki, askılı beyaz ve mini bir elbiseydi. Tamamen pırlanta kaplamalı göğüs kısmı, belden oturtmalı saten bir kemer... Eun Joo için seçilebilecek en güzel elbiseydi.
İkinciş kabinden ise; yeşil saten elbisesi ile Soo Jin çıkmıştı. Elbise, biraz fazla mini olmasına rapmen Soo Jin'in bedenini çok iyi gösteriyordu. Eteğin üzerindeki, açık yeşil tül elbiseyi hafif kabarık gösteriyordu. Soo Jin içinde ormanlar kraliçesi gibi gözüküyordu. Hak ediyordu da!
İki arkadaş birbirlerinin elbiselerini incelerken hala ortada olmayan biri vardı. Ah Jung hala üçüncü kabinden çıkmamıştı ve şu anda oradan fazla iddialı sözler yankılanıyanmaya başladı.
"Ben bu kıyafetle asla ve asla dışarıya çıkmam!"
Bu sözler Soo Jin'e çok tanıdık gelmişti, o da Woo Joon'a aynı şeyleri söylemişti ama pişman değildi. Genç kız geçen gün olanları hatırlayınca sadece gülümsüyordu ama sonra Woo Joon'un dün akşam dedikleri geliyordu aklına. İşte o zaman gülümsediği için kendinden utanıyordu.
Soo Jin gülmekle gülmemek arasında gidip gelirken Eun Joo Ah Jung'u zorla dışarı çıkartmıştı.
Ah Jung ikisinden de iddialı bir elbise ile karşılarındaydı. Kırmızı, dar sade bir elbise ve aşırıya kaçan etek boyu... Elbise oldukça sade olmasına rağmen Ah Jung'un bedeni elbiseyi oldukça süslüyordu.
Ah Jung'u ilk defa böyle bir elbisenin içinde gören arkadaşları kısa bir şokun ardından hayata dönmüşlerdi. İnanılmazdı, gerçekten inanılmaz ama son derece şık!
Kızlar üzerindekileri çıkarmak için kabine yöneldiğinde Byul Min hızla yerinden kalktı ve onları durdurarak "Hayır, sakın çıkartmayın! Gideceğimiz bir yer daha var." dedi heyecanla. Ufak kız son derece mutluydu ve normalde olduğu gibi etrafta kötü bir etki bir etki bırakmıyordu. Nedeni ne olabilirdi?
~~~~~~
"Evet, makyajlar ve saçlar bittiyse artık kalkalım."
Byul Min gülümseyerek aynanın karşısında sandalyede oturan üç güzel kıza baktı ve yerinden kalkarak Soo Jin'e yaklaştı.
"İşte şimdi Choi'ların gelinine benzedin."
"Ne?"
"Bundan sonra böyle gezip tozmaya alışsan iyi edersin, çünkü sen artık saygıdeğer bir ailenin parçası olacaksın! Tabii oppam ile ciddi düşünüyorsanız?"
Soo Jin gözlerini yavaşça yumdu ve ürkek bir şekilde yutkunduktan sonra gözleri kapalı bir halde "Ciddi mi?" diye sordu kısık bir sesle. Bell ki gözü korkmuştu genç kızın. "Choi'ların gelini" lafı hala daha Soo Jin'in kulaklarında yankılanıyordu.
"Evet, ciddi! Ama sen hiç endişelenme, çünkü Woo Joon oppam seninle ciddi düşünmeseydi asla amcamlarla tanıştırmazdı."
Byul Min ellerini göğsünün altında birleştirdi ve sahte bir gülücükle devam etti.
"Fazla değil, çok yakında amcamlarla birlikte yaşamaya başlayacaksın. Görünümüne, konuşmana, oturmana, kalkmana, gülmene, öksürmene, hapşurmana... Hatta ve hatta etrafındaki insanlara dikkat etmen gerekecek. Sen bu durum karşısında ne yapacaksın?"
Ah Jung oldukça öfkelenmişti ama ufak kızın söyledikleri değil, Soo Jin'in canının yakılmasına...
"Yeter! Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Bizi buraya kadar neden getirdiğin belli oldu, küçük hanım! Soo Jin gidelim artık!"
Soo Jin nemli gözlerini hafifçe araladı, ısırmaktan kenarları acıyan yanaklarını dişlerinin arasına aldı ve yerinden yavaşça kalkarak Ah Jung'un omzuna hafifçe dokundu.
"O haklı Ah Jung. Bir seçim yapmam gerekecek ama ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Gözümü açtığın için çok teşekkür ederim Byul Min."
Genç kızın sesi oldukça yorgun ve zoraki geliyordu. Her an ağlamaya hazır bir surat ve öfkeden yumruk yapılmış, terli eller...
Ne yapması gerekiyordu? Böyle bir karanlıkta; hem kendisi hem de sevdiği adam için umut ışığı yakması gerekiyordu. Ama genç kızın elindeki fenerin pili tükenmek üzereydi!
28. Bölüm - 2. Kısım Sonu
~~~~
Arkadaşlar, çok hızlı yazdığım ve klavyenin biraz bozuk olmasından dolayı hatalarım olabilir. Şimdiden özür dilerim, umarım beğenirsiniz. Yorumlar gerçekten azaldı, lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Şimdiden teşekkürler~~ | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:46 pm | |
| Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik - Komedi - Okul 29. Bölüm Byul Min ücreti ödemek için kuafördeki görevliyle konuşurken, Soo Jin ile Ah Jung'ta bir köşeye geçmiş fısıldaşıyordu. "Soo Jin, bu kız bizi nereye götürecek de böyle giydirip süsledi? Bu kıyafeti hemen çıkartmak istiyorum, aksi halde her an koluma yapışkan bir serseri takıp gecelere akabilirim!" "Saçma sapan konuşup da kafamı bozma Ah Jung! Gidince öğreniriz hem, biraz sabret." Ah Jung kollarını yavaşça göğsünün altında birleştirdi ve mini elbisesinin üzerinde göz gezdirdi. Bu çok mini değil miydi? Yoksa sadece Ah Jung'un giyim tarzına mı tersti?" "Bu cadı, sakın bizi kötü yola düşürmeye çalışıyor olmasın, eğer öyleyse o fareyi çeşitli deneyler üzerinde kullanırım haberin olsun!" Ah Jung alt dudağını ısırdı ve parmaklarını yavaşça ezip büzmeye başladı, çıkan ses genç kızın rahatlamasına sebep oluyordu. Bu kadarla da kalmamıştı genç kız, kafasını da iki yana eğdi ve tekrar aynı sesle kendine geldi. Nedenini bilmiyordu ama küçüklükten kalma bir alışkanlıktı bu, annesi gözleri önünde babası tarafından dövülürken onun tek yapabildiği odasında en ücra köşeye eğilip bunu yapmak olmuştu. Ne yapabilmişti ki zaten annesi için? Yaşlı kadın genç kızın ellerinden hızla kayıp gitmişti. Ne bir veda edebilmişti hasta yatağındaki annesine, ne de onu ne kadar sevdiğini söyleyebilmişti! Tüm bu olanların nedeni-babası- ise Ah Jung'un hayatından, kötü bir hatıra, olarak çıkmıştı. Şimdi hanginiz bekleyebilirdi ki; bu kızın normal bir hayatı ve neşeli bir kişiliği olsun? O isterdi... Genç kız herkes gibi olmak isterdi ama geçmişi, buna fazlasıyla engel oluyordu. Eun Joo iki arkadaşının aksine tamamen farklı bulgular gösteriyordu. Genç kız oldukça neşeli ve heyecanlı bir şekilde üzerindeki elbiseyi ve az önce yapılan makyajını inceliyordu. Ah Jung, Eun Joo'nun suratındaki aptal gülümsemeyi görünce suratını ekşitti ve genç kızı arkasından dürterek "Sana güvenemeyeceğimi biliyordum, hemen de alışmıssın yeni elbisene. Ama ben o elbisenin üzerine, yanlışlıkla, ketçap dökmesini de; yanlışlıkla, kola dökmesinide iyi bilirim! Ama sen benim en yakın arkadaşımsın o yüzden sana büyük bir ayrıcalık yaparak o beyaz elbisenin üzerine vişne suyu da dökebilirim! Tercihin hangisi?" dedi yüzünü bükerek, Eun Joo'ya kötü bakışlar atmaya devam ediyordu genç kız. "Soo Jin, Ah Jung'a bir şey desene, beni tehdit ediyor!" Soo Jin Eun Joo'nun dediğini duyduktan sonra oflayarak kollarını yere savurdu ve Ah Jung'a doğru sinirle bakarak "Ah Jung" dedi yüksek bir sesle. Bu ses Eun Joo'nun içinde zafer çanları çaldırmaya yetmişti. Ah Jung ise gayet soğuk bir tavırla kafasını Soo Jin'e çevirerek "Efendim." diyebilmişti. "Bir şey!" Eun Joo için arkadaş kazığı buydu işte, ikisi bir olmuş genç kızla dalga geçiyordu. Sizce de acımasızca değilmiydi, en yakın iki arkadaşı şuan da ona bakıp kıs kıs gülüyordu. "Hayır, Soo Jin! Çok acımasızsın!" Soo Jin, Eun Joo'nun itirazı üzerine gülme hızını azaltmıştı ki, Byul Min arkadan yavaşça geldi ve elindeki telefonu cebine koyarak "Birazdan şoför gelecek, bizi o bırakacak." dedi, herkesin duyabilmesi için, yüksek bir sesle. Ufak kızın suratında da, hala, anlaması zor bir gülümseme vardı. Neyin peşindeydi bu kız? "Nereye gidiyoruz Byul Min? Yani bir sakıncası yoksa biz de bilelim, değil mi?" "Gidince göreceksiniz nasılsa,hem inanın bana hiç de kötü bir yer değil! Bu arada giderken Ji Hye'ye de uğrayalım, ona da bir elbise aldım ve onunda gelmesi lazım. Ji Hye'nin evini aradığımda annesi onun işi olduğunu söyledi, bu yüzden bizimle gelemedi ama şimdi mecbur gelecek!" ~~~~~~ Genç adam yavaşça havuzun yanına yaklaştı ve yavaşça eğilerek, takım elbisesine zor zoruna uydurduğu, ayakkabılarının bağıcıkları tek hamleyle biraz daha sıktı. Arkasından gelen ses ise; ayağa kalkması gerektiğini fark ettirmişti, genç adama. "Woo Joon, bırak şimdi ayakkabılarınla oynamayı! Byul Min cadısı aradı; kızlar hazırmış, bende gelmeleri için bir soför yolladım. Bu arada davetliler gelmeye başladı, git de arkadaşlarına selam ver. Bütün işleri benim mi yapmam gerekiyor? Chae Min desen zaten ayrı alemde, kız tavlamaya çalışıyor. Tae Sun'dan hiç bahsetmedim zaten, bey efendi geçmiş salıncakta uyuyor. Bütün işler bize kaldı, hadi kalkta bir şeyler yapalım." "Bak kardeşim bu partiyi hazırlamak sadece ve sadece senin fikrindi, işte bu yüzden bütün işleri halletmek zorundasın! Mutfağa gidiyorsan bana bir bardak su getir, Byul Min'in kızları neye çevirdiğini görünce düşüp bayılmak istemiyorum. Umarım Soo Jin'inimin o güzel yüzünü mahvetmemiştir." Sung Mo gülümseyerek Woo Joon'un gözlerine bakmaya başladı. Tam dalga geçme havasındaydı ve bu havayı kimse söndüremezdi. "Hani, Soo Jin sana "kibirli ve çekilmez" dediği için küsmüştün ona? Hani bir daha asla barışmazdın? Hani Soo Jin'in, ayaklarına kapanıp özür dilemesi gerekiyordu? Bu kadar çabuk pes edeceğini biliyordum, pis palavracı!" Woo Joon yeni aşkı bulmuş genç bir adam edasıyle derin bir nefes aldı ve gülümseyerek "Bizim aşkımız sizinki gibi savunmasız değil, bizim aşkımızı özel ajanlar koruyor ve savunma duvarı asla yıkılamaz. Yıktırtmam! Şey... Dün söylediklerime gelince; bence hepsi kızgınlıkla söylenen saçma sapan şeylerdi, yani Soo Jin'in duymasına gerek yok. Zaten o cümlelerin kalitesi benim eşsiz kaliteme ve karakterime uymuyor, söylesen de Soo Jin asla inanmaz!" dedi iddialı bir şekilde ama Sung Mo'nun verdiği şoku alınca bütün kararlılığı anında uçuvermişti. "Hangi eşşiz karakterine uymuyor? Çapkın, serseri ve yalaka olana mı? Yoksa, kibirli ve çekilmez olana mı? Saçma sapan konuşmayı bırakta git buraya gelen eski sevgililerinle konuş! Soo Jin gelince kıza saldırmasınlar." "Kim dedi, eski sevgililerimi de partiye çağır diye? Ha? Kim dedi?" Sung Mo baş belası bir kardeşe sahip olduğu için alışkanlık haline getirdiği şiddeti bir kez daha kullandı ve Woo Joon'un omzuna sertçe vurarak "Ya! Hangi kız arkadaşımızla çıkmadığını söyler misin bana? Sen bunu cevapladığın an bende bu partiyi iptal edeceğim, anlaşıldı mı?" diye bağırdı ama etrafta insanların olduğu düşüncesiyle Woo Joon'a biraz daha yaklaştı. Sessizce "Şimdi gidiyorum." dedi ve kafasını kaldırarak etrafa sahte gülücükler saçmaya devam etti genç adam. Böyle bir kardeşi hak etmek(!) için ne yapmıştı bu çocuk? Neden Woo Joon olmak zorundaydı, neden? ~~~~~~ Hyun Soo güneş gözlüklerini yavaşça gözlerinde ayırdı ve masanın önüne koydu. Sonra da gürültülü bir şekilde çalan telefonuna uzanarak gözlerini kafasının üzerinde onu gözetleyen güneşten saklanmaya çalıştı. Bir eliyle gözlerini güneşten korurken diğer eliyle de cep telefonunu tutuyordu. Yaşlı adam gözlerini ekrana getirdiğinde, kocaman harflerle yazılı olan kelime; Hyun Soo'nun gözlerinin kocaman açılmasına, hatta ürkek bir şekilde yutkunmasına neden olmuştu. Yaşlı adam boğazını temizledi ve yaslandığı şezlongdan ayrılarak doğruldu. Telefonu kulağına götürürken içinde nedensiz bir korku bir korku alevlenmeye başlamıştı. "Abi? Bir sorun mu var, sen böyle aramazdın hiç." "Evet, var! Biraz önce Seul'deki mağazalardan birinin müdürü aradı ve beni düğün için tebrik etti. Woo Joon'un evleneceği kız arkadaşları ve Byul Min ile birlikte mağazaya girip alışveriş yapmış. Yeğenimin evliliğini yabancılardan mı duyacaktım Hyun Soo? Neden bana Bay Kim'im kızıyla nişanlandığını söylemedin?" "Özür dilerim abi. Ama Woo Joon Bay Kim'in kızıyla evlenmiyor! Soo Hye'nin... Soo Hye'nin kızı Soo Jin ile evlenecek!" "Soo Hye? Soo Hye'nin kızı mı? Asla böyle bir şeye izin vermem! Bunu nasıl yapabildin, nasıl böyle bir şeye izin verdin Hyun Soo?" Hyun Soo pişmanlıkla kıvranırken abisi Chae Woong öfkeyle telefonu kapattı ve etraf büyük bir sessizliğe büründü. Sessizliği bozan kişi havlusuna sarılı bir şekilde Hyun Soo'nun yanına gelen eşi olmuştu. Bayan Choi eşinin üzgün suratını ve titreyen ellerini görünce telaşla ona yaklaştı ve "Ne oldu? Yoksa çocuklara bir şey mi oldu?" diye sordu, bu olaydan sonra neredeyse iki üç yaş daha yaşlanan Hyun Soo'ya. "Abim her şeyi biliyor artık. Woo Joon'un Soo Hye'nin kızıyla evleneceğini öğrendi artık boş oturmaz. Umarım Kore'ye biraz geç döner, yoksa çocukların bütün hayalleri yıkılabilir." "Of... Anlamıyorum bu abini! Kadın onu yıllar başka bir erkeği ona tercih etmiş, hala nasıl oluyorda ona kin besleyebiliyor? Üstelik o sizin arkadaşınızdı yani abini sevmek zorunda bile değildi! Şimdi oğlumun mutluluğunu bozmasına seyirci mi kalayım?" Hyun Soo pişmanlıkla ofladı ve gözlerini kapatarak "Unutma ki her şeyi biz planladık. Sung Mo'yu ve diğerlerini de mecburen alet ettik. Bu planı bozacak olan tek kişi de ancak abimdi ama bu kadar çabuk olacağı aklımın ucundan geçmezdi." diye sitem etti ama boşunaydı. Bir karar veriyorsan bu kararın arkasının gelceğini de bilmelisin. Eğer ki biklmezsen bu karara karşı çıkan kişi sayısı çoğalır ve bir ordu haline gelir. ~~~~~~ "Burası Woo Joon'ların evi değil mi Byul Min? Neden bizi buraya getirdin? Yoksa hepsi Woo Joon'un işi mi? Yine ne planlıyor bu şapşal?" Byul Min yavaşça Soo Jin'in yüzüne yaklaştı ve bıçağını bileyen bir katil gibi gülümsedi kurbanına. Ufak kız son olarak da gözlerini kıstı ve "Ben sadece Woo Joon oppamın dediklerini yaptım. Karşılığınında da oppamın çiftlikteki atını aldım! Sizinle vakit geçirmek çok sıkıcı olsada, o ata binmek kimsenin elde edemeyeceği bir şanstı ve ben bunu başardım." diye haykırdı, ardından da o muhteşem zafer gülümsemesi geldi. Bu çok acımasızcaydı! "Bu arada siz arabadan inince doğruca bahçeye gidin, ben evde elbisemi falan giyeceğim. Herkes orada sizi bekliyor, Ji Hye sen de benimle gelebilirsin, hazırlanmak için." "Tamam, geliyorum." Byul Min hızla arabadan indi ve neşeyle eve doğru koşmaya başladı, ardındanda Ji Hye etrafına bakarak onu takip etti. Soo Jin'ler ise kapılarını açan soför sayesinde arabdan indiler. Arabadan inerlerken Ah Jung'un kafasından geçen tek düşünce "Sanki biz kapı nasıl açılır bilmiyoruz!" olmuştu. Genç kız etrafa saçtığı güzelliği bir türlü içine vuramamıştı ama başarabilirdi. Soo Jin olduğu yerde donakaldı ve etraftaki birbirinden lüks arabalara bakmaya başladı. Bu kadar insanın burada ne işi vardı? Woo Joon'un bu partiden sağ çıkma olasığı kaçtı? Ya da Soo Jin'in elinden kurtulma olasılığı? Üç genç kız utana sıkıla bahçeye doğru ilerlerken üzerlerine çevirilen gözlerden kaçamamıştı. Yanından geçtikleri herkes dönüp bir daha bakıyordu üç arkadaşa. Ama onlar için aynı şey söylenemezdi, onların gözleri sadece yerdeki kaplamayı inceliyordu. Neyse ki tandık bir ses... İşte kızlar için derin bir oh çekme vakti gelmişti. "Hoşgeldiniz kızlar." Tae Sun hayranlıkla gülümseyerek kızların yanına geldi ve imalı bakışlar atarak "Çok hoş olmuşsunuz, Byul Min'in yaptığı en güzel iş! İlerleyelim mi, Woo Joon'lar bekliyor." diye konuşmaya başlayınca Soo Jin hemen ortaya atıldı. "Bu partiye gelme amacımız ne? Ya da şöyle sorayım bu partiye niye geldik?" "Geldiniz çünkü bu parti senin ve Woo Joon'un adına verildi." "Ne?" Soo Jin şaşkınlık içerisinde Tae Sun'a bakarken arkadan yabancı bir ses Tae Sun'u yanına çağırmayı başarmıştı. "Tae Sun oppa, az gelir misin?" Tae Sun hızla kızların yanından ayrılınca Ah Jung ve Eun Joo olayalrı çözmek için beyin fırtınası yapmaya bşlamıştı. Soo Jin ise etrafa anlamsız bakışlar atmaya başlamıştı. İşte tanıdık bir ses daha! "Geldiniz mi?" Woo Joon süslü kapının açık kalan kısmında koşarak çıktı ve hızla So Jin'e yaklaştı. Soo Jin ise kuru bir cevapla genç adamın gözlerine bakmaya başladı. "Geldik!" "O zaman içeri girelim, herkes seni bekliyor." Soo Jin bütün gözlerinin üzerinde olduğunu bir kez daha fark eidnce kısık bir sesle "Tamam" dedi ve Woo Joon'un ona uzattığı eli kabul etmeden, önden önden yürümeye başladı. Arkasından da Eun Joo ile Ah Jung yollarını kaybetmemek için Soo Jin'in peşine takıldı. Havuz başı partisi mi? Hem de Woo Joon'ların evinde? Bu bir evlilik ön başvurusu olabilir miydi? Önce aile sonra arkadaşlar? Bu soruların hepsi Soo Jin'in kafasında bir dünya turuna çıkmıştı. Dönüp dolaşıp cevapsız kalıyordu hepsi. Ama genç kızın bu soruların cevabını alması zorunluydu! Kesinlikle! Soo Jin havuzun yanına gidene kadar Woo Joon'un bütün ısrarlarına rağmen onun kolunu tutmamıştı. Gerçekten de inatçıydı ama Woo Joon onu böyle seviyordu. Genç kız Woo Joon ile inatlaşırken kendini bir anda büyük bir topluluğun içinde bulmuştu. Soo Jin'in tabiriyle; "züppe topluluğu" Genç kız kendini bu insanların içinde oldukça yalnız bulmuştu, bu yüzden kendisine uzatılan kola bu sefer itiraz etmeden girmişti. Soo Jin'in Woo Joon'un koluna girmesiyle gelin adayının kim olduğu öğrenen parti sakinleri yavaşça Soo Jin'in üzerine doğru yürümeye başlamıştı. Hepsi teker teker tebrik ediyordu, taze sevgiliyi. Ama bazı kızlarda vardı ki, Soo Jin'e yiyecek gibi bakıyor ve aynı zamanda da ona birbirleriyle konuşuyorlardı. Bazıları Soo Jin'in kulağına bile gelmişti. "Ne yani, bu kızı mı bana tercih etti?" "İnanmıyorum, ben bu kız için mi bırakıldım?" "Güzel olsa içim yanmayacak!" Soo Jin için yeterdi ve artardı bile bu kırıcı sözler. Ama Soo Jin'in gerçek yüzüyle karşılaşamayacakları için oldukça şanslıydılar, yoksa hepsinin saçı başı yolunabilirdi. Neyse ki bu akşam Soo Jin hanım hanımcık,uslu bir kızı oynayacaktı ve kimseye bulaşmayacak, hep ağırbaşlı olacaktı. Tabii buna Woo Joon'u şaşırtmasını da ekleyebiliriz. Çünkü genç adam Soo Jin'i gördüğünden beri gözlerini ondan alamamıştı. Ona her dakika yeniden aşık olması, genç adamın bütün aşkını yenilmez yapıyordu. ~~~~~~ Ah Jung ile Eun Joo sessizce bir köşe de dikilirken Sung Mo onlara arkadan yaklaştı ve "Nasılsınız kızlar?" diye sordu. Bu soru her zaman "İyiyim" veya "Kötüyüm" diye cevaplanırken şimdi sadece "Ah!" sesi ile cevap bulmuştu. İki genç kız da korku dolu gözlerle Sung Mo'ya baktı ve "Ya!" diye bağırmaya başladılar. "Niye bizi korkutuyorsun?" "Şey... Ben sadece şaka yapmak istemiştim. Neyse... Çok güzel olmuşsunuz, ikinizde." Eun Joo kızarmış yüzünü gizlemek için elini yüzüne koydu ve Sung Mo'ya dönerek "Teşekkür ederim, sende çok tatlı olmuşsun." dedi gülümseyerek. "Tatlı mı? Şimdiye kadar herkes daha çok, 'karizmatik' ya da 'yakışıklı' kavramlarını kullanmıştı ama sen... Senin farkın bu işte!" Eun Joo şimdi daha da kızarmıştı ve bu Sung Mo'nun daha da çok hoşuna gitmişti. Ah Jung ise onların nazlaşmasını ağzı açık bir şekilde şaşkınlıkla izliyordu. Genç kız "Hayatımda bunlar kadar cıvık bir çift görmedim ben!" diye geçirdi içinden. Ardından da Sung Mo ile Eun Joo'un, yanından hızla ayrılışını izledi. Ah Jung önünde duran bardaktan bir yudum içti ve yüzünü ekşiterek "Bu ne ya? Dilim..." diye sızlanmaya başladı. Gözlerini azıcık yana çevirdiğinde karşısında elinde bir bardak su ile dikilmiş başka bir züppeden başka bir şey görememişti. Genç adam elindeki suyu nazik bir şekilde Ah Jung'a uzattı ve gülümseyerek "Alın lütfen. Sanırım içmeye alışık değilsiniz." dedi ve Ah Jung'a biraz daha yaklaştı. Kimden yüz buldu da bu kadar yaklaştı bu çocuk? Hem de tanımadığı bir kızın yanına! Ah Jung yuvarlak uzun masanın kenarında biraz daha döndü ve yanına gelen genç adamdan biraz daha uzaklaştı. "Hayır, alışık değilim! Su için teşekkürler ama geçti." "Benim adım..." "Kusura bakma ama adınla ilgilenmiyorum." Genç adam lafının kesilmesine sinirlenmiş olmalıydı ki suratındaki ifade artık kız tavlamak değil, kızı elde etme olmuştu. "Bak güzelim, burada işler şöyle yürür; birisi sana kibarlık gösterince sen de zahmet edip onunla sohbet edersin. Ama bakıyorum da senin kibarlıktan anladığın falan yok." "Hayır, asıl sen beni yanlış anladın. Bizim orada da işler şöyle yürür; züppenin biri yanına gelip sana kibarlık gösteriyorsa, tek isteği seni elde etmektir. Sonrası da zaten malum, yıpratılıp bir köşeye atılmak! Nasıl senin gibileri doğru tanıyabilmiş miyim?" Ah Jung'un bu ağır düşüncesi üzerine, ikinci aşamaya geçmek isteyen genç Ah Jung'a biraz daha yaklaştı ve onu belinden kavrayarak kendine doğru çekti. "Evet, bizi gerçekten iyi tanımışsın. Puanın; 100!" Ah Jung bu iğrenç davranışı cezasız bırakmamakta kararlıydı ve işte bu yüzden genç adamı nasıl yere sereceğini kafaısnda kestirmeye başladı. Tam harekete geçecekti ki, onu kurtaran Chae Min'in sesi olmuştu. "Sevgili mi bırakır mısın, Hyung Joon?" "Bu kız... Senin sevgilin mi?" ~~~~~~~ Soo Jin elini diğer kolunun dirseğinde gezdirirken Woo Joon'un arkadan geldiğini fark etti. "Neden buraya geldin? İnsanlar senin için geldi." "Burası sessiz ve huzurlu, parti havamda olduğumu düşünmüyorsun sen de, değil mi?" Woo Joon sevgilisini ilk gördüğü anda onun bir sıkıntısı olduğunu anlamıştı ama bir şey söyleyip de onu sıkmak istememişti. "Bir sorun mu var? Canın neye sıkıldı? Eğer dün söylediklerime ise; onlar sadece saçmalıktı ben seni her halinle..." Soo Jin hızla lafa girmek ve Woo Joon'un sözünü yarım bırakmak için derin bir nefes alarak "Ben... Ben sizin hayatınıza asla ayak uyduraram! Senin gibi, baban gibi veya annen gibi olamam! Ama seni yarı yolda da bırakamam! Seni çok seviyorum ama kendi hayatımı da bitirmek istemiyorum. Lütfen bir çıkış yolu bul Woo Joon, lütfen." dedi ve sonrasında gözyaşlarında boğuldu. Woo Joon ise tamamen çaresiz gözlerle bakıyordu sevdiğine. Ne diyebilirdi? Onun üzülmesini engellemek, onun ağlamasını önlemek için ne söyleyebilirdi? "Seni asla bırakmayacağım ama sen de beni bırakma lütfen. Ben seninle yaşamaya dünyanın her yerinde razıyken sen beni böyle bırakamazsın, buna asla izin vermem! Veremem!" Genç adam kollarını Soo Jin'in omzuna yavaşça yerleştirdi ve genç kızın alnına yaklaşarak, dudaklarının sıcaklığını bir nebze olsun giderdi. Soo Jin'in alnını tutkuyla öperken, içinden geçen tek cümle "Beni bırakma lütfen." olmuştu. 29. Bölüm Sonu ~~ Arkadaşlar dün bilgisayarın başına oturamadığım için bir gün gecikti, ama sizin için sabahın köründe kalkıp yazdım. Yanlış falan varsa, affedin klavye biraz sorunlu da yazdığım bazı harfler çıkmıyor okurken de gözümden kaçıyor. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, hadi beni şaşırtın! | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:46 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik - Komedi Okul
30. Bölüm
----------------------
Woo Joon dudaklarını Soo Jin'in alnından özenle çekerken, genç kızın kapalı gözlerine baktı ve gülümseyerek "Ya! Şimdi seni öpeceğim ama bu günaydın ve iyi geceler öpücüklerinden değil! Bu sana vereceğim en ama en özel öpücüğüm. Sakın gözlerini açma ve elini kaldırarak kalbime koy. Bekliyorum çabuk ol! ama sakın gözlerini açma!" dedi sert olmaya çalışarak.
"Neden ya?"
"Nedenini sorma!"
"Of... Tamam!"
Soo Jin, endişeli bir ifadeyle, elini sevdiği adamın kalbinin üzerine koydu. Aslında yüzündeki ifade endişeden çok heyecana benziyordu.
Genç adam kalbinin üzerinde bir el hissettiği an, elini Soo Jin'in elinin üzerine koydu ve genç kızın yüzüne yaklaşarak onun yüzünü incelemeye başladı. Gözlerini, burnunu sonra da genç kızın dudaklarını incelerken bulmuştu kendini. Kendi dudaklarını genç kızın dudaklarına yaklaştırırken boşta kalan eliyle genç kızın dalgalı saçlarını geriye doğru itiyordu.
Soo Jin ise o anda gözlerini hafifçe açıp neden bu kadar uzun sürdüğüne bakmak istemişti ama Woo Joon'un suratına bu kadar yakın olmak genç kızın hızla gözlerini kapatmasına ve suçlu, küçük bir çocuğun gözlerini açmamaya çabalaması gibi sıkmaya başladı gözlerini.
Woo Joon genç kızın gözlerini kapattığından emin olunca, ona biraz daha yaklaştı ve dudaklarını onunla buluşturdu.
Woo Joon dudaklarını genç kızın dudaklarına henüz değdirmişti ki fazla uzaktan gelmeyen sesle ikisi de birbirinden hızla ayrıldı. Sesin havuzdan geldiği belliydi, çünkü yüksek voltajda bir suya atlama sesiydi bu. Acaba akşamın soğuk rüzgarında kendini, buz gibi, suyun içine atacak kadar cesurdu?
"O seste neyin nesiydi?" Soo Jin'in sesi oldukça korku doluydu aslında korkulacak bir şey olmayabilirdi ama Ah Jung'un orada olma ihtimalini düşünürsek, Soo Jin'in korkması çok normaldi.
"Gidince öğreniriz."
~~~~~~
Byul Min yavaşça evin kapısında beklerken bir yandan da merdivenlerden inen Ji Hye'ye sesleniyordu.
"Çabul ol! Senin yüzünden oppamın yanına yaklaşan kızlara yetişemeyeceğim."
"Sen ciddi misin Byul Min? Gerçekten o kızlara saldıracak mısın?"
"Oppam için her şeyi yaparım. Tabii bir de kendi iyiliğim için."
Ji Hye üzerindeki parlak uzun elbisenin eteğini çekiştirerek, Byul Min'de kısa sarı elbisesinin verdiği güç ile koşturuyordu. Ne de olsa yetişmesi gereken bir harp vardı.
~~~~~~
"Sevgili mi bırakır mısın, Hyung Joon?"
"Bu kız... Senin sevgilin mi?"
Hyung Joon yavaşça geri çekildi ve Chae Min'i süzdükten sonra gülümseyerek "Bu kız senin tek geceliklerinden olmayı hak etmişse, beni layığıyla ağırlıyacağından şüphem yok." diyerek Chae Min ile dalga geçmeye çalıştı. Ama yaptığının sonucuna da katlanması gerekiyordu.
Chae Min kaybetmeyi sevmeyen iş adamı edasıyla gülümsedi ve ardından gayet sakin bir şekilde Hyung Joon'un yakasına asıldı.
"Söylediklerine dikkat et! Kiminle konuştuğunun farkındasın, değil mi? Şimdi defol git buradan!"
"Küçük beyimiz lütfen beni affedin. Haha... Ben kiminle konuştuğumu unutmuşum bir an. Çok özür dilerim, büyük bir şirketin varisiyle böyle konuşmamalıyım değil mi? Aptallık ettim, yalvarırım beni affedin. Asıl sen kim olduğunu sanıyorsun? Tek bildiğin etraftaki kızlara sarkmak ve canının istediğini yapmak! Nasıl bir patron olacağını düşünüyorsun? Bu arada bu kızın sevgilin olmadığına eminim. Sen ne zaman birini koluna takıp 'sevgilim' dedinki?"
Ah Jung sinirden ellerini yumruk yapmıştı ve tırnakları çoktan avuç için delmeye başlamıştı. Üzerindeki elbisenin kavgaya uygun olmadığını düşünerek sakin olmaya çalışsa da karşısındaki pisliğin hem kendisine hem de Chae Min'e hakaret etmesine dayanmak biraz zordu.
Chae Min kendisine söylenen lafları hiç duymamış gibiydi, çünkü bu sözleri duymaya artık alışmıştı. Ama Ah Jung'a smylediği lafı kaldıramıyordu ve sinirden boynundaki damarları neredeyse canlı görüntü veriyordu.
Etraftaki herkes olanlara korku ile bakarken, baş roller sadece sessizce olduğu yerde duruyordu.
Chae Min öfkeyle yutkundu ve Hyung Joon'un yanına yaklaşarak "Ona söylediğini bir daha söylesene." dedi, neredeyse kırmızı elbisesi ile konbine olmuş Ah Jung'u işaret ederek.
"Senin artığın desem, daha doğru olur sanırım.."
Hyung Joon bunu söylerken neşeyle ve intikam duygusuyla gülümsüyordu ama Chae Min için aynısı söylenemezdi.
Chae Min gözlerini kapatarak Hyung Joon'den biraz uzaklaştı ve hızla onun karnına bir tekme attı. Ardından da bir kafa attı, sonrada bir yüzüne bir yumruk atarak Hyung Joon'un hareket etmesini neredeyse tamemen engellemişti. Genç adam, Hyung Joon'u yere serdikten sonra onu yakasından tutarak havaya kaldırdı ve onun kanlı yüzüne bakarak "Hadi şimdi bir daha söyle!" dedi gülümseyerek.
"Senin ar..."
Hyung Joon konuşmasını daha fazla sürdürememişti, çünkü Chae Min onu tuttuğu gibi büyük havuzun içerisine fırlatmıştı.
"Kapat o çeneni! Bir daha da gözüme gözükme, anladın mı?"
Chae Min büyük bir dövüşten sağ çıkan tek adam gibi derin bir nefes aldı ve havuzun yanına yaklaşarak Hyung Joon'un kafasını sudan çıkarttı. Eliyle Hyung Joon'un ıslak saçlarını tutarken bir yandan da memnuniyetle gülümsüyordu.
"Eğer bir daha o kız hakkında kötü konuştuğunu duyar veya görürsem... Seni öldürürüm, anladın mı? Birazdan benim kavgayı çok seven arkadaşlarım sana yardımcı olacak, benim için bir iyilik yap ve seni kapatacakları yerde sessiz dur. Çünkü yan komşuların senin sesinle uyanmasını hiç istemem. Merak etme fazla acıtmayacaklar! Sakın ağlayayım falan deme, tamam mı?"
Chae Min sıkıca tuttuğu Hyung Joon'un kafasını hızla suya itti ve yerinden doğrularak Ah Jung'un yanına gitti.
Genç kız şaşkınlıkla olanları izlerken bir yandan Chae Min'in onu kolundan tutup çekiştirmeye başladığını fark etti.
"Ya! Bırak beni! Nereye götürüyorsun?"
Genç adam Ah Jung'un kolunu sıkıca kavramaya devam ediyordu. Bir an önce oradan uzaklaşmak istiyordu ama Ah Jung'u da alıp gitmek istiyordu. Tam bahçeden çıkıyorlardı ki karşılarına Byul Min ve Ji Hye çıktı.
Byul Min oldukça telaşlı ve üzgün görünüyordu. Ji Hye ise aşırı derecede şaşkın ve heyecanlı.
"Oppa, duyduklarım doğru mu? Bu kız senin sevgilin mi gerçekten?"
"Bunları daha sonra konuşuruz Byul Min, şimdi gitmemiz gerek.."
Chae Min koşar adımlarla evden uzaklaşmaya devam ediyordu ki Ah Jung'un sertçe elini geri çekmesiyle olduğu yerde durakladı.
"Yeter Chae Min! Ne yaptığını sanıyorsun? Beni her istediğin yere böyle sürükleyebileceğini mi sanıyorsun?"
Chae Min suçlu gözlerle Ah Jung'a bakmaya devam ediyordu ama cevap veremiyordu. Ah Jung ise içindeki tüm öfkeyi Chae Min'e kusmakta kararlıydı.
"Sen kimsin ki beni korumaya çalışıyorsun? Ha? Cevap ver! Babam ve senin gibiler yüzünden tüm erkeklerden nefret ediyorum. Aynı babama benziyorsun, biliyormuydun? Hareketlerin bana babamı anımsattığı için seni görmeye dayanamıyorum."
"Ah Jung... Bak ben..."
"Konuşma! Hiçbir şey duymak istemiyorum." dedi Ah Jung gözlerindeki yaşlara engel olmak için çabalarken.
Chae Min genç kızın gözlerinden akan yaşı görünce bir an duraksadı ve nemli gözlerle ona yaklaştı.
"Ben senin babana benzemiyorum Ah Jung! Asla da onun gibi olmayacağım. Neden böylesin? Neden bana hep kilitli bir kapının ardından bakıyorsun ve neden kimsenin sana yaklaşmasına izin vermiyorsun..."
Chae Min elini Ah Jung'un yüzüne getirdi ve gözlerinden akan yaşları silmeye başladı.
"Ve kimsenin sana dokunmasına..."
Chae Min elini hışımla çekti ve Ah Jung'a özlem dolu gözlerle bakarak "İşte bu yüzden benim sana olan aşkımı göremiyorsun! Seni seviyorum, görmüyor musun?" dedi yüksek sesle, bağırarak.
30. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:46 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik - Komedi - Okul
31. Bölüm
-----------------------
Ah Jung duyduklarının şokundan henüz çıkamamıştı ki, Chae Min hala konuşmaya devam ediyordu.
"Bana güvenmen için ne yapmam gerekiyor?"
Ah Jung yere eğik başını hızla Chae Min'e çevirdi ve şaşkınlıkla genç adamın gözlerine bakmaya başladı. Ne demişti az önce? Seni seviyorum mu? Olamaz! Ah Jung ne cevap vereceğini bilmiyordu, daha büyük bir sorun ise; Ona güvenebilecek miydi?
"Chae Min, bak ben..."
Chae Min genç kızın karanlıkta bile en değerli mücevher gibi parlayan gözlerine bakarken onun konuşmasını istemiyordu. Ters bir cevap alabileceğinden korkuyordu. Genç adam, Ah Jung konuşmasını engellemek istemesinden ve genç kızı öpme isteğine yenik düşmesinden dolayı, hızla genç kıza yaklaşmaya başladı. Gitgide Ah Jung'un suratına daha da yaklaşıyordu ve bu da genç kızın gözerinin, yırtılmasını önemsemeden, açılmasına sebep oluyordu. Bir yandan da bedeninin üst kısmını -Chae Min'den kaçmak adına- geriye doğru itiyordu.
Ah Jung geriye çekildikçe Chae Min onun üzerine gitmek istiyordu ama genç kızı fazla zorlamak ve ondan dayak yemek istemiyordu. Genç adam bedenini ve Ah Jung'u dudaklarına yapışmak için can atan dudaklarını yavaşça geriye çekti. Suratına da ukala bir gülümseme koyarak gözlerini genç kıza dikti.
Genç kız, Chae Min'in kendisinden uzaklaştığını görünce, var olduğundan haberinin olmadığı paranın bir anda cebinden çıkmasına gülümseyen biri gibi gülümsedi. Ama gülümsemesini, önüne düşen saçları ile Chae Min'den saklamayı başarmıştı. Gerçekten sevinmişti, çünkü buna hazır değildi ve hazır olacağını da sanmıyordu. Gözerini tekrar zemine dikti ve derin bir nefes alarak düşünmeye başladı. "Ne demeliyim? Konuşmak isteyince bana böyle engel mi olacak? Susmamalıyım! Susamam!"
"Bana gerçekten iyi biri olduğunu göstermekle başlayabilirsin." dedi genç kız oldukça kısık ve isteksiz bir ses tonuyla.
"Ne? Başlayabilirsin derken? Devamı da mı var?"
Chae Min şaşkın bakışlarla Ah Jung'a bakarken sol taraflarından birinin ayak sesleri geldiğini fark etti. Karanlık olduğu için uzak yerler gözükmüyordu, bu da genç adamın az da olsa tırsmasına sebep olmuştu.
"Kim var orada?" dedi ürkek bir sesle Chae Min, sonra da Ah Jung'a biraz daha yaklaştı. Genç kız ise ondan bir adım kadar uzağa çekildi.
Ji Hye koşmaktan perişan olmuş bir halde ikilinin yanına koşuyordu. Nefes nefese olmasına rağmen alaylı bir ses tonuyla "Ateş etmeyin benim, Ji Hye!" diye bağırdı.
Sesi vardıktan bir kaç saniye sonra genç kızın bedeni karanlığı yararak ortaya çıktı. Yeni elbisesi koşmaktan kırışmış ve yeni yaptığı saçları da rüzgardan birbirine girmişti ama bu halde bile genç kız arkadaşını aramayı bırakmamıştı.
"Yoruldum!" diye inledi genç kız, ellerini dizlerine dayayarak bir süre nefes alıp verdi. Nefes alış verişi düzgün bir hal alınca "Chae Min neden onu alıp götürüyorsun? Sizi bulacağm diye canım çıktı az kalsın. Neyse, Ah Jung gitmemiz gerekiyor şimdi. Soo Jin senin bulamayınca çok endişelendi, deli gibi geziyor etrafta. Hemen gidelim!" diye sitem etti, kız arkadaşına bakarak.
"Tamam gidelim."
Ah Jung, Chae Min'den kurtulmanın verdiği heyecanla ve sevinçle, Ji Hye'ye doğru henüz bir adım atmıştı ki olduğu yerde bir süre durakladı. Ters giden bir başka şey ise genç kızın bedenin yarısı çamura batmış bir adam gibi çökmüştü.
"İnamıyorum, topuğu kırıldı lanet ayakkabının! Hep senin yüzünden!" Genç kız bakışlarını kırık topuğundan alıp Chae Min'in şaşkın suratına çevirdi ve genç adama öfkeyle bakmaya başladı.
Genç adam şaşkınlıkla açtığı ağzını kapatmadan kendini savunmaya başladı.
"Benim yüzümden mi? Asıl ben inanamıyorum! Ne zaman ayağına eğilip de ayakkabınla uğraşım ya da ne zaman ayakkabına vurdum da kırdım?"
"Ya! Beni buraya kadar peşinde sürükleyen ve on(!) metre topuklarla koşmama sebep olan kişi kimdi acaba? Hepsi senin suçun, şimdi nasıl yürüyeceğim bu halde?" Genç kız öfkesini etrafa kusarken Chae Mi onun sinirli suratına hayranlıkla bakıyordu. Bu da Ji Hye'ni gözünden kaçmamıştı.
Ji Hye içten bir of çekti ve A Jung'u kızarmış suratın bakarak "Ben şimdi Soo Jin'i arar, ayakkabılarını getirmesini söylerim. Biraz bekleriz ama." dedi isteksizce.
Genç kız elini telefonuna henüz götürmüştü ki, yanından gelen çığlıkla kafasını kaldırı Ah Jung'a bakmaya başladı.
Ji Hye'nin tavsiyesini hiç beğenmeyen Chae Min, Ah Jung'u belinden kavradığı gibi omzuna yerleştirmişti. Tıpkı yükünü omzuna atıp yola çıkan bir yolcu gibi. Bu bir kere daha olmuştu ama genç kız şimdi daha öfkeliydi.
"Ya! İndir beni çabuk! Bunu bir daha yapmaya nasıl cesaret edersin? Ha? Çabuk indir beni!" Genç kız etrafa çığlıklar atarken Ji Hye'de onların bu halini şaşkınlıkla izlemeye koyulmuştu. Yüzünde aptal bir gülümseme ve aklına gelen onca olanak...
"Bütün bunların sorumlusu bensem, sorumluluğu almam gerek, değil mi? İşte bu yüzden bunu yapmam gerekiyor. Yoksa ayakkabıları değiştirmeyi mi tercih edersin?"
Chae Min bir yandan yolu yarılamanın verdiği mutlulukla gülümsüyor, bir yandan da sevdiği kızı omzunda taşımanın verdiği keyifle sırıtıyordu. Genç adamın suratındaki ifadeyi gördükten sonra gülmeye başlayan Ji Hye'de onları arkadan geriden ediyordu.
Yeni bir aşk mı doğuyor, yoksa var olan aşkın ateşi mi körükleniyor?
~~~~~~
Byul Min ve Tae Sun masalardan birinde oturmuş parti konuklarının dağılmasını izlerken, neredeyse boş olan bahçede; Soo Jin endişeyle havuzun etrafında tur atarken, Woo Joon'da onun peşinden gezerek sakinleştirmeye çalışıyordu ama bu biraz zordu. Ji Hye ise kontrol edemediği bir tutkuyla onları izliyordu.
"Sakin ol Soo Jin. Onu götüren Chae Min'di, ona zarar vermez. Hem zarar verecek biri varsa o da Ah Jung'dur, bunu sen de biliyorsun. O zaman benim de arkadaşım hakkında endişelenmem gerekmez mi?" diye sitem ediyordu Woo Joon ama önünde yürüyen Soo Jin'in arkasına dönüp, korkutucu gözlerle ona baktığı ana kadar.
"Saçmalama Woo Joon, önlerine çıkan arabayı Ah Jung'un tekmeyle uçurabileceğini mi sanıyorsun? Ya araba falan çarparsa, kızlar Chae Min'in çok sinirli olduğunu ve koşturduğunu söyledi. Umarım..." Soo Jin'in lafını kesen arkalarından gelen çığlık sesleri ve Chae Min'in "Biz geldik!" bağırtısıydı.
Ah Jung hala Chae Min'in sırtında harp ederken üzerindeki mini elbisenin zarar görmesi onun için sorun değildi. Ne de olsa beğenerek almamıştı!
Chae Min havuzun bitişiğinde durdu ve Ah Jung'u sırtından indirerek yere bıraktı. Ama bu bırakış biraz fazla yerde olmuştu, çünkü genç kızı resmen yere yatırmıştı. Ah Jung hızla yerden kalktı ve Chae Min'in dizine bir tane indirdi. Chae Min acıdan kıvranırken, genç kız sinirden karanlık gökyüzüne diktiği gözlerini yavaşça Soo Jin'e çevirdi.
"Şimdi rahatladım. Gidebiliriz kızlar." dedi derin bir nefe alırken Ah Jung, bir yandan da, elini dizine dolayıp "Ah!" diye bağıran Chae Min'i kesiyordu.
Byul Min ise asık suratını oturduğu sandalyeden kalkıp eve doğru yürürken herkesten saklayabilmişti. Kimse ufak kızın gittiğini fark etmemişti bile. Peki, Byul Min neden duruma müdahale edip, oppasının yanındaki kıza saldırmamıştı? Yoksa bildiği bir şey mi vardı? Her neyse, o bu mutluluğa engel olabilecek en son insandı.
Soo Jin sevinçle arkadaşının gözlerine bakarken, aldığı repliğe karşılık olarak "Tamam gidelim." diyebilmişti sadece. Sonra da gözlerini Woo Joon'a dikerek "Siz geliyor musunuz?" diye sordu genç kız, olumlu bir yanıt istiyordu ama yanıt pek öyle değildi.
"Hayır biz gelmiyoruz, önce Byul Min'i halama bırakacağız. Siz şimdi şoför ile gidin, biz başka araba ile geliriz. Ben ve Sung Mo halama gidiyoruz, Tae Sun ve Chae Min'de sizinle gelir. Ben gelince ararım seni." Genç adam son cümleyi sevgilisinin kulağına eğilip söylmişti, bu yüzden Sung Mo ve Eun Joo'dan "Oo..." sesleri yükselmeye başlamıştı.
Woo Joon öldürücü gülümsemesini Soo Jin'e gösterdikten sonra hızla Sung Mo'nun yanından geçerken kardeşinin omzuna çarpmayı da unutmamıştı.
"Byul Min'i gördünüz mü?" diye etrafa bakmaya başladı Sung Mo, bir yandan da "İnşallah kaybolmuştur." diye geçiriyordu içinden. Ama onu gerçekten bahçede bulamayınca biraz telaşlanmıştı. Tae Sun ise birden ayağa fırlayarak "Az önce buradaydı, eve girmiştir herhalde." dedi ve Sung Mo ile birlikte eve doğru yürümeye başladı.
Chae Min ise o mesele ile fazla ilgilenmiyordu hatta gözü Ah Jung'dan başkasını görmüyordu da denebilirdi.
~~~~~~~
Byul Min elindeki bavulu çekiştirerek kapının önüne koydu ve nemli gözlerini elinin tersi ile kuruladı. Kapıya yaslanmış onu götürecek kişileri bekliyordu ki, birden Tae Sun ile Sung Mo'yu fark etti. İkisi de telaşla etrafa bakınıyordu ki Byul Min'i görünce ikisi de derin bir nefes aldı. Sung Mo, ufak kızın bavulunu eline aldı ve "Hadi bakalım küçük hanım, şimdi seni evine bırakıyoruz." dedi sevimli gözükmeye çalışarak ama Byul Min karşısında hiç şansı yoktu.
Ufak kız hiç havasını bozmadan genç adamların önünden yürümeye başladı. O sırada Sung Mo sinirden dişlerini sıkarak "Bu kız... Bu kız bir büyüsün, onun sevgilisine yapmadığım şey kalmayacak!" diyerek öcünü aldığı günlerin hayalini kurmaya başladı.
Arka arkaya iki arabadan öndekine binen Byul Min, kafasını camdan çıkarttı ve gizlice arka arabaya binenlere bakmaya başladı.
Tae Sun arkadaki arabanın şoförünü indirdi ve şoför koltuğuna bindi, yanına Chae Min arkaya da kızlar sıkışmıştı. Gerçi araba yeterince büyük ve arka koltuğu dört genç kızı rahatça aldı.Byul Min ise rahatsız edici bakışlarını, ancak Woo Joon'un arabaya binmesiyle önüne çevirmişti.
"Şimdi annene kavuşma zamanı. Ha, kızlarla vedalaşmak ister misin? Onlar gitmeden çabuk olsan iyi olur." Woo Joon gayet sevecen davransa da Byul Min'in suratını şu anda kimse güldüremezdi.
"İstmiyorum, hem hiçbirini sevmedim. Oppa sen de evlenecek başka bir kız bulsan iyi olur, o kızın bize alışacağını sanmıyorum." Ufak kız konuştukça etraftakileri kırmaktan başka bir şey yapmıyordu ama Woo Joon böyle durumlara oldukça alışıktı. Genç adam gülümsedi ve elini direksiyon da gezdirerek "O bize alışamazsa, ben ona alışmaya hazırım." dedi ve sakin bir şekilde arabayı çalıştırdı.
~~~~~~~
Kızlar teker teker apartmana girerken Ji Hye onlara üzgün bir şekilde el salladı ve "Yarın görüşürüz kızlar." diyerek arabanın kapısını kapattı. Chae Min'de kızlarla birlikte inmişti, Tae Sun ise Ji Hye'yi bırakmaya gidiyordu.
Ji Hye'nin evinin önüne gelince Tae Sun arabadan indi ve Ji Hye'ye eve kadar eşlik etmek istedi. Ji Hye ise nazik bir şekilde kabul etti. Evin önüne galdiklerinde Ji Hye duraksadı, bunun anlamı da 'Buradan sonrasına kendim gidebilirim'den farklı değildi.
"Şey... O zaman iyi geceler." diyerek gülmsedi Tae Sun, Ji Hye'de ona karşılık olarak "Sana da. Yarın görüşürüz." dedi ve evine doğru yürümeye başladı. Yürürken bir yandan da sessizce sayıyordu. "Bir, iki, üç..."
"İyi geceler... Tekrardan." Genç adam pot kırdığını düşünürken, Ji Hye gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Sanada... Tekrardan!"
~~~~~~
Soo Jin elinde telefon koltuğa büzülmüş beklerken bir yandan aklının telefonda olduğunu kızlara belli etmemek için televizyon izliyormuş gibi yapıyordu. Ama oyunculuğu pek de iç açıcı değildi. Eun Joo elinde bir tabak ramenle salona girdi ve koltuğa tam otururken Ah Jung'un aç bakan gözleriyle karşılaştı. "Hayır, yemeğimi almazsın! Olmaz!"
İki arkadaş evde ramen kavgası yaparken Soo Jin çalan telefonuyla yerinden sıçradı ve arkadaşlarına dönüp "Sessiz olsanıza!" diye bağırdı ama ses hala devam ediyordu. Genç kız telefon elinde hızla evden dışarı çıktı. Evin kapısını kapatmak için kapıya yeltenirken bir yandan da telefondaki sevgilisine ses veriyordu. "Efendim, Woo Joon."
Genç kız kendi evlerinin kapısına doğru bakarken arkadan gelen iki el onun belini aniden sarmıştı. Soo Jin kendini sapığın ellerinden kurtarmak için çabalarken telefonu da hızla yere atmıştı. Arkadaki insan ise kıkırdayarak genç kızı serbest bırakmıştı. Soo Jin arkasına döndüğünde ona sarılanın Woo Joon olduğunu görünce "Ya! Manyak mısın? Ödümü koparttın!" diye bağırmaya başladı.
"Sakin ol, benim!" dedi genç adam gülümseyerek, gözleri de genç kızın yüzüne bakıyordu. Ama genç kızın o kadar neşeli olduğu söylenemezdi.
"Bak sana ne aldım." Woo Joon elindeki paketi hızla Soo Jin'e uzattı. Buna gözüne soktu da denebilir. Genç kız paketi istemsizce aldı. Küçük pembe bir hediye paketiydi; görünüşünden ne kadar pahalı olduğu anlaşılıyordu. Genç kız yavaşça paketi açtığında gördüğü şey onun gülümsemesine sebep olmuştu. Şirin bir kolyeydi pakette ki, şirin ama çok pahalı. Genç adam pişkinlikle yaptığına böbürlenirken, genç kız sadece gülümsüyordu.
"Teşekkür ederim."
"Hayatım da hiç böyle kuru ve basit bir teşekkür almamıştım. Bu anı bana yaşattığın için sağol."
Soo Jin yine de gülümsüyordu, başka ne yapabilirdi ki. Woo Joon hızla ona yaklaştı ve kolyeyi tek hamlede eline alarak genç kızın boynuna taktı. Sonra da yaptığı müthiş resme bakan bir ressam gibi Soo Jin'i izlemeye başladı.
"Çok yakıştı!" Ganç adam elini genç kızın yüzünde gezdirirken bir yandan da onun gözlerinde kaybolmanın keyfine varıyordu. "Hani o veremediğim en özel öpücük varya, işte şimdi veriyorum."
Woo Joon dudaklarını Soo Jin'in dudaklarıyla buluştururken bunun özel olması için kalbini de Soo Jin'e veriyordu.
~~~~~~
Bay Chae Woong arkasında bavullarını taşıyan konvoyla birlikte havaalanından çıkarken, yüzündeki ifade yakıp yıkmak için can atıyordu.
31. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:46 pm | |
| Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik - Komedi - Okul
32. Bölüm
Günün ilk ışıklarıyla gözlerini aralayan Woo Joon için uyanma vakti gelmişti. Başındada, yılbaşı çanları gibi çalan telefon alarmı da uyanması için bir başka sebepti tabii.
Genç adam gülümseyerek yataktan doğruldu ve güneşe hasretle bakarak kollarını iki yana açtı, esnemeye basladı. Uyandığını tam anlamıyla hissedince ayağa kalktı ve giysi dolabına doğru yürümeye başladı. Karşısında yine; giydiği zaman buruşmasın diye binbir takla attığı pantolonu ve gömleği vardı. Ütüleye(bile)cek kimse olmadığı için, dört genç giysilerini olabildiğince dikkatli kullanıyordu ama bu sabah Woo Joon'unkinde bir sorun vardı. Yoksa neden genç adam, karşısındaki giysilere böyle şaşkın bir sekilde baksın ki?
Askısından ayrılıp yere düşmüş bir pantolon ve ondan önce kendini yere atıp, kendisinden ağır olan pantolon tarafından ezilmeye mahkum ince, beyaz bir gömlek... Bu görüntü Woo Joon'un suratının birbirine girmesine yetmişti.
-------------
Soo Jin esneyerek kendini salona attığında, Ah Jung ve Eun Joo'nun televizyon karşısında uyuyakaldığını fark etti ve hızla mutfağa doğru koşmaya başladı. Tekrar salona geldiğinde bir elinde kepçe, diğer elinde de ince, demir bir tava vardı.
İki demir hızla ve belli bir ritmle birbirine çarparken Ah Jung ve Eun Joo'nun korku içerisinde uyanmaması imkansızdı.
İki genç kız koltukta birbirine yaslanmış bedenlerini aniden salon halısının üzerinde birbirine girmiş bir halde bulmuştu. Öfkeyle yerden kalkan Ah Jung gözlerini açmaya çalışırken karşısında elindekileri birbirine vurup ses çıkartmaya çalışan Soo Jin'i bulmuştu ve genç kızın içini kötü bir intikam duygusu kaplamıştı.
"Ya! Gel buraya çabuk! O kepçeyi kulağına sokacağım." diyerek Soo Jin'i kovalamaya başladı genç kız.
Gözlerinden ateş fışkırsa da, yüzü domates gibi kızarsa da, elleri sinirden tir tir titrese de; Ah Jung en iyi arkadaşına zarar veremezdi. Genç kızı aklına gelen en hain plan, Soo Jin'i banyoya götürüp baştan aşağı ıslatmaktı.
"Yakalayamaz ki!" Soo Jin evin etrafında bu cümleyi söyleyerek koşuyordu ki, bir başka Soo Jin zede -Eun Joo- genç kızı bacağından tuttuğu gibi yere sermişti.
"Şimdi göreceğiz, kim yakalayamaz mış?" Ah Jung sinsi bir gülümseme ile Soo Jin'in yanına yaklaşırken, Soo Jin'in ağzından çıkanlar genç kızın gözlerini patlamaya bir bombaya çevirmişti. "Sakın yaklaşma! Yoksa dün gece bize anlattığın şu ilan-ı aşk varya... Chae Min'e gider senin de onu sevdiğini söylerim."
Ah Jung zorlukla yutkundu ve bozuntuya vermemek için kollarını göğsünün altında birleştirdi. Sonra da sinsi bir ifadeyle sırıtarak "Eğer ki öyle bir şey yaparsan, ben de gider Woo Joon'a 'Soo Jin dün gece ona verdiğin kolyeyi fazla ucuz bulmuş, daha pahalısını istiyor.' derim. Hangi yalan daha küçük düşürücü sence? Ya da kimin yalanı daha aşağılayıcı?"
"Ama senin Chae Min'in aşkını kabul etmiş olman yalan değil ki!" Bu sefer sessiz prenses yüksek bir sesle konuşmuştu. Bunları söyleyen Eun Joo bir yandan da Ah Jung'a imalı bakışlar atıyordu.
Ah Jung gözlerini yerde iki büklüm yatan Soo Jin'den aldı ve kendisine adam öldürmüş gibi bakan Eun Joo'da sabitledi. Genç kız oldukça tedirgin ve bir o kadar da şaşkındı. Chae Min'i sevdiğini herkes biliyordu da, bir kendisi mi bilmiyordu? Yoksa kabullenmek mi istemiyordu? Peki ya... Kabullenmeli miydi?
"Bu kadar yeter kızlar! Şimdi herkes odasına gitsin ve ütülenecek eşyalarını getirsin. Ütüyü ben yapacağım o yüzden hızlanın!" Soo Jin duyuru yapan tellal gibi, var gücüyle bağırmıştı. Artık istemese de kapının çalınması zorunlu kılınmıştı.
Soo Jin kapıyı açmak yerinden kalktı ve gülümseyerek kapıyı açtı. Karşısında elinde bir kaç giysi ile dikilen Woo Joon'dan başkası yoktu. Üstelik genç adamın ukala ve yalaka bir pozisyonda durmasıda genç kızı bir kez daha şaşırtmıştı.
"Duyduğuma göre bugün ütü seninmiş. Sevgilinin okul kıyafetlerini de ütülersin değil mi aşkım?"
Soo Jin gözlerini kısarak "Sen nereden biliyorsun ütüyü benim yapacağımı? Aşkım?" diye sordu. Şaşkınlığını gidermek için de olsa, fazlasıyla zor bir soru sormuştu. Ama Woo Joon böyle sorular için her zaman ki gibi hazırlıklıydı. "Gerçeği söylemek gerekirse, uzun zamandır 'bunları ütüleyebilir misin' diye sormak için bekliyordum, ama... Şey, biraz utandım açıkcası. Sonra birden bir ses 'Ütülenecekleri getirin' diye bağırdı. Ben de bundan faydalanayım dedim ve işte karşındayım!"
Soo Jin gözlerini yere devirdi ve bir süre Woo Joon'a bakmamaya gayret ederek, düşündü. 'Benim sevdiğim adam, bir ütü bile yapamayacak kadar beceriksiz mi?' Cevabı da genç kızda saklıydı. 'Evet, öyle!'
"Açık sözlü olduğun için kabul ediyorum. Yoksa hayatta ütülemezdim." Soo Jin isteksizce Woo Joon'un elindeki giysileri aldı ve Woo Joon'un suratındaki mutluluğa bakarak kapıyı kapatti.
"Şimdi çocukları uyandırma zamanı." Woo Joon hışımla kendini eve attı ve aklına gelen ilk uyandırma tekniğiyle Chae Min'in odasına daldı.
Chae Min yatağında mışıl mışıl uyurken Woo Joon'un aklından çok kötü şeyler geçiyordu.
Genç adam yavaşça Chae Min'in yanına uzandı ve beklemeye başladı. Chae Min ise olanlardan habersiz bir şekilde yanında yatan kıza(!) sarıldı. Woo Joon iğrenerek Chae Min'e baksada başarılı bir iş çıkartmak istiyordu, işte bu yüzden dayanmak zorundaydı.
"Ah Jung? Sen mi geldin?" Genç adam, Woo Joon'a daha sıkı sarılırken bunları söylüyordu. Elini Woo Joon'un saçlarında gezdirirken de; "Ah Jung sen saçını mı kestirdin?"
Chae Min gözleri kapalı bir şekilde hayaller aleminde gezinirken Woo Joon kendini daha fazla tutamadı ve kıkırdamaya basladı. Chae Min ise gözlerini yeni yeni açıyordu.
"Ha ha, aptal şey kalk hadi! Ben Ah Jung değilim. Okula geç kalacağız." Woo Joon bir yandan da eliyle karnını tutuyordu, patlama ihtimaline karşı.
"Sen benimle oyun oynarsın, öyle mi?" Chae Min hızla yatağından çıktı ve Woo Joon'a doğru koşarak, ona karşı bir hamle yapmak istedi ama o sırada gözlerinin önüne Ah Jung, aklina da söyledikleri geldi. "Bana iyi biri olduğunu kanıtla..."
Chae Min hızla geri çekildi ve Woo Joon'a gülümseyerek baktı. "Uyandırdığın için teşekkürler dostum."
"Dostum sen... İyi misin?" Woo Joon şaşkınlıkla, Chae Min'in neden kendisine vurmadığını düşünüyordu ki kapının çalınması bu düşünceleri bozan başlıca unsur olmuştu.
Woo Joon hayretler içerisinde kapıya koşarken Chae Min de üzerindeki atleti çıkartıp gömleğini giymek için hazırlanıyordu.
"Al, bunlar senin! Ne kadar çabuk yaptım değil mi? Şimdi çekil, benim Chae Min'e söyleyeceklerim var." Soo Jin nefes almadan konuştuktan sonra elindekileri Woo Joon'a verdi ve onu kenara iterek Chae Min'in odasına doğru yürümeye başladı, daha doğrusu koşmaya...
Woo Joon'un cığlıkları; elindeki elbiseleri incelemesinden dolayı biraz geçikmişti ve sesi oldukca tiz çıkmıştı. "Dur, girme!"
"Neden..." Soo Jin daha lafını bitirmeden Chae Min'in odasına girince; Chae Min'in çıplak, üst bedeniyle tanıştı. Genç kız gözlerini kapattı ve özür dileyerek kendini odadan dışarı attı. "Çok özür dilerim."
Woo Joon üst dudağını havaya kaldırarak söylediği öfke dolu sözleri, hala şaşkın olan genç kızın kulaklarına dolduruyordu. "Ben sana girme demedim mi? Memnun musun şimdi? Ha?"
"Of... Merak etme bir şey görmedim. Zaten buraya gelme amacım tamamen farklı."
"Amacının farklı(!) olduğu belli oluyor zaten!" Woo Joon 'birinci sınıfa giden bir öğrencinin kızgın tavırları' adlı oyunu bir güzel oynadıktan sonra yavaşça geri çekildi ve asık bir suratla beklemeye başladı.
Genç kız sessizliği çok çabuk bozmuştu. "Dalga geçmeyi bırakacak ve beni dinleyecek misin? Yoksa elindeki giysileri alıp gitmemi mi tercih edersin?" Soo Jin gayet ciddi bir şekilde peş peşe soruları sıraladıktan sonra gözlerini Woo Joon'un elindeki giysilere dikti ve cevap beklemeye başladı.
Woo Joon pes bayrağını çekerek "Tamam, dinliyorum." dedi kısık bir sesle.
Soo Jin kollarını göğsünün altında birleştirdi ve "Chae Min'in de gelmesi gerek, biraz daha bekle." dedi gözlerini Chae Min'in odasının kapısında sabitlerken.
----- Seul Lisesi -----
Ah Jung kafasını özenle sıraya gömerken yanına oturan genci fark edememişti.
"Günaydın." Chae Min'in sesi olabildiğince içten ve son derece nazik çıkmıştı. Genç adam genelde bu tekniği barda kız tavlamak için kullanırdı ama o zamanlar sesi bu kadar içten çıkmazdı.
Ah Jung kafasını sıradan kaldırdı ve bozulan saçını, umursamaz gözükmeye çalışarak, eliyle düzeltti. "Gü... Günaydın." Genç kızın çekingen tavırları Chae Min için bir ilkin yaşanmasına sebep oluyordu. O kaba, dövüşçü, sinir bozucu kız gitmiş, yerine utangaç, kibar ve hanım hanımcık bir kız gelmişti.
Chae Min tekrar bir şeyler söylemek için genç kıza dönmüştü ki, öğretmen sınıfın açık kapısından kendini içeri attı. "Günaydın çocuklar." Sesi solgun ve kısık çıkıyordu ki bu da onun hasta olduğunun en büyük göstergesiydi. Her gün koskoca sınıfı susturmak için kendini parçalamasının doğurduğu bir sonuç olsa gerek.
Öğretmenin selamına başıyla karşılık veren öğrenciler tekrar sıra arkadaşlarıyla koyu bir sohbete girişti. O sıra da Soo Jin hızla yerinden kalktı ve üzerine çevrilen gözleri umursamadan öğretmenin yanına yaklaştı. Öğretmene kısık bir sesle bir şeyler söyledikten sonra tahtanın önüne geçen genç kız, sınıfa şiir okumak için bekleyen küçük bir çocuk gibi, sınıfdaki fazla sesin kesilmesini bekledi. Bütün gözleri üzerinde hissettiği zaman -ki bu hiç de uzun sürmedi- konuşmasına başladı genç kız.
"Arkadaşlar, okulumuza bu sene katılan dört arkadaşımız; Tae Sun, Sung Mo, Chae Min ge Woo Joon için, herkesten onlara içimizden birileriymiş gibi davranmasını rica ediyorum. Bunu bütün okula duyurmanızı da istersem umarım(!) kabalık etmiş olmam."
Soo Jin konuşmasını bitirir bitirmez, dimdik tuttuğu boynuyla birlikte sırasına oturdu. Gülümseyerek yanındaki Woo Joon'a döndüğündeyse asık bir suratla karşılaşması bir olmuştu.
Genç adam gözünün ucuyla Soo Jin'i keserken bir yandan da kısık bir sesle konuşuyordu. "Oraya çıkıp benimle sevgili olduğunu söylemen gerekmiyor muydu? Yani diziler de hep böyle olur. En azından 'Woo Joon benim, kimse ona yaklaşmasın' da diyebilirdin. Bence bu okulda o güce sahipsin."
"Bu konuyu sonra tartışsak daha iyi olur bence. Çünkü şimdi saçma sapan konuları tartışacak havamda değilim." Genç kız parmakları arasında gezdirdiği kalemi hızla sıranın üzerinde sabitlerken Woo Joon'un gözlerini de üzerine çekmişti. Zaten Woo Joon'un gözlerini üzerinde hissetmediği bir dakikası ya var, ya yoktu.
-----------
Zil çaldığında sınıfta ki çoğu öğrenci haberi tüm okula yaymak için sınıftan koşarak çıkmıştı. Hatta hasta öğretmen bile bu haberi diğer öğretmenlere yetiştirmek için çantasını kaptığı gibi kendini sınıftan dışarı atmıştı.
Tae Sun ve Sung Mo birilerinin peşinden gelmelerini ister gibi yavaşça yürürken, istedikleri gibi Eun Joo zorla Ji Hye'yi kaldırdı ve onunla birlikte genç adamların önüne geçerek yürümeye başladı.
Chae Min ise hala Ah Jung'un yanında oturup Woo Joon ve Soo Jin ile kaş göz işaretleriyle anlaşmaya çalışırken, Ah Jung çoktan uykuya dalmıştı. Genç kız film izlemekten uyuyamadığı gecenin intikamını alırcasına mışıl mışıl uyuyordu. Bunu fırsat bilen Chae Min yavaşça Soo Jin'e yaklaştı ve kısık bir sesle konuşmaya çalıştı. "Plan başlasın."
Genç kız, Chae Min'in sınıftan çıkmasıyla birlikte Ah Jung'un yanına yaklaştı ve onu uyandırdı. "Canım, ben Woo Joon ile özel bir şeyler konuşacağım da, sen arka bahçede biraz dolaşsan nasıl olur?"
Ah Jung uykulu gözlerini Soo Jin'nin parlayan gözlerine dikti ve gözlerinin üzerine düşen saçlarını tek hamlede üfleyerek eski yerine getirdi. Ardından da asık bir suratla, kendi kendine söylenerek sınıftan çıktı. "Koskoca okulda başka yer mi yok? Var, ama beni uykumdan etmek daha tatlı geliyor!"
---------
Genç kız okuldan çıktığında derin bir nefes alarak temiz havayı ciğerlerinde depoladı. Şimdi biraz daha kendine gelmişti ve uykusu tekrar rota değiştirmişti. Genç kız kollarını iki yana sallayarak, ağır adımlarla -kimsenin nerdeyse hiç uğramadığı- arka bahçeye ilerlemeye başladı.
"Bu okul bu kadar boş ve sıkıcı olmak zorunda mı?" Genç kız sıkılmış bir suratla arka bahçede gezinirken, birden gözlerini kısarak ilerde, iki koca duvarın kesiştiği yerde; bir kızı kenara sıkıştırmış olan iki serseriye bakmaya başladı. "İşte bana iş çıktı" çanlarıyla olay yerine koşmaya başlayan Ah Jung'u durduran, hızla önünden koşarak geçen Chae Min olmuştu.
Genç adam, Ah Jung'dan önce olay yerine, koşar adımlarla ilerliyordu. Yüzünde aptal bir gülümseme ve aklında ki "İşte şimdi benimsin Ah Jung" düşüncesiyle iki serseriye yaklaşmıştı ki, aniden beyninde kırmızı alarmlar yanıp sönmeye başladı. Birinin gelip "NG" diye bağırması artık an meselesiydi.
"Bu adam da nereden çıktı şimdi?"
32. Bölüm Sonu
----Yorumların neden bu kadar azaldığını çok merak ediyorum açıkcası. Sıkıldınız mı, bölümleri mi beğenmiyorsunuz, çok mu yanlışım var, ya da anlatımımı mı beğenmiyorsunuz? Hatayı kendimde aramaktan nefret etsem de, siz yorum yapmayınca bunu yapmak zorunda kalıyorum. Sıkıldığızı düşünüp bir an önce bitirmeyi planlıyorum, böyle düşünmek de haklı mıyım? Bu arada, bu bölümü sırf siz beklemeyesiniz diye telefondan yazdım, yanlışlarım varsa affedin. | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:47 pm | |
| Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik - Komedi - Okul
33. Bölüm
•°•°•°• Geriye Bakış •°•°•
Soo Jin gözlerini Woo Joon'un elindeki gömlek ve pantolona dikmiş beklerken, Chae Min üzerindeki gömleğin düğmelerini vurarak onların yanına geldi.
"Benimle mi konuşmak istiyorsun Soo Jin?" Genç adamın gözleri Soo Jin'ydi ve merakla ona bakıyordu.
"Ah Jung'un da sana açılmasını sağlayacağız. Biz, yani üçümüz!" Soo Jin'den gelen bu çok ciddi laflar Woo Joon'un bir kulağından girip diğerinden çıkarken, Chae Min'in kulağına dünyadaki en güzel beste gibi geliyordu.
°•°•°•°•°
Üç genç salonda güzel bir fikir beklerken, bir anda birinin aklına bir fikir gelmişti. "Filmlerdeki gibi olsun! Genç ve savunmasız bir kız sokakta yürür ve üç serseri o kıza saldırır. Sonra da süper kahramanımız, yani Chae Min gelir ve hepsini döver! Böylece Ah Jung sana ısınır ve aşkını itiraf eder." Woo Joon yayıldığı kanepeden doğruldu ve onu dinleyen ikiliye dikkatle bakmaya başladı. "Nasıl fikir ama?"
Woo Joon'un ortaya koyduğu fikirle salondaki iki genç pişmanlık içerisinde derin bir nefes aldı. "Senden beklenecek en iyi ama yürürlüğe konulabilecek en berbat fikir! Salak şey, ben yetişmeden Ah Jung onları mahveder zaten." Chae Min, bir plan kuramamanın verdiği sıkıntı ile kafasını, kanepenin yumuşacık yastığına vurmaya başladı.
"Neden bu planı başka bir kızın üzerinde denemiyoruz? Hem oraya ilk giden Chae Min olursa, Ah Jung'un yetişmesi zor olur!" Soo Jin'in aklına gelen basit ama en azından yararlı fikirle genç adamın gözleri bir anda fal taşı gibi açıldı. "Harika, o zaman okulun arka bahçesinde bir kıza sarkması için iki tane adam buluruz. Sonra ben gelir onları döverim, kurtardığım kız bile bana 'kahramanım' edasıyla bakarken Ah Jung'da benden etkilenir, değil mi?"
°•°•° Geriye Bakış - Son °•°•°
"Nereden çıktı bu adam şimdi?" Chae Min donakalmış vücudunun tam karşısında olan ama bir türlü nasıl olduğuna anlam veremediği kavgaya müdahale etmek istese de, yolunda gitmeyen olaylar genç adamı bozguna uğratmıştı.
Kang Cheol, genç kızı sıkıştıran iki gence bildiği tüm dövüş teknikleriyle saldırırken, Ah Jung'un gözleri hayranlıkla bir kez daha açılmıştı. "Harika dövüşüyor." Genç kızın yüzüne aptal bir gülümseme koydurtan bu teknikler, tam da sahibinden öğrenilmelikti.
Peki ya, Chae Min'in kurduğu plan Kang Cheol yüzünden mi berbat olmuştu? O serserileri döven kişinin Chae Min olması gerekmez miydi? Verilebilecek en iyi cevap; Chae Min'in planı tamamen geri tepmişti, hatta direkt olarak Kang Cheol'a tepmişti. Tren raydan çıkmış Kang Cheol'a doğru ileeliyordu ve o treni durdurabilecek kişi de Chae Min'di.
Olayları pencereden izleyen Soo Jin hayal kırıklığıyla Woo Joon'a döndü ve kısık bir sesle "İnanamıyorum! Kang Cheol neden geldi ki?" diye ofladı.
"Anlamıyor musun? Kang Cheol'da Ah Jung'a karşı bir şeyler hissediyor.... Bence! Arabasını ödünç alacağım gün ilk başta vermek istemedi ama ben onu evde bir akşam yemeğine davet edince 'Ah Jung Hanım da gelecek mi?' diye sordu. Gelecek dediğim gibi anahtarı elime verdi. Neden bu kadar kolay olduğu üzerinde çok düşünmüştüm ama şimdi anlıyorum. Hatta arabası çizildiğinde beni arayıp, hiç ah
vah etmedi. Sence de hepsinin bir sebebi olmalı değil mi?" Woo Joon katili bulmuş bir dedektif edasıyla konuşuyordu ki, Soo Jin'in verdiği tepkiyle genç adamın gözlerindeki araştırmacılık ve detaycılık bir anda kayboluvermişti.
"Yeter Woo Joon! Bunlara gerek yok, ben zaten Kang Cheol'un Ah Jung'a nasıl baktığını görünce anlamıştım. " Soo Jin'in sesi olabildiğince tiz ve sinir bozucuydu ama Woo Joon ona, bu haliyle bile, sevgiyle bakıyordu.
°•°•°•°•°
"Süper dövüştün gerçekten. Harikasın!" Ah Jun hayretler içerisinde Kang Cheol'un yanına koşmuştu, üstelik onun yanına giderken donakalmış Chae Min'in yanından geçmişti ve genç adam bir kez daha hayal kırıklığı yaşamıştı.
Kang Cheol, Ah Jung'u başka bir tarafa doğru götürürken, kolunu genç kızın beline götürmüştü. Tabii konuşmakta olan Ah Jung belindeki hafif eli hissedememişti. Ama bu halleriyle tam bir çift gibi gözüküyorlardı, birbirlerine sevgiyle bağlı bir çift gibi...
"Seni görmek için gelmiştim ama bu olayı görünce dayanamadım ve bir el atayım dedim." Kang Cheol yaptığı marifeti(!) ballandıra ballandıra, yüksek sesle anlatırken Chae Min'de bu duyurudan payını almıştı.
Genç adam, sevdiği kızın başka bir adamla olmasına daha fazla bakmamak için koşar adımlarla kendini okula attı.
°•°•°•°•°
"Başka bir şey bulmalıyız, ama ne?" Chae Min aklını kurcalayan tüm ayrıntıları yanındaki Woo Joon ve Soo Jin'e anlatırken, Soo Jin'den gelecek tüm fikirlere açık olduğunu da belli ediyordu. Gözleri hep genç kızdaydı ama bu sefer yeni plan Woo Joon'dan gelmişti.
"Git ve ona; onu ne kadar sevdiğini söyle! Sonra da onu öp..." Woo Joon parlak fikrini dışa vururken etrafa çılgın bakışlar atmayı da ihmal etmiyordu. Ama nereye baktığı belli değildi, kim bilir bunları söylerken neler düşünüyordu? Kesinlikle Soo Jin'i...
Soo Jin oflayarak bodrum katının soğuk duvarına yaslandı. "Çok basit, değil mi?"
"Peki o zaman, sen niye kandın?" Woo Joon sevgilisine imalı bakışlar atarken, bacağına gelebilecek herhangi bir darbeden korunmak için de bacaklarını bir iki adım geriye çekti Ama demokraside de tükenmediği gibi, Soo Jin'de de çareler tükenmezdi.
Genç kız bu seferde Woo Joon'un kafasına doğru bir hamlede bulundu ve genç adamın beynindeki binlerce hücrenin katili oldu. Tabii genç kız orada hücrelerin olduğundan da şüpheliydi ama yine de katil damgası yemeye hazırdı. "Ya! Bir kere ben sana kanmadım! Tamam mı? Hem bu çok basit, başka bir şey düşünemez misin?"
"O zaman bu itirafı..."
°•°•°•°•°
Sung Mo elindeki meyve suyunu Eun Joo'ya uzatırken, annesininkine benzeyen o müthiş gülümsemesini de göstermişti kız arkadaşına. "Al canım."
Eun Joo ona uzanan eldeki meyve suyunu nazik bir şekilde kabul etti. Genç kızın en sevdiği şey, vişneli meyve suyuydu, bu yüzden genç kızın yüzünde güller açmıştı. "Çok teşekkür ederim, aşkım."
"Ben senin aşkım diyen dudaklarını..." Sung Mo hızla genç kızın dudaklarına yaklaşıyordu. Eun Joo genç adamın aklındakini anlamıştı ki, hızla geri çekildi. Bu ani hareketle genç adam kendini yerde bulmuştu.
Eun Joo kendisini öpmek için fırsat kollayan sevgilisine kızgın çocuk bakışları atarak "Öyle, hemen yapamayacağımı söylediğimi hatırlıyorum Sung Mo!" Biraz anlayış göstermek çok mu zor? Hem, biz niye hala kütüphanede buluşuyoruz? İlişkimizi bilmeyen yok sanırım!" diye bağırarak konuştu, sitem edercesine haykırıyordu genç kız. Nefes alışını düzene sokmaya çalışırken bir yandan da Sung Mo'nun yerden kalkışını izliyordu.
"Canım, özür dilerim. Ama..." Gen adam duraksadı ve az önce kısık olan sesini yükselterek "Tamam, bundan sonra istediğin yerde buluşuruz! Oldu mu?" diye bağırdı.
Genç adam dudaklarını büzerek kapıya yaklaştı, ilk çıkan o olmuştu. Ardından da Eun Joo, yaramazlık yapan çocuğunu azarlayan bir anne gibi olgun bakışlarla onu takip etmeye başladı.
"Bağırdığım için özür dilerim." Eun Joo elindeki son kozu denercesine yumuşatmıştı sesini.
Sung Mo ise hala asi ve kızgındı. "Özrün kabul edilmedi."
°•°•°•°•°
Chae Min okulun çıkış zilinin çalmasını büyük bir heyecanla beklerken, derse girmeyip Ah Jung' ders boyu izleyemediği içinde ayrı bir üzüntü içindeydi. Genç adamın mikrofon tutan elleri, ilk ameliyatına giren genç bir dpktorun makas tutan elleri gibiydi, tir tir titriyordu. Beklenen zilse çalmaya başlamıştı işte.
Zilin canlı melodisi uyuyan öğrencileri uyandırmak için hazırlanmıştı adeta. Bütün öğrenciler evlerine gitmek için, hiçbir derste göstermedikleri bir hızla hazırlanıyorlardı. Öğretmenler ise her zaman ki gibi şaşkınlıkla onları izliyordu.
Ah Jun yanındaki boş sıradan aldığı gözlerini çantasına çevirdi ve hazırlanarak Soo Jin'leri beklemeye başladı.
"Ah Jung, sen git. Biz biraz geç çıkacağız." Soo Jin gülümeyerek planın gereğini yaptıktan sonra sırasına oturup onun çıkmasını bekledi. Ah Jun sınıtan çıktıktan sonra ise plandan haberdar olanlar teker teker genç kızın arkasından çıktılar. Gizlice ve sessizce.
°•°•°•°•°
Chae Min çıkış kapısının orada, elinde mikrofonla dikilmeye devam ederken, yanından koşarak geçen onlarca öğrenciye bakarak iç çekiyordu. "Neden bu kadar çabuk gidiyorsunuz? Çok mu aceleniz var?"
Sonunda Chae Min'in gözlerinde Ah Jung'un yansıması gözükmüştü.
"Arkadaşlar, lütfen herkes bize iki dakikasını ayırabilir mi?" Genç adam çok heyecanlanmıştı, elindeki mikrofona konuşurken bir an nefesinin kesileceğini bile düşünmüştü.
Bütün öğrenciler evlerine gitmek yerine, durup Chae Min'e bakıyordu. Gerçekten işe yaramıştı.
"Sizden bir ricam olacak, basit bir şey. Yapabilir misiniz?" Chae Min'in sesi titredikçe öğrencilerden 'Evet' sesi daha da yükseliyordu.
Herkes gib Ah Jung'da merak içerisinde Chae Min'e bakıyordu. Onun yanına gidip 'Ya! Neden derse girmedin?' demek ve kafasına bir tane yumruk atmak istiyordu.
"Herkes kabul ettiyse, bu okulun en çatlak, en aptal, en aklı bir karış havada kızına, gördüğüm en iyi dövüşçüye... Kalbimin tek sahibi şu güzel kıza, aşkımı kabul etmesini söyler misiniz?"
Chae Min söylediklerinden sonra bütün kafalarda 'En iyi dövüşçü?' 'Ah Jung'u mu gösteriyor?' 'İnanamıyorum, Ah Jung'a mı aşık olmuş?' gib sorular gezmeye başladı.
Hayal kırıklığı, şaşkınlık, nefret, kıskançlık ve az da olsa hayranlık içeren bakışları üzerinde fazlasıyla hisseden Ah Jung, açık ağzıyla Chae Min'e bakıyordu. Böyle bir şey beklemediği her halinden belli oluyordu. "Ne dedi az önce o?"
Ah Jung şaşkınlığın en üst seviyesinden etraftaki kalabalığı izlerken kulaklarına bazı cırtlak kaba sesler onu ait olduğu yere, yani okulun ön bahçesine getirmişti. "Ne söylemem gerekiyor?"
Ah Jung'un fısıltı halinde söylediklerini duyan Soo Jin genç kıza arkadan yaklaştı ve elini onun omzuna koyarak "Onu sevdiğini hepimiz biliyoruz, sadecce kabul et." dedi ve geri çekildi.
Şeytan dürtmesi dedikleri tam da bu olsa gerek, çünkü Soo Jin'in dediklerinden sonra Ah Jung'un beyni aniden toparlanıp kararını vermişti.
"Ben... Ben... Galiba... Şey, sanırım... Bende seni seviyorum." Genç kızın ağzından dökülen inciler Chae Min'in elindeki mikrofonu da kendileri gibi yere çekmişlerdi. Genç adam şaşkınlığa ve mutluluğa yenik düşmeyerek, emin adımlarla Ah Jung'a yaklaştı ve genç kızın yüzünü avuçları içine alarak "Seni üzmeyeceğime söz veriyorum. Bu anı bana yaşattığın için çok teşekkür ederim. Seni seviyorum." dedikten sonra genç kızın alnına ufak bir buse kondurdu.
Bu kadar şaşkınlık, bu okulun öğrencileri için aşırı derece de fazlaydı. Özellikle de Ah Jung ve Eun Joo için. Ah Jun neyse de, Eun Joo neden bu kadar şaşkındı ve bu kadar sinirli?
°•°•°•°•°•°
"Ben aptalın tekiyim! Bak Ah Jung'a ve Soo Jin'e, ne güzel aşk itirafları aldılar ama ben? Pat diye kandım sana ama yanlış yaptım!" Eun Joo öfkeyle kolundaki çantayı tutmakta zorlanırken, arkasımdan onu takip eden Sung Mo ise pişmanlıkla konuşmaya başladı. "Benim bir suçum yok ki! Sen de zorluk çıkarsaydın bende böyle yapardım... Sanırım."
"Artık yapsanda istemiyorum!" Genç kız, kolunda durmamakla inatçılık eden çantasını hızla kolunun arasına aldı ve araya fark açmak için yoluna koşar adımlarla devam etti.
Sung Mo ona yetişmeceğini anlayınca duraksadı ve yanındaki ağaca yaslanarak bir süre soluklandı. Eun Joo'nun peşinden koşmak gerçekten yorucuydu.
Genç adam, bir süre soluklandıktan sonra tekrar yürümek için harekete geçtiğinde, karşıdaki parkta duran iki genç Sung Mo'nun gözüne oldukça tanıdık gelmişti. Ağaca yaslanmış bir kız ve onun başında dikilen bir adam... "Bunlar- Bunlar, Tae Sun ve Ji Hye değil mi?"
Sung Mo onlara daha yakından bakmak için yaklaştığında, sevgiyle parlayan iki çift gözü daha iyi görmüştü.
Ji Hye, Woo Joon'u unutmuş muydu? Yoksa Tae Sun'u Woo Joon'u unutmak için mi kullanıyordu? Ji Hye, Tae Sun ile oynuyor muydu?
Sung Mo'nun aklı çok karışsada, birbirine gülümseyen iki genç hakkında fazla kötü düşünmek istemiyordu. Sonuçta aşkı tatmak Tae Sun'un da hakkıydı ama Ji Hye onun için doğru kişi miydi? İşte bu soru Sung Mo'nun aklını fazlasıyla zorluyordu.
°•°•°•°•°
"Chae Min gerçekten de iyi yaptı." Tae Sun gülümseyerek gözlerini Ji Hye'ye çevirdi. Genç adam konuşmak konusunda biraz utangaç olsa da, Ji Hye'yi konuşturmak için biraz çaba sarf etmesi gerekiyordu.
Ji Hye yaslandığı ağaçtan ayrıldı ve çekingen bir tavırla, özenle taradığı saçlarını kulağının arkasına götürdü. Daha sonrada kısık bir sesle konuşmayı ele geçirdi. "Ama Ah Jung'ta hak etti. Babasının kalbinde bıraktığı acıyı umarım Chae Min tamamen yok eder. Ah Jung'un, onu gerçekten sevecek birine ihtiyacı var ve yine umarım ki, o kişi Chae Min'dir."
"Umarım...Peki ya, Sung Mo ile Eun Joo hakkında ne düşünüyorsun?" Tae Sun magazin programına soru sorar gibi hissetmişti kendini . Heyecanlı ve bir o kadar da meraklı. Ji Hye ise tam tersi, sakin ve sessizdi.
Genç kız ellerini göğsünün altında birleşti ve çok bilmiş, ukala bir öğrenci gibi karşısındaki soruya kıstığı gözleriyle odaklandı. "Eun Joo'nun şu anda kıskançlıktan kudurduğuna eminim. Güzel bir aşk itirafı almayı hepimizden çok istiyordu ama anlattığı kadarıyla Sung Mo ona 'Seni seviyorum' bile dememiş. Oysa ki hepimizin ki gibi onun hayali de muhteşem bir teklif almaktı."
"Peki ya, sen? Sen nasıl bir teklif almak isterdin?" Tae Sun ellerini cebine sığdıramıyordu, Ji Hye'nin vereceği cevap onun için oldukça önemliydi. Genç kız ise bu soru karşısında biraz tökezlemişti ama sivri zekası ona durumu toparlamasında yine yardım etmişti. "Söylersem sürprizi kaçmaz mı?"
Bu cevap bir ipucu muydu? Yoksa Ji Hye ortaya yem mi atmıştı? Tae Sun bu yemi yutmalı mıydı? Genç adam, Ji Hye'nin ki gibi sivri bir zekaya olamadığı için çok şanssız olduğunu bir kez daha kabullendi ve soru sorulmamış gibi varsayarak, konuşmaha başka yerden devam etti. "Şey... Hayalin, aşk itirafını Woo Joon'dan almak mıydı?"
"Evet," Genç kız duraksadı ve bu duraksama Tae Sun'un beynine büyük bir darbe gibi dank etti. "Öyleydi ama şimdi, asla öyle bir hayal kurmamam gerektiğini biliyorum. Şimdi de sen... Sen kimden itiraf almak isterdin?"
Tae Sun, Ji Hye'nin söylediklerini düşünürken sondaki soruyu fark edememişti. Ji Hye ise gözlerine gelen manzara ile bir kez daha hayal kırıklığı yaşıyordu. Tae Sun'un Soo Jin'e karşı olan manalı bakışları... Genç kız kendini yiyip bitiriyordu. Ama dayanamadı ve sordu. "Hala Soo Jin'e karşı bazı hislerin var, değil mi?"
Genç adam aldığı cevaptan çok kendisine sorulan sorunun şokuna girmişti. Tae Sun için Soo Jin sadece bir heves değil miydi? Artık Tae Sun için Soo Jin yoktu. Sadece anlık bir hevesti ve geçip gitmişti. Belki de Tae Sun öyle sanıyordu. Demek ki bu durum Ji Hye'nin gözünden kaçmamıştı. Genç kız, Tae Sun cevap vermedikçe olayın altını daha da eşeliyordu.
"Senin de onlardan farkın yok! Soo Jin'i unutmak için baaa yanaştın, değil mi? Ben seni seversem, belki ileride sende bana aşık olursun, öyle mi? Böylece en yakın arkadaşının sevgilisinden uzak durmuş olacaksın." Genç kız duraksadı ve delirmiş gibi sırıtarak devam etti. "Bir daha asla ama asla karşıma çıkma! Anladın mı beni? Asla!"
Genç kızın suratında ne bir hüzün ne bir öfke, ne de gözünde bir damla yaş vardı. Aklındaki her şeyi bir çırpıda söyleyip kurtulmuştu içindeki şüpheden. Peki, haklı mıydı? Tae Sun gerçekten de Soo Jin'i seviyor muydu? Genç adam bunun sasece geçici bir hayranlık olduğunu düşünse de, Ji Hye onun Soo Jin'e nasıl baktığını görmüştü. Doğru, Tae Sun'un Soo Jin'e olan bakışlarında hep bir kaybetmişlik, hep bir kıskançlık ve hep bir... Aşk vardı. Ji Hye işte bunun farkına varmıştı, sadece konuşmak için doğru zamanı bekliyordu.
°•°•°•°•°•°•°•°
Woo Joon neşeyle telefonu kapattı ve hızla evden dışarı attı kendini. İstikamet, karşı komşuydu.
Soo Jin kapıyı açar amaz karşısında ağzı kulaklarına varmış olan bir surat ve kabına sığmayan bir beden bulmuştu.
"Az önce halamla konuştum, amcam Seul'e gelmiş. Onu ziyaret etmeye ne dersin?"
33. Bölüm Sonu
°•°•°•°•°•°•
Gecikme, daha doğrusu çok fazla olan gecikme için özür dilerim ama bayram dolayısıyla yazamadım. Şimdi karşınızda benim çok beğendiğim bir bölüm var. Yarısını telefondan yazdım yine, yanlışlarımı mazur görün. Lütfen ama lütfen yorun yapın. Bir sürü şey oldu bu bölümde tam da yorum yapılmalık bölüm yani. Hadi yorumlarınızı bekliyorum. Resim için de Meryem Akkaya'ya teşekkür ederim.
Yayınlayan adminler: MinRa | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Eyl. 06, 2011 6:47 pm | |
| Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik - Komedi - Okul 34. Bölüm - 1. Kısım Soo Jin evden çıkarken Eun Joo'nun ona zoruyla giydiği dantelli eteği aşağı doğru çekiştirmeye çalışıyordu, Woo Joon ise amcasına gitmek için tuttuğu taksinin içinde Soo Jin'i bekliyordu. Genç kız merdivenlerden koşarak indi ve taksinin kapısını açarak Woo Joon'un yanına attı kendini. "Çok bekletmedim, değil mi?" "Her zamanki gibi beklettin ama karakterim gereği seni affediyorum." Woo Joon'un bu ukala tavırları ön koltukta oturan genç taksiciyi bile gülümsetmişti. Ama Soo Jin aksine öfkeliydi. Genç kız sinirle Woo Joon'a baktıktan sonra taksiciye dönerek "Arabayı çalıştırmayın, bensiz gideceksiniz." Woo Joon büyük bir eşeklik ettiğini fark edince Soo Jin'i kolundan tuttu ve genç kızın inmek için açtığı kapıyı kapattı. Sonra da sevgilisinin yüzüne bakmadan konuşmaya başladı. "Oraya gidene kadar sabret, amcamla da tanışınca aslında ne kadar iyi bir aile olduğumuzu sana kanıtlayacağım. Byul Min'i bizim aileden saymasanda olur gerçi. Zaten o zaman bir sorun kalmıyor, tam taslak bir aile oluyoruz. Şimdi uslu dur ve beni bir daha asla yalnız bırakma. Anladın mı?" "Niye, yalnız kalma fobin mi var? O yüzden mi eski okulunuzdaki tüm kızlarla çıkmışsın?" "Kim... Kim söyledi bunu sana? Yok öyle bir şey!" Genç kız yüzünü biraz daha ekşittikten sonra yüksek bir sesle "Chae Min söyledi. Hani ortaokulda bütün sevgililerini elinden aldığın Chae Min. Her gece kızları onların oteline götürdüğün Chae Min. Ya da şöyle söyleyeyim, bir kız için iddiaya girdiğin Chae Min. İddiayı kimin kazandığınıda söylememi ister misin? Kızı o gün içerisinde otele atarak sen kazanmışsın! Bu kadarı yeterli mi? Unutmak için çabaladığım şeyleri yüzüne vurmak zorunda bırakma beni!" Genç kız içini döktükten sonra derin bir iç çekti ve taksiciye gidebileceklerini söyleyerek tekrar Woo Joon'a döndü. Genç adamın donuk yüzünün bir parçası olan ağzından çıkan tek kelime 'Gidelim' olmuştu. Öfkesini Chae Min'den çıkarmayı planlıyordu. Acaba hangisini yapsaydı, onu aç yılanlarla dolu bir fıçıya atmak mı? Yoksa derisini yüzüp tuzlu suya batırmak mı? ~~~~~~~ Ah Jung koltuğuna yayılmış otururken bir yandan da Chae Min evlerine neden geldiğini düşünüyordu. Eun Joo odasında kitap okuduğuna göre şu anda iki genç yalnızdı ama ne genç kızdan ne de karşı koltukta oturan Chae Min'den ses gelmiyordu. Bu bir çeşit oyun muydu? Konuşan ölür! Hayır, neden sadece Ah Jung'un bu konularda fazla çekingen olmasıydı. Chae Min konuşmak istese de üzerinde bir çift şüpheci göz olduktan sonra genç adam bir türlü konuşamıyordu. Sanki karşısındaki kız sabah ona herkesin içinde 'seni seviyorum' diyen kız değildi. Neden bu kadar soğuktu? Bunun bir yanıtı olmalıydı! "İyi misin?" Genç adam sonunda üzerindeki ağırlıkları atmıştı ama genç kız hala soğuk tavırlar içerisindeydi. "İyiyim... Sen?" Chae Min gülümseyerek yerinden kalktı ve Ah Jung'un oturduğu koltuğa yaklaşarak derin bir nefes aldı. Sonra da kendini genç kızın yanına attı. Bu durum Ah Jung'u rahatsız etmiş olsa gerek, çünkü genç kız yanındaki adamdan uzaklaşma çabasına girmişti. Ah Jung'un uzaklaştığını fark eden Chae Min ise aynı hızla genç kıza yaklaşmaya başladı. İki kişilik koltukta yaşam savaşı mı? Artık Ah Jung'un kaçacak bir yeri yoktu. Sağında koltuğun sonu ve solunda sabah 'seni seviyorum' dediği adam vardı. Genç kız o heyecanla kekelemeye başlamıştı. "Bi... Biraz daha ya.. Yaklaşırsan... Yumruğumu gözüne girerken bulabilirsin!" "Bu kadar heyecanlanmana gerek yok, Ah Jung." Genç adamın şimdiki istikameti Ah Jung'un dudaklarına gidiyordu. Gözleri pür dikkat genç kızın dolgun dudaklarina bakarken kalp atışlarının normal olduğunu kimse söyleyemezdi. Normal mi? İkisinin kalp atış sesini bir araya getirsek ses bombası bile yapabilirdik. "Y- Ya! Sana yaklaşma demedim mi?" Chae Min'in kulakları Ah Jung'un kalbinden gelen sesten başka bir şeyi duyamıyordu. Bu yüzden genç adam son hızla sevdiği kızın dudaklarına yaklaşıyordu. Engelleri kaldırılan bir koşuydu bu. Ama bitiş düdüğü biraz erken çalmıştı. Daha yolun yarısındaki koşucular bitiş düdüğüyle birlikte oldukları yerde kalmışlardı. Kısacası kapı çalmıştı. Ah Jung büyük bir mutlulukla Chae Min'in kolunun altından geçti ve koşarak kapıyı açtı. Sung Mo kolunu duvara yaslanmış, boynunu 180 derece yere eğmiş bir vaziyette Ah Jung'un karşısında duruyordu. Neydi bu şimdi? Genç adam aniden kafasını kaldırdı ve Agh Jung'un şaşkın gözlerine bakarak "Lütfen Eun Joo ile barışmamıza yardım edin." dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. Sonra da Ah Jung'a sarılarak iç çekmeye başladı. Arkadan onları izleyen Chae Min için ise bela çanları çalmaya başlamıştı. "Ya! Çek o ahtapot kollarını sevgilimin üzerinden!" Genç adam, Sung Mo'nun kollarının Ah Jung'un belini sarmasına izleyici kalamazdı. Hızla onlara yaklaştı ve ikisini ayırarak Sung Mo'ya kötü kötü bakışlar atmaya başladı. Ah Jung'un ağzından çıkan tek kelime ise "Sevgilin mi?" olmuştu. "Evet, sevgilim. Ya ne?" Genç kız yutkundu ve bir süreliğine gözlerini yumdu. Bu sadece kendini kontrol edip Chae Min'in gözüne bir tane patlatmamak içindi ama o sırada genç kızın gözünün önüne sabah olanlar gelmişti. İşte şimdi Chae Min'e şiddet kullanma konusunda kendine kızıyordu. Kendisi söylemişti onu sevdiğini, şimdi lafını geri alamazdı. Zaten almak gibi bir niyeti de yoktu. Sadece sevgili olma konusu genç kız için ilk defa yaşanıyordu ve buna hazır mıydı, hiç bilmiyordu. Tek bildiği her şeyi akışına bırakması gerektiğiydi. Chae Min'in söylediği her şeyi alttan alıp, yumuşak olacaktı. Artık ona vurmak veya bağırmak yoktu(?). Gerçekten yok muydu? Genç kız verdiği kararlardan dönecek biri değildi tabiiki de. Ama buna alışmak da çok zor olacaktı. ~~~~~~~~ Soo Jin derin bir nefes aldıktan sonra Woo Joon'u takip etmeye başladı. Bu ev diğerinden de büyüktü. Kocaman bir bahçesi ve bir sürü çalışanı vardı. Görkemli bir şato gibiydi. Kapıda tam 4 tane lüks araç vardı ve Woo Joon'un söylediğine göre hepsi de amcasına aitti. Genç adam kapıyı açan genç hizmetçiye gülümseyerek içeri attı kendini. Ardından da Soo Jin çekingen bir tavırla onu izlemeye başladı. Uzun bir koridoru geçtikten sonra geleneksel eşyalarla döşenmiş bir odaya girdiler. Odada arkası dönük bir adam vardı ve onu gören Woo Joon ses vermeden önce dizlerinin üzerine çöktü. Aynısını yapması için Soo Jin'i de yanına çekti. Selam vermek için amcasının önüne dönmesini bekliyorlardı. Bay Choi ise onların geleceğinden zaten haberdardı. Yavaşça, arkasında ona selam vermek için bekleyen iki gence döndü. Yüzündeki soğukluk ve gözlerindeki nefret, hiç de Woo Joon'un anlattığı gibi gelmiyordu Soo Jin'e. Temiz kalpli, sevecen? Yanlış bir yere mi gelmişlerdi yoksa? "Ne yüzle geldiniz buraya?" Bay Choi yaşlılığından dolayı fazla bağıramıyordu ama onu tanıyan herkes ne kadar sinirli olduğunu bu halinden anlayabilirdi. Woo Joon onu hep sevecen görmeye alıştığı için biraz şaşırmıştı. "Amca, iyi misin?" Bay Choi yüzünü ekşittikten sonra kırışıklıkları arasından konuşmasına devam etti. "Bir de dalga geçiyor utanmadan! Ben sana, beni sırtımdan vurasın diye mi amcalık ettim? İyiliğimin karşılığı bir serserinin kızıyla evlenmek mi, ha? Şimdi gidin, bir daha da gözüme gözükmeyin! Özellikle de sen," Bay Choi işaret parmağını Soo Jin'in gözüne dikti ve konuşmasını öyle bitirdi. "Pis serserinin kızı seni!" Soo Jin yaşadığı şok ile birlikte gözünden düşen bir damla yaşla toparladı kendini. "Ben..." Woo Joon genç kızın lafını böldü ve sevgilisini elinden tutarak yerden kaldırdı. "Gidiyoruz, istenmediğim yerde durmam ben!" Woo Joon, hıçkırıklara boğulmak üzere olan genç kızı kolundan sürükleyerek o evden çıkarmaya çalışırken içinden de "Ne oluyor böyle?" diye geçiriyordu. ~~~~~~~~ "Ne yani, böyle saçma bir şey yüzünden mi ayrıldınız?" Ah Jung oldukça yüksek bir sesle bağırınca Chae Min'in ona yaptığı sus işaretiyle sesini kısma kararı aldı. "E, ne yapacaksın şimdi?" Sung Mo nemli gözlerini tişörtünün koluyla sildikten sonra içine temiz bir hava çekti ve kendiliğinden oynayan mimikleriyle konuşmaya başladı. "Ben... Bilmiyorum! Yardım edin bana." "Ya! Kes artık ağlamayı, Woo Joon seni böyle görseydi kesin öldürürdü." Chae Min en yakın arkadaşının üzerine kısa süreli bir kükreyiş gerçekleştirdikten sonra Ah Jung'un düşünceli gözlerine döndü ve "Bir şey mi buldun?" Ah Jung kendisine sorulduğunu düşündüğü -ki zaten öyle- soru ile gözlerini Chae Min'e çevirdi. "Hayır, sadece Eun Joo'yu parçalamayı düşünüyordum. Nasıl bizi kıskanır ki? Sanki böyle bir teklif almak... Yani şey... Her neyse, hiç de güzel değildi." Genç kız soğuk bakışlarını ve donuk suratını bir kez daha Chae Min'de sabitledi. "Değil mi?" "Sen..." Chae Min'im lafını kesen tıkırtı Eun Joo'nun odasının kapısından gelmişti. "Sessiz olun, Eun Joo geliyor." Odadaki herkes Eun Joo'nun gelişi ile ayrı alemlere dalmıştı. Chae Min cdlerle uğraşırken, Ah Jung koltukta uyuyor numarası yapıyordu. Sung Mo ise ufak suçlu bir çocuk gibi masum bir şekilde Eun Joo'ya bakıyordu. "Ne olur affet beni Eun Joo." 34. Bölüm - 1. Kısım Sonu ~~~~ Kısa oldu ama daha bilgisayar başına oturamayacağım için anca bu kadar yazabildim. 2. Kısım da çok önemli şeyler olacak, sizi meraklandırayım dedim. Yorumlar çok fazla azaldı. Niye beni bu kadar üzüyorsunuz ama? Ben o kadar yoruyorum kendimi. Yorum yapan herkese çok teşekkür ederim. Yorum yapmayanlara artık bir şey demek istemiyorum, yorum dilenmek gibi oluyor. Eğer sizin içiniz rahatsa bana da susmak düşer. Beğenmeniz dileğiyle.... Yayınlayan Admin:Minhae | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Paz Eyl. 11, 2011 7:42 pm | |
| Kızların Egemenliği 34. Bölüm - 2. Kısım
Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik - Komedi - Okul
34. Bölüm - 2. Kısım
Genç kız kafasını yasladığı pencereye biraz daha asıldı. Gözlerindeki yaşlar bir çığ gibi düşüyordu genç kızı koluna. Ne olduğunu anlamasa da kalbinin acısına dayanamıyordu. O ağır sözleri işitecek ne yapmıştı. Bir evden kovulacak kadar büyük bir suçu ne zaman işlemişti de bundan hiç haberi olmamıştı?
Taksinin arka koltuğunda, Soo Jin'in yanında oturan Woo Joon, genç kıza bakmak istiyordu ama o kızarık gözlerini ve sararmış suratını Woo Joon'a göstermemekte inat ediyordu. Genç adam elini, kendisinden yeterincee uzakta kalmaya çalışan
Soo Jin'in omzuna koydu ve itinayla konuştu. "Sen canını sıkma. Ben sorunu bulacağım ve kesinlikla çözeceğim. Asla senin zarar görmene izin vermeyeceğim. Şimdi sil o yaşları gözünden."
Boğucu sesiyle konuşmaya hazırlanan Soo Jin'i durduran ses taksiciden gelmişti. "Geldik efendim."
"Sen in, benim gitmem gereken bir yer var. Kendini üzme ve amcamın söylediklerini sakın kafana takma! Seni çok seviyorum, bunu hiç unutma."
Soo Jin kırmızının hakim olduğu gözlerini bir süre Woo Joon'da sabitledikten sonra hızla genç adama sarıldı. İçini rahatlatmak istiyordu, başaramayacağını bilse de, bir anlık da olsa... Sevdiği adamsan güç almak istiyordu.
Hiçbir şey yapmadığı halde neden o rezil sözleri işittiğini, babasına neden 'şerefsiz' denildiğini... Ve şimddi neden bu halde olduğunu...
Bunların cevabını bilmek genç kızın hakkı değil miydi? Uzun yıllar sonra ilk defa tatmıştı aşkı ama onunda elinden alınacağından korkuyordu. Tıpkı ellerinden kayıp giden ailesi gibi... Önce ailesi bırakmıştı onu. Şimdi de sevdiği adam uçup gidecekti genç kızİn ellerinden? Ellerinden gitse neye yarar ki, ne de olsa kalbinden asla çıkmayacak.
~~~~~~
Woo Joon elini zile uzatmakla uzatmamak arasında gidip geliyordu. Ama yapmalıydı, kafasındaki tüm soru işaretlerini yok etmeliydi.
Genç adam tüm cesaretini toplayıp zile bastığında karşısında, siyah ve beyazın neredeyse tüm vücudunu kaplamış olduğu genç bir kız vardı ve genç adam bu genç hizmetçinin yanından geçerek evde babasını aramaya başladı. Şans, belki de ilk defa genç adama bu kadar çabuk gülümsemişti. Girdiği ilk odada basasıyla karşılaşması da bunun bir kanıtıydı. Onlarca odası olan bir villanın içinde...
"Baba, konuşmamız gereken çok önemli şeyler var." Woo Joon gerginliğini ses tonuna olabildiğince yansıtmıştı. Hyun Soo ise onun tam tersine oldukça sakindi, sanki oğlu çat kapı gelmemişti de kendisi çağırmış gibi bekliyordu oğlunu.
Woo Joon'un eli eline sığmazken, nereden başlayacağını nasıl düşünebilirdi? Birinin yardım etmesi gerekti ve o seste tam karşısındaki koltukta oturan babası olmalıydı.
"Amcana gitmişsin. Az çok bir şey anlamışsındır, yoksa buraya gelmezdin. Sana en baştan her şeyi anlatacağım. Olanlar için çok üzgün olduğumu bilmelisin ama ben de bunu kendim için yapmadım. Lütfen anla." Woo Joon babasının konuşmasını sert bir şekilde böldü. "Çabuk anlat baba! Ne neler yaptın, anlat!"
"Sung Mo'nu cebine giren uyuşturucular aslında kötü bir şans değildi, ben koydurttum. O gün Sung Mo'nun müdürün yanında olduğunu sana söyleyen bir çocuk vardı. Hani sana müdürün Sung Mo'ya tokat attığını söylemişti ve sende bu yüzden müdürün odasına daldın ve kardeşine olan bağlılığından dolayı onu korumak için müdürü dövdün. Bu kovulman için bir fırsattı. Ben de bunu istiyordum zaten. Okuldan atılınca sana ceza vermek için bir bahanem olmuş oldu. Müdür ile konuşmama rağmen Tae Sun ile Chae Min'in okuldan atılmamasını sağlayamadım. Bu yüzden babalarıyla konuştum ve onları da bu plana dahil ettim. Babaları bundan memnun oldu, oğullarının yaşam şartlarına alışmasını ve daha iyi bir bünyeye sahip olmalarını istediler.
Okula gidişiniz tam da plana uygun oldu ve yapıştırma olayıda bizim işimize geldi. Aslında biz bir şey yapmasakta siz zaten birbirinize yetiyordunuz ama biz yine de el attık. Kang Cheol sizi başından berr takip ediyordu. Satışa sadece sizin gitmemeniz, piknik ve geçen gün Soo Jin'in peşine takılan serseriler... Hepsi bizim yani Soo Jin'in amcası ile benim planladığım şeylerdi. Soo Jin'in amcası okuduğun lisenin müdürü olur.
Uyuduğun salonda ve iki dairenin birleştiği koridorda kamera var, bu sayede Kang Cheol 7/24 sizi izliyordu. Her şey aslında planlıydı."
Woo Joon öfkeden ve şaşkınlıktan kaskatı kesilmiş suratındaki mimikleri yavaşça oynattı ve seyiren gözüyle birlikte hızla ayağa kalktı. "Niyetin neydi baba? Neydi, söyle! Bunları bir hiç için yapmadığın belliydi zaten! Anlamalıydım, kahretsin."
"Niyetim... Niyetim,hem seni adam etmek, hem de verdiğim sözü tutup Soo Jin'i yanıma almaktı. Soo Jin'le evlenmen için seni zorlayamazdık, sen kabul etsen bile bunu Soo Jin kabul etmezdi."
Genç adam duyuklarına inanmakta zorluk çekiyordu. Zorlukla bir araya getirdiği kelimeleri yutkunarak söyledi Woo Joon. "Yani... Soo Jin ile benim... Aşkımız kader değildi, öyle mi? Biz sadece yazılmış bir senaryonun başrolüydük. Aslında hepsi bir... Bir oyundu, öyle mi? Ben onu gerçekten seviyorum baba ve... Ve asla ona zarar gelmesine izin vermeyeceğim. O bunları öğrenmeyecek. Asla! Asla öğrenmeyecek. Öğrenirse eğer, yıkılır."
Hyun Soo kendini yaslandığı koltuktan ayırdı ve kabarmaktan çatlayan bir kek gibi olan kalbini tekrar gizledi oğlundan. Ciddileşti ve devam etti konuşmasına.
"Daha önemli şeyler var. Amcanın neden engel olduğu gibi... Amcan Soo Jin'in annesini yani Jin Kyong'u tanıyordu. Biz çocukken tanıştık ve 20'li yaşlarımıza kadar arkadaştık. Okul arkadaşlığıydı bizimkisi ben ve Jin Kyong aynı sınıftaydık ve amcanda hep bizimle takılırdı. Çünkü ona aşıktı, Soo Jin'in annesine. İkisi de birbirini deli gibi seviyordu ama bunu birbirlerine hiçbir zaman itiraf edemediler. Amcan anneme onu sevdiğini ve evlenmek istediğini söyleyince bütün ev ayaklanmıştı. Bir yandan babam bir yandan annem,
yıkıp geçmişlerdi abimin hayallarini.
Sonunda ailesini ezip geçmek ve Jin Kyong ile evlenmek için onun evine gitti. Gittiğinde sevdiği kadın gelinlikle başka bir adamın koluna girmişti. Aslında o adamda yabancı değildi, abimin uzun yıllar yanında çalıştırdığı en iyi adamı ve en yakın arkadaşıydı.
Geçen yıl öğrendim ki, Jin Kyong aslında hep abimi sevmiş. Annemin tehditi üzerine, ailesine bir zarar gelmesin diye öyle bir yolla abimin kalbinden çıkmayı istemiş. İyi mi etti bilmiyorum ama abimin içindeki tüm aşkı aldı. Abim ondan sonra hiçbir kadına öyle bakmadı. Bu yüzden hiç evlenmedi. Soo Jin'i de bu yüzden kabul etmiyor ve etmeyecekte. Gerekirse elimizdeki tüm varlığı alacak ve bizi paramparça edecek ama yine de birlikte olmanıza izin vermeyecek."
Woo Joon, duyduklarından sonra paramparça olmuş kalbine götürdü elini. Dişlerini iyice sıktıktan sonra gözlerini yumdu ve "Gerekirse elimdeki her şeyi alsın! Ben yine de ondan vazgeçmeyeceğim. Onu hiç bırakmayacağım. Bunu sen istedin baba ve sonuçlarına da senin katlanman gerekiyor. Bizim değil!" diye bağırdı tüm gücüyle.
"Soo Jin'in annesi Busan'da kanser tedavisi görüyor. Geçen sene onun yanına gittim ve bana 'Soo Jin'ime sahip çık' dedi. Onu uyduruk bir bahaneyle buraya getirmek istemedim. Gelinim olarak girmesini istedim bu eve. Sakın bunu ona söyleme! Ben elimden geleni yapacağım sizin için. Dediğin gibi, sonuçlarına da benim katlanmam gerek, sizin değil. Siz sadece birbirinize tutunun ve sen asla Soo Jin'i bırakma!"
~~~~~~
"Ne olur affet beni Eun Joo."
Eun Joo şaşkınlığını yüzüne vurmamak için dilini yanaklarında gezdirmeye başladı. Gözlerini uzun süre tavana diktikten sonra yutkundu ve Sung Mo'ya yaklaşarak "Ben sana ne zaman küstüm ki? Şey... Sabahı diyorsan... O sadece, sadece hıncımı birinden çıkartıyordum. O da sen oldun." dedi utangaç bir gülümseme ile.
Genç adam sevinçten doğru düzgün nefes bile alamıyordu. Aklına gelen ilk şeyi yaptı ve Eun Joo'nun bedenini kolları arasına aldı.
"Aşkım seni çok, çok ama çok seviyorum."
"Bir daha söyle, aşkım." Genç kız hevesle genç adamın suratına baktı ve ondan tekrarlamsını istedi ama Sung Mo ona hafızasını yeni kaybetmiş biri gibi bakıyordu. "Neyi, aşkım?"
Sung Mo ya gerçekten saftı, ya da saf numarasını herkese çok iyi yutturuyordu. Genç kız söyleyecek bir şey bulamıyordu, sadece öfkeli gözleriyle Sung Mo'ya bakıyordu. Dilini hafifçe oynattı, bir şey söylemek için hazırlanıyordu ama çalan kapı buna mani olmuştu.
Açılan kapıyla iki kişi içeri girmişti. Biri evin en gözde koltuğuyla aynı renge sahip olan göz çevresiyle Soo Jin'di. Diğeri ise gözlerini kısarak Soo Jin'e dikkatle bakan Tae Sun'du.
# Geriye Bakış #
Soo Jin gözyaşlarını akıttığı zemine bakarak merdivenleri çıkmaya çalışıyordu. Tutunduğu bütün dallar neredeyse yıkılmıştı, bu yüzden merdivenin tutanaklarını sıkıca tutuyordu. O da elinden uçacakmış gibi sıkıyordu demirleri.
Her adım atıtığında 'Yeter bu kadar ağladığım' diyordu içinden ama tutamıyordu kendini. Birden arkasından gelen sesle gözlerini arkaya çevirdi. "Soo Jin iyi misin?"
Tae Sun şaşkınlık içinde gözlerini Soo Jin'e dikmişti. 'Dünyadaki en güç kız' diye nitelendirdiği kız şimdi karşısında hüngür hüngür ağlıyordu. Onun gözünden akan her damla genç adamın kalbin, yaraya basılan tuz gibi acı veriyordu.
"Ben.." Genç kız kazağının koluyla gözlerindeki yaşları silmeye çalışırken bir yandan da sözlerine devam etmek için kendini zorluyordu. "Ben... Hiç iyi değilim. Tae Sun, canım çok yanıyor."
Genç kız çantayı yavaşça yere bıraktıktan sonra kendisi de aynı hızla yere çömeldi. "Neden bir günüm bile huzur içinde geçmiyor?"
O bunları söylerken Tae Sun'da içinden 'Ji Hye haklı mı? Onu gerçekten seviyor muyum? Sevi.. Seviyorum galiba." diye sayıklıyordu. O da Soo Jin'in yanına eğildi ve parmaklarını, kafasını onun göğsüne yaslayan kızın saçları arasında gezdirmeye başladı. İşte şimdi anlıyordu aşkının şiddetini, sanki Soo Jin'e dokununca ölçülmüştü tüm değerler. Yanlış çıkması imkansızdı, değil mi?
# Geriye Bakış - Son #
"Canım, iyi misin bir tanem?" Ah Jung koşar adımlarla Soo Jin'in yanına geldi ve telaşlı gözlerini onun yüzün dikti.
Arkadaşlığın gücünü göstermenin vakti gelmişti şimdi.
Ya bir fenerdi arkadaşlık; sadece ihtiyacın olduğu zaman gelir yanına ve tamamen yapaydır.
Ya da bir yıldızdır arkadaşlık; her karanlık çöktüğünde, sen istemesen bile, yanındadır ve daima sana yol gösterir. Hayat rehberin ve biricik yoldaşın olur.
34. Bölüm Sonu
********
Yeni bölüm söz verdiğimden gecikti farkındayım ama dün hastede geçti tüm vaktim ve o yüzden yazamadım. Hızlı bir şekilde geçirdim bilgisayara ve kontrol etme fırsatım olmadı. Yanlışım varsa özür dilerim. Finale çok yaklaştık, ben finali çiftlere ayrı olarak yapmak istiyorum. Her çifte bir bölüm şeklinde de olabilir. Tabii bu o zamanki duruma bağlı. Umarım öyle yapabilirim, iyi okumalar hepinize. ♥ | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Ekim 12, 2011 5:25 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
Tür:Romantik - Komedi - Okul
35. Bölüm
Woo Joon, kendinden hiç de emin olmayan adımlarını merdivenlerin basamaklarında bir o yana, bir bu yana sallıyordu. Şimdi ne diyecekti Soo Jin'e? Nasıl bakacaktı genç kızın yüzüne?
En iyisi yarın sabah sakin kafayla konuşmak diye düşünen genç adam adımlarını kendi evlerine çevirdi ve anahtarı kilite doğru götürdü. Arkasından gelen kapı sesiyle arkasını dönmeye teşebbüs eden Woo Joon, kafasına yediği darbeyle kalmıştı. "Ya! Ah Jung, neden bana vuruyorsun?"
"Pis serseri, gevelemeyi bırak! Ne yaptın kıza söyle! Yoksa bu sefer gözünü oymayı
planlıyorum."
"Ne kızı, ne yapmışım yine?"
Ah Jung ellerini beline koydu ve ateş saçan gözlerini Woo Joon'a yaklaştırarak "Soo Jin niye ağlıyordu, şapşal şey!" diye bağırdı tüm gücüyle.
Genç adam neler olduğunu şimdi anlıyordu. Demek bu kadar mühimdi Soo Jin için. Ama şimdi her şeyi söylemek onu daha çok yıpratacaktı. Woo Joon kararlıydı, her şeyin bir zamanı vardı.
"Ben onunla konuşup halledeceğim. Sen araya girme!" diyerek evin kapısına dönen genç adam, tekrar kafasına yediği darbeyle kıvranmaya başladı. Ah Jung bu sefer daha sert vurmuştu. Sert ve acımasızca...
"Doğru söyle, aldattın mı kızı yoksa? Eğer ki öyle bir şey yaptıysan, seni köprüden aşağıya sarkıtırım haberin olsun. Haberin olsun diye söylüyorum, bağladığım ipler hiç sağlam değildir. Bir anda kendini soğuk sularla kucaklaşırken bulabilirsin."
"Saçmalama Ah Jung! Sadece amcam, Soo Jin'i pek hoş karşılamadı o kadar."
Genç kızın gözlerindeki şüphe artık kalkmıştı. "İyi, o zaman amcana benden selam söyle. Adımlarına dikkat etsin!" Ah Jung konuşmasını bitirir bitirmez kendini evlerinin kapısından içeri attı. Arkasından kısık sesle söylenenleri de duyamamıştı genç kız. "Chae Min'e acımak gelmiyor içimden, ne de olsa kendi kaşındı. Umarım bu kızı aldatmaz, aksi taktirde arkadaşımın aslanlara yem olarak atılmasını izleyemem!"
'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.
Hyun Soo, elini saçlarını geriye doğru itmek için kullandıktan sonra abisine pür dikkat bakmaya devam etti.
"Benim cevabım net ve kesin. Bu işe asla izin vermeyeceğim. Sen onların evlenmesi için bir adım atarsan, ben iki adım atarım ama sana karşı! Woo Joon istesin istemesin, umurumda değil. Belli ki onuda kandırmışlar ama ben kanmam. O kadın beni yüz üstü bıraktı, bende aynısını onun kızına yapacağım, anladın mı?" diye tüm gücüyle bağırdı Bay Choi karşısında sessizce onu izleyen kardeşine.
Hyun Soo ise artık sus pus olup oturmak yerine konuşmayı tercih etti. "Abi, böyle yaparak hiçbir yere varamazsın! Woo Joon o kızı çok seviyor, anlasana."
Abiliğin vermiş olduğu olgun tavırlarla kardeşini göz ucuyla süzdü Bay Choi, elini kardeşinin dizine koydu ve gülümseyerek "Zamanla her şeyi unutur. Sen merak etme." dedikten sonra koltuğuna geri yaslandı.
°•°•°•°•°•°•°•°
Char Min uzun süre çaldığı ama kimsenin açmadığı kapıya sonunda sert bir tekmeyle
karşılık verdi. Bu tepkiyle kapı aniden açılmıştı.
"Ya! Evi başımıza yıkmaya mı çalışıyorsun?"
"Ha- Hayır, sadece... Özür dilerim, kapı için." diyerek boynunu hafifçe yere eğdi genç adam.
Utangaç tavırlarla eliyle saçlarını bastırırken Ah Jung'un yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu.
"Soo- Soo Jin iyi mi? Hala ağlıyor mu?"
"Seni Woo Joon'mu yolladı? Eğer öyleyse, git ona söyle Soo Jin ağlamaya devam ederse, onu öldürmeye geleceğim." diye bağırdıktan hemen sonra kapıyı sertçe Chae Min'in suratına kapattı.
Genç adam kapıyla buluşan suratını kapıdan uzaklaştırdı ve sakin olmaya çalışarak kendi kendine söylenmeye başladı.
"Neden hep bana çatıyor? Neden arada kalan hep ben oluyorum? Neden?"
°•°•°•°•°•°•°
Balkondan çıkan genç adamın gözleri, koltukta fır dönerek uyuyan kardeşine kaymıştı.
"Ya! Uyan, seni sersem yaratık! Sung Mo!" diye bağırmanın bir faydası olmayacağını bildiğinden kardeşini bir tekmeyle yere serdi genç adam.
Yerde kıvranan kardeşine ukala sırıtışını gösterdikten sonra onun yanına çömeldi Woo
Joon. Sung Mo ise hala gözlerini açmaya çalışıyordu.
"Sen ne biçim bir kardeşsin? Tam da doğum başlamıştı." diyerek oflamaya başlayan Sung Mo'yu kendine getiren Woo Joon'dan gelen sert darbe olmuştu.
Woo Joon, kardeşinin kafasına vurduktan sonra küçük bir kahkaha attı ve "Yoksa rüyanda doğuruyor muydun?" diye sordu yüksek sesle.
"Saçmala! Eun Joo sokakta doğuruyordu sadece. Ama iyi ki uyandırmışsın, o bağırdıkça benim içim parçalanıyordu. Oh, korkunç..."
Woo Joon çömeldiği yerden, kardeşinin kafasından destek alarak kalktı ve üzerindeki tişörtü düzelterek "Ben biraz hava alacağım. Sen de git odanda uyu, benin koltuğumu pisletme!" diye bağırdıktan sonra, kapıyı sert bir şekilde çarparak çıktı.
°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°
Woo Joon, küçüklüğünden beri hep sevdiği sahillerde gezerken bütün kötü düşünceleri kafasından atardı. Şimdi, o sahillerden birindeydi genç adam. Huzur içinde nefes alıp olanları unutmaya çalışıyordu.
Güneşin batışını izleyen gözleri git gide kısılıyordu genç adamın. Güneş artık tamamen batmıştı. Woo Joon'un ise, kabus gibi bir günü geride bırakmıştı.
Genç adamın, önce denize sonrada bankta tek başına oturup telelefonla konuşan kıza takılan gözleri yine bir kısılma eylemine girişmişti. "Soo Jin..." dedi kısık bir sesle ve bankta oturan kızın yanına yaklaştı.
Haklıydı, o kız gerçektende Soo Jin'di. Ama Woo Joon'u görünce elindeki telefonu hızla kapatıp, nemli gözlerini genç adama çevirmişti.
"Soo Jin... Sen neden buradasın?" diyerek kendisine, bir bebek kadar masum bakışlar atan Soo Jin'in yanına oturdu genç adam.
Genç kız donuk suratını denize çevirdi ve gözyaşlarına engel olmak adına derin bir nefes aldı. Ellerini dizlerinin üzerinde, ne yapacağını bilmezcesine, ileri geri getirip götürdü.
"Sadece temiz hava alıyordum." diyerek dişlerini sıkmaya devam etti genç kız.
"İyi... Kiminle konuşuyordun?"
Soo Jin gözlerini cebindeki telefona dikti ve "Amcanla..." dedi sol gözünden düşen yaşla birlikte.
Woo Joon yaslandığı banktan hızla doğruldu. "Ne konuştunuz? Ne dedi?"
"Ne mi konuştuk? O... Her şeyi... Her şeyi anlattı. Babanın o mükemmel planını ve senin katkılarını..." diyerek istemsizce gülümsedi genç kız.
Woo Joon zorlukla yutkundu ve kelimeleri bir araya getirmeye çalıştı. "Soo Jin... Bak... Her şey babam yüzün-" Ama başaramadı, çünkü Soo Jin öfkeyle yerinden kalktı ve genç adamın sözünü sert bir şekilde kesti.
"Bu mu? Sadece bunu mu söylüyorsun? Yalan de! Gerçek değil de! Bir şey de... Lütfen..."
"Özür dilerim..." Woo Joon, genç kızın yüzüne bile bakamıyordu. Ama Soo Jin'in bu tepkisi çok fazla değil miydi? Woo Joon ondan daha anlayışlı ve sakin olmasını beklerdi. Bu tepki çok fazlaydı. Neden...
Soo Jin, gözünden dökülen yaşı, elindeki şalı, kalbindeki yarayı da alarak Woo Joon'un yanından kalktı. Ne gözlerini doğru düzgün açıyor, ne de düzgünce yürüyebiliyordu.
Woo Joon sadece Soo Jin'in arkasından bakıyordu. Onun arabaların arasından tehlikeli geçişlerini endişeyle izliyordu. Ama yanına gidemiyordu. Genç adam hala Soo Jin'in tepkisinin şokundaydı.
°•°•°•° Ertesi Gün °•°•°•°
"Ya! Açın şu kapıyı! Ya!" diye bağırarak karşı evin kapısını daha hızlı tekmelemeye başladı genç kız. Yüzünü kaplayan endişe ve korku; uykulu görünümünü tamamen yok etmişti. "Ya! Uyansanıza!"
Woo Joon gözlerini ovalayarak kapıyı açtığında Ah Jung'u görmenin verdiği şokla bir adım geriledi. "Ne var, sabah sabah..."
"Soo Jin evde yok."
35. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Ekim 12, 2011 5:25 pm | |
| 36. Bölüm (1.Kısım)
"Soo Jin evde yok."
Woo Joon bir of çektikten sonra Ah Jung'a yaklaştı ve "Okula erken gitmiştir." diyerek gülümsedi. Ama dün olanlar hatırlayınca bir telaş aldı genç adam. "Nasıl yok? İyice baktın mı?"
"Gitmiş..." dedi ve gözlerinin dolmasına izin verdi genç kız. "Bavulunuda, eşyalarınıda alıp... Gitmiş... Mektup bile yazmış."
Woo Joon şaşkınlıktan bir süre afalladı. "Ne mektubu? Nasıl... Nereye gitmiş?"
"Bakkala giderken mektup yazacak değil ya! Sen ne salaksın! Anlasana bizi terketmiş." Ah Jung nemli gözlerini umursamadan tüm gücüyle genç adamın yüzüne kükremeye başladı. "Mektupta nereye gittiğini yazmamış ama senin yüzünden olduğu belli. Hepsi senin yüzünden oldu. Sen olmasaydİn bunların hiçbiri olmazdı. Şimdi git bul onu!"
°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°
Woo Joon, kahverengi kapıyı sertçe kapatarak masanın yanına diz çöktü. Gözlerinin önünde duran, insanı bayan bir rengin hakim olduğu, düz sade zarfa iç çekerek elini uzattı. Beyninde, bir mağaradaki çığlık sesleri gibi yankılanan iç sesini reddedercesine açtı zarfı genç adam. Sinirden kıpkırmızı olmuş gözlerini biraz daha açtı ve ona, oldukları yerde dans ediyormuş gibi gelen harfleri bir bütün haline getirmeye başladı.
"Üzgün müyüm, bilmiyorum. Belki de içimi kaplayan nefret sana olan bütün sevgimi alıp götürmüştür. Benim son iki günde neler çektiğimi gördüğünü sansan da, hiçbir şey görmedin aslında. Gitmemin nedenini anlaman için beni gerçekten sevmen gerekirdi, ya da bana beni sevdiğin yalanını söylememen... Ben 'her şeyi biliyorum' derken, senin yüzünde hiç pişmanlık görmedim. Sadece üzgündün, tüm bu olanlar için sadece ve sadece üzgündün... Arkadaşlarımla daha vakit geçiremeyecek olmak benim için yeteri kadar zorken, senin bende bıraktığın yaradan daha fazla acıtamaz bu. Emin ol ki... Gitmem herkesin faydasına... Beni sevdiysen eğer, unut her şeyi. Sevmediysen, her şeyi unutmak daha kolay olur senin için. Ben, seni unutacağıma söz veriyorum. Seni unutup, yeni bir hayat kurucağım ve adını bir daha anmayacağım. Adını duyduğumda gözlerimden yaş boşalmayacak artık. Seni tanımadan önce olduğum gibi; sert, güçlü, yenilmez ve hırçın bir kız olacağım. Gidiyorum diye beni aramaya kalkma, çünkü hiçbir iz bulamayacaksın. Hoşçakal..."
Woo Joon, dişlerinin arasına koyduğu elini biraz daha ısırdı, hıçkırıklarla gözlerinden süzülen yaşların akmasına izin veriyordu genç adam.
"Neden?"Ağzını yırtarcasına açmış, damarlarının kırmızı yüzünde belirip belirmediğini umursamıyordu artık. Gözüne kestirdiği ilk şeyi, masanın üzerindeki siyah kutuyu, elinin tersiyle yere savurdu. Elleriyle yüzünü sıvazlarken yerdeki kutudan dökülenler takılmıştı gözüne Woo Joon'un.
Kalpli gümüş bir kolye, yarısı dolu bir paket yapıştırıcı, piknikte sınıfça çekilen bir kaç fotoğraf, Woo Joon'un Soo Jin'e zorla aldığı beyaz elbise...
Woo Joon kutuyu havaya kaldırıp içini iyice boşalttı. Ama içinde başka bir şey yoktu.
"Soo Jin..."
°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°
Genç kız içtiği sakinleştiricinin etkisinin geçtiğini az biraz hissedebiliyordu. Bavulunu yasladığı banka sığınmıştı ve etraftaki telaşlı insanları izleyip kendi acısını unutmaya çalışıyordu.
Elindeki su şişesinden son bir yudum aldıktan sonra, şişeyi çantasına yerleştirdi Soo Jin. Derin bir nefes aldıktan sonra da kafasını geriye doğru yasladı genç kız. Ama gözlerini kapatamıyordu, çünkü kapattığında Woo Joon'un ona gülümseyen suratını görmek çok acı veriyordu. Verdiği kararın çok ani olduğunu gayet iyi bilsede, ilk defa kendisi için bir şey yapmış olmanın asiliğini üzerinde taşıyordu genç kız ve bu yüzden de geri dönme düşüncesini çoktan unutmuştu.
°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°
"Soo Jin'e ne yaptın? Nereye kaçırdın onu?" diye bağırarak girdiği odada amcasının pişkin suratıyla karşılaşacağını biliyordu Woo Joon.
Bay Choi, önünde öfkeden kuduran Woo Joon'a göre oldukça sakindi. Hatta genç adamın önüne fırlattığı mektuba bakarken bile yüzünde utanmaz bir gülümseme vardı Bay Choi'un. "Bu ne mektubu? Yoksa bana mı yazdın?"
"Dalga geçmeyi bırak! Onu nereye sakladın; nereye kaçırdın, söyle!" Woo Joon'un neredeyse tenini delecek olan damarları daha da kızarık gözüküyordu. Ellerini amcasının önündeki cam masaya dayadı ve "Lütfen söyle..." dedi dolan gözlerini yere devirirken.
Yaşlı adam, önüne fırlatılan mektubu havaya kaldırdı ve göz ucuyla okumaya başladı. Mektubu cam masanın üzerine koyarken sesli kahkahalar atıyordu Bay Choi.
Kahkaha sesleri ise Woo Joon'un beynini bir kurşun gibi delip geçiyordu. Genç adam elini başına getirip gözlerini kapatınca, amcası şen kahkahaları bir kenara bırakıp konuşmaya başladı.
"Sevgilin seni terk etmiş ve sen hesabını benden soruyorsun, öyle mi? Bu kadar aptal olma Woo Joon, kız resmen senden ayrılmak için bahane arıyormuş. Ona sadece aşkınızın babanın bir planı olduğunu söyledim. Ama o, bunu bile bir ayrılık sebebi olarak gösterip, senden kaçmış. Kim bilir kiminle birlik-"
Woo Joon, var gücüyle elini cam masanın tam ortasına yönlendirdi. Kırılan camdan düşen parçalar Woo Joon'un canına saplanıyordu sanki. Siyah halıya saplanan cam parçalarının uysallığı asla bir kez daha parçalanamazdı. Çünkü onlar halıya sığınmışlardı. Tıpkı Woo Joon'un Soo Jin'e saplanan kalbi gibi...
"Sus! Yeter, dinlemek istemiyorum."
"Gerçekler acıdır ama Soo Jin'in sana attığı kazık bana oldukça gerçekçi gözüktü. Seni unutan birini sen niye unutmayasın ki? Kendini toparla ve unut her şeyi. Yakında Japonya'daki şirketin başına geçeceksin. Okulunu da orada tamamlayacaksın. Anladın mı beni?" diyerek ciddi bir ifade takındı suratına yaşlı adam.
Woo Joon, amcasına aşağılayıcı bir bakış attıktan sonra acıyla kahkaha attı. "Gerçek yüzün bu demek ki. Bu kadar alçalacağın hiç aklıma gelmezdi. Beni ondan böyle saçma bir yalanla ayırabileceğini mi sanıyorsun? Onu..." Genç adam duraksadı, ağzına almak istemediği bir kelimeyi söylemek onun için çok güçtü ama yine de zorladı kendini. "Onu unutacağımı mı sanıyorsun? Böyle bir şeyi asla düşünme! Çünkü ben, onu hangi deliğe soktuğunu bulup onu kurtaracağım. Sen de kendinden utansan, iyi edersin. Zavallı bir kadının kendinden çok değer verdiği biricik kızına, böylesine pis tuzaklar kurduğun için... Utan kendinden!"
Woo Joon, odanın demir kulpuna uzanan elini; amcasının güçlü sesini duyunca geri çekmek zorunda kaldı.
"Az önce bir telefon aldım. Soo Jin'in bir saat önce gittiği hava alanındandı. Soo Jin'in gittiği uçağa Tae Sun'da bilet almış. Şuan da ikisi de aynı uçakta ve belki de en yakın arkadaşın ile sevdiğin kız... Uzun zamandır birlikte olabiler." Yaşlı adamı sesindeki boğukluk; Woo Joon'un söylemek istediklerinin boğazına dizilmesine sebep olmuştu. Sadece "Sus" diyebilmişti. Kendini toparladığında ise onların nereye gittiklerini sormuştu ama amcası ona cevap vermek yerine korumaları çağırıp genç adamı evden attırtmıştı.
°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°
Genç kız, yapılan anonsla birlikte yerinden kalktı ve hayatını tamamıyla değiştirecek olan uçağın kapısına doğru yürümeye başladı. Bu adımlar, yer sanki genç kızın ayağının altından kayacak gibi sağlam atılıyordu. Kontrollü olan bu adımlarda beş dakika sonra karşılaşacağı genç adamdan haberdar değildi.
Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Ekim 12, 2011 5:26 pm | |
| Kızların Egemenliği - 36. Bölüm - 2. Kısım ------------ Yazar: Demet Hancı 36. Bölüm - 2. Kısım Genç kız uçağa bindikten kısa bir süre sonra kendini koltuğuna yaslanır halde bulmuştu. Derin bir nefes alarak gözlerini yumdu ve uyumak için beklemeye başladı. Yanına birisinin oturduğunu hissedebiliyordu ama kimin oturduğuna bakmak için hiç gücü yoktu. "Selam." Soo Jin, bu kelimeyi yanındaki gencin tanışma çabası olarak değerlendirdi ve hiç cevap vermedi. Ses her ne kadar tanıdıkta olsa genç kız gözlerini açmaya cesaret edemedi. Birden dizlerinin üzerine koyduğu elinde bir el hissetti. Bastığı toprak sallanmış gibi birden irkildi Soo Jin. Gözlerini kocaman açarak yerinden fırladı. Bu Tae Sun'du. Onun elini tutan kişi... "Senin ne işin var burada?" diye yüksek bir sesle sitem etti genç kız. Kimsenin onu bulmaması gerekti, herkesten kurtulmak istiyordu. Tae Sun, utangaç bir gülümsemeyle koltuğunda ileri doğru yaklaştı ve "Neden?" dedi fazla konuşmak istemediğini belli etme çabaları içerisine girerken. "Seni ilgilendirmez. Uçak kalmadan insen iyi olur." Soo Jin sesini gereğinden fazla ciddileştirmişti ama bu ses tonu tam da genç kızın istediği gibiydi. Hızla yerine oturdu ve tekrar gözlerini kapatarak içinden Tae Sun'un biran önce gitmesi için dualar etmeye başladı. Gitmiyordu... Genç adam yerinden kalkmak için kılını bile kıpırdatmıyordu. "Uçak kalkışa geçti bile. Artık benden kurtuluşun yok. Bundan sonra hep beraber olacağız. Sen ve ben..." "Saçmalama, ben asla seninle olmayacağım Tae Sun. Kafandakileri silip atsan iyi olur. Madem uçak kalktı; Amerika'ya gidince sen yoluna gidersin, ben de kendi yoluma..." °•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•° "Ah Jung, lütfen ağlama. Seni böyle görmeye alışık değilim." diyemiyordu Chae Min. O cesareti bulamıyordu kendinde. Ah Jung'un yanında çaresizce ağlaması onun canını kızgın bir ateş gibi yakıyordu. Elini uzatsa yakalayabileceği bir yerde dursa da genç kız; Chae Min için hala aralarında taşla örülen bir duvar vardı. Ya da genç adamın yüzüne kapanan bir çelik kapıydı, tenlerinin buluşmasına engel olan. Genç kız hıçkırıklarıyla birlikte gelen gözyaşlarına engel olmakta zorlanıyordu. En yakın arkadaşı onu yapayalnız bırakıp gitmişti. Üstelik boş bir emel uğruna. Neydi ki emeli; Woo Joon'dan uzaklaşmak mı, yoksa kendinden uzaklaşmak mı? "O gelecek, değil mi? O sersem herif, Soo Jin'i geri getirecek, değil mi?" Genç kız ağlamaktan kızarmış gözlerindeki son umutla Chae Min'e, yalvarırcasına sorular soruyordu. Ama yanıtlar genç adamın boğazında düğümleniyordu. Sevdiği kızı teselli bile edemiyordu. On dakika önce Woo Joon ile telefonda konuştuğunda her şeyi yarım yamalak anlamıştı Chae Min. Ama Soo Jin'in temelli gittiğini Ah Jung'a nasıl söyleyebilirdi? Buna ne kalbi izin verirdi, ne de dili varırdı söylemeye. Çaresizdi... Ah Jung içindeki son umudu yaşatmak adına kendi kendine tekrarlıyordu: "Evet, gelecek. O gelecek ve biz hayatımıza devam edeceğiz. Bana söz vermişti, benim sadıcım o olacaktı. Gelecek, kesin gelecek." Boğazından iple asılı olan bir suçlunun ölmeden son çırpınışları gibiydi genç kızın bu sessiz çığlıkları. Tiz ve sessiz, son derece çaresiz ama umutlu; dıştan güçlü ama içten kırılmış, parçalanmış, terk edilmiş... Yalnızlığa mahkum edilmiş ama yalnız değildi Ah Jung. Chae Min, sevdiği kızın çırpınışlarını izlemekten bitkin düşmüştü. Ah Jung'u kolları arasına aldı ve nemli gözlerini birbirine iyice yumarak "O gitti Ah Jung, bir daha gelmeyecek. Gitti..." dedi, kolları arasındaki güçlü bedeni biraz daha sıkarken. "Bundan sonra ben varım. Sen ve ben... Biz varız. Ben seni hiç bırakmayacağım. Sen de beni bırakma lütfen. Bana da, Soo Jin'in sana yaptığını yapma." Genç kız gözlerini iyice yumdu, yalnızlık duygusunun uçup gittiğini biraz da olsa hissediyordu. Bir anda odanın ortasında, kulakları sağır etmeye hazır bomba kuvvetinde bir ses belirdi. "Soo Jin nerede?" Ses, Ji Hye'ye; taranmamış saçlar, bembeyaz surat, kocaman açılmış bir çift göz ona ait değildi sanki.°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°Woo Joon kafasındaki boğucu düşüncelerle, kendini zorlayarak bütün havaalanlarını gezmişti. Ama hiçbir iz bulamamıştı. Ne Soo Jin, ne de Tae Sun adında bir kayıt vardı. Bulmak isterdi... Her şeyi öğrenmek, içinde her saniye daha da yeşeren o berbat kuşkuyu yok etmek isterdi. Çünkü biliyordu ki, o kuşkuyu yok edemezse bir daha Soo Jin'in yüzüne bakamayacaktı. O kuşkunun yeşeren her dalı genç adamın kalbini ihanete uğramış gibi acıtacaktı. Şu anda Soo Jin'e tüm samimiyetiyle inanan kalbi belki de yarın paramparça olacaktı. Zamanla onu unutacak, silecekti kalbinden. Gökyüzü karanlıktı, hiç yıldız yoktu. Siyah ve pürüzsüz... Bu karanlık genç adamın içini biraz daha karartmış, nefesini neredeyse kesmişti. Havayı içine çekmeyi unuttuğu gibi önüne bakmayıda unutuyordu.Ağır adımlarla, oturduğu binanın bulunduğu sokakta boş bakışlarla, ölü gibi sürükleniyordu. Doğru, buna yürümek değil sürüklenmek denirdi ancak. Kalbindeki acı, boğazında düğümlenmiş bir kaç kelime ve normalde çektiğinin yarısı kadar içine cektiği havadan çıkan buhar... Woo Joon derinden sarsılmıştı.Binanın önüne geldiğinde elini demir kapıya dayadı. Sanki sakinleştirici içmiş gibiydi. Solgun ve bitkindi, elini kolunu nereye koyacağını tam olarak kestiremiyordu. Duvara dayamak istediği elini demir kapıya yaslamıştı. Bedeni kontrolü dışında hareket ediyordu.Yine ağır adımlarla, meedivenleri düşe kalka çıktı. Uzun bir süre evin kapısını çaldı ama açan olmadı. Hepsi Ah Jung'lardaydı. Durdu, düşündü bir süre ve gözlerini sıkıca kapatarak güçlü bir çıglıkla beraber kapıya bir tekke attı."Neden?"°•°•°•° 3 Yıl Sonra °•°•°•°· 20'li yaşlardaki güzel ve alımlı kızın pürüzsüz teni, yanındaki genç adamda büyük bir arzu uyandırıyordu. Genç kız uzun saçlarını geriye doğru itti ve dudaklarını büzerek "Daha önce de söylediğim gibi; ben o gelmeden evlenmem!" dedi ve bedenini oturduğu siyah koltuğun yumuşak yüzeyine yasladı. "Aşkım, lütfen böyle yapma. Tam bit senedir, evlenmek için onu arıyorum ama izine rastlayamadım. Üstelik o da yetmezmiş gibi Tae Sun ve Woo Joon'dan da haber alamıyorum. Tae Sun, Soo Jin'le gitti ve Woo Joon'da Japonya'ya... İşlere o kadar kaptırmış ki kendini, telefonlarıma yanıt bile vermiyor." diye sitek etmeye kesti genç adam ve konuşmasına yüksek sesle devam etti. "Ah, çıldıracağım. Sana evlenme teklifi edeli tam bir sene oldu." Chae Min ofladı ve hızla ayağa kalkarak Ah Jung'a öfkeli ama sevimle bir bakış attı. Ona kızamıyordu. Ah Jung'da ayağa kalkarak genç adamın yanına yaklaştı. "Of, bilmiyorum. Aslında bildiğim tek şey; O gelmeden asla..." Genç kız duraksadı, bundn sonraki konuşmasına daha güçlü ve kararlı bir ses tonuyla devam etti. "Evlenmem, anladın mı? O gelmezse hiçbir güç beni evlendiremez. Sok bunu kafana! Vücudumu incelemeyi de kes! Bir daha bana öyle bakarsan söz yüzüğünü uçurumdan aşağıya atarım ama seninle birlikte." Ah Jung burnundan soluyordu adeta, koşar arımlarla odadan ayrılırken son kez dönüp Chae Min'e bakmadı bile. "Ah Jung, saçmalama! Ben sana hiç öyle bakar mıyım? Kalbimi kırıyorsun." Ah Jung duraksadı ve arkasından onu takip eden Chae Min'e elindeki siyah çantayı fırlatarak "Kafana kırmamı istemiyorsan, sus!" diye bağırdı. °•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•° "Sung Mo, lütfen yardım et. 'Soo Jin gelmeden evlenmem' diye tutturdu. Woo Joon'un bulamadığı kızı ben nasıl bulayım?" diyerek telefonu diğer eline aldı Chae Min. Sesi acınası ama rahatsız ediciydi. Sung Mo iç çekti ve telefondaki sesle zorlu bir sohbete girişti. "Bilmiyorum, Chae Min. Sadece Eun Joo'nun düğün için benden böyle bir şey istememiş olduğunu düşünerek rahatlıyorum. Zaten şu an doğuma odaklanmış durumdayım. 'Soo Jin gelmeden doğurmam' diyecek hali yok ya." Chae Min salondaki siyah koltuğa attı kendini. "Ah, onu bulmak zor olacak ama yapmak zorundayım. Ah Jung bir şeyi kafasına koduysa yapar." dedi ve içtenlikle gülümsedi Chae Min. "Minik prensesin doğumuna ne kadar kaldı? Çok bekletmesin bizi. Amcası onu sabırla bekliyor, söyle ona. Çabuk gelsin, belki Ah Jung onu görünce birden evlenmek ister. Gerçi Eun Joo'nun karnına bakınca nasıl lorktuğunu hissedebiliyorum. Ondan iyi bir anne olacağı konusunda kafamda bazı soru işaretleri var. Otoriter bir anne..." Chae Min, kendisinin yapamadığını yaptığı için Sung Mo'ya hayran kalıyordu. Ah Jung'a evlenme teklifi ettiğinde, Eun Jo ve Sung Mo yeni evliydi. Şimdi onlar bir bebek bekliyorlardı ama Chae Min'ler tek bir adım bile atamamıştı. Kutlama partisi ve annesinin düğün alışverişleri hiçbir şey ifade etmezdi; Ah Jung 'evlenmem' dedikten sonra. Belki bu evlilik de Ah Jung'un keçi inadı yüzünden bir süre daha rafa kaldırılacaktı. Bu üç yıl herkesi çok değiştirmişti. Hayatları, kişlikleri, yakınlıkları ve sevdikleri... Kimi unutulmuş, kimi de unutulmaya yüz tutmuştu. Kimi unutmak, kimi unutulmak için yalvarıyordu her gece. Kimilerinin kalbi, uzaklığı umursamazcasına birbiri için atıyordu. Ama onlar bile bunun farkında değildi. Her şey değişti! Ama kalpler asla unutmaz eskileri. Unutamaz... 36. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Ekim 12, 2011 5:26 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
37. Bölüm
Bu üç yıl onları çok değiştirmişti...
Ah Jung, eskisinden daha alımlı ve güzel; eskisinden daha ılımlı ve sakin bir kız olmuştu. Sert tavırları neredeyse yok olmuştu. Ama inatçılığından hiçbir şey kaybetmemişti. Ne de olsa, inatçılığı Soo Jin'den ona emanetti.
Eun Joo, bir buçuk sene önce muhteşem bir kır düğünüyle evlenmiş, şimdş ise bir bebek bekliyordu. Sekiz aylık hamileydi. Sung Mo'nun ailesi yani Bay ve Bayan Choi ile birlikte yaşıyordu. Bayan Choi neredeyse her sabah yürüyüşe çıkıyorum bahanesi ile dışarı çıkıp ilk torunu için kıyafetler alıyordu.
Minik prensesin odası bile hazırdı. Sung Mo ile Eun Joo'nun yatak odasının yanındaki, üzerinde "welcome" yazısı olan beyaz kapılı odaydı. Pembe ve kırmızı kalplerle kaplıydı; beyaz çiçekli toz pembe saten perdeler, kalp şeklindeki gül kurusu, yün bir halı ve kırmızı, zarif bir bebek karyolası... Odanın köşesindeki gül kurusu, büyük dolapta ise minik prensesin kıyafetleri vardı. Ama o kadar çoktular ki, bir çoğunu Eun Joo kendi dolabına götürmek zorunda kalmıştı.
Zaman bu güzel genç kızdan hiç bir şey almamıştı; aksine onu daha da güzelleştirmişti. Temiz olan kalbi de, temizliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Soo Jin'in eksikliğini ise kalbinin en ücra köşesinde, sessiz hıçkırıklarla anıyordu.
Ji Hye; o kendini derslerine vermişti. Üniversitedi üçüncü yılıydı ve moda okumayı tercih etmişti genç kız. Üniversitedeki erkek öğrenciler onu "okulun en güzel kızı" olarak nitelendirirken; kızlar ise "sadece biraz zeki" diye geçiştiriyorlardı. Biz buna halk arasında 'kıskançlık' diyoruz.
Tüm sınavları en iyi denilebilecek derecelerle geçerken, tüm okul ona hayran gözlerle bakıyordu. 'Hem güzel, hem zeki' olan bu genç kız erkekler de öylesine bir arzu uyandırıyordu ki, okumakta niyeti olmayanlar bile-sırf Ji Hye'ye yakın olabilmek için- genç kızdan ders vermesini istiyorlardı. Ji Hye, şimdiye kadar bütün bu teklifleri elinin tersiyle itmişti. Onu görünüşüne göre değil, kalbine göre değerlendirecek birine ihtiyacı vardı. Dışına değil de, içine bakan bir adama aşık olmak istiyordu.
Sung Mo kendini eşine adamıştı ama babasının Seul'deki şirketini de pek ihmal etmiyordu. Bir yandan okuyor, çalışıyor; bir yandan da karısına ve dünyaya gelecek olan minik kızına karşı kocaman bir sevgi besliyordu.
Chae Min hala Ah Jung'un peşinde koşuyor da diyebiliriz. Çünkü genç kız resmen onunla oynuyordu. Evlenme teklifini bir lunaparkta, helikopterlerden dökülen gül yaprakları eşliğinde yapan Chae Min için "Hayır!" cevabı hiç de kaldırılabilir olmasa da ardından gelen "Şakaydı, kabul ediyorum... Galiba." yanıtı genç adamın rahat bir nefes almasına yardımcı olmuştu. Böyle şaka mı olur? Ama şimdi ilgilenmesi gereken daha büyük sorunları vardı. 1 sene öncesinde, yani Ah Jung'a evlenme teklifi ettiği ayda her şey peri masalı gibi geçmişti. Ama ardından yapılan nişan töreninde Ah Jung'un mikrofonu eline alıp-tüm konukların önünde- "Soo Jin gelmeden düğün falan yok!" diye bağırmasıyla kabus başlamıştı. Bir sene, bir sene boyunca bütün delikleri arayan Chae Min'in önüne hep bir engel çıkmıştı. Birinin engellediği kesindi, ama kim di?
Tae Sun ve Soo Jin'e gelince; onlar diye bir şey yoktu aslında. Çünkü Soo Jin, üç yıl boyunca Tae Sun'u hep geri çevirmişti. Ama genç adam hiç bıkmadan Soo Jin'in çıkış saatlerine yetişiyor ve onunla sohbet etmeye çalışıyordu. Tae Sun, babasının Amerika'daki araba şirketin başına geçmişti ve işlerinde gerçektn başarılıydı. Ama bu Soo Jin'i ilgilendirmiyordu. Genç kız sadece unutmak istiyordu, her şeyi. Ama Tae Sun'u görmesi buna engel oluyordu. O yüzden genç kız onunla konuşmamaya özen gösteriyordu. Sadece merhabalaşmak bile Tae Sun'a iyi geliyordu oysa ki.
Woo Joon... O çok değişti. Bu üç yıl en çok onu değiştirdi hatta. Herkes onun, eski Woo Joon'u bir bavula koyup denize attığını düşünecek duruma gelmişti. Genç adam sadece bir yıl aramıştı Soo Jin'i. Ama onu ararken, içinde büyüyen kuşkuya bir türlü son verememişti. Tae Sun'un Amerika'daki şirketin başına geçtiği haberini duyunca onun Tae Sun ile mutlu olduğunu düşünmüştü. Ama mektuptakiler... Gerçeği hiçbir zaman anlamamıştı ki zaten, Soo Jin niye gitmişti? Bunu bile tam olarak bilmiyordu. Ama Soo Jin onu unutacaksa, onun da mutlu olmaya hakkı vardı. Bu yüzden amcasının Japonya'daki tekstil şirketinin başına geçti ve eski kimliğini bir ceket gibi çıkarıp attı.
Şımarık, çocuksu, ukala Woo Joon gitmiş; yerini ciddi, az gülen, büyük idealleri olan genç bir iş adamı almıştı. Kimseyle sohbet etmiyor, eski arkadaşlarıyla konuşmuyor, söylemek istediklerini çoğunlukla gözleriyle anlatıyordu. O artık Asya'nın en iyi liderlerinden biriolmaya adaydı. Asya'nın en genç ve en yetenekli patronu...
Woo Joon'nun bu zorlu karakteriyle yalnızca genç sekreteri Choi Kang Hyun başa çıkıyordu. Kang Hyun patronundaki gizli kalbi yakından görebiliyordu.
===========
"Ya! Sung Mo, Soo Jin'in okuldan bir arkadaşına ulaştım. Hukuk fakültesinde okuyormuş. Numarasını bile aldım." Genç adamın sevinç çığlıkları odanın dört bir yerinde yankılanıyordu. "Artık evlenebilirim."
"Ya yanlış numaraysa, ya Soo Jin'in değil de bir başkasınınsa? Ya da Soo Jin gelmeyi reddedecek. Bunları da bir düşün istersen."
Chae Min içindeki patlamaya hazır ateş bir anda bir bardak suyla söndürülmüştü sanki. "Hemen arıyorum. Ama Soo Jin çıkarsa ve gelmeye ikna olursa... Minik prensesin adını ben koyacağım." dedi öfkeyle harmanlanmış bir neşeyle.
Sung Mo adeta dut yemiş bülbüle dönmüştü. O ismi kendisi koymalıydı, bir zamanların çapkın prensi değil. "Of, ne de olsa Soo Jin asla gelmez. Sen yine de heveslenme." dedi ve telefonu Char Min'in yüzünr kapadı.Soo Jin'in gelme ihtimali de vardı.
===================
Chae Min elindeki yırtılmış, ufak kağıda uzunca bir süre büyük bir hevesle baktı. "Ya, Sung Mo haklıysa?" diye geçirdi içinden.
Gözleri masanın üzerindeki telefona kaydı. Alt dudağını ısırarak "Hiçbir şey umurumda değil." dedi ve telefonu eline aldı.
Çalıyordu. Ve açıldı...
"Alo?" dedi telefondaki ses, oldukça kibar ve kendinden emindi.
"Soo Jin..."
==================
"Dosyalar hazır mı? diye sorarken siyah takım elbisesinin ceketini düzeltti genç adam.
Genç sekreter Kang Hyun, boğazını temizledikten hemen sonra ürkek bir tavırla gülümsedi ve kısık bir sesle "Maalesef, efendim. Dosyalar ancak yarına hazır olurmuş. Ama, eğer isterseniz ben-" söyleyeceklerini tamamlayamadan omzunda bir el hissetti. Bu Woo Joon'du. "Sakin ol, alnımda 'insan eti yer' yazmıyor ya. Yarın, hazır olunca incelerim. Başka bir şey yokse ben çıkıyorum."
"Efendim, bir de size bir davetiye var. Ama biraz garip, yani mektup gibi. Elle yazılmış, Seul'de olacak bir nikah töreninden bahsediyor. Sürpriz nikah töreni... Chae Min adıyla gelmiş, soyadı yok. Tanıyor musunuz?"
Woo Joon önce afalladı, sonra da Kang Hyun'ın kendisine uzattığı zarfı masasının üzerine fırlattı. "Sen onu boşver de, evlilik görüşmesine gideceğim yer neresi?"
37. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Ekim 12, 2011 5:26 pm | |
| Yazar: Demet Hancı
38. Bölüm
Soo Jin, yine kendisini en iyi takım elbisesiyle karşılamaya gelen Tae Sun'a selam vermeden elindeki kitapları çantasına yerleştirdi ve genç adamın yanından hızla geçti. Tae Sun her zaman ki gibi elini cebinden çıkardı ve içtenlikle gülümseyerek lüks arabasına yöneldi. Soo Jin'in kendisine kızmamış olması bile bir gelişmeydi onun için.
Soo Jin bir kaç adım attıktan sonra duraksadı ve genç adamın arabasına henüz binmediğini fark ederek ona seslendi. "Tae Sun, bana ayıracak zamanın var mı?" Tae Sun gerçekten şaşırmıştı, bunu beklemiyordu. Soo Jin onunla konuşmuştu.
"Ta... Tabii ki de." dedi gülümseyerek Tae Sun. Gözleri ışıldıyordu, kalbi ise yerinden çıkacak gibi atıyordu.
================
"Evet, seni dinliyorum." Tae Sun hala içtenlikle gülümsüyordu. Gereğinden fazla umutlanmıştı.
Soo Jin geldikleri küçük pastanenin dört köşesinde tek tek göz gezdirdikten sonra derin bir nefes aldı ve "Ben... Ben, yarın Kore'ye dönüyorum." dedi dizlerinin üzerindeki deri çantayı tırnakları ile delmeye çabalarken.
Tae Sun, üç senedir Soo Jin'den 'Kore' lafı duymamıştı. Bu onun için çok ani olmuştu, afallamıştı. "Neden... Neden peki?"
"Ah Jung ile ilgili bir problem varmış. Zaten bu hafta dersim yok. Hem..." diyemeden duraksadı Soo Jin. Onun söyleyemediği şeyler Tae Sun'un ağzından dökülüyordu.
"Hem Woo Joon'da Japonya'da; onu görmeden gider gelirsin, değil mi?" dedi genç adam acı acı gülümseyerek. "Onu görmezsen senin için iyi olur umarım. Hem işini halleder, hem de onu görmezsin. Üç yıldır unutmaya çalıştığın ilk aşkını... Ne zamana kadar kaçacaksın Soo Jin? Onu unutamadığını ikimizde biliyoruz. Hala onu seviyorsun sen! Kimi kandırıyorsun, ha?" diyerek elini masaya sertçe masaya vurdu ve sandalyeyi geriye doğru iterek ayağa kalktı. "Sen ona gitmelisin Soo Jin. Ondan ayrı olmak; seni senden alıyor. Sen, sen değilsin. Ona git ve onunla ol! O... O seni hep sevdi, son üç yıldır benim seni sevdiğim gibi. Deliler gibi..."
Tae Sun konuştukça, Soo Jin'in gözlerine yaşlar doluyordu. Ama genç kız ağlamamak için tutuyordu kendini. O da, Tae Sun gibi ayağa kalktı ve nemli gözlerini genç adama dikerek "Biliyorum... Onsuz bir hiçim ama benim de bir gururum var. Onun bana yaptığından sonra..." diyemeden Tae Sun'un, kolunu sıkıca tuttuğunu fark etti.
Genç adamın gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. "Ne yapmış o sana? Seni sevmekten başka? Woo Joon'un amcası sana ne yalanlar söyledi bilmiyorum, ama sen çok yanılıyorsun." diyerek Soo Jin'in kolunu sertçe yere savurdu genç adam. Onun da gözleri nemliydi. Her ne kadar Soo Jin'i sevse de, Woo Joon'un aşkına da tanık olmuştu. Onun Soo Jin için yaptıklarına şahit olmuştu ve yapacaklarına da inanıyordu. 3 yıl boyunca Soo Jin'in çıkışlarına gelmişti. Her seferinde de Soo Jin'in yanında bir erkek görmediği için sevinmişti. O sadece Soo Jin'in biriyle beraber olup olmadığını kontrol etmek için geliyordu. Bunu kendisi için mi, yoksa en yakın dostu için mi yapıyordu; hiçbir fikri yoktu.
"Woo Joon'un amcasının bana bir şey söylediğini de nereden çıkarıyorsun?" diye sordu genç kız, içindeki telaş gözlerinden okunuyordu.
Tae Sun yutkundu ve "Sen bavulunu alıp evden ayrılırken, ben de seni görüp peşinden geldim. Seni Woo Joon'un amcasının sekreteri bilet alırken gördüm. Sen uçağın kalkışını beklerken, ben de o adamı biraz hırpaladım. Sonuç; her şeyi anlattı. O adamın seni okumaya gönderdiğini de. Ben de aldığım ilk biletle senin peşinden geldim. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama kalbim, seninle gitmemi söyledi ve bende ona uydum. Zaten babam beni Amerika'daki şirketin başına geçmem için sıkıştırıyordu, ben de isteğini yerine getirdim. Senin gibi buraya tutunmaya çalıştım. Ama senin hala tutunamadığını görüyorum şimdi. Sen hala onu seviyorsun Soo Jin. İnadı bırak!" diyerek pastanenin çıkış kapısına yaklaştı. Tam çıkıyordu ki, arkasından gelen ağlamaklı sesle arkasına döndü.
"O beni hiç sevmemiş Tae Sun." Soo Jin hıçkırıklara boğulmuştu, ona bakan insanları umursamıyordu bile. "Hepsi bir oyunmuş, o ve babası... Onlar beni tuzağa düşürdüler. Sırf Bay Choi'dan öç almak için. Onun sevdiği kadının kızıyım diye, beni kandırıp kullandılar. Ama ben... Benim de gururum var. Orada kalıp her şeyi sindirip, Woo Joon'la devam edemezdim. Ya da yıkıp dökerek etrafımdakileri de perişan edemezdim. Eun Joo... O benimle oynayan bir adamın kardeşiyle evlenip, babasına 'baba' diyemezdi. Onun mutluluğuna veya bir başkasınınkine... Hiç kimsenin mutluluğuna engel olmazdım. Anlıyor musun şimdi beni? Onu hala seviyor olmam hiçbir şeyi değiştirmez!"
==================
Soo Jin elindeki ufak, siyah ağırlıklı kumaş bavulu sıkıca tutarak, utangaç bir şekilde etrafına bakındı. En son gördüğünden daha çok uzamış olan Chae Min'i görebiliyordu. Uzun bir yolculuğun ardından en muhteşem kelime "Hoş geldin" olsa gerek. Çünkü genç kız şuan da hiç olmadığı kadar mutlu olmuştu.
"Hoş buldum, nasılsın?"
"Ah, ben çok iyiyim. Ama sen iyi misin? Yani çok değişmişsin. Yanlış anlama ama daha da güzelleşmişsin. Geldiğin için çok teşekkür ederim. Yoksa Ah Jung asla benimle evlenmeyecekti. Onun Eun Joo'ya benzemediğini zaten biliyorsun zaten. Eun Joo evlendi, hatta sekiz aylık hamile. Ji Hye'de aynı senin gibi günden güne güzelleşiyor. Okulunda çok popüler... Emin ol, süper gözüküyorsun. Woo Joon seni böyle görseydi... Öhö, şey özür dilerim. Neyse arabaya geçelim mi?" Chae Min pot kırdığını ve çok konuştuğunu fark ederek kızaran yüzünü hafifçe yere eğdi. Eliyle de çıkış kapısını gösteriyordu.
Arabaya bindikten sonra Soo Jin kemerini takarken, Chae Min arabayı çalıştırmadan önce genç kıza utangaç bir bakış atarak "Tae Sun... O nasıl? Telefon numarası yok bende. Ona ulaşamıyorum." diye sordu.
"Tae Sun çok iyi ama şirketin işleriyle çok meşgul." Soo Jin'in bu konuda konuşmak istemediği her halinden belliydi ama Chae Min üzerine gitmekte kararlıydı. "Siz, birlikte misiniz?"
Genç kız kafasına çekiç düşmüş gibi darbe yemişti. Hızla Chae Min'e döndü ve öfkeli gözlerini ona dikerek "Ne saçmalıyorsun sen? Sevdiğim adamın en yakın arkadaşı ile yurt dışına kaçacak kadar küçülmedim daha." diye bağırdı tüm gücüyle. Ardından da kemerini geri çözerek arabadan inmek için bir hamle yaptı. Ama Chae Min onu kolundan yakalayarak "Woo Joon'u hala seviyor musun?" diye sordu.
"Seni ilgilendirmez! Düğünden sonraki gün ilk uçakla gidiyorum. Elini çabuk tutsan iyi olur."
===================
"Liseyi Seul'un en berbat lisesinde bitirdiğinizi duydum. Bay Choi, nasıl dayandınız?" diye sordu ellerini dizlerinin üzerinde birbirine kenetlemiş olan, zarif ve iyi giyimli güzel kız. "Eminim ki hepsi sizin peşinizden deliler gibi koşturmuştur. Hem zengin hem de yakışıklısınız. Onlar için ideal koca adayı. Sizin onları o sefil hayattan kurtarabileceğinizi düşündüklerine eminim. Ezik ve küstahlar..."
Woo Joon suskunluğunu yüzündeki ufak tebessümle koruyordu. Elini masanın üzerindeki telefona götürdü ve ekrana iyice baktı.
-15 cevapsız çağrı/ Chae Min-
Derin bir nefes alan genç adam gözlerini evlilik görüşmesine geldiği genç ve zengin hanımın gözlerine dikti. "Var olanla yetinmek, yok olana isyan etmemek, zorluklara göğüs germek, sevgiye değer vermek... Eğer bu saydıklarım onları 'ezik ve küstah' yapıyorsa, siz bu hayatta gördüğüm en 'muhteşem ve alçak gönüllü insansınız Bayan Lee. Her gün bir başkasına 'aşkım' diyebilen, var olanı umursamayıp yok olanı arzulayıp sahip olabilen, o muhteşem insanları 'ezik ve küstah' diye adlandıran bir kişiliğiniz olduğunu size ilk söyleyen olmadığımı düşünüyorum. Yoksa yanılıyor muyum? Eğer öyleyse, üzgünüm ama bunlar acı gerçekler. Bir daha görüşmemek üzere, güle güle."
Woo Joon ayağa kalktı ve karşısındaki kızın yüzüne bile bakmadan, masanın üzerinden aldığı telefonunu kulağına dayadı.
"Alo, Chae Min?"
====================
"Alo Chae Min?"
Chae Min arayanın kim olduğuna bakmadan açmıştı telefonu ve en iyi dostunun sesini hemen tanımıştı. Ama şaşırmıştı da. "İnanamıyorum, Bay Choi benim gibi basit birini arama zahmeti göstermiş. Ellerinize yazık Bay Choi, lütfen yormayın kendinizi."
"Dalga geçmeyi bırak Chae Min. Özür dilerim ama çok meşguldüm. Sen onu bunu bırak da, Ah Jung'u nasıl ikna ettin evliliğe?" diye sordu Woo Joon merakla. Gözleri ışıldıyordu adeta, eski bir dostun sesini duymak onu şimdi ki halinden biraz da olsa değiştirmişti.
Chae Min, az önce arabadan inen Soo Jin'in bir başka taksiye bindiğini görüp derin bir nefes alıp verdi. "Zor ikna ettim, sorma. Düğüne gelecek misin?" Bu sorunun cevabını merakla bekliyordu işte.
"Tabii ki de geleceğim. Hangi gündü?"
"Davetiyeyi açıp bakmadığına emindim zaten. İki gün sonra, Seul'de bizim otelin bahçesinde yapacağız. Kır düğünü olacak. Herkes gelecek, tek eksiğimiz sen ve... Sen ve Tae Sun." dedi alt dudağını ısırarak Chae Min. Onu Woo Joon'a hatırlatmanın kötü bir şeyler doğuracağını tahmin ediyordu.
Woo Joon dişlerini iyice sıktı ve dişeri arasından konuşmaya başladı. "İyi, başka eksik yok yani?" Chae Min'in ağzını arıyordu. Tek istediği Soo Jin'in gelip gelmeyeceğiydi. Eun Joo'nun düğününde yoktu ama belki Ah Jung'unkine gelirdi.
Chae Min onu bu isteğini anlamıştı. "Soo Jin'i kastediyorsan, o da gelecek." Genç adam zor zoruna konuşuyordu, sanki biri etlerini lime lime ediyordu. "Yine de geleceksin, değil mi?"
Woo Joon, gözlerini iki saniyeliğine yumduğunda araba sürdüğünü unutmuştu. Sanki bir uçurumdan düşüyormuş izlenimine kapıldı ama ani frenle kendine geldi. Nefes alış verişi düzene girince "Geliyorum, bana kimse engel olamaz." diyerek acı bir kahkaha attı. Sahte ve acı verici bir kahkaha... Sahibine de, duyana da acı veren bir kahkahaydı bu.
"Tamam, dostum. O zaman en iyi takım elbiseni giy ve gel. Seni bekliyor olacağım, sakın unutma."
"Beni görünce çok şaşıracaksın dostum, eski Woo Joon yok artık. Bin kat daha yakışıklı bir Woo Joon göreceksiniz. Bakarsın Ah Jung son anda fikrini değiştirir ha?"
Bambaşka Woo Joon... Bundan kasıt dış görünüş değildi. Woo Joon içten, büyük değişiklere uğramıştı. Büyümüştü en önemlisi. Güçlenmişti, duygularına engel olmayı öğrenmişti. Duygularını dizginleyebiliyordu, bu da onu bambaşka bir Woo Joon yapmıştı. O artık Woo Joon'da değildi. O artık Asya'nın en gözde patronlarından Bay Choi'du.
====================
"Beni böyle giydirerek elinize ne geçecek bilmiyorum. Boşuna gelinlik alıyorsunuz. Soo Jin gelmeden düğün olursa, ben 'hayır' diyeceğim. Eun Joo ora mı bura mı ellemeyi bırakır mısın? Hamilelik seni sapıklaştırdı mı anlamıyorum ki!" Ah Jung etrafındaki görevlilere sert sert bakarken kendisine gelinlik denetmeye çalışan Eun Joo'yu da es geçmiyordu.
Lüks mağazanın cam kapısı açılmıştı ve içeriye güzeller güzeli Ji Hye girmişti. "Ben geldim! Henüz seçmediniz, değil mi?" diye sorduktan sonra gelinlikler arasında gezinmeye başladı genç kız.
“Maalesef, hayır! Eun Joo, hamile hamile hiç üşenmeden beni zorla gelinlikçiye getirdi. Şimdi de sen bana gelinlik giydireceksin, öyle mi? İstemiyorum!”
Ji Hye eline aldığı straplez, sade gelinliği Ah Jung’un üzerine tutarak onu umursamadığını göstermek istedi. Bir yandan da gelinliğin güzelliğiyle mest olmuştu. Sade giysileri her zaman tercih eden bu kız için bu gelinlik muhteşem bir seçimdi.
Ah Jung alt dudağını ısırarak gelinliği eline aldı ve üzerinde göz gezdirdi. “Güzel ama evlenecek biri için. Daha kaç kere söyleyeceğim bilmiyorum ama… Of! Sizi Chae Min yolluyor, değil mi? İyice kafayı yedi artık, evlenelim diye yapmadığı kalmadı. Tamam, bunu deneyeceğim ama başka denemem.”
Bu Ah Jung’un 15 tane gelinlik denemeden önceki son konuşması olmuştu. Düğüne iki gün vardı ve yağılacak çok şey vardı. Peki, Soo Jin neredeydi?
====================
Soo Jin Seul sokaklarında uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra eskiden oturduğu evin olduğu caddeye geldi. Eski günler gözünün önünde canlanırken yüzünde de tatlı bir tebessüm oluşmuştu genç kızın.
------
“Soo Jin, o elindeki kitabı bana vermezsen seni okula rezil ederim.”
“Haha, Ah Jung ne söyleyeceksin çok merak ediyorum doğrusu?”
“Senin bir erkek tarafından reddedildiğini söylerim. Bu yeterince küçük düşürücü, değil mi?”
Genç kız elindeki küçük, mavi kalpli defteri Ah Jung’a uzatarak “Al, başına çal defterini. Sakın benim hakkımda öyle şeyler söyleme, yoksa yüzün gözün dağılır. Ne de olsa ustam sensin. Unutma, kimse beni reddedemez. Çünkü ben kimseye o şansı vermem. Yani sevgilim olmayacağına göre kimse beni reddedemez.” dedi ve saçlarını geriye doğru atarak okulun yolunu tuttu.
-------
Bu konuşma onlar 9. Sınıfa giderken olmuştu. Aradan yıllar geçmiş olsa da hala Ah Jung ile böyle bir konuşma yapabilirdi. Onunla tartışmak gerçekten paha biçilemezdi.
Genç kız binaya girme cesaretini gösterememişti. Sokağın başından geriye döndü ve bir taksiye binerek Chae Min’in onun için ayarladığı otele gitti. Ah Jung’a sürpriz olacağı için şimdilik ondan saklanmalıydı.
===================
Soo Jin, otele girdi ve görevlilerle konuştuktan sonra odasının anahtarını alarak asansöre yöneldi. Otel Chae Min’lerin oteliydi ve bahçesinde şimdiden ayarlamalar yapılıyordu. Havuzun etrafında minik, renkli balonlar, dört bir yana da kocaman hoparlörler yerleştirilmişti. Görevliler bir o yana bir yana stresli bir şekilde koşturuyorlardı.
Soo Jin asansörün önünde bir süre bekledikten sonra arkasında şen kahkahalarla birilerinin yaklaştığını fark etti. Sesle çok tanıdıktı. İnsan çocukluk arkadaşlarını hiç unutur muydu?
“Eun Joo, umarım Ah Jung’un düğününde doğurmazsın.”
“Kim, kimin düğününde doğuruyormuş ya? Gelinlik aldık diye düğün olacak sanmayın. Chae Min Bey uğraşsın bakalım, ben hayır dedikten sonra bunların hepsi boşa masraf.” diye sitemle elindeki gelinlik paketini yanına gelen görevliye uzattı. “Bunu benim odama çıkartın.”
Soo Jin arkasında bekleyen üç arkadaşına dönüp “Ben geldim!” dememek için kendini zor tutuyordu. Başındaki siyah şapkayı yüzüne doğru iyice çekti ve arkasına bakmadan merdivenleri birer ikişer çıkmaya başladı.
Şimdi olamazdı!
==== Ertesi Sabah =====
“Ben geldim! Seul’deyim, beni alabilir misin? Annemlerden gizli geldim, şoförü çağıramam.”
Chae Min telefondaki sesin dedikleriyle yerinden fırladı. Woo Joon ne zaman gelmişti? Daha dün konuşmuşlardı.
“Tamam, hemen geliyorum. Gelmene sevindim dostum.” diye sevinçle telefonu kapadı genç adam ve arabanın anahtarını alarak kaldığı otel odasından dışarı çıktı. Karşısına aniden Soo Jin çıktı. Genç kız birilerinden gizlenirmiş gibi atkıya sarılmıştı.
“Ya! Chae Min, iki gündür Ah Jung’dan kaçacağım diye canım çıktı. Bu kız niye otelde kalıyor?”
“Sonra konuşuruz, acil çıkmam lazım.” diyerek Soo Jin’den uzaklaştı Chae Min.
Soo Jin, Chae Min’i ceketinin yakasından tuttu ve “Nereye?” diye sordu.
“Ben… Woo Joon’u almaya gidiyorum.”
38. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Ekim 26, 2011 1:09 pm | |
| Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik – Komedi – Okul 39. Bölüm “Ben… Woo Joon’u almaya gidiyorum.” ******** Soo Jin, kendini koridorun soğuk duvarlarından birine yasladı ve nefesinin daraldığını hissederek derin bir nefes aldı. Chae Min gitmişti… Soo Jin’in sevdiği adamı buraya getirmeye. Genç kızın elinden bir şey gelmiyordu. Buraya Woo Joon’u görmeyeceği düşüncesiyle gelmiş olsa bile, şimdi onu görme düşüncesi Soo Jin’de soluk kesen bir heyecana vesile olmuştu. Ama onu gördüğünde ne diyeceğini bilememesi genç kızın beyninde cevap alınamayan soru olarak dolaşıp duruyordu. ******** Genç adam kaldırımın üzerine koyduğu siyah, büyük bavulunun üzerine oturmuştu. Havaalanının önünde bir kaldırımda, bavulunun üzerinde oturup beklemenin verdiği utancı taktığı siyah güneş gözlükleriyle atıyordu. Havanın soğuk, hatta bulutlu olmasını umursamadan takmıştı güneş gözlüklerini; tanınmamak için de tabii. Yarın gazetelerde “Bay Choi’u bu soğukta, havaalanının önünde bekleten neydi?” diye, birinci sayfa haberi görmek istemiyordu Woo Joon. Kafasına taktığı siyah, deri şapka da onun gizlemesi içindi. Peki, ya şimdi ona doğru elinde iki kahve bardağıyla sırıtarak koşan genç adam da kimdi? Bu kahverengi ceketli, genç adam Kang Hyun’dan başkası değildi. Kore’ye yeniden gelebilmenin verdiği sevinçle sırıtıyor, aynı zamanda da patronunu bekletmemek için koşturuyordu. Woo Joon’da bu durumun farkındaydı, Kang Hyun’a işaret parmağını uzatarak “Ya! Ya! Hey, yavaş ol! Düşeceksin…” diye bağırdı, hayatı dolu dolu yaşayamamış daima öfkeli ve kibirli yaşlı bir ihtiyar gibi. “Ah, özür dilerim Woo Joon Bey. Buyurun kahveniz.” Diyerek elindeki plastik kahve bardağını patronuna uzattı Kang Hyun. Sevimli yüzü gibi, yüzüne uyumlu olan ufak burnu da soğuktan kızarmıştı. Ellerini kahve bardağının sıcaklığıyla ısıtmaya çalışırken omzuna dokunan elle irkildi genç sekreter. “Benden sonra başka bir patron ile çalışmaya başlarsan, sakın ona böyle plastik bardakta getirme! Yoksa kovulursun.” Diyerek kahvesinden bir yudum aldı Woo Joon. Gözleri yanındaki ürkek sekreterine değil de uzaklara… Çok uzaklara bakıyordu. Kang Hyun, köprünün ortasındayken, köprünün bağlı olduğu ipin koptuğunu görmüş gibi irkildi. Birkaç saniye önce yudumladığı kahveyi olduğu gibi yere püskürterek gözlerini Woo Joon’a dikti. “Efendim, özür dilerim. Gerçekten…” Woo Joon, boşta olan eliyle Kang Hyun’a dur işareti yaptı ve “Sakın ola, yeni patronundan da böyle çok özür dileme! Çok sinir bozucu.” diyerek eski günlerde çok sık yaptığı gibi dudaklarını büzdü. Kang Hyun, biraz… Biraz değil! Kesinlikle çok fazla şaşırmıştı, hatta afallamıştı. “Az önce, tüm şirket elemanlarınca ‘Bay Somurtkan’ olarak adlandırılan genel müdür Choi Woo Joon gülümsemiş miydi? Üstelik dudaklarını büzen kişi de o olmazdı, değil mi?” diye geçirdi içinden Kang Hyun. “Efendim, iyi misiniz?” “Evet, çok iyiyim. Niye sordun?” diyerek ağzını kulaklarına vardırarak gülümsedi Woo Joon, bir kez daha. Bu durum Kang Hyun’ı çılgına çeviriyordu ama önemli olan bu değildi. Genç sekreter kafasına takılan soruyu bir çırpıda soruverdi. “Woo Joon Bey, siz şirketi bırakacak mısınız?” dedi ve gözlerini kendisinde olmayan Woo Joon’un gözlerine dikti Kang Hyun. Ama Woo Joon cevap vermek yerine gülümsemeye devam ediyordu. Kafasında bir şeyler kurduğu belliydi. Soğuk o kadar artmıştı ki, yazın ortasında olması muhtemel bir olay değildi bu. Artan soğukla beraber Woo Joon’un suratındaki gülümseme de yok olmuştu artık. Sonunda Chae Min sarı, spor arabasını onların önünde durdurdu ve arabadan inerek Woo Joon’a doğru yaklaştı. “Hoş geldin, Bay Şapşal Maymun!” diyerek sırıttı ve Woo Joon’a sıkıca sarıldı Chae Min. Woo Joon’da aynı sıcaklıkla ona sıkıca sarıldı ve “Maymun, ha? Asıl sen Ah Jung ile evlenerek nasıl bir belaya bulaştığının farkında değilsin. Sen onun maymunu olmuşsun dostum. Sen ve evlenmek… Ah Jung’un sana bunu yaptırdığına inanamıyorum.” diyerek sırıttı bir kez daha. “Tamam, bu kadar gevelediğin yeter Woo Joon. İyi ki hemen gelmişim, yoksa sizin buzlaşmış bedenlerinizi alırdım buradan. Otele gidelim de biraz ısının.” dedi ve içtenlikle gülümsedi Chae Min, sonra da Kang Hyun’a doğru elini uzatarak “Merhaba, ben Chae Min. Sen de Woo Joon’un sekreteri olmalısın. Bu şapşal ile nasıl başa çıkıyorsun anlamıyorum doğrusu.” diyerek gözlerini kocaman açtı. Kafasını iki yana salladıktan sonra da Kang Hyun’ın kulağına yaklaştı ve “Biraz çatlaktır da… Kafadan.” diye fısıldadı. Kang Hyun istemsizce gülümsese de oldukça şaşkındı. Ne yani, bu zamana kadar tanıdığı adam aslında tam zıttı karakterde biri miydi? ******* “Chae Min, neredesin? Herkes yarın düğün olacak, diyor. Peki sen buldun mu Soo Jin’i, ha?” Chae Min, müstakbel karısının tiz ama kuvvetli sesinden korunmak için kulağındaki kulaklığı çıkarıp kulağından birazcık uzaklaştırdı. Yanındaki koltukta oturan Woo Joon bile Ah Jung’un o harikulade(!) sesini duyabiliyordu, hatta gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. Arabanın arkasında oturan Kang Hyun ise sessizce onları izliyordu. Chae Min’in ekşimiş suratından, azar işittiği anlaşılabiliyordu. Chae Min kulaklığı tekrar kulağına getirdi ve arabayı yavaşlattı. Bu arada Ah Jung’un siniri de yatışmıştı. “Aşkım, sen sakin ol! Ben bir yolunu bulup bulacağım onu. Sen merak etme, sadece aksilik etme yeter. Eun Joo’yu da üzme, kız hamile hamile sana gelinlik bakmaya gitti; daha ne istiyorsun onlardan?” Genç adam soluk alıp vermeden konuşuyordu; arada durup of çekiyor, sonra devam ediyordu konuşmasına. Telefondaki tiz ses tekrar yükseldi. “Aşkım… Biliyorum, seni de zorluyorum buna ama…” Genç kız duraksadı bir süre, “Ama onu çok özledim, ne yapabilirim.” diyerek hıçkırıklara boğuldu. O ağladıkça genç adamın suratı asılıyor; kalbi acıyordu. “Ağlama hayatım…” ******* Chae Min, Woo Joon ile Kang Hyun’ı kaldıkları otelin yanındaki diğer bir otele getirdi. Woo Joon, Chae Min’in bunu neden yaptığını gayet iyi biliyordu. Soo Jin’in de o otelde kaldığını hissedebiliyordu. Bunun için dostunu üstelemedi, çünkü hala Soo Jin’i görüp görmemek konusunda bir karara varmamıştı. “Her şey için teşekkürler dostum. Geldiğin için de… Bu arada sanırım burada kalmanız daha iyi. Ne Soo Jin’in, ne de Ah Jung’un seni görmek isteyeceğini sanmıyorum. Bir şeye ihtiyacınız olursa sizinle ilgilenirler. Ben yan oteldeyim ve düğünde orada olacak. Yarın sabah... Neyse, benim şimdi hazırlıklarla ilgilenmem gerek. İstediğin gibi, kimseye haber vermem. Görüşürüz.” dedi ve gülümseyerek dostunun omzuna destek vermek istercesine dokundu Chae Min. Sonra da beş-on metre ilerideki otele doğru yürümeye başladı genç adam. Woo Joon, hızla atıldı ve gitmekte olan Chae Min’i durdurdu. Kang Hyun’da o sırada adını daha önce duyduğu Soo Jin’i düşünüyordu. Daha önce o ismi duyduğuna emindi. Chae Min, ben… Sanırım onu görmek istiyorum.” Woo Joon’un suratı acınası bir hal almıştı. Genç adam eliyle saçlarını dağıttı ve “Tabi, onun Tae Sun ile gitmediğine eminsen…” diyerek pür dikkat Chae Min’e odaklandı. “Ben onun Tae Sun ile gitmediğine eminim. Ama onun seni görmek isteyeceğini pek sanmıyorum. Senin burada olduğunu söylediğimde, pek de seninle yüzleşmeye hazır gözükmüyordu. Ama sen de hala onu seviyorsun, değil mi?” Woo Joon içine çektiği havayı büyük bir hızla verdi ve “Ben çok acı çektim Chae Min… Onun beni sevdiğini biliyordum amcama verdiğim söz… Biliyorum, çok saçma ama…” devam edemeden Chae Min tarafından durduruldu. “Ne sözü? Ne saçmalıyorsun sen? Amcana söz mü verdin? Sakın bana Soo Jin’i bu yüzden aramadığını söyleme! Amcanın felç geçirmesi senin hatan değildi. O arabayı sen kullanmıyordun ya! Neden ona böyle bir söz vermek zorundaydın ki? Konuşsana! Ona ve kendine bunu nasıl yaptın lanet olası!” diye bağırarak Woo Joon’un yakasına yapıştı Chae Min. Gözleri kıpkırmızı olmuştu; elleri titriyor ve burnundan soluyordu. Woo Joon ellerini, Chae Min’in yakasına yapıştırdığı ellerinin üzerine koydu ve “O zamanlar hep, onun Tae Sun ile gittiğini düşünüyordum. Delirmek üzereydim. Onu aradım ama dayanamadım. Onu bulduğumda, onun Tae Sun ile olma ihtimali beynimi yiyip durdu. Sonra amcamın kazası ve şirketin başına geçmem… Ben o şirkete iyi bakacağıma dair bir söz verdim Chae Min… Bunun içinde onu unutmam gerekiyordu. Ama olmadı! Olmadı… Olmadı! Olmadı işte!” Woo Joon’un gözlerinden yaşlar gelmeye başlamıştı, Chae Min’de kollarının genç adamın yakasından çekmişti. Woo Joon yere çömeldi ve gözlerinden akan yaşları umursamadan “Unutamam… Ben onu unutamam! Yapamam… Bunu bize yapamam.” diyerek gözlerini sıkıca yumdu. Her zamanki gibi gözünün önünden Soo Jin ile olan anıları bir bir geçmeye başladı. Onu ilk öptüğü zaman… Ona aşkını ilk itiraf ettiği zaman… Onunla beraber lunaparka ilk gittiklerinden ettiği dua… “Umarım buraya bir daha ki gelişimizde yanımızda çocuğumuzda olur…” Hepsi genç adamın aklındaydı. Şimdiye kadar hiç dışa vurmamıştı belki ama dayanamamıştı. Kang Hyun, patronunun haline acıyordu. Demek ki bunca zaman sevdiği kadın yüzünden bütün evlilik görüşmelerinden negatif sonuçlarla dönmüştü. Demek ki bu yüzden herkese kalpsiz adam rolü yapıyordu. Ama o büyük bir kalbe ve kocaman bir aşka sahipti. “Korkarım, onu görmen için yarını beklemelisin.” ******* Ah Jung saate göz ucuyla baktı ve korkuyla yüzünü ekşitti. “Saat 6 olmuş! Yani düğüne tam olarak… Dokuz, on… Ne! 18 saat mi? Of! Çıldıracağım… Bir günden az kalmış.” diye bağırdı genç kız ve kolunun altındaki sarı, tüylü minderi ayağının önüne doğru fırlattı. Sonra da ayağıyla birlikte minderi, açık olan balkon kapısından aşağıya attı. Ardından da ayağa kalkarak diğer iki minderi de balkondan aşağıya fırlattı. Aşağıda havuzun etrafını süsleyen görevliler ile birlikte Chae Min’de havuzun ortasına düşen bu minderlerin Ah Jung’un odasından geldiğinin farkına vardı. Bu sefer gerçekten sinirlenmişti. Her şeye katlanabilirdi belki ama bu kadarı da fazlaydı. Tüm çalışanlar, organizasyonları kontrol etmekte olan Chae Min’in öfkeli suratına bakıyordu. Hatta bazıları aralarında fısıldamaya başlamıştı bile. “Yeter artık!” diye mırıldandıktan sonra elindeki dosyayı yere fırlatarak hızla otel binasına girdi Chae Min. O her şeyin en güzeli olması için uğraşırken, Ah Jung şımarıklığı iyice büyümüştü. Ah Jung kendini koltuğa atarak ofladı ve yanaklarını şişirerek kafasını geriye yasladı. Kapı bir anda tekmelenmeye başlamıştı. “Aç kapıyı Ah Jung!” Genç kız biraz ürkmüştü, ses Chae Min’indi ama bu öfke, bu sinir onun olamazdı. Ah Jung koşarak kapıyı açtı ve Chae Min’in kendisini kolundan tutarak sürüklemesine izin verdi. Genç adam, Ah Jung’u odanın ortasına kadar sürükledi ve genç kızın kolunu sertçe yere savurdu. “Bu kadar mı zor benimle evlenmek? Bunu yapmak zorunda mısın? Eğer evlenmek istemiyorsan bunu yüzüme söyle! Beni uğraştırma! Bu kadar uğraştığım yetmezmiş gibi…” Chae Min kendini yırtarcasına, avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bu öfkesi karşısında Ah Jung süt dökmüş kediye dönmüştü; kabahatini yeni anlıyordu. Sevdiği adama bu kadar eziyet ettiğini düşünmemişti hiç. Genç kız utancından Chae Min’in yüzüne bakamıyordu. Sadece, kısık bir sesle “Ben… Özür dilerim…” diyebildi. “Benden özür dileme Ah Jung! Sen sadece Soo Jin’i düşünüyorsun ama etrafındakileri ne kadar kırdığının farkında bile değilsin. Eun Joo’nun son üç gündür sancısı vardı, onu durdurmak istememe rağmen o, sana yardımcı olmak için senin peşinde koşturup durdu. Ji Hye çok önemli bir projeye hazırlanıyor. Üç gün içinde bir koleksiyon hazırlaması gerekiyor ama o ne yapıyor? Bütün zamanını en yakın arkadaşının şımarıklarını dinleyerek geçiriyor. Peki, ya ben? Bıktım artık Ah Jung! Neredeyse bir yıldır Soo Jin’i arıyorum ama Woo Joon’un o lanet olası amcası yüzünden önüme bir sürü engel çıkıp durdu. Çok yoruldum Ah Jung. Sanki beni hiç sevmiyormuşsun gibi, sanki seni evliliğe zorluyormuşum gibi hissettiriyorsun beni. Ben şundan iki sene öncesine kadar evlilik lafını duyunca deliye dönerdim. Ama seninle bunun üstesinden gelebileceğimi düşündüm ve sana evlenme teklifi ettim. Peki, ya şimdi… Şimdi seni buna zorluyormuş hissetmeme sebep oluyorsun! Unutma, teklifi ben etmiş olsam da kabul eden sendin. Herkesin senin etrafında pervane olması hoşuna mı gitmiyor da sadece Soo Jin’i istiyorsun. O zaman mutlu olmalısın çünkü onu buldum. Yarın, senin istemediğin düğüne olacak. Sadece sana sürpriz yapmak istemiştim…” Chae Min’in gözleri nemlenmişti ve yüzündeki tüm damarlar neredeyse su yüzüne çıkmıştı. Kıpkırmızı suratının pancardan farkı kalmamıştı. Eliyle kapıyı gösterdi ve “Burada… Onu bulduğuma göre benimle evlenmen için bir sebebin kalmadı. Gerçekten şimdi anlıyorum. Ah, gerçekten salağın tekiyim. Neden senin gibi birinin gerçekten benimle evlenmek isteyeceğini düşündüm ki? Onu bulmamı istediğinde benden rica etmen yeterliydi. Bunun için evliliğin bahane etmen… Gerçekten yeter bu kadar! Ben de insanım Ah Jung, ben de bıkabiliyorum. Kendini kullanılmış hissetmenin verdiği o berbat hissi anlayamazsın! Ama benden bu kadar, evlenmek istemiyorsan seni buna zorlayamam.” dedi kısık ama anlaşılır bir şekilde genç adam. Yüzündeki acı gülümseme ile Ah Jung’un buz kesmiş suratına ve dolmuş gözlerine bakmaya daha fazla dayanamazdı. Kendini odadan dışarı atmak için hızlandı ama belini aniden saran iki kolla olduğu yerde durmak zorunda kaldı. Ah Jung, Chae Min’i belinden sarmışken beyninin verdiği “Ağlamamalısın!” emrini dikkate bile almıyordu. Genç kızın gözlerinden dökülen yaşlar Chae Min’in beyaz gömleğinin sırt kısmını ıslatıyordu ama ikisi de bunu umursamıyordu. “Gitme… Gidemezsin… Sen de annem gibi beni terk edemezsin! Sakın bana seni sevmediğimi söyleme! Seni çok seviyorum; hem de her şeyden çok. Sadece Soo Jin’in bu mutlu günümde yanımda olmasını istemiştim. Bunun senin için kolay olduğunu sanıyordum, senin bu kadar yorulacağını düşünememişim.” diyerek kollarını geriye çekti genç kız. Chae Min’de ona döndü ve genç kıza bakmaya başladı. Ah Jung yalvaran gözlerle bakıyordu Chae Min’e ki bu genç adamın hoşuna gitmemişti. Chae Min hala biraz öfkeli olsa da genç kızın bu hüzünlü suratı onun içindeki tüm öfkeyi silip götürüyordu. Genç kızın hıçkırıkları arasından “Affet beni…” dediği anlaşılıyordu sadece. Zaten fazlasına da lüzum yoktu Chae Min için. Hemen genç kızı kolları arasına aldı ve tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Sanki az önceki o sert adamın yerine sevgi dolu bir âşık gelmişti. “Aptal şey… Ağlamayı kes!” diye bağırdı genç adam ağlamamak için gülmeyi denerken. Ama bu Ah Jung için bir savaş işaretiydi. “Aptal, ha? Asıl sen ağlamayı kes, şapşal şey!” dedikten sonra Chae Min’in göğsüne bir tane yumruk indirdi genç kız ve tabana kuvvet odanın içinde koşturmaya başladı. “Buraya gel! Seni küçük dolandırıcı! Bir de evlenmeyeceğim diye diretiyordun, ha? Yakalarsam fena olacak, buraya gel! Eğer böyle yaparsan yarın akşamı beklemem ona göre!” diye Ah Jung’un peşinden koşmaya devam etti Chae Min. Ah Jung koltuğun üzerinden atlarken ona bir yastık fırlattı ve “Ya! Sapıksın, Chae Min! Gör bakalım yarın akşam olacak mı senin için! Bu yaptıklarını yazıyorum bir köşeye ona göre.” diye bağırdıktan sonra dilini çıkarttı. Chae Min son olarak müstakbel karısını kolundan tutarak yanına çekti ve kucağına alarak dudaklarına ufak bir buse kondurdu. “Seni çok seviyorum ve seni asla terk etmeyeceğim.” Chae Min’in son sözünden sonra Ah Jung’un suratında kocaman bir gülümseme belirdi ama bundan sonra duyacakları ve maruz kalacakları içinde aynı şey söylenebilir miydi, bilinmez! “Seni asla terk etmeyeceğim ve… Ve seni sonsuza kadar öpeceğim.” Diyerek Ah Jung’un dudaklarına yapıştı genç adam. Bunu yaptığı için yiyeceği bir iki yumruk onun umurunda bile değildi. Aslında beklediği pek de olmamıştı. Genç kız da kollarını Chae Min’in boynuna doladı ve ona tüm kalbiyle karşılık verdi. ___ Düğün Günü ___ “Chae Min, ben çok heyecanlıyım. Sanırım bayılabilirim.” diyerek gelinliğine aynada son bir kez daha baktı genç kız. Eliyle gelinliği hafifçe çekiştirerek beline tam oturup oturmadığına baktı. “Soo Jin’de gelecekmiş düğüne. Onu ne kadar özledim bir bilseniz.” Ji Hye, üzerindeki beyaz elbisesinin yakasını düzelterek ayağa kalktı ve etrafına huzur veren bir gülümsemeyle “Şimdiye kadar bunu tam beş kere söyledin. Biz de onu çok özledik emin olabilirsin.” dedi ve Ah Jung’un omzuna dokundu. O sırada üç arkadaşın bulunduğu odanın kapısı hafifçe çalındı. Gelen Sung Mo’ydu. “Hazırsanız Chae Min’e haber vereceğim.” diyerek gülümsedi Sung Mo ve karısının solgun suratına bakarak “Aşkım, sen iyi misin? Yüzün çok solgun gözüküyor.” dedi endişeyle. “İyiyim hayatım. Sadece biraz heyecanlandım, ondandır. Soo Jin gelmiş, haberin var mıydı?” Sung Mo’nun suratı aniden solgunlaştı. “Soo Jin mi? Ama… Woo Joon’da burada, ben de az önce gördüm. Bizden habersiz gelmiş. Yani onlar aşağıda karşılaşacaklar mı?” dedi endişeyle. “Olamaz! O niye geldi ki şimdi? Of, düğünüm mahvolacak. Umarım, aklımdaki kişi de gelmez.” Diyerek acı bir bakış attı Ah Jung. Düğünün başlamasına tam olarak… Yarım saat kalmıştı. 39. Bölümün Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Salı Kas. 22, 2011 7:10 pm | |
| Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik – Komedi – Okul 40. Bölüm Soo Jin’in belden oturtmalı, dizlerde beyaz elbisesinin üzerine açık bıraktığı saçları rüzgârda özgürce savruluyordu. Herkesin nerede olduğunu umursamazcasına havuzdan uzakta bir yapay yeşil ağacın yanında bekliyordu. Elbisesinin beyaz tülden kemeri de saçları gibi sallanarak burada birinin olduğunu haykırıyordu adeta. “Gitmenin zamanı geldi sanırım.” diye içinden geçirmesi genç kızın hareketlenmesine ve art arda adımlar atmasına sebep oldu. Hızlı adımlarını havuzun etrafındaki konuklara doğru çevirmişti ki birinin onu kolunda sıkıca tutup kendisine çekmesiyle zaman durmuştu sanki. Genç adam, gözlerini Soo Jin’in üzerinde ağır ağır gezdirdikten sonra gülümsedi ve “Çok güzelsin… Ama bu, beni bırakıp gitmeni affettirecek bir şey değil.” diyerek genç kızın gözlerinin içinde bir yolculuğa çıkarcasına baktı onun gözlerine. --------------- “Güzel sevgilim, benim kaslı koluma girmeye hazır mı bakalım?” Chae Min sevgilisine son kez hasretle baktı ve onun ellerini avucunun içine alarak “Bundan sonra bana ‘kocacığım’ mı demek istersin, ‘bir tanem’ mi?” diye sordu ukala bir gülümseme ile otuz iki dişini birden gösterirken. “Ben kısaca ‘Daha evlenmeden büyük hayallere kapılma!’ demek istiyorum. Oldu mu?” Genç kız dudaklarını büzdü ve sinsi bir bakışla Chae Min’i süzdü. Ellerini genç adamın beline sardı ve kafasını Chae Min’in göğsüne yasladı. Genç adam da sevgilisine sıkıca sarıldı. Genç kızın geri çekilmesinin ardından elleriyle onun yüzüne sardı ve “Gitme vakti geldi.” diyerek Ah Jung’un alnına ufak bir buse kondurdu. Ah Jung ve Chae Min kol kola konukların bulunduğu yere yaklaşırken, alkış sesleri de git gide yükseliyordu. Genç kızın Soo Jin’i arayan gözleri Woo Joon’un yüzünü görünce bir anda solmuştu ama bu onun gözlerindeki umudu tamamen yok etmemişti. Gözleri radar gibi etrafı tarıyordu ama Soo Jin’i bulamıyordu. “Nerede bu kız?” --------------- “Sen… Sen neden geldin?” diyerek kolunu genç adamdan kurtardı Soo Jin. Refleks ile genç adamın kolunu fazla sert bir şekilde itmişti ama ikisi de bunun farkında değildi. Ellerini, ütülü, siyah takım elbisesinin ceplerine yerleştirdikten sonra genç kızı bir güzel süzdü Tae Sun. “Ama olmuyor böyle! Ben sana soruyor muyum; neden bu kadar güzelsin diye?” diyerek çapkın bir bakış attı genç adam. Utangaç ve sıkılgan tavırlarını üzerinden atmış gibi, rahat ve ukala konuşuyordu. Önceden Soo Jin ile daha nazik konuştuğunu göz önünde bulunursak, Tae Sun’da biraz farklılık vardı. “Saçmalama Tae Sun! Tamam, haklısın; sonuçta bu senin de en yakın arkadaşının düğünü ama…” diyemeden Tae Sun ellerinin, belini sardığını fark etti Soo Jin. “Neyi var bunun böyle?” diye düşünmeden edemedi. Tae Sun sol koluyla Soo Jin’in belini kavramış bir vaziyette onu kendisiyle gelmeye zorlarken “Amasını falan boş ver! Gitmemiz gereken bir düğün var, acele etsek iyi olur. Hem görmemiz gereken dostlarımızı da unutmamamız gerek, değil mi?” diyerek gülümsüyordu. Onun bu kadar rahat olmasında kesin bir şey vardı! Ama Soo Jin’in tek düşündüğü Woo Joon’un karşısına bu şekilde çıkma ihtimaliydi. Genç kız için bu da başlı başına bir felaketti zaten. Sevdiği adamın karşısına, kendisine ihanet ettiğini sandığı Tae Sun ile çıkmak! Tae Sun, koluyla arkadan sardığı ince beli, kaçmasını istemezcesine bir itinayla tutuyordu. Daha doğrusu tutmaya çalışıyordu, çünkü Soo Jin havuzun etrafındaki kalabalığa yaklaşıncaya kadar Tae Sun’un elinden kurtulmaya çalışmış; fakat başaramamıştı. Normalde kimsenin fark edemeyeceği bir sessizlikle konukların arasına karışmış olsalar da Tae Sun’un “Selam millet!” diye tüm gücüyle bağırmasıyla bütün gözler onların üzerinde toplanmıştı. Konuklarla selamlaşan güzel gelin Ah Jung ve ona eşlik eden Chae Min… Oturduğu yerden etrafa göz atarken bir yandan da karnına giren sancıları eliyle karnını sararak yok edebileceği düşüncesi ile tamamen sararmış olan Eun Joo ve ona, onun elini tutarak eşlik etmeye çalışan Sung Mo… Karşısındaki masada oturan Woo Joon’a suçlu gözlerle bakan ve ona selam vermemek için telefonuyla uğraşan Ji Hye… Sekreterini yanındaki sandalyeye oturtmaya çalışırken bir yandan da etrafta göz gezdirmeyi ihmal etmeyen Woo Joon… Şimdi herkesin gözleri beyaz elbiseli güzel Soo Jin’i belinden kavrayan ve etrafa gülücükler saçan Tae Sun’daydı. “Ne o, bir selam bile demeyecek misiniz?” diyerek Soo Jin’i de peşinden sürükleyerek, kendisine öfkeli gözlerle bakan Woo Joon’un yanına yaklaştı. Woo Joon onları görünce hızla ayağa kalkmış ve keskin gözlerle onlara bakmaya başlamıştı. Tae Sun’un ukala suratı ve Soo Jin’in mutsuz yüz ifadesini görünce beyninde canlanan şey diğerlerinden pek de farklı değildi. Woo Joon, yumruklarını ve dişlerini kendini yırtarcasına sıkıyordu. Kendine ne kadar hakim olmak istese de yapamıyordu. Sekreterini ve etraftakileri soka sokacak yumruğunu Tae Sun’un sol gözünün tam kenarına isabet ettirmişti. Tae Sun’un tüm vücudunu kesintisiz bir acı saplamıştı ama bu yediği yumruktan çok en yakın dostuna sevdiği kızı bu zamana kadar getirmediği içindi. Tae Sun’a yumruk attıktan sonra Sung Mo ve Kang Hyun tarafından sıkıca tutulan Woo Joon dişleri arasından tükürük saçarak bağırıyordu. “Sen ne biçim bir adamsın! Sersem herif! Bırakın beni! Onunla olan hesabım bitmedi daha! Bırakın, dedim!” Sinirli genci zapt etmek iki kişi için gittikçe zorlaşıyordu. Chae Min koşarak onlara yaklaştı ve Tae Sun’u kolundan sürükleyerek otelin çıkışına doğru getirdi. O sırada Soo Jin dolu gözlerini yerde sabitlemiş bir şekilde sessizce bekliyordu. Woo Joon’un yüzüne bakamıyor, ondan gelecek tepkiyi düşünmek bile istemiyordu. “Ya beni gerçekten unutmuşsa?” diye düşünmeden edemedi genç kız. Çünkü tepkiyi Soo Jin değil de Tae Sun görmüştü. Sadece arkadaşına mı öfkeliydi yani? Genç adam, Soo Jin’in yere bakan gözlerine bağrı yanmış bir âşık gibi sevgiyle bakıyordu. Elini uzatsa tutacaktı belki ama… Ama o, Soo Jin’e dokunmaya bile korkuyordu. Ah Jung’un makyajını yeten iki damla gözyaşı, genç kızı Soo Jin’in yanına kadar getirmişti. Gelin, iki kolunu da yanlara açmadan önce “Ya!” diye bağırdı, hıçkırıkları genç kızın konuşmasını engelliyordu. “Gel buraya, pis kaçak seni!” dedi ve Soo Jin’in boynuna atladı. Ardından da Ji Hye ile Eun Joo koşarak Soo Jin’e sarıldı ve ağlaşarak selamlaştılar. Soo Jin, kolunu çimdikleyip “Neden bizi bıraktın?” diye kendisine bağırarak ağlayan arkadaşlarına sarılırken tutmaya çalıştığı gözyaşlarını serbest bırakmıştı. Woo Joon, bir şey söyleyecek cesareti kendinde bulamadığı için etrafı şaşkınlıkla izleyen Kang Hyun’a başıyla işaret ederek konukların arasından yürümeye başladı. Genç adam adımlarını sıklaştırmıştı ki, Soo Jin’i bir daha göremeyeceği düşüncesi ile beyninden vurulmuşa döndü. Kısa bir süreliğine durdu ve göz ucuyla Kang Hyun’a bakarak “Arabanın anahtarını ver!” dedi kısık bir sesle. Kang Hyun elini telaşlı bir şekilde cebine attı ve arabanın anahtarını Woo Joon’un avucunun içine yerleştirdi. Woo Joon, yavaşça geriye doğru baktı ve kendisine ‘Gitme!’ dercesine bakan Soo Jin’i kolundan kavrayarak peşinden sürüklemeye başladı. “Benimle geliyorsun!” diyerek zaten hiçbir şey söylemeyen Soo Jin’in kendisini izlemesi için biraz daha çekiştirdi. Otoparka geldiklerinde arabanın kilidini açtığı gibi genç kızı arabanın ön koltuğuna oturttu ve şoför koltuğuna geçerek arabayı hareket ettirdi. Belki de bu zamana kadar kullanmadığı bir hızla sürüyordu arabayı. Genç kız bundan rahatsız değildi, sadece kafasındaki soru işaretleriyle boğuşuyordu. Onu bırakıp nasıl gittiğini düşünerek kahroluyor, onun gözlerine baktığında hissettiği aşka mağlup oluyor, hıçkırıklara boğuluyordu. “Ben…” diyerek eliyle gözyaşlarını sildi Soo Jin. Nasıl devam edeceğini bilemiyordu, gitgide konuşmak zorlaşıyordu sanki. Woo Joon, ifadesiz suratını yoldan almayarak: “Henüz bir şey söylemek zorunda değilsin.” Soo Jin ise konuşmaya devam etmek yönündeki kararını kesinleştirmişti. “Hayır, anlatmam gereken şeyler var. Biliyorum gitmemeliydim ama-“ diyemeden Woo Joon’un kuvvetli sesiyle donakaldı. “Sus, dedim! Yeter!” diye bağırırken arabayı da yol kenarına çekti genç adam. Sinirinden elleri titremeye başlamıştı. Ellerini direksiyondan çekti ve başını geriye doğru yaslayarak gözlerini yumdu. Sanki sonsuzluğa gidiyor gibiydi ama bu fazla uzun sürmedi. Genç kız, hasretine daha fazla dayanamıyordu. Woo Joon’un koltuğa yaslanmış bedenine usulca kafasını koydu, bu hareketiyle Woo Joon’un gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Biliyordu! O da biliyordu Soo Jin’in, kendisini unutamayacağını. Elini genç kızın saçlarına uzatırken duraksadı, düşünmeye başladı. “Beni bu kadar seven kız, neden beni bırakıp gitti öyleyse? Neden?” diye geçirdi içinden. Elini geri çekti ve onun kokusunu içine çekerek derin bir nefes aldı. Sanki 3 yıldır ilk kez nefes alıyormuş gibiydi. Nefes almaya hasretti. “Ben hep seni sevdim; herkese ve her şeye rağmen… Ama sen aşkımızı neden ortada bırakıp gittin? Tae Sun ile gitmediğini biliyorum. Yani tek neden amcam mıydı? Onun yüzünden mi?” Soo Jin, Woo Joon’un söylediklerinin altında eziliyordu. Neden bırakmıştı onu? Nasıl güvenememişti ona? Aşklarını nasıl ortada bırakmıştı? Nasıl? Genç kız hep sevmişti Woo Joon’u. Ona hep güvenmişti ama bir anlık öfkesine yenik düşmüştü ve gitmişti. Geri dönmek istese de yapamamıştı. Nasıl dönebilirdi ki? Tae Sun’un onunla geldiği haberinin herkes tarafından duyulduğuna emindi ve geri dönüp bir de bunu izah etmeyi göze alamamıştı. “Özür dilerim. Ben aşkımıza sahip çıkamadım, ben sana inanmamakla hayatımın en büyük hatasını yaptım. Sana yemin ederim ki onunla gitmedim, ben-“ diyemeden Woo Joon’un ellerini yüzünde hisseti ve sustu genç kız. Genç adam, Soo Jin’in yüzünü elleri arasına aldı ve “Sus! Biliyorum, sen bunu yapmazsın. Ben senin çok aradım ama amcam yüzünden…” dedikten sonra sustu. “O kaza geçirdi ve felç oldu. Ben şirketi bırakamazdım. Bu yüzden asıl ben özür dilerim. Her ne olursa olsun seni aramalıydım. Tae Sun ile gitmiş olsan bile bunu doğrulayıp öyle bakmalıydım işime. Bütün bunların bizi zedeleyeceğini düşünüp vazgeçtim. Ama sana olan aşkım hiç bitmedi. Bitemez!” diyerek avuçları içindeki ağlayan sevdiğinin dudaklarına ufak bir öpücük kondurdu. Soo Jin, bulutların üzerindeki sarayının bahçesinde koşturuyormuş gibi gülümsedi. Bütün onsuz yılların acısı silinip gitmişti. Dudaklarını Woo Joon’un dudaklarına tutkuyla yapıştırdı ve elini onun kalbinin üzerine koydu. “Seni seviyorum…” -------------- “Şimdi söyle bakalım, neden bir kere bile aramadın bizi? Ha? Cevap ver, sersem herif!” diye bağırarak Tae Sun’un yakasına yapıştı Chae Min. Gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. En mutlu gününde en çok sinirlenen kişi o olmuştu. Her şey üst üste gelmek zorunda mıydı sanki? Tae Sun elini, yakasının üzerindeki ellerin üzerine koydu ve “Sakin ol, Chae Min. Deminki olay için özür dilerim. Ben sadece Woo Joon’un Soo Jin’i fark etmesi ve bana olan hıncını alması için yaptım. Özür dilerim dostum, düğünün mahvetmek istememiştim.” diyerek gözlerini damat elbisesi içinde tamamen farklı bir havaya bürünmüş olan arkadaşının gözlerine dikti. Chae Min ellerini yavaşça geri çekti ve Tae Sun’a sıkıca sarıldı. “Siz çocuklar… Gerçekten bizi bunca sene habersiz bırakıp, şimdi karşıma geçip sadece ‘Özür dilerim’ diyorsunuz. Sung Mo’nun babalık telaşı ile tek başına uğraşmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musun sen? Sanki Eun Joo değil de o doğuracakmış gibi telaşa kapılıyor ve siz yokken onu sakinleştirmekte bana düşüyor. Kendimi, doğumu yaklaşan kadına derin nefes alıp vermesini söyleyen bir ebe gibi hissediyorum.” ----------------- Düğün henüz bitmedi! Ah Jung ve Chae Min konukları sakinleştirip oldukları yerde kalmalarını söyleyip onları sakinleştiriyordu. Eun Joo’nun sancıları biraz daha artmış olsa da bunu kimseye belli etmeyip anın tadını çıkartmaya çalışıyordu ve Sung Mo’da ona eşlik ediyordu. Ji Hye ile Tae Sun ise sadece selamlaşıp kısa bir sohbet etmişlerdi. Ama ikisinde de hiçbir aşk belirtisi yoktu. Onlar müziğin etkisiyle kafalarını boşaltırken, giriş kapısında el ele tutuşmuş mutlu bir çift gülen gözlerle belirdi. Elleri hiç ayrılmayacakmış gibi sımsıkı birleşmişti. Ama onların bu mutluluğunu bölen bir kadının acı çığlığı olmuştu. “Ah…” 40. Bölümün Sonu -------- Sınavlar dolayısıyla biraz geç yazdım bu bölümü. Kusura bakmayın, lütfen. Bir de, yorumlarınızı görmek beni çok mutlu ediyor. Söyleyeyim dedim. --------- | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Şub. 01, 2012 3:44 pm | |
| Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik - Komedi 41. Bölüm Herkes müziğin etkisiyle kafasını boşaltırken, giriş kapısında el ele tutuşmuş gülen gözlerle mutlu bir çift belirdi. Elleri hiç ayrılmayacakmış gibi sımsıkı birleşmişti. Ama onların bu mutluluğunu bölen bir kadının acı çığlığı olmuştu. “Ah…” Eun Joo, son beş dakikadır gözlerinin kararmaya başlamasını umursamadan dayanmaya çalışmıştı ama gelen son darbenin acı verici hissi ile acı bir çığlık atıp gözlerini kısa süreliğine karanlığa uğurladı. Sadece bir takım sesler duyuyordu, ama ne seslerin amacını tahmin edemiyordu. Hamile kızın ardı ardına sıraladığı çığlıklar eşini büyük bir vurgun yemiş gibi duraksattı ama genç baba adayı kendini hemen toparlaması gerektiğini biliyordu. Kendini buna alıştırmıştı ki alıştırmak zorundaydı da. Sung Mo’nun en büyük hamlesi karısını kucaklayıp, etrafındakilere bağırmak olmuştu. Karısının çığlıklarını bastırmak istercesine bir güçle “Araba… Araba getirin çabuk!” diye bağırdı. Delirmiş gibi kocaman açtığı gözleri, yardım istercesine Woo Joon’da sabitlenmişti. Woo Joon ise onu fazla beklemeden hemen Kang Hyun’ı arabayı getirmesi için yolladı, ardından da diğer konuklar gibi Eun Joo’nun yanına yaklaştı. Eun Joo, sancılarının verdiği o sert acıyla avazı çıktığı kadar bağırıyor, Sung Mo’da bayılmamak için kendini zor tutuyordu. Araba giriş kapısına yaklaşınca kalabalık yavaş yavaş geri çekilmeye başlamıştı. Sung Mo kucağındaki karısını tüm gücüyle arabaya yerleştirdi. Karısını sakinleştirmek için onun buz kesmiş, hamilelikten hafif tombullaşmış elini sıkıca tutuyordu baba adayı. Düğün yerindeki birbirinden güzel bahar çiçeklerinin hoş kokusu konukları sakinleştirmeye yetmemişti. Hatta buna gelin ve damatta dâhildi. Chae Min ve Ah Jung gözlerine kestirdiği ilk arabaya atlamak için harekete geçecekken, birisi onları henüz kıyılmamış olan nikâhları için aniden durdurmuştu. Woo Joon, soğukkanlılıkla önce Sung Mo’yu şoför ile hastaneye yolladı. Ardından da gelinliğinin eteğini arabaya binmek için toplamış olan Ah Jung’un yanına yaklaştı. Genç kızı sakinleştirmek için soğukkanlılıkla gülümseyerek “Şimdi onlarla gidersen elinden bir şey geleceğini sanmıyorum. Doğumu senin yaptıracağını da… Lütfen sakin ol ve düğünün bitmesini bekle. Nikâh bittikten sonra sizi ben bırakırım merak etmeyin. Şimdilik sadece Tae Sun ile Ji Hye’nin gitmesi yeterli. Şahitler biz olduğumuza göre, Soo Jin ile benim kalmamız gerek, değil mi? Hadi, bitirelim şu düğünü!” dedi ve ellerini Ah Jung’un omzuna koydu. Gözleri ise arka taraftan onları izleyen Soo Jin’in gülümseyen gözlerindeydi. Ah Jung, kolay kolay pes etmeyen birisi olduğunu herkese en kesin hatlarla belli etmiş olsa da, Chae Min’in onun için yaptığı bu kadar hazırlığı da yıkıp geçemiyordu. Usulca omzundaki ellerden kurtuldu ve utangaç bir tavırla Chae Min’in koluna sokuldu. Nikâh henüz başlamıştı. -------------------------------- “Dayan hayatım, dayan lütfen.” Eun Joo, uzandığı sedyeden çığlıkları ardı ardına sıralamaya devam ediyordu. Çektiği acı ve yediği ağrılar Eun Joo’nun, Sung Mo’yu anlamasını engelliyordu. Bağırarak acısını hafifleteceğini sanıyor ve bağırmaya devam ediyordu. Acil bölümünde bekletilen sedyeye yaklaşan doktor, Sung Mo’ya hamilelik hakkında sorular soruyor ve telaştan eli ayağına dolaşan baba adayından cevap bekliyordu. Ama cevapları onun yerine, sakinliğini koruyan Ji Hye düzgün biçimde yanıtlıyordu. Doktor, istediği cevapları aldıktan sonra ter içinde kalan Eun Joo’nun başında bekleyen hemşireye döndü. Eun Joo kadar telaşlı olan bu genç hemşirenin göreve yeni başladığı ya da henüz alışamadığı gözlerindeki korkudan belli oluyordu. Siyah saçlarından gözüne düşenlerini sıska eliyle geriye doğru iterek doktora pür dikkat bakmaya başladı genç hemşire. Sahibinin kemiği uzağa fırlatmasını bekleyen uslu bir köpek gibi dikkat kesilmişti, hemen koşup yakalamak ister gibi aceleci bakışlar atıyordu otuzlu yaşlardaki doğum uzmanına. “Hemen doğumhaneyi hazırlat! Doğum başlamış gibi gözüküyor.” dedi ve endişeyle Eun Joo’yu bir kez daha süzdü makyajdan uzak tuttuğu çekik gözleriyle. Bu onun ilk doğumu değildi, belki bundan önce yüzlerce kadını doğurtmuştu ama şimdiki hastasından bir sorun var gibi geliyordu doktora. Endişeli bir şekilde yattığı yerde çığlıklar atmaya devam eden kadının sedyesinin doğumhaneye götürülmesine yardım etmek için ellerini sedyeye götürmüştü ki, doğumu başladığı sanılan Eun Joo birden gözlerini kapayarak sedyeye hareketsizce uzandı. Bayılmıştı. “Acele edin! Hemen! Büyük bir sorunumuz var!” ----------------------------- Aklı başka bir yerde olan şahitler ve hala telaşlı olan konuklar huzurunda kıyılan Ah Jung ile Chae Min’in nikâhı çok sade ve kısa olmuştu. Bir an önce hastaneye gitmek için her şeyi öyle aceleye getirmişlerdi ki, kimse ne olup bittiğini anlayamamıştı. Chae Min, “Gelini öpebilirsin” sözünün bile bitmesini beklemeden Ah Jung’un alnına küçük bir buse koyarak nikâhın sonunu getirmişti. Genç kız ise arkadaşının çığlıklarını kulağında tekrar hissedince gülümsemeyi unutuyor ve her şeyi daha da keyifsiz hale getiriyordu. Kimse düğün yerine el ele gelen Soo Jin ve Woo Joon’u sorgulamıyordu. Onlar kaçak bakışlarla geçmiş yılların intikamını alırken, hastane yolunu tutma vakti gelip çatmıştı. Ah Jung gelinliğini otel odasında çıkartırken ayaküstü Soo Jin’e sadece bir soru sorabilmişti: “Nasıl barıştınız.” Soo Jin’in beklediği bir soru olsa da genç kız bunu ertelemiş ve sonra daha ayrıntılı anlatacağını söylemişti. Görmeleri gereken bir bebek vardı. Ama bu sandıkları kadar kolay olmayabilirdi. Gelen bir telefon üzerine daha hızlı ve hüzünlü bir yolculuk onları bekliyordu. Çünkü doğum bir süreliğine iptal edilmişti. Arabayı daha hızlı sürmeleri gerekiyordu, bir an önce hastaneye varmaları gerekliydi. ----------------------- “Woo Joon, onu görmeme izin vermiyorlar. Lütfen bir şey yap, onu görmem gerek.” Diyerek nemli gözlerini elinin tersi ile sildi genç adam ve kardeşi, Woo Joon’un omzuna yasladı başını. İki saat önce gözlerini kapayan Eun Joo’yu, acilen doğumhaneye götürmüşlerdi. Ne bir haber veriyorlardı, ne de Eun Joo’yu çıkartıyorlardı. Eun Joo’yu öyle endişeli ve korkulu bakışlar altında doğumhaneye almışlardı ki, korkmamak elde değildi. “Riskli bir durum…” demişti doktor sadece. Ama nasıl bir risk? Bunu, hastanenin beyaz boyalı duvarlarıyla çevrili koridorunda bekleyen hiç kimse bilmiyordu. Soo Jin, ellerini Ah Jung’un elleriyle kapatmış Ji Hye’yi sakinleştirmeye çalışıyordu. Böyle durumlarda hep sakinliğini koruyan Soo Jin olurdu zaten. Ama bu sefer durum biraz farklıydı, bu ölüm-kalım meselesiydi ve genç kız istemese de kötümserliğe düşebiliyordu. Onu bu kötümserlikten çekip kurtarabilecek tek kişi ise kardeşini teselli edip, sakinleştirmek ile meşguldü. Doğumhanenin kapısı açıldığında tüm gözler kapıdan çıkan beyaz önlüklü doktora dönmüştü. Doktor gülmüyordu, ya da “Bir kızınız oldu!” diyecek gibi bakmıyordu. Sadece soğukkanlı olmaya çalışarak Sung Mo’nun yanına yaklaştı. “Üzgünüm, ama elimizden ancak bu kadarı geliyordu…” Doktorun bu söylediklerinden sonra ayakta beklemede olan Soo Jin’in gözlerini kapanmıştı ve sendeleyerek koltuğa çökmüştü. Herkes soluk soluğa doktorun sözünü bitirmesini beklerken Sung Mo belki de bütün umutlarını bir bavula koyup, masmavi denizin kıyısından aşağıya savurmuştu. “Bebeğiniz çok sağlıklı ama anne için bunu söylemek biraz zor. Daha doğrusu çok erken, anneyi yoğun bakıma alıyoruz. Bebeği görebilirsiniz, çok sağlıklı gözüküyor ama ona bazı testler yapmamız gerekiyor.” dedi ve son cümlesinden sonra teselli edercesine gülümsedi doktor. Sanki bardağın dolu tarafına bakmak zorunda hissediyordu kendini. Böyle bir durumu kolaylıkla anlatamayacak kadar genç ama hastalarının umutlarını kaybettirmemeye özen gösterecek kadar tecrübeliydi. -------------------- Herkes birbiri ardına sıralanmış, camlarla çevrili odadaki bebeklerden hangisine bakması gerektiğini düşünüyordu. Sung Mo ise çoktan seçmiş gibi en ortadaki pembe giysili, sürekli ağlayan bebeğe bakıyordu. “O bizim bebeğimiz.” diyerek gülümsedi genç adam. “Burnu aynı annesi gibi küçücük, gözleri ise benim gibi… Ama ağladığı için belli olmuyor. Annesini gördüğünde göreceksiniz ki onunda gözleri gülecek. Tıpkı benim gibi…” Tüm eski dostlar Sung Mo’nun bahsettiği şirin bebeğe bakmak için birbiri üstüne atlamıştı. Suratlarındaki sahte gülümseme Eun Joo gözlerini açtığında gerçeğe dönüşecekti. “””” Ertesi Sabah “””” Kol kola girmiş ufak tefek görünüşlü hemşirelerin koridordan geçerken fısıldayarak konuşmasına uyanan Woo Joon, esnemek isteyince omzundaki kızı fark etmişti. Genç kızı uyandırmamak için yavaşça eski yerine yaslandı ve elini onun dalgalı, sarı saçlarında gezdirdi. Bunu yaptıkça içinde büyük bir huzur birikintisi oluyordu. Adeta Soo Jin’den güç alıyordu. Eun Joo hala yoğun bakımdaydı ve Sung Mo’da onu camlarla çevrili odanın dışından izliyordu. Gece boyunca gözünü bile kırpmamıştı. Bir saat boyunca karısını izliyor, ardından da gidip bir-iki dakika kızını seyrediyordu. Bütün gece bu böyle sürmüştü. Genç adam gözlerini kapatmaktan korkuyordu, Eun Joo’ya biraz daha bakmak, kızına doymak istiyordu. O gece hastanenin rahatsız sandalyelerinde kıvrılıp yatmak zorunda kalan diğer çift ise yeni evlilerdi. Ah Jung ve Chae Min, balayı tatillerini bir süreliğine iptal etmişlerdi. Normalde şu anda New York’ta bir otelin en lüks odasında uyanacaklardı ama beklenmedik bir felaket bu planlarını alt üst etmişti. Ama ikisinin de bu kayıplarını düşünecek durumu yoktu. Genç adam neredeyse bütün gece “Küçük Melek” diye seslendiği minik bebeği seyretmişti. Ah Jung ise Sung Mo ile birlikte Eun Joo için dualar etmişti. Her şey düzelecek miydi? Eun Joo, kocası ve minik kızı için gözlerini açacak mıydı? ******************* Soo Jin ve Woo Joon, dün öğleden beri ağzına tek lokma bile koymayan arkadaşları için bir şeyler almayan kantine inmişlerdi. Ama ikisinin de diğerleri gibi iştahı yoktu. Woo Joon içinde birkaç bardak kahvenin bulunduğu tepsiyle birlikte, masada oturup onu bekleyen genç kızın yanına geldi. “İçmek ister misin?” diyerek tepsiyi masaya bırakıp sandalyeye oturdu. “Umarım Eun Joo çabucak iyileşir. Sen de kendini bu kadar mahvetme! Ben onun iyileşeceğine inanıyorum. Sen de inan!” Soo Jin, dağınık saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı ve derin bir nefes aldıktan sonra “İnanıyorum.” diyerek acıyla gülümsedi. İnanmalıydı! Yoksa nasıl devam edebilirdi ki hayatına? 3 yıl görmediği arkadaşını bir günde kaybetmek… Söylemesi bile korkunçtu ama Soo Jin bunu her an yaşayabilirdi. Onlar kantinde rahat birer nefes alırken Sung Mo, hala o camın yanında bekleyerek karısının gözlerine doya doya bakıyordu. Her sabah onu uyurken izlemeye benzemiyordu bu. Çünkü Eun Joo hiçbir zaman bu kadar çok uyumamıştı. Sung Mo’yu endişelendirende buydu, onu kaybedeceğini düşünmeye başlıyordu. Gözlerini iki saniyeliğine bile kapatmaya korksa da, kapatmıştı. Şimdi de açmaya korkuyordu, ama güçlü bir ses… Makineden gelen bir sesti bu. Genç adam gözlerini telaşla açıp ellerini cama yapıştırarak bağırmaya başladı. “Hayır! Hayır, sana bir şey olamaz. Olamaz! Doktor… Doktoru çağırın! Kurtarın onu! Ölemez!” Genç adam hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve bağırıyordu. Doktorun gelmesiyle daha çok paniklemişti, “Ya öldüyse” diyen sesi içerilerinde hissediyor, kendine lanetler okuyordu. Dizlerini üzerine çüktü ve duvara yaslanarak dualar etmeye başladı genç adam. “Yalvarırım onu benden alma. Onu bensiz, beni onsuz bırakma… Yalvarırım, yalvarırım…” Doktorun odadan çıkmasıyla etrafa emirler yağdırması bir olmuştu ama Sung Mo onu dinlemek istemiyordu. “Karınızı kaybettik.” demesinden korkuyordu. ******************** Soo Jin ile Woo Joon, asansörün istedikleri kata çıkmasını beklerken susuyorlardı. Genç adam aklındakileri söyleyip kurtulmanın derdindeydi. “Amcam…” diyerek duraksadı genç adam, Soo Jin’in gözlerini üzerinde hissetti ve devam etti. “O sana benim de bu oyunun içinde olduğumu söyledi. Ona kızgın olmam gerek, değil mi? Ama ona kızamıyorum, sen de ona kızmamalısın. Çünkü o senin annenin ilk aşkıydı ve amcam hep annein kendisini aldatıp babanla evlendiğini düşünmüş. Lütfen bir şey demeden beni dinle. Bu sefer her şeyi benden duyacaksın! Annen seni umursamadığı için gitmemiş, sadece hastalığını senden saklamak istemiş.” “Annem… Hasta mıymış?” Genç kız bir anda kendini büyük bir hayal kırıklığı içine sürüklenmiş buldu. Annesine o kadar kızıyordu ki oysa. Woo Joon’un amcasına ne demeli peki? Genç kız halao adamdan nefret ediyordu. Genç adam, elini Soo Jin’in saçlarında gezdirdi ve “Ben sen gittiğinden beri annenle ilgileniyorum. Hastalığı atlattı sayılır, senin yurtdışında okuduğunu söylediğimde o kadar sevindi ki, tedavisine daha çok dikkat etti. O seni görebilmenin umuduyla iyleşti. Ama amcam, annenin yerini öğrendiği zaman gerçeği öğrenmek için ona gitmek istedi ve ona giderken bir kaza geçirdi. Felç oldu… Belden aşağısı tutmuyor. Bu yüzden Japonya’daki şirketle ben ilgileniyorum. Annen de Japonya’da, amcamın yanında.” diyerek gözlerini yere eğdi. “Ne? Annem, amcanla mı?” 41. Bölüm Sonu | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Şub. 01, 2012 3:44 pm | |
| Kızların Egemenliği - Final (1. Kısım) Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik – Komedi – Okul Final – 1. Kısım /*/*/*/ Eun Joo – Sung Mo /*/*/*/ Doktorun odadan çıkmasıyla etrafa emirler yağdırması bir olmuştu ama Sung Mo onu dinlemek istemiyordu. “Karınızı kaybettik.” demesinden korkuyordu. ---------------------------------- Genç adam avuç içleriyle kulaklarını kapamış, ağlamaya devam ediyordu. Duymak istediği kelimeden başka hiçbir şey duymak istemiyordu. Eun Joo’ya bir şey olursa o yaşayamazdı. Peki, ya kızı ne olacaktı? Yeni doğan bebekleri olmasaydı Sung Mo, Eun Joo ile birlikte gözü kapalı ölüme giderdi. Ama şimdi ondan yardım bekleyen bir çift minik el; ona bakmak isteyen, ağlamaktan helak olmuş iki küçük göz vardı. Etrafa koşuşan birkaç hemşireden genç, alımlı ve esmer olanı yoğun bakımdan dışarı çıkarken, yere çöküp deliler gibi ağlayan Sung Mo’yu gördü. Onu bu şekilde görünce gözleri ister istemez yoğun bakımda, yatakta uzanan kadına kaymıştı. Genç kız, dizlerinin üstüne çökerek Sung Mo’ya gözükmeye çalıştı. İstediği gibi Sung Mo onu fark edince de gülümseyerek “O iyi, lütfen üzülmeyin. Ölmeyecek, kurtuldu.” dedi. Genç adam, gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte ellerini de kulaklarından yavaşça indirdi. “Ne? Ölmeyecek mi? Siz… Ciddi misiniz?” diyerek gülümseyen Sung Mo, bu sefer de sevinçten ağlayarak genç kıza sarıldı. Genç kız ne olduğunu anlayamadan vücudunu kaplayan iki elle karşı karşıya gelmişti. Bunda bir sorun çıkarmayacaktı, çünkü gece boyunca Sung Mo’nun ne acılar çektiğini bizzat görmüştü. “Sanırım sizi korkutan Doktor Hanım’ ın telaşı oldu.” dedi genç hemşire Sung Mo’dan ayrılırken, sonra da devam etti. “Ama o hastaları iyileşince hep böyle telaşlı ve heyecanlı olur. Eşinizden umudu kesmişti ama uyandığını görünce biraz… Ah, çok şaşırdı, tıpkı bizim gibi. Şimdi eşinizi odaya alıyoruz. Benim şimdi odayı hazırlamam gerek, bebeği de o odaya alacağız. Siz de orada bekleyebilirsiniz.” Genç adam, yoğun bakımdan çıkan sedyeden karısının yüzünü görebiliyordu. Eun Joo’nun ellerini odaya gidene kadar sıkıca tuttu. Orada da bırakmadı, delicesine gün boyunca onu izledi. Tıpkı dün gece yaptığı gibi, sadece onun gözlerine baktı. Eun Joo’nun başucunda ağlayan biricik dostları, bebeği sevmeye gelen aile büyükleri ve sıkı dostlar… Eun Joo’nun odası akşama kadar doluydu ama o henüz gözlerini açamamıştı. Herkesler gelip gitmişti ama Sung Mo, Eun Joo’nun elini hiç bırakmadan akşama kadar, sıkıca tutmuştu. Bir yanında karısı yatarken, diğer yanında kızının beşiği vardı. Bir baba başka ne isteyebilirdi ki? Nihayet ziyaretler bitmiş, uyuma vakti gelmişti. Ama bebek hala yatağında değildi. Sung Mo, kızının gelmesini bekliyordu. O gelmeden uyuyamazdı, gerçi uykusu da yoktu. Ah Jung, kucağında henüz ismi konulmamış minik prensesle ve yanında ki henüz doğru düzgün sarılamadığı kocası ile birlikte içeri girdi. Ah Jung, pür dikkat Eun Joo’yu süzerken, Chae Min karınsın kucağındaki minik prensesi tuhaf sesler çıkartarak seviyordu. Genç kız, onu durdurmak için kısık bir sesle “Ya! Uyandıracaksın bebeği, sessiz olsana.” dedi ve bebeği Sung Mo’nun yanındaki beşiğe yatırdı. “Sağ olun çocuklar. Size de zahmet oluyor böyle ama…” diyemeden Sung Mo’nun sesini ciddi bir şekilde kesti Chae Min. “Bebeğimi bu kadar sevmeyin demeye çalışıyorsan, unut onu! Hem ben minik prensesimi bizim eve almayı bile düşünüyorum. Yani yanlış şeyi sorun ediyorsun. Ona bakarak rahatsız olacakmışız? Peh!” diyerek ellerini cebine soktu Chae Min. Ardından da Ah Jung’a kapıyı işaret ederek “Hadi, biz çıkalım da uyusunlar.” diye fısıldadı. Yeni evli çiftin odadan çıkışının ardından Sung Mo gülümseyerek kızına yaklaştı ve onun ellerine hafifçe dokunarak “Kızım… Bebeğim… Annen seni gördüğün de ne kadar mutlu olacak, biliyor musun? Onu üzmeyeceğine söz ver bana. Babana… Benim güzel kızım, umarım annen bizi daha fazla bekletmez, çünkü ben çok sabırsızım. Onun hemen kalkmasını istiyorum. Onu çok seviyorum. Kalbimin tamamı onun…du. Ama şimdi yarısı sana ait.” dedi ve Ji Hye’nin onun için diktiği pembe, çiçeklerle kaplı elbisenin içinde mışıl mışıl uyuyan minik kızının saçlarını okaşarak yanağına ufak bir buse kondurdu. “Kızımla… Beni mi çekiştiriyorsun?” dedi ağlamaklı ve yorgun bir ses. Sung Mo, önce yanlış duymuş olduğunu düşünerek tereddüt etti ama arkasından gelen hıçkırıkları duyabiliyordu. Bu, Eun Joo’nun sesiydi. Genç anne, kısa süre önce uyanmış baba-kızın ne konuştuğunu dinlemeye koyulmuştu. Genç adam, kızının minik elleri içindeki işaret parmağını kımıldatmadan başını geriye çevirdi. Gözlerinin içine bakan iki nemli gözün sahibine bakarken ağlamaması mümkün değildi. Eun Joo yatağından zorlukla doğruldu ve hemen yanındaki kocasının koluna hafifçe dokundu. “Kızım… Ona bakabilir miyim?” diyerek güçlükle nefes aldı. Gözlerini eşinin gözlerinden aldı ve minik kızının beşiğine çevirdi. “O iyi, değil mi?” diyerek gözyaşları arasından gülümsedi genç anne, kocasının bebeklerini kucağına vermesini beklerken. Sung Mo, olduğu yerde donakalmıştı sanki. Derin bir nefes alıp karısının boynuna atladı ve onun kokusunu içine çekmeye başladı. Eun Joo’nun saçlarını okşayarak dudağına bir öpücük kondurdu. Genç annenin yüzünü avuçları içine alarak “Kızımız çok iyi, aşkım. Senin gibi, güzel; tıpkı senin gibi mızmız! ‘Ben annemi görmeden susmam’ diye hep ağladı ama sonunda uyandın.” dedi ve yorgun gözüken karının alnına bir öpücük kondurdu. Ardından da yerinden kalkarak uyuyan kızlarını kucakladığı gibi Eun Joo’nun kucağına yerleştirdi. Tüm bunları yaparken sadece gülümsüyordu. “Bebeğim, biricik kızım. Meleğim benim… Seni beklettiğim için özür dilerim. Lütfen anneni bağışla meleğim ." ------------------------------- “Yoo Min’i uyutamıyorum, tatlım yardım et lütfen.” Doğumdan sonra tombullaşan kolları arasında salladığı pembe tulumlu ve tulumunun rengini yanaklarında barındıran Yoo Min’e bakarken eşini uyandırmak için dil döküyordu genç anne. Boşta kalan ayağıyla yatağa yüzüstü uzanmış olan Sung Mo’yu dürtüyordu ama genç adam gözlerini dahi açamıyordu. Eun Joo, gece saat 2’den beri Yoo Min’i uyutmaya çalışarak geçirmişti. Bir hafta hastanede kaldıktan sonra kendi evlerinde geçirdikleri ikinci geceydi. Evdeki ilk gece, minik Yoo Min’e babası eşlik etmiş sabaha kadar gözüne uyku girmemişti genç adamın. Sabahleyin hiç dinlenemeden şirkete uğramak zorunda kalınca da bu gece böyle duyarsıza uyuyakalmıştı. Genç annenin ilk gecesi başlayalı yaklaşık 2 saat olmuştu ve küçük prensesi uyutma görevi hala tamamlanamamıştı. Eun Joo, daha fazla dayanabileceğine inansa da kapanmakta direnen gözleri aynı şeyi söylemiyordu. Genç kadın, eşinin vücudunda ayaklarıyla daha fazla morluk yaratmak istemiyordu ama onu uyandıramıyordu da. Ağlamaklı suratını hemen toparlayarak Yoo Min’i pembe güllerden desenleri olan, şekerden tatlı gözüken beşiğine yatırdı ve kocasına doğru sinsi adımlarla yaklaşmaya başladı. Sung Mo’nun yattığı yatağın ucuna oturmadan önce üzerinde şekerler, kurabiyeler gibi birçok ıvır zıvırın bulunduğu geniş, tahta masanın üzerindeki, gecenin verdiği karanlıkla parıldayan cam sürahiyi de aldı eline. Son kez kocasının kulağına eğilip “Sung Mo… Uyanacak mısın?” diye sordu kısık bir sesle. Ardından da ağzını yavaşça açarak daha kısık bir sesle “Yoksa…” diye ekledi ve durdu. Elindeki sürahiyi kocasının yüzüne boşaltmak için hazırlanırken suratının aldığı şeytani hal, onun uykusunda sızladığını gördükten sonra üzgün bir maymununkinden farksız olmuştu. “Sung Mo, sen hasta mısın?” diyerek elini genç adamın alnına yerleştirip sıcaklığı hissetmek için bekledi. Haklıydı, Sung Mo’nun vücut ısısı yükselmişti. Hemen eşinin üstündeki siyah, kalın pikeyi kaldırdı ve kızını kucaklayarak masanın üzerindeki bez gibi bebeğin ihtiyaç duyabileceği eşyalardan birkaçını alarak üst katta bulunan Sung Mo’nun annesi ile babasının kaldığı odanın kapısını çalmaya başladı. Minik Yoo Min’i onlara emanet etti ve Sung mo’yu merak etmemelerini söyleyerek aşağıya, kendi odasına indi. Odasına girmeden önce mutfaktan içi buz parçaları ve soğuk suyla dolu geniş, demir bir kap aldı. Dolabından çıkardığı beyaz havluları kocasının alnına ve kollarına yerleştirerek onun uyanmasını bekledi. Genç adam, gece dört gibi gözlerini açabilmişti ancak. Onda da iyi olduğunu söyleyerek tekrar uykuya daldı. Sabaha karşı Sung Mo’nun vücut ısısı tekrar normale dönmüştü ve Eun Joo’da kocasının kollarına sarılarak uyuyakalmıştı. Sung Mo’nun annesi, Bayan Choi, onları kontrol ettikten sonra Yoo Min’i de aralarına koymuş bir de onların güzel bir fotoğrafını çekmişti.Güzel manzaralar arkasında her daim kalıntılar bırakmalıdır. ---------------- “Sung Mo, sana inanmıyorum. Sen az önce kızına onu her şeyden çok sevdiğini söylemedin, değil mi? Düğünümüzde bana ‘Sonsuza kadar yalnız seni seveceğim’ diye söz vermemiş miydin?” diyerek dudaklarını büzdü genç kadın. Küçük çocuklar gibi kollarını göğsünün altında birleştirerek kendini koltuğa attı. Genç adam kucağındaki bebeği beşiğine yerleştirdi ve karısının yanına yaklaşmaya başladı. İçinden “Ah, çok dertli bir adamım.” diye geçirirken yüzü gülümseyen bir hal içerisindeydi. Karısına yaklaşınca onun önünde diz çökerek, genç kadının gözlerine bakmaya başladı. “Benim için sen ve o yok!” diyerek karısının ellerini avucunun içinde topladı genç adam. “Siz varsınız! Sen ve bebeğim benim bütün kalbimin sahibisiniz. Seni ne kadar seviyorsam, onu da o kadar seviyorum.” dedi ve karısını kolları arasına alarak gülümsedi. “Gerçi sen böyle yapınca, kızıma daha çok yaklaşmıyor değilim.” Genç kadın gözlerini kocaman açarak geriye atıldı ve “Ya! O da ağlıyor, geceleri seni ve biricik karını uyutmuyor. Onda niye azalma yokta bende var? Adil ol biraz! Ayrımcılık yapıyorsun!” diyerek sinirini kocasına kötü kötü bakışlar atarak gidermeye çalıştı. Ama genç adam sadece gülümsüyordu. “Neden bana iki tane çocuk verdin ki? Bari biri olgun olsaydı…” diyerek kafasını yukarı kaldırarak yalvaran gözlerle bakmaya başladı. “ İki tane çocuk, ha? Ben sana gösteririm şimdi olgun eş nasıl oluyormuş. Gel buraya!” “Atma, Eun Joo sakın o yastığı bana atma! Ya! Atma, demedim mi ben sana? Sen hiç büyümeyecek misin?” -SON | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Şub. 01, 2012 3:45 pm | |
| Final – 2. Kısım Yazar: Demet Hancı "Ne? Annem, amcanla mı?" ---------------------------------------------- Sisli bir gecede uzun bir binanın çatısında, onu alıp götürmek istercesine esen rüzgârla hesaplaşırcasına dimdik duruyordu genç kız. Üzerindeki beyaz gecelik rüzgârın etkisiyle bedenine yapışıyor; dalga dalga olan saçları, tüm benliğini rüzgârla kaybediyordu. Yine de gözlerini, kuş bakışı seyrettiği şehrin kalabalık ve rengârenk görüntüsünden alamıyordu genç kız. Ayakları istem dışı yürümeye başlamıştı ve... Binadan düşüşü bir anda olmuştu. Ne olduğunu anlamamıştı bile. Gözlerini sımsıkı kapatıp hiçbir şey görmek istemese de, yapamıyordu. Artık çok geçti, belki de şuan korkuyla baktığı asfalt zemin birazdan genç kızın kanıyla bir fırça darbesi alacaktı. Ve gözlerini yumdu... Soo Jin, gözlerini açtığında soluk soluğa kalmış bir şekilde Woo Joon'un omzuna yaslanmış halde buldu kendini. Gördüğü kâbusun etkisini sevdiği adama belli etmemek adına derin ve sessiz bir nefes alarak zorlukla gülümsemeye çalıştı genç kız. Ama yüzünün etrafını kuşatan terler onu ele veriyordu. Woo Joon, az evvel omzunda uyuyan sevgilisinin uyandığını fark edip gözlerini onda sabitledi. Genç kızın yüzüne bakan Woo Joon'un "Günaydın" gülümsemesi siliniyordu. "Canım, iyi misin? Kâbus mu gördün?" Soo Jin eliyle alnına gelen kâküllerini geriye doğru attı ve alt dudağını ısırarak gülümsemeye çalıştı. "O kadar çok mu belli oluyor?" diyerek genç adamın elinin üzerini sıvazladı ve "İyiyim, sorun yok. Sadece bir kaç iğrenç canavarla savaşıyordum. Onları keskin kılıcımla kovalıyordum. 'Kahraman Soo Jin, iş başında!' Kabus bile sayılmazdı." "İyi hissediyorsan, rahatladım. Her ne kadar seni Japonya'ya zorla götürüyor olsam da benimle ilgilenmelisin; eskisi gibi..." dedi ve gözlerini yumarak dudaklarını genç kıza yaklaştırarak devam etti. "Daha ilgili de olabilir tabii, mesela ufak bir öpücükle başlaya..." Woo Joon lafını bitiremeden yan koltukta oturan sevgilisinden bir sandaye altı tekmesi yemişti. Woo Joon henüz fark edememiş olsa da Soo Jin, bir öndeki koltuktan hayran hayran onları izleyen bir genç kızı ve yanlarında oturan Kang Hyuk'ın şaşkın bakışlarını fark etmişti. "Kapa çeneni Woo Joon! Arka koltukta oturan, seksenine merdiven dayamış beyaz, yaşlı çift dahi herkes bizi izliyor. Neden dudaklarını hemen geri çekmiyorsun?" Soo Jin sinirden birbirine kenetlediği dişleri arasından öfkesini Woo Joon'a kusuyordu. Uçağın inmesine yakın son on dakika böyle geçmişti. Peki, Soo Jin'in annesiyle ilgili öğrendiği gerçeklerin üstünden kaç gün geçti bilmek ister misiniz? Bundan tam üç gün önce, Eun Joo'un yoğun bakımdan çıktığı gün Soo Jin bütün gerçekleri öğrendi. Annesiyle ve Woo Joon'un biricik amcasıyla ilgili bütün gerçekleri... Eski, yeni tüm gelişmelerin bilincinde olan Soo Jin için annesinin karşısına çıkmak en zor ve acı verici şey haline gelmişti. Üstelik annesinin hiçbir açıklama yapmadan gittiği gün Soo Jin'in kendine verdiği sözün ardından... "Ne, seni benim yaşımda kızlarla aldatan bir baba için; ne de, beni böyle bir pislik gibi ortalığa atıp giden bir anne için asla gözyaşı dökmeyeceğim. Söz veriyorum sana ANNE, bana yalvarmak için geri döndüğünde yüzüne dahi bakmayacak kadar güçlü biri olacağım. Çünkü ben lanet olası bir BABA ve işe yaramaz bir ANNE'nin güçlü kızlarıyım. Söz veriyorum..." Soo Jin her ne kadar sözüne sadık biri olsa da bu sözü bozacaktı. Özellikle de Eun Joo ile minik prensesin birbirlerine bağlılıklarını gördükten sonra bu sözü verdiği ve annesine öylesine kötü bir veda ettiği güne lanet okuyordu. Anne ve çocuk bir yapbozun iki parçasıdır. Baba ise onları kapsayan altlık görevini görür. Ama Soo Jin'in bir parçası olan yapboz, uzun zaman önce altlığını kaybetmiş ve birleşmesi gereken diğer parçaya tutunamamıştı. Ama henüz vazgeçmek için doğru zaman değildi. Ölümden başka hiçbir şeyin ayırmaması gerekirdi bir anne ve kızı! En kalpsiz insan bile yapamazdı bunu onlara; çünkü onu da bir anne doğurmuştu, o da kendi yapbozunun bir parçasıydı. ------------------------------------------ Kang Hyuk, neredeyse kendisiyle aynı büyüklükle olan -Soo Jin'e ait bir ve hediyelerle dolu iki olmak üzere- toplam üç bavulla zor bela beyaz ve kaygan zeminin üzerinde zor bela yürümeye çalışıyordu. Woo Joon ise filmi müthiş gişe yapmış bir başrol oyuncusunun yurtdışından elinde ödül ve kolunda manken sevgilisiyle dönmüş havası içinde ağır ve artistik hareketlerle yürüyordu. Gözündeki gözlüğü arada bir indirerek arkadan onlara yetişmekle uğraşan Kang Hyuk'ı azarlıyordu. "Ya! Biraz daha hızlı olsana! Senin yüzünden geç kalacağız!" Bunlar Soo Jin'in sabredebildiği son cümleler olmuştu. Ardından ise... Eski Soo Jin, 7 cm'lik platform topuklu, siyah ayakkabısının ön tarafını Woo Joon'un ayak bileğine sertçe sürterek(!) geri dönüş yapmıştı. Aslında hiçbir yere gitmemişti; hep orada bir yerlerde saklanıyordu. “Ya! Bağıracağına gidip yardım etsene! Ne biçim bir insan…” diye öfkesini püskürttükten sonra havaalanındaki diğer insanların kendisine –kiminin gülümseyip, kiminin de öfkeyle- baktığını fark etmesi pek de zamanını almadı. “-Sın sen?” diyerek, kısık sesle ve utançtan kızarmış bir suratla tamamladı cümlesini. Daha önce gelmediği bir ülkeye attığı ilk adımlar kendini rezil etmesine yetmişti. Soo Jin, saçlarını sol yanına aldı ve dört bir yandan kendisini izleyen insanlardan, hafifçe eğilerek özür diledi. Genç kızın özür dileme işleme sırasında, Woo Joon şımarık tavırlar sergileyerek Soo Jin için yeterince utanç verici olan durumu daha da dibe sürüklüyordu. "Soo Jin! Hiç değişmemişsin! Niye hep bana şiddet uyguluyorsun? Ha! Sevgilimi mahkemeye vermemin hiç de hoş karşılanmayacağını biliyorsun, değil mi?" "Güldürme beni! Eğer biri birini mahkemeye verecekse o kişi ben olurum, tamam mı? Beni şiddete zorlayan kibirli kişilik sensin çünkü!" Soo Jin yine kendini tutup bağırmıştı. Üstelik herkes Soo Jin'i baskıcı ve sert; Woo Joon'u ise mazlum ve af bir eş sanmaya başlamıştı. Genç kız bir an önce üzerindeki gözlerden kurtulmak istiyordu. Şimdi bir kahramanın çıkıp da Soo Jin'i o rezillikten kurtarmasının zamanı, değil miydi? Peki, o kahraman neredeydi? Genç kızın gözleri, kendisine "Ne kadar da terbiyesiz!" der gibi bakan yaşlı Japon teyzeler ile, "Ne kadar da cesur bir kız, ben de öyle olmak isterdim." der gibi imrenek bakan üniversite çağındaki estetikli genç kızlar arasında gidip geliyordu. Arada, bu düzeni bozan bir şeyler vardı. Tekerlikli sandalyede kımıldamadan duran yaşlı bir adam ve onun hemen yanı başında, nemli gözlerle Soo Jin'i izleyen yorgun ve hasta görünümlü bir kadın... "Anne..." diyerek, gözlerini yaşlı kadında kilitledi Soo Jin. "Kızım... Affet beni." ------------------------------------------------ "Kaç gün daha annenle kalmak istersin? Bir hafta... Ya da bir ay?" Genç kız, kaybetmekten korkarcasına sıkıca tutuyordu annesinin ellerini. "Hiç gitmek gelmiyor içimden anne. Yoksa beni sepetlemek mi istiyorsun?" Soo Jin'in saçlarını okşayan yaşlı kadın gülümseyerek kızının yanaklarına getirdi ellerini ve hasretle baktı ona. "Bir haftadır buradasınız zaten. Hem en yakın arkadaşının yeni doğum yaptığını da söylüyorsun, neden ona yardımcı olmak için Kore'ye gitmiyorsun? Merak etme, ben hep burada olacağım." Bay Choi, felçli vücudunu yasladığı sandalyeden Soo Jin'e seslendi. "Woo Joon'da seninle gelecek, merak etme. Buradaki şirketin başına başka birini geçireceğim. Kızım, sen ve Woo Joon dilediğiniz gibi vakit geçirebilir..." Soo Jin, yaşlı adamın sözünü bitirmesini beklemeden ayağa kalktı ve "Bay Choi, bizi düşündüğünüz için size minnettarım! Fakat annem ile evli olmanız benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Kendinizi benim babam sanmıyorsunuzdur umarım. Çünkü ben sizi babam olarak görmüyorum, görmeyeceğimde." diyerek sert ve hızlı adımlarla odadan dışarı çıktı. -------------------------------------------------------- Uçak kalkalı yaklaşık yarım saat olmuştu ama Soo Jin neredeyse hiç konuşmamıştı. Woo Joon, Soo Jin'in dikkatini çekmek için son on dakikadır elinde oynadığı plastik su şişesinden bir yudum su içti ve "Amcama olan nefretin hiç geçmeyecek mi?" diye sordu gözlerini öndeki koltuğun beyaz, plastik sırtlığında sabitlerken. "Bu konu hakkında konuşmayalım lütfen." deyip Woo Joon'un koluna girdi ve başını genç adamın omzuna yasladı. "Bizden konuşalım. Sen ve ben..." Woo Joon'un suratında tuhaf bir şaşkınlık ve ufak bir tebessüm vardı. "Biz... İlk defa senden bizim hakkımızda konuşmak istediğini duyuyorum. Şaşırmalı mıyım, yoksa sevinmeli miyim?" "Biliyorum, ayrılmamız çok saçmaydı. Tamamen benim güvensizliğimdi ama..." diyerek duraksadı güzel kız. "Ama senin bana ve Tae Sun'a yakıştırdığın şeyde güvensizlik değil miydi? Yani biz…” “Ödeşmiş mi olduk?” diyerek alt dudağını ısırdı Woo Joon. Gözlerini genç kızın gözlerine kilitledi ve ellerini Soo Jin’in saçlarında gezdirerek “Bütün bunların sorumlusu benim. Amcam, Tae Sun veya bir başkası değil. Sana baktığım her saniye, seni aramayı bıraktığım güne lanet okuyorum ama yine de sana bakmak istiyorum. Benim için su gibisin; sensiz geçen yıllarda o kadar susadım ki seni bir daha bırakamam!” Soo Jin, soluksuz bir şekilde karşısındaki genç adamın söylediklerini dinliyordu. “Üzgünüm, ama bundan sonra yalnızca bana aitsin.” Soo Jin’in suratında kocaman bir gülümseme oluşturmuştu Woo Joon’un bu sözleri. Ama birazdan genç adamın ağzından çıkacak olanlar Soo Jin’i hiç de mutlu etmeyecekti. “Ve tekrar üzgünüm. Çünkü bu uçak Kore’ye gitmiyor.” “Ne?” --- Rusya / 10 Gün Sonra --- “Burası buz gibi, donuyorum.” Soo Jin’in bedeni soğuktan titriyordu. Bu soğukta, geminin güvertesine çıkmak onun fikri olsa da bir an önce odalarına geri dönmek için Woo Joon’un gözlerinin içine bakıyordu. Genç adam üzerindeki siyah, kürk benzeri montu çıkartıp Soo Jin’in üzerine örttü ve genç kızı arkasından sararak “Gecenin köründe, üstelik bu soğukta beni odadan çıkartıp buraya getirmenin sebebini şimdi anlıyorum. 10 gündür yolculuk yapıyoruz ve ilk defa birlikte aynı odada kalacağız. Bundan korkmuş olmalısın.” dedi kıs kıs gülmeden hemen önce. “Ha ha! Ben mi korkuyorum? Şaka yapıyorsun herhalde! Sadece uyku tutmadı; bu soğukta nasıl uyuyabilirim ki? Unutma, geçen hafta Afrika’da safarideyken hayvanların gelmesinden korktuğu için çadırında uyuyamayan ben değildim.” diyerek üst dudağını kaldırarak bedenini sarmakta olan genç adamın kollarını aşağıya savurdu. “Üstelik bu dünya turunu benden habersiz yapmanın yanı sıra beni sıkboğaz etmezsen sevinirim. Bırak da biraz keyif alayım.” --- Türkiye / 15 Gün Sonra --- “Nerede kaldın, Woo Joon? Sana dondurma al, dedim; dondurma yap, demedim! Neredeyse yarım saat oldu.” Genç adam, soluk soluğa elindeki dondurmayı Soo Jin’e uzattı. “Aşkım, oradaki adam benimle oynuyordu resmen. Dondurmayı o kadar çok döndürdü ki bir türlü alamadım. Pes ettim ve beş katı para vermeyi teklif ettim ama yine de vermedi. Yarım saat uğraştıktan sonra sanırım adam bana acıdı ve oyunu bırakıp bunları verdi. Ama hayatım boyunca elde ettiğim en zor şeydi.” Soo Jin, dondurmayı yalamayı bırakıp sert bir şekilde genç adama bakmaya başladı. “Elde ettiğim en zor şeyin ben olduğunu sanıyordum. Yanılıyor muyum?” “Kusura bakma hayatım ama bu dondurmadan sonra seni ikinci sıraya kaydırmaya karar verdim.” “Ya, demek öyle! Nesi zormuş bu dondurmanın çok merak ettim doğrusu. Eminim ki sen zorlanmışsındır!” --- 5 Dakika Sonra --- “Aşkım, nasıl oldu da hemen alabildin? Oysaki bana…” “Bana, ‘aşkım’ deme! Git ‘hayatta elde ettiğin en zor dondurma’ya aşkım, de! --- İspanya / 1 Ay Sonra --- Soo Jin, Woo Joon’un eline tutuşturduğu bileti yere doğru savurdu ve “İspanya’ya geldik ve sen bana buradaki tek günümüzü Barselona maçını izleyerek geçirmemizi söylüyorsun, öyle mi?” diye bağırdı, son kelimeyi söylerken Woo Joon’un yüzüne daha da yaklaşmıştı. “Aşkım, ama bu maç…” “Bu maça gidersen, derhal Kore’ye dönerim. Dünya turunun geri kalan kısmını da tek başına tamamlarsın.” “Ama aşkım…” Genç kız bir iki adım atıp uzaklaştıktan sonra geri geldi ve yere attığı biletin üstünü birkaç kez tekmeledikten sonra otele dönmek üzere bir taksi durdurdu. Genç kız otele gittiğinde resepsiyondaki görevli ona bir telefon görüşmesi olduğunu söyleyerek telefonu uzattı. Telefondaki sesin Ji Hye’den geldiği açıkça belli oluyordu ama ses bir o kadar da üzgün ve telaşlı geliyordu. “Soo Jin, ben şimdi ne yapmalıyım? Kang Hyuk denen sekreter, peşime takıldı ve bana sürekli çıkma teklifi edip saçma sapan sürprizler yapıyor. Hatta dün bana bir kutu göndermiş. İçinden ne çıksa beğenirsin?” “Ne çıktı?” “İçinden inci bir kolye ve el yazısı bir mektup çıktı. Mektupta yazılanla ise daha beterdi. Kolyeyi ona annesi, gelinine vermesi için vermiş. Düşünebiliyor musun, Soo Jin? Düpedüz bana evlenme teklifi. Daha birbirimizi tanıyalı kaç ay, hatta kaç hafta oldu ki? Çıldırmak üzereyim Soo Jin! Lütfen çabuk gelin. Sana ihtiyacım var.” Soo Jin, Ji Hye’e teselli verdikten sonra gülümseyerek odasına çıktı. Bavulunu hazırlamayacaktı, çünkü Woo Joon’un birazdan odadan içeri girip ondan özür dileyeceğini umuyordu. Ama kapı açılmıyordu, üstelik onun yerine odadaki kablosuz telefon zır zır ötüyordu. “Acaba yüz yüze özür dilemeye mi çekindi?” diye içinden geçirdikten sonra arayanın Woo Joon olduğunu umarak telefonu açtı Soo Jin. “Soo Jin, benim Ah Jung. Hayatım, sana çok ama çok kötü… Hatta felaket bir haberim var.” “Ne, ne oldu? Yoksa hasta mısın? Kaza mı geçirdin? Telaşlandırmadan söylesene.” “Soo Jin, ben… Ben…” “Evet, sen…” Soo Jin artık meraktan ortadan ikiye ayrılmak üzereydi. Ah Junf’un bu kadar ağlamasına ve üzülmesine sebep olacak şey, ne olabilirdi ki? “Ben… Hamileymişim.” “Ne? Ne güzel bir haber! Hayatım, senin için çok sevindim. Umarım sorunsuz bir hamilelik geçirir…” Soo Jin’in iyi dileklerini bölen yine Ah Jung’un acı hıçkırıkları ve kulakları sağır eden çığlıkları olmuştu. “Saçmalama, Ah Jung! Böyle bir habere nasıl sevinirsin? Düşünsene, doğumdan önce Eun Joo gibi şişeceğim; doğumdan sonra da Eun Joo gibi şişeceğim. Üstelik benim kocam Sung Mo değil; Chae Min!” “Ah Jung, sakin ol canım. Chae Min’in seni aldatmasından korktuğunu söyleme sakın bana! Woo Joon’un yaptığına inanırım ama Chae Min’e asla yakıştırmam.” “Bunları gelince konuşalım Soo Jin. Sana anlatacağım çok şey var. Woo Joon’u geri dönmeniz için ikna et, ikna olmuyorsa tek bir yumruk yeterli. Seni çok özledim, çabuk gel!” Woo Joon odanın kapısına yaslanmış Soo Jin’in kendisine yakıştırdığı şeyi düşünüyordu. Genç kızın telefonu kapattığını görür görmez elindeki sedef kaplama kutuyu ceketinin cebine koydu ve ona arkadan sessizce yaklaşarak “Demek bana yakıştırırsın, öyle mi? Denemek isterim; acaba gerçekten bana yakışacak mı?” diye kendi kendine sordu, ciddi bir ifadeyle. “Neyi denemek istersin?” diye gözlerini yırtarcasına açtı genç kız. “Konumuz aldatma, değil miydi? A, doğru unutmuşum. Daha etkili bir aldatma için önce evli olmamız gerekir.” “Saçmalamayı kes Woo Joon. Odamdan çık lütfen!” Woo Joon, kollarıyla sardığı bedeni biraz daha sıktı ve genç kızın yanağına bir öpücük kondurarak “Bugün için üzgünüm. Sadece eski Soo Jin’in benimle bir maç izleyip coşabileceğini düşünmüştüm ama anladım ki eski Soo Jin senin içinde bir yerlerde kaybolup gitmiş. İşte bu yüzden düşündüm ki, benimle evlenmeye kesinlikle hayır gözüyle bakan eski Soo Jin’de belki kaybolup gitmiştir.” dedi ve genç kızın önüne geçerek tek dizi üzerinde eğildi. Ceketinin cebinden sedef, kırmızı kutuyu çıkartırken diğer eliyle de masaya iki kez vurdu. Çıkan sesin ardından odaya beş-altı gazetecinin girişi bir oldu. “Sen; hayatımın yaşam kaynağı, en kuru çöllerdeki tek su kaynağım, bana şiddet uygulamasından keyif aldığım tek insan ve gerçek hayata gözümü açmamı sağlayan hırçın kadın… Bu değersiz taş parçasını takıp, sonsuza kadar sana bakmama izin verecek misin? Karşılığında bende sana bana ‘şiddet izin belgesi’ vereceğim. İstediğin zaman bana vurabileceksin, bundan şikâyet etmeyeceğime yemin ederim.” Genç adam, karşısında şok olmuş bir ifadeyle kendisine bakan sevgilisinin ellerini tuttu ve “Üzgünüm ama kabul etmeme gibi bir seçeneğin yok. Çünkü şu anda, dünyadaki tüm yerlerde televizyonu açık olan herkes bizi izliyor.” diyerek gülümsedi kameralara dönerek dünyanın çeşitli yerlerinden onu izleyenlere İngilizce seslendi genç adam. “Sizden bu durum için özür dilerim, ama bu benim hayatımdaki en önemli an ve ben açıkçası başka bir şey düşünemedim. Yani değişik bir evlenme teklifi bulamadım. Bu kaçık kızın benimle evlenmeyi kabul etmesinin tek yolu buydu.” Soo Jin, yer çekimine kapılıp halının üzerine düşüşe geçen gözyaşını tutmak için hiçbir hareket göstermemişti. Gücünü toplayıp Woo Joon’un boynuna atladı ve “Seni sersem şey, tüm dünyaya rezil oldun! Sadece ‘evlenelim’ desen bile bu teklifi kabul ederdim.” Diyerek gözyaşlarının akmasına izin verdi genç kız. Tam gol atılacakken kesilen görüntüden sinirlenen orta yaşlı, göbekli amcalar ve altı sezon süren, pembe dizisi kesilen yaşlı teyzelerin yüzündeki öfkeyi saymazsak bu mutlu tablo herkesin yüzünde mutlu bir tebessüm bırakmıştı. Bütün bunları televizyondan izleyen dostları ise telefonun bir an önce onlara bağlanması için dua ediyordu. ------------------------------------------- “Soo Jin, aşkım sana kötü bir haberim var.” “Ne oldu, hayatım?” “Sanırım gelinliğini getirirken üzerine birazcık(!) şarap dökmüşler. Ama o kadar büyük bir şey gibi gözükmüyor. Sadece göğüs kısmı, bel kısmı ve birazcık da duvağın zedelenmiş. Ama giyilmeyecek gibi değil… Hayatım, iyi misin? Şimdi bayılmanın sırası değil. Aç gözlerini, sadece düğün şakası yapmak istemiştim.” -SON- ----------------"Ne, seni benim yaşımda kızlarla aldatan bir baba için; ne de, beni böyle bir pislik gibi ortalığa atıp giden bir anne için asla gözyaşı dökmeyeceğim. Söz veriyorum sana ANNE, bana yalvarmak için geri döndüğünde yüzüne dahi bakmayacak kadar güçlü biri olacağım. Çünkü ben lanet olası bir BABA ve işe yaramaz bir ANNE'nin güçlü kızlarıyım. Söz veriyorum..." | |
| | | Cassie Admin & Yazar & Okur
Mesaj Sayısı : 3310 Kayıt tarihi : 29/01/11
| Konu: Geri: Kızların Egemenliği Çarş. Şub. 01, 2012 3:46 pm | |
| Kızların Egemenliği – 42. Bölüm/Final [Son Kısım] Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik – Komedi – Okul Ah Jung, kırmızı gül yapraklarıyla donatılmış beyaz fayansları yüzündeki endişe ve heyecanı saklamaya çalışarak hızlıca geçti. İki katlı villanın verzalit kaplama görünümlü çelik kapısına yaklaştıklarında genç kız arkasından gelen kocasına gözünün ucuyla baktı. İlk gecenin verdiği heyecan Ah Jung'u çoktan kelepçelemişti. Ellerini yumruk yapmış siyah, deri montunun küçük ceplerine tıkamıştı ama bu her şeyi özetlemiyordu. Sürekli yere bakan gözleri, yere bastığında uyuşan minik ayakları, her solukta daha fazla karıncalanan karnı ve yerinden çıkıp Chae Min'in eline düşmek için deli gibi atan kalbi... Ah Jung'u bunlarla özetleyebiliriz, ya Chae Min'i? Genç adam evlendikleri halde bir türlü karısı ile evlerine gidememişti. 2 gün boyunca hastanede kaldıktan sonra fayansa döktürdüğü gül yaprakları bile göremez hale gelmişti. Onunda kalbi deli gibi atıyor, eli eline sığmıyordu. Gözlerini Ah Jung'dan alamıyor, sadece geçirecekleri geceyi hayal ediyordu. Kabaran arzusunu dindirmesi gerekiyordu. "Aşkım, beğendin mi evimizin son halini?" diyerek deri koltuklarla ve büyük cam sehpalarla kaplı salonun son halini karısına gösterdi genç adam. "Gü... Güzel olmuş gerçekten. Annenin zevkine sağlık." Ah Jung'un gerginliğini henüz tam anlamıyla anlamıştı Chae Min. "Acaba üstüne gitmesem mi?" diye geçirdi içinden. Ama yapamazdı! Göz bebeklerini her iki tarafa oynattıktan sonra "Elbet bir gün olacak, bugün en doğru zaman!" dedi ve elini salonu izlemekte olan genç kızın beline arkadan doladı. Ah Jung bu şokla irkildi ama bundan hiç ödün vermeden gözlerini baktığı yerden almadı. Aksine bakışlarını son iki dakikadır baktığı sarı üzerine beyaz çizgilerle süslanmiş masa örtüsünde sabitledi. "Yatak odamıza gitmeye ne dersin?" Bu kelimelerin birleşip bir cümle oluşturması, Ah Jung için ateş ile barutun bir araya gelmesiyle aynı şeydi. 'Yatak odası' bir genç kız için bu kadar korkutucu olabilirdi. Genç kız boğazında biriken tükürükleri tek hamlede yutmaya çalışınca, boğazından öksürüklü bir geri saldırı gelmişti. Ah Jung'un yeteri kadar heyecanlandığını algılayan Chae Min, elini çabuk tuttu ve öksürükle boğuşan kızı kucaklayarak kırmızı, kadife kaplı merdivenleri yavaşça çıktı. Hızlıca çıkmak istese de, kucağında öksüren genç kızın boğulma olasılığını göze alamazdı. "Evet, odamıza geldik."diyerek ayağıyla üzerinde rengârenk kurdelelerle isimlerinin yazılı olduğu kapıyı itti. "Hayalim, her ne kadar seni bu odaya gelinliğin ile sokmak olsa da, şu an ki durum bile beni mutlu ediyor." Genç adam, kucağındaki kızı çeşitli çiçek yapraklarıyla süslenmiş, beyaz örtüyle kaplı yatağın üzerin yatırırken kalp atışlarının hızlandığının farkında bile değildi. Ah Jung, yatağın üzerine yatırılınca doğruldu ve zorlukla gülümseyerek "Şey... Ben gidip pijamalarımı giyeyim. Sen beni burada bekle." dedi, yataktan kalkmaya çalışırken. Chae Min, yataktan kalkmaya çalışan karısını durdurmak için yatağa girdi. Chae Min dizleri ve elleri üzerinde Ah Jung'a doğru yaklaşıyor, genç kız ise yatağın başlığına doğru geriliyordu. Genç adam, karısının sırtının yatağın başlığına değdiğinden emin olunca yataktan çıktı ve beyaz gömleğinin yakasına getirdi ellerini. "Bunu başka bir güne ertelesek nasıl olur?" dedi ve elini yüzündeki elin üzerine yerleştirdi Ah Jung ama bu Chae Min'in aklındaki düşünceleri değiştirmeye yetmiyordu. Genç adam elleriyle karısının belini dolayarak, onu kendisine çekti. Dudaklarını genç kızın dudaklarıyla buluşturdu ve geri çekilirken "Seni çok seviyorum. Seni delicesine istiyorum." dedi tüm içtenliğiyle. Bu sözler Ah Jung'un kendini kaybetmesine yetmişti. Genç kızın ayakları yerden kesilmiş, gözleri kendiliğinden kapanmıştı. Yüzüne ise huzurla harmanlanmış ufak bir buse konmuştu. Duyduklarıyla kendinden geçen inatçı kız önce elini kocasının boynuna doladı, ardından dudaklarını onunkilere değdirdi. Bakımı henüz yapılmış parmakları genç adamın şampuan kokan saçları arasında dolanmaya başladı. Gecenin büyüsü böyle başladı. Sonrası ise pek de farklı sayılmazdı. ##### 2 AY SONRA ##### "Bu testi yaptırman gerekiyor Ah Jung." Ji Hye, tüm içtenliğiyle elindeki kutuyu Ah Jung'a uzattı. Fakat karşı taraftan kutuyu almak için hiçbir tepki gelmeyince konuşmaya devam etti. "Tatlım, biliyorum biraz tedirginsin ama bunu yapmak zorundasın. Son bir aydır gösterdiğin belirtiler seni bu kutudaki testi yapmaya zorluyor canım. Testi yapmazsan karnındaki şeyin yok olacağını mı sanıyorsun?" Gözleri kızarık, teni buz kesmiş olan genç kız kendisine uzatılan kutuyu hızlıca aldı ve üzerini okumaya başladı. "Bunu yapmayı gerçekten hiç istemiyorum Ji Hye. Lütfen bunu benim için çöpe at." derken kutuyu masanın karşısındaki arkadaşına attı. "Saçmalamayı kes, inatçı keçi. Soo Jin burada olsaydı sana bu testi yaptırmakla kalmaz, seni hastaneye kadar götürürdü. Hem, ben bu testi eczaneden alıncaya dek ne kadar uğraştım, biliyor musun? Parmağımda yüzük olmadığını görünce görevlilerin hepsi bana kötü kötü baktı. Ama bak, yine de bunu senin için aldım. Şimdi sıra sende! İkinci bir yeğen sahibi olmam için senin bu testi yapman gerek." Ah Jung merdivenleri çıkmadan duraksadı ve arkasında konuşan arkadaşına dönerek "Ji Hye, lütfen... Anlasana, korkuyorum. Eun Joo'yu hamileyken hatırlasana, ne kadar da feci haldeydi. Şimdi bir de beni öyle hayal et." dedi ve hışımla Ji Hye'ye yaklaştı. Ji Hye, şaşırdığını belli etmekten kaçınmayarak büyük, parlak gözlerini sonuna kadar açtı. "Ne zamandan beri dış görünüşüne bu kadar önem verir oldun?" "Chae Min'i deli gibi sevdiğimi fark ettiğimden beri... Ya da şöyle söyleyeyim, onun beni aldatmasından korkmaya başladığım günden beri... Benim kocam Sung Mo kadar sadık değil, Ji Hye. Bunu sende biliyorsun. 'Geçmişte kaldı bütün çapkınlıklar' lafının tek harfine dahi inanmıyorum. Evet, eşime bu konuda güvenemiyorum. Bana paranoyak veya ruh hastası diyebilirsin ama ben her sabah onun beni aldatma ihtimali olan bir güne uyanıyorum ve... Ve ben buna engel olamıyorum." Ah Jung konuşmasını bitirir bitirmez kendini dostunun kollarına attı ve içini boşaltırcasına ağladı. "Kusura bakma Ji Hye ama ben hala o testi yaptırmaya hazır değilim." diyerek kendini yukarıdaki katta olan odasına attı genç kız. Ji Hye, giden dostunun ardından elinde kalan test kutusuna uzun bir süre baktı ve iç çekerek "Sanırım bunun için onu zorlamamalıyım." dedi. Genç kız kafasını kaldırdığımda iki genç adamın öfkeli bakışlarını fark etti. Ji Hye, şaşkın bir suratla "Kang Hyuk... Tae Sun... Sizin ne işiniz var burada?" diyerek kaşlarını çattı. Sonra elindeki testi fark edip çantasına atmaya çalışırken Tae Sun konuşmaya başladı. "Bunu senden hiç beklemezdim Ji Hye. Bu herif benden hesap sormaya geldiğinde bile söylediklerine inanmamıştım ama bakıyorum da gerçek ortada." "Ne? Ne gerçeği?" Neyin hesabı?" Kang Hyuk öfkeli âşık pozisyonundan çıkmadan Ji Hye'ye yaklaştı ve çantasına koymaya çalıştığı test kutusunu tutup, kırmızı tüylü halının üzerine fırlattı. "Seni, bunu alırken gördüm. Aklıma gelen ilk kişi Tae Sun oldu, çünkü eskiden sevgili olduğunuzu biliyordum. Ama onun yanına gittiğimde onunda benim gibi hiçbir şeyden haberi olmadığını anladım. Karnında ki bebek yüzünden zorlamak istemediğin o adam kim Ji Hye?" diyerek nemi gözlerini genç kıza dikti Kang Hyuk. Ji Hye topladığı tüm gücüyle karşı savunmaya geçti. "Bu... Siz nasıl... Saçmalamayın! Ben hamile değilim. Zorlamak istemediğim adam mı? Saçmalık!" Ama karşısındakiler onun söylediklerini tam olarak dinlemiyordu bile. "Az önce kendi ağzınla söyledin! 'Bunun için onu zorlamamalıyım' demedin mi?" Tae Sun haddinden fazla sinirlenmiş olsa da kendine hakim olamamıştı. Ji Hye'ye olan duyguları mı kabarmıştı yoksa? Ama bir kez daha onu incitmeye nasıl cüret edebilirdi ki? Buna herkesten önce kendisi izin veremezdi. "Bilip bilmeden gelmiş bana hesap soruyorsunuz! Bu test benim değil, bu bir! İkincisi, sen... Tae Sun... Benden hesap sorma hakkını kimden alıyorsun?" diyerek geçmişteki tüm öfkesini kusacak bir bakış attı Tae Sun'a genç kız. Aynı zamanda da fark edemedikleri bir yakınlık içine girmişlerdi. Yüzleri arasında 10 cm ya var, ya yoktu. Onların bu yakınlığından, yerdeki hamilelik testinden olduğu kadar rahatsız olan Kang Hyuk sevdiği kızı kolundan tutarak geriye çekti ve "O zaman söyle! Kimin bu test, ha?" diye bağırdı öfkeyle. Ji Hye, ütüsüz gri rengindeki yarım kollu gömleğinin kol kısmından kendisine sarılan Kang Hyuk'ın elinden kurtuldu ve "Söyleyemem! Yani... Bir sır." diyerek onlardan uzaklaştı. "Sana inanmıyoruz, Ji Hye." diyerek siyah deri koltuklarsan birinin baş kısmına yaslandı Kang Hyuk. Onun söylediklerinden rahatsız olan Tae Sun ise tüm sevgisiyle gözlerini Ji Hye'ye dikti ve "Kendi adına konuş, Kang Hyuk! Ben ona inanıyorum." diyerek bakışlarını genç kızda sabitledi. "Şuna bak! Gözümün önünde kız arkadaşımla flört ediyor! Bana baksana sen!" Kang Hyuk, Tae Sun'u yakasından kavradı ve kafa atmak için hazırlanmaya başladı. Tae Sun ise kavgayı alevlendirmek için "Kız arkadaş? Ne zaman Ji Hye senin teklifini kabul etti? Bunun olmasına izin vermem, merak etme." diye bağırdı ve o da ellerini düşmanının yakasına geçirdi. "Kesin saçmalamayı! Testin kime ait olduğunu söyleyeceğim ama sakın Chae Min'e bir şey söylemeyin." diye var gücüyle salonu inletti Ji Hye. Bunu söyledikten sonra gelecek olan tepkiyi bilseydi, kesinlikle ağzını açmazdı. Fakat artık çok geçti. "Ne yani? Bebeğinin babası Chae Min mi?" Kang Hyuk aldığı şokla yere çöktü. "Sen, evli bir adamdan bebek bekleyecek bir kız değildin Ji Hye. Hem de o adam senin en yakın dostunun karısı." Tae Sun, yere çökmüş olan Kang Hyuk'ın saçma düşünceler içinde yüzen kafasına bir tane indirdikten sonra "Saçmalamayı kes! Ji Hye'yi bu kadar mı tanıyorsun?" diye bağırarak Ji Hye'ye dikti gözlerini. Ji Hye, Kang Hyuk'dan aldığı tepki sonrasında, ona yaklaşmak için oluşturduğu köprünün halatlarını büyük bir hançerle kesmeye başlamıştı. "Çok sağ ol ya! Bir de Chae Min ile birlikte olmadığım kalmıştı! Bu test benim değil Ah Jung'un ve o hamileliğini kendinden bile saklıyor." Ji Hye konuşurken salona giren Chae Min, elindeki siyah, bilgisayar çantasını yere bıraktı ve gülümseyerek onlara yaklaştı. "Ne? Ah Jung... Hamile mi?" "Şey... Aslında test yaptırmadık ama ben öyle düşünüyorum yani... Anlarsın ya işte..." Ji Hye lafı daha fazla gevelemeden sustu ve yanaklarını şişirerek merdivenlerden inen Ah Jung'a dikti gözlerini. Ah Jung elinde bir kaç kâğıtla birlikte pembe, tüylü terliklerini, kırmızı halı kaplamalı tahta merdivenlere bastırarak salona indi. Elindeki kâğıtları Chae Min'e uzattı ve "Dün hastanede bir test yaptırdım. Sonuçlar da burada." dedi hiçbir duygu olmayan suratını evin hiç kullanılmayan, üzerinde pahalı bir vazo bulunan uzun sehpada sabitlerken. Chae Min bir süre üzerinde minik harflerle yazılar yazan kâğıdı inceledi ve suratında oluşan gülümseme ile karısının gözlerine baktı. “Bu… Bu çok güzel bir haber.” diyerek kağıtları elinin içinde büzüştürerek karısına sarılmak için bir hamle yaptı ama Ah Jung kocasının suratına bakmadan geriye bir adım attı. Chae Min yaşadığı şokun etkisinden henüz çıkamadan, az önce hamile olduğunu öğrendiği karısının sesiyle kendisine geldi. "Lütfen herkes dışarı çıksın! Chae Min ile konuşmam gerekenler var." Genç kız konuşmasını bitirdiğinde odadaki herkes hızla tolarlanıp, kendilerini dışarı attı. Eşinin yüzüne bakmaktan çekinen Ah Jung, ilk önce ayakta duramayacağını fark edip deri koltukların üzerine sindi. Elleriyle yüzünü kapayarak kafasını dizlerine kadar eğdi. Dağınık saçları şimdi onun yüzünü saklamayı başarmıştı. "Bu ne demek oluyor, Ah Jung?" diyerek hızla karısının yanına oturdu genç adam. Kaşlarını çattı ve yanındaki kadının derbeder haline bakarak "Bir şey söyle! Yoksa..." dedi ve zorlukla yutkunarak devam etti. "Yoksa bu çocuğu istemiyor musun?" diye sordu endişeli sesiyle. Ah Jung dizleri hizasında olan kafasını kaldırdı ve kendisine ait olmayan bir suratla "İstemiyorum! Bu çocuğu doğurmayı göze alamam. Bu yüzden doktora randevu aldım. Yarın gidip aldıracağım, seninde gelmen gerekiyor" dedi, robottan farksızdı duygusuzluğu. "Ne? Şaka mı bu? Sen... Benim her şeyine aşık olduğum kadın mı söylüyor bunları? Aldırmak, ha? O bebeği aldırmana izin vereceğimi mi sanıyorsun? Bebeğimizi... İkimizden de bir parça taşıyacak ilk şeyi... Gözlerine baktığımda her şeyi unutacağım tek varlığı... Öldürmek mi istiyorsun onu? Kalp atışlarını hissetmek için canımı bile vereceğim bebeğimi öldüreceksin ve bende bunu kabul edeceğim, ha?" Chae Min kahkaha atmaya başlamıştı. Bu kahkahalar tıpkı çocuğunun ölümünün ardından deliren acılı bir babanın kahkahaları gibiydi. Acı ve kuru... Bir anne gözyaşları ardına saklanırdı ama baba asla! "Öyleyse, önce beni öldür Ah Jung! Hadi durma! Al eline bir şey ve öldür beni! En azından bebeğimin ölümünü seyretmek zorunda kalmam." diyerek gözlerinin nemlenmesine izin verdi genç adam. "Neden duruyorsun hala?" dedi ve gözyaşları içinde yere çökmüş olan karısına dikti gözlerini. Ah Jung hıçkırıklara boğulmuş bir halde "Ne yapıyorum ben?" diye düşünürken Chae Min'e olan güvensizlik perdesi penceren içeri giren rüzgarla gözlerinin önünden kalkmaya başlamıştı. "Bebeğim..." diyerek titreyen elini karnına getirdi genç kız. Öğrendiğinden beri ilk kez elini karnına getirmişti. Belki de Chae Min'in bebeği bu kadar isteyeceğini düşünememişti. Tek düşündüğü kocasının ona bağlı kalmasıydı, oysa bilmiyordu ki bebek doğduğunda onun için kocasından bile önemli olacaktı. Tüm bunlar yeni dank etmişti genç kızın kafasına. Gözlerini, yeni açmış gibi etrafta ağır ağır gezdirerek elinin üzerine getirdi. Uzunca bir süre karnındaki bebeği hissetmeye çalıştı. Artık onu hissedebiliyordu. Evet, gözlerini açıp olanları algılamaya başlamıştı genç kız. Sadık bir kocadan çok önem veriyordu şuan karnındaki bebeğine. Genç kız yavaş hareketlerle yerden doğruldu ve kolları açık bir şekilde ağlayan kocasının boynuna atladı. "Özür dilerim. Özür... Özür dilerim hayatım. Hatalıydım! Sanki her şeye farklı bakıyordum ama geçti artık. Bebeğimiz hakkında verdiğim saçma karar için özür dilerim." Genç kız hem ağlıyor, hem de konuşmak için kendini zorluyordu. Chae Min boynuna sarılan karısının belini sıkıca sardı ve kokusunu içine çekti. "Söz veriyorum, hamileliğin boyunca seni yanlız bırakmayacağım." "Bende sana söz veriyorum birtanem; bebeğimize bir zarar gelmesine asla izin vermeyeceğim." ######################### "Chae Min bağırdığında bir an bayılacağım sandım. Neyseki barıştılar." diyerek kolları arasına aldığı bordo renkli uzun ceketi üzerine geçirdi genç kız. Az önce kapı arkasında Tae Sun ve Kang Hyuk ile dinlediği ikilinin yorumlarını yapıyordu. Kang Hyuk boşta kalan elini Ji Hye'nin omzuna attı. "Korkma, Ji Hye'm! Evlendiğimizde ben, asla sana bağırmam." Kang Hyuk'ın kolunu yere savuran kişi Tae Sun olmuştu. "Önce elini kolunu nereye koyacağına dikkat et! Sonra gelip, hiç gerçekleşmeyecek olan hayallerini bize anlatırsın." diyerek dudağının yanıyla gülümedi genç adam. Ardından da evin hemen önüne park ettiği siyah spor arabasının kapısını Ji Hye için açtı. Genç kız bunu Kang Hyuk'dan kurtulmak için büyük bir fırsat olarak değerlendirdi ve hızla arabaya bindi. O sırada Kang Hyuk'ın kendisine attığı sert ve acı bakışa maruz kalmamak için başını, telefon arama bahanesiyle çantanın içine soktu ve Tae Sun'u beklemeye başladı. Araba haraket ederken Tae Sun istemsizce gülümsüyordu. Yanındaki kızın kendisiyle gelmiş olmasına inanamıyor, aynı zamanda da müthiş derecede seviniyordu. Tekrar bir şansları olabilir miydi? Yoksa o şans, son buluştukları parkta son mu bulmuştu. İşte Tae Sun bu sorunun cevabını alabilmek için o parka doğru sürüyordu. Parka yaklaştıkça genç adamın suratı daha ciddileşiyordu. Ji Hye ise hala nereye gittiklerinden habersizdi. Eski okullarının yakınından geçince heyecanla sordu "Nereye gidiyoruz?" diye. "Yeni bir başlangıca... Ya da kapatmamız gereken bir defteri kapatmaya..." "Anlamadım." diyerek ekşitti yüzünü genç kız. Ama bu, araba parkın yanında durana kadardı. "Burası..." dedi ve sustu güzel kız. Devamı Tae Sun'un dudaklarından dökülüyordu. "Evet, burası! Salaklık edipte benim aslında Soo Jin'i sevdiğimi söylediğin yer. Asıl önemlisi, benim salaklık edip sana inandığım yer... Şimdi buradaki hesabımızı halledelim." Genç adam arabadan hızla indi ve Ji Hye'nin kapısını açarak genç kızı da apar topar arabadan indirdi. Bir süre yürüdükten sonra elindeki sıcaklığın sebebinin avucu içine aldığı Ji Hye'in eli olduğunu anlayıp gülümsedi genç adam. Kesinlikle bundan hoşlanmıştı. Bu, yüzündeki, gizlemeye çalıştığı, sırıtmadan belli oluyordu. Yürüme bitiğinde her şeyin bittiği noktadaydılar. Tae Sun tutmakta olduğu bırakmadan "Seni dinliyorum." dedi, yüzünü Ji Hye'nin yüzüne büsbütün yaklaştırmıştı. Ji Hye bu yakınlıktan oldukça telaşlanmıştı. Üstüne üstün deli gibi atan kalbinin kendisini ele vermesinden delicesine korkuyordu. "Ne... Ne söylememi bekliyorsun ki?" diyerek yutkundu ve gözlerini yerde sabitledi güzel kız. Kendi düzenine uymayan nefesini ise belli bir süre tutmaya karar vermişti. Tae Sun aralarındaki boşluğu daha aza indirmek için hazırlanırken bir yandan da konuşuyordu. "Kalbinin sana söylediklerinden başlayabilirsin mesela. Benim hakkımda sana neler diyor? Yoksa hala benim Soo Jin'e aşık olduğumuma mı inanıyor? Eğer öyleyse kalbin kesinlikle bozuldu ya da ilacını almayı unutmuş. Bir doktora görünmeye ne dersin?" Ji Hye karşısındaki adamın Tae Sun olduğundan emin olmak için ona dikkatlice baktı. O ne zamandan beri böyle konuşuyordu? Aşağılayıcı ve kaba... Ya da çaresiz bir aşık gibi sabırsız ve düşünmeden... "Kalbim, ona hakaret ettiğin ve onu hor gördüğün için, sana bağırmak için benden dilimi istiyor ama sanırım ona ödünç veremem. Çünkü... Çünkü o ne zaman birine aşık olsa ona bağırmak istiyor." diyerek bir adım geriledi genç kız. "Ama ben bunun bir daha olmasına müsade etmek istemiyorum. Yoksa kırılan hep o oluyor ve ben... Onun kırılmasına artık dayanamıyorum." dedi ve nemli gözlerini, şaşkınlıkla kendisini izleyen gence çevirdi. Tae Sun, kendisinden uzaklaşmaya çalışan kızı kolundan tutarak kendisine çekti ve "Bırak, bana istediği gibi bağırsın. Söz veriyorum onu incitmeyeceğim çünkü bunu hak ettim. Ji Hye... Ben seni... Yani sanırım... Seni sevi-" diyemeden arkalarından gelen sesle susmak zorunda kaldı genç adam. "Çek ellerini onun üzerinden. Onu hak etmiyorsun!" diye bağırarak dahil olmuştu az önceki manzaraya Kang Hyuk. Takım elbisenin parçası olan siyah, pahalı ceketi elinde sıkıca tutuyordu. Gözleri yerinden çıkacakmışcasına kocaman açılmıştı. Kendini sıkmasından dolayı gün yüzüne çıkan damarları daha da kızarıyordu. Genç adamın sert adımları, kendisini görünce şaşıran ikiliye doğru hızla yaklaşıyordu. Yanlarına geldiğinde yaptığı ilk şey Ji Hye'yi Tae Sun'un ellerinden kurtarıp kendisine doğru çekmek olmuştu. Tae Sun her zamanki sakinliğiyle Kang Hyuk'ı süzdü ve "Hak etmek... Bu laf senin ağzına pek yakışmadı bence." diyerek Ji Hye'yi diğer kolundan tutarak kendisine çekmeye çalıştı ama Kang Hyuk buna izin vermemek için tüm gücüyle olayları şaşkınlıkla izleyen kızı kendine çekti. Ji Hye'nin iki koluda başka adamlar tarafından sıkıca sarılmıştı. Bu zamana kadar kimsenin arasında kalmayan kız, şimdi paylaşılmazı oynuyordu. Daha kötüsü, ne yapacağını bilemiyordu. Bir tarafta kalbine sahip olan adam, diğer tarafta ise aklının onayladığı adam. Tae Sun ve Kang Hyuk... Tae Sun ile giderse kalbini izlemiş olacak ve mutlu olacaktı. Peki, ya diğerini seçerse? Sevdiği adamı acılar içine bırakıp, onu reddedenler listesine dahil olacaktı. Her iki seçenekte de sevdiği adamı düşündügünü fark etti genç kız. Nasıl karar verecekti ki? Ji Hye ciddi düşünceler içinde kendiyle savaşırken iki adam kendi aralarında konuşuyorlardı. Kang Hyuk bakışlarıyla Ji Hye'yi hak eden adam rolünü üstlenmişti, Tae Sun ise her şeyi itiraf etme zamanın geldiğini fark etmişti. Ji Hye'yi bir kez daha kaybedemezdi. "1-2 ay boyunca onun peşinden koşman senin onu hak ettiğini göstermez. Ben ise onu çoktan kaybettim ama ondan son bir şans istiyorum. 3 yıl boyunca her dakika onu terk ettiğim günü düşünerek kendime bin bir lanet okudum ben. Onun iyi olduğunu ve güldüğünü görebilmek için peşine bir sürü fotoğrafçı taktım. Soo Jin'e baktığım zamanlarda, ona bakarak seni gördüğümü fark ettim. Delirdiğimi bile düşündüm ama tüm bunların aşk olabileceğini düşünemedim." derken gözlerinden düşen yaşlara hakim olamadı Tae Sun. Eklemek istediği bir şey varmış gibi elini havaya kaldırdı ve gözlerini Kang Hyuk'dan Ji Hye'ye çevirerek "Onu hak etmediğim ortada ama sana onu bana vermen için yalvarıyorum. Lütfen, Ji Hye'yi bana geri ver. Yalvarırım..." dedi ve dizleri üzerine çöktü. Dar paça kot pantolonunun diz kapaklarını örten kısmı asfalt ile birleşmişti. İlk defa birinin önünde eğilmişti genç adam. İlk defa birine böyle içten yalvarmıştı. İlk defa birini böyle içten ve çaresizce sevmişti. Son bir şans istiyordu. O son şans Ji Hye'nin dudakları arasında saklıydı. Genç kız, sevdiği adamın yere çöktüğünü görünce sanki hiç hava kalmamış gibi zorlukla ve sesli bir şekilde havayı içine çekti. Gözyaşlarıyla ıslanan yüzü titremeye başlamıştı. Yere çöküp dizleri üzerine bekleyen Tae Sun'un gözleri ise Ji Hye'ye bakmamak için sıkıca yumulmuştu birbirine. "Tae Sun..." diye bağırarak kendisini kolundan tutan Kang Hyuk'ı umursamadan yere attı kendini Ji Hye. Hiç beklenmedik insanlar, hiç beklenmedik yerlerdeydi misali Ji Hye'nin okuduğu üniversitede okuyan dedikoducu üç kızda bu manzaraya tanık olmuştu. Ellerinde gizlemeye çalıştıkları cep telefonlarının kameralarını açıp bu anı ölümsüzleştirmeye çalışıyorlardı. Belki de öğleden sonraya kalmaz bu video tüm okula yayılacak ve Ji Hye'nin popülaritesi daha da artacaktı. Ellerinde telefonlarla anı kaydetmeye çalışan kızları fark edip oraya yaklaşan çantalı ve spor giyimli iki kişi gözlerini Tae Sun'lara çevirmişti. Asıl işi gazeteci olan ve genç müdür Tae Sun'u tanıyan adamlardan biri diğerini dürterek çantasındaki kamerayı dışarı çıkarttırdı. Tüm bu olanların yanında Kang Hyuk sevdiği kız için önemli bir karar vermek üzereydi. Dolan gözlerini sevdiği kıza çevirdi ve zorlukla yutkunduktan sonra "Şu zamana kadar bana karşı... Hiç bir şey hissettin mi?"diye sordu. Genç kızın kızarık gözleri sadece Tae Sun'a odaklanmıştı. "Üzgünüm... Gerçekten çok üzgünüm Kang Hyuk." Genç adam sorduğu sorunun cevabını en acı şekilde almıştı. Yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Önce Ji Hye'nin kolunu bıraktı, sonra da yere çökmüş olan Tae Sun'un omzuna dostça dokunarak "Hiçbir zaman benim olmayan bir şeyi sana nasıl verebilirim ki? Mutluluklar..." dedi ve kendisini çekmeye çalışan kameramanları umursamadan sersemleşmiş bir şekilde arabasına doğru yürüdü. Bu onun ilk aşkı değildi. Bu güne kadar ilk terk edilmesi değildi. Ama yolda düzgün yürümesini bilmeyen bir kızın ona çarparak, onu etkilemesi kaçınılmaz olabilirdi. Kim bilir aşk onun kapısına vurup kaçmaktan ne zaman vazgeçip, kapıyı açtığında karşında olacaktı. Ji Hye, Kang Hyuk'ın yanlarından ayrılışını izlerken, Tae Sun yalnızca genç kızın ıslak gözlerine bakıyordu. Ji Hye'nin arkasına dönük olmasını fırsat bilerek ona sıkıca sarıldı ve kokusunu içine çekti. "Seni bırakıp gittiğim için gerçekten çok üzgünüm. Lütfen... Son bir şans... Seni seviyorum, Ji Hye. Seni çok seviyorum." "Bende seni... Hem de çok... Unutamayacak kadar çok." diyerek bedenini saran elleri sıkıca sardı genç kız. Suratına oturttuğu gülümseme, gözlerini açıp kameramanları ve film çekildiğini sanıp toplanan kalabalığı görene kadar kaybolmamıştı. Bu kalabalık da ne, der gibi baktılar çevrelerine ve yavaşca yerden kalkarak etrafa bakmaya başladılar. Çevreden alkış sesleri yükseliyor, insanlar birbirine "Çok iyi oyuncularmış, acaba gerçekte de sevgililer mi" "Az kalsın ağlıyordum" ve "Filmin adı ne acaba?" gibi şeyler söylüyor ve hayranlıkla bakıyorlardı. Daha da önemlisi, kameramanlardan biri Tae Sun'a yaklaşıp "Yarınki gazetenin ilk sayfa haberi olmalısınız. Gündemi oynatacaksınız, Tae Sun Bey." deyince Tae Sun iyice şaşırmıştı. Genç adam gülümseyerek Ji Hye'yi koluna alarak "Evet, hanımlar. Gerçekte de sevgiliyiz, ayrıca sevgilim çok iyi oyuncudur. Filmimizin adı da..." derken okulda ilk karşılaşmaları geldi aklına Tae Sun'un. Yapılan cambazlıklar ve kızların her zaman üstün gelen cesaretleri... "Filmimizin adı, 'Kızların Egemenliği'. Ama biletler için çok geç kaldınız. Altın biletler çoktan satıldı." diyerek gülümsedi genç adam. Kolunun altındaki kız ise onun söylediklerini çok iyi anlamıştı. Gülümseyerek biten bu sahnede de yine aşk kazanmıştı. Sonsuza kadar sürmesi dileğiyle... ################ Altın biletler sahiplerini bulmuş ve film çoktan gişeden kalkmıştı. Çünkü deli gibi aşık olan dört zengin adam sevgililerini kıskandığı için bu filmi herkesten saklamıştı. Bu filmin hikayesini duyan ilk kişiler sizsiniz, benim sevgili okuyucularım. Bu maceralı, romantik ve biraz da komik hikayeyi sizlerle buluşturmak, beğeni ve yorumlarınızı almak... Hepsi benim için çok eğlenceli ve güzeldi. Son zamanlarda aksaklıklar yapsamda okumaktan vazgeçmeyip benimle devam eden okuyucularıma teşekkür ederim. Yorumlarınızı okumak için kaç saat internet başında beklediğimi hatırlamıyorum ama sabahleyin kalkıpta, elimi yüzümü yıkamadan telefondan yorumlarınızı okuyup güne güzel başladığım zamanlar için size sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Finaller için çok beklettim sizi, farkındayım ama benimde özel sebeplerim vardı. Her zaman yazamadım, bazen de yazmak için oturdum ama elim klavyeye gitmedi. Bu bölümün tamamını telefonumdan yazdım, çünkü bilgisayarın başında aklıma tek bir cümle dahi gelmiyor. İlham kaynağım telefonum diyebilirim. Son olarak size bir şey sormak istiyorum; En çok hangi çiftin finalini beğendiniz? Ya da beğenmediniz? Hikayemi okumaya layık gördüğünüz ve yorum yaptığını için tekrar teşekkür ederim. Hepinizi seviyorum. ^^ | |
| | | | Kızların Egemenliği | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|