Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Kızların Egemenliği

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:29 pm

Konunun ilk mesajı :

Yazar = Demet Hancı

Tür = Romantik – Komedi - Okul



Adı: Kızların Egemenliği



Tanıtım:





Seul’un en berbat okulunda, terör estiren dört genç kız ve Seul’un en
zenginlerinin gittiği okuldan atılmalarının cezası olarak bu okula gitmek
zorunda olan dört genç…



Kimi zaman, yenilemeyen aşk korkularını, kimi zaman da boş sınıflarda
yankılanan sert kahkahaları, konu edinen bir okul hikâyesi…



Dört genç, babalarının verdiği bu karar karşısında boyun eğip, bu cezayı
çekmeye razı mı olacaklar? Şu zamana kadar sürdükleri zevk ve eğlence son
bulacak olan bu dört genç, onları bekleyen zorlu hayata ayak uydurabilecek mi?
Okuldaki faciadan haberleri oldukları zaman ne yapacaklar, sizce?





**--**--**--**--**





^ Karakterler ^





Kim Soo Jin: Çetenin lideri, uzun dalgalı ve siyah saçlı, çok durgun ama
damarına basıldığında tam bir canavar, çetedeki en korkulan kızdır. Okuldaki
herkes onu görünce kaçacak delik arar. Okul müdürünün gizli yeğenidir. Çete de
en çok Eun Joo'yu sever, okuldakilerin ona kötü davranmasına göz yumamadığı
için onu çeteye almıştır.



Lee Ji Hye: Uzun, dalgalı ve açık kahverengi saçları vardır, çetenin bakımlı
kızı, erkeklerin favorisidir, hiçbir lafın altında kalmaz bu yüzden okuldaki
herkes ondan çekinir. Sivri zekâlı bir kızdır. Okuldaki kızlar en çok Ji
Hye'den nefret eder, çünkü onun erkekleri baştan çıkarması bütün kızların sinirine
gider.



Han Ah Jung: Dövüş sanatlarında ustadır. Kısa, düz, kahverengi saçları ve
siyah gözleriyle erkeklerin korkulu rüyasıdır. Bildiği dövüş teknikleriyle bir
erkeği en fazla 3 saniye de yere serer. Aşırı siniri başına hep dert açar.



Park Eun Joo: Çetenin saf kızıdır, çeteye nasıl girdiğine kendisi bile anlam
veremez, çok konuşkan bir yapıya sahip olduğu için çetenin lideri tarafından
sık sık azar işitir. Kahverengi, dalgalı saçları vardır. Soo Jin onun için bir
abladır ve hayatta en çok saygı duyduğu kişidir.



Hepsi son sınıfa yeni geçmiştir.



**--**--**





Choi Woo Joon: Uzun boyludur ve siyah, düz saçları vardır. Sung Mo onun
ikizidir ama fiziki açıdan hiç benzemezler. Kendini beğenmiş ve aşağılayıcı bir
yapıya sahiptir. Davranışları yüzünden arkadaşları ona asla kızmaz çünkü onu
takmazlar. Bunun nedeni de Woo Joon'un ukala ve rahat biri olmasıdır. Okuldaki
tüm kızlarla çıkmıştır, kızların gözdesidir. Chae Min ile beraber, gece
hayatının parmakla gösterilenlerindendirler ama cezadan sonra gece hayatı
kalmamıştır.





Choi Sung Mo: Woo Joon'un aksine neşeli ve saf biridir. Woo Joon ile aynı
gün doğmuştur ama çift yumurta ikizi olduklarından dolayı birbirlerine
benzemezler. Kimse onların ikiz olduğuna inanmaz. Sung Mo'nun koyu kahverengi
saçları vardır ve gözleri siyahtır. Gördüğü tüm kızlara âşık olur, bu yönünden
dolayı Woo Joon ondan nefret eder. Çünkü bu yönü Woo Joon’a göre hiçte asilce
değildir.



Kim Chae Min: Tam bir çapkındır. Woo Joon ile çok sıkı dosttur bunun sebebi
aynı yapıya sahip olmalarıdır. Uzun, siyah, dalgalı saçları ve kahverengi
gözleriyle tamamladığı yüzüne âşık olmayan kız neredeyse yoktur. Kızlara karşı
çok naziktir ama çirkin ve kaba kızlara dayanamaz.



Kim Tae Sun: Çok durgun biridir. Kısa, kahverengi saçları vardır ve gözleri
koyu kahvedir. Gerekmediği sürece konuşmaz ve Sung Mo ile iyi anlaşır, çünkü
Sung Mo’nun neşeli tavrı çok hoşuna gider. Şıpsevdi değildir, sevdiği kişiye
kalpten değer verir ve onu kolay kolay unutmaz. Woo Joon ile iyi anlaşamaz,
sürekli tartışma halindedirler. Elleri neredeyse her zaman cebindedir. Onu
taklit etmek istiyorsanız, ellerinizi cebinize koymanız yeterlidir.



Hepsi son sınıfa yeni geçmiştir.





**--**--**--**





Choi Hae Won: Okulun en çalışkan öğrencisi ve okulun en vahşi çetesi için
çalışan gizli bir ajan. Saf görünümünden dolayı kimse onun çete için
çalıştığını düşünmez. Hae Won, gözlüklerinin arkasında gördüğü peri gibi güzel
kıza, yani Soo Jin’e âşıktır. Ama Soo Jin bu çelimsiz çocuğa karşı boştur ve
ona her zaman soğuk davranır.



Yeon Hee: Woo Joon’un gece hayatından tanıdığı bir kızdır. Uzun, siyah
saçları ve masum yüzüne kanmayacak erkek neredeyse yoktur. İstediğini almakta
inatçıdır ve kafayı Woo Joon’a takmıştır.



Müdür Kim: Seul Lisesi’nin müdürü ve Soo Jin’in amcasıdır ama bunu kendi
yararı için herkesten saklar. Son derece titiz ve düzeni seven bu adam
birazcıkta paraya düşkündür.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:44 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul








25. Bölüm








“Biz geldik! Anne, baba nasılsınız?”





Soo Jin “Anne” ve “Baba” kelimelerini duyunca yutkundu ve kocaman açılmış
gözlerini kısmaya çalıştı. Onu elinden sıkıca tutan Woo Joon kapıda onları
bekleyen yaşlı çifte biraz daha yaklaşmak istiyordu ama genç kız bir adım bile
atmamakta kararlıydı. Woo Joon bir adım attı ama genç kızın onunla gelmediğini
fark etti hemen onu kendine biraz daha çekti.





Genç kız neredeyse sürüklenerek vardığı yaşlı çiftin önünde saygıyla eğildi
ve ürkek gözlerle bakmaya başladı. Woo Joon yanında oldukça çekingen duran kıza
baktı ve gülümseyerek annesine döndü.





“Anne bu, kız arkadaşım Soo Jin.”





Bayan Min Joo sevgiyle gülümsedi ve Soo Jin’e yaklaşarak, genç kızın
ellerini sıkıca sardı. O sırada Soo Jin’in elini bırakan Woo Joon, soru işaretleri
dolu kafasıyla, babasına bakıyordu. Bay Hyun Soo ise gözlerini oğlundan
kaçırmayı başarmıştı.





Soo Jin şaşkın gözlerle, ellerini bir anne şefkatiyle saran orta yaşlı
kadına bakıyordu. Dibi zor gözüken bir uçurumdan aşağıya bakıyormuş gibi yutkundu
ve gözlerini kısarak karşısındaki kadını izlemeye devam etti.





Bayan Min Joo ise ona nemli gözlerle bakmaya devam ederken “Hoş geldin
kızım.” dedi gülümseyerek.





Ellerini arkasında bağlamış olan Hyun Soo ise ağır adımlarla Soo Jin’e
yaklaşırken yanından geçtiği oğlunun yüzüne bakmadı bile. Oğlunun yüzüne bakmak
neden bu kadar zordur ki bir baba için? Ne kadar saygın olursa bir baba, o
kadar sert görünmeli midir? Yumuşacık kalbini etrafındakilere açmak, o kadar
zor muydu Bay Hyun Soo için?





Bay Hyun Soo’da Soo Jin’e “Hoş geldin.” dedi gülümseyerek ve hep beraber eve
girdiler. Yaşlı çift önden yürürken arkalarından gelen Soo Jin yanındaki Woo
Joon’a biraz daha yaklaştı ve “Ya! Neden buraya geldik? Ne yapmaya
çalışıyorsun?” dedi çok kısık bir sesle.





Genç adam gülümseyerek Soo Jin’e baktı ve “Bana güvenmeni sağlamaya
çalışıyorum, kötü mü yapıyorum.” dedi fısıltı halinde. Ev o kadar büyüktü ki,
salona gidebilmek için baya bir yol yürümüşlerdi ve hala da yürüyorlardı.





Soo Jin aldığı cevaba karşılık daha çok sinirlendi ve “Ya!” diye bağırdı
aslında bu fısıltı halinde söylemesi gereken bir şeydi. Ama maalesef bu ses
tonuyla Bayan Min Joo ile Bay Hyun Soo’nun şaşkın bakışlarını kendisine
çevirmişti genç kız.





Soo Jin açık kalmış ağzıyla onlara bakarken, durumu toparlayan Woo Joon
olmuştu.





“Ah, canım. Ayağına mı bastım yanlışlıkla? Özür dilerim.”





Genç adam bunları söyleyince, anne babası da gülümseyerek önlerine dönmüştü.
Genç kız, yırttığını anlayınca bir oh çekti ve Woo Joon’a bakarak “Ah, evet
biraz acıdı da.” dedi gülümsemeye çalışarak.








Sonunda muhteşem salona gelmişlerdi. Kocaman, kristallerle kaplı ve etrafa
kocaman bir ışık yayan avize salonun tam ortasında asılıydı. Salon ise iki
kısımdan oluşuyordu, bir tarafta son derece rahat gözüken siyah koltuklar…
Diğer tarafta ise upuzun, camdan bir masa ve etrafını saran onlarca siyah deri
sandalye vardı. Masanın üzeri neredeyse bin bir çeşit(!) yemekle donatılmıştı
ve hala daha etrafta karınca sürüsü gibi dolaşan hizmetçiler ellerindeki
tepsileri masaya boşaltıyorlardı.








“Bu kadar yemeği kim yiyecek?” diye geçirdi içinden genç kız, sofranın
ihtişamına bakarak. Woo Joon ise onun bu şaşkın tavrına bakarak ona olan aşkını
tazeliyordu. Genç kızın yüzüne bakmak Woo Joon’a paha biçilemez bir mutluluk
veriyordu.








Salonun ortasında olağanüstü masaya şaşkınlıkla bakan genç kız, ona sevgiyle
bakan genç bir adam ve onları oturdukları koltuktan neşeyle izleyen yaşlı bir
çift… Baş kâhya gelip de “Yemek hazır efendim, başlayabilirsiniz.” diyene kadar
hiç kimsenin bakış açısı değişmemişti.





Hyun Soo oturduğu koltuktan yavaşça kalktı ve ağır adımlarla masaya
yaklaştı. Woo Joon ise çoktan yerine oturmuştu. Eski zamanlara dönmenin verdiği
mutlulukla yemeklere bakarken, Soo Jin dâhil herkesin ayakta beklediğini biraz gaç
fark etmişti. Genç adam yutkundu ve ayağa kalkarak Soo Jin’in yanına geldi.
Genç kızı hemen yanındaki sandalyeye oturttuktan sonra babası ile annesinin de
masaya oturduğunu fark etti. İçinden “Ah, ne saçma sofra kuralları? Misafir
oturmadan masaya oturulmaz!” diye geçirdi, biraz sinirlenmişti bu duruma.
Kendisi hiçbir zaman böyle şeylere dikkat etmezdi, bu yüzden da babasıyla çok
kavga etmişti.








Bayan Min Joo sohbet açmak için bir şeyler düşünüyordu ama o kadar da kolay
değildi. Bay Hyun Soo ondan önce davrandı ve elindeki su bardağını kenara
koyarak “Okul nasıl gidiyor, zor değildir umarım.” diye sordu Soo Jin’in
gözlerine bakarak.





Genç kız bu soru karşısında biraz afallamıştı, çünkü dersleri hiç de iyi
değildi. Hatta bütün dersleri zor zoruna geçiyordu.





“Şey… İyi… Sayılır yani iyi gibi.”





Woo Joon lafa girmeseydi belki de genç kız böyle devam edecekti.








“Baba, senin işlerin nasıl?”





Uzun bir müddet baba-oğul iş muhabbeti dinleyen Soo Jin önündeki yemeklerin
neredeyse yarısının tadına baktığı için kendini doymuş hissediyordu. Bayan Min
Joo, genç kızın yüzündeki sıkılgan ifadeyi gördü ve biran önce sofradan kalkmak
adına “Herkes bitirdiyse, kalkalım mı?” dedi neşeyle. Bunu duyan Soo Jin ise
heyecanla başını salladı, evet anlamında.





Herkes yavaşça sofradan kalkarken, Bayan Min Joo hemen hizmetçilere haber
veriyordu. O sırada Soo Jin evde neden bu kadar hizmetçi olduğunu düşünüyordu.
Kendi evlerinde hiç yokken, burada tam 4 tanesini sayabilmişti. Kim bilir
göremediği kaç tane hizmetçi daha vardı. Zaten bu koskocaman eve de ancak o
kadarı yeterdi.





Genç kız koltukta otururken bir yandan da kafasının üzerindeki kocaman
avizeye bakıyordu, her an kafasına düşme tehlikesi içindeydi ama bundan
korktuğunu yanındakilere belli etmemeye çalışıyordu. Woo Joon’un yaptığına ise
hala bir anlam verebilmiş değildi. Onu neden buraya getirmişti? Neden ailesi
ile tanıştırmıştı? Woo Joon ne yapmaya çalışıyordu? Bu soruların hepsi Soo
Jin’in kafasında dönme dolap gibi dönüyordu, genç kız onlara yanıt vermek
istese de hiçbirini yakalayamıyordu.





Hyun Soo ile Min Joo bir koltukta oturuyorlardı ve hemen karşılarındaki
koltukta da –onların düşüncesiyle- müstakbel gelinleri ve sevgili oğulları
duruyordu.





Baş kâhya, yaşının verdiği tecrübenin ağırlığıyla, yavaşça salona girdi ve
Hyun Soo’nun önünde durarak “Efendim, kardeşiniz ve yeğeniniz geldi.” dedi,
hafifçe gülümserken..





Soo Jin çekingence koltukta otururken yanındaki herkes birden ayaklanmıştı.
Genç kızda gelenin yaşlı biri olduğunu düşünerek kendini ayakta bulmuştu.





Aksine gelen kişi, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen geçirdiği bir takım
estetik ameliyatlarıyla oldukça genç gözüken, Woo Joon’un halası Bayan Seo
Min’di. Yanında da kabarık, mini pembe eteğiyle şeker gibi gözüken on iki
yaşlarında bir kız duruyordu. Açık kahverengi saçlarını atkuyruğu yapmış, eline
de, eteği ve üzerindeki pembe tişörtüne uygun pembe bir çanta almıştı. Yaşı çok
küçük olsa da, bu küçük bayan oldukça olgun bakışlar atıyordu etrafa.





Soo Jin karşısındaki küçük kızın bakışlarından az da olsa tırsmıştı. Woo
Joon ise gelen küçük kıza yani kuzenine oldukça mutlu gözlerle bakıyordu, hatta
genç adam halasına sarıldıktan sonra kuzenin önünde eğilerek onun ellerini
tutmuştu.





“Benim küçük Byul Min’ime bakın, kocaman kız olmuş.”





Küçük kuzen, Byul Min, gözlerini ters ters baktığı Soo Jin’den aldı ve
önünde eğilen büyük kuzenine çevirdi.





“Oppa, bu kız kim? Neden burada?”





Woo Joon parıldayan gözleriyle, hemen arkasında dikilen Soo jin’e baktı ve
tekrar kuzenine dönerek “Şey… O benim kız arkadaşım. Tanışmak ister misin?”
diye sordu, oldukça kibardı. Belli ki Byul Min’e çok değer veriyordu.





“istemiyorum! Bu kızda tek gecelik olanlardan mı, oppa?”





Genç adam kocaman açılmış gözleriyle, negatif bir cevap vermek istiyordu ama
Soo Jin’in şok olmuş ve oldukça sert bakan gözlerine bakınca bu soruya cevap
vermek onun için daha da zorlaşmıştı.





“Şey… Ha… Hayır! O benim kalıcı kız arkadaşım, yani öyle bir kız değil,
tamam mı Byul Min?”





Byul Min donuk bakışlarını Soo Jin’i süzmek için kullanırken, ufak kızın
ayakları da yavaşça Soo Jin’e yaklaşıyordu. Woo Joon ise olduğu yerde ayağa
kalktı ve Byul Min’in yapacaklarını izlemeye başladı.





“Hiç de güzel değilmiş oppa! Böyle kızları nasıl yanında gezdirebiliyorsun?
Sokak palyaçosu bile bu şekli bozuk kızdan daha güzeldir, değil mi oppa?”





Byul Min bunları söylerken Soo Jin’in sol gözü seğirmeye başlamıştı hatta
motora bağlamış gidiyordu. Soo Jin elini yavaşça gözüne götürdü ve zor zoruna
gülümseyerek “Ne?” diye sordu sesi oldukça kısıktı ama anlamını bilene oldukça
korkutucuydu.





Bayan Seo Min ortamı yumuşatmak için kızının yanına geldi ve onu
omuzlarından tutarak “Kızım, o ne kaba bir konuşma?” dedikten sonra, Soo Jin’e
üzgün gözlerle bakmaya başladı.





“Kızım adına çok özür dilerim. Woo Joon’un yanındaki kızlara hep böyle
davranır ama Woo Joon senin farklı olduğunu söyledi o yüzden çok özür dilerim
canım.”





Soo Jin gerilen kaslarını zorlukla oynattı ve “Önemli değil, çocuk
işte…”dedi zor zoruna gülümseyerek. Aslında onu çocuk olarak değil tam bir
canavar olarak görüyordu. Ağzından son derece kötü laflar çıkan bir canavar!





Woo Joon herkes yerine oturduktan sonra Soo Jin’in yanına, iki kişilik
koltuğa, oturdu. Ama Byul Min’in de oraya oturma çabaları her şeyi mahvetmişti.
Ufak kız iki kişilik ve tamamıyla dolu olan koltuğa oturmak için kendini
zorluyordu. Tabii oraya sığamayacağını kendide biliyordu, tek amacı Soo Jin’i
Woo Joon’un yanından kaldırmaktı. Başarmıştı da Soo Jin küçük kıza nezaketen
ama son derece isteksiz bir şekilde yer vermişti. Byul Min ukala bir şekilde
gülümsedi ve zaferinin tadını çıkartıyordu ki, yanında oturan genç adam Soo
Jin’in oturduğu koltuğa geçti hızla.





Byul Min tek başına koltuğa yayılmış otururken gözleri de karşı koltukta
oturan Soo Jin’i yiyip bitiriyordu. Soo Jin onun bakışlarından kaçmaya çalışsa
da ufak kız Soo Jin’i çok fena kesiyordu. Bunun farkında olmayan Woo Joon ise
halası ile tatlı bir sohbete dalmıştı.





“Hala, bu hafta sonu Çin’e gideceğini duydum, doğru mu?”





“Ah, evet. Bende onun için geldim zaten.” dedi Bayan Seo Min ve ağabeyine
dönerek “Byul Min iki günlüğüne burada kalabilir mi?” diye sordu.





Hyun Soo’nun suratı bu sorunun ardından biraz asılmıştı.





“Biz bu hafta sonu, Min Joo ile birlikte Jeju Adasına gideceğiz, sen en
iyisi hizmetçilere bırak.”





Bayan Seo Min derin bir nefes aldı, tam konuşacaktı ki küçük kızı Byul Min
ondan önce cevap verdi.





“Ben hizmetçilerle kalmam! Woo Joon oppamlarla kalacağım.” diyerek gülümsedi
ufak kız. “Chae Min oppam da oradan olacak değil mi?”





Woo Joon afallamış bir şekilde Byul Min’in heyecanlı suratına baktı ve “Şey,
evet o da evde ama bizim evde rahat edebilecek misin?” diye sordu. Aslında
küçük kızın evlerinde kalmasını pek istemiyordu, çünkü Soo Jin ile pek de iyi
anlaşamamışlardı ve Byul Min orada kalırsa; iki gün boyunca Woo Joon’a işkence
olacaktı.





Byul Min neşeyle yerinden kalktı ve Woo Joon’un yanına gelerek “Hayır benim
için sorun olmaz, aksine çok eğleniriz.” dedi huzur dolu bir sesle.





Bayan Seo Min rahatlamış bir şekilde gözlerini Woo Joon’a çevirdi ve “Ah,
Woo Joon canım, çok teşekkür ederim. İki gün sonra onu almaya geleceğim. Siz
gitmeden önce bizim arabadan Byul Min’in eşyalarını alırsınız, burada kalacak
diye getirmiştim.” dedikten sonra kızına döndü.





“Kızım, sakın onları üzme, tamam mı?”





“Tamam anne. Oppalarımı hiç üzmem.” Az önce Soo Jin’e kötü kötü bakışlar
atan küçük kız gitmiş, yerine bir melek gelmişti adeta. Gülerken kısılmış küçük
gözler ve masum bir gülücük… Bu kız tam korkulacak kızdı.





Soo Jin duyduklarına hala bir anlam verememişti. “Nasıl yani? Bu küçük kız,
dört erkek ile birlikte mi kalacaktı? Bu nasıl bir güvendir böyle?” diye
geçiriyordu içinden Soo Jin, oldukça şaşırmıştı. Peki ya bu kızın tam karşı
dairede oturacak olması daha korkunç değil miydi? O kız ile bir binada nasıl
iki gün sabredecekti? Buna kalp mi dayanırdı? Belki kalp dayanırdı ama Soo Jin
asla dayanamazdı!





25. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:45 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik – Komedi – Okul





26. Bölüm








Ah Jung yorgun gözlerle masanın toplanmasına yardım ediyordu, Ji Hye ile Eun
Joo’da mutfakta bulaşıkları yıkıyordu. Chae Min masanın karşısındaki koltuğa
oturmuş, gözlerini de Ah Jung’a dikmişti. Genç kız rahatsız olmuyordu, çünkü o
kadar yorgundu ki onu fark etmemişti bile.





Ah Jung masadaki tüm tabakları sırasıyla üst üste koyduktan sonra mutfağa
doğru gidiyordu ki, bir anda dengesini kaybetti. Genç kız geriye doğru
düşerken, onu bir eliyle belinden sarıp diğer eliyle de tabakları tutan kişi
Kang Cheol olmuştu. Genç adam su içmek için mutfağa giderken Ah Jung’un
arkasından gidiyordu ve onun dengesini kaybettiğini görünce hemen müdahale de
bulunmuştu.





Chae min hızla doğruldu ve karşısındaki manzaraya uzun süre bakakaldı. Ah
Jung’un bedenini saran bu ahtapot kolları-Chae Min’in düşüncesiyle- hızla
geriye çekti ama bunun doğuracağı sebepleri düşünememişti.





Ah Jung kendini yasladığı ellerin çekilmesi üzerine kendini yerde bulmuştu.
Genç kız kalçasının üzerine düşmenin verdiği acıyla inlerken ayakta donakalan
Chae Min “Kahretsin, ne yaptım ben?” diye geçirdi içinden. Tam genç kıza yardım
edecekti ki, Kang Cheol ondan daha atik davranıp genç kızı sıkıca kavrayıp
ayağa kaldırdı.





Ah Jung elini beline götürdü ve “Ah, acıdı!” dedi kısık bir sesle, sonra da
gözerini kocaman açarak Chae Min’e bakmaya başladı.





“Ya! Nesin sen? Kastın mı var bana?”





Chae Min çekingen gözlerle Ah Jung’un bağırtısını dinliyordu, dinlemek
zorundaydı da. Genç adamın gözlerindeki suçluluk ifadesi oldukça büyürken
içeriden gelen Tae Sun, Ah Jung’u susturmayı başarmıştı. Genç kızı bir koltuğa
oturtmuşlardı ve yanına da Kang Cheol’u oturtmuşlardı.





Chae Min çalan telefonunu cebinden yavaşça çıkarttı ve Ah Jung’un ona
ürkütücü gözlerle bakmasını önemsemeden, telefonu kulağına getirdi..





“Ne? Byul Min mi? Saçmalama Woo Joon, o kız bizimle nasıl kalacak?”





Chae Min, kısa konuşmanın ardından telefonunu sitemle kapattı ve ona bakan
meraklı gözlere döndü. Genç adam konuşmaya başlamadan önce Kang Cheol atlamıştı
ortaya.





“Bayan Byul Min, burada mı kalacak? Yani sizinle?”





Yan yana oturan Ah Jung ile Eun Joo birbirlerine döndüler ve kafalarını
tekrar Kang cheol’a çevirerek olaya açıklık vermelerini beklediler. Ama olmamıştı,
Kang Cheol daha konuşmamıştı, sadece gülümsüyordu. Ah Jung ile Eun Joo ise
meraktan çatlamıştı. Kimdi bu Byul Min? Neden dört erkekle birlikte kalacaktı?
Onlar bu şekilde düşünürken Ji Hye gülümseyen bir suratla, donakalmış Tae Sun’a
döndü ve “Woo Joon’un kuzeni Byul Min’mi?” diye sordu, aslında cevabını
biliyordu ama işin altını kurcalamak tam ona göre bir işti.





“Evet, Woo Joon’un kuzeni.”





Herkes merak içindeydi ama Eun Joo daha çok öfke halindeydi. Karşı koltukta
oturan Sung Mo’ya döndü ve “Byul Min, nasıl biri?” diye sordu kıskançlıktan
patlamak üzereydi. Sevgilisinin evinde bir kız kalacaktı ve bu kız onun kuzeni
bile olsa, Eun Joo bunu kıskanmıştı. Sung Mo derin bir nefes aldı ve istemsiz
bir şekilde anlatmaya başladı.





“Aslında gelince görürsünüz ama ben yine de birkaç ipucu vereyim. Şey… Biraz
şımarıktır, yaşına göre oldukça olgun ve çok iyi laf yetiştirir. Woo Joon’a
aşırı düşkündür ve beni pek sevmez, gerçi bende ondan nefret ederim ama…” Eun
Joo bunu duyunca gülümsemeye başlamıştı ama Ah Jung’un kulağına eğilip “Büyük
aşklar nefretle başlar.” Demesiyle genç kızın suratı tekrar yerlere düşmüştü.





Ah Jung arkadaşının bu haline gülümsedi ve “E… Devam etsene.” dedi yüksek
bir sesle.





“Daha… Annesinden bile daha bilgilidir, halam bazen ona bu huyundan dolayı
çok kızar. “Kızların bilgiye değil, güzelliğe ihtiyacı vardır.” der hep halam
ama Byul Min hem güzel hem akıllı olmak için çabalar.”





Tae Sun, Sung Mo’nun sözünü kesti ve kendi devam etmeye başladı.





“Boşa çabalamıyor ama! Hem güzel hem de akıllı. Yerine göre çok cazgırdır,
bir keresinde Chae Min’in yanındaki kızın saçını başını yolmuştu.”





Chae Min’in asık suratı bir anda öfkeye bürünmüştü. “O kız tam bir canavar!
Ne zaman yanımdaki kızlara saldırmadı ki?” diye bağırdı genç adam, sitem
edercesine.





İşte Ah Jung’un suratı şimdi dümdüz bir pist gibiydi, hiçbir ifade yoktu.
Chae Min’in dediklerinden sonra içinden beyin fırtınası yapıyordu. “Chae Min’in
yanındaki kızları dövüyorsa, ona âşıktır. Ona âşıksa neden Woo Joon’a düşkün?
Ah, salak kız! Sende Soo Jin’e düşkünsün ama âşık değilsin!”





Ji Hye arkadaşlarının kıskançlıklarını izlerken bir yandan da gülüyordu.
Çünkü az da olsa biliyordu, Byul Min’i. En azından kıskanılacak bir yanının
olmadığını…





Ah Jung öfkeli bir şekilde Chae Min’e bakıyordu, sanki sevgilisi onu gözünün
önünde aldatmış gibiydi. Genç kız bu bakışları Chae Min’in üzerinde
gezdirirken, hafiften gözlerini kısmayı da ihmal etmiyordu. Kendisi de
biliyordu, böyle daha korkunç olduğunu.





Chae Min bir şeyler söyleyip Ah Jung’un gözlerini üzerinden çekmek için
hazırlanıyordu ki, Sung Mo biraz boş konuşup ortamı iyice germişti.





“Byul Min, Chae Min’e âşık. O yüzden böyle şeyler yapıyor.”





Ah Jung bunu duyunca açık kalmış ağzını saklamaya çalışıyordu. Salondaki bütün
erkekler-Chae Min hariç- gülme krizine girmişti, hatta Ji Hye bile bu duruma
gülüyordu. Eun Joo ile Ah Jung ise sitem eder gibi etraftakilerin neden
güldüğüne bakıyordu. Eun Joo’nun kafasındaki düşünce “Ya Sung Mo ile arasında
bir şey olursa?” iken, Ah Jung kafasındaki ise; “Bakalım nasıl bir kızmış?”





Ah Jung etrafındaki gülen erkeklere kızgın gözlerle baktıktan sonra Sung
Mo’ya dönerek, istemsiz bir şekilde “Lise sona mı gidiyor?” diye sordu. O
sırada Ah Jung’un yanındaki Kang Cheol gözlerini iki yana çevirdi ve gülmemek
için ağzını kapattı. Aslında o da cevap verebilirdi ama böyle bir soruyu ciddi
bir şekilde alınca her an gülme krizine girebilirdi.





Sung Mo gülmemek için dişleriyle alt dudağını ısırdı ve “Şey…” Sözünün
bitmesine engel olan şey kapının ziliydi.





Sung Mo oturduğu koltuktan hızla kalktı ve kapıya doğru koşarak “Ben
bakarım.” Dedi yüksek bir sesle. Aslında tek isteği Ah Jung’un bu komik
sorusunu yanıtlamamaktı.


Kapı açıldığında, Sung Mo’nun karşısında duran kişiler; elinde pek
küçük olmayan bir bavulla Woo Joon, yanında asık suratıyla dikilen Soo Jin ve
aralarında neşeyle gülümseyen bir kız çocuğu yani Byul Min.





Sung Mo zorla gülümseyerek Byul Min’e baktı ve “Hoş geldin canım.” dedi,
yüzündeki zoraki ifadeyle. Byul Min buna karşılık sadece yüzüne ciddi bir ifade
verdi ve hiçbir şey söylemeden Sung Mo’nun yanından geçerek eve girdi. Sung Mo
ise alt dudağını ısırarak gözlerini kıstı, aşırı derecede sinirlenmişti. Bu
ufak kız, genç adamdan nefret etse bile, bunu yapmamalıydı.





Byul Min eve girdikten sonra Sung Mo kapıda bekleyenleri de içeri aldı. O
sırada ufak kız çoktan salona girmişti ve kızlar “Bu da kim?” der gibi
bakıyorlardı.





Byul Min pembe kabarık eteğini hafifçe büzdü ve yavaşça Chae Min’in yanına
oturdu. Chae min ona bıkmış gözlerle bakıyor olsa da ufak kız ona aşkla
bakıyordu. Byul Min genç adama özlemle baktıktan sonra kollarını onun boynuna
doladı ve Chae Min’inde ona sarılmasını bekledi. Beklediği olmuştu, Chae Min
üzerindeki bakışlara aldırış etmeden bu ufak kıza sarılmıştı ama son derece
istemsiz. Chae Min bu zamana kadar Byul min yüzünden bir sürü kızı kaçırmıştı.
Belki Byul Min olmasaydı şimdiye biriyle evlenmiş olurdu.





Ah Jung ekşimiş suratıyla karşısındaki sevgi çerçevesine bakarken içeri
giren Soo Jin ve Woo Joon’u fark etti. Hemen ayağa kalkarak Soo Jin’in yanına
geldi.





“Bu kız kim? Yoksa… Byul Min?”





“Evet, bu kız Byul Min. Ayrıntıları evde konuşuruz.” İki arkadaş yan yana
fısıltı halinde konuşuyordu. Bu yüzden kimse onları duymamıştı, zaten herkesin
gözleri Chae Min ile Byul Min’in üzerindeydi.





Byul Min yavaşça Chae Min’den ayrıldı, gözlerini kısarak gülümsedi.





“Oppa, seni çok özledim.” Byul min yavaşça başını öne eğdi ve dudaklarını
büzerek “Neden beni ziyarete gelmiyorsun?” diye sordu genç adama. Chae Min bu
soruyu nasıl cevaplandıracağını bilemiyordu ki, Tae Sun onun yardımına yetişti.





“Byul Min! Bize selam yok mu?”





Byul Min yavaşça kafasını sesin geldiği yere çevirince karşısında, önünde
diz çökmüş bir vaziyette sevimli gözükmeye çalışan Tae Sun’u görmüştü.





“Selam.” dedi kısık bir sesle Byul Min. Ne Sung Mo ile ne de Tae Sun ile
ilgileniyordu. İlgisini çeken tek şey, şu anda yanında oturan Chae Min’di. Genç
kız Chae Min’den cevap gelmediğini görünce suratını asarak yerinden kalktı ve
bakışlarını odadaki kızlara yöneltti. Kızlara kötü kötü baktı ve Soo Jin’in
yanında ayakta dikilen Woo Joon’un yanına geldi.





“Oppa, bu kızlar kim? Yoksa parayla mı tuttunuz?”





Woo Joon bu soruyu duyunca gözlerini kocaman açtı ve Byul Min’in ağzını
kapattı. Sonra da dişlerini sıkarak “Ya! Biz ne zaman böyle bir şey yaptık ki?
Ha ha… Çocuk işte! Yanlış anlamayın kızlar, hepinizden özür dilerim.” dedi
üzgün bir ses tonuyla.





Eun Joo yutkundu ve Sung Mo’nun yanına gelerek gülümsedi. Gözleri Byul
Min’in öfkeli suratına oldukça masum bakıyordu.





“Biz parayla tutulmadık canım, yan komşularız.” dedi Eun Joo kısık bir
sesle, kendini zorlayarak gülümsedi. Woo Joon’da o sırada ellerini Byul Min’in
ağzından çekmişti.





Byul Min yavaşça Eun Joo’nun yanına geldi ve genç kızı oldukça rahatsız
edici gözlerle süzmeye başladı.





“Çok safsın, güzel bir vücudun yok, yüzün şişmiş gibi gözüküyor. Bir de en
önemlisi… Sen benimle konuşmaya nasıl cesaret edersin?”





Eun Joo ağzı açık bir şekilde karşısındaki ufak kızın konuşmasını
bitirmesini bekliyordu. Ufak kız konuşmasını bitirdiğinde ise Eun Joo’nun
suratı bembeyaz olmuştu, üstelik genç kız zor yutkunuyordu. Nefes alıp verişi
tamamen bozulmak üzereydi ki, Ah Jung onun yardımına yetişti.





“Bana bakar mısın, küçük hanım? Bize önce ‘parayla mı tutuldunuz’ diye
hakaret ettin, sonrasında da Eun Joo’ya saçma sapan şeyler söyledin. Bak canım,
biz senin gibi süs bebekleriyle oynamayı bilmeyiz, ya uslu uslu otur yoksa
ayarlarını bozabiliriz.”





Byul Min kafasını hafifçe arkasına çevirdi ve bunları söyleyen kızı aramaya
başladı. Arama aşaması pek fazla zaman almamıştı, çünkü Byul Min’in Ah Jung’un
kırmızı suratı ve kocaman açılmış gözlerini bulması hiç de zor olmamıştı.





“Sen de kimsin?”





Byul Min oldukça olgun bir tavırla söylemişti bu sözleri. Bu da Ah Jung’un
şaşırmasına sebep olmuştu, sanki karşısındaki insan 10’lu yaşlarda ufak bir kız
değil de; 30’lu yaşlarda bir bayandı. Genç kız boğazını temizledi ve hiç de
kibar olmayan bir ses tonuyla “Bak canım, ne sen bizimle uğraş ne de biz
seninle… Anladın mı?” dedikten sonra arkadaşlarına döndü.





“Soo Jin hadi evimize gidelim, burası beni biraz sıktı.”“Güle güle tatlım,
umarım bir daha da gelmezsiniz. Ne de olsa dört tane bekar erkek yaşıyor bu
evde. Adınız çıkacak diye hiç korkmadınız mı? Tabii bu sizin alışkın olduğunuz
bir durum olabilir, ama oppalarımı buna alet etmeyin. Lütfen!”





Ah Jung salonun kapısından çıkmak üzereyken duyduğu bu sözleri yemek zorunda
hissetmiyordu kendini ama Soo Jin’in onu zorla dışarı çıkarmasıyla her şey
bitivermişti. Artık o küçük fareye haddini bildiremeyecekti. Süpürgesiz cadıya
karşılık bir şey söyleyemeden evden çıkarılmayı hak etmiş miydi? Belki de daha
büyük planları vardı bu ufak kız için, kim bilebilir ki?





~~~~~





Soo Jin, Ah Jung’u ve diğer kızları evden zorla çıkarınca, ufak kızın dalış
alanı bir nebze açılmıştı. Küçük kız, artık daha rahat edecek ti ya da o öyle
sanıyordu.





Kang Cheol yavaşça koltuktan kalktı ve Woo Joon’a yaklaşarak “Ben artık
gitsem iyi olur, arabanın anahtarını verebilir misiniz?” diye sordu, bu gün
yaşadıkları o kadar güzeldi ki soruyu da öyle bir mutlulukla sormuştu. Ama
büyük bir sorun vardı ki, bu sorun Woo Joon’un iki dudağının arasında gizliydi.





“Bugün burada kalsana! Hem, sohbet ederiz bir şeyler içeriz. Nasıl olur? Boş
ver şimdi arabanın anahtarını, ben sana güzel bir kahve yapayım mı?





Kang Cheol kaşları havada, ağzı açık kalmış bir şekilde Woo Joon’u
dinledikten sonra yavaşça yutkundu ve “Efendim…” diyemeden Woo Joon tüm gücüyle
onu koltuğa oturtturdu.





“İtiraz istemiyorum! Bugün bizimle kalıyorsun, yarın gidersin. Ben şimdi
sana kahve yapmaya gidiyorum.”





Kang Cheol, Woo Joon’un yaptıklarına bir anlam veremiyordu. Neden bu kadar
kibardı ki? Bu kibarlığı en son arabayla kaza yaptığı zaman göstermişti. Peki,
şimdi ne olmuştu? Bunların hepsi bir şaka falan mıydı?





Woo Joon hızla mutfağa koşarken bir yandan da etrafa sahte bir gülümseme
saçıyordu. Sung Mo, Byul Min ile birlikte yatakları hazırlarken, Chae Min’de
Byul Min’den saklanmaya çalışıyordu. O sırada Woo Joon’un Kang Cheol’a nasıl
davrandığını görünce o da en az Kang Cheol kadar şoka uğramıştı. Genç adam
hızla mutfağa girip Woo Joon’u soru yağmuruna tutmaya başlamıştı bile.





“Ya! Neden o bizimle kalmak zorunda ki? Kalması için bir sebep yok.”





“Sessiz ol! Şey… Soo Jin arabayı çizdi, o yüzden Kang Cheol’un arabasını
görmemesi gerek. İşte al sana bir sebep! Şimdi git içeri de adamla sohbet et,
ben kahve yapacağım.”





“Kahretsin, hiç hoşlanmadım bu işten. Soo Jin ne istedi ki güzelim arabadan?
Her neyse, nasıl geçti aile toplantısı?”





“Hiç sorma! Byul Min, Soo Jin’i delirtti ama iyi ki Soo Jin bir şey demedi
ve alttan aldı. Kimin sevgilisi?”





Chae Min ufak ve sessiz bir kahkaha attıktan sonra elinde kahve bardağı olan
Woo Joon’a biraz daha yaklaştı ve “Büyük bir gelişim görüyorum sende, ilk defa
bir kız için sevgilim diyorsun. Neyse… Onu geçtim, Byul Min’i ne yapacağız? İki
günde kızları delirtir, özellikle de Ah Jung’tan çok korkuyorum, her an küçük
kuzenine saldırabilir haberin olsun!”





“Merak etme, ben Soo Jin ile konuştum. Byul Min’i birazcık alttan alacaklar.
Bu arada ben yarın Soo Jin’i kaçırma planları yapıyorum. Siz Byul Min’ sahip
çıkarsınız, değil mi?





“Hayır! Lütfen beni de götür, yalvarırım Woo Joon. Ne istersen yaparım.”





Woo Joon elindeki bardağı sertçe masanın üzerine koydu ve “Ya! Ben kızla
yalnız kalmanın peşindeyim, senin yaptığına bak!” diye bağırdı ama Chae Min’den
gelen karşılık hiç de fena değildi.





“Bak dostum, bir taşla iki kuş vurmaya ne dersin? Sabah erkenden çıkarız ki,
kimse fark etmez. Üstelik Kang Cheol’dan da yırtmış oluruz. Sen Soo Jin ile
gidersin, ben de Ah Jung’u evden uzaklaştırırım.”





“Neden Ah Jung’u uzaklaştırıyorsun? Yoksa ona…”





“Saçmalama dostum, sadece Byul Min’in saçını başını yolmasını istemiyorum,
anladın mı? Şimdi söyle bakalım. Var mısın, yok musun?”





~~~~~~





Soo Jin kendini yavaşça koltuğa bıraktı ve yanında dikilen kırmızı suratlı
arkadaşını da yanına çekti.





“Bana baksana, o ufak bir kız. Neden bu kadar sinirlendin ki?”





Ah Jung kendisini çeken arkadaşından kurtuldu ve hesap sorar gibi ellerini
beline koyarak “Ya! Duymadın mı kızın dediklerini? Resmen bize hakaret etti,
tabii bizim kim olduğumuzu bilmiyor daha! Ama ben göstermesini bilirim o minik
sıçana!”





Soo Jin arkadaşına laf yetiştirecekti ki, çantasından gelen sesle doğruldu.
Telefonunu çıkartıp kulağına dayadı ve konuşmaya başladı.





“Efendim Woo Joon. Ne? Niye? Ama… Ah Jung’la mı? Tamam, söylerim ama kesin…
Ya! Yüzüme kapattı telefonu! Bunun hesabını soracağım sana!”





Soo Jin telefonu hızla masanın üzerine fırlattı ve gözünün önüne gelen
saçlarını üfledi. Yavaşça Ah Jung’a döndü ve elleriyle, bir türlü geriye
gitmeyen saçlarını geriye itti.





“Woo Joon yarın bir yere gidelim dedi. Bir de senin de gelmeni istedi.
Sanırım Chae Min’de gelecekmiş, hem bende sıkılmamış olurum. Ne dersin?”





“İstemiyorum!” dedi Ah Jung ellerini göğsünün altında birleştirirken. “Hele
Chae Min geliyorsa, ben hiç yokum!” diye bağırdı yüksek sesle, odasının
kapısını açıp kendini yatağına attı genç kız.





Soo Jin’de mutfaktaki Eun Joo’nun yanına gitti ve bir şeyler fısıldadıktan
sonra ikisi birlikte Ah Jung’un odasına girip genç kızı gıdıklamaya başladılar.





Uzun süren gıdıklama faslından sonra odada yankılanan ses “Tamam, geliyorum.
Bırakın beni!” olmuştu.





26. Bölüm Sonu





~~~~~~





Arkadaşlar uzun bir aradan sonra biraz uzun yazmak istedim. Ama şöyle bir
duyurum var; Bilgisayarın başına sık sık oturamadığım için bundan sonra 2 günde
1 bölüm gelecek. 2 gün sonra görüşmek üzere, umarım beğenmişsinizdir.
Yorumlarınız eksik etmeyin..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:45 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi - Okul





27. Bölüm





Sabahın ilk ışıklarıyla kendini dairesinden dışarı atan, siyah gömlekli kot
pantolonlu genç adam hızla karşı dairenin kapısını çalmaya başladı. Genç adam
ellerini ceplerine sokarak bir süre bekledi ama kapıyı açan yoktu. Hayatın
bütün zorluklarıyla karşılaşmış bir ihtiyar edasıyla derin bir nefes aldı ve
tekrar kapıya vurdu ama bu seferki daha sertti. Genç adamın beklediği olmuştu
ve kapı açılmıştı. Ama karşısındaki kişi, tam da beklediği gibi durmuyordu.





Birbirine girmiş saçlar, mavi yıldızlı bir pijama ve gözlerdki "Sabahın
köründe, sen de kimsin?" edası... Genç kız saçlarına şekil vermeye
çalışırken bir yandan da karşısındaki gence sitem ediyordu.





"Sabahın köründe evime ne işin var? Yoksa... Sakın gideceğimiz yer için
bu kadar erken geldiğini söyleme Woo Joon!"





"Aynen öyle Soo Jin Hanım! Bu kadar zeki olduğunu bilmiyordum, yoksa
göstermek mi istemiyorsun?"





Woo Joon bunları söylerken ellerini göğsünün altında birleştirmişTİ ve
yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Bu gülücük biraz daha arttı ve tam bir
sırıtışa dönüştü.





"Ee... Sevgiline günaydın öpücüğü vermeyecek misin?"





"Günaydın yumruğuna ne dersin? Hem, daha etkili kalıcı ve acı verici...
Nasıl beğenin mi?"





"Ay, tamam sana da şaka yapılmıyor. Neyse... Umarım bu hazırlanmış
halin değildir, çok feci gözüküyorsun."





Soo Jin elini hızla Woo Joon'un omzuna götürürken aklından geçen tek şey
"şiddet"ti. Ama istediğinin olmasına engel olan kişi biricik erkek
arkadaşı Woo Joon olmuştu.





Genç adam Soo Jin'in kendisine doğru geldiğini görünce, onu genç kızı
belinden kavrayarak onun bedenini kendisininki ile birleştirmişti. Genç kız,
olayın şokuyla ve düşme korkusuyla Woo Joon'un beline sarılınca, o sırada
kapıyı açan Chae Min',n olayları yanlış anlamsı da kaçınılmaz olmuştu.





Chae Mib gözlerini kocaman açarak karşısındaki manzaraya bakarken yüzündeki
aptal gülümseme her saniye daha da büyüyordu.





"Afedersiniz ama bunun için doğru zaman olduğunu düşünmüyorum. Byul Min
uyanmadan gitsek iyi olur."





Soo Jin hemen kendini geri çekti ve ellerini mahçup bir şekilde arkasında
birleştirdi.





"Şey... Yanlış anladın, biz sadece..."





"Chae Min, dostum! En güzel yerinde kesmek zorunda mıydın?"





Soo Jin dişlerini sıkarak ayağını Woo Joon'un bacağına doğru salladı. Tam
isabet! Woo Joon acıdan "Ah!" diye kıvranırken Soo Jin'in yüzündeki
gülümsemnin değeri dah da artıyordu.





~~~~~~





Apartmanın önünde dikilmiş iki genç ve önlerinde duran siyah, lüks bir
araba. Ama ikisinin gözü de arabanın güzelliğinde çok, arabnın neredeyse
yarısını kapsayan çizkteydi.





"Dostum, bu çizik çok fena! Soo Jin'in bunu yaptığına
inanamıyorum."





"Biri benden mi bahsetti?" diyerek kendini apartmanın dış
kapsından dışarı attı Soo Jin. Üzerindeki kayık yaka puantiyeli bir beyaz
tişört ve altındaki dar paça pembe bir pantolon genç kızı daha da alımlı
yapıyordu. Soo Jin'in ardından, Ah Jung üzerindeki yeşil sıfır kolun yakasını
çekiştirerek apartmandan dışarı çıktı.





"Evet, Kang Cheol bunu görürse Woo Joon'un bittiği andır."





Ah Jung önce arabayı süzdü ve sonrasında da kenardaki kocaman çiziğe dikkat
kesildi.





"Soo Jin, Kang Cheol'un arabasını çizdiğine inanamıyorum!"





"Niye ki? Hem, bu araba Kang Cheol'un muydu ki? Bilseydim
çizmezdim."





"Ne yani, sırf benim olduğunu düşndüğün için mi çizdin?"





Soo Jin evin en değerli vazosunu kırmış ufak kız çocuğu gibi "Şey...
Yani... Evet!" kekelemeye başladı. Chae Min ise bu duruma gülerek geçti ve
onları ayaklandırmak adına "Byul Min gittiğimizi fark etmeden gitsek iyi
olur!" dedi ciddi bir tavır takınarak. Ama arkalarından gelen ses bütün bu
ciddiyeti bozmuştu.





"Artık çok geç! Çünkü Byul Min gözlerini açtı. Ee... Beni
gezdireceksiniz ama benden habersiz öyle mi?"





Hiç kimse arkasına bakmak istemiyordu, çünkü hepsi içinden "Lütfen
yanlış duymuş olayım, arkamdaki Byul Min olmasın!" diye dua ediyordu. Chae
Min yavaşça kafasını arkaya doğru çevirince sahnede hata yapmış bir oyuncu gibi
gerilmişti.





"Şey... Biz aslında..."





"Oppa, sakın bana benden kaçtığınızı söylemeyin! Bu kızları alıp ereye
gidiyorsunuz?"





Byul Min dudaklarını büzerek tatlı olmaya çalışıyordu aslında onun amacı
kendini acındırmaktı ama... Ufak kızın üzerinde kısa kot bir şort ve üzerinde
de kırmızı bir tişört vard... Saçlarını asaletli bir şekilde toplamıştı, yaşına
göre oldukça olgun görünüyordu.





Hepsi bilikte Byul Min'i seyre dalmıştı, kimse cevap veremiyordu. Byul
Min'de cevap beklemiyordu zaten. Ufak kız hızla Chae Min'in koluna girdi ve
kocaman gülümsedi. Bu durum Chae Min'nde zorla gülmesi gerektiğini gösteriyordu
çünkü ufak kzın bakışları oldukça sertti.





"Gidelim oppa!"





Byul Min'in neşesi bir anda yerine gelmişti. Etrafa gülücükler saçarak Chae
Min'in koluna girmişti ufak kız, bu da etraftakilerin özellikle de Ah Jung'un
öfkesini ikiye katlamıştı. Tüm bunlar o cadıdan kurtulmak için değil miydi?
Peki o zaman onun burada ne işi var? Bu bir ceza mı, yoksa bir tuzak mı?





"Şey... Gidelim o zaman."





Woo Joon zor zoruna gülerek Byul Min'e bakmıştı, ne de olsa kuzeniydi. Ona
iyi davranmak zorundaydı, yoksa halasına ne hesap verirdi?





~~~~~





Kang Cheol bacağını Sung Mo'nun ahtapot gibi kollarından kurtarmak için
hızla kendine doğru çekti ve sitem edercesine "Ne zorum vardı da burada
kaldım! Bunları çekmek zorunda mıydım?" dedi öfkeyle. Haklıydı da, bütün
gece Sung Mo'nun sayıklamasından dolayı uyuyamamıştı. Woo Joon'un gece yaptığı
"Sen Chae Min ile yat, biz Sung Mo ile salonda uyuruz." teklifini
tekrar gözden geçirme şansı olsaydı hemen kabul ederdi. Ama maalesef öyle bir
şansı yoktu.





Genç adam doğruldu ve yerde yastığa sarılarak uyuyan Sung Mo'yu süzdü.
Elleriyle yerden destek alarak ayağa kalktı. Üzerindeki siyah atleti bir
çırpıda çıkartıp tişörtünü üzerine geçirdi. Aceleci bir tavırla arabasının
anahtarlarını ararken salona Tae Sun girmişti.





"Sung Mo acele et de kalk! Byul Min'i tutamadım, Woo Joon'ların
peşinden gitti."





Tae Sun üzgün bir suratla bunları söylerken içeri de Kang Cheol'un da
olduğunu unutmuştu. Neyse ki pot kırmamıştı, gerçi bilse ne olurdu ki? Kang
Cheol'da Byul Min'den pek hoşlanmıyordu. En son yaptığı şey; Geçen sene hep
birlikte çiftliğe gittiklerinde, Byul Min Kang Cheol'un giydiği elbise ile
dalga geçip onu küçük düşürmüştü. ÜStelik bu yüzden Kang Cheol Byul Min'i attan
düşürmek istemişti ama küçük cadının yaptığı bir hamleyle kendini yerde bulan
kişi Kang Cheol olmuştu. Bunları düşününce Byul Min gerçek bir cadı!





Tae Sun elini saçlarına götürerek Kang Cheol'a gülümsedi ve "Çıkıyor
musun?" diye sordu.





"Evet çıkıyorum, yapacak işlerim var."





"Beni de bırakabilir misin?"





Kang Cheol ile Tae Sun ağır adımlarla merdivenden inerken bir yandan da
sohbet ediyorlardı. Birbirlerine çok benziyorlardı, ikisi de ağır başlı ve
oldukça kibardı. Bunları göz önünde bulundurursak aslında her şeyi hak
ediyorlardı. Ama kader; kimine sırtı dönük kahkaha atarken, kiminin yüzüne
gülüyordu. Gerçekten acımasız!





Kang Cheol gülümseyerek anahtarı arabasına doğru götürürken, onun fark
edemediği şeyi Tae Sun fark etmişti.





"Ah, arabayı mı çizdirdin?"





Kang Cheol bunu duyunca yutkundu ve yanlış duymuş olma umuduyla
"Ne?" diye sordu. Ama o sırada geriye çekilerek arabayı süzmesiyle
her şey gün yüzüne vuruyordu.





"Olamaz! Woo Joon Bey! Bunu bir kez daha kaldırabileceğimi
sanmıyorum."








~~~~~~~








Woo Joon ellerini beline koyarak geldikleri yerde şöyle bir gez gezdirdi.
Kocaman bir oh çekip Soo Jin'e yaklaştı, genç kızın koluna girip gülümsemeye
başladı. Genç adam oldukça neşeli gözüküyordu, gören üniversiteyi kazanmış
falan sanırdı ama nedeni tamamen farklıydı. Hem de çok farklı...





Soo Jin parlayan gözlerini etrafta gezdirirken normalde yapması gereken şeyi
unutmuştu. Woo Joon'u kolundan ayırmayı...





Chae Min gördüklerinden çok koluna yapışmış olan şeyi önemsiyordu. Bu yüzden
yüzünde gülümsemeden eser yoktu. Byul Min ise asfalta yapışmış bir sakız gibi
Chae Min'in koluna tutulmuştu.





Ah Jung neredeyse böyle gülümsemeyi unuttuğunu düşünürken "Hadi
gidelim, daha bunların hepsine bineceğiz." diye bağırmaya başladı. Bu
seferki öfkeden değil tamamen sevinçten ve heyecanldandı.





Kocaman bir şölen yeri gibi herkes oradan oraya koşuşuyordu. Ufacık çocuklar
annelerinin elinden kurtulup etraftaki oyuncaklara binmek için ağlama numarası
yaparken, kenardaki şekerci amca güneşten korunmak için elleriyle şapkasını
düzeltiyordu. Burası lunaparktı! Kocaman aletler ve yükselen çığlıklar...
Maceraya hazır olmak gerekir bazen ama hazır olmasanızda fark etmez çünkü
macera davetiye göndermez... Hiçbir zaman!





Ah Jung koşarak gondola doğru koşarken onu kolundan sıkıca tutan kişi Chae
Min'di. Beyefendi itiraz eden gözlerle Ah Jung'a bakarken "Bensiz ona
binemezsin." demek istiyordu ama Byul Min'i ona bindiremezdi. Ya bir şey
gelirse başına, o zaman önce Woo Joon sonra da Woo Joon'u halası onu öldürürdü.
İki ölüm birden yaşamak istemiyordu genç adam..





"Ne var? Ben gondola gidiyorum, sen de Byul Min ile birlikte atlı
karıncaya binebilirsin. Hem sende korkmamış olursun."





İşte bunları söyledikten sonra kocamna bir dil çıkartıp öyle gitmek
istiyordu genç kız ama Byul Min'in yanında çocuksu hareketler yapıp küçük düşmek
istemiyordu. Kolunu hızla Chae Min'den ayırdı ve koşarak gondola gitti.
Gözlerinde sadece adrenalin tutkusu vardı, oysa ki Chae Min'i orada bırakmak
içini az da olsa acıtmıştı.





Soo Jin ellerini cebine koyarak Woo Joon'a döndü. Yüzünde kocaman bir gülümseme
vardı.





"E... Önce hangisine binelim? Hım... Şu kuleye ne dersin? Tüylerim
ürperdi gerçekten!"





"Ya! Ne kulesi, ben sadece gezmek için geldim. Şurada oturup dondurma
yesek olmuyor mu?"





"İnanmıyorum Woo Joon! Sen korkuyor musun?"





Woo Joon itiraz etme çabaları boşa çıkacak gibi gözükse de yinede bir şeyler
demeliydi.





"Hayır! korkmuyorum sadece benim migrenim var o kadar yüksekte başım
çok ağırır. Anladın mı?"





"Hiç de ikna edici değilsin! Başka bir yalan bulamadın mı? Boşver
sadece koş, biletler tükenmek üzere."





Soo Jin genç adamı elinden tutarak peşinden sürüklerken içinden geçen tek
şey onu hiç bırakmamaktı. Sonsuza kadar genç adamın elini tutabilirdi, tabii
genç adam onu hiç bırakmazsa.





Soo Jin kendini koltuğa atıp kemerini bağlarken, Woo Joon etrafa korku dolu
gözlerle bakıyordu. Genç adam içinden "Neden buraya getirdim ki? Of!"
diye geçirdi.





Soo Jin ise genç adama parıldayan gözlerle bakıp gülümsemeye devam ediyordu.
Gözlerindeki ışıltı bir mücevherinkinden daha parlak ve paha biçilemezdi.
Yüzündeki gülümseme ise Woo Joon için aşkın kapısıydı.





"Lütfen sonsuza kadar bana böyle gülümse!"





Soo Jin kemeri bırakıp gözlerini Woo Joon'a çevirdi. Oldukça şaşırmıştı, Woo
Joon'dan böyle bir şey beklemiyordu. Üstelik böyle bir durumda, böyle bir
yerde...





Beklentileri çok fazla karamsarlığa gitmeden dudaklarında müthiş bir hisse
kapıldı genç kız. Oldukça güzeldi ve daha önce hissettiği bir histi bu.
Dudakların buluşmasıyla aletin hareket etmesi bir olmuştu, oysaki Woo Joon bunu
sonsuza kadar sürdürebilirdi. Sonsuza kadar Soo Jin ile kalabilirdi, hiç
bıkmadan...








27. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:45 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi - Okul





28. Bölüm - 1. Part





Soo Jin, elindeki dondurmayının akmasını önlemeye çalışırken Ah Jung onu
koluna girmeye çalışıyordu. Genç kız uzun uğraşlar vererek Soo Jin'in koluna
girmişti ki, Woo Joon onu iterek kız arkadaşının koluna kendisi girmişti. nlar
birbiriyle kola girme yarışı yaparken Soo Jin dondurması ile savaşa girmişti..
Adeta pes bayrağı çekme havasındaydı, çükü son on dakikadır dondurmanın
etrafında dönüyordu. Neresinden akıyorsa o yöne dönüyordu ama bir tarafını
hallederken diğer tarafı işi götürüyordu.





Woo Joon zafer kazanmış bir asker edasıyla kolunu Soo Jin'in beline doladı
ve A Jung'a "o benim" bakışları atmaya başladı. Anne kavgası yapan
beş yaşındaki çocuklar gibiydiler. Amaçları anneye sahip olmaktı ama anne için
farketmezdi, çünkü anne ikisine de sahipti zaten..





Chae Min onların önünde yürüyordu, adeta sinirden küpünlere binmişti. Herkes
farklı alelere dalmıştı, kimse Byul Min'den kurtulmaya çalışan Chae Min'i
umursamıyordu. Ufak kızın lunaparkta genç adama yaptığından beri Chae Min ağzını
açmamıştı.





~~ Geriye Bakış ~~





Soo Jin zorla Woo Joon'u kuleye bindirirken, Ah Jung hızla gondola koşmuştu.
Yakışıklı yüzüyle etraftaki kızları kendine hayran bırakan Chae Min ise Byul
Min'i atlı karıncaya götürüyordu. Ufak kızın kolundan ayrılacağı düşüncesi
oldukça eğlenceliydi genç adam için.





Byul Min aklına süper bir fikir gelmişcesine gülümsedi ve yanındaki
yakışıklı adama dikkat kesilerek "Oppa, hadi biletleri al da
binelim." diye sevinçle haykırdı.





"Tamam, sen geç ben biletini alıyorum."





Chae Min "biletini" kelimesini özellikle bastırarak söylemişti,
çünkü genç adamın o tür bir oyuncağa binmek gibi bir niyeti yoktu.





"Oppa, sen de bineceksin, değil mi?"





"Hayır, canım! Ben seni tam buradan izleyeceğim."





Gença adam gözlerini yırtarcasına açtıktan sonra nispet edercesine gülümsedi
ve ufak kızın biletini almak için görevliye yaklaştı. Byul Min'de usulca onu
izliyordu, belli ki bir planı vardı.





"Oppa sen binmezsen ben de binmem!"





"İyi, o zaman binme!"





Byul Min beklemediği bir tepki aldığı için oldukça rahatsız olmuştu ama ufak
kızın yapmak isteyip de yapamadığı bir şey -neredeyse- hiç yoktu ve ufak kıza
göre de; olamazdı.





"Ama ben binmek istiyorum, oppa!"





"O zaman bin!"





Byul Min dudaklarını büzdü ve isteksiz bir şekilde "Ama sensiz binmem,
eğer binmezsen..."" konuşmasını sürdürecekti ama Chae Min onun için
en büyük engel olmuştu.





Genç adam boş tehditlere aldırmadığını göstermek adına kollarını göğsünün
altında birleştirdi ve gözlerini kızgın güneşe dikerek "Ne yaparsın?
Annene mi şikayet ederin? Benden bu kadar küçük hanım, gidiyorum!" dedi,
arkasına dönerken.





"Pazartesi günü okul çıkışında, bütün eski sevgililerinin seni dövmek
için sıraya girmesini istemiyorsan, gidersin. Oppa!"





Chae Min tam gitmek üzereydi ki, Byul Min'in az önce sarf ettiği sözler
üzerine duraksadı ve yuvalarından çıkmak üzere olan gözlerini ufak kıza
çevirdi.





"Bunu yapamazsın, değil mi?"





~~~~~





Ah Jung, gondoldan indiğinde, suratında kocaman bir gülümseme vardı ve genç kız
bu mutluluğu Chae Min ile paylaşmak(!) istiyordu. Genç kız bir süre etrafta
gezindikten sonra "Belki Byul Min'i atlı karıncaya götürmüştür."
düşüncesi ile yönünü atlı karıncalara doğru çevirdi.





Güneşin tam altında bir sürü genç kız, heyecan ve ağzı kulaklarına vardıran
bir ifadeyle bekliyordu. Ah Jung onları yararak atlı karıncanın yanına
geldiğinde, genç kızların neden güldüğünü anlamıştı. Beyni hemen kabul etse de
bu durumu, bedeni henüz kabul etmemişti. Çünkü Chae Min'i küçücük çocuklarla
birlikte atlı karınca da görmek oldukça komik bir durumdu ama Ah Jung'un
suratında en ufak bir gülümseme yoktu. Aksine büyük bir hayranlık vardı.





"Chae Min, orada ne işin var? Dostum hemen in oradan, rezil
oldun!"





Bu Woo Joon'un sesiydi ve genç adam fazlasıyla eğleniyordu. Ah Jung kafasını
sesin geldiği yöne çevirince, kalbinde oluşan kıvılcımların yavaşladığını
hissetti. Neden sedece Chae Min'e baktığında, kalbi böyle oluyordu?





Genç kız bir şey saklar gibi elini kalbine götürdü ve bakışlarını yere
indirdi.





Herkes oldukça neşeliyken, sallanan aptal bir atın üzerinde somurtarak
oturan Chae Min, ayakları yere değmesin diye yaşam mücadelesi veriyordu.
Sonuçta bu oyuncak genç adamın boyuna göre yapılmamıştı, gerçi genç adamın da
bu oyuncağa binmekte pek hevesi yoktu ama... Hepsi Byul Min'in parlak zekasının
doğurduğu bir oyundu ama bu oyunda oynayan kişiklerden yalnızca birisi
mutluydu. O da Byul Min! Oyunlar insanlara neşe vermek için yapılmaz mıydı?
Peki o zaman bu oyun, nasıl birinin eseriydi de böyle bir sorun oluşmuştu.
Cevabı bulmak o kadar da zor olmasa gerek; Chae Min'in rezil olmasından çok
kendi memnuniyetini düşünen, büyümüşte küçülmüş, kurnazlıkta bir numara... Size
de tanıdık gelmiyor mu?





~~ Geriye Bakış - SON ~~





Neredeyse akşam olmuştu ve güneş ışığını dünyadan saklamıştı ama o kadar da
zalim değildi. Ay ışığını bırakmıştı geriye. İşte o ışığın altında beş genç
yorgun bir şekilde yürüyordu. Chae Min omuzlarını biraz daha düşürerek,
kendisine yaslanmış olan kızın harekelenmesini istedi ama deneme başarısızdı.
Ufak kız tüm gücüyle Chae Min'e yaslanmıştı ve bu durum genç adamın çift
kişilik yürümesine hatta bazen dengesini kaybedip etrafındakilere çarpmasına
neden olmuştu. Neyse ki kabus bitmişti ve eve gelmişlerdi. Apartmanın
önündeydiler artık .





Woo Joon kafasını Soo Jin'in omzuna yaslamış bir vaziyette, yarı uyanık yarı
uyuyordu. Soo Jin bu eziyete daha fazla katlamayacağını anladığında
"Geldik, çabuk kalk omzumdan!" dedi sert bir şekilde.





"Biraz daha böyle kalalım, lütfen."





Ah Jung yanındaki çiftin haline gülmemek için dilini yanaklarında
gezdiriyordu. Genç kız apartmanın önünde dikilmenin ne kadar anlamsız olduğunu
olduğunu fark edince "Ben eve gidiyorum, siz burada takılın." dedi
gülümseyerek, aaprtmanın büyük siyah kapısını aralarken.





Bekle ben de geliyorum! Yani... Biz de."





Chae Min biriyle birleşik olduğunu unutmuştu. Bu kız ne kadar daaha genç
adamın koluna yapışık kalacaktı? Genç adam Ah Jung'un ardından apartmana
girmişti ama Soo Jin ile Woo Joon hala orada dikiliyordu. Üstelik birbirleriinden
de ayrılamıyorlardı, tıpkı annesinden ayrılamayan küçük bir yavru gibi
yapışmışlardı.





"Burada uyumaya niyetlisin herhalde ama ben hiç de öyle değilim! Şimdi
kalk omzundan da gideyim. Sen istersen burada kalabilirsin ama beni bekleyen
bir evim var."





"Ah... Gitmek istiyorsan benim dediğimi yapacaksın!"





Woo Joon bir anda kafasını Soo Jin'in omzundan kaldırdı ve sınav notunu
bekleyen çalışkan bir öğrencinin, öğretmeninin ağzına bakması gibi o da Soo
Jin'in ağzına bakmaya başladı.





Soo Jin'den gelen cevap ise, bir o kadar beklendik ve basitti.





"Önce söyle!"





"İyi akşamlar öpücüğü..."





Soo Jin hızla kendini geriye çekti ve "Ya! Ne bu? Sabah, öğle, akşam,
gece diye mi ayırdın? Ben gidiyorum sen burada kal! Sokak kedilerinden iste iyi
akşamlar öpücüğünü!" diye bağırdıktan sonra apartmanın kapısına yöneldi
ama Woo Joon onu durdurmuştu.





"Bu son, lütfen!"





"Nesin sen? Her dikaka öpülmeye au-yarlı bir oyuncak ayı mı? İstersen
sana sarılıp uyuyayım, ne dersin? Eğer öpülmeyi ve öpmeyi çok istiyorsan sana
tavsiye edebileceğim çok iyi bir yer var!"





Woo Joon suçlu olduğunu anlayınca dudaklarını büzdü ve Soo Jin'e yaklaşarak
"Bens eni kazanmak için ne kadar çabaladım biliyor musun?"





"Sence ödüllü bir oyuna benzer bir halim mi var? Sen mi uğraştın? Ha,
güleyim bari... Eğer ben istemeseydim yanıma bile yaklaşamazdın! Bunu
unutma!"





"Ne? Asıl sen biliyor musun, benim peşimde kuyruk olan kaç tane kız
var?"





Soo Jin elini ağzına götürdü ve gülmemek için ağzını haififçe örterek
"Haha... Güldürme beni! Senin ne kadar küstah, kibirli ve çekilmez biri
olduğunu bilseydiler, emin ol hepsi senden, çığdan kaçan adamlargibi,
kaçarlardı."





"Kibirli, küstah ve çekilmez, ha? Sana ne demeli, hem sıkıcı hem de inatçısın!"





"Ya, demek ki benim hakkımda böyle düşünüyorsun! O zaman bir daha benim
gibi inatçı ve sıkıcı biriyle görüşmezsin olur biter!"





Soo Jin suratına en sinirli ifadesini takınarak binadan içeri girdi, dış
kapıyı da genç adamın suratına çarpmayı unutmamıştı.





"Ya! Sen nasıl suratıma kapı çarparsın, ha?"





Woo Joon'un bağırtısından sonra Soo Jin'in sesi merdivenlerde yankılanmaya
başlamıştı.





"Telefonu suratıma kapatmanın karşılığı!"





~~~~








Ah Jung'un gözleri, perdelerin arasından kaçak giriş yapan güneş ışıklarının
hücumuna uğramıştı. Genç kız uyanmamak için gözlerini iyice sıktı ve bağırmaya
başladı.





"Eun Joo, çek şu feneri gözümden!"





Eun Joo? Fener? İkisi de şuan da genç kızın odasında yoktu, hepsi genç kızın
aklının ona oynadığı ufak bir oyundu.





Ah Jung güneş ışıklarından kaçışmak için yatakta tepinirken bir anda kendini
yerde bulmuştu.





"Ah, kafam!"





Genç kız yerden kalkmak için kendini toparlarken, elleri de kafasındaki
acıyı dindirmek için kafasında duruyordu. Ama o da ne? Genç kızın kafasında kim
davul çalıyordu? Hayır! Sadece kapı çalıyordu





Ah Jung ellerini kafasından çekti ve hızla odasından çıktı. Yöneldiği ilk yer
ise dış kapıydı.





"Kim o?"





"Benim, Byul Min."





Ah Jung kapıyı açmadan önce koşarak odasına girdi ve aynanın karşısında
saçlarını düzeltmeye başladı. Küçük cadıya rezil olamazdı! Genç kız tekrar
kapının yanına geldiğinde aklındaki tek düşünce "Bücürük neden bize geldi
ki?" olmuştu.





Ah Jung yavaşça kapıyı açtı ve karşısındaki ufak kızın gereğinden fazla
zerafetine bakmaya başladı.





Siyah mini bir şort, parıltılı, mavi bir askılı... Kol da şık deri bir çanta
ve siyah şık babetler... Bunlar 12 yaşındaki bir kız için fazla iddialı değil
miydi?





"Bir sorun mu var?"





"Bugün benimle bir yere gelir misiniz?"





"Biz?"





"Sen, Soo Jin ve Eun Joo!"








28. Bölüm - 1. Part'ın Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:45 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi - Okul





28. Bölüm - 2. Kısım








Byul Min çantasını kendinden emin bir şekilde koluna taktı ve yavaşça
koltuktan kalkarak "Hazırsanız çıkalım." diye bağırdı oldukça yüksek
bir sesle. Ufak kız beklemekten aşırı derece de sıkılmıştı, neredeyse bir
saattir kızların giyinmesini bekliyordu salonda, üstelik tek başına!





"Oppalarının(!) haberi var mı?"





Ah Jung bir yandan kemerini bağlerken diğer yandan Byul Min'e laf sokma
çabaları içine girmişti. Oppa kelimesini üstüne bsarak ve itinayla söylemişti,
çünkü ufak kızın sürekli kullandığı bir kelimeydi ve Ah Jung'un hiç hoşuna
gitmiyordu. Bunun nedeni Ah Jung'un hiç kimseye oppa diyememiş olması olabilir
miydi?





"Evet, Woo Joon oppama söyledim, o da sizin yanımda güvende
olabileceğimi izin verdiğini söyledi. Yani gidebiliriz!"





"Peki, nereye gidiyoruz Byul Min?" Soo Jin oldukça kibar, bir o
kadar da isteksizdi.





Byul Min yavaşça evin kapısına yaklaştı ve gülümseyerek kapıyı açtı. Şeytani
gülüş dedikleri bu olsa gerek.





"Hayatın gerçeklerini görmeye!"








~~~~~~





"Bak sana diyorum Soo Jin; bu kız kesin bizimle oyun oynuyor."





"Saçmalama Ah Jung! Alışveriş merkezine oyun oynamak için geldiğimizi
sanmıyorum." Soo Jin sesini olabildiğince kısmıştı, çünkü önlerinden
yürüyen Byul Min'in bunları duymasını istemiyordu.


Byul Min sonunda lüks bir mağazanın önünde durdu ve kızlara bakmaya başladı.
Etraf o kadar güzeldi ki, kızlar etraftaki güzelliklere bakmaktan Byul Min'in
durduğunu geç anlamışlardı.





Son derece lüks mağazalar, önlerinden geçen süslü bayanlar ve arkalarından
patronlarının dağ gibi birikmiş poşetlerini toplayan takım elbeseli adamlar...





Ah Jung etraftaki kadınlarda şöyle bir göz gezdirdi ve Soo Jin'in kulağına
yaklaşarak "Ne kadar da Byul Min'e benziyorlar, değil mi?" diye sordu
kısık bir sesle.





"Sessiz ol, duyacak!"





"Bu mağazaya girelim! Size hediyelik bir şeyler almak istiyorum, bana
iyi(!) baktığınız için."





Kızlar gözlerini Byul Min'e çevirdive "Yok, hayır." "Gerek
yok!" gibisözler sarf etmeye başladılar ama Byul Min'e laf anlatılamazdı.





"Bizim orada; hediyeye asla hayır denmez! Bu saygısızlık olarak kabul
edilir."





Soo Jin bunu duyunca kafasını yavaşça öne doğru salladı ve az önce aldığı
temiz havayı yanaklarında toplayarak ortalığı toparlamak için bir şeyler
düşünmeye çalıştı.





"Tamam, o zaman alabilirsin."





~~~~~~





Eun Joo, Soo Jin ve Ah Jung uzun mor koltuğun kıyısında utana çekine
otururken, yürüdükleri yolun acısını da çıkartıyorlardı. Ufak kızı tam da o
sırada elinde birbirinden farklı üç elbise ile kızların yanlarına geldi. Ufak
kız bu haliyle, defileye elbise yetiştirmeye çalışan bir modacıya benziyordu.
Ciddi bir surat, aceleci tavırlar ve kendinden emin adımlar...





"Soo Jin sen bunu, Eun Joo sen bunu ve Ah Jung sen de bunu al! Kabinde
giyinebilirsiniz."





Ufak kız elindeki elbiseleri, çocuklarına elindek tüm şekerleri paylaştıran
bir anne gibi dağıtmıştı. Sonra da kendini rahat koltuğun üzerine attı ve yanda
bekleyen iki görevliye dönerek "Siz de yardım edin! Biri Bay Hyun Soo'nun
müstakbel gelinidir." dedi tam bir patrone edasıyla. Bütün Choi ailesinin
tavırları benzer olabilirdi, yoksa Byul Min'in hal ve hareketleri neden Woo
Joon'a benzesin ki?





Soo Jin elbiseyi inceliyordu ki,konuşmalarda kendinden bahsedildiğini anladı
ve kafasını önce Byul Min'e sonrada görevli kızlara çevirerek "Şey...
Hayır, yani tam olarak öyle değil!" kendini işin içinden çıkarmaya çalıştı
ama bu tavrı sadece Byul Min'in suratına neşe katmıştı.








~~~~~~








Eun Joo ilk kabinden gülümseyerek çıktı ve Byul Min'e inat güzel bir yürüyüş
yaparak; elbisenin, üzerinde ne kadar güzel durduğunu gösterdi. Genç kızın
üzerindeki, askılı beyaz ve mini bir elbiseydi. Tamamen pırlanta kaplamalı
göğüs kısmı, belden oturtmalı saten bir kemer... Eun Joo için seçilebilecek en
güzel elbiseydi.





İkinciş kabinden ise; yeşil saten elbisesi ile Soo Jin çıkmıştı. Elbise,
biraz fazla mini olmasına rapmen Soo Jin'in bedenini çok iyi gösteriyordu.
Eteğin üzerindeki, açık yeşil tül elbiseyi hafif kabarık gösteriyordu. Soo Jin
içinde ormanlar kraliçesi gibi gözüküyordu. Hak ediyordu da!





İki arkadaş birbirlerinin elbiselerini incelerken hala ortada olmayan biri vardı.
Ah Jung hala üçüncü kabinden çıkmamıştı ve şu anda oradan fazla iddialı sözler
yankılanıyanmaya başladı.





"Ben bu kıyafetle asla ve asla dışarıya çıkmam!"





Bu sözler Soo Jin'e çok tanıdık gelmişti, o da Woo Joon'a aynı şeyleri
söylemişti ama pişman değildi. Genç kız geçen gün olanları hatırlayınca sadece
gülümsüyordu ama sonra Woo Joon'un dün akşam dedikleri geliyordu aklına. İşte o
zaman gülümsediği için kendinden utanıyordu.








Soo Jin gülmekle gülmemek arasında gidip gelirken Eun Joo Ah Jung'u zorla
dışarı çıkartmıştı.





Ah Jung ikisinden de iddialı bir elbise ile karşılarındaydı. Kırmızı, dar
sade bir elbise ve aşırıya kaçan etek boyu... Elbise oldukça sade olmasına
rağmen Ah Jung'un bedeni elbiseyi oldukça süslüyordu.





Ah Jung'u ilk defa böyle bir elbisenin içinde gören arkadaşları kısa bir
şokun ardından hayata dönmüşlerdi. İnanılmazdı, gerçekten inanılmaz ama son
derece şık!





Kızlar üzerindekileri çıkarmak için kabine yöneldiğinde Byul Min hızla
yerinden kalktı ve onları durdurarak "Hayır, sakın çıkartmayın!
Gideceğimiz bir yer daha var." dedi heyecanla. Ufak kız son derece
mutluydu ve normalde olduğu gibi etrafta kötü bir etki bir etki bırakmıyordu.
Nedeni ne olabilirdi?








~~~~~~








"Evet, makyajlar ve saçlar bittiyse artık kalkalım."





Byul Min gülümseyerek aynanın karşısında sandalyede oturan üç güzel kıza
baktı ve yerinden kalkarak Soo Jin'e yaklaştı.





"İşte şimdi Choi'ların gelinine benzedin."





"Ne?"





"Bundan sonra böyle gezip tozmaya alışsan iyi edersin, çünkü sen artık
saygıdeğer bir ailenin parçası olacaksın! Tabii oppam ile ciddi
düşünüyorsanız?"





Soo Jin gözlerini yavaşça yumdu ve ürkek bir şekilde yutkunduktan sonra
gözleri kapalı bir halde "Ciddi mi?" diye sordu kısık bir sesle. Bell
ki gözü korkmuştu genç kızın. "Choi'ların gelini" lafı hala daha Soo
Jin'in kulaklarında yankılanıyordu.





"Evet, ciddi! Ama sen hiç endişelenme, çünkü Woo Joon oppam seninle
ciddi düşünmeseydi asla amcamlarla tanıştırmazdı."





Byul Min ellerini göğsünün altında birleştirdi ve sahte bir gülücükle devam
etti.





"Fazla değil, çok yakında amcamlarla birlikte yaşamaya başlayacaksın.
Görünümüne, konuşmana, oturmana, kalkmana, gülmene, öksürmene, hapşurmana...
Hatta ve hatta etrafındaki insanlara dikkat etmen gerekecek. Sen bu durum
karşısında ne yapacaksın?"





Ah Jung oldukça öfkelenmişti ama ufak kızın söyledikleri değil, Soo Jin'in
canının yakılmasına...





"Yeter! Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Bizi buraya kadar neden getirdiğin
belli oldu, küçük hanım! Soo Jin gidelim artık!"





Soo Jin nemli gözlerini hafifçe araladı, ısırmaktan kenarları acıyan
yanaklarını dişlerinin arasına aldı ve yerinden yavaşça kalkarak Ah Jung'un
omzuna hafifçe dokundu.





"O haklı Ah Jung. Bir seçim yapmam gerekecek ama ben ne yapmam
gerektiğini bilmiyorum. Gözümü açtığın için çok teşekkür ederim Byul Min."





Genç kızın sesi oldukça yorgun ve zoraki geliyordu. Her an ağlamaya hazır
bir surat ve öfkeden yumruk yapılmış, terli eller...





Ne yapması gerekiyordu? Böyle bir karanlıkta; hem kendisi hem de sevdiği
adam için umut ışığı yakması gerekiyordu. Ama genç kızın elindeki fenerin pili
tükenmek üzereydi!





28. Bölüm - 2. Kısım Sonu





~~~~





Arkadaşlar, çok hızlı yazdığım ve klavyenin biraz bozuk olmasından dolayı
hatalarım olabilir. Şimdiden özür dilerim, umarım beğenirsiniz. Yorumlar
gerçekten azaldı, lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Şimdiden teşekkürler~~
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:46 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi - Okul








29. Bölüm








Byul Min ücreti ödemek için kuafördeki görevliyle konuşurken, Soo Jin ile Ah
Jung'ta bir köşeye geçmiş fısıldaşıyordu.





"Soo Jin, bu kız bizi nereye götürecek de böyle giydirip süsledi? Bu
kıyafeti hemen çıkartmak istiyorum, aksi halde her an koluma yapışkan bir
serseri takıp gecelere akabilirim!"





"Saçma sapan konuşup da kafamı bozma Ah Jung! Gidince öğreniriz hem,
biraz sabret."





Ah Jung kollarını yavaşça göğsünün altında birleştirdi ve mini elbisesinin
üzerinde göz gezdirdi. Bu çok mini değil miydi? Yoksa sadece Ah Jung'un giyim
tarzına mı tersti?"





"Bu cadı, sakın bizi kötü yola düşürmeye çalışıyor olmasın, eğer
öyleyse o fareyi çeşitli deneyler üzerinde kullanırım haberin olsun!"





Ah Jung alt dudağını ısırdı ve parmaklarını yavaşça ezip büzmeye başladı,
çıkan ses genç kızın rahatlamasına sebep oluyordu. Bu kadarla da kalmamıştı
genç kız, kafasını da iki yana eğdi ve tekrar aynı sesle kendine geldi.
Nedenini bilmiyordu ama küçüklükten kalma bir alışkanlıktı bu, annesi gözleri
önünde babası tarafından dövülürken onun tek yapabildiği odasında en ücra
köşeye eğilip bunu yapmak olmuştu. Ne yapabilmişti ki zaten annesi için? Yaşlı
kadın genç kızın ellerinden hızla kayıp gitmişti. Ne bir veda edebilmişti hasta
yatağındaki annesine, ne de onu ne kadar sevdiğini söyleyebilmişti! Tüm bu
olanların nedeni-babası- ise Ah Jung'un hayatından, kötü bir hatıra, olarak
çıkmıştı. Şimdi hanginiz bekleyebilirdi ki; bu kızın normal bir hayatı ve
neşeli bir kişiliği olsun? O isterdi... Genç kız herkes gibi olmak isterdi ama
geçmişi, buna fazlasıyla engel oluyordu.





Eun Joo iki arkadaşının aksine tamamen farklı bulgular gösteriyordu. Genç
kız oldukça neşeli ve heyecanlı bir şekilde üzerindeki elbiseyi ve az önce
yapılan makyajını inceliyordu.





Ah Jung, Eun Joo'nun suratındaki aptal gülümsemeyi görünce suratını ekşitti
ve genç kızı arkasından dürterek "Sana güvenemeyeceğimi biliyordum, hemen
de alışmıssın yeni elbisene. Ama ben o elbisenin üzerine, yanlışlıkla, ketçap
dökmesini de; yanlışlıkla, kola dökmesinide iyi bilirim! Ama sen benim en yakın
arkadaşımsın o yüzden sana büyük bir ayrıcalık yaparak o beyaz elbisenin
üzerine vişne suyu da dökebilirim! Tercihin hangisi?" dedi yüzünü bükerek,
Eun Joo'ya kötü bakışlar atmaya devam ediyordu genç kız.





"Soo Jin, Ah Jung'a bir şey desene, beni tehdit ediyor!"





Soo Jin Eun Joo'nun dediğini duyduktan sonra oflayarak kollarını yere
savurdu ve Ah Jung'a doğru sinirle bakarak "Ah Jung" dedi yüksek bir
sesle. Bu ses Eun Joo'nun içinde zafer çanları çaldırmaya yetmişti. Ah Jung ise
gayet soğuk bir tavırla kafasını Soo Jin'e çevirerek "Efendim."
diyebilmişti.





"Bir şey!"





Eun Joo için arkadaş kazığı buydu işte, ikisi bir olmuş genç kızla dalga
geçiyordu. Sizce de acımasızca değilmiydi, en yakın iki arkadaşı şuan da ona
bakıp kıs kıs gülüyordu.





"Hayır, Soo Jin! Çok acımasızsın!"





Soo Jin, Eun Joo'nun itirazı üzerine gülme hızını azaltmıştı ki, Byul Min
arkadan yavaşça geldi ve elindeki telefonu cebine koyarak "Birazdan şoför
gelecek, bizi o bırakacak." dedi, herkesin duyabilmesi için, yüksek bir
sesle. Ufak kızın suratında da, hala, anlaması zor bir gülümseme vardı. Neyin
peşindeydi bu kız?





"Nereye gidiyoruz Byul Min? Yani bir sakıncası yoksa biz de bilelim,
değil mi?"





"Gidince göreceksiniz nasılsa,hem inanın bana hiç de kötü bir yer
değil! Bu arada giderken Ji Hye'ye de uğrayalım, ona da bir elbise aldım ve
onunda gelmesi lazım. Ji Hye'nin evini aradığımda annesi onun işi olduğunu
söyledi, bu yüzden bizimle gelemedi ama şimdi mecbur gelecek!"








~~~~~~








Genç adam yavaşça havuzun yanına yaklaştı ve yavaşça eğilerek, takım elbisesine
zor zoruna uydurduğu, ayakkabılarının bağıcıkları tek hamleyle biraz daha
sıktı. Arkasından gelen ses ise; ayağa kalkması gerektiğini fark ettirmişti,
genç adama.





"Woo Joon, bırak şimdi ayakkabılarınla oynamayı! Byul Min cadısı aradı;
kızlar hazırmış, bende gelmeleri için bir soför yolladım. Bu arada davetliler
gelmeye başladı, git de arkadaşlarına selam ver. Bütün işleri benim mi yapmam
gerekiyor? Chae Min desen zaten ayrı alemde, kız tavlamaya çalışıyor. Tae
Sun'dan hiç bahsetmedim zaten, bey efendi geçmiş salıncakta uyuyor. Bütün işler
bize kaldı, hadi kalkta bir şeyler yapalım."





"Bak kardeşim bu partiyi hazırlamak sadece ve sadece senin fikrindi,
işte bu yüzden bütün işleri halletmek zorundasın! Mutfağa gidiyorsan bana bir
bardak su getir, Byul Min'in kızları neye çevirdiğini görünce düşüp bayılmak
istemiyorum. Umarım Soo Jin'inimin o güzel yüzünü mahvetmemiştir."





Sung Mo gülümseyerek Woo Joon'un gözlerine bakmaya başladı. Tam dalga geçme
havasındaydı ve bu havayı kimse söndüremezdi.





"Hani, Soo Jin sana "kibirli ve çekilmez" dediği için
küsmüştün ona? Hani bir daha asla barışmazdın? Hani Soo Jin'in, ayaklarına
kapanıp özür dilemesi gerekiyordu? Bu kadar çabuk pes edeceğini biliyordum, pis
palavracı!"





Woo Joon yeni aşkı bulmuş genç bir adam edasıyle derin bir nefes aldı ve
gülümseyerek "Bizim aşkımız sizinki gibi savunmasız değil, bizim aşkımızı
özel ajanlar koruyor ve savunma duvarı asla yıkılamaz. Yıktırtmam! Şey... Dün
söylediklerime gelince; bence hepsi kızgınlıkla söylenen saçma sapan şeylerdi,
yani Soo Jin'in duymasına gerek yok. Zaten o cümlelerin kalitesi benim eşsiz
kaliteme ve karakterime uymuyor, söylesen de Soo Jin asla inanmaz!" dedi
iddialı bir şekilde ama Sung Mo'nun verdiği şoku alınca bütün kararlılığı
anında uçuvermişti.





"Hangi eşşiz karakterine uymuyor? Çapkın, serseri ve yalaka olana mı?
Yoksa, kibirli ve çekilmez olana mı? Saçma sapan konuşmayı bırakta git buraya
gelen eski sevgililerinle konuş! Soo Jin gelince kıza saldırmasınlar."





"Kim dedi, eski sevgililerimi de partiye çağır diye? Ha? Kim
dedi?"





Sung Mo baş belası bir kardeşe sahip olduğu için alışkanlık haline getirdiği
şiddeti bir kez daha kullandı ve Woo Joon'un omzuna sertçe vurarak "Ya!
Hangi kız arkadaşımızla çıkmadığını söyler misin bana? Sen bunu cevapladığın an
bende bu partiyi iptal edeceğim, anlaşıldı mı?" diye bağırdı ama etrafta
insanların olduğu düşüncesiyle Woo Joon'a biraz daha yaklaştı. Sessizce
"Şimdi gidiyorum." dedi ve kafasını kaldırarak etrafa sahte
gülücükler saçmaya devam etti genç adam. Böyle bir kardeşi hak etmek(!) için ne
yapmıştı bu çocuk? Neden Woo Joon olmak zorundaydı, neden?








~~~~~~








Hyun Soo güneş gözlüklerini yavaşça gözlerinde ayırdı ve masanın önüne
koydu. Sonra da gürültülü bir şekilde çalan telefonuna uzanarak gözlerini
kafasının üzerinde onu gözetleyen güneşten saklanmaya çalıştı. Bir eliyle
gözlerini güneşten korurken diğer eliyle de cep telefonunu tutuyordu. Yaşlı
adam gözlerini ekrana getirdiğinde, kocaman harflerle yazılı olan kelime; Hyun
Soo'nun gözlerinin kocaman açılmasına, hatta ürkek bir şekilde yutkunmasına
neden olmuştu.





Yaşlı adam boğazını temizledi ve yaslandığı şezlongdan ayrılarak doğruldu.
Telefonu kulağına götürürken içinde nedensiz bir korku bir korku alevlenmeye
başlamıştı.





"Abi? Bir sorun mu var, sen böyle aramazdın hiç."





"Evet, var! Biraz önce Seul'deki mağazalardan birinin müdürü aradı ve
beni düğün için tebrik etti. Woo Joon'un evleneceği kız arkadaşları ve Byul Min
ile birlikte mağazaya girip alışveriş yapmış. Yeğenimin evliliğini
yabancılardan mı duyacaktım Hyun Soo? Neden bana Bay Kim'im kızıyla
nişanlandığını söylemedin?"





"Özür dilerim abi. Ama Woo Joon Bay Kim'in kızıyla evlenmiyor! Soo
Hye'nin... Soo Hye'nin kızı Soo Jin ile evlenecek!"





"Soo Hye? Soo Hye'nin kızı mı? Asla böyle bir şeye izin vermem! Bunu
nasıl yapabildin, nasıl böyle bir şeye izin verdin Hyun Soo?"





Hyun Soo pişmanlıkla kıvranırken abisi Chae Woong öfkeyle telefonu kapattı
ve etraf büyük bir sessizliğe büründü. Sessizliği bozan kişi havlusuna sarılı
bir şekilde Hyun Soo'nun yanına gelen eşi olmuştu. Bayan Choi eşinin üzgün
suratını ve titreyen ellerini görünce telaşla ona yaklaştı ve "Ne oldu?
Yoksa çocuklara bir şey mi oldu?" diye sordu, bu olaydan sonra neredeyse
iki üç yaş daha yaşlanan Hyun Soo'ya.





"Abim her şeyi biliyor artık. Woo Joon'un Soo Hye'nin kızıyla
evleneceğini öğrendi artık boş oturmaz. Umarım Kore'ye biraz geç döner, yoksa
çocukların bütün hayalleri yıkılabilir."





"Of... Anlamıyorum bu abini! Kadın onu yıllar başka bir erkeği ona
tercih etmiş, hala nasıl oluyorda ona kin besleyebiliyor? Üstelik o sizin
arkadaşınızdı yani abini sevmek zorunda bile değildi! Şimdi oğlumun mutluluğunu
bozmasına seyirci mi kalayım?"








Hyun Soo pişmanlıkla ofladı ve gözlerini kapatarak "Unutma ki her şeyi
biz planladık. Sung Mo'yu ve diğerlerini de mecburen alet ettik. Bu planı
bozacak olan tek kişi de ancak abimdi ama bu kadar çabuk olacağı aklımın
ucundan geçmezdi." diye sitem etti ama boşunaydı. Bir karar veriyorsan bu
kararın arkasının gelceğini de bilmelisin. Eğer ki biklmezsen bu karara karşı
çıkan kişi sayısı çoğalır ve bir ordu haline gelir.








~~~~~~








"Burası Woo Joon'ların evi değil mi Byul Min? Neden bizi buraya
getirdin? Yoksa hepsi Woo Joon'un işi mi? Yine ne planlıyor bu şapşal?"





Byul Min yavaşça Soo Jin'in yüzüne yaklaştı ve bıçağını bileyen bir katil
gibi gülümsedi kurbanına. Ufak kız son olarak da gözlerini kıstı ve "Ben
sadece Woo Joon oppamın dediklerini yaptım. Karşılığınında da oppamın
çiftlikteki atını aldım! Sizinle vakit geçirmek çok sıkıcı olsada, o ata binmek
kimsenin elde edemeyeceği bir şanstı ve ben bunu başardım." diye haykırdı,
ardından da o muhteşem zafer gülümsemesi geldi. Bu çok acımasızcaydı!





"Bu arada siz arabadan inince doğruca bahçeye gidin, ben evde elbisemi
falan giyeceğim. Herkes orada sizi bekliyor, Ji Hye sen de benimle
gelebilirsin, hazırlanmak için."





"Tamam, geliyorum."





Byul Min hızla arabadan indi ve neşeyle eve doğru koşmaya başladı, ardındanda
Ji Hye etrafına bakarak onu takip etti. Soo Jin'ler ise kapılarını açan soför
sayesinde arabdan indiler. Arabadan inerlerken Ah Jung'un kafasından geçen tek
düşünce "Sanki biz kapı nasıl açılır bilmiyoruz!" olmuştu. Genç kız
etrafa saçtığı güzelliği bir türlü içine vuramamıştı ama başarabilirdi.





Soo Jin olduğu yerde donakaldı ve etraftaki birbirinden lüks arabalara
bakmaya başladı. Bu kadar insanın burada ne işi vardı? Woo Joon'un bu partiden
sağ çıkma olasığı kaçtı? Ya da Soo Jin'in elinden kurtulma olasılığı?





Üç genç kız utana sıkıla bahçeye doğru ilerlerken üzerlerine çevirilen
gözlerden kaçamamıştı. Yanından geçtikleri herkes dönüp bir daha bakıyordu üç
arkadaşa. Ama onlar için aynı şey söylenemezdi, onların gözleri sadece yerdeki
kaplamayı inceliyordu. Neyse ki tandık bir ses... İşte kızlar için derin bir oh
çekme vakti gelmişti.





"Hoşgeldiniz kızlar."





Tae Sun hayranlıkla gülümseyerek kızların yanına geldi ve imalı bakışlar
atarak "Çok hoş olmuşsunuz, Byul Min'in yaptığı en güzel iş! İlerleyelim
mi, Woo Joon'lar bekliyor." diye konuşmaya başlayınca Soo Jin hemen ortaya
atıldı.





"Bu partiye gelme amacımız ne? Ya da şöyle sorayım bu partiye niye
geldik?"





"Geldiniz çünkü bu parti senin ve Woo Joon'un adına verildi."





"Ne?"





Soo Jin şaşkınlık içerisinde Tae Sun'a bakarken arkadan yabancı bir ses Tae
Sun'u yanına çağırmayı başarmıştı.





"Tae Sun oppa, az gelir misin?"





Tae Sun hızla kızların yanından ayrılınca Ah Jung ve Eun Joo olayalrı çözmek
için beyin fırtınası yapmaya bşlamıştı. Soo Jin ise etrafa anlamsız bakışlar
atmaya başlamıştı. İşte tanıdık bir ses daha!





"Geldiniz mi?"





Woo Joon süslü kapının açık kalan kısmında koşarak çıktı ve hızla So Jin'e
yaklaştı. Soo Jin ise kuru bir cevapla genç adamın gözlerine bakmaya başladı.





"Geldik!"





"O zaman içeri girelim, herkes seni bekliyor."





Soo Jin bütün gözlerinin üzerinde olduğunu bir kez daha fark eidnce kısık
bir sesle "Tamam" dedi ve Woo Joon'un ona uzattığı eli kabul etmeden,
önden önden yürümeye başladı. Arkasından da Eun Joo ile Ah Jung yollarını
kaybetmemek için Soo Jin'in peşine takıldı.





Havuz başı partisi mi? Hem de Woo Joon'ların evinde? Bu bir evlilik ön
başvurusu olabilir miydi? Önce aile sonra arkadaşlar? Bu soruların hepsi Soo
Jin'in kafasında bir dünya turuna çıkmıştı. Dönüp dolaşıp cevapsız kalıyordu
hepsi. Ama genç kızın bu soruların cevabını alması zorunluydu! Kesinlikle!





Soo Jin havuzun yanına gidene kadar Woo Joon'un bütün ısrarlarına rağmen
onun kolunu tutmamıştı. Gerçekten de inatçıydı ama Woo Joon onu böyle
seviyordu. Genç kız Woo Joon ile inatlaşırken kendini bir anda büyük bir
topluluğun içinde bulmuştu. Soo Jin'in tabiriyle; "züppe topluluğu"





Genç kız kendini bu insanların içinde oldukça yalnız bulmuştu, bu yüzden
kendisine uzatılan kola bu sefer itiraz etmeden girmişti. Soo Jin'in Woo
Joon'un koluna girmesiyle gelin adayının kim olduğu öğrenen parti sakinleri
yavaşça Soo Jin'in üzerine doğru yürümeye başlamıştı. Hepsi teker teker tebrik
ediyordu, taze sevgiliyi. Ama bazı kızlarda vardı ki, Soo Jin'e yiyecek gibi
bakıyor ve aynı zamanda da ona birbirleriyle konuşuyorlardı. Bazıları Soo
Jin'in kulağına bile gelmişti.





"Ne yani, bu kızı mı bana tercih etti?"





"İnanmıyorum, ben bu kız için mi bırakıldım?"





"Güzel olsa içim yanmayacak!"





Soo Jin için yeterdi ve artardı bile bu kırıcı sözler. Ama Soo Jin'in gerçek
yüzüyle karşılaşamayacakları için oldukça şanslıydılar, yoksa hepsinin saçı
başı yolunabilirdi. Neyse ki bu akşam Soo Jin hanım hanımcık,uslu bir kızı
oynayacaktı ve kimseye bulaşmayacak, hep ağırbaşlı olacaktı. Tabii buna Woo
Joon'u şaşırtmasını da ekleyebiliriz. Çünkü genç adam Soo Jin'i gördüğünden
beri gözlerini ondan alamamıştı. Ona her dakika yeniden aşık olması, genç
adamın bütün aşkını yenilmez yapıyordu.








~~~~~~








Ah Jung ile Eun Joo sessizce bir köşe de dikilirken Sung Mo onlara arkadan
yaklaştı ve "Nasılsınız kızlar?" diye sordu. Bu soru her zaman
"İyiyim" veya "Kötüyüm" diye cevaplanırken şimdi sadece
"Ah!" sesi ile cevap bulmuştu. İki genç kız da korku dolu gözlerle
Sung Mo'ya baktı ve "Ya!" diye bağırmaya başladılar.





"Niye bizi korkutuyorsun?"





"Şey... Ben sadece şaka yapmak istemiştim. Neyse... Çok güzel
olmuşsunuz, ikinizde."





Eun Joo kızarmış yüzünü gizlemek için elini yüzüne koydu ve Sung Mo'ya
dönerek "Teşekkür ederim, sende çok tatlı olmuşsun." dedi
gülümseyerek.





"Tatlı mı? Şimdiye kadar herkes daha çok, 'karizmatik' ya da
'yakışıklı' kavramlarını kullanmıştı ama sen... Senin farkın bu işte!"





Eun Joo şimdi daha da kızarmıştı ve bu Sung Mo'nun daha da çok hoşuna
gitmişti. Ah Jung ise onların nazlaşmasını ağzı açık bir şekilde şaşkınlıkla
izliyordu. Genç kız "Hayatımda bunlar kadar cıvık bir çift görmedim
ben!" diye geçirdi içinden. Ardından da Sung Mo ile Eun Joo'un, yanından
hızla ayrılışını izledi.





Ah Jung önünde duran bardaktan bir yudum içti ve yüzünü ekşiterek "Bu
ne ya? Dilim..." diye sızlanmaya başladı. Gözlerini azıcık yana
çevirdiğinde karşısında elinde bir bardak su ile dikilmiş başka bir züppeden
başka bir şey görememişti. Genç adam elindeki suyu nazik bir şekilde Ah Jung'a
uzattı ve gülümseyerek "Alın lütfen. Sanırım içmeye alışık
değilsiniz." dedi ve Ah Jung'a biraz daha yaklaştı. Kimden yüz buldu da bu
kadar yaklaştı bu çocuk? Hem de tanımadığı bir kızın yanına!





Ah Jung yuvarlak uzun masanın kenarında biraz daha döndü ve yanına gelen
genç adamdan biraz daha uzaklaştı.





"Hayır, alışık değilim! Su için teşekkürler ama geçti."





"Benim adım..."





"Kusura bakma ama adınla ilgilenmiyorum."





Genç adam lafının kesilmesine sinirlenmiş olmalıydı ki suratındaki ifade
artık kız tavlamak değil, kızı elde etme olmuştu.





"Bak güzelim, burada işler şöyle yürür; birisi sana kibarlık gösterince
sen de zahmet edip onunla sohbet edersin. Ama bakıyorum da senin kibarlıktan
anladığın falan yok."





"Hayır, asıl sen beni yanlış anladın. Bizim orada da işler şöyle yürür;
züppenin biri yanına gelip sana kibarlık gösteriyorsa, tek isteği seni elde
etmektir. Sonrası da zaten malum, yıpratılıp bir köşeye atılmak! Nasıl senin
gibileri doğru tanıyabilmiş miyim?"





Ah Jung'un bu ağır düşüncesi üzerine, ikinci aşamaya geçmek isteyen genç Ah
Jung'a biraz daha yaklaştı ve onu belinden kavrayarak kendine doğru çekti.





"Evet, bizi gerçekten iyi tanımışsın. Puanın; 100!"





Ah Jung bu iğrenç davranışı cezasız bırakmamakta kararlıydı ve işte bu
yüzden genç adamı nasıl yere sereceğini kafaısnda kestirmeye başladı. Tam
harekete geçecekti ki, onu kurtaran Chae Min'in sesi olmuştu.





"Sevgili mi bırakır mısın, Hyung Joon?"





"Bu kız... Senin sevgilin mi?"








~~~~~~~








Soo Jin elini diğer kolunun dirseğinde gezdirirken Woo Joon'un arkadan
geldiğini fark etti.





"Neden buraya geldin? İnsanlar senin için geldi."





"Burası sessiz ve huzurlu, parti havamda olduğumu düşünmüyorsun sen de,
değil mi?"





Woo Joon sevgilisini ilk gördüğü anda onun bir sıkıntısı olduğunu anlamıştı
ama bir şey söyleyip de onu sıkmak istememişti.





"Bir sorun mu var? Canın neye sıkıldı? Eğer dün söylediklerime ise;
onlar sadece saçmalıktı ben seni her halinle..."





Soo Jin hızla lafa girmek ve Woo Joon'un sözünü yarım bırakmak için derin
bir nefes alarak "Ben... Ben sizin hayatınıza asla ayak uyduraram! Senin
gibi, baban gibi veya annen gibi olamam! Ama seni yarı yolda da bırakamam! Seni
çok seviyorum ama kendi hayatımı da bitirmek istemiyorum. Lütfen bir çıkış yolu
bul Woo Joon, lütfen." dedi ve sonrasında gözyaşlarında boğuldu. Woo Joon
ise tamamen çaresiz gözlerle bakıyordu sevdiğine. Ne diyebilirdi? Onun
üzülmesini engellemek, onun ağlamasını önlemek için ne söyleyebilirdi?





"Seni asla bırakmayacağım ama sen de beni bırakma lütfen. Ben seninle
yaşamaya dünyanın her yerinde razıyken sen beni böyle bırakamazsın, buna asla
izin vermem! Veremem!"





Genç adam kollarını Soo Jin'in omzuna yavaşça yerleştirdi ve genç kızın
alnına yaklaşarak, dudaklarının sıcaklığını bir nebze olsun giderdi. Soo Jin'in
alnını tutkuyla öperken, içinden geçen tek cümle "Beni bırakma
lütfen." olmuştu.








29. Bölüm Sonu





~~





Arkadaşlar dün bilgisayarın başına oturamadığım için bir gün gecikti, ama
sizin için sabahın köründe kalkıp yazdım. Yanlış falan varsa, affedin klavye
biraz sorunlu da yazdığım bazı harfler çıkmıyor okurken de gözümden kaçıyor.
Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, hadi beni şaşırtın! Very Happy
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:46 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi Okul





30. Bölüm


----------------------





Woo Joon dudaklarını Soo Jin'in alnından özenle çekerken, genç kızın kapalı
gözlerine baktı ve gülümseyerek "Ya! Şimdi seni öpeceğim ama bu günaydın
ve iyi geceler öpücüklerinden değil! Bu sana vereceğim en ama en özel öpücüğüm.
Sakın gözlerini açma ve elini kaldırarak kalbime koy. Bekliyorum çabuk ol! ama
sakın gözlerini açma!" dedi sert olmaya çalışarak.





"Neden ya?"





"Nedenini sorma!"





"Of... Tamam!"





Soo Jin, endişeli bir ifadeyle, elini sevdiği adamın kalbinin üzerine koydu.
Aslında yüzündeki ifade endişeden çok heyecana benziyordu.





Genç adam kalbinin üzerinde bir el hissettiği an, elini Soo Jin'in elinin
üzerine koydu ve genç kızın yüzüne yaklaşarak onun yüzünü incelemeye başladı.
Gözlerini, burnunu sonra da genç kızın dudaklarını incelerken bulmuştu kendini.
Kendi dudaklarını genç kızın dudaklarına yaklaştırırken boşta kalan eliyle genç
kızın dalgalı saçlarını geriye doğru itiyordu.





Soo Jin ise o anda gözlerini hafifçe açıp neden bu kadar uzun sürdüğüne
bakmak istemişti ama Woo Joon'un suratına bu kadar yakın olmak genç kızın hızla
gözlerini kapatmasına ve suçlu, küçük bir çocuğun gözlerini açmamaya çabalaması
gibi sıkmaya başladı gözlerini.





Woo Joon genç kızın gözlerini kapattığından emin olunca, ona biraz daha
yaklaştı ve dudaklarını onunla buluşturdu.





Woo Joon dudaklarını genç kızın dudaklarına henüz değdirmişti ki fazla
uzaktan gelmeyen sesle ikisi de birbirinden hızla ayrıldı. Sesin havuzdan
geldiği belliydi, çünkü yüksek voltajda bir suya atlama sesiydi bu. Acaba
akşamın soğuk rüzgarında kendini, buz gibi, suyun içine atacak kadar cesurdu?





"O seste neyin nesiydi?" Soo Jin'in sesi oldukça korku doluydu
aslında korkulacak bir şey olmayabilirdi ama Ah Jung'un orada olma ihtimalini
düşünürsek, Soo Jin'in korkması çok normaldi.





"Gidince öğreniriz."








~~~~~~








Byul Min yavaşça evin kapısında beklerken bir yandan da merdivenlerden inen
Ji Hye'ye sesleniyordu.





"Çabul ol! Senin yüzünden oppamın yanına yaklaşan kızlara
yetişemeyeceğim."





"Sen ciddi misin Byul Min? Gerçekten o kızlara saldıracak mısın?"





"Oppam için her şeyi yaparım. Tabii bir de kendi iyiliğim için."





Ji Hye üzerindeki parlak uzun elbisenin eteğini çekiştirerek, Byul Min'de
kısa sarı elbisesinin verdiği güç ile koşturuyordu. Ne de olsa yetişmesi
gereken bir harp vardı.





~~~~~~





"Sevgili mi bırakır mısın, Hyung Joon?"





"Bu kız... Senin sevgilin mi?"





Hyung Joon yavaşça geri çekildi ve Chae Min'i süzdükten sonra gülümseyerek
"Bu kız senin tek geceliklerinden olmayı hak etmişse, beni layığıyla
ağırlıyacağından şüphem yok." diyerek Chae Min ile dalga geçmeye çalıştı.
Ama yaptığının sonucuna da katlanması gerekiyordu.





Chae Min kaybetmeyi sevmeyen iş adamı edasıyla gülümsedi ve ardından gayet
sakin bir şekilde Hyung Joon'un yakasına asıldı.





"Söylediklerine dikkat et! Kiminle konuştuğunun farkındasın, değil mi?
Şimdi defol git buradan!"





"Küçük beyimiz lütfen beni affedin. Haha... Ben kiminle konuştuğumu
unutmuşum bir an. Çok özür dilerim, büyük bir şirketin varisiyle böyle
konuşmamalıyım değil mi? Aptallık ettim, yalvarırım beni affedin. Asıl sen kim
olduğunu sanıyorsun? Tek bildiğin etraftaki kızlara sarkmak ve canının
istediğini yapmak! Nasıl bir patron olacağını düşünüyorsun? Bu arada bu kızın
sevgilin olmadığına eminim. Sen ne zaman birini koluna takıp 'sevgilim'
dedinki?"





Ah Jung sinirden ellerini yumruk yapmıştı ve tırnakları çoktan avuç için
delmeye başlamıştı. Üzerindeki elbisenin kavgaya uygun olmadığını düşünerek
sakin olmaya çalışsa da karşısındaki pisliğin hem kendisine hem de Chae Min'e
hakaret etmesine dayanmak biraz zordu.





Chae Min kendisine söylenen lafları hiç duymamış gibiydi, çünkü bu sözleri
duymaya artık alışmıştı. Ama Ah Jung'a smylediği lafı kaldıramıyordu ve
sinirden boynundaki damarları neredeyse canlı görüntü veriyordu.





Etraftaki herkes olanlara korku ile bakarken, baş roller sadece sessizce
olduğu yerde duruyordu.





Chae Min öfkeyle yutkundu ve Hyung Joon'un yanına yaklaşarak "Ona
söylediğini bir daha söylesene." dedi, neredeyse kırmızı elbisesi ile
konbine olmuş Ah Jung'u işaret ederek.





"Senin artığın desem, daha doğru olur sanırım.."





Hyung Joon bunu söylerken neşeyle ve intikam duygusuyla gülümsüyordu ama
Chae Min için aynısı söylenemezdi.





Chae Min gözlerini kapatarak Hyung Joon'den biraz uzaklaştı ve hızla onun
karnına bir tekme attı. Ardından da bir kafa attı, sonrada bir yüzüne bir
yumruk atarak Hyung Joon'un hareket etmesini neredeyse tamemen engellemişti.
Genç adam, Hyung Joon'u yere serdikten sonra onu yakasından tutarak havaya
kaldırdı ve onun kanlı yüzüne bakarak "Hadi şimdi bir daha söyle!"
dedi gülümseyerek.





"Senin ar..."





Hyung Joon konuşmasını daha fazla sürdürememişti, çünkü Chae Min onu tuttuğu
gibi büyük havuzun içerisine fırlatmıştı.





"Kapat o çeneni! Bir daha da gözüme gözükme, anladın mı?"





Chae Min büyük bir dövüşten sağ çıkan tek adam gibi derin bir nefes aldı ve
havuzun yanına yaklaşarak Hyung Joon'un kafasını sudan çıkarttı. Eliyle Hyung
Joon'un ıslak saçlarını tutarken bir yandan da memnuniyetle gülümsüyordu.





"Eğer bir daha o kız hakkında kötü konuştuğunu duyar veya görürsem...
Seni öldürürüm, anladın mı? Birazdan benim kavgayı çok seven arkadaşlarım sana
yardımcı olacak, benim için bir iyilik yap ve seni kapatacakları yerde sessiz
dur. Çünkü yan komşuların senin sesinle uyanmasını hiç istemem. Merak etme
fazla acıtmayacaklar! Sakın ağlayayım falan deme, tamam mı?"





Chae Min sıkıca tuttuğu Hyung Joon'un kafasını hızla suya itti ve yerinden
doğrularak Ah Jung'un yanına gitti.





Genç kız şaşkınlıkla olanları izlerken bir yandan Chae Min'in onu kolundan
tutup çekiştirmeye başladığını fark etti.





"Ya! Bırak beni! Nereye götürüyorsun?"





Genç adam Ah Jung'un kolunu sıkıca kavramaya devam ediyordu. Bir an önce
oradan uzaklaşmak istiyordu ama Ah Jung'u da alıp gitmek istiyordu. Tam
bahçeden çıkıyorlardı ki karşılarına Byul Min ve Ji Hye çıktı.





Byul Min oldukça telaşlı ve üzgün görünüyordu. Ji Hye ise aşırı derecede
şaşkın ve heyecanlı.





"Oppa, duyduklarım doğru mu? Bu kız senin sevgilin mi gerçekten?"





"Bunları daha sonra konuşuruz Byul Min, şimdi gitmemiz gerek.."





Chae Min koşar adımlarla evden uzaklaşmaya devam ediyordu ki Ah Jung'un sertçe
elini geri çekmesiyle olduğu yerde durakladı.





"Yeter Chae Min! Ne yaptığını sanıyorsun? Beni her istediğin yere böyle
sürükleyebileceğini mi sanıyorsun?"





Chae Min suçlu gözlerle Ah Jung'a bakmaya devam ediyordu ama cevap
veremiyordu. Ah Jung ise içindeki tüm öfkeyi Chae Min'e kusmakta kararlıydı.





"Sen kimsin ki beni korumaya çalışıyorsun? Ha? Cevap ver! Babam ve
senin gibiler yüzünden tüm erkeklerden nefret ediyorum. Aynı babama
benziyorsun, biliyormuydun? Hareketlerin bana babamı anımsattığı için seni
görmeye dayanamıyorum."





"Ah Jung... Bak ben..."





"Konuşma! Hiçbir şey duymak istemiyorum." dedi Ah Jung
gözlerindeki yaşlara engel olmak için çabalarken.





Chae Min genç kızın gözlerinden akan yaşı görünce bir an duraksadı ve nemli
gözlerle ona yaklaştı.





"Ben senin babana benzemiyorum Ah Jung! Asla da onun gibi olmayacağım.
Neden böylesin? Neden bana hep kilitli bir kapının ardından bakıyorsun ve neden
kimsenin sana yaklaşmasına izin vermiyorsun..."





Chae Min elini Ah Jung'un yüzüne getirdi ve gözlerinden akan yaşları silmeye
başladı.





"Ve kimsenin sana dokunmasına..."





Chae Min elini hışımla çekti ve Ah Jung'a özlem dolu gözlerle bakarak
"İşte bu yüzden benim sana olan aşkımı göremiyorsun! Seni seviyorum,
görmüyor musun?" dedi yüksek sesle, bağırarak.








30. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:46 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi - Okul





31. Bölüm


-----------------------








Ah Jung duyduklarının şokundan henüz çıkamamıştı ki, Chae Min hala konuşmaya
devam ediyordu.





"Bana güvenmen için ne yapmam gerekiyor?"





Ah Jung yere eğik başını hızla Chae Min'e çevirdi ve şaşkınlıkla genç adamın
gözlerine bakmaya başladı. Ne demişti az önce? Seni seviyorum mu? Olamaz! Ah
Jung ne cevap vereceğini bilmiyordu, daha büyük bir sorun ise; Ona
güvenebilecek miydi?





"Chae Min, bak ben..."





Chae Min genç kızın karanlıkta bile en değerli mücevher gibi parlayan
gözlerine bakarken onun konuşmasını istemiyordu. Ters bir cevap alabileceğinden
korkuyordu. Genç adam, Ah Jung konuşmasını engellemek istemesinden ve genç kızı
öpme isteğine yenik düşmesinden dolayı, hızla genç kıza yaklaşmaya başladı.
Gitgide Ah Jung'un suratına daha da yaklaşıyordu ve bu da genç kızın gözerinin,
yırtılmasını önemsemeden, açılmasına sebep oluyordu. Bir yandan da bedeninin
üst kısmını -Chae Min'den kaçmak adına- geriye doğru itiyordu.





Ah Jung geriye çekildikçe Chae Min onun üzerine gitmek istiyordu ama genç
kızı fazla zorlamak ve ondan dayak yemek istemiyordu. Genç adam bedenini ve Ah
Jung'u dudaklarına yapışmak için can atan dudaklarını yavaşça geriye çekti.
Suratına da ukala bir gülümseme koyarak gözlerini genç kıza dikti.





Genç kız, Chae Min'in kendisinden uzaklaştığını görünce, var olduğundan
haberinin olmadığı paranın bir anda cebinden çıkmasına gülümseyen biri gibi
gülümsedi. Ama gülümsemesini, önüne düşen saçları ile Chae Min'den saklamayı
başarmıştı. Gerçekten sevinmişti, çünkü buna hazır değildi ve hazır olacağını
da sanmıyordu. Gözerini tekrar zemine dikti ve derin bir nefes alarak düşünmeye
başladı. "Ne demeliyim? Konuşmak isteyince bana böyle engel mi olacak?
Susmamalıyım! Susamam!"





"Bana gerçekten iyi biri olduğunu göstermekle başlayabilirsin."
dedi genç kız oldukça kısık ve isteksiz bir ses tonuyla.





"Ne? Başlayabilirsin derken? Devamı da mı var?"





Chae Min şaşkın bakışlarla Ah Jung'a bakarken sol taraflarından birinin ayak
sesleri geldiğini fark etti. Karanlık olduğu için uzak yerler gözükmüyordu, bu
da genç adamın az da olsa tırsmasına sebep olmuştu.





"Kim var orada?" dedi ürkek bir sesle Chae Min, sonra da Ah Jung'a
biraz daha yaklaştı. Genç kız ise ondan bir adım kadar uzağa çekildi.





Ji Hye koşmaktan perişan olmuş bir halde ikilinin yanına koşuyordu. Nefes
nefese olmasına rağmen alaylı bir ses tonuyla "Ateş etmeyin benim, Ji
Hye!" diye bağırdı.





Sesi vardıktan bir kaç saniye sonra genç kızın bedeni karanlığı yararak
ortaya çıktı. Yeni elbisesi koşmaktan kırışmış ve yeni yaptığı saçları da
rüzgardan birbirine girmişti ama bu halde bile genç kız arkadaşını aramayı
bırakmamıştı.





"Yoruldum!" diye inledi genç kız, ellerini dizlerine dayayarak bir
süre nefes alıp verdi. Nefes alış verişi düzgün bir hal alınca "Chae Min
neden onu alıp götürüyorsun? Sizi bulacağm diye canım çıktı az kalsın. Neyse,
Ah Jung gitmemiz gerekiyor şimdi. Soo Jin senin bulamayınca çok endişelendi,
deli gibi geziyor etrafta. Hemen gidelim!" diye sitem etti, kız arkadaşına
bakarak.





"Tamam gidelim."





Ah Jung, Chae Min'den kurtulmanın verdiği heyecanla ve sevinçle, Ji Hye'ye
doğru henüz bir adım atmıştı ki olduğu yerde bir süre durakladı. Ters giden bir
başka şey ise genç kızın bedenin yarısı çamura batmış bir adam gibi çökmüştü.





"İnamıyorum, topuğu kırıldı lanet ayakkabının! Hep senin
yüzünden!" Genç kız bakışlarını kırık topuğundan alıp Chae Min'in şaşkın
suratına çevirdi ve genç adama öfkeyle bakmaya başladı.





Genç adam şaşkınlıkla açtığı ağzını kapatmadan kendini savunmaya başladı.





"Benim yüzümden mi? Asıl ben inanamıyorum! Ne zaman ayağına eğilip de
ayakkabınla uğraşım ya da ne zaman ayakkabına vurdum da kırdım?"





"Ya! Beni buraya kadar peşinde sürükleyen ve on(!) metre topuklarla
koşmama sebep olan kişi kimdi acaba? Hepsi senin suçun, şimdi nasıl yürüyeceğim
bu halde?" Genç kız öfkesini etrafa kusarken Chae Mi onun sinirli suratına
hayranlıkla bakıyordu. Bu da Ji Hye'ni gözünden kaçmamıştı.





Ji Hye içten bir of çekti ve A Jung'u kızarmış suratın bakarak "Ben
şimdi Soo Jin'i arar, ayakkabılarını getirmesini söylerim. Biraz bekleriz
ama." dedi isteksizce.





Genç kız elini telefonuna henüz götürmüştü ki, yanından gelen çığlıkla
kafasını kaldırı Ah Jung'a bakmaya başladı.





Ji Hye'nin tavsiyesini hiç beğenmeyen Chae Min, Ah Jung'u belinden kavradığı
gibi omzuna yerleştirmişti. Tıpkı yükünü omzuna atıp yola çıkan bir yolcu gibi.
Bu bir kere daha olmuştu ama genç kız şimdi daha öfkeliydi.





"Ya! İndir beni çabuk! Bunu bir daha yapmaya nasıl cesaret edersin? Ha?
Çabuk indir beni!" Genç kız etrafa çığlıklar atarken Ji Hye'de onların bu
halini şaşkınlıkla izlemeye koyulmuştu. Yüzünde aptal bir gülümseme ve aklına
gelen onca olanak...





"Bütün bunların sorumlusu bensem, sorumluluğu almam gerek, değil mi?
İşte bu yüzden bunu yapmam gerekiyor. Yoksa ayakkabıları değiştirmeyi mi tercih
edersin?"





Chae Min bir yandan yolu yarılamanın verdiği mutlulukla gülümsüyor, bir
yandan da sevdiği kızı omzunda taşımanın verdiği keyifle sırıtıyordu. Genç
adamın suratındaki ifadeyi gördükten sonra gülmeye başlayan Ji Hye'de onları
arkadan geriden ediyordu.





Yeni bir aşk mı doğuyor, yoksa var olan aşkın ateşi mi körükleniyor?








~~~~~~








Byul Min ve Tae Sun masalardan birinde oturmuş parti konuklarının
dağılmasını izlerken, neredeyse boş olan bahçede; Soo Jin endişeyle havuzun
etrafında tur atarken, Woo Joon'da onun peşinden gezerek sakinleştirmeye
çalışıyordu ama bu biraz zordu. Ji Hye ise kontrol edemediği bir tutkuyla
onları izliyordu.





"Sakin ol Soo Jin. Onu götüren Chae Min'di, ona zarar vermez. Hem zarar
verecek biri varsa o da Ah Jung'dur, bunu sen de biliyorsun. O zaman benim de
arkadaşım hakkında endişelenmem gerekmez mi?" diye sitem ediyordu Woo Joon
ama önünde yürüyen Soo Jin'in arkasına dönüp, korkutucu gözlerle ona baktığı
ana kadar.





"Saçmalama Woo Joon, önlerine çıkan arabayı Ah Jung'un tekmeyle
uçurabileceğini mi sanıyorsun? Ya araba falan çarparsa, kızlar Chae Min'in çok
sinirli olduğunu ve koşturduğunu söyledi. Umarım..." Soo Jin'in lafını
kesen arkalarından gelen çığlık sesleri ve Chae Min'in "Biz geldik!"
bağırtısıydı.





Ah Jung hala Chae Min'in sırtında harp ederken üzerindeki mini elbisenin
zarar görmesi onun için sorun değildi. Ne de olsa beğenerek almamıştı!





Chae Min havuzun bitişiğinde durdu ve Ah Jung'u sırtından indirerek yere
bıraktı. Ama bu bırakış biraz fazla yerde olmuştu, çünkü genç kızı resmen yere
yatırmıştı. Ah Jung hızla yerden kalktı ve Chae Min'in dizine bir tane indirdi.
Chae Min acıdan kıvranırken, genç kız sinirden karanlık gökyüzüne diktiği
gözlerini yavaşça Soo Jin'e çevirdi.





"Şimdi rahatladım. Gidebiliriz kızlar." dedi derin bir nefe
alırken Ah Jung, bir yandan da, elini dizine dolayıp "Ah!" diye
bağıran Chae Min'i kesiyordu.





Byul Min ise asık suratını oturduğu sandalyeden kalkıp eve doğru yürürken
herkesten saklayabilmişti. Kimse ufak kızın gittiğini fark etmemişti bile.
Peki, Byul Min neden duruma müdahale edip, oppasının yanındaki kıza
saldırmamıştı? Yoksa bildiği bir şey mi vardı? Her neyse, o bu mutluluğa engel
olabilecek en son insandı.





Soo Jin sevinçle arkadaşının gözlerine bakarken, aldığı repliğe karşılık
olarak "Tamam gidelim." diyebilmişti sadece. Sonra da gözlerini Woo
Joon'a dikerek "Siz geliyor musunuz?" diye sordu genç kız, olumlu bir
yanıt istiyordu ama yanıt pek öyle değildi.





"Hayır biz gelmiyoruz, önce Byul Min'i halama bırakacağız. Siz şimdi
şoför ile gidin, biz başka araba ile geliriz. Ben ve Sung Mo halama gidiyoruz,
Tae Sun ve Chae Min'de sizinle gelir. Ben gelince ararım seni." Genç adam
son cümleyi sevgilisinin kulağına eğilip söylmişti, bu yüzden Sung Mo ve Eun
Joo'dan "Oo..." sesleri yükselmeye başlamıştı.





Woo Joon öldürücü gülümsemesini Soo Jin'e gösterdikten sonra hızla Sung
Mo'nun yanından geçerken kardeşinin omzuna çarpmayı da unutmamıştı.





"Byul Min'i gördünüz mü?" diye etrafa bakmaya başladı Sung Mo, bir
yandan da "İnşallah kaybolmuştur." diye geçiriyordu içinden. Ama onu
gerçekten bahçede bulamayınca biraz telaşlanmıştı. Tae Sun ise birden ayağa
fırlayarak "Az önce buradaydı, eve girmiştir herhalde." dedi ve Sung
Mo ile birlikte eve doğru yürümeye başladı.





Chae Min ise o mesele ile fazla ilgilenmiyordu hatta gözü Ah Jung'dan
başkasını görmüyordu da denebilirdi.








~~~~~~~








Byul Min elindeki bavulu çekiştirerek kapının önüne koydu ve nemli gözlerini
elinin tersi ile kuruladı. Kapıya yaslanmış onu götürecek kişileri bekliyordu
ki, birden Tae Sun ile Sung Mo'yu fark etti. İkisi de telaşla etrafa
bakınıyordu ki Byul Min'i görünce ikisi de derin bir nefes aldı. Sung Mo, ufak
kızın bavulunu eline aldı ve "Hadi bakalım küçük hanım, şimdi seni evine
bırakıyoruz." dedi sevimli gözükmeye çalışarak ama Byul Min karşısında hiç
şansı yoktu.





Ufak kız hiç havasını bozmadan genç adamların önünden yürümeye başladı. O
sırada Sung Mo sinirden dişlerini sıkarak "Bu kız... Bu kız bir büyüsün,
onun sevgilisine yapmadığım şey kalmayacak!" diyerek öcünü aldığı günlerin
hayalini kurmaya başladı.





Arka arkaya iki arabadan öndekine binen Byul Min, kafasını camdan çıkarttı
ve gizlice arka arabaya binenlere bakmaya başladı.





Tae Sun arkadaki arabanın şoförünü indirdi ve şoför koltuğuna bindi, yanına
Chae Min arkaya da kızlar sıkışmıştı. Gerçi araba yeterince büyük ve arka
koltuğu dört genç kızı rahatça aldı.Byul Min ise rahatsız edici bakışlarını,
ancak Woo Joon'un arabaya binmesiyle önüne çevirmişti.





"Şimdi annene kavuşma zamanı. Ha, kızlarla vedalaşmak ister misin?
Onlar gitmeden çabuk olsan iyi olur." Woo Joon gayet sevecen davransa da
Byul Min'in suratını şu anda kimse güldüremezdi.





"İstmiyorum, hem hiçbirini sevmedim. Oppa sen de evlenecek başka bir
kız bulsan iyi olur, o kızın bize alışacağını sanmıyorum." Ufak kız
konuştukça etraftakileri kırmaktan başka bir şey yapmıyordu ama Woo Joon böyle
durumlara oldukça alışıktı. Genç adam gülümsedi ve elini direksiyon da
gezdirerek "O bize alışamazsa, ben ona alışmaya hazırım." dedi ve
sakin bir şekilde arabayı çalıştırdı.








~~~~~~~








Kızlar teker teker apartmana girerken Ji Hye onlara üzgün bir şekilde el
salladı ve "Yarın görüşürüz kızlar." diyerek arabanın kapısını
kapattı. Chae Min'de kızlarla birlikte inmişti, Tae Sun ise Ji Hye'yi bırakmaya
gidiyordu.





Ji Hye'nin evinin önüne gelince Tae Sun arabadan indi ve Ji Hye'ye eve kadar
eşlik etmek istedi. Ji Hye ise nazik bir şekilde kabul etti. Evin önüne
galdiklerinde Ji Hye duraksadı, bunun anlamı da 'Buradan sonrasına kendim
gidebilirim'den farklı değildi.





"Şey... O zaman iyi geceler." diyerek gülmsedi Tae Sun, Ji Hye'de
ona karşılık olarak "Sana da. Yarın görüşürüz." dedi ve evine doğru
yürümeye başladı. Yürürken bir yandan da sessizce sayıyordu. "Bir, iki,
üç..."





"İyi geceler... Tekrardan." Genç adam pot kırdığını düşünürken, Ji
Hye gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Sanada... Tekrardan!"








~~~~~~








Soo Jin elinde telefon koltuğa büzülmüş beklerken bir yandan aklının
telefonda olduğunu kızlara belli etmemek için televizyon izliyormuş gibi
yapıyordu. Ama oyunculuğu pek de iç açıcı değildi. Eun Joo elinde bir tabak
ramenle salona girdi ve koltuğa tam otururken Ah Jung'un aç bakan gözleriyle
karşılaştı. "Hayır, yemeğimi almazsın! Olmaz!"





İki arkadaş evde ramen kavgası yaparken Soo Jin çalan telefonuyla yerinden
sıçradı ve arkadaşlarına dönüp "Sessiz olsanıza!" diye bağırdı ama
ses hala devam ediyordu. Genç kız telefon elinde hızla evden dışarı çıktı. Evin
kapısını kapatmak için kapıya yeltenirken bir yandan da telefondaki sevgilisine
ses veriyordu. "Efendim, Woo Joon."





Genç kız kendi evlerinin kapısına doğru bakarken arkadan gelen iki el onun
belini aniden sarmıştı. Soo Jin kendini sapığın ellerinden kurtarmak için
çabalarken telefonu da hızla yere atmıştı. Arkadaki insan ise kıkırdayarak genç
kızı serbest bırakmıştı. Soo Jin arkasına döndüğünde ona sarılanın Woo Joon
olduğunu görünce "Ya! Manyak mısın? Ödümü koparttın!" diye bağırmaya
başladı.





"Sakin ol, benim!" dedi genç adam gülümseyerek, gözleri de genç
kızın yüzüne bakıyordu. Ama genç kızın o kadar neşeli olduğu söylenemezdi.





"Bak sana ne aldım." Woo Joon elindeki paketi hızla Soo Jin'e
uzattı. Buna gözüne soktu da denebilir. Genç kız paketi istemsizce aldı. Küçük
pembe bir hediye paketiydi; görünüşünden ne kadar pahalı olduğu anlaşılıyordu.
Genç kız yavaşça paketi açtığında gördüğü şey onun gülümsemesine sebep olmuştu.
Şirin bir kolyeydi pakette ki, şirin ama çok pahalı. Genç adam pişkinlikle
yaptığına böbürlenirken, genç kız sadece gülümsüyordu.





"Teşekkür ederim."





"Hayatım da hiç böyle kuru ve basit bir teşekkür almamıştım. Bu anı
bana yaşattığın için sağol."





Soo Jin yine de gülümsüyordu, başka ne yapabilirdi ki. Woo Joon hızla ona
yaklaştı ve kolyeyi tek hamlede eline alarak genç kızın boynuna taktı. Sonra da
yaptığı müthiş resme bakan bir ressam gibi Soo Jin'i izlemeye başladı.





"Çok yakıştı!" Ganç adam elini genç kızın yüzünde gezdirirken bir
yandan da onun gözlerinde kaybolmanın keyfine varıyordu. "Hani o
veremediğim en özel öpücük varya, işte şimdi veriyorum."





Woo Joon dudaklarını Soo Jin'in dudaklarıyla buluştururken bunun özel olması
için kalbini de Soo Jin'e veriyordu.








~~~~~~








Bay Chae Woong arkasında bavullarını taşıyan konvoyla birlikte havaalanından
çıkarken, yüzündeki ifade yakıp yıkmak için can atıyordu.








31. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:46 pm

Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik - Komedi - Okul





32. Bölüm





Günün ilk ışıklarıyla gözlerini aralayan Woo Joon için uyanma vakti
gelmişti. Başındada, yılbaşı çanları gibi çalan telefon alarmı da uyanması için
bir başka sebepti tabii.





Genç adam gülümseyerek yataktan doğruldu ve güneşe hasretle bakarak
kollarını iki yana açtı, esnemeye basladı. Uyandığını tam anlamıyla hissedince
ayağa kalktı ve giysi dolabına doğru yürümeye başladı. Karşısında yine; giydiği
zaman buruşmasın diye binbir takla attığı pantolonu ve gömleği vardı.
Ütüleye(bile)cek kimse olmadığı için, dört genç giysilerini olabildiğince
dikkatli kullanıyordu ama bu sabah Woo Joon'unkinde bir sorun vardı. Yoksa
neden genç adam, karşısındaki giysilere böyle şaşkın bir sekilde baksın ki?





Askısından ayrılıp yere düşmüş bir pantolon ve ondan önce kendini yere atıp,
kendisinden ağır olan pantolon tarafından ezilmeye mahkum ince, beyaz bir
gömlek... Bu görüntü Woo Joon'un suratının birbirine girmesine yetmişti.





-------------





Soo Jin esneyerek kendini salona attığında, Ah Jung ve Eun Joo'nun
televizyon karşısında uyuyakaldığını fark etti ve hızla mutfağa doğru koşmaya
başladı. Tekrar salona geldiğinde bir elinde kepçe, diğer elinde de ince, demir
bir tava vardı.





İki demir hızla ve belli bir ritmle birbirine çarparken Ah Jung ve Eun
Joo'nun korku içerisinde uyanmaması imkansızdı.





İki genç kız koltukta birbirine yaslanmış bedenlerini aniden salon halısının
üzerinde birbirine girmiş bir halde bulmuştu. Öfkeyle yerden kalkan Ah Jung
gözlerini açmaya çalışırken karşısında elindekileri birbirine vurup ses
çıkartmaya çalışan Soo Jin'i bulmuştu ve genç kızın içini kötü bir intikam
duygusu kaplamıştı.





"Ya! Gel buraya çabuk! O kepçeyi kulağına sokacağım." diyerek Soo
Jin'i kovalamaya başladı genç kız.





Gözlerinden ateş fışkırsa da, yüzü domates gibi kızarsa da, elleri sinirden
tir tir titrese de; Ah Jung en iyi arkadaşına zarar veremezdi. Genç kızı aklına
gelen en hain plan, Soo Jin'i banyoya götürüp baştan aşağı ıslatmaktı.





"Yakalayamaz ki!" Soo Jin evin etrafında bu cümleyi söyleyerek
koşuyordu ki, bir başka Soo Jin zede -Eun Joo- genç kızı bacağından tuttuğu
gibi yere sermişti.





"Şimdi göreceğiz, kim yakalayamaz mış?" Ah Jung sinsi bir
gülümseme ile Soo Jin'in yanına yaklaşırken, Soo Jin'in ağzından çıkanlar genç
kızın gözlerini patlamaya bir bombaya çevirmişti. "Sakın yaklaşma! Yoksa
dün gece bize anlattığın şu ilan-ı aşk varya... Chae Min'e gider senin de onu
sevdiğini söylerim."





Ah Jung zorlukla yutkundu ve bozuntuya vermemek için kollarını göğsünün
altında birleştirdi. Sonra da sinsi bir ifadeyle sırıtarak "Eğer ki öyle
bir şey yaparsan, ben de gider Woo Joon'a 'Soo Jin dün gece ona verdiğin
kolyeyi fazla ucuz bulmuş, daha pahalısını istiyor.' derim. Hangi yalan daha
küçük düşürücü sence? Ya da kimin yalanı daha aşağılayıcı?"





"Ama senin Chae Min'in aşkını kabul etmiş olman yalan değil ki!"
Bu sefer sessiz prenses yüksek bir sesle konuşmuştu. Bunları söyleyen Eun Joo
bir yandan da Ah Jung'a imalı bakışlar atıyordu.





Ah Jung gözlerini yerde iki büklüm yatan Soo Jin'den aldı ve kendisine adam
öldürmüş gibi bakan Eun Joo'da sabitledi. Genç kız oldukça tedirgin ve bir o
kadar da şaşkındı. Chae Min'i sevdiğini herkes biliyordu da, bir kendisi mi
bilmiyordu? Yoksa kabullenmek mi istemiyordu? Peki ya... Kabullenmeli miydi?





"Bu kadar yeter kızlar! Şimdi herkes odasına gitsin ve ütülenecek
eşyalarını getirsin. Ütüyü ben yapacağım o yüzden hızlanın!" Soo Jin
duyuru yapan tellal gibi, var gücüyle bağırmıştı. Artık istemese de kapının
çalınması zorunlu kılınmıştı.





Soo Jin kapıyı açmak yerinden kalktı ve gülümseyerek kapıyı açtı. Karşısında
elinde bir kaç giysi ile dikilen Woo Joon'dan başkası yoktu. Üstelik genç
adamın ukala ve yalaka bir pozisyonda durmasıda genç kızı bir kez daha
şaşırtmıştı.





"Duyduğuma göre bugün ütü seninmiş. Sevgilinin okul kıyafetlerini de
ütülersin değil mi aşkım?"





Soo Jin gözlerini kısarak "Sen nereden biliyorsun ütüyü benim
yapacağımı? Aşkım?" diye sordu. Şaşkınlığını gidermek için de olsa,
fazlasıyla zor bir soru sormuştu. Ama Woo Joon böyle sorular için her zaman ki
gibi hazırlıklıydı. "Gerçeği söylemek gerekirse, uzun zamandır 'bunları
ütüleyebilir misin' diye sormak için bekliyordum, ama... Şey, biraz utandım
açıkcası. Sonra birden bir ses 'Ütülenecekleri getirin' diye bağırdı. Ben de
bundan faydalanayım dedim ve işte karşındayım!"





Soo Jin gözlerini yere devirdi ve bir süre Woo Joon'a bakmamaya gayret
ederek, düşündü. 'Benim sevdiğim adam, bir ütü bile yapamayacak kadar
beceriksiz mi?' Cevabı da genç kızda saklıydı. 'Evet, öyle!'





"Açık sözlü olduğun için kabul ediyorum. Yoksa hayatta
ütülemezdim." Soo Jin isteksizce Woo Joon'un elindeki giysileri aldı ve
Woo Joon'un suratındaki mutluluğa bakarak kapıyı kapatti.





"Şimdi çocukları uyandırma zamanı." Woo Joon hışımla kendini eve
attı ve aklına gelen ilk uyandırma tekniğiyle Chae Min'in odasına daldı.





Chae Min yatağında mışıl mışıl uyurken Woo Joon'un aklından çok kötü şeyler
geçiyordu.





Genç adam yavaşça Chae Min'in yanına uzandı ve beklemeye başladı. Chae Min ise
olanlardan habersiz bir şekilde yanında yatan kıza(!) sarıldı. Woo Joon
iğrenerek Chae Min'e baksada başarılı bir iş çıkartmak istiyordu, işte bu
yüzden dayanmak zorundaydı.





"Ah Jung? Sen mi geldin?" Genç adam, Woo Joon'a daha sıkı
sarılırken bunları söylüyordu. Elini Woo Joon'un saçlarında gezdirirken de;
"Ah Jung sen saçını mı kestirdin?"





Chae Min gözleri kapalı bir şekilde hayaller aleminde gezinirken Woo Joon
kendini daha fazla tutamadı ve kıkırdamaya basladı. Chae Min ise gözlerini yeni
yeni açıyordu.





"Ha ha, aptal şey kalk hadi! Ben Ah Jung değilim. Okula geç
kalacağız." Woo Joon bir yandan da eliyle karnını tutuyordu, patlama
ihtimaline karşı.








"Sen benimle oyun oynarsın, öyle mi?" Chae Min hızla yatağından
çıktı ve Woo Joon'a doğru koşarak, ona karşı bir hamle yapmak istedi ama o
sırada gözlerinin önüne Ah Jung, aklina da söyledikleri geldi. "Bana iyi
biri olduğunu kanıtla..."





Chae Min hızla geri çekildi ve Woo Joon'a gülümseyerek baktı.
"Uyandırdığın için teşekkürler dostum."





"Dostum sen... İyi misin?" Woo Joon şaşkınlıkla, Chae Min'in neden
kendisine vurmadığını düşünüyordu ki kapının çalınması bu düşünceleri bozan
başlıca unsur olmuştu.





Woo Joon hayretler içerisinde kapıya koşarken Chae Min de üzerindeki atleti
çıkartıp gömleğini giymek için hazırlanıyordu.





"Al, bunlar senin! Ne kadar çabuk yaptım değil mi? Şimdi çekil, benim
Chae Min'e söyleyeceklerim var." Soo Jin nefes almadan konuştuktan sonra
elindekileri Woo Joon'a verdi ve onu kenara iterek Chae Min'in odasına doğru
yürümeye başladı, daha doğrusu koşmaya...





Woo Joon'un cığlıkları; elindeki elbiseleri incelemesinden dolayı biraz
geçikmişti ve sesi oldukca tiz çıkmıştı. "Dur, girme!"





"Neden..." Soo Jin daha lafını bitirmeden Chae Min'in odasına
girince; Chae Min'in çıplak, üst bedeniyle tanıştı. Genç kız gözlerini kapattı
ve özür dileyerek kendini odadan dışarı attı. "Çok özür dilerim."





Woo Joon üst dudağını havaya kaldırarak söylediği öfke dolu sözleri, hala
şaşkın olan genç kızın kulaklarına dolduruyordu. "Ben sana girme demedim
mi? Memnun musun şimdi? Ha?"





"Of... Merak etme bir şey görmedim. Zaten buraya gelme amacım tamamen
farklı."





"Amacının farklı(!) olduğu belli oluyor zaten!" Woo Joon 'birinci
sınıfa giden bir öğrencinin kızgın tavırları' adlı oyunu bir güzel oynadıktan
sonra yavaşça geri çekildi ve asık bir suratla beklemeye başladı.





Genç kız sessizliği çok çabuk bozmuştu. "Dalga geçmeyi bırakacak ve
beni dinleyecek misin? Yoksa elindeki giysileri alıp gitmemi mi tercih edersin?"
Soo Jin gayet ciddi bir şekilde peş peşe soruları sıraladıktan sonra gözlerini
Woo Joon'un elindeki giysilere dikti ve cevap beklemeye başladı.





Woo Joon pes bayrağını çekerek "Tamam, dinliyorum." dedi kısık bir
sesle.





Soo Jin kollarını göğsünün altında birleştirdi ve "Chae Min'in de
gelmesi gerek, biraz daha bekle." dedi gözlerini Chae Min'in odasının
kapısında sabitlerken.





----- Seul Lisesi -----





Ah Jung kafasını özenle sıraya gömerken yanına oturan genci fark edememişti.





"Günaydın." Chae Min'in sesi olabildiğince içten ve son derece
nazik çıkmıştı. Genç adam genelde bu tekniği barda kız tavlamak için kullanırdı
ama o zamanlar sesi bu kadar içten çıkmazdı.





Ah Jung kafasını sıradan kaldırdı ve bozulan saçını, umursamaz gözükmeye
çalışarak, eliyle düzeltti. "Gü... Günaydın." Genç kızın çekingen
tavırları Chae Min için bir ilkin yaşanmasına sebep oluyordu. O kaba, dövüşçü,
sinir bozucu kız gitmiş, yerine utangaç, kibar ve hanım hanımcık bir kız
gelmişti.





Chae Min tekrar bir şeyler söylemek için genç kıza dönmüştü ki, öğretmen
sınıfın açık kapısından kendini içeri attı. "Günaydın çocuklar." Sesi
solgun ve kısık çıkıyordu ki bu da onun hasta olduğunun en büyük göstergesiydi.
Her gün koskoca sınıfı susturmak için kendini parçalamasının doğurduğu bir
sonuç olsa gerek.





Öğretmenin selamına başıyla karşılık veren öğrenciler tekrar sıra
arkadaşlarıyla koyu bir sohbete girişti. O sıra da Soo Jin hızla yerinden
kalktı ve üzerine çevrilen gözleri umursamadan öğretmenin yanına yaklaştı.
Öğretmene kısık bir sesle bir şeyler söyledikten sonra tahtanın önüne geçen
genç kız, sınıfa şiir okumak için bekleyen küçük bir çocuk gibi, sınıfdaki
fazla sesin kesilmesini bekledi. Bütün gözleri üzerinde hissettiği zaman -ki bu
hiç de uzun sürmedi- konuşmasına başladı genç kız.





"Arkadaşlar, okulumuza bu sene katılan dört arkadaşımız; Tae Sun, Sung
Mo, Chae Min ge Woo Joon için, herkesten onlara içimizden birileriymiş gibi
davranmasını rica ediyorum. Bunu bütün okula duyurmanızı da istersem umarım(!)
kabalık etmiş olmam."





Soo Jin konuşmasını bitirir bitirmez, dimdik tuttuğu boynuyla birlikte
sırasına oturdu. Gülümseyerek yanındaki Woo Joon'a döndüğündeyse asık bir
suratla karşılaşması bir olmuştu.





Genç adam gözünün ucuyla Soo Jin'i keserken bir yandan da kısık bir sesle
konuşuyordu. "Oraya çıkıp benimle sevgili olduğunu söylemen gerekmiyor
muydu? Yani diziler de hep böyle olur. En azından 'Woo Joon benim, kimse ona
yaklaşmasın' da diyebilirdin. Bence bu okulda o güce sahipsin."





"Bu konuyu sonra tartışsak daha iyi olur bence. Çünkü şimdi saçma sapan
konuları tartışacak havamda değilim." Genç kız parmakları arasında
gezdirdiği kalemi hızla sıranın üzerinde sabitlerken Woo Joon'un gözlerini de
üzerine çekmişti. Zaten Woo Joon'un gözlerini üzerinde hissetmediği bir dakikası
ya var, ya yoktu.





-----------





Zil çaldığında sınıfta ki çoğu öğrenci haberi tüm okula yaymak için sınıftan
koşarak çıkmıştı. Hatta hasta öğretmen bile bu haberi diğer öğretmenlere
yetiştirmek için çantasını kaptığı gibi kendini sınıftan dışarı atmıştı.





Tae Sun ve Sung Mo birilerinin peşinden gelmelerini ister gibi yavaşça
yürürken, istedikleri gibi Eun Joo zorla Ji Hye'yi kaldırdı ve onunla birlikte
genç adamların önüne geçerek yürümeye başladı.





Chae Min ise hala Ah Jung'un yanında oturup Woo Joon ve Soo Jin ile kaş göz
işaretleriyle anlaşmaya çalışırken, Ah Jung çoktan uykuya dalmıştı. Genç kız
film izlemekten uyuyamadığı gecenin intikamını alırcasına mışıl mışıl uyuyordu.
Bunu fırsat bilen Chae Min yavaşça Soo Jin'e yaklaştı ve kısık bir sesle
konuşmaya çalıştı. "Plan başlasın."





Genç kız, Chae Min'in sınıftan çıkmasıyla birlikte Ah Jung'un yanına
yaklaştı ve onu uyandırdı. "Canım, ben Woo Joon ile özel bir şeyler
konuşacağım da, sen arka bahçede biraz dolaşsan nasıl olur?"





Ah Jung uykulu gözlerini Soo Jin'nin parlayan gözlerine dikti ve gözlerinin
üzerine düşen saçlarını tek hamlede üfleyerek eski yerine getirdi. Ardından da
asık bir suratla, kendi kendine söylenerek sınıftan çıktı. "Koskoca okulda
başka yer mi yok? Var, ama beni uykumdan etmek daha tatlı geliyor!"





---------





Genç kız okuldan çıktığında derin bir nefes alarak temiz havayı ciğerlerinde
depoladı. Şimdi biraz daha kendine gelmişti ve uykusu tekrar rota
değiştirmişti. Genç kız kollarını iki yana sallayarak, ağır adımlarla -kimsenin
nerdeyse hiç uğramadığı- arka bahçeye ilerlemeye başladı.





"Bu okul bu kadar boş ve sıkıcı olmak zorunda mı?" Genç kız
sıkılmış bir suratla arka bahçede gezinirken, birden gözlerini kısarak ilerde,
iki koca duvarın kesiştiği yerde; bir kızı kenara sıkıştırmış olan iki
serseriye bakmaya başladı. "İşte bana iş çıktı" çanlarıyla olay
yerine koşmaya başlayan Ah Jung'u durduran, hızla önünden koşarak geçen Chae
Min olmuştu.





Genç adam, Ah Jung'dan önce olay yerine, koşar adımlarla ilerliyordu.
Yüzünde aptal bir gülümseme ve aklında ki "İşte şimdi benimsin Ah
Jung" düşüncesiyle iki serseriye yaklaşmıştı ki, aniden beyninde kırmızı
alarmlar yanıp sönmeye başladı. Birinin gelip "NG" diye bağırması
artık an meselesiydi.





"Bu adam da nereden çıktı şimdi?"





32. Bölüm Sonu





----Yorumların neden bu kadar azaldığını çok merak ediyorum açıkcası.
Sıkıldınız mı, bölümleri mi beğenmiyorsunuz, çok mu yanlışım var, ya da
anlatımımı mı beğenmiyorsunuz? Hatayı kendimde aramaktan nefret etsem de, siz
yorum yapmayınca bunu yapmak zorunda kalıyorum. Sıkıldığızı düşünüp bir an önce
bitirmeyi planlıyorum, böyle düşünmek de haklı mıyım? Bu arada, bu bölümü sırf
siz beklemeyesiniz diye telefondan yazdım, yanlışlarım varsa affedin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:47 pm

Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik - Komedi - Okul





33. Bölüm





•°•°•°• Geriye Bakış •°•°•





Soo Jin gözlerini Woo Joon'un elindeki gömlek ve pantolona dikmiş beklerken,
Chae Min üzerindeki gömleğin düğmelerini vurarak onların yanına geldi.





"Benimle mi konuşmak istiyorsun Soo Jin?" Genç adamın gözleri Soo
Jin'ydi ve merakla ona bakıyordu.





"Ah Jung'un da sana açılmasını sağlayacağız. Biz, yani üçümüz!"
Soo Jin'den gelen bu çok ciddi laflar Woo Joon'un bir kulağından girip
diğerinden çıkarken, Chae Min'in kulağına dünyadaki en güzel beste gibi
geliyordu.





°•°•°•°•°





Üç genç salonda güzel bir fikir beklerken, bir anda birinin aklına bir fikir
gelmişti. "Filmlerdeki gibi olsun! Genç ve savunmasız bir kız sokakta
yürür ve üç serseri o kıza saldırır. Sonra da süper kahramanımız, yani Chae Min
gelir ve hepsini döver! Böylece Ah Jung sana ısınır ve aşkını itiraf
eder." Woo Joon yayıldığı kanepeden doğruldu ve onu dinleyen ikiliye
dikkatle bakmaya başladı. "Nasıl fikir ama?"





Woo Joon'un ortaya koyduğu fikirle salondaki iki genç pişmanlık içerisinde
derin bir nefes aldı. "Senden beklenecek en iyi ama yürürlüğe
konulabilecek en berbat fikir! Salak şey, ben yetişmeden Ah Jung onları
mahveder zaten." Chae Min, bir plan kuramamanın verdiği sıkıntı ile
kafasını, kanepenin yumuşacık yastığına vurmaya başladı.





"Neden bu planı başka bir kızın üzerinde denemiyoruz? Hem oraya ilk
giden Chae Min olursa, Ah Jung'un yetişmesi zor olur!" Soo Jin'in aklına
gelen basit ama en azından yararlı fikirle genç adamın gözleri bir anda fal
taşı gibi açıldı. "Harika, o zaman okulun arka bahçesinde bir kıza
sarkması için iki tane adam buluruz. Sonra ben gelir onları döverim, kurtardığım
kız bile bana 'kahramanım' edasıyla bakarken Ah Jung'da benden etkilenir, değil
mi?"





°•°•° Geriye Bakış - Son °•°•°





"Nereden çıktı bu adam şimdi?" Chae Min donakalmış vücudunun tam
karşısında olan ama bir türlü nasıl olduğuna anlam veremediği kavgaya müdahale
etmek istese de, yolunda gitmeyen olaylar genç adamı bozguna uğratmıştı.





Kang Cheol, genç kızı sıkıştıran iki gence bildiği tüm dövüş teknikleriyle
saldırırken, Ah Jung'un gözleri hayranlıkla bir kez daha açılmıştı.
"Harika dövüşüyor." Genç kızın yüzüne aptal bir gülümseme koydurtan
bu teknikler, tam da sahibinden öğrenilmelikti.





Peki ya, Chae Min'in kurduğu plan Kang Cheol yüzünden mi berbat olmuştu? O
serserileri döven kişinin Chae Min olması gerekmez miydi? Verilebilecek en iyi
cevap; Chae Min'in planı tamamen geri tepmişti, hatta direkt olarak Kang
Cheol'a tepmişti. Tren raydan çıkmış Kang Cheol'a doğru ileeliyordu ve o treni
durdurabilecek kişi de Chae Min'di.





Olayları pencereden izleyen Soo Jin hayal kırıklığıyla Woo Joon'a döndü ve
kısık bir sesle "İnanamıyorum! Kang Cheol neden geldi ki?" diye
ofladı.





"Anlamıyor musun? Kang Cheol'da Ah Jung'a karşı bir şeyler
hissediyor.... Bence! Arabasını ödünç alacağım gün ilk başta vermek istemedi
ama ben onu evde bir akşam yemeğine davet edince 'Ah Jung Hanım da gelecek mi?'
diye sordu. Gelecek dediğim gibi anahtarı elime verdi. Neden bu kadar kolay
olduğu üzerinde çok düşünmüştüm ama şimdi anlıyorum. Hatta arabası çizildiğinde
beni arayıp, hiç ah





vah etmedi. Sence de hepsinin bir sebebi olmalı değil mi?" Woo Joon
katili bulmuş bir dedektif edasıyla konuşuyordu ki, Soo Jin'in verdiği tepkiyle
genç adamın gözlerindeki araştırmacılık ve detaycılık bir anda kayboluvermişti.





"Yeter Woo Joon! Bunlara gerek yok, ben zaten Kang Cheol'un Ah Jung'a
nasıl baktığını görünce anlamıştım. " Soo Jin'in sesi olabildiğince tiz ve
sinir bozucuydu ama Woo Joon ona, bu haliyle bile, sevgiyle bakıyordu.





°•°•°•°•°





"Süper dövüştün gerçekten. Harikasın!" Ah Jun hayretler içerisinde
Kang Cheol'un yanına koşmuştu, üstelik onun yanına giderken donakalmış Chae
Min'in yanından geçmişti ve genç adam bir kez daha hayal kırıklığı yaşamıştı.





Kang Cheol, Ah Jung'u başka bir tarafa doğru götürürken, kolunu genç kızın
beline götürmüştü. Tabii konuşmakta olan Ah Jung belindeki hafif eli
hissedememişti. Ama bu halleriyle tam bir çift gibi gözüküyorlardı,
birbirlerine sevgiyle bağlı bir çift gibi...





"Seni görmek için gelmiştim ama bu olayı görünce dayanamadım ve bir el
atayım dedim." Kang Cheol yaptığı marifeti(!) ballandıra ballandıra,
yüksek sesle anlatırken Chae Min'de bu duyurudan payını almıştı.





Genç adam, sevdiği kızın başka bir adamla olmasına daha fazla bakmamak için
koşar adımlarla kendini okula attı.





°•°•°•°•°





"Başka bir şey bulmalıyız, ama ne?" Chae Min aklını kurcalayan tüm
ayrıntıları yanındaki Woo Joon ve Soo Jin'e anlatırken, Soo Jin'den gelecek tüm
fikirlere açık olduğunu da belli ediyordu. Gözleri hep genç kızdaydı ama bu
sefer yeni plan Woo Joon'dan gelmişti.





"Git ve ona; onu ne kadar sevdiğini söyle! Sonra da onu öp..." Woo
Joon parlak fikrini dışa vururken etrafa çılgın bakışlar atmayı da ihmal
etmiyordu. Ama nereye baktığı belli değildi, kim bilir bunları söylerken neler
düşünüyordu? Kesinlikle Soo Jin'i...





Soo Jin oflayarak bodrum katının soğuk duvarına yaslandı. "Çok basit,
değil mi?"





"Peki o zaman, sen niye kandın?" Woo Joon sevgilisine imalı
bakışlar atarken, bacağına gelebilecek herhangi bir darbeden korunmak için de
bacaklarını bir iki adım geriye çekti Ama demokraside de tükenmediği gibi, Soo
Jin'de de çareler tükenmezdi.





Genç kız bu seferde Woo Joon'un kafasına doğru bir hamlede bulundu ve genç
adamın beynindeki binlerce hücrenin katili oldu. Tabii genç kız orada
hücrelerin olduğundan da şüpheliydi ama yine de katil damgası yemeye hazırdı.
"Ya! Bir kere ben sana kanmadım! Tamam mı? Hem bu çok basit, başka bir şey
düşünemez misin?"





"O zaman bu itirafı..."





°•°•°•°•°





Sung Mo elindeki meyve suyunu Eun Joo'ya uzatırken, annesininkine benzeyen o
müthiş gülümsemesini de göstermişti kız arkadaşına. "Al canım."





Eun Joo ona uzanan eldeki meyve suyunu nazik bir şekilde kabul etti. Genç
kızın en sevdiği şey, vişneli meyve suyuydu, bu yüzden genç kızın yüzünde
güller açmıştı. "Çok teşekkür ederim, aşkım."





"Ben senin aşkım diyen dudaklarını..." Sung Mo hızla genç kızın
dudaklarına yaklaşıyordu. Eun Joo genç adamın aklındakini anlamıştı ki, hızla
geri çekildi. Bu ani hareketle genç adam kendini yerde bulmuştu.





Eun Joo kendisini öpmek için fırsat kollayan sevgilisine kızgın çocuk
bakışları atarak "Öyle, hemen yapamayacağımı söylediğimi hatırlıyorum Sung
Mo!" Biraz anlayış göstermek çok mu zor? Hem, biz niye hala kütüphanede
buluşuyoruz? İlişkimizi bilmeyen yok sanırım!" diye bağırarak konuştu, sitem
edercesine haykırıyordu genç kız. Nefes alışını düzene sokmaya çalışırken bir
yandan da Sung Mo'nun yerden kalkışını izliyordu.





"Canım, özür dilerim. Ama..." Gen adam duraksadı ve az önce kısık
olan sesini yükselterek "Tamam, bundan sonra istediğin yerde buluşuruz! Oldu
mu?" diye bağırdı.





Genç adam dudaklarını büzerek kapıya yaklaştı, ilk çıkan o olmuştu. Ardından
da Eun Joo, yaramazlık yapan çocuğunu azarlayan bir anne gibi olgun bakışlarla
onu takip etmeye başladı.





"Bağırdığım için özür dilerim." Eun Joo elindeki son kozu
denercesine yumuşatmıştı sesini.





Sung Mo ise hala asi ve kızgındı. "Özrün kabul edilmedi."


°•°•°•°•°








Chae Min okulun çıkış zilinin çalmasını büyük bir heyecanla beklerken, derse
girmeyip Ah Jung' ders boyu izleyemediği içinde ayrı bir üzüntü içindeydi. Genç
adamın mikrofon tutan elleri, ilk ameliyatına giren genç bir dpktorun makas
tutan elleri gibiydi, tir tir titriyordu. Beklenen zilse çalmaya başlamıştı
işte.





Zilin canlı melodisi uyuyan öğrencileri uyandırmak için hazırlanmıştı adeta.
Bütün öğrenciler evlerine gitmek için, hiçbir derste göstermedikleri bir hızla
hazırlanıyorlardı. Öğretmenler ise her zaman ki gibi şaşkınlıkla onları
izliyordu.





Ah Jun yanındaki boş sıradan aldığı gözlerini çantasına çevirdi ve
hazırlanarak Soo Jin'leri beklemeye başladı.





"Ah Jung, sen git. Biz biraz geç çıkacağız." Soo Jin gülümeyerek
planın gereğini yaptıktan sonra sırasına oturup onun çıkmasını bekledi. Ah Jun
sınıtan çıktıktan sonra ise plandan haberdar olanlar teker teker genç kızın
arkasından çıktılar. Gizlice ve sessizce.








°•°•°•°•°








Chae Min çıkış kapısının orada, elinde mikrofonla dikilmeye devam ederken,
yanından koşarak geçen onlarca öğrenciye bakarak iç çekiyordu. "Neden bu
kadar çabuk gidiyorsunuz? Çok mu aceleniz var?"





Sonunda Chae Min'in gözlerinde Ah Jung'un yansıması gözükmüştü.





"Arkadaşlar, lütfen herkes bize iki dakikasını ayırabilir mi?"
Genç adam çok heyecanlanmıştı, elindeki mikrofona konuşurken bir an nefesinin
kesileceğini bile düşünmüştü.





Bütün öğrenciler evlerine gitmek yerine, durup Chae Min'e bakıyordu.
Gerçekten işe yaramıştı.





"Sizden bir ricam olacak, basit bir şey. Yapabilir misiniz?" Chae
Min'in sesi titredikçe öğrencilerden 'Evet' sesi daha da yükseliyordu.





Herkes gib Ah Jung'da merak içerisinde Chae Min'e bakıyordu. Onun yanına
gidip 'Ya! Neden derse girmedin?' demek ve kafasına bir tane yumruk atmak
istiyordu.





"Herkes kabul ettiyse, bu okulun en çatlak, en aptal, en aklı bir karış
havada kızına, gördüğüm en iyi dövüşçüye... Kalbimin tek sahibi şu güzel kıza,
aşkımı kabul etmesini söyler misiniz?"





Chae Min söylediklerinden sonra bütün kafalarda 'En iyi dövüşçü?' 'Ah Jung'u
mu gösteriyor?' 'İnanamıyorum, Ah Jung'a mı aşık olmuş?' gib sorular gezmeye
başladı.





Hayal kırıklığı, şaşkınlık, nefret, kıskançlık ve az da olsa hayranlık
içeren bakışları üzerinde fazlasıyla hisseden Ah Jung, açık ağzıyla Chae Min'e
bakıyordu. Böyle bir şey beklemediği her halinden belli oluyordu. "Ne dedi
az önce o?"





Ah Jung şaşkınlığın en üst seviyesinden etraftaki kalabalığı izlerken
kulaklarına bazı cırtlak kaba sesler onu ait olduğu yere, yani okulun ön
bahçesine getirmişti. "Ne söylemem gerekiyor?"





Ah Jung'un fısıltı halinde söylediklerini duyan Soo Jin genç kıza arkadan
yaklaştı ve elini onun omzuna koyarak "Onu sevdiğini hepimiz biliyoruz,
sadecce kabul et." dedi ve geri çekildi.





Şeytan dürtmesi dedikleri tam da bu olsa gerek, çünkü Soo Jin'in
dediklerinden sonra Ah Jung'un beyni aniden toparlanıp kararını vermişti.





"Ben... Ben... Galiba... Şey, sanırım... Bende seni seviyorum."
Genç kızın ağzından dökülen inciler Chae Min'in elindeki mikrofonu da kendileri
gibi yere çekmişlerdi. Genç adam şaşkınlığa ve mutluluğa yenik düşmeyerek, emin
adımlarla Ah Jung'a yaklaştı ve genç kızın yüzünü avuçları içine alarak "Seni
üzmeyeceğime söz veriyorum. Bu anı bana yaşattığın için çok teşekkür ederim.
Seni seviyorum." dedikten sonra genç kızın alnına ufak bir buse kondurdu.





Bu kadar şaşkınlık, bu okulun öğrencileri için aşırı derece de fazlaydı.
Özellikle de Ah Jung ve Eun Joo için. Ah Jun neyse de, Eun Joo neden bu kadar
şaşkındı ve bu kadar sinirli?








°•°•°•°•°•°








"Ben aptalın tekiyim! Bak Ah Jung'a ve Soo Jin'e, ne güzel aşk
itirafları aldılar ama ben? Pat diye kandım sana ama yanlış yaptım!" Eun
Joo öfkeyle kolundaki çantayı tutmakta zorlanırken, arkasımdan onu takip eden
Sung Mo ise pişmanlıkla konuşmaya başladı. "Benim bir suçum yok ki! Sen de
zorluk çıkarsaydın bende böyle yapardım... Sanırım."





"Artık yapsanda istemiyorum!" Genç kız, kolunda durmamakla
inatçılık eden çantasını hızla kolunun arasına aldı ve araya fark açmak için
yoluna koşar adımlarla devam etti.





Sung Mo ona yetişmeceğini anlayınca duraksadı ve yanındaki ağaca yaslanarak
bir süre soluklandı. Eun Joo'nun peşinden koşmak gerçekten yorucuydu.


Genç adam, bir süre soluklandıktan sonra tekrar yürümek için harekete
geçtiğinde, karşıdaki parkta duran iki genç Sung Mo'nun gözüne oldukça tanıdık
gelmişti. Ağaca yaslanmış bir kız ve onun başında dikilen bir adam...
"Bunlar- Bunlar, Tae Sun ve Ji Hye değil mi?"





Sung Mo onlara daha yakından bakmak için yaklaştığında, sevgiyle parlayan
iki çift gözü daha iyi görmüştü.





Ji Hye, Woo Joon'u unutmuş muydu? Yoksa Tae Sun'u Woo Joon'u unutmak için mi
kullanıyordu? Ji Hye, Tae Sun ile oynuyor muydu?





Sung Mo'nun aklı çok karışsada, birbirine gülümseyen iki genç hakkında fazla
kötü düşünmek istemiyordu. Sonuçta aşkı tatmak Tae Sun'un da hakkıydı ama Ji
Hye onun için doğru kişi miydi? İşte bu soru Sung Mo'nun aklını fazlasıyla
zorluyordu.








°•°•°•°•°





"Chae Min gerçekten de iyi yaptı." Tae Sun gülümseyerek gözlerini
Ji Hye'ye çevirdi. Genç adam konuşmak konusunda biraz utangaç olsa da, Ji
Hye'yi konuşturmak için biraz çaba sarf etmesi gerekiyordu.





Ji Hye yaslandığı ağaçtan ayrıldı ve çekingen bir tavırla, özenle taradığı
saçlarını kulağının arkasına götürdü. Daha sonrada kısık bir sesle konuşmayı
ele geçirdi. "Ama Ah Jung'ta hak etti. Babasının kalbinde bıraktığı acıyı
umarım Chae Min tamamen yok eder. Ah Jung'un, onu gerçekten sevecek birine
ihtiyacı var ve yine umarım ki, o kişi Chae Min'dir."





"Umarım...Peki ya, Sung Mo ile Eun Joo hakkında ne düşünüyorsun?"
Tae Sun magazin programına soru sorar gibi hissetmişti kendini . Heyecanlı ve
bir o kadar da meraklı. Ji Hye ise tam tersi, sakin ve sessizdi.





Genç kız ellerini göğsünün altında birleşti ve çok bilmiş, ukala bir öğrenci
gibi karşısındaki soruya kıstığı gözleriyle odaklandı. "Eun Joo'nun şu
anda kıskançlıktan kudurduğuna eminim. Güzel bir aşk itirafı almayı hepimizden
çok istiyordu ama anlattığı kadarıyla Sung Mo ona 'Seni seviyorum' bile
dememiş. Oysa ki hepimizin ki gibi onun hayali de muhteşem bir teklif
almaktı."





"Peki ya, sen? Sen nasıl bir teklif almak isterdin?" Tae Sun
ellerini cebine sığdıramıyordu, Ji Hye'nin vereceği cevap onun için oldukça
önemliydi. Genç kız ise bu soru karşısında biraz tökezlemişti ama sivri zekası
ona durumu toparlamasında yine yardım etmişti. "Söylersem sürprizi kaçmaz
mı?"





Bu cevap bir ipucu muydu? Yoksa Ji Hye ortaya yem mi atmıştı? Tae Sun bu
yemi yutmalı mıydı? Genç adam, Ji Hye'nin ki gibi sivri bir zekaya olamadığı
için çok şanssız olduğunu bir kez daha kabullendi ve soru sorulmamış gibi
varsayarak, konuşmaha başka yerden devam etti. "Şey... Hayalin, aşk
itirafını Woo Joon'dan almak mıydı?"





"Evet," Genç kız duraksadı ve bu duraksama Tae Sun'un beynine
büyük bir darbe gibi dank etti. "Öyleydi ama şimdi, asla öyle bir hayal
kurmamam gerektiğini biliyorum. Şimdi de sen... Sen kimden itiraf almak
isterdin?"





Tae Sun, Ji Hye'nin söylediklerini düşünürken sondaki soruyu fark
edememişti. Ji Hye ise gözlerine gelen manzara ile bir kez daha hayal kırıklığı
yaşıyordu. Tae Sun'un Soo Jin'e karşı olan manalı bakışları... Genç kız kendini
yiyip bitiriyordu. Ama dayanamadı ve sordu. "Hala Soo Jin'e karşı bazı
hislerin var, değil mi?"





Genç adam aldığı cevaptan çok kendisine sorulan sorunun şokuna girmişti. Tae
Sun için Soo Jin sadece bir heves değil miydi? Artık Tae Sun için Soo Jin
yoktu. Sadece anlık bir hevesti ve geçip gitmişti. Belki de Tae Sun öyle sanıyordu.
Demek ki bu durum Ji Hye'nin gözünden kaçmamıştı. Genç kız, Tae Sun cevap
vermedikçe olayın altını daha da eşeliyordu.





"Senin de onlardan farkın yok! Soo Jin'i unutmak için baaa yanaştın,
değil mi? Ben seni seversem, belki ileride sende bana aşık olursun, öyle mi?
Böylece en yakın arkadaşının sevgilisinden uzak durmuş olacaksın." Genç
kız duraksadı ve delirmiş gibi sırıtarak devam etti. "Bir daha asla ama
asla karşıma çıkma! Anladın mı beni? Asla!"





Genç kızın suratında ne bir hüzün ne bir öfke, ne de gözünde bir damla yaş
vardı. Aklındaki her şeyi bir çırpıda söyleyip kurtulmuştu içindeki şüpheden.
Peki, haklı mıydı? Tae Sun gerçekten de Soo Jin'i seviyor muydu? Genç adam
bunun sasece geçici bir hayranlık olduğunu düşünse de, Ji Hye onun Soo Jin'e
nasıl baktığını görmüştü. Doğru, Tae Sun'un Soo Jin'e olan bakışlarında hep bir
kaybetmişlik, hep bir kıskançlık ve hep bir... Aşk vardı. Ji Hye işte bunun
farkına varmıştı, sadece konuşmak için doğru zamanı bekliyordu.








°•°•°•°•°•°•°•°








Woo Joon neşeyle telefonu kapattı ve hızla evden dışarı attı kendini.
İstikamet, karşı komşuydu.





Soo Jin kapıyı açar amaz karşısında ağzı kulaklarına varmış olan bir surat
ve kabına sığmayan bir beden bulmuştu.





"Az önce halamla konuştum, amcam Seul'e gelmiş. Onu ziyaret etmeye ne
dersin?"








33. Bölüm Sonu





°•°•°•°•°•°•





Gecikme, daha doğrusu çok fazla olan gecikme için özür dilerim ama bayram
dolayısıyla yazamadım. Şimdi karşınızda benim çok beğendiğim bir bölüm var.
Yarısını telefondan yazdım yine, yanlışlarımı mazur görün. Lütfen ama lütfen
yorun yapın. Bir sürü şey oldu bu bölümde tam da yorum yapılmalık bölüm yani.
Hadi yorumlarınızı bekliyorum. Resim için de Meryem Akkaya'ya teşekkür ederim.


Yayınlayan adminler: MinRa
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 6:47 pm

Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi - Okul





34. Bölüm - 1. Kısım








Soo Jin evden çıkarken Eun Joo'nun ona zoruyla giydiği dantelli eteği aşağı
doğru çekiştirmeye çalışıyordu, Woo Joon ise amcasına gitmek için tuttuğu
taksinin içinde Soo Jin'i bekliyordu.





Genç kız merdivenlerden koşarak indi ve taksinin kapısını açarak Woo Joon'un
yanına attı kendini. "Çok bekletmedim, değil mi?"





"Her zamanki gibi beklettin ama karakterim gereği seni
affediyorum." Woo Joon'un bu ukala tavırları ön koltukta oturan genç
taksiciyi bile gülümsetmişti. Ama Soo Jin aksine öfkeliydi. Genç kız sinirle
Woo Joon'a baktıktan sonra taksiciye dönerek "Arabayı çalıştırmayın,
bensiz gideceksiniz."





Woo Joon büyük bir eşeklik ettiğini fark edince Soo Jin'i kolundan tuttu ve
genç kızın inmek için açtığı kapıyı kapattı. Sonra da sevgilisinin yüzüne
bakmadan konuşmaya başladı. "Oraya gidene kadar sabret, amcamla da
tanışınca aslında ne kadar iyi bir aile olduğumuzu sana kanıtlayacağım. Byul
Min'i bizim aileden saymasanda olur gerçi. Zaten o zaman bir sorun kalmıyor,
tam taslak bir aile oluyoruz. Şimdi uslu dur ve beni bir daha asla yalnız
bırakma. Anladın mı?"





"Niye, yalnız kalma fobin mi var? O yüzden mi eski okulunuzdaki tüm
kızlarla çıkmışsın?"





"Kim... Kim söyledi bunu sana? Yok öyle bir şey!"





Genç kız yüzünü biraz daha ekşittikten sonra yüksek bir sesle "Chae Min
söyledi. Hani ortaokulda bütün sevgililerini elinden aldığın Chae Min. Her gece
kızları onların oteline götürdüğün Chae Min. Ya da şöyle söyleyeyim, bir kız
için iddiaya girdiğin Chae Min. İddiayı kimin kazandığınıda söylememi ister
misin? Kızı o gün içerisinde otele atarak sen kazanmışsın! Bu kadarı yeterli
mi? Unutmak için çabaladığım şeyleri yüzüne vurmak zorunda bırakma beni!"





Genç kız içini döktükten sonra derin bir iç çekti ve taksiciye
gidebileceklerini söyleyerek tekrar Woo Joon'a döndü.





Genç adamın donuk yüzünün bir parçası olan ağzından çıkan tek kelime
'Gidelim' olmuştu. Öfkesini Chae Min'den çıkarmayı planlıyordu. Acaba hangisini
yapsaydı, onu aç yılanlarla dolu bir fıçıya atmak mı? Yoksa derisini yüzüp
tuzlu suya batırmak mı?








~~~~~~~








Ah Jung koltuğuna yayılmış otururken bir yandan da Chae Min evlerine neden
geldiğini düşünüyordu. Eun Joo odasında kitap okuduğuna göre şu anda iki genç
yalnızdı ama ne genç kızdan ne de karşı koltukta oturan Chae Min'den ses
gelmiyordu. Bu bir çeşit oyun muydu? Konuşan ölür!





Hayır, neden sadece Ah Jung'un bu konularda fazla çekingen olmasıydı. Chae
Min konuşmak istese de üzerinde bir çift şüpheci göz olduktan sonra genç adam
bir türlü konuşamıyordu. Sanki karşısındaki kız sabah ona herkesin içinde 'seni
seviyorum' diyen kız değildi. Neden bu kadar soğuktu? Bunun bir yanıtı
olmalıydı!





"İyi misin?" Genç adam sonunda üzerindeki ağırlıkları atmıştı ama
genç kız hala soğuk tavırlar içerisindeydi. "İyiyim... Sen?"





Chae Min gülümseyerek yerinden kalktı ve Ah Jung'un oturduğu koltuğa
yaklaşarak derin bir nefes aldı. Sonra da kendini genç kızın yanına attı.





Bu durum Ah Jung'u rahatsız etmiş olsa gerek, çünkü genç kız yanındaki
adamdan uzaklaşma çabasına girmişti. Ah Jung'un uzaklaştığını fark eden Chae
Min ise aynı hızla genç kıza yaklaşmaya başladı. İki kişilik koltukta yaşam
savaşı mı?





Artık Ah Jung'un kaçacak bir yeri yoktu. Sağında koltuğun sonu ve solunda
sabah 'seni seviyorum' dediği adam vardı. Genç kız o heyecanla kekelemeye
başlamıştı. "Bi... Biraz daha ya.. Yaklaşırsan... Yumruğumu gözüne
girerken bulabilirsin!"





"Bu kadar heyecanlanmana gerek yok, Ah Jung." Genç adamın şimdiki
istikameti Ah Jung'un dudaklarına gidiyordu. Gözleri pür dikkat genç kızın
dolgun dudaklarina bakarken kalp atışlarının normal olduğunu kimse
söyleyemezdi. Normal mi? İkisinin kalp atış sesini bir araya getirsek ses bombası
bile yapabilirdik.





"Y- Ya! Sana yaklaşma demedim mi?"





Chae Min'in kulakları Ah Jung'un kalbinden gelen sesten başka bir şeyi
duyamıyordu. Bu yüzden genç adam son hızla sevdiği kızın dudaklarına
yaklaşıyordu. Engelleri kaldırılan bir koşuydu bu. Ama bitiş düdüğü biraz erken
çalmıştı. Daha yolun yarısındaki koşucular bitiş düdüğüyle birlikte oldukları
yerde kalmışlardı. Kısacası kapı çalmıştı.





Ah Jung büyük bir mutlulukla Chae Min'in kolunun altından geçti ve koşarak
kapıyı açtı.





Sung Mo kolunu duvara yaslanmış, boynunu 180 derece yere eğmiş bir vaziyette
Ah Jung'un karşısında duruyordu. Neydi bu şimdi? Genç adam aniden kafasını
kaldırdı ve Agh Jung'un şaşkın gözlerine bakarak "Lütfen Eun Joo ile
barışmamıza yardım edin." dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. Sonra da Ah
Jung'a sarılarak iç çekmeye başladı. Arkadan onları izleyen Chae Min için ise
bela çanları çalmaya başlamıştı.





"Ya! Çek o ahtapot kollarını sevgilimin üzerinden!" Genç adam,
Sung Mo'nun kollarının Ah Jung'un belini sarmasına izleyici kalamazdı. Hızla
onlara yaklaştı ve ikisini ayırarak Sung Mo'ya kötü kötü bakışlar atmaya
başladı. Ah Jung'un ağzından çıkan tek kelime ise "Sevgilin mi?"
olmuştu.





"Evet, sevgilim. Ya ne?"


Genç kız yutkundu ve bir süreliğine gözlerini yumdu. Bu sadece kendini kontrol
edip Chae Min'in gözüne bir tane patlatmamak içindi ama o sırada genç kızın
gözünün önüne sabah olanlar gelmişti. İşte şimdi Chae Min'e şiddet kullanma
konusunda kendine kızıyordu. Kendisi söylemişti onu sevdiğini, şimdi lafını
geri alamazdı. Zaten almak gibi bir niyeti de yoktu. Sadece sevgili olma konusu
genç kız için ilk defa yaşanıyordu ve buna hazır mıydı, hiç bilmiyordu. Tek
bildiği her şeyi akışına bırakması gerektiğiydi. Chae Min'in söylediği her şeyi
alttan alıp, yumuşak olacaktı. Artık ona vurmak veya bağırmak yoktu(?).
Gerçekten yok muydu? Genç kız verdiği kararlardan dönecek biri değildi tabiiki
de. Ama buna alışmak da çok zor olacaktı.








~~~~~~~~








Soo Jin derin bir nefes aldıktan sonra Woo Joon'u takip etmeye başladı. Bu ev
diğerinden de büyüktü. Kocaman bir bahçesi ve bir sürü çalışanı vardı. Görkemli
bir şato gibiydi. Kapıda tam 4 tane lüks araç vardı ve Woo Joon'un söylediğine
göre hepsi de amcasına aitti.





Genç adam kapıyı açan genç hizmetçiye gülümseyerek içeri attı kendini.
Ardından da Soo Jin çekingen bir tavırla onu izlemeye başladı. Uzun bir
koridoru geçtikten sonra geleneksel eşyalarla döşenmiş bir odaya girdiler.
Odada arkası dönük bir adam vardı ve onu gören Woo Joon ses vermeden önce
dizlerinin üzerine çöktü. Aynısını yapması için Soo Jin'i de yanına çekti.





Selam vermek için amcasının önüne dönmesini bekliyorlardı. Bay Choi ise
onların geleceğinden zaten haberdardı. Yavaşça, arkasında ona selam vermek için
bekleyen iki gence döndü. Yüzündeki soğukluk ve gözlerindeki nefret, hiç de Woo
Joon'un anlattığı gibi gelmiyordu Soo Jin'e. Temiz kalpli, sevecen? Yanlış bir
yere mi gelmişlerdi yoksa?





"Ne yüzle geldiniz buraya?" Bay Choi yaşlılığından dolayı fazla
bağıramıyordu ama onu tanıyan herkes ne kadar sinirli olduğunu bu halinden
anlayabilirdi. Woo Joon onu hep sevecen görmeye alıştığı için biraz şaşırmıştı.
"Amca, iyi misin?"





Bay Choi yüzünü ekşittikten sonra kırışıklıkları arasından konuşmasına devam
etti. "Bir de dalga geçiyor utanmadan! Ben sana, beni sırtımdan vurasın
diye mi amcalık ettim? İyiliğimin karşılığı bir serserinin kızıyla evlenmek mi,
ha? Şimdi gidin, bir daha da gözüme gözükmeyin! Özellikle de sen," Bay
Choi işaret parmağını Soo Jin'in gözüne dikti ve konuşmasını öyle bitirdi.
"Pis serserinin kızı seni!"





Soo Jin yaşadığı şok ile birlikte gözünden düşen bir damla yaşla toparladı
kendini. "Ben..." Woo Joon genç kızın lafını böldü ve sevgilisini
elinden tutarak yerden kaldırdı. "Gidiyoruz, istenmediğim yerde durmam
ben!"





Woo Joon, hıçkırıklara boğulmak üzere olan genç kızı kolundan sürükleyerek o
evden çıkarmaya çalışırken içinden de "Ne oluyor böyle?" diye
geçiriyordu.








~~~~~~~~








"Ne yani, böyle saçma bir şey yüzünden mi ayrıldınız?" Ah Jung
oldukça yüksek bir sesle bağırınca Chae Min'in ona yaptığı sus işaretiyle
sesini kısma kararı aldı. "E, ne yapacaksın şimdi?"





Sung Mo nemli gözlerini tişörtünün koluyla sildikten sonra içine temiz bir
hava çekti ve kendiliğinden oynayan mimikleriyle konuşmaya başladı.
"Ben... Bilmiyorum! Yardım edin bana."





"Ya! Kes artık ağlamayı, Woo Joon seni böyle görseydi kesin
öldürürdü." Chae Min en yakın arkadaşının üzerine kısa süreli bir kükreyiş
gerçekleştirdikten sonra Ah Jung'un düşünceli gözlerine döndü ve "Bir şey
mi buldun?"





Ah Jung kendisine sorulduğunu düşündüğü -ki zaten öyle- soru ile gözlerini
Chae Min'e çevirdi. "Hayır, sadece Eun Joo'yu parçalamayı düşünüyordum.
Nasıl bizi kıskanır ki? Sanki böyle bir teklif almak... Yani şey... Her neyse,
hiç de güzel değildi." Genç kız soğuk bakışlarını ve donuk suratını bir
kez daha Chae Min'de sabitledi. "Değil mi?"





"Sen..." Chae Min'im lafını kesen tıkırtı Eun Joo'nun odasının
kapısından gelmişti. "Sessiz olun, Eun Joo geliyor."





Odadaki herkes Eun Joo'nun gelişi ile ayrı alemlere dalmıştı. Chae Min cdlerle
uğraşırken, Ah Jung koltukta uyuyor numarası yapıyordu. Sung Mo ise ufak suçlu
bir çocuk gibi masum bir şekilde Eun Joo'ya bakıyordu. "Ne olur affet beni
Eun Joo."








34. Bölüm - 1. Kısım Sonu





~~~~


Kısa oldu ama daha bilgisayar başına oturamayacağım için anca bu kadar
yazabildim. 2. Kısım da çok önemli şeyler olacak, sizi meraklandırayım dedim.
Razz Yorumlar çok fazla azaldı. Niye beni bu kadar üzüyorsunuz ama? Ben o kadar
yoruyorum kendimi. Sad Yorum yapan herkese çok teşekkür ederim. Yorum
yapmayanlara artık bir şey demek istemiyorum, yorum dilenmek gibi oluyor. Eğer
sizin içiniz rahatsa bana da susmak düşer. Beğenmeniz dileğiyle....


Yayınlayan Admin:Minhae
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 7:42 pm

Kızların Egemenliği 34. Bölüm - 2. Kısım





Yazar: Demet Hancı


Tür: Romantik - Komedi - Okul








34. Bölüm - 2. Kısım





Genç kız kafasını yasladığı pencereye biraz daha asıldı. Gözlerindeki yaşlar
bir çığ gibi düşüyordu genç kızı koluna. Ne olduğunu anlamasa da kalbinin
acısına dayanamıyordu. O ağır sözleri işitecek ne yapmıştı. Bir evden kovulacak
kadar büyük bir suçu ne zaman işlemişti de bundan hiç haberi olmamıştı?





Taksinin arka koltuğunda, Soo Jin'in yanında oturan Woo Joon, genç kıza
bakmak istiyordu ama o kızarık gözlerini ve sararmış suratını Woo Joon'a
göstermemekte inat ediyordu. Genç adam elini, kendisinden yeterincee uzakta
kalmaya çalışan





Soo Jin'in omzuna koydu ve itinayla konuştu. "Sen canını sıkma. Ben
sorunu bulacağım ve kesinlikla çözeceğim. Asla senin zarar görmene izin
vermeyeceğim. Şimdi sil o yaşları gözünden."





Boğucu sesiyle konuşmaya hazırlanan Soo Jin'i durduran ses taksiciden
gelmişti. "Geldik efendim."





"Sen in, benim gitmem gereken bir yer var. Kendini üzme ve amcamın
söylediklerini sakın kafana takma! Seni çok seviyorum, bunu hiç unutma."





Soo Jin kırmızının hakim olduğu gözlerini bir süre Woo Joon'da sabitledikten
sonra hızla genç adama sarıldı. İçini rahatlatmak istiyordu, başaramayacağını
bilse de, bir anlık da olsa... Sevdiği adamsan güç almak istiyordu.





Hiçbir şey yapmadığı halde neden o rezil sözleri işittiğini, babasına neden
'şerefsiz' denildiğini... Ve şimddi neden bu halde olduğunu...


Bunların cevabını bilmek genç kızın hakkı değil miydi? Uzun yıllar sonra ilk
defa tatmıştı aşkı ama onunda elinden alınacağından korkuyordu. Tıpkı
ellerinden kayıp giden ailesi gibi... Önce ailesi bırakmıştı onu. Şimdi de
sevdiği adam uçup gidecekti genç kızİn ellerinden? Ellerinden gitse neye yarar
ki, ne de olsa kalbinden asla çıkmayacak.








~~~~~~








Woo Joon elini zile uzatmakla uzatmamak arasında gidip geliyordu. Ama
yapmalıydı, kafasındaki tüm soru işaretlerini yok etmeliydi.


Genç adam tüm cesaretini toplayıp zile bastığında karşısında, siyah ve
beyazın neredeyse tüm vücudunu kaplamış olduğu genç bir kız vardı ve genç adam
bu genç hizmetçinin yanından geçerek evde babasını aramaya başladı. Şans, belki
de ilk defa genç adama bu kadar çabuk gülümsemişti. Girdiği ilk odada basasıyla
karşılaşması da bunun bir kanıtıydı. Onlarca odası olan bir villanın içinde...





"Baba, konuşmamız gereken çok önemli şeyler var." Woo Joon
gerginliğini ses tonuna olabildiğince yansıtmıştı. Hyun Soo ise onun tam
tersine oldukça sakindi, sanki oğlu çat kapı gelmemişti de kendisi çağırmış
gibi bekliyordu oğlunu.





Woo Joon'un eli eline sığmazken, nereden başlayacağını nasıl düşünebilirdi?
Birinin yardım etmesi gerekti ve o seste tam karşısındaki koltukta oturan
babası olmalıydı.





"Amcana gitmişsin. Az çok bir şey anlamışsındır, yoksa buraya
gelmezdin. Sana en baştan her şeyi anlatacağım. Olanlar için çok üzgün olduğumu
bilmelisin ama ben de bunu kendim için yapmadım. Lütfen anla." Woo Joon
babasının konuşmasını sert bir şekilde böldü. "Çabuk anlat baba! Ne neler
yaptın, anlat!"





"Sung Mo'nu cebine giren uyuşturucular aslında kötü bir şans değildi,
ben koydurttum. O gün Sung Mo'nun müdürün yanında olduğunu sana söyleyen bir
çocuk vardı. Hani sana müdürün Sung Mo'ya tokat attığını söylemişti ve sende bu
yüzden müdürün odasına daldın ve kardeşine olan bağlılığından dolayı onu
korumak için müdürü dövdün. Bu kovulman için bir fırsattı. Ben de bunu
istiyordum zaten. Okuldan atılınca sana ceza vermek için bir bahanem olmuş
oldu. Müdür ile konuşmama rağmen Tae Sun ile Chae Min'in okuldan atılmamasını
sağlayamadım. Bu yüzden babalarıyla konuştum ve onları da bu plana dahil ettim.
Babaları bundan memnun oldu, oğullarının yaşam şartlarına alışmasını ve daha
iyi bir bünyeye sahip olmalarını istediler.





Okula gidişiniz tam da plana uygun oldu ve yapıştırma olayıda bizim işimize
geldi. Aslında biz bir şey yapmasakta siz zaten birbirinize yetiyordunuz ama
biz yine de el attık. Kang Cheol sizi başından berr takip ediyordu. Satışa
sadece sizin gitmemeniz, piknik ve geçen gün Soo Jin'in peşine takılan
serseriler... Hepsi bizim yani Soo Jin'in amcası ile benim planladığım
şeylerdi. Soo Jin'in amcası okuduğun lisenin müdürü olur.





Uyuduğun salonda ve iki dairenin birleştiği koridorda kamera var, bu sayede
Kang Cheol 7/24 sizi izliyordu. Her şey aslında planlıydı."





Woo Joon öfkeden ve şaşkınlıktan kaskatı kesilmiş suratındaki mimikleri yavaşça
oynattı ve seyiren gözüyle birlikte hızla ayağa kalktı. "Niyetin neydi
baba? Neydi, söyle! Bunları bir hiç için yapmadığın belliydi zaten!
Anlamalıydım, kahretsin."





"Niyetim... Niyetim,hem seni adam etmek, hem de verdiğim sözü tutup Soo
Jin'i yanıma almaktı. Soo Jin'le evlenmen için seni zorlayamazdık, sen kabul
etsen bile bunu Soo Jin kabul etmezdi."





Genç adam duyuklarına inanmakta zorluk çekiyordu. Zorlukla bir araya
getirdiği kelimeleri yutkunarak söyledi Woo Joon. "Yani... Soo Jin ile
benim... Aşkımız kader değildi, öyle mi? Biz sadece yazılmış bir senaryonun
başrolüydük. Aslında hepsi bir... Bir oyundu, öyle mi? Ben onu gerçekten
seviyorum baba ve... Ve asla ona zarar gelmesine izin vermeyeceğim. O bunları
öğrenmeyecek. Asla! Asla öğrenmeyecek. Öğrenirse eğer, yıkılır."





Hyun Soo kendini yaslandığı koltuktan ayırdı ve kabarmaktan çatlayan bir kek
gibi olan kalbini tekrar gizledi oğlundan. Ciddileşti ve devam etti
konuşmasına.








"Daha önemli şeyler var. Amcanın neden engel olduğu gibi... Amcan Soo
Jin'in annesini yani Jin Kyong'u tanıyordu. Biz çocukken tanıştık ve 20'li
yaşlarımıza kadar arkadaştık. Okul arkadaşlığıydı bizimkisi ben ve Jin Kyong
aynı sınıftaydık ve amcanda hep bizimle takılırdı. Çünkü ona aşıktı, Soo Jin'in
annesine. İkisi de birbirini deli gibi seviyordu ama bunu birbirlerine hiçbir
zaman itiraf edemediler. Amcan anneme onu sevdiğini ve evlenmek istediğini
söyleyince bütün ev ayaklanmıştı. Bir yandan babam bir yandan annem,


yıkıp geçmişlerdi abimin hayallarini.





Sonunda ailesini ezip geçmek ve Jin Kyong ile evlenmek için onun evine
gitti. Gittiğinde sevdiği kadın gelinlikle başka bir adamın koluna girmişti.
Aslında o adamda yabancı değildi, abimin uzun yıllar yanında çalıştırdığı en
iyi adamı ve en yakın arkadaşıydı.





Geçen yıl öğrendim ki, Jin Kyong aslında hep abimi sevmiş. Annemin tehditi
üzerine, ailesine bir zarar gelmesin diye öyle bir yolla abimin kalbinden
çıkmayı istemiş. İyi mi etti bilmiyorum ama abimin içindeki tüm aşkı aldı. Abim
ondan sonra hiçbir kadına öyle bakmadı. Bu yüzden hiç evlenmedi. Soo Jin'i de
bu yüzden kabul etmiyor ve etmeyecekte. Gerekirse elimizdeki tüm varlığı alacak
ve bizi paramparça edecek ama yine de birlikte olmanıza izin vermeyecek."





Woo Joon, duyduklarından sonra paramparça olmuş kalbine götürdü elini.
Dişlerini iyice sıktıktan sonra gözlerini yumdu ve "Gerekirse elimdeki her
şeyi alsın! Ben yine de ondan vazgeçmeyeceğim. Onu hiç bırakmayacağım. Bunu sen
istedin baba ve sonuçlarına da senin katlanman gerekiyor. Bizim değil!"
diye bağırdı tüm gücüyle.





"Soo Jin'in annesi Busan'da kanser tedavisi görüyor. Geçen sene onun
yanına gittim ve bana 'Soo Jin'ime sahip çık' dedi. Onu uyduruk bir bahaneyle
buraya getirmek istemedim. Gelinim olarak girmesini istedim bu eve. Sakın bunu
ona söyleme! Ben elimden geleni yapacağım sizin için. Dediğin gibi, sonuçlarına
da benim katlanmam gerek, sizin değil. Siz sadece birbirinize tutunun ve sen
asla Soo Jin'i bırakma!"








~~~~~~








"Ne olur affet beni Eun Joo."





Eun Joo şaşkınlığını yüzüne vurmamak için dilini yanaklarında gezdirmeye
başladı. Gözlerini uzun süre tavana diktikten sonra yutkundu ve Sung Mo'ya
yaklaşarak "Ben sana ne zaman küstüm ki? Şey... Sabahı diyorsan... O
sadece, sadece hıncımı birinden çıkartıyordum. O da sen oldun." dedi
utangaç bir gülümseme ile.





Genç adam sevinçten doğru düzgün nefes bile alamıyordu. Aklına gelen ilk
şeyi yaptı ve Eun Joo'nun bedenini kolları arasına aldı.


"Aşkım seni çok, çok ama çok seviyorum."





"Bir daha söyle, aşkım." Genç kız hevesle genç adamın suratına
baktı ve ondan tekrarlamsını istedi ama Sung Mo ona hafızasını yeni kaybetmiş
biri gibi bakıyordu. "Neyi, aşkım?"





Sung Mo ya gerçekten saftı, ya da saf numarasını herkese çok iyi
yutturuyordu. Genç kız söyleyecek bir şey bulamıyordu, sadece öfkeli gözleriyle
Sung Mo'ya bakıyordu. Dilini hafifçe oynattı, bir şey söylemek için
hazırlanıyordu ama çalan kapı buna mani olmuştu.





Açılan kapıyla iki kişi içeri girmişti. Biri evin en gözde koltuğuyla aynı
renge sahip olan göz çevresiyle Soo Jin'di. Diğeri ise gözlerini kısarak Soo
Jin'e dikkatle bakan Tae Sun'du.








# Geriye Bakış #








Soo Jin gözyaşlarını akıttığı zemine bakarak merdivenleri çıkmaya
çalışıyordu. Tutunduğu bütün dallar neredeyse yıkılmıştı, bu yüzden merdivenin
tutanaklarını sıkıca tutuyordu. O da elinden uçacakmış gibi sıkıyordu
demirleri.





Her adım atıtığında 'Yeter bu kadar ağladığım' diyordu içinden ama
tutamıyordu kendini. Birden arkasından gelen sesle gözlerini arkaya çevirdi.
"Soo Jin iyi misin?"





Tae Sun şaşkınlık içinde gözlerini Soo Jin'e dikmişti. 'Dünyadaki en güç
kız' diye nitelendirdiği kız şimdi karşısında hüngür hüngür ağlıyordu. Onun
gözünden akan her damla genç adamın kalbin, yaraya basılan tuz gibi acı
veriyordu.





"Ben.." Genç kız kazağının koluyla gözlerindeki yaşları silmeye
çalışırken bir yandan da sözlerine devam etmek için kendini zorluyordu.
"Ben... Hiç iyi değilim. Tae Sun, canım çok yanıyor."





Genç kız çantayı yavaşça yere bıraktıktan sonra kendisi de aynı hızla yere
çömeldi. "Neden bir günüm bile huzur içinde geçmiyor?"





O bunları söylerken Tae Sun'da içinden 'Ji Hye haklı mı? Onu gerçekten
seviyor muyum? Sevi.. Seviyorum galiba." diye sayıklıyordu. O da Soo
Jin'in yanına eğildi ve parmaklarını, kafasını onun göğsüne yaslayan kızın
saçları arasında gezdirmeye başladı. İşte şimdi anlıyordu aşkının şiddetini,
sanki Soo Jin'e dokununca ölçülmüştü tüm değerler. Yanlış çıkması imkansızdı,
değil mi?








# Geriye Bakış - Son #








"Canım, iyi misin bir tanem?" Ah Jung koşar adımlarla Soo Jin'in
yanına geldi ve telaşlı gözlerini onun yüzün dikti.





Arkadaşlığın gücünü göstermenin vakti gelmişti şimdi.





Ya bir fenerdi arkadaşlık; sadece ihtiyacın olduğu zaman gelir yanına ve
tamamen yapaydır.





Ya da bir yıldızdır arkadaşlık; her karanlık çöktüğünde, sen istemesen bile,
yanındadır ve daima sana yol gösterir. Hayat rehberin ve biricik yoldaşın olur.








34. Bölüm Sonu





********





Yeni bölüm söz verdiğimden gecikti farkındayım ama dün hastede geçti tüm
vaktim ve o yüzden yazamadım. Hızlı bir şekilde geçirdim bilgisayara ve kontrol
etme fırsatım olmadı. Yanlışım varsa özür dilerim. Finale çok yaklaştık, ben
finali çiftlere ayrı olarak yapmak istiyorum. Her çifte bir bölüm şeklinde de olabilir.
Tabii bu o zamanki duruma bağlı. Umarım öyle yapabilirim, iyi okumalar
hepinize. ♥
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Ekim 12, 2011 5:25 pm

Yazar: Demet Hancı





Tür:Romantik - Komedi - Okul








35. Bölüm





Woo Joon, kendinden hiç de emin olmayan adımlarını merdivenlerin
basamaklarında bir o yana, bir bu yana sallıyordu. Şimdi ne diyecekti Soo
Jin'e? Nasıl bakacaktı genç kızın yüzüne?





En iyisi yarın sabah sakin kafayla konuşmak diye düşünen genç adam
adımlarını kendi evlerine çevirdi ve anahtarı kilite doğru götürdü. Arkasından
gelen kapı sesiyle arkasını dönmeye teşebbüs eden Woo Joon, kafasına yediği
darbeyle kalmıştı. "Ya! Ah Jung, neden bana vuruyorsun?"





"Pis serseri, gevelemeyi bırak! Ne yaptın kıza söyle! Yoksa bu sefer
gözünü oymayı


planlıyorum."





"Ne kızı, ne yapmışım yine?"





Ah Jung ellerini beline koydu ve ateş saçan gözlerini Woo Joon'a yaklaştırarak
"Soo Jin niye ağlıyordu, şapşal şey!" diye bağırdı tüm gücüyle.





Genç adam neler olduğunu şimdi anlıyordu. Demek bu kadar mühimdi Soo Jin
için. Ama şimdi her şeyi söylemek onu daha çok yıpratacaktı. Woo Joon
kararlıydı, her şeyin bir zamanı vardı.





"Ben onunla konuşup halledeceğim. Sen araya girme!" diyerek evin
kapısına dönen genç adam, tekrar kafasına yediği darbeyle kıvranmaya başladı.
Ah Jung bu sefer daha sert vurmuştu. Sert ve acımasızca...





"Doğru söyle, aldattın mı kızı yoksa? Eğer ki öyle bir şey yaptıysan,
seni köprüden aşağıya sarkıtırım haberin olsun. Haberin olsun diye söylüyorum,
bağladığım ipler hiç sağlam değildir. Bir anda kendini soğuk sularla
kucaklaşırken bulabilirsin."





"Saçmalama Ah Jung! Sadece amcam, Soo Jin'i pek hoş karşılamadı o
kadar."





Genç kızın gözlerindeki şüphe artık kalkmıştı. "İyi, o zaman amcana
benden selam söyle. Adımlarına dikkat etsin!" Ah Jung konuşmasını bitirir
bitirmez kendini evlerinin kapısından içeri attı. Arkasından kısık sesle
söylenenleri de duyamamıştı genç kız. "Chae Min'e acımak gelmiyor içimden,
ne de olsa kendi kaşındı. Umarım bu kızı aldatmaz, aksi taktirde arkadaşımın
aslanlara yem olarak atılmasını izleyemem!"





'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.'.





Hyun Soo, elini saçlarını geriye doğru itmek için kullandıktan sonra abisine
pür dikkat bakmaya devam etti.





"Benim cevabım net ve kesin. Bu işe asla izin vermeyeceğim. Sen onların
evlenmesi için bir adım atarsan, ben iki adım atarım ama sana karşı! Woo Joon
istesin istemesin, umurumda değil. Belli ki onuda kandırmışlar ama ben kanmam.
O kadın beni yüz üstü bıraktı, bende aynısını onun kızına yapacağım, anladın
mı?" diye tüm gücüyle bağırdı Bay Choi karşısında sessizce onu izleyen
kardeşine.





Hyun Soo ise artık sus pus olup oturmak yerine konuşmayı tercih etti.
"Abi, böyle yaparak hiçbir yere varamazsın! Woo Joon o kızı çok seviyor,
anlasana."





Abiliğin vermiş olduğu olgun tavırlarla kardeşini göz ucuyla süzdü Bay Choi,
elini kardeşinin dizine koydu ve gülümseyerek "Zamanla her şeyi unutur.
Sen merak etme." dedikten sonra koltuğuna geri yaslandı.





°•°•°•°•°•°•°•°





Char Min uzun süre çaldığı ama kimsenin açmadığı kapıya sonunda sert bir
tekmeyle


karşılık verdi. Bu tepkiyle kapı aniden açılmıştı.





"Ya! Evi başımıza yıkmaya mı çalışıyorsun?"





"Ha- Hayır, sadece... Özür dilerim, kapı için." diyerek boynunu
hafifçe yere eğdi genç adam.





Utangaç tavırlarla eliyle saçlarını bastırırken Ah Jung'un yüzüne bakmaya
cesaret edemiyordu.





"Soo- Soo Jin iyi mi? Hala ağlıyor mu?"





"Seni Woo Joon'mu yolladı? Eğer öyleyse, git ona söyle Soo Jin ağlamaya
devam ederse, onu öldürmeye geleceğim." diye bağırdıktan hemen sonra
kapıyı sertçe Chae Min'in suratına kapattı.





Genç adam kapıyla buluşan suratını kapıdan uzaklaştırdı ve sakin olmaya
çalışarak kendi kendine söylenmeye başladı.





"Neden hep bana çatıyor? Neden arada kalan hep ben oluyorum?
Neden?"





°•°•°•°•°•°•°





Balkondan çıkan genç adamın gözleri, koltukta fır dönerek uyuyan kardeşine
kaymıştı.





"Ya! Uyan, seni sersem yaratık! Sung Mo!" diye bağırmanın bir
faydası olmayacağını bildiğinden kardeşini bir tekmeyle yere serdi genç adam.





Yerde kıvranan kardeşine ukala sırıtışını gösterdikten sonra onun yanına
çömeldi Woo


Joon. Sung Mo ise hala gözlerini açmaya çalışıyordu.





"Sen ne biçim bir kardeşsin? Tam da doğum başlamıştı." diyerek
oflamaya başlayan Sung Mo'yu kendine getiren Woo Joon'dan gelen sert darbe
olmuştu.





Woo Joon, kardeşinin kafasına vurduktan sonra küçük bir kahkaha attı ve
"Yoksa rüyanda doğuruyor muydun?" diye sordu yüksek sesle.





"Saçmala! Eun Joo sokakta doğuruyordu sadece. Ama iyi ki uyandırmışsın,
o bağırdıkça benim içim parçalanıyordu. Oh, korkunç..."





Woo Joon çömeldiği yerden, kardeşinin kafasından destek alarak kalktı ve üzerindeki
tişörtü düzelterek "Ben biraz hava alacağım. Sen de git odanda uyu, benin
koltuğumu pisletme!" diye bağırdıktan sonra, kapıyı sert bir şekilde
çarparak çıktı.








°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°








Woo Joon, küçüklüğünden beri hep sevdiği sahillerde gezerken bütün kötü
düşünceleri kafasından atardı. Şimdi, o sahillerden birindeydi genç adam. Huzur
içinde nefes alıp olanları unutmaya çalışıyordu.





Güneşin batışını izleyen gözleri git gide kısılıyordu genç adamın. Güneş
artık tamamen batmıştı. Woo Joon'un ise, kabus gibi bir günü geride bırakmıştı.





Genç adamın, önce denize sonrada bankta tek başına oturup telelefonla
konuşan kıza takılan gözleri yine bir kısılma eylemine girişmişti. "Soo
Jin..." dedi kısık bir sesle ve bankta oturan kızın yanına yaklaştı.





Haklıydı, o kız gerçektende Soo Jin'di. Ama Woo Joon'u görünce elindeki
telefonu hızla kapatıp, nemli gözlerini genç adama çevirmişti.





"Soo Jin... Sen neden buradasın?" diyerek kendisine, bir bebek
kadar masum bakışlar atan Soo Jin'in yanına oturdu genç adam.





Genç kız donuk suratını denize çevirdi ve gözyaşlarına engel olmak adına
derin bir nefes aldı. Ellerini dizlerinin üzerinde, ne yapacağını bilmezcesine,
ileri geri getirip götürdü.





"Sadece temiz hava alıyordum." diyerek dişlerini sıkmaya devam
etti genç kız.





"İyi... Kiminle konuşuyordun?"





Soo Jin gözlerini cebindeki telefona dikti ve "Amcanla..." dedi
sol gözünden düşen yaşla birlikte.





Woo Joon yaslandığı banktan hızla doğruldu. "Ne konuştunuz? Ne
dedi?"





"Ne mi konuştuk? O... Her şeyi... Her şeyi anlattı. Babanın o mükemmel
planını ve senin katkılarını..." diyerek istemsizce gülümsedi genç kız.





Woo Joon zorlukla yutkundu ve kelimeleri bir araya getirmeye çalıştı.
"Soo Jin... Bak... Her şey babam yüzün-" Ama başaramadı, çünkü Soo
Jin öfkeyle yerinden kalktı ve genç adamın sözünü sert bir şekilde kesti.





"Bu mu? Sadece bunu mu söylüyorsun? Yalan de! Gerçek değil de! Bir şey
de... Lütfen..."





"Özür dilerim..." Woo Joon, genç kızın yüzüne bile bakamıyordu.
Ama Soo Jin'in bu tepkisi çok fazla değil miydi? Woo Joon ondan daha anlayışlı
ve sakin olmasını beklerdi. Bu tepki çok fazlaydı. Neden...





Soo Jin, gözünden dökülen yaşı, elindeki şalı, kalbindeki yarayı da alarak
Woo Joon'un yanından kalktı. Ne gözlerini doğru düzgün açıyor, ne de düzgünce
yürüyebiliyordu.





Woo Joon sadece Soo Jin'in arkasından bakıyordu. Onun arabaların arasından
tehlikeli geçişlerini endişeyle izliyordu. Ama yanına gidemiyordu. Genç adam
hala Soo Jin'in tepkisinin şokundaydı.








°•°•°•° Ertesi Gün °•°•°•°








"Ya! Açın şu kapıyı! Ya!" diye bağırarak karşı evin kapısını daha
hızlı tekmelemeye başladı genç kız. Yüzünü kaplayan endişe ve korku; uykulu
görünümünü tamamen yok etmişti. "Ya! Uyansanıza!"





Woo Joon gözlerini ovalayarak kapıyı açtığında Ah Jung'u görmenin verdiği
şokla bir adım geriledi. "Ne var, sabah sabah..."





"Soo Jin evde yok."





35. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Ekim 12, 2011 5:25 pm

36. Bölüm (1.Kısım)








"Soo Jin evde yok."








Woo Joon bir of çektikten sonra Ah Jung'a yaklaştı ve "Okula erken
gitmiştir." diyerek gülümsedi. Ama dün olanlar hatırlayınca bir telaş aldı
genç adam. "Nasıl yok? İyice baktın mı?"





"Gitmiş..." dedi ve gözlerinin dolmasına izin verdi genç kız.
"Bavulunuda, eşyalarınıda alıp... Gitmiş... Mektup bile yazmış."





Woo Joon şaşkınlıktan bir süre afalladı. "Ne mektubu? Nasıl... Nereye
gitmiş?"





"Bakkala giderken mektup yazacak değil ya! Sen ne salaksın! Anlasana
bizi terketmiş." Ah Jung nemli gözlerini umursamadan tüm gücüyle genç
adamın yüzüne kükremeye başladı. "Mektupta nereye gittiğini yazmamış ama
senin yüzünden olduğu belli. Hepsi senin yüzünden oldu. Sen olmasaydİn bunların
hiçbiri olmazdı. Şimdi git bul onu!"





°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°





Woo Joon, kahverengi kapıyı sertçe kapatarak masanın yanına diz çöktü. Gözlerinin
önünde duran, insanı bayan bir rengin hakim olduğu, düz sade zarfa iç çekerek
elini uzattı. Beyninde, bir mağaradaki çığlık sesleri gibi yankılanan iç sesini
reddedercesine açtı zarfı genç adam. Sinirden kıpkırmızı olmuş gözlerini biraz
daha açtı ve ona, oldukları yerde dans ediyormuş gibi gelen harfleri bir bütün
haline getirmeye başladı.





"Üzgün müyüm, bilmiyorum. Belki de içimi kaplayan nefret sana olan
bütün sevgimi alıp götürmüştür. Benim son iki günde neler çektiğimi gördüğünü
sansan da, hiçbir şey görmedin aslında. Gitmemin nedenini anlaman için beni
gerçekten sevmen gerekirdi, ya da bana beni sevdiğin yalanını söylememen... Ben
'her şeyi biliyorum' derken, senin yüzünde hiç pişmanlık görmedim. Sadece
üzgündün, tüm bu olanlar için sadece ve sadece üzgündün... Arkadaşlarımla daha
vakit geçiremeyecek olmak benim için yeteri kadar zorken, senin bende
bıraktığın yaradan daha fazla acıtamaz bu. Emin ol ki... Gitmem herkesin
faydasına... Beni sevdiysen eğer, unut her şeyi. Sevmediysen, her şeyi unutmak
daha kolay olur senin için. Ben, seni unutacağıma söz veriyorum. Seni unutup,
yeni bir hayat kurucağım ve adını bir daha anmayacağım. Adını duyduğumda
gözlerimden yaş boşalmayacak artık. Seni tanımadan önce olduğum gibi; sert,
güçlü, yenilmez ve hırçın bir kız olacağım. Gidiyorum diye beni aramaya kalkma,
çünkü hiçbir iz bulamayacaksın. Hoşçakal..."





Woo Joon, dişlerinin arasına koyduğu elini biraz daha ısırdı, hıçkırıklarla
gözlerinden süzülen yaşların akmasına izin veriyordu genç adam.





"Neden?"Ağzını yırtarcasına açmış, damarlarının kırmızı yüzünde
belirip belirmediğini umursamıyordu artık. Gözüne kestirdiği ilk şeyi, masanın
üzerindeki siyah kutuyu, elinin tersiyle yere savurdu. Elleriyle yüzünü
sıvazlarken yerdeki kutudan dökülenler takılmıştı gözüne Woo Joon'un.





Kalpli gümüş bir kolye, yarısı dolu bir paket yapıştırıcı, piknikte sınıfça
çekilen bir kaç fotoğraf, Woo Joon'un Soo Jin'e zorla aldığı beyaz elbise...





Woo Joon kutuyu havaya kaldırıp içini iyice boşalttı. Ama içinde başka bir
şey yoktu.





"Soo Jin..."








°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°








Genç kız içtiği sakinleştiricinin etkisinin geçtiğini az biraz
hissedebiliyordu. Bavulunu yasladığı banka sığınmıştı ve etraftaki telaşlı
insanları izleyip kendi acısını unutmaya çalışıyordu.





Elindeki su şişesinden son bir yudum aldıktan sonra, şişeyi çantasına
yerleştirdi Soo Jin. Derin bir nefes aldıktan sonra da kafasını geriye doğru
yasladı genç kız. Ama gözlerini kapatamıyordu, çünkü kapattığında Woo Joon'un
ona gülümseyen suratını görmek çok acı veriyordu. Verdiği kararın çok ani
olduğunu gayet iyi bilsede, ilk defa kendisi için bir şey yapmış olmanın
asiliğini üzerinde taşıyordu genç kız ve bu yüzden de geri dönme düşüncesini
çoktan unutmuştu.








°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°








"Soo Jin'e ne yaptın? Nereye kaçırdın onu?" diye bağırarak girdiği
odada amcasının pişkin suratıyla karşılaşacağını biliyordu Woo Joon.





Bay Choi, önünde öfkeden kuduran Woo Joon'a göre oldukça sakindi. Hatta genç
adamın önüne fırlattığı mektuba bakarken bile yüzünde utanmaz bir gülümseme
vardı Bay Choi'un. "Bu ne mektubu? Yoksa bana mı yazdın?"





"Dalga geçmeyi bırak! Onu nereye sakladın; nereye kaçırdın,
söyle!" Woo Joon'un neredeyse tenini delecek olan damarları daha da
kızarık gözüküyordu. Ellerini amcasının önündeki cam masaya dayadı ve
"Lütfen söyle..." dedi dolan gözlerini yere devirirken.








Yaşlı adam, önüne fırlatılan mektubu havaya kaldırdı ve göz ucuyla okumaya
başladı. Mektubu cam masanın üzerine koyarken sesli kahkahalar atıyordu Bay
Choi.





Kahkaha sesleri ise Woo Joon'un beynini bir kurşun gibi delip geçiyordu.
Genç adam elini başına getirip gözlerini kapatınca, amcası şen kahkahaları bir
kenara bırakıp konuşmaya başladı.





"Sevgilin seni terk etmiş ve sen hesabını benden soruyorsun, öyle mi?
Bu kadar aptal olma Woo Joon, kız resmen senden ayrılmak için bahane arıyormuş.
Ona sadece aşkınızın babanın bir planı olduğunu söyledim. Ama o, bunu bile bir
ayrılık sebebi olarak gösterip, senden kaçmış. Kim bilir kiminle birlik-"





Woo Joon, var gücüyle elini cam masanın tam ortasına yönlendirdi. Kırılan
camdan düşen parçalar Woo Joon'un canına saplanıyordu sanki. Siyah halıya
saplanan cam parçalarının uysallığı asla bir kez daha parçalanamazdı. Çünkü
onlar halıya sığınmışlardı. Tıpkı Woo Joon'un Soo Jin'e saplanan kalbi gibi...





"Sus! Yeter, dinlemek istemiyorum."





"Gerçekler acıdır ama Soo Jin'in sana attığı kazık bana oldukça
gerçekçi gözüktü. Seni unutan birini sen niye unutmayasın ki? Kendini toparla
ve unut her şeyi. Yakında Japonya'daki şirketin başına geçeceksin. Okulunu da
orada tamamlayacaksın. Anladın mı beni?" diyerek ciddi bir ifade takındı
suratına yaşlı adam.





Woo Joon, amcasına aşağılayıcı bir bakış attıktan sonra acıyla kahkaha attı.
"Gerçek yüzün bu demek ki. Bu kadar alçalacağın hiç aklıma gelmezdi. Beni
ondan böyle saçma bir yalanla ayırabileceğini mi sanıyorsun? Onu..." Genç
adam duraksadı, ağzına almak istemediği bir kelimeyi söylemek onun için çok
güçtü ama yine de zorladı kendini. "Onu unutacağımı mı sanıyorsun? Böyle
bir şeyi asla düşünme! Çünkü ben, onu hangi deliğe soktuğunu bulup onu
kurtaracağım. Sen de kendinden utansan, iyi edersin. Zavallı bir kadının
kendinden çok değer verdiği biricik kızına, böylesine pis tuzaklar kurduğun
için... Utan kendinden!"





Woo Joon, odanın demir kulpuna uzanan elini; amcasının güçlü sesini duyunca
geri çekmek zorunda kaldı.





"Az önce bir telefon aldım. Soo Jin'in bir saat önce gittiği hava
alanındandı. Soo Jin'in gittiği uçağa Tae Sun'da bilet almış. Şuan da ikisi de
aynı uçakta ve belki de en yakın arkadaşın ile sevdiğin kız... Uzun zamandır
birlikte olabiler." Yaşlı adamı sesindeki boğukluk; Woo Joon'un söylemek
istediklerinin boğazına dizilmesine sebep olmuştu. Sadece "Sus"
diyebilmişti. Kendini toparladığında ise onların nereye gittiklerini sormuştu
ama amcası ona cevap vermek yerine korumaları çağırıp genç adamı evden
attırtmıştı.








°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°








Genç kız, yapılan anonsla birlikte yerinden kalktı ve hayatını tamamıyla değiştirecek
olan uçağın kapısına doğru yürümeye başladı. Bu adımlar, yer sanki genç kızın
ayağının altından kayacak gibi sağlam atılıyordu. Kontrollü olan bu adımlarda
beş dakika sonra karşılaşacağı genç adamdan haberdar değildi.








Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Ekim 12, 2011 5:26 pm

Kızların Egemenliği
- 36. Bölüm - 2. Kısım












------------





Yazar: Demet
Hancı









36. Bölüm -
2. Kısım






Genç kız
uçağa bindikten kısa bir süre sonra kendini koltuğuna yaslanır halde bulmuştu.
Derin bir nefes alarak gözlerini yumdu ve uyumak için beklemeye başladı. Yanına
birisinin oturduğunu hissedebiliyordu ama kimin oturduğuna bakmak için hiç gücü
yoktu.






"Selam."





Soo Jin, bu
kelimeyi yanındaki gencin tanışma çabası olarak değerlendirdi ve hiç cevap
vermedi. Ses her ne kadar tanıdıkta olsa genç kız gözlerini açmaya cesaret
edemedi. Birden dizlerinin üzerine koyduğu elinde bir el hissetti. Bastığı
toprak sallanmış gibi birden irkildi Soo Jin. Gözlerini kocaman açarak yerinden
fırladı. Bu Tae Sun'du. Onun elini tutan kişi...






"Senin
ne işin var burada?" diye yüksek bir sesle sitem etti genç kız. Kimsenin
onu bulmaması gerekti, herkesten kurtulmak istiyordu.






Tae Sun,
utangaç bir gülümsemeyle koltuğunda ileri doğru yaklaştı ve "Neden?"
dedi fazla konuşmak istemediğini belli etme çabaları içerisine girerken.






"Seni
ilgilendirmez. Uçak kalmadan insen iyi olur." Soo Jin sesini gereğinden
fazla ciddileştirmişti ama bu ses tonu tam da genç kızın istediği gibiydi.
Hızla yerine oturdu ve tekrar gözlerini kapatarak içinden Tae Sun'un biran önce
gitmesi için dualar etmeye başladı.






Gitmiyordu...





Genç adam
yerinden kalkmak için kılını bile kıpırdatmıyordu.






"Uçak
kalkışa geçti bile. Artık benden kurtuluşun yok. Bundan sonra hep beraber
olacağız. Sen ve ben..."






"Saçmalama,
ben asla seninle olmayacağım Tae Sun. Kafandakileri silip atsan iyi olur. Madem
uçak kalktı; Amerika'ya gidince sen yoluna gidersin, ben de kendi
yoluma..."









°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°








"Ah
Jung, lütfen ağlama. Seni böyle görmeye alışık değilim." diyemiyordu Chae
Min. O cesareti bulamıyordu kendinde. Ah Jung'un yanında çaresizce ağlaması
onun canını kızgın bir ateş gibi yakıyordu. Elini uzatsa yakalayabileceği bir
yerde dursa da genç kız; Chae Min için hala aralarında taşla örülen bir duvar
vardı. Ya da genç adamın yüzüne kapanan bir çelik kapıydı, tenlerinin
buluşmasına engel olan.






Genç kız
hıçkırıklarıyla birlikte gelen gözyaşlarına engel olmakta zorlanıyordu. En
yakın arkadaşı onu yapayalnız bırakıp gitmişti. Üstelik boş bir emel uğruna.
Neydi ki emeli; Woo Joon'dan uzaklaşmak mı, yoksa kendinden uzaklaşmak mı?






"O
gelecek, değil mi? O sersem herif, Soo Jin'i geri getirecek, değil mi?"
Genç kız ağlamaktan kızarmış gözlerindeki son umutla Chae Min'e, yalvarırcasına
sorular soruyordu. Ama yanıtlar genç adamın boğazında düğümleniyordu. Sevdiği
kızı teselli bile edemiyordu. On dakika önce Woo Joon ile telefonda
konuştuğunda her şeyi yarım yamalak anlamıştı Chae Min. Ama Soo Jin'in temelli
gittiğini Ah Jung'a nasıl söyleyebilirdi? Buna ne kalbi izin verirdi, ne de
dili varırdı söylemeye. Çaresizdi...






Ah Jung
içindeki son umudu yaşatmak adına kendi kendine tekrarlıyordu: "Evet,
gelecek. O gelecek ve biz hayatımıza devam edeceğiz. Bana söz vermişti, benim
sadıcım o olacaktı. Gelecek, kesin gelecek." Boğazından iple asılı olan
bir suçlunun ölmeden son çırpınışları gibiydi genç kızın bu sessiz çığlıkları.
Tiz ve sessiz, son derece çaresiz ama umutlu; dıştan güçlü ama içten kırılmış,
parçalanmış, terk edilmiş... Yalnızlığa mahkum edilmiş ama yalnız değildi Ah
Jung.






Chae Min,
sevdiği kızın çırpınışlarını izlemekten bitkin düşmüştü. Ah Jung'u kolları
arasına aldı ve nemli gözlerini birbirine iyice yumarak "O gitti Ah Jung,
bir daha gelmeyecek. Gitti..." dedi, kolları arasındaki güçlü bedeni biraz
daha sıkarken. "Bundan sonra ben varım. Sen ve ben... Biz varız. Ben seni
hiç bırakmayacağım. Sen de beni bırakma lütfen. Bana da, Soo Jin'in sana
yaptığını yapma."






Genç kız
gözlerini iyice yumdu, yalnızlık duygusunun uçup gittiğini biraz da olsa
hissediyordu.






Bir anda
odanın ortasında, kulakları sağır etmeye hazır bomba kuvvetinde bir ses
belirdi.






"Soo
Jin nerede?"






Ses, Ji
Hye'ye; taranmamış saçlar, bembeyaz surat, kocaman açılmış bir çift göz ona ait
değildi sanki.



°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°Woo
Joon kafasındaki boğucu düşüncelerle, kendini zorlayarak bütün havaalanlarını
gezmişti. Ama hiçbir iz bulamamıştı. Ne Soo Jin, ne de Tae Sun adında bir kayıt
vardı. Bulmak isterdi...






Her şeyi
öğrenmek, içinde her saniye daha da yeşeren o berbat kuşkuyu yok etmek isterdi.
Çünkü biliyordu ki, o kuşkuyu yok edemezse bir daha Soo Jin'in yüzüne
bakamayacaktı. O kuşkunun yeşeren her dalı genç adamın kalbini ihanete uğramış
gibi acıtacaktı. Şu anda Soo Jin'e tüm samimiyetiyle inanan kalbi belki de
yarın paramparça olacaktı. Zamanla onu unutacak, silecekti kalbinden. Gökyüzü
karanlıktı, hiç yıldız yoktu. Siyah ve pürüzsüz... Bu karanlık genç adamın
içini biraz daha karartmış, nefesini neredeyse kesmişti. Havayı içine çekmeyi
unuttuğu gibi önüne bakmayıda unutuyordu.Ağır adımlarla, oturduğu binanın
bulunduğu sokakta boş bakışlarla, ölü gibi sürükleniyordu. Doğru, buna yürümek
değil sürüklenmek denirdi ancak. Kalbindeki acı, boğazında düğümlenmiş bir kaç
kelime ve normalde çektiğinin yarısı kadar içine cektiği havadan çıkan buhar...
Woo Joon derinden sarsılmıştı.Binanın önüne geldiğinde elini demir kapıya
dayadı. Sanki sakinleştirici içmiş gibiydi. Solgun ve bitkindi, elini kolunu
nereye koyacağını tam olarak kestiremiyordu. Duvara dayamak istediği elini
demir kapıya yaslamıştı. Bedeni kontrolü dışında hareket ediyordu.Yine ağır
adımlarla, meedivenleri düşe kalka çıktı. Uzun bir süre evin kapısını çaldı ama
açan olmadı. Hepsi Ah Jung'lardaydı. Durdu, düşündü bir süre ve gözlerini
sıkıca kapatarak güçlü bir çıglıkla beraber kapıya bir tekke
attı."Neden?"°•°•°•° 3 Yıl Sonra °•°•°•°



·












20'li yaşlardaki güzel ve alımlı kızın pürüzsüz teni,
yanındaki genç adamda büyük bir arzu uyandırıyordu. Genç kız uzun saçlarını
geriye doğru itti ve dudaklarını büzerek "Daha önce de söylediğim gibi;
ben o gelmeden evlenmem!" dedi ve bedenini oturduğu siyah koltuğun yumuşak
yüzeyine yasladı.






"Aşkım, lütfen böyle yapma. Tam bit senedir,
evlenmek için onu arıyorum ama izine rastlayamadım. Üstelik o da yetmezmiş gibi
Tae Sun ve Woo Joon'dan da haber alamıyorum. Tae Sun, Soo Jin'le gitti ve Woo
Joon'da Japonya'ya... İşlere o kadar kaptırmış ki kendini, telefonlarıma yanıt
bile vermiyor." diye sitek etmeye kesti genç adam ve konuşmasına yüksek
sesle devam etti. "Ah, çıldıracağım. Sana evlenme teklifi edeli tam bir
sene oldu." Chae Min ofladı ve hızla ayağa kalkarak Ah Jung'a öfkeli ama
sevimle bir bakış attı. Ona kızamıyordu.






Ah Jung'da ayağa kalkarak genç adamın yanına yaklaştı.





"Of, bilmiyorum. Aslında bildiğim tek şey; O
gelmeden asla..." Genç kız duraksadı, bundn sonraki konuşmasına daha güçlü
ve kararlı bir ses tonuyla devam etti. "Evlenmem, anladın mı? O gelmezse
hiçbir güç beni evlendiremez. Sok bunu kafana! Vücudumu incelemeyi de kes! Bir
daha bana öyle bakarsan söz yüzüğünü uçurumdan aşağıya atarım ama seninle
birlikte."






Ah Jung burnundan soluyordu adeta, koşar arımlarla
odadan ayrılırken son kez dönüp Chae Min'e bakmadı bile.






"Ah Jung, saçmalama! Ben sana hiç öyle bakar
mıyım? Kalbimi kırıyorsun."






Ah Jung duraksadı ve arkasından onu takip eden Chae
Min'e elindeki siyah çantayı fırlatarak "Kafana kırmamı istemiyorsan,
sus!" diye bağırdı.









°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°








"Sung Mo, lütfen yardım et. 'Soo Jin gelmeden
evlenmem' diye tutturdu. Woo Joon'un bulamadığı kızı ben nasıl bulayım?"
diyerek telefonu diğer eline aldı Chae Min. Sesi acınası ama rahatsız ediciydi.






Sung Mo iç çekti ve telefondaki sesle zorlu bir
sohbete girişti. "Bilmiyorum, Chae Min. Sadece Eun Joo'nun düğün için
benden böyle bir şey istememiş olduğunu düşünerek rahatlıyorum. Zaten şu an
doğuma odaklanmış durumdayım. 'Soo Jin gelmeden doğurmam' diyecek hali yok
ya."






Chae Min salondaki siyah koltuğa attı kendini.
"Ah, onu bulmak zor olacak ama yapmak zorundayım. Ah Jung bir şeyi
kafasına koduysa yapar." dedi ve içtenlikle gülümsedi Chae Min.
"Minik prensesin doğumuna ne kadar kaldı? Çok bekletmesin bizi. Amcası onu
sabırla bekliyor, söyle ona. Çabuk gelsin, belki Ah Jung onu görünce birden
evlenmek ister. Gerçi Eun Joo'nun karnına bakınca nasıl lorktuğunu
hissedebiliyorum. Ondan iyi bir anne olacağı konusunda kafamda bazı soru
işaretleri var. Otoriter bir anne..."






Chae Min, kendisinin yapamadığını yaptığı için Sung
Mo'ya hayran kalıyordu. Ah Jung'a evlenme teklifi ettiğinde, Eun Jo ve Sung Mo
yeni evliydi. Şimdi onlar bir bebek bekliyorlardı ama Chae Min'ler tek bir adım
bile atamamıştı. Kutlama partisi ve annesinin düğün alışverişleri hiçbir şey
ifade etmezdi; Ah Jung 'evlenmem' dedikten sonra. Belki bu evlilik de Ah Jung'un
keçi inadı yüzünden bir süre daha rafa kaldırılacaktı.









Bu üç yıl herkesi çok değiştirmişti. Hayatları,
kişlikleri, yakınlıkları ve sevdikleri... Kimi unutulmuş, kimi de unutulmaya
yüz tutmuştu. Kimi unutmak, kimi unutulmak için yalvarıyordu her gece.
Kimilerinin kalbi, uzaklığı umursamazcasına birbiri için atıyordu. Ama onlar
bile bunun farkında değildi.






Her şey değişti! Ama kalpler asla unutmaz eskileri.
Unutamaz...









36. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Ekim 12, 2011 5:26 pm

Yazar: Demet Hancı





37. Bölüm





Bu üç yıl onları çok değiştirmişti...





Ah Jung, eskisinden daha alımlı ve güzel; eskisinden daha ılımlı ve sakin
bir kız olmuştu. Sert tavırları neredeyse yok olmuştu. Ama inatçılığından
hiçbir şey kaybetmemişti. Ne de olsa, inatçılığı Soo Jin'den ona emanetti.





Eun Joo, bir buçuk sene önce muhteşem bir kır düğünüyle evlenmiş, şimdş ise
bir bebek bekliyordu. Sekiz aylık hamileydi. Sung Mo'nun ailesi yani Bay ve
Bayan Choi ile birlikte yaşıyordu. Bayan Choi neredeyse her sabah yürüyüşe
çıkıyorum bahanesi ile dışarı çıkıp ilk torunu için kıyafetler alıyordu.





Minik prensesin odası bile hazırdı. Sung Mo ile Eun Joo'nun yatak odasının
yanındaki, üzerinde "welcome" yazısı olan beyaz kapılı odaydı. Pembe
ve kırmızı kalplerle kaplıydı; beyaz çiçekli toz pembe saten perdeler, kalp
şeklindeki gül kurusu, yün bir halı ve kırmızı, zarif bir bebek karyolası...
Odanın köşesindeki gül kurusu, büyük dolapta ise minik prensesin kıyafetleri
vardı. Ama o kadar çoktular ki, bir çoğunu Eun Joo kendi dolabına götürmek
zorunda kalmıştı.





Zaman bu güzel genç kızdan hiç bir şey almamıştı; aksine onu daha da
güzelleştirmişti. Temiz olan kalbi de, temizliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Soo Jin'in eksikliğini ise kalbinin en ücra köşesinde, sessiz hıçkırıklarla
anıyordu.





Ji Hye; o kendini derslerine vermişti. Üniversitedi üçüncü yılıydı ve moda
okumayı tercih etmişti genç kız. Üniversitedeki erkek öğrenciler onu
"okulun en güzel kızı" olarak nitelendirirken; kızlar ise
"sadece biraz zeki" diye geçiştiriyorlardı. Biz buna halk arasında
'kıskançlık' diyoruz.





Tüm sınavları en iyi denilebilecek derecelerle geçerken, tüm okul ona hayran
gözlerle bakıyordu. 'Hem güzel, hem zeki' olan bu genç kız erkekler de öylesine
bir arzu uyandırıyordu ki, okumakta niyeti olmayanlar bile-sırf Ji Hye'ye yakın
olabilmek için- genç kızdan ders vermesini istiyorlardı. Ji Hye, şimdiye kadar
bütün bu teklifleri elinin tersiyle itmişti. Onu görünüşüne göre değil, kalbine
göre değerlendirecek birine ihtiyacı vardı. Dışına değil de, içine bakan bir
adama aşık olmak istiyordu.





Sung Mo kendini eşine adamıştı ama babasının Seul'deki şirketini de pek
ihmal etmiyordu. Bir yandan okuyor, çalışıyor; bir yandan da karısına ve
dünyaya gelecek olan minik kızına karşı kocaman bir sevgi besliyordu.





Chae Min hala Ah Jung'un peşinde koşuyor da diyebiliriz. Çünkü genç kız
resmen onunla oynuyordu. Evlenme teklifini bir lunaparkta, helikopterlerden
dökülen gül yaprakları eşliğinde yapan Chae Min için "Hayır!" cevabı
hiç de kaldırılabilir olmasa da ardından gelen "Şakaydı, kabul ediyorum...
Galiba." yanıtı genç adamın rahat bir nefes almasına yardımcı olmuştu.
Böyle şaka mı olur? Ama şimdi ilgilenmesi gereken daha büyük sorunları vardı. 1
sene öncesinde, yani Ah Jung'a evlenme teklifi ettiği ayda her şey peri masalı
gibi geçmişti. Ama ardından yapılan nişan töreninde Ah Jung'un mikrofonu eline
alıp-tüm konukların önünde- "Soo Jin gelmeden düğün falan yok!" diye
bağırmasıyla kabus başlamıştı. Bir sene, bir sene boyunca bütün delikleri
arayan Chae Min'in önüne hep bir engel çıkmıştı. Birinin engellediği kesindi,
ama kim di?





Tae Sun ve Soo Jin'e gelince; onlar diye bir şey yoktu aslında. Çünkü Soo
Jin, üç yıl boyunca Tae Sun'u hep geri çevirmişti. Ama genç adam hiç bıkmadan
Soo Jin'in çıkış saatlerine yetişiyor ve onunla sohbet etmeye çalışıyordu. Tae
Sun, babasının Amerika'daki araba şirketin başına geçmişti ve işlerinde
gerçektn başarılıydı. Ama bu Soo Jin'i ilgilendirmiyordu. Genç kız sadece
unutmak istiyordu, her şeyi. Ama Tae Sun'u görmesi buna engel oluyordu. O yüzden
genç kız onunla konuşmamaya özen gösteriyordu. Sadece merhabalaşmak bile Tae
Sun'a iyi geliyordu oysa ki.





Woo Joon... O çok değişti. Bu üç yıl en çok onu değiştirdi hatta. Herkes
onun, eski Woo Joon'u bir bavula koyup denize attığını düşünecek duruma
gelmişti. Genç adam sadece bir yıl aramıştı Soo Jin'i. Ama onu ararken, içinde
büyüyen kuşkuya bir türlü son verememişti. Tae Sun'un Amerika'daki şirketin
başına geçtiği haberini duyunca onun Tae Sun ile mutlu olduğunu düşünmüştü. Ama
mektuptakiler... Gerçeği hiçbir zaman anlamamıştı ki zaten, Soo Jin niye
gitmişti? Bunu bile tam olarak bilmiyordu. Ama Soo Jin onu unutacaksa, onun da
mutlu olmaya hakkı vardı. Bu yüzden amcasının Japonya'daki tekstil şirketinin
başına geçti ve eski kimliğini bir ceket gibi çıkarıp attı.





Şımarık, çocuksu, ukala Woo Joon gitmiş; yerini ciddi, az gülen, büyük
idealleri olan genç bir iş adamı almıştı. Kimseyle sohbet etmiyor, eski
arkadaşlarıyla konuşmuyor, söylemek istediklerini çoğunlukla gözleriyle
anlatıyordu. O artık Asya'nın en iyi liderlerinden biriolmaya adaydı. Asya'nın
en genç ve en yetenekli patronu...





Woo Joon'nun bu zorlu karakteriyle yalnızca genç sekreteri Choi Kang Hyun
başa çıkıyordu. Kang Hyun patronundaki gizli kalbi yakından görebiliyordu.





===========





"Ya! Sung Mo, Soo Jin'in okuldan bir arkadaşına ulaştım. Hukuk
fakültesinde okuyormuş. Numarasını bile aldım." Genç adamın sevinç
çığlıkları odanın dört bir yerinde yankılanıyordu. "Artık
evlenebilirim."





"Ya yanlış numaraysa, ya Soo Jin'in değil de bir başkasınınsa? Ya da
Soo Jin gelmeyi reddedecek. Bunları da bir düşün istersen."





Chae Min içindeki patlamaya hazır ateş bir anda bir bardak suyla
söndürülmüştü sanki. "Hemen arıyorum. Ama Soo Jin çıkarsa ve gelmeye ikna
olursa... Minik prensesin adını ben koyacağım." dedi öfkeyle harmanlanmış
bir neşeyle.





Sung Mo adeta dut yemiş bülbüle dönmüştü. O ismi kendisi koymalıydı, bir
zamanların çapkın prensi değil. "Of, ne de olsa Soo Jin asla gelmez. Sen
yine de heveslenme." dedi ve telefonu Char Min'in yüzünr kapadı.Soo Jin'in
gelme ihtimali de vardı.








===================








Chae Min elindeki yırtılmış, ufak kağıda uzunca bir süre büyük bir hevesle
baktı. "Ya, Sung Mo haklıysa?" diye geçirdi içinden.





Gözleri masanın üzerindeki telefona kaydı. Alt dudağını ısırarak
"Hiçbir şey umurumda değil." dedi ve telefonu eline aldı.





Çalıyordu. Ve açıldı...





"Alo?" dedi telefondaki ses, oldukça kibar ve kendinden emindi.





"Soo Jin..."








==================








"Dosyalar hazır mı? diye sorarken siyah takım elbisesinin ceketini
düzeltti genç adam.





Genç sekreter Kang Hyun, boğazını temizledikten hemen sonra ürkek bir
tavırla gülümsedi ve kısık bir sesle "Maalesef, efendim. Dosyalar ancak
yarına hazır olurmuş. Ama, eğer isterseniz ben-" söyleyeceklerini
tamamlayamadan omzunda bir el hissetti. Bu Woo Joon'du. "Sakin ol, alnımda
'insan eti yer' yazmıyor ya. Yarın, hazır olunca incelerim. Başka bir şey yokse
ben çıkıyorum."





"Efendim, bir de size bir davetiye var. Ama biraz garip, yani mektup
gibi. Elle yazılmış, Seul'de olacak bir nikah töreninden bahsediyor. Sürpriz
nikah töreni... Chae Min adıyla gelmiş, soyadı yok. Tanıyor musunuz?"





Woo Joon önce afalladı, sonra da Kang Hyun'ın kendisine uzattığı zarfı
masasının üzerine fırlattı. "Sen onu boşver de, evlilik görüşmesine
gideceğim yer neresi?"








37. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Ekim 12, 2011 5:26 pm

Yazar: Demet Hancı





38. Bölüm








Soo Jin, yine kendisini en iyi takım elbisesiyle karşılamaya gelen Tae Sun'a
selam vermeden elindeki kitapları çantasına yerleştirdi ve genç adamın yanından
hızla geçti. Tae Sun her zaman ki gibi elini cebinden çıkardı ve içtenlikle
gülümseyerek lüks arabasına yöneldi. Soo Jin'in kendisine kızmamış olması bile
bir gelişmeydi onun için.





Soo Jin bir kaç adım attıktan sonra duraksadı ve genç adamın arabasına henüz
binmediğini fark ederek ona seslendi. "Tae Sun, bana ayıracak zamanın var
mı?" Tae Sun gerçekten şaşırmıştı, bunu beklemiyordu. Soo Jin onunla
konuşmuştu.





"Ta... Tabii ki de." dedi gülümseyerek Tae Sun. Gözleri
ışıldıyordu, kalbi ise yerinden çıkacak gibi atıyordu.








================








"Evet, seni dinliyorum." Tae Sun hala içtenlikle gülümsüyordu.
Gereğinden fazla umutlanmıştı.





Soo Jin geldikleri küçük pastanenin dört köşesinde tek tek göz gezdirdikten
sonra derin bir nefes aldı ve "Ben... Ben, yarın Kore'ye dönüyorum."
dedi dizlerinin üzerindeki deri çantayı tırnakları ile delmeye çabalarken.





Tae Sun, üç senedir Soo Jin'den 'Kore' lafı duymamıştı. Bu onun için çok ani
olmuştu, afallamıştı. "Neden... Neden peki?"





"Ah Jung ile ilgili bir problem varmış. Zaten bu hafta dersim yok.
Hem..." diyemeden duraksadı Soo Jin. Onun söyleyemediği şeyler Tae Sun'un
ağzından dökülüyordu.





"Hem Woo Joon'da Japonya'da; onu görmeden gider gelirsin, değil
mi?" dedi genç adam acı acı gülümseyerek. "Onu görmezsen senin için
iyi olur umarım. Hem işini halleder, hem de onu görmezsin. Üç yıldır unutmaya
çalıştığın ilk aşkını... Ne zamana kadar kaçacaksın Soo Jin? Onu unutamadığını
ikimizde biliyoruz. Hala onu seviyorsun sen! Kimi kandırıyorsun, ha?"
diyerek elini masaya sertçe masaya vurdu ve sandalyeyi geriye doğru iterek
ayağa kalktı. "Sen ona gitmelisin Soo Jin. Ondan ayrı olmak; seni senden
alıyor. Sen, sen değilsin. Ona git ve onunla ol! O... O seni hep sevdi, son üç
yıldır benim seni sevdiğim gibi. Deliler gibi..."





Tae Sun konuştukça, Soo Jin'in gözlerine yaşlar doluyordu. Ama genç kız
ağlamamak için tutuyordu kendini. O da, Tae Sun gibi ayağa kalktı ve nemli
gözlerini genç adama dikerek "Biliyorum... Onsuz bir hiçim ama benim de
bir gururum var. Onun bana yaptığından sonra..." diyemeden Tae Sun'un,
kolunu sıkıca tuttuğunu fark etti.





Genç adamın gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. "Ne yapmış o sana? Seni
sevmekten başka? Woo Joon'un amcası sana ne yalanlar söyledi bilmiyorum, ama
sen çok yanılıyorsun." diyerek Soo Jin'in kolunu sertçe yere savurdu genç
adam. Onun da gözleri nemliydi. Her ne kadar Soo Jin'i sevse de, Woo Joon'un
aşkına da tanık olmuştu. Onun Soo Jin için yaptıklarına şahit olmuştu ve
yapacaklarına da inanıyordu. 3 yıl boyunca Soo Jin'in çıkışlarına gelmişti. Her
seferinde de Soo Jin'in yanında bir erkek görmediği için sevinmişti. O sadece
Soo Jin'in biriyle beraber olup olmadığını kontrol etmek için geliyordu. Bunu kendisi
için mi, yoksa en yakın dostu için mi yapıyordu; hiçbir fikri yoktu.





"Woo Joon'un amcasının bana bir şey söylediğini de nereden
çıkarıyorsun?" diye sordu genç kız, içindeki telaş gözlerinden okunuyordu.





Tae Sun yutkundu ve "Sen bavulunu alıp evden ayrılırken, ben de seni
görüp peşinden geldim. Seni Woo Joon'un amcasının sekreteri bilet alırken
gördüm. Sen uçağın kalkışını beklerken, ben de o adamı biraz hırpaladım. Sonuç;
her şeyi anlattı. O adamın seni okumaya gönderdiğini de. Ben de aldığım ilk
biletle senin peşinden geldim. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama kalbim, seninle
gitmemi söyledi ve bende ona uydum. Zaten babam beni Amerika'daki şirketin
başına geçmem için sıkıştırıyordu, ben de isteğini yerine getirdim. Senin gibi
buraya tutunmaya çalıştım. Ama senin hala tutunamadığını görüyorum şimdi. Sen
hala onu seviyorsun Soo Jin. İnadı bırak!" diyerek pastanenin çıkış
kapısına yaklaştı. Tam çıkıyordu ki, arkasından gelen ağlamaklı sesle arkasına
döndü.





"O beni hiç sevmemiş Tae Sun." Soo Jin hıçkırıklara boğulmuştu,
ona bakan insanları umursamıyordu bile. "Hepsi bir oyunmuş, o ve babası...
Onlar beni tuzağa düşürdüler. Sırf Bay Choi'dan öç almak için. Onun sevdiği
kadının kızıyım diye, beni kandırıp kullandılar. Ama ben... Benim de gururum
var. Orada kalıp her şeyi sindirip, Woo Joon'la devam edemezdim. Ya da yıkıp
dökerek etrafımdakileri de perişan edemezdim. Eun Joo... O benimle oynayan bir
adamın kardeşiyle evlenip, babasına 'baba' diyemezdi. Onun mutluluğuna veya bir
başkasınınkine... Hiç kimsenin mutluluğuna engel olmazdım. Anlıyor musun şimdi
beni? Onu hala seviyor olmam hiçbir şeyi değiştirmez!"








==================








Soo Jin elindeki ufak, siyah ağırlıklı kumaş bavulu sıkıca tutarak, utangaç
bir şekilde etrafına bakındı. En son gördüğünden daha çok uzamış olan Chae
Min'i görebiliyordu. Uzun bir yolculuğun ardından en muhteşem kelime "Hoş
geldin" olsa gerek. Çünkü genç kız şuan da hiç olmadığı kadar mutlu
olmuştu.





"Hoş buldum, nasılsın?"





"Ah, ben çok iyiyim. Ama sen iyi misin? Yani çok değişmişsin. Yanlış
anlama ama daha da güzelleşmişsin. Geldiğin için çok teşekkür ederim. Yoksa Ah
Jung asla benimle evlenmeyecekti. Onun Eun Joo'ya benzemediğini zaten
biliyorsun zaten. Eun Joo evlendi, hatta sekiz aylık hamile. Ji Hye'de aynı
senin gibi günden güne güzelleşiyor. Okulunda çok popüler... Emin ol, süper
gözüküyorsun. Woo Joon seni böyle görseydi... Öhö, şey özür dilerim. Neyse
arabaya geçelim mi?" Chae Min pot kırdığını ve çok konuştuğunu fark ederek
kızaran yüzünü hafifçe yere eğdi. Eliyle de çıkış kapısını gösteriyordu.





Arabaya bindikten sonra Soo Jin kemerini takarken, Chae Min arabayı
çalıştırmadan önce genç kıza utangaç bir bakış atarak "Tae Sun... O nasıl?
Telefon numarası yok bende. Ona ulaşamıyorum." diye sordu.





"Tae Sun çok iyi ama şirketin işleriyle çok meşgul." Soo Jin'in bu
konuda konuşmak istemediği her halinden belliydi ama Chae Min üzerine gitmekte
kararlıydı. "Siz, birlikte misiniz?"





Genç kız kafasına çekiç düşmüş gibi darbe yemişti. Hızla Chae Min'e döndü ve
öfkeli gözlerini ona dikerek "Ne saçmalıyorsun sen? Sevdiğim adamın en
yakın arkadaşı ile yurt dışına kaçacak kadar küçülmedim daha." diye
bağırdı tüm gücüyle. Ardından da kemerini geri çözerek arabadan inmek için bir
hamle yaptı. Ama Chae Min onu kolundan yakalayarak "Woo Joon'u hala
seviyor musun?" diye sordu.





"Seni ilgilendirmez! Düğünden sonraki gün ilk uçakla gidiyorum. Elini
çabuk tutsan iyi olur."








===================








"Liseyi Seul'un en berbat lisesinde bitirdiğinizi duydum. Bay Choi,
nasıl dayandınız?" diye sordu ellerini dizlerinin üzerinde birbirine
kenetlemiş olan, zarif ve iyi giyimli güzel kız. "Eminim ki hepsi sizin
peşinizden deliler gibi koşturmuştur. Hem zengin hem de yakışıklısınız. Onlar
için ideal koca adayı. Sizin onları o sefil hayattan kurtarabileceğinizi
düşündüklerine eminim. Ezik ve küstahlar..."





Woo Joon suskunluğunu yüzündeki ufak tebessümle koruyordu. Elini masanın
üzerindeki telefona götürdü ve ekrana iyice baktı.





-15 cevapsız çağrı/ Chae Min-





Derin bir nefes alan genç adam gözlerini evlilik görüşmesine geldiği genç ve
zengin hanımın gözlerine dikti. "Var olanla yetinmek, yok olana isyan
etmemek, zorluklara göğüs germek, sevgiye değer vermek... Eğer bu saydıklarım
onları 'ezik ve küstah' yapıyorsa, siz bu hayatta gördüğüm en 'muhteşem ve
alçak gönüllü insansınız Bayan Lee. Her gün bir başkasına 'aşkım' diyebilen,
var olanı umursamayıp yok olanı arzulayıp sahip olabilen, o muhteşem insanları
'ezik ve küstah' diye adlandıran bir kişiliğiniz olduğunu size ilk söyleyen
olmadığımı düşünüyorum. Yoksa yanılıyor muyum? Eğer öyleyse, üzgünüm ama bunlar
acı gerçekler. Bir daha görüşmemek üzere, güle güle."





Woo Joon ayağa kalktı ve karşısındaki kızın yüzüne bile bakmadan, masanın
üzerinden aldığı telefonunu kulağına dayadı.





"Alo, Chae Min?"








====================











"Alo Chae Min?"





Chae Min arayanın kim olduğuna bakmadan açmıştı telefonu ve en iyi dostunun
sesini hemen tanımıştı. Ama şaşırmıştı da. "İnanamıyorum, Bay Choi benim
gibi basit birini arama zahmeti göstermiş. Ellerinize yazık Bay Choi, lütfen
yormayın kendinizi."





"Dalga geçmeyi bırak Chae Min. Özür dilerim ama çok meşguldüm. Sen onu
bunu bırak da, Ah Jung'u nasıl ikna ettin evliliğe?" diye sordu Woo Joon
merakla. Gözleri ışıldıyordu adeta, eski bir dostun sesini duymak onu şimdi ki
halinden biraz da olsa değiştirmişti.





Chae Min, az önce arabadan inen Soo Jin'in bir başka taksiye bindiğini görüp
derin bir nefes alıp verdi. "Zor ikna ettim, sorma. Düğüne gelecek
misin?" Bu sorunun cevabını merakla bekliyordu işte.





"Tabii ki de geleceğim. Hangi gündü?"





"Davetiyeyi açıp bakmadığına emindim zaten. İki gün sonra, Seul'de
bizim otelin bahçesinde yapacağız. Kır düğünü olacak. Herkes gelecek, tek
eksiğimiz sen ve... Sen ve Tae Sun." dedi alt dudağını ısırarak Chae Min.
Onu Woo Joon'a hatırlatmanın kötü bir şeyler doğuracağını tahmin ediyordu.





Woo Joon dişlerini iyice sıktı ve dişeri arasından konuşmaya başladı.
"İyi, başka eksik yok yani?" Chae Min'in ağzını arıyordu. Tek
istediği Soo Jin'in gelip gelmeyeceğiydi. Eun Joo'nun düğününde yoktu ama belki
Ah Jung'unkine gelirdi.





Chae Min onu bu isteğini anlamıştı. "Soo Jin'i kastediyorsan, o da
gelecek." Genç adam zor zoruna konuşuyordu, sanki biri etlerini lime lime
ediyordu. "Yine de geleceksin, değil mi?"





Woo Joon, gözlerini iki saniyeliğine yumduğunda araba sürdüğünü unutmuştu.
Sanki bir uçurumdan düşüyormuş izlenimine kapıldı ama ani frenle kendine geldi.
Nefes alış verişi düzene girince "Geliyorum, bana kimse engel
olamaz." diyerek acı bir kahkaha attı. Sahte ve acı verici bir kahkaha...
Sahibine de, duyana da acı veren bir kahkahaydı bu.





"Tamam, dostum. O zaman en iyi takım elbiseni giy ve gel. Seni bekliyor
olacağım, sakın unutma."





"Beni görünce çok şaşıracaksın dostum, eski Woo Joon yok artık. Bin kat
daha yakışıklı bir Woo Joon göreceksiniz. Bakarsın Ah Jung son anda fikrini
değiştirir ha?"





Bambaşka Woo Joon... Bundan kasıt dış görünüş değildi. Woo Joon içten, büyük
değişiklere uğramıştı. Büyümüştü en önemlisi. Güçlenmişti, duygularına engel
olmayı öğrenmişti. Duygularını dizginleyebiliyordu, bu da onu bambaşka bir Woo
Joon yapmıştı. O artık Woo Joon'da değildi. O artık Asya'nın en gözde
patronlarından Bay Choi'du.








====================








"Beni böyle giydirerek elinize ne geçecek bilmiyorum. Boşuna gelinlik
alıyorsunuz. Soo Jin gelmeden düğün olursa, ben 'hayır' diyeceğim. Eun Joo ora
mı bura mı ellemeyi bırakır mısın? Hamilelik seni sapıklaştırdı mı anlamıyorum
ki!" Ah Jung etrafındaki görevlilere sert sert bakarken kendisine gelinlik
denetmeye çalışan Eun Joo'yu da es geçmiyordu.





Lüks mağazanın cam kapısı açılmıştı ve içeriye güzeller güzeli Ji Hye
girmişti. "Ben geldim! Henüz seçmediniz, değil mi?" diye sorduktan
sonra gelinlikler arasında gezinmeye başladı genç kız.





“Maalesef, hayır! Eun Joo, hamile hamile hiç üşenmeden beni zorla
gelinlikçiye getirdi. Şimdi de sen bana gelinlik giydireceksin, öyle mi?
İstemiyorum!”





Ji Hye eline aldığı straplez, sade gelinliği Ah Jung’un üzerine tutarak onu
umursamadığını göstermek istedi. Bir yandan da gelinliğin güzelliğiyle mest
olmuştu. Sade giysileri her zaman tercih eden bu kız için bu gelinlik muhteşem
bir seçimdi.





Ah Jung alt dudağını ısırarak gelinliği eline aldı ve üzerinde göz gezdirdi.
“Güzel ama evlenecek biri için. Daha kaç kere söyleyeceğim bilmiyorum ama… Of!
Sizi Chae Min yolluyor, değil mi? İyice kafayı yedi artık, evlenelim diye
yapmadığı kalmadı. Tamam, bunu deneyeceğim ama başka denemem.”





Bu Ah Jung’un 15 tane gelinlik denemeden önceki son konuşması olmuştu.
Düğüne iki gün vardı ve yağılacak çok şey vardı. Peki, Soo Jin neredeydi?








====================








Soo Jin Seul sokaklarında uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra eskiden oturduğu evin
olduğu caddeye geldi. Eski günler gözünün önünde canlanırken yüzünde de tatlı
bir tebessüm oluşmuştu genç kızın.





------


“Soo Jin, o elindeki kitabı bana vermezsen seni okula rezil ederim.”





“Haha, Ah Jung ne söyleyeceksin çok merak ediyorum doğrusu?”





“Senin bir erkek tarafından reddedildiğini söylerim. Bu yeterince küçük
düşürücü, değil mi?”





Genç kız elindeki küçük, mavi kalpli defteri Ah Jung’a uzatarak “Al, başına
çal defterini. Sakın benim hakkımda öyle şeyler söyleme, yoksa yüzün gözün dağılır.
Ne de olsa ustam sensin. Unutma, kimse beni reddedemez. Çünkü ben kimseye o
şansı vermem. Yani sevgilim olmayacağına göre kimse beni reddedemez.” dedi ve
saçlarını geriye doğru atarak okulun yolunu tuttu.





-------








Bu konuşma onlar 9. Sınıfa giderken olmuştu. Aradan yıllar geçmiş olsa da
hala Ah Jung ile böyle bir konuşma yapabilirdi. Onunla tartışmak gerçekten paha
biçilemezdi.





Genç kız binaya girme cesaretini gösterememişti. Sokağın başından geriye
döndü ve bir taksiye binerek Chae Min’in onun için ayarladığı otele gitti. Ah
Jung’a sürpriz olacağı için şimdilik ondan saklanmalıydı.








===================








Soo Jin, otele girdi ve görevlilerle konuştuktan sonra odasının anahtarını
alarak asansöre yöneldi. Otel Chae Min’lerin oteliydi ve bahçesinde şimdiden
ayarlamalar yapılıyordu. Havuzun etrafında minik, renkli balonlar, dört bir
yana da kocaman hoparlörler yerleştirilmişti. Görevliler bir o yana bir yana
stresli bir şekilde koşturuyorlardı.





Soo Jin asansörün önünde bir süre bekledikten sonra arkasında şen
kahkahalarla birilerinin yaklaştığını fark etti. Sesle çok tanıdıktı. İnsan
çocukluk arkadaşlarını hiç unutur muydu?





“Eun Joo, umarım Ah Jung’un düğününde doğurmazsın.”





“Kim, kimin düğününde doğuruyormuş ya? Gelinlik aldık diye düğün olacak
sanmayın. Chae Min Bey uğraşsın bakalım, ben hayır dedikten sonra bunların
hepsi boşa masraf.” diye sitemle elindeki gelinlik paketini yanına gelen
görevliye uzattı. “Bunu benim odama çıkartın.”





Soo Jin arkasında bekleyen üç arkadaşına dönüp “Ben geldim!” dememek için
kendini zor tutuyordu. Başındaki siyah şapkayı yüzüne doğru iyice çekti ve
arkasına bakmadan merdivenleri birer ikişer çıkmaya başladı.





Şimdi olamazdı!





==== Ertesi Sabah =====








“Ben geldim! Seul’deyim, beni alabilir misin? Annemlerden gizli geldim,
şoförü çağıramam.”





Chae Min telefondaki sesin dedikleriyle yerinden fırladı. Woo Joon ne zaman
gelmişti? Daha dün konuşmuşlardı.





“Tamam, hemen geliyorum. Gelmene sevindim dostum.” diye sevinçle telefonu
kapadı genç adam ve arabanın anahtarını alarak kaldığı otel odasından dışarı
çıktı. Karşısına aniden Soo Jin çıktı. Genç kız birilerinden gizlenirmiş gibi
atkıya sarılmıştı.





“Ya! Chae Min, iki gündür Ah Jung’dan kaçacağım diye canım çıktı. Bu kız
niye otelde kalıyor?”





“Sonra konuşuruz, acil çıkmam lazım.” diyerek Soo Jin’den uzaklaştı Chae
Min.





Soo Jin, Chae Min’i ceketinin yakasından tuttu ve “Nereye?” diye sordu.





“Ben… Woo Joon’u almaya gidiyorum.”








38. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Ekim 26, 2011 1:09 pm

Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik – Komedi – Okul

39. Bölüm


“Ben… Woo Joon’u almaya gidiyorum.”

********

Soo
Jin, kendini koridorun soğuk duvarlarından birine yasladı ve nefesinin
daraldığını hissederek derin bir nefes aldı. Chae Min gitmişti… Soo
Jin’in sevdiği adamı buraya getirmeye. Genç kızın elinden bir şey
gelmiyordu. Buraya Woo Joon’u görmeyeceği düşüncesiyle gelmiş olsa bile,
şimdi onu görme düşüncesi Soo Jin’de soluk kesen bir heyecana vesile
olmuştu. Ama onu gördüğünde ne diyeceğini bilememesi genç kızın beyninde
cevap alınamayan soru olarak dolaşıp duruyordu.

********

Genç
adam kaldırımın üzerine koyduğu siyah, büyük bavulunun üzerine
oturmuştu. Havaalanının önünde bir kaldırımda, bavulunun üzerinde oturup
beklemenin verdiği utancı taktığı siyah güneş gözlükleriyle atıyordu.
Havanın soğuk, hatta bulutlu olmasını umursamadan takmıştı güneş
gözlüklerini; tanınmamak için de tabii.

Yarın gazetelerde
“Bay Choi’u bu soğukta, havaalanının önünde bekleten neydi?” diye,
birinci sayfa haberi görmek istemiyordu Woo Joon. Kafasına taktığı
siyah, deri şapka da onun gizlemesi içindi.

Peki, ya şimdi ona doğru elinde iki kahve bardağıyla sırıtarak koşan genç adam da kimdi?

Bu
kahverengi ceketli, genç adam Kang Hyun’dan başkası değildi. Kore’ye
yeniden gelebilmenin verdiği sevinçle sırıtıyor, aynı zamanda da
patronunu bekletmemek için koşturuyordu.

Woo Joon’da bu
durumun farkındaydı, Kang Hyun’a işaret parmağını uzatarak “Ya! Ya! Hey,
yavaş ol! Düşeceksin…” diye bağırdı, hayatı dolu dolu yaşayamamış daima
öfkeli ve kibirli yaşlı bir ihtiyar gibi.

“Ah, özür
dilerim Woo Joon Bey. Buyurun kahveniz.” Diyerek elindeki plastik kahve
bardağını patronuna uzattı Kang Hyun. Sevimli yüzü gibi, yüzüne uyumlu
olan ufak burnu da soğuktan kızarmıştı. Ellerini kahve bardağının
sıcaklığıyla ısıtmaya çalışırken omzuna dokunan elle irkildi genç
sekreter.

“Benden sonra başka bir patron ile çalışmaya
başlarsan, sakın ona böyle plastik bardakta getirme! Yoksa kovulursun.”
Diyerek kahvesinden bir yudum aldı Woo Joon. Gözleri yanındaki ürkek
sekreterine değil de uzaklara… Çok uzaklara bakıyordu.

Kang
Hyun, köprünün ortasındayken, köprünün bağlı olduğu ipin koptuğunu
görmüş gibi irkildi. Birkaç saniye önce yudumladığı kahveyi olduğu gibi
yere püskürterek gözlerini Woo Joon’a dikti. “Efendim, özür dilerim.
Gerçekten…”

Woo Joon, boşta olan eliyle Kang Hyun’a dur
işareti yaptı ve “Sakın ola, yeni patronundan da böyle çok özür dileme!
Çok sinir bozucu.” diyerek eski günlerde çok sık yaptığı gibi
dudaklarını büzdü.

Kang Hyun, biraz… Biraz değil!
Kesinlikle çok fazla şaşırmıştı, hatta afallamıştı. “Az önce, tüm şirket
elemanlarınca ‘Bay Somurtkan’ olarak adlandırılan genel müdür Choi Woo
Joon gülümsemiş miydi? Üstelik dudaklarını büzen kişi de o olmazdı,
değil mi?” diye geçirdi içinden Kang Hyun.

“Efendim, iyi misiniz?”

“Evet,
çok iyiyim. Niye sordun?” diyerek ağzını kulaklarına vardırarak
gülümsedi Woo Joon, bir kez daha. Bu durum Kang Hyun’ı çılgına
çeviriyordu ama önemli olan bu değildi.

Genç sekreter kafasına takılan soruyu bir çırpıda soruverdi.

“Woo
Joon Bey, siz şirketi bırakacak mısınız?” dedi ve gözlerini kendisinde
olmayan Woo Joon’un gözlerine dikti Kang Hyun. Ama Woo Joon cevap vermek
yerine gülümsemeye devam ediyordu. Kafasında bir şeyler kurduğu
belliydi.

Soğuk o kadar artmıştı ki, yazın ortasında
olması muhtemel bir olay değildi bu. Artan soğukla beraber Woo Joon’un
suratındaki gülümseme de yok olmuştu artık.

Sonunda Chae Min sarı, spor arabasını onların önünde durdurdu ve arabadan inerek Woo Joon’a doğru yaklaştı.

“Hoş
geldin, Bay Şapşal Maymun!” diyerek sırıttı ve Woo Joon’a sıkıca
sarıldı Chae Min. Woo Joon’da aynı sıcaklıkla ona sıkıca sarıldı ve
“Maymun, ha? Asıl sen Ah Jung ile evlenerek nasıl bir belaya
bulaştığının farkında değilsin. Sen onun maymunu olmuşsun dostum. Sen ve
evlenmek… Ah Jung’un sana bunu yaptırdığına inanamıyorum.” diyerek
sırıttı bir kez daha.

“Tamam, bu kadar gevelediğin yeter
Woo Joon. İyi ki hemen gelmişim, yoksa sizin buzlaşmış bedenlerinizi
alırdım buradan. Otele gidelim de biraz ısının.” dedi ve içtenlikle
gülümsedi Chae Min, sonra da Kang Hyun’a doğru elini uzatarak “Merhaba,
ben Chae Min. Sen de Woo Joon’un sekreteri olmalısın. Bu şapşal ile
nasıl başa çıkıyorsun anlamıyorum doğrusu.” diyerek gözlerini kocaman
açtı. Kafasını iki yana salladıktan sonra da Kang Hyun’ın kulağına
yaklaştı ve “Biraz çatlaktır da… Kafadan.” diye fısıldadı.

Kang
Hyun istemsizce gülümsese de oldukça şaşkındı. Ne yani, bu zamana kadar
tanıdığı adam aslında tam zıttı karakterde biri miydi?

*******

“Chae Min, neredesin? Herkes yarın düğün olacak, diyor. Peki sen buldun mu Soo Jin’i, ha?”

Chae
Min, müstakbel karısının tiz ama kuvvetli sesinden korunmak için
kulağındaki kulaklığı çıkarıp kulağından birazcık uzaklaştırdı.
Yanındaki koltukta oturan Woo Joon bile Ah Jung’un o harikulade(!)
sesini duyabiliyordu, hatta gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.
Arabanın arkasında oturan Kang Hyun ise sessizce onları izliyordu. Chae
Min’in ekşimiş suratından, azar işittiği anlaşılabiliyordu.

Chae Min kulaklığı tekrar kulağına getirdi ve arabayı yavaşlattı. Bu arada Ah Jung’un siniri de yatışmıştı.

“Aşkım,
sen sakin ol! Ben bir yolunu bulup bulacağım onu. Sen merak etme,
sadece aksilik etme yeter. Eun Joo’yu da üzme, kız hamile hamile sana
gelinlik bakmaya gitti; daha ne istiyorsun onlardan?” Genç adam soluk
alıp vermeden konuşuyordu; arada durup of çekiyor, sonra devam ediyordu
konuşmasına.

Telefondaki tiz ses tekrar yükseldi. “Aşkım…
Biliyorum, seni de zorluyorum buna ama…” Genç kız duraksadı bir süre,
“Ama onu çok özledim, ne yapabilirim.” diyerek hıçkırıklara boğuldu. O
ağladıkça genç adamın suratı asılıyor; kalbi acıyordu.

“Ağlama hayatım…”

*******
Chae
Min, Woo Joon ile Kang Hyun’ı kaldıkları otelin yanındaki diğer bir
otele getirdi. Woo Joon, Chae Min’in bunu neden yaptığını gayet iyi
biliyordu. Soo Jin’in de o otelde kaldığını hissedebiliyordu. Bunun için
dostunu üstelemedi, çünkü hala Soo Jin’i görüp görmemek konusunda bir
karara varmamıştı.

“Her şey için teşekkürler dostum.
Geldiğin için de… Bu arada sanırım burada kalmanız daha iyi. Ne Soo
Jin’in, ne de Ah Jung’un seni görmek isteyeceğini sanmıyorum. Bir şeye
ihtiyacınız olursa sizinle ilgilenirler. Ben yan oteldeyim ve düğünde
orada olacak. Yarın sabah... Neyse, benim şimdi hazırlıklarla ilgilenmem
gerek. İstediğin gibi, kimseye haber vermem. Görüşürüz.” dedi ve
gülümseyerek dostunun omzuna destek vermek istercesine dokundu Chae Min.
Sonra da beş-on metre ilerideki otele doğru yürümeye başladı genç adam.

Woo
Joon, hızla atıldı ve gitmekte olan Chae Min’i durdurdu. Kang Hyun’da o
sırada adını daha önce duyduğu Soo Jin’i düşünüyordu. Daha önce o ismi
duyduğuna emindi.

Chae Min, ben… Sanırım onu görmek
istiyorum.” Woo Joon’un suratı acınası bir hal almıştı. Genç adam eliyle
saçlarını dağıttı ve “Tabi, onun Tae Sun ile gitmediğine eminsen…”
diyerek pür dikkat Chae Min’e odaklandı.

“Ben onun Tae Sun
ile gitmediğine eminim. Ama onun seni görmek isteyeceğini pek
sanmıyorum. Senin burada olduğunu söylediğimde, pek de seninle
yüzleşmeye hazır gözükmüyordu. Ama sen de hala onu seviyorsun, değil
mi?”

Woo Joon içine çektiği havayı büyük bir hızla verdi
ve “Ben çok acı çektim Chae Min… Onun beni sevdiğini biliyordum amcama
verdiğim söz… Biliyorum, çok saçma ama…” devam edemeden Chae Min
tarafından durduruldu.

“Ne sözü? Ne saçmalıyorsun sen?
Amcana söz mü verdin? Sakın bana Soo Jin’i bu yüzden aramadığını
söyleme! Amcanın felç geçirmesi senin hatan değildi. O arabayı sen
kullanmıyordun ya! Neden ona böyle bir söz vermek zorundaydın ki?
Konuşsana! Ona ve kendine bunu nasıl yaptın lanet olası!” diye bağırarak
Woo Joon’un yakasına yapıştı Chae Min. Gözleri kıpkırmızı olmuştu;
elleri titriyor ve burnundan soluyordu.

Woo Joon ellerini,
Chae Min’in yakasına yapıştırdığı ellerinin üzerine koydu ve “O
zamanlar hep, onun Tae Sun ile gittiğini düşünüyordum. Delirmek
üzereydim. Onu aradım ama dayanamadım. Onu bulduğumda, onun Tae Sun ile
olma ihtimali beynimi yiyip durdu. Sonra amcamın kazası ve şirketin
başına geçmem… Ben o şirkete iyi bakacağıma dair bir söz verdim Chae
Min… Bunun içinde onu unutmam gerekiyordu. Ama olmadı! Olmadı… Olmadı!
Olmadı işte!” Woo Joon’un gözlerinden yaşlar gelmeye başlamıştı, Chae
Min’de kollarının genç adamın yakasından çekmişti. Woo Joon yere çömeldi
ve gözlerinden akan yaşları umursamadan “Unutamam… Ben onu unutamam!
Yapamam… Bunu bize yapamam.” diyerek gözlerini sıkıca yumdu. Her zamanki
gibi gözünün önünden Soo Jin ile olan anıları bir bir geçmeye başladı.

Onu
ilk öptüğü zaman… Ona aşkını ilk itiraf ettiği zaman… Onunla beraber
lunaparka ilk gittiklerinden ettiği dua… “Umarım buraya bir daha ki
gelişimizde yanımızda çocuğumuzda olur…” Hepsi genç adamın aklındaydı.
Şimdiye kadar hiç dışa vurmamıştı belki ama dayanamamıştı.

Kang
Hyun, patronunun haline acıyordu. Demek ki bunca zaman sevdiği kadın
yüzünden bütün evlilik görüşmelerinden negatif sonuçlarla dönmüştü.
Demek ki bu yüzden herkese kalpsiz adam rolü yapıyordu. Ama o büyük bir
kalbe ve kocaman bir aşka sahipti.


“Korkarım, onu görmen için yarını beklemelisin.”


*******


Ah Jung saate göz ucuyla baktı ve korkuyla yüzünü ekşitti.

“Saat
6 olmuş! Yani düğüne tam olarak… Dokuz, on… Ne! 18 saat mi? Of!
Çıldıracağım… Bir günden az kalmış.” diye bağırdı genç kız ve kolunun
altındaki sarı, tüylü minderi ayağının önüne doğru fırlattı. Sonra da
ayağıyla birlikte minderi, açık olan balkon kapısından aşağıya attı.
Ardından da ayağa kalkarak diğer iki minderi de balkondan aşağıya
fırlattı. Aşağıda havuzun etrafını süsleyen görevliler ile birlikte Chae
Min’de havuzun ortasına düşen bu minderlerin Ah Jung’un odasından
geldiğinin farkına vardı. Bu sefer gerçekten sinirlenmişti. Her şeye
katlanabilirdi belki ama bu kadarı da fazlaydı.

Tüm
çalışanlar, organizasyonları kontrol etmekte olan Chae Min’in öfkeli
suratına bakıyordu. Hatta bazıları aralarında fısıldamaya başlamıştı
bile.

“Yeter artık!” diye mırıldandıktan sonra elindeki dosyayı yere fırlatarak hızla otel binasına girdi Chae Min.

O her şeyin en güzeli olması için uğraşırken, Ah Jung şımarıklığı iyice büyümüştü.

Ah Jung kendini koltuğa atarak ofladı ve yanaklarını şişirerek kafasını geriye yasladı. Kapı bir anda tekmelenmeye başlamıştı.

“Aç kapıyı Ah Jung!”

Genç
kız biraz ürkmüştü, ses Chae Min’indi ama bu öfke, bu sinir onun
olamazdı. Ah Jung koşarak kapıyı açtı ve Chae Min’in kendisini kolundan
tutarak sürüklemesine izin verdi.

Genç adam, Ah Jung’u odanın ortasına kadar sürükledi ve genç kızın kolunu sertçe yere savurdu.

“Bu
kadar mı zor benimle evlenmek? Bunu yapmak zorunda mısın? Eğer evlenmek
istemiyorsan bunu yüzüme söyle! Beni uğraştırma! Bu kadar uğraştığım
yetmezmiş gibi…”

Chae Min kendini yırtarcasına, avazı
çıktığı kadar bağırıyordu. Bu öfkesi karşısında Ah Jung süt dökmüş
kediye dönmüştü; kabahatini yeni anlıyordu. Sevdiği adama bu kadar
eziyet ettiğini düşünmemişti hiç.

Genç kız utancından Chae Min’in yüzüne bakamıyordu. Sadece, kısık bir sesle “Ben… Özür dilerim…” diyebildi.

“Benden
özür dileme Ah Jung! Sen sadece Soo Jin’i düşünüyorsun ama
etrafındakileri ne kadar kırdığının farkında bile değilsin. Eun Joo’nun
son üç gündür sancısı vardı, onu durdurmak istememe rağmen o, sana
yardımcı olmak için senin peşinde koşturup durdu.

Ji Hye
çok önemli bir projeye hazırlanıyor. Üç gün içinde bir koleksiyon
hazırlaması gerekiyor ama o ne yapıyor? Bütün zamanını en yakın
arkadaşının şımarıklarını dinleyerek geçiriyor.

Peki, ya
ben? Bıktım artık Ah Jung! Neredeyse bir yıldır Soo Jin’i arıyorum ama
Woo Joon’un o lanet olası amcası yüzünden önüme bir sürü engel çıkıp
durdu. Çok yoruldum Ah Jung. Sanki beni hiç sevmiyormuşsun gibi, sanki
seni evliliğe zorluyormuşum gibi hissettiriyorsun beni. Ben şundan iki
sene öncesine kadar evlilik lafını duyunca deliye dönerdim. Ama seninle
bunun üstesinden gelebileceğimi düşündüm ve sana evlenme teklifi ettim.
Peki, ya şimdi… Şimdi seni buna zorluyormuş hissetmeme sebep oluyorsun!
Unutma, teklifi ben etmiş olsam da kabul eden sendin.

Herkesin
senin etrafında pervane olması hoşuna mı gitmiyor da sadece Soo Jin’i
istiyorsun. O zaman mutlu olmalısın çünkü onu buldum. Yarın, senin
istemediğin düğüne olacak. Sadece sana sürpriz yapmak istemiştim…”

Chae
Min’in gözleri nemlenmişti ve yüzündeki tüm damarlar neredeyse su
yüzüne çıkmıştı. Kıpkırmızı suratının pancardan farkı kalmamıştı. Eliyle
kapıyı gösterdi ve “Burada… Onu bulduğuma göre benimle evlenmen için
bir sebebin kalmadı. Gerçekten şimdi anlıyorum. Ah, gerçekten salağın
tekiyim. Neden senin gibi birinin gerçekten benimle evlenmek
isteyeceğini düşündüm ki? Onu bulmamı istediğinde benden rica etmen
yeterliydi. Bunun için evliliğin bahane etmen… Gerçekten yeter bu kadar!
Ben de insanım Ah Jung, ben de bıkabiliyorum. Kendini kullanılmış
hissetmenin verdiği o berbat hissi anlayamazsın! Ama benden bu kadar,
evlenmek istemiyorsan seni buna zorlayamam.” dedi kısık ama anlaşılır
bir şekilde genç adam. Yüzündeki acı gülümseme ile Ah Jung’un buz kesmiş
suratına ve dolmuş gözlerine bakmaya daha fazla dayanamazdı. Kendini
odadan dışarı atmak için hızlandı ama belini aniden saran iki kolla
olduğu yerde durmak zorunda kaldı.

Ah Jung, Chae Min’i
belinden sarmışken beyninin verdiği “Ağlamamalısın!” emrini dikkate bile
almıyordu. Genç kızın gözlerinden dökülen yaşlar Chae Min’in beyaz
gömleğinin sırt kısmını ıslatıyordu ama ikisi de bunu umursamıyordu.

“Gitme…
Gidemezsin… Sen de annem gibi beni terk edemezsin! Sakın bana seni
sevmediğimi söyleme! Seni çok seviyorum; hem de her şeyden çok. Sadece
Soo Jin’in bu mutlu günümde yanımda olmasını istemiştim. Bunun senin
için kolay olduğunu sanıyordum, senin bu kadar yorulacağını
düşünememişim.” diyerek kollarını geriye çekti genç kız. Chae Min’de ona
döndü ve genç kıza bakmaya başladı.

Ah Jung yalvaran
gözlerle bakıyordu Chae Min’e ki bu genç adamın hoşuna gitmemişti. Chae
Min hala biraz öfkeli olsa da genç kızın bu hüzünlü suratı onun içindeki
tüm öfkeyi silip götürüyordu.

Genç kızın hıçkırıkları
arasından “Affet beni…” dediği anlaşılıyordu sadece. Zaten fazlasına da
lüzum yoktu Chae Min için. Hemen genç kızı kolları arasına aldı ve
tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Sanki az önceki o sert adamın
yerine sevgi dolu bir âşık gelmişti.

“Aptal şey… Ağlamayı kes!” diye bağırdı genç adam ağlamamak için gülmeyi denerken. Ama bu Ah Jung için bir savaş işaretiydi.

“Aptal,
ha? Asıl sen ağlamayı kes, şapşal şey!” dedikten sonra Chae Min’in
göğsüne bir tane yumruk indirdi genç kız ve tabana kuvvet odanın içinde
koşturmaya başladı.

“Buraya gel! Seni küçük dolandırıcı!
Bir de evlenmeyeceğim diye diretiyordun, ha? Yakalarsam fena olacak,
buraya gel! Eğer böyle yaparsan yarın akşamı beklemem ona göre!” diye Ah
Jung’un peşinden koşmaya devam etti Chae Min.

Ah Jung
koltuğun üzerinden atlarken ona bir yastık fırlattı ve “Ya! Sapıksın,
Chae Min! Gör bakalım yarın akşam olacak mı senin için! Bu yaptıklarını
yazıyorum bir köşeye ona göre.” diye bağırdıktan sonra dilini çıkarttı.

Chae Min son olarak müstakbel karısını kolundan tutarak yanına çekti ve kucağına alarak dudaklarına ufak bir buse kondurdu.

“Seni çok seviyorum ve seni asla terk etmeyeceğim.”

Chae
Min’in son sözünden sonra Ah Jung’un suratında kocaman bir gülümseme
belirdi ama bundan sonra duyacakları ve maruz kalacakları içinde aynı
şey söylenebilir miydi, bilinmez!

“Seni asla terk
etmeyeceğim ve… Ve seni sonsuza kadar öpeceğim.” Diyerek Ah Jung’un
dudaklarına yapıştı genç adam. Bunu yaptığı için yiyeceği bir iki yumruk
onun umurunda bile değildi.

Aslında beklediği pek de olmamıştı. Genç kız da kollarını Chae Min’in boynuna doladı ve ona tüm kalbiyle karşılık verdi.


___ Düğün Günü ___


“Chae
Min, ben çok heyecanlıyım. Sanırım bayılabilirim.” diyerek gelinliğine
aynada son bir kez daha baktı genç kız. Eliyle gelinliği hafifçe
çekiştirerek beline tam oturup oturmadığına baktı. “Soo Jin’de
gelecekmiş düğüne. Onu ne kadar özledim bir bilseniz.”

Ji
Hye, üzerindeki beyaz elbisesinin yakasını düzelterek ayağa kalktı ve
etrafına huzur veren bir gülümsemeyle “Şimdiye kadar bunu tam beş kere
söyledin. Biz de onu çok özledik emin olabilirsin.” dedi ve Ah Jung’un
omzuna dokundu.

O sırada üç arkadaşın bulunduğu odanın kapısı hafifçe çalındı. Gelen Sung Mo’ydu.

“Hazırsanız
Chae Min’e haber vereceğim.” diyerek gülümsedi Sung Mo ve karısının
solgun suratına bakarak “Aşkım, sen iyi misin? Yüzün çok solgun
gözüküyor.” dedi endişeyle.

“İyiyim hayatım. Sadece biraz heyecanlandım, ondandır. Soo Jin gelmiş, haberin var mıydı?”

Sung
Mo’nun suratı aniden solgunlaştı. “Soo Jin mi? Ama… Woo Joon’da burada,
ben de az önce gördüm. Bizden habersiz gelmiş. Yani onlar aşağıda
karşılaşacaklar mı?” dedi endişeyle.

“Olamaz! O niye geldi ki şimdi? Of, düğünüm mahvolacak. Umarım, aklımdaki kişi de gelmez.” Diyerek acı bir bakış attı Ah Jung.

Düğünün başlamasına tam olarak… Yarım saat kalmıştı.


39. Bölümün Sonu

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 308139_236029259786552_169201539802658_632429_574742702_n
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeSalı Kas. 22, 2011 7:10 pm

Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik – Komedi – Okul

40. Bölüm

Soo
Jin’in belden oturtmalı, dizlerde beyaz elbisesinin üzerine açık
bıraktığı saçları rüzgârda özgürce savruluyordu. Herkesin nerede
olduğunu umursamazcasına havuzdan uzakta bir yapay yeşil ağacın yanında
bekliyordu. Elbisesinin beyaz tülden kemeri de saçları gibi sallanarak
burada birinin olduğunu haykırıyordu adeta.

“Gitmenin
zamanı geldi sanırım.” diye içinden geçirmesi genç kızın
hareketlenmesine ve art arda adımlar atmasına sebep oldu. Hızlı
adımlarını havuzun etrafındaki konuklara doğru çevirmişti ki birinin onu
kolunda sıkıca tutup kendisine çekmesiyle zaman durmuştu sanki.

Genç
adam, gözlerini Soo Jin’in üzerinde ağır ağır gezdirdikten sonra
gülümsedi ve “Çok güzelsin… Ama bu, beni bırakıp gitmeni affettirecek
bir şey değil.” diyerek genç kızın gözlerinin içinde bir yolculuğa
çıkarcasına baktı onun gözlerine.


---------------


“Güzel sevgilim, benim kaslı koluma girmeye hazır mı bakalım?”

Chae
Min sevgilisine son kez hasretle baktı ve onun ellerini avucunun içine
alarak “Bundan sonra bana ‘kocacığım’ mı demek istersin, ‘bir tanem’
mi?” diye sordu ukala bir gülümseme ile otuz iki dişini birden
gösterirken.

“Ben kısaca ‘Daha evlenmeden büyük hayallere
kapılma!’ demek istiyorum. Oldu mu?” Genç kız dudaklarını büzdü ve sinsi
bir bakışla Chae Min’i süzdü. Ellerini genç adamın beline sardı ve
kafasını Chae Min’in göğsüne yasladı.

Genç adam da
sevgilisine sıkıca sarıldı. Genç kızın geri çekilmesinin ardından
elleriyle onun yüzüne sardı ve “Gitme vakti geldi.” diyerek Ah Jung’un
alnına ufak bir buse kondurdu.

Ah Jung ve Chae Min kol kola konukların bulunduğu yere yaklaşırken, alkış sesleri de git gide yükseliyordu.

Genç
kızın Soo Jin’i arayan gözleri Woo Joon’un yüzünü görünce bir anda
solmuştu ama bu onun gözlerindeki umudu tamamen yok etmemişti. Gözleri
radar gibi etrafı tarıyordu ama Soo Jin’i bulamıyordu. “Nerede bu kız?”


---------------

“Sen…
Sen neden geldin?” diyerek kolunu genç adamdan kurtardı Soo Jin.
Refleks ile genç adamın kolunu fazla sert bir şekilde itmişti ama ikisi
de bunun farkında değildi.

Ellerini, ütülü, siyah takım
elbisesinin ceplerine yerleştirdikten sonra genç kızı bir güzel süzdü
Tae Sun. “Ama olmuyor böyle! Ben sana soruyor muyum; neden bu kadar
güzelsin diye?” diyerek çapkın bir bakış attı genç adam. Utangaç ve
sıkılgan tavırlarını üzerinden atmış gibi, rahat ve ukala konuşuyordu.
Önceden Soo Jin ile daha nazik konuştuğunu göz önünde bulunursak, Tae
Sun’da biraz farklılık vardı.

“Saçmalama Tae Sun! Tamam,
haklısın; sonuçta bu senin de en yakın arkadaşının düğünü ama…”
diyemeden Tae Sun ellerinin, belini sardığını fark etti Soo Jin. “Neyi
var bunun böyle?” diye düşünmeden edemedi.

Tae Sun sol
koluyla Soo Jin’in belini kavramış bir vaziyette onu kendisiyle gelmeye
zorlarken “Amasını falan boş ver! Gitmemiz gereken bir düğün var, acele
etsek iyi olur. Hem görmemiz gereken dostlarımızı da unutmamamız gerek,
değil mi?” diyerek gülümsüyordu.

Onun bu kadar rahat
olmasında kesin bir şey vardı! Ama Soo Jin’in tek düşündüğü Woo Joon’un
karşısına bu şekilde çıkma ihtimaliydi. Genç kız için bu da başlı başına
bir felaketti zaten. Sevdiği adamın karşısına, kendisine ihanet
ettiğini sandığı Tae Sun ile çıkmak!

Tae Sun, koluyla
arkadan sardığı ince beli, kaçmasını istemezcesine bir itinayla
tutuyordu. Daha doğrusu tutmaya çalışıyordu, çünkü Soo Jin havuzun
etrafındaki kalabalığa yaklaşıncaya kadar Tae Sun’un elinden kurtulmaya
çalışmış; fakat başaramamıştı.

Normalde kimsenin fark
edemeyeceği bir sessizlikle konukların arasına karışmış olsalar da Tae
Sun’un “Selam millet!” diye tüm gücüyle bağırmasıyla bütün gözler
onların üzerinde toplanmıştı.

Konuklarla selamlaşan güzel
gelin Ah Jung ve ona eşlik eden Chae Min… Oturduğu yerden etrafa göz
atarken bir yandan da karnına giren sancıları eliyle karnını sararak yok
edebileceği düşüncesi ile tamamen sararmış olan Eun Joo ve ona, onun
elini tutarak eşlik etmeye çalışan Sung Mo… Karşısındaki masada oturan
Woo Joon’a suçlu gözlerle bakan ve ona selam vermemek için telefonuyla
uğraşan Ji Hye… Sekreterini yanındaki sandalyeye oturtmaya çalışırken
bir yandan da etrafta göz gezdirmeyi ihmal etmeyen Woo Joon…

Şimdi herkesin gözleri beyaz elbiseli güzel Soo Jin’i belinden kavrayan ve etrafa gülücükler saçan Tae Sun’daydı.

“Ne
o, bir selam bile demeyecek misiniz?” diyerek Soo Jin’i de peşinden
sürükleyerek, kendisine öfkeli gözlerle bakan Woo Joon’un yanına
yaklaştı.

Woo Joon onları görünce hızla ayağa kalkmış ve
keskin gözlerle onlara bakmaya başlamıştı. Tae Sun’un ukala suratı ve
Soo Jin’in mutsuz yüz ifadesini görünce beyninde canlanan şey
diğerlerinden pek de farklı değildi.

Woo Joon,
yumruklarını ve dişlerini kendini yırtarcasına sıkıyordu. Kendine ne
kadar hakim olmak istese de yapamıyordu. Sekreterini ve etraftakileri
soka sokacak yumruğunu Tae Sun’un sol gözünün tam kenarına isabet
ettirmişti.

Tae Sun’un tüm vücudunu kesintisiz bir acı
saplamıştı ama bu yediği yumruktan çok en yakın dostuna sevdiği kızı bu
zamana kadar getirmediği içindi.

Tae Sun’a yumruk attıktan
sonra Sung Mo ve Kang Hyun tarafından sıkıca tutulan Woo Joon dişleri
arasından tükürük saçarak bağırıyordu.

“Sen ne biçim bir adamsın! Sersem herif! Bırakın beni! Onunla olan hesabım bitmedi daha! Bırakın, dedim!”

Sinirli
genci zapt etmek iki kişi için gittikçe zorlaşıyordu. Chae Min koşarak
onlara yaklaştı ve Tae Sun’u kolundan sürükleyerek otelin çıkışına doğru
getirdi.

O sırada Soo Jin dolu gözlerini yerde sabitlemiş
bir şekilde sessizce bekliyordu. Woo Joon’un yüzüne bakamıyor, ondan
gelecek tepkiyi düşünmek bile istemiyordu. “Ya beni gerçekten
unutmuşsa?” diye düşünmeden edemedi genç kız. Çünkü tepkiyi Soo Jin
değil de Tae Sun görmüştü. Sadece arkadaşına mı öfkeliydi yani?

Genç
adam, Soo Jin’in yere bakan gözlerine bağrı yanmış bir âşık gibi
sevgiyle bakıyordu. Elini uzatsa tutacaktı belki ama… Ama o, Soo Jin’e
dokunmaya bile korkuyordu.

Ah Jung’un makyajını yeten iki
damla gözyaşı, genç kızı Soo Jin’in yanına kadar getirmişti. Gelin, iki
kolunu da yanlara açmadan önce “Ya!” diye bağırdı, hıçkırıkları genç
kızın konuşmasını engelliyordu. “Gel buraya, pis kaçak seni!” dedi ve
Soo Jin’in boynuna atladı. Ardından da Ji Hye ile Eun Joo koşarak Soo
Jin’e sarıldı ve ağlaşarak selamlaştılar.

Soo Jin, kolunu
çimdikleyip “Neden bizi bıraktın?” diye kendisine bağırarak ağlayan
arkadaşlarına sarılırken tutmaya çalıştığı gözyaşlarını serbest
bırakmıştı.

Woo Joon, bir şey söyleyecek cesareti kendinde
bulamadığı için etrafı şaşkınlıkla izleyen Kang Hyun’a başıyla işaret
ederek konukların arasından yürümeye başladı. Genç adam adımlarını
sıklaştırmıştı ki, Soo Jin’i bir daha göremeyeceği düşüncesi ile
beyninden vurulmuşa döndü. Kısa bir süreliğine durdu ve göz ucuyla Kang
Hyun’a bakarak “Arabanın anahtarını ver!” dedi kısık bir sesle.

Kang Hyun elini telaşlı bir şekilde cebine attı ve arabanın anahtarını Woo Joon’un avucunun içine yerleştirdi.

Woo
Joon, yavaşça geriye doğru baktı ve kendisine ‘Gitme!’ dercesine bakan
Soo Jin’i kolundan kavrayarak peşinden sürüklemeye başladı. “Benimle
geliyorsun!” diyerek zaten hiçbir şey söylemeyen Soo Jin’in kendisini
izlemesi için biraz daha çekiştirdi. Otoparka geldiklerinde arabanın
kilidini açtığı gibi genç kızı arabanın ön koltuğuna oturttu ve şoför
koltuğuna geçerek arabayı hareket ettirdi.

Belki de bu
zamana kadar kullanmadığı bir hızla sürüyordu arabayı. Genç kız bundan
rahatsız değildi, sadece kafasındaki soru işaretleriyle boğuşuyordu. Onu
bırakıp nasıl gittiğini düşünerek kahroluyor, onun gözlerine baktığında
hissettiği aşka mağlup oluyor, hıçkırıklara boğuluyordu.

“Ben…” diyerek eliyle gözyaşlarını sildi Soo Jin. Nasıl devam edeceğini bilemiyordu, gitgide konuşmak zorlaşıyordu sanki.

Woo Joon, ifadesiz suratını yoldan almayarak: “Henüz bir şey söylemek zorunda değilsin.”

Soo
Jin ise konuşmaya devam etmek yönündeki kararını kesinleştirmişti.
“Hayır, anlatmam gereken şeyler var. Biliyorum gitmemeliydim ama-“
diyemeden Woo Joon’un kuvvetli sesiyle donakaldı.

“Sus,
dedim! Yeter!” diye bağırırken arabayı da yol kenarına çekti genç adam.
Sinirinden elleri titremeye başlamıştı. Ellerini direksiyondan çekti ve
başını geriye doğru yaslayarak gözlerini yumdu. Sanki sonsuzluğa gidiyor
gibiydi ama bu fazla uzun sürmedi.

Genç kız, hasretine
daha fazla dayanamıyordu. Woo Joon’un koltuğa yaslanmış bedenine usulca
kafasını koydu, bu hareketiyle Woo Joon’un gözleri fal taşı gibi
açılmıştı. Biliyordu! O da biliyordu Soo Jin’in, kendisini
unutamayacağını. Elini genç kızın saçlarına uzatırken duraksadı,
düşünmeye başladı. “Beni bu kadar seven kız, neden beni bırakıp gitti
öyleyse? Neden?” diye geçirdi içinden. Elini geri çekti ve onun kokusunu
içine çekerek derin bir nefes aldı. Sanki 3 yıldır ilk kez nefes
alıyormuş gibiydi. Nefes almaya hasretti.

“Ben hep seni
sevdim; herkese ve her şeye rağmen… Ama sen aşkımızı neden ortada
bırakıp gittin? Tae Sun ile gitmediğini biliyorum. Yani tek neden amcam
mıydı? Onun yüzünden mi?”

Soo Jin, Woo Joon’un
söylediklerinin altında eziliyordu. Neden bırakmıştı onu? Nasıl
güvenememişti ona? Aşklarını nasıl ortada bırakmıştı? Nasıl? Genç kız
hep sevmişti Woo Joon’u. Ona hep güvenmişti ama bir anlık öfkesine yenik
düşmüştü ve gitmişti. Geri dönmek istese de yapamamıştı. Nasıl
dönebilirdi ki? Tae Sun’un onunla geldiği haberinin herkes tarafından
duyulduğuna emindi ve geri dönüp bir de bunu izah etmeyi göze
alamamıştı.

“Özür dilerim. Ben aşkımıza sahip çıkamadım,
ben sana inanmamakla hayatımın en büyük hatasını yaptım. Sana yemin
ederim ki onunla gitmedim, ben-“ diyemeden Woo Joon’un ellerini yüzünde
hisseti ve sustu genç kız.

Genç adam, Soo Jin’in yüzünü
elleri arasına aldı ve “Sus! Biliyorum, sen bunu yapmazsın. Ben senin
çok aradım ama amcam yüzünden…” dedikten sonra sustu. “O kaza geçirdi ve
felç oldu. Ben şirketi bırakamazdım. Bu yüzden asıl ben özür dilerim.
Her ne olursa olsun seni aramalıydım. Tae Sun ile gitmiş olsan bile bunu
doğrulayıp öyle bakmalıydım işime. Bütün bunların bizi zedeleyeceğini
düşünüp vazgeçtim. Ama sana olan aşkım hiç bitmedi. Bitemez!” diyerek
avuçları içindeki ağlayan sevdiğinin dudaklarına ufak bir öpücük
kondurdu.

Soo Jin, bulutların üzerindeki sarayının
bahçesinde koşturuyormuş gibi gülümsedi. Bütün onsuz yılların acısı
silinip gitmişti. Dudaklarını Woo Joon’un dudaklarına tutkuyla
yapıştırdı ve elini onun kalbinin üzerine koydu.

“Seni seviyorum…”


--------------


“Şimdi
söyle bakalım, neden bir kere bile aramadın bizi? Ha? Cevap ver, sersem
herif!” diye bağırarak Tae Sun’un yakasına yapıştı Chae Min.
Gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. En mutlu gününde en çok sinirlenen
kişi o olmuştu. Her şey üst üste gelmek zorunda mıydı sanki?

Tae
Sun elini, yakasının üzerindeki ellerin üzerine koydu ve “Sakin ol,
Chae Min. Deminki olay için özür dilerim. Ben sadece Woo Joon’un Soo
Jin’i fark etmesi ve bana olan hıncını alması için yaptım. Özür dilerim
dostum, düğünün mahvetmek istememiştim.” diyerek gözlerini damat
elbisesi içinde tamamen farklı bir havaya bürünmüş olan arkadaşının
gözlerine dikti.

Chae Min ellerini yavaşça geri çekti ve
Tae Sun’a sıkıca sarıldı. “Siz çocuklar… Gerçekten bizi bunca sene
habersiz bırakıp, şimdi karşıma geçip sadece ‘Özür dilerim’ diyorsunuz.
Sung Mo’nun babalık telaşı ile tek başına uğraşmanın ne kadar zor
olduğunu biliyor musun sen? Sanki Eun Joo değil de o doğuracakmış gibi
telaşa kapılıyor ve siz yokken onu sakinleştirmekte bana düşüyor.
Kendimi, doğumu yaklaşan kadına derin nefes alıp vermesini söyleyen bir
ebe gibi hissediyorum.”


-----------------


Düğün
henüz bitmedi! Ah Jung ve Chae Min konukları sakinleştirip oldukları
yerde kalmalarını söyleyip onları sakinleştiriyordu. Eun Joo’nun
sancıları biraz daha artmış olsa da bunu kimseye belli etmeyip anın
tadını çıkartmaya çalışıyordu ve Sung Mo’da ona eşlik ediyordu. Ji Hye
ile Tae Sun ise sadece selamlaşıp kısa bir sohbet etmişlerdi. Ama
ikisinde de hiçbir aşk belirtisi yoktu.

Onlar müziğin
etkisiyle kafalarını boşaltırken, giriş kapısında el ele tutuşmuş mutlu
bir çift gülen gözlerle belirdi. Elleri hiç ayrılmayacakmış gibi sımsıkı
birleşmişti. Ama onların bu mutluluğunu bölen bir kadının acı çığlığı
olmuştu.

“Ah…”


40. Bölümün Sonu

--------

Sınavlar
dolayısıyla biraz geç yazdım bu bölümü. Kusura bakmayın, lütfen. Bir
de, yorumlarınızı görmek beni çok mutlu ediyor. Söyleyeyim dedim.

---------
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 3:44 pm

Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik - Komedi

41. Bölüm

Herkes
müziğin etkisiyle kafasını boşaltırken, giriş kapısında el ele tutuşmuş
gülen gözlerle mutlu bir çift belirdi. Elleri hiç ayrılmayacakmış gibi
sımsıkı birleşmişti. Ama onların bu mutluluğunu bölen bir kadının acı
çığlığı olmuştu.

“Ah…”

Eun Joo, son beş
dakikadır gözlerinin kararmaya başlamasını umursamadan dayanmaya
çalışmıştı ama gelen son darbenin acı verici hissi ile acı bir çığlık
atıp gözlerini kısa süreliğine karanlığa uğurladı. Sadece bir takım
sesler duyuyordu, ama ne seslerin amacını tahmin edemiyordu.

Hamile
kızın ardı ardına sıraladığı çığlıklar eşini büyük bir vurgun yemiş
gibi duraksattı ama genç baba adayı kendini hemen toparlaması
gerektiğini biliyordu. Kendini buna alıştırmıştı ki alıştırmak
zorundaydı da.

Sung Mo’nun en büyük hamlesi karısını
kucaklayıp, etrafındakilere bağırmak olmuştu. Karısının çığlıklarını
bastırmak istercesine bir güçle “Araba… Araba getirin çabuk!” diye
bağırdı. Delirmiş gibi kocaman açtığı gözleri, yardım istercesine Woo
Joon’da sabitlenmişti. Woo Joon ise onu fazla beklemeden hemen Kang
Hyun’ı arabayı getirmesi için yolladı, ardından da diğer konuklar gibi
Eun Joo’nun yanına yaklaştı.

Eun Joo, sancılarının verdiği
o sert acıyla avazı çıktığı kadar bağırıyor, Sung Mo’da bayılmamak için
kendini zor tutuyordu. Araba giriş kapısına yaklaşınca kalabalık yavaş
yavaş geri çekilmeye başlamıştı. Sung Mo kucağındaki karısını tüm
gücüyle arabaya yerleştirdi. Karısını sakinleştirmek için onun buz
kesmiş, hamilelikten hafif tombullaşmış elini sıkıca tutuyordu baba
adayı.

Düğün yerindeki birbirinden güzel bahar
çiçeklerinin hoş kokusu konukları sakinleştirmeye yetmemişti. Hatta buna
gelin ve damatta dâhildi. Chae Min ve Ah Jung gözlerine kestirdiği ilk
arabaya atlamak için harekete geçecekken, birisi onları henüz kıyılmamış
olan nikâhları için aniden durdurmuştu.

Woo Joon,
soğukkanlılıkla önce Sung Mo’yu şoför ile hastaneye yolladı. Ardından da
gelinliğinin eteğini arabaya binmek için toplamış olan Ah Jung’un
yanına yaklaştı. Genç kızı sakinleştirmek için soğukkanlılıkla
gülümseyerek “Şimdi onlarla gidersen elinden bir şey geleceğini
sanmıyorum. Doğumu senin yaptıracağını da… Lütfen sakin ol ve düğünün
bitmesini bekle. Nikâh bittikten sonra sizi ben bırakırım merak etmeyin.
Şimdilik sadece Tae Sun ile Ji Hye’nin gitmesi yeterli. Şahitler biz
olduğumuza göre, Soo Jin ile benim kalmamız gerek, değil mi? Hadi,
bitirelim şu düğünü!” dedi ve ellerini Ah Jung’un omzuna koydu. Gözleri
ise arka taraftan onları izleyen Soo Jin’in gülümseyen gözlerindeydi.

Ah
Jung, kolay kolay pes etmeyen birisi olduğunu herkese en kesin hatlarla
belli etmiş olsa da, Chae Min’in onun için yaptığı bu kadar hazırlığı
da yıkıp geçemiyordu. Usulca omzundaki ellerden kurtuldu ve utangaç bir
tavırla Chae Min’in koluna sokuldu. Nikâh henüz başlamıştı.


--------------------------------


“Dayan hayatım, dayan lütfen.”

Eun
Joo, uzandığı sedyeden çığlıkları ardı ardına sıralamaya devam
ediyordu. Çektiği acı ve yediği ağrılar Eun Joo’nun, Sung Mo’yu
anlamasını engelliyordu. Bağırarak acısını hafifleteceğini sanıyor ve
bağırmaya devam ediyordu.

Acil bölümünde bekletilen
sedyeye yaklaşan doktor, Sung Mo’ya hamilelik hakkında sorular soruyor
ve telaştan eli ayağına dolaşan baba adayından cevap bekliyordu. Ama
cevapları onun yerine, sakinliğini koruyan Ji Hye düzgün biçimde
yanıtlıyordu.

Doktor, istediği cevapları aldıktan sonra
ter içinde kalan Eun Joo’nun başında bekleyen hemşireye döndü. Eun Joo
kadar telaşlı olan bu genç hemşirenin göreve yeni başladığı ya da henüz
alışamadığı gözlerindeki korkudan belli oluyordu. Siyah saçlarından
gözüne düşenlerini sıska eliyle geriye doğru iterek doktora pür dikkat
bakmaya başladı genç hemşire. Sahibinin kemiği uzağa fırlatmasını
bekleyen uslu bir köpek gibi dikkat kesilmişti, hemen koşup yakalamak
ister gibi aceleci bakışlar atıyordu otuzlu yaşlardaki doğum uzmanına.

“Hemen
doğumhaneyi hazırlat! Doğum başlamış gibi gözüküyor.” dedi ve endişeyle
Eun Joo’yu bir kez daha süzdü makyajdan uzak tuttuğu çekik gözleriyle.
Bu onun ilk doğumu değildi, belki bundan önce yüzlerce kadını
doğurtmuştu ama şimdiki hastasından bir sorun var gibi geliyordu
doktora. Endişeli bir şekilde yattığı yerde çığlıklar atmaya devam eden
kadının sedyesinin doğumhaneye götürülmesine yardım etmek için ellerini
sedyeye götürmüştü ki, doğumu başladığı sanılan Eun Joo birden gözlerini
kapayarak sedyeye hareketsizce uzandı. Bayılmıştı.

“Acele edin! Hemen! Büyük bir sorunumuz var!”


-----------------------------


Aklı
başka bir yerde olan şahitler ve hala telaşlı olan konuklar huzurunda
kıyılan Ah Jung ile Chae Min’in nikâhı çok sade ve kısa olmuştu. Bir an
önce hastaneye gitmek için her şeyi öyle aceleye getirmişlerdi ki, kimse
ne olup bittiğini anlayamamıştı.

Chae Min, “Gelini
öpebilirsin” sözünün bile bitmesini beklemeden Ah Jung’un alnına küçük
bir buse koyarak nikâhın sonunu getirmişti. Genç kız ise arkadaşının
çığlıklarını kulağında tekrar hissedince gülümsemeyi unutuyor ve her
şeyi daha da keyifsiz hale getiriyordu. Kimse düğün yerine el ele gelen
Soo Jin ve Woo Joon’u sorgulamıyordu. Onlar kaçak bakışlarla geçmiş
yılların intikamını alırken, hastane yolunu tutma vakti gelip çatmıştı.

Ah Jung gelinliğini otel odasında çıkartırken ayaküstü Soo Jin’e sadece bir soru sorabilmişti:
“Nasıl barıştınız.”

Soo
Jin’in beklediği bir soru olsa da genç kız bunu ertelemiş ve sonra daha
ayrıntılı anlatacağını söylemişti. Görmeleri gereken bir bebek vardı.
Ama bu sandıkları kadar kolay olmayabilirdi. Gelen bir telefon üzerine
daha hızlı ve hüzünlü bir yolculuk onları bekliyordu. Çünkü doğum bir
süreliğine iptal edilmişti. Arabayı daha hızlı sürmeleri gerekiyordu,
bir an önce hastaneye varmaları gerekliydi.


-----------------------


“Woo
Joon, onu görmeme izin vermiyorlar. Lütfen bir şey yap, onu görmem
gerek.” Diyerek nemli gözlerini elinin tersi ile sildi genç adam ve
kardeşi, Woo Joon’un omzuna yasladı başını.

İki saat önce
gözlerini kapayan Eun Joo’yu, acilen doğumhaneye götürmüşlerdi. Ne bir
haber veriyorlardı, ne de Eun Joo’yu çıkartıyorlardı. Eun Joo’yu öyle
endişeli ve korkulu bakışlar altında doğumhaneye almışlardı ki,
korkmamak elde değildi. “Riskli bir durum…” demişti doktor sadece. Ama
nasıl bir risk? Bunu, hastanenin beyaz boyalı duvarlarıyla çevrili
koridorunda bekleyen hiç kimse bilmiyordu.

Soo Jin,
ellerini Ah Jung’un elleriyle kapatmış Ji Hye’yi sakinleştirmeye
çalışıyordu. Böyle durumlarda hep sakinliğini koruyan Soo Jin olurdu
zaten. Ama bu sefer durum biraz farklıydı, bu ölüm-kalım meselesiydi ve
genç kız istemese de kötümserliğe düşebiliyordu. Onu bu kötümserlikten
çekip kurtarabilecek tek kişi ise kardeşini teselli edip, sakinleştirmek
ile meşguldü.

Doğumhanenin kapısı açıldığında tüm gözler
kapıdan çıkan beyaz önlüklü doktora dönmüştü. Doktor gülmüyordu, ya da
“Bir kızınız oldu!” diyecek gibi bakmıyordu. Sadece soğukkanlı olmaya
çalışarak Sung Mo’nun yanına yaklaştı.

“Üzgünüm, ama
elimizden ancak bu kadarı geliyordu…” Doktorun bu söylediklerinden sonra
ayakta beklemede olan Soo Jin’in gözlerini kapanmıştı ve sendeleyerek
koltuğa çökmüştü. Herkes soluk soluğa doktorun sözünü bitirmesini
beklerken Sung Mo belki de bütün umutlarını bir bavula koyup, masmavi
denizin kıyısından aşağıya savurmuştu.

“Bebeğiniz çok
sağlıklı ama anne için bunu söylemek biraz zor. Daha doğrusu çok erken,
anneyi yoğun bakıma alıyoruz. Bebeği görebilirsiniz, çok sağlıklı
gözüküyor ama ona bazı testler yapmamız gerekiyor.” dedi ve son
cümlesinden sonra teselli edercesine gülümsedi doktor. Sanki bardağın
dolu tarafına bakmak zorunda hissediyordu kendini. Böyle bir durumu
kolaylıkla anlatamayacak kadar genç ama hastalarının umutlarını
kaybettirmemeye özen gösterecek kadar tecrübeliydi.
--------------------


Herkes
birbiri ardına sıralanmış, camlarla çevrili odadaki bebeklerden
hangisine bakması gerektiğini düşünüyordu. Sung Mo ise çoktan seçmiş
gibi en ortadaki pembe giysili, sürekli ağlayan bebeğe bakıyordu.

“O
bizim bebeğimiz.” diyerek gülümsedi genç adam. “Burnu aynı annesi gibi
küçücük, gözleri ise benim gibi… Ama ağladığı için belli olmuyor.
Annesini gördüğünde göreceksiniz ki onunda gözleri gülecek. Tıpkı benim
gibi…”

Tüm eski dostlar Sung Mo’nun bahsettiği şirin
bebeğe bakmak için birbiri üstüne atlamıştı. Suratlarındaki sahte
gülümseme Eun Joo gözlerini açtığında gerçeğe dönüşecekti.


“””” Ertesi Sabah “”””

Kol
kola girmiş ufak tefek görünüşlü hemşirelerin koridordan geçerken
fısıldayarak konuşmasına uyanan Woo Joon, esnemek isteyince omzundaki
kızı fark etmişti. Genç kızı uyandırmamak için yavaşça eski yerine
yaslandı ve elini onun dalgalı, sarı saçlarında gezdirdi. Bunu yaptıkça
içinde büyük bir huzur birikintisi oluyordu. Adeta Soo Jin’den güç
alıyordu.

Eun Joo hala yoğun bakımdaydı ve Sung Mo’da onu
camlarla çevrili odanın dışından izliyordu. Gece boyunca gözünü bile
kırpmamıştı. Bir saat boyunca karısını izliyor, ardından da gidip
bir-iki dakika kızını seyrediyordu. Bütün gece bu böyle sürmüştü. Genç
adam gözlerini kapatmaktan korkuyordu, Eun Joo’ya biraz daha bakmak,
kızına doymak istiyordu.

O gece hastanenin rahatsız
sandalyelerinde kıvrılıp yatmak zorunda kalan diğer çift ise yeni
evlilerdi. Ah Jung ve Chae Min, balayı tatillerini bir süreliğine iptal
etmişlerdi. Normalde şu anda New York’ta bir otelin en lüks odasında
uyanacaklardı ama beklenmedik bir felaket bu planlarını alt üst etmişti.
Ama ikisinin de bu kayıplarını düşünecek durumu yoktu. Genç adam
neredeyse bütün gece “Küçük Melek” diye seslendiği minik bebeği
seyretmişti. Ah Jung ise Sung Mo ile birlikte Eun Joo için dualar
etmişti. Her şey düzelecek miydi? Eun Joo, kocası ve minik kızı için
gözlerini açacak mıydı?


*******************

Soo
Jin ve Woo Joon, dün öğleden beri ağzına tek lokma bile koymayan
arkadaşları için bir şeyler almayan kantine inmişlerdi. Ama ikisinin de
diğerleri gibi iştahı yoktu. Woo Joon içinde birkaç bardak kahvenin
bulunduğu tepsiyle birlikte, masada oturup onu bekleyen genç kızın
yanına geldi.

“İçmek ister misin?” diyerek tepsiyi masaya
bırakıp sandalyeye oturdu. “Umarım Eun Joo çabucak iyileşir. Sen de
kendini bu kadar mahvetme! Ben onun iyileşeceğine inanıyorum. Sen de
inan!”

Soo Jin, dağınık saçlarını kulaklarının arkasına
sıkıştırdı ve derin bir nefes aldıktan sonra “İnanıyorum.” diyerek
acıyla gülümsedi.

İnanmalıydı! Yoksa nasıl devam
edebilirdi ki hayatına? 3 yıl görmediği arkadaşını bir günde kaybetmek…
Söylemesi bile korkunçtu ama Soo Jin bunu her an yaşayabilirdi.


Onlar
kantinde rahat birer nefes alırken Sung Mo, hala o camın yanında
bekleyerek karısının gözlerine doya doya bakıyordu. Her sabah onu
uyurken izlemeye benzemiyordu bu. Çünkü Eun Joo hiçbir zaman bu kadar
çok uyumamıştı. Sung Mo’yu endişelendirende buydu, onu kaybedeceğini
düşünmeye başlıyordu.

Gözlerini iki saniyeliğine bile
kapatmaya korksa da, kapatmıştı. Şimdi de açmaya korkuyordu, ama güçlü
bir ses… Makineden gelen bir sesti bu. Genç adam gözlerini telaşla açıp
ellerini cama yapıştırarak bağırmaya başladı.

“Hayır!
Hayır, sana bir şey olamaz. Olamaz! Doktor… Doktoru çağırın! Kurtarın
onu! Ölemez!” Genç adam hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve bağırıyordu. Doktorun
gelmesiyle daha çok paniklemişti, “Ya öldüyse” diyen sesi içerilerinde
hissediyor, kendine lanetler okuyordu. Dizlerini üzerine çüktü ve duvara
yaslanarak dualar etmeye başladı genç adam. “Yalvarırım onu benden
alma. Onu bensiz, beni onsuz bırakma… Yalvarırım, yalvarırım…”

Doktorun
odadan çıkmasıyla etrafa emirler yağdırması bir olmuştu ama Sung Mo onu
dinlemek istemiyordu. “Karınızı kaybettik.” demesinden korkuyordu.

********************

Soo
Jin ile Woo Joon, asansörün istedikleri kata çıkmasını beklerken
susuyorlardı. Genç adam aklındakileri söyleyip kurtulmanın derdindeydi.

“Amcam…”
diyerek duraksadı genç adam, Soo Jin’in gözlerini üzerinde hissetti ve
devam etti. “O sana benim de bu oyunun içinde olduğumu söyledi. Ona
kızgın olmam gerek, değil mi? Ama ona kızamıyorum, sen de ona
kızmamalısın. Çünkü o senin annenin ilk aşkıydı ve amcam hep annein
kendisini aldatıp babanla evlendiğini düşünmüş. Lütfen bir şey demeden
beni dinle. Bu sefer her şeyi benden duyacaksın! Annen seni umursamadığı
için gitmemiş, sadece hastalığını senden saklamak istemiş.”

“Annem…
Hasta mıymış?” Genç kız bir anda kendini büyük bir hayal kırıklığı
içine sürüklenmiş buldu. Annesine o kadar kızıyordu ki oysa. Woo Joon’un
amcasına ne demeli peki? Genç kız halao adamdan nefret ediyordu.

Genç
adam, elini Soo Jin’in saçlarında gezdirdi ve “Ben sen gittiğinden beri
annenle ilgileniyorum. Hastalığı atlattı sayılır, senin yurtdışında
okuduğunu söylediğimde o kadar sevindi ki, tedavisine daha çok dikkat
etti. O seni görebilmenin umuduyla iyleşti. Ama amcam, annenin yerini
öğrendiği zaman gerçeği öğrenmek için ona gitmek istedi ve ona giderken
bir kaza geçirdi. Felç oldu… Belden aşağısı tutmuyor. Bu yüzden
Japonya’daki şirketle ben ilgileniyorum. Annen de Japonya’da, amcamın
yanında.” diyerek gözlerini yere eğdi.


“Ne? Annem, amcanla mı?”


41. Bölüm Sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 3:44 pm

Kızların Egemenliği - Final (1. Kısım)
Yazar: Demet Hancı
Tür: Romantik – Komedi – Okul
Final – 1. Kısım
/*/*/*/ Eun Joo – Sung Mo /*/*/*/
Doktorun
odadan çıkmasıyla etrafa emirler yağdırması bir olmuştu ama Sung Mo onu
dinlemek istemiyordu. “Karınızı kaybettik.” demesinden korkuyordu.
----------------------------------
Genç
adam avuç içleriyle kulaklarını kapamış, ağlamaya devam ediyordu.
Duymak istediği kelimeden başka hiçbir şey duymak istemiyordu. Eun
Joo’ya bir şey olursa o yaşayamazdı. Peki, ya kızı ne olacaktı? Yeni
doğan bebekleri olmasaydı Sung Mo, Eun Joo ile birlikte gözü kapalı
ölüme giderdi. Ama şimdi ondan yardım bekleyen bir çift minik el; ona
bakmak isteyen, ağlamaktan helak olmuş iki küçük göz vardı.
Etrafa
koşuşan birkaç hemşireden genç, alımlı ve esmer olanı yoğun bakımdan
dışarı çıkarken, yere çöküp deliler gibi ağlayan Sung Mo’yu gördü. Onu
bu şekilde görünce gözleri ister istemez yoğun bakımda, yatakta uzanan
kadına kaymıştı. Genç kız, dizlerinin üstüne çökerek Sung Mo’ya
gözükmeye çalıştı. İstediği gibi Sung Mo onu fark edince de gülümseyerek
“O iyi, lütfen üzülmeyin. Ölmeyecek, kurtuldu.” dedi.
Genç adam,
gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte ellerini de kulaklarından yavaşça
indirdi. “Ne? Ölmeyecek mi? Siz… Ciddi misiniz?” diyerek gülümseyen Sung
Mo, bu sefer de sevinçten ağlayarak genç kıza sarıldı. Genç kız ne
olduğunu anlayamadan vücudunu kaplayan iki elle karşı karşıya gelmişti.
Bunda bir sorun çıkarmayacaktı, çünkü gece boyunca Sung Mo’nun ne acılar
çektiğini bizzat görmüştü.
“Sanırım sizi korkutan Doktor Hanım’
ın
telaşı oldu.” dedi genç hemşire Sung Mo’dan ayrılırken, sonra da devam
etti. “Ama o hastaları iyileşince hep böyle telaşlı ve heyecanlı olur.
Eşinizden umudu kesmişti ama uyandığını görünce biraz… Ah, çok şaşırdı,
tıpkı bizim gibi. Şimdi eşinizi odaya alıyoruz. Benim şimdi odayı
hazırlamam gerek, bebeği de o odaya alacağız. Siz de orada
bekleyebilirsiniz.”
Genç adam, yoğun bakımdan çıkan sedyeden
karısının yüzünü görebiliyordu. Eun Joo’nun ellerini odaya gidene kadar
sıkıca tuttu. Orada da bırakmadı, delicesine gün boyunca onu izledi.
Tıpkı dün gece yaptığı gibi, sadece onun gözlerine baktı.
Eun
Joo’nun başucunda ağlayan biricik dostları, bebeği sevmeye gelen aile
büyükleri ve sıkı dostlar… Eun Joo’nun odası akşama kadar doluydu ama o
henüz gözlerini açamamıştı. Herkesler gelip gitmişti ama Sung Mo, Eun
Joo’nun elini hiç bırakmadan akşama kadar, sıkıca tutmuştu. Bir yanında
karısı yatarken, diğer yanında kızının beşiği vardı. Bir baba başka ne
isteyebilirdi ki?
Nihayet ziyaretler bitmiş, uyuma vakti gelmişti.
Ama bebek hala yatağında değildi. Sung Mo, kızının gelmesini
bekliyordu. O gelmeden uyuyamazdı, gerçi uykusu da yoktu.
Ah Jung,
kucağında henüz ismi konulmamış minik prensesle ve yanında ki henüz
doğru düzgün sarılamadığı kocası ile birlikte içeri girdi. Ah Jung, pür
dikkat Eun Joo’yu süzerken, Chae Min karınsın kucağındaki minik prensesi
tuhaf sesler çıkartarak seviyordu. Genç kız, onu durdurmak için kısık
bir sesle “Ya! Uyandıracaksın bebeği, sessiz olsana.” dedi ve bebeği
Sung Mo’nun yanındaki beşiğe yatırdı.
“Sağ olun çocuklar. Size de
zahmet oluyor böyle ama…” diyemeden Sung Mo’nun sesini ciddi bir şekilde
kesti Chae Min. “Bebeğimi bu kadar sevmeyin demeye çalışıyorsan, unut
onu! Hem ben minik prensesimi bizim eve almayı bile düşünüyorum. Yani
yanlış şeyi sorun ediyorsun. Ona bakarak rahatsız olacakmışız? Peh!”
diyerek ellerini cebine soktu Chae Min. Ardından da Ah Jung’a kapıyı
işaret ederek “Hadi, biz çıkalım da uyusunlar.” diye fısıldadı.
Yeni
evli çiftin odadan çıkışının ardından Sung Mo gülümseyerek kızına
yaklaştı ve onun ellerine hafifçe dokunarak “Kızım… Bebeğim… Annen seni
gördüğün de ne kadar mutlu olacak, biliyor musun? Onu üzmeyeceğine söz
ver bana. Babana… Benim güzel kızım, umarım annen bizi daha fazla
bekletmez, çünkü ben çok sabırsızım. Onun hemen kalkmasını istiyorum.
Onu çok seviyorum. Kalbimin tamamı onun…du. Ama şimdi yarısı sana ait.”
dedi ve Ji Hye’nin onun için diktiği pembe, çiçeklerle kaplı elbisenin
içinde mışıl mışıl uyuyan minik kızının saçlarını okaşarak yanağına ufak
bir buse kondurdu.
“Kızımla… Beni mi çekiştiriyorsun?” dedi
ağlamaklı ve yorgun bir ses. Sung Mo, önce yanlış duymuş olduğunu
düşünerek tereddüt etti ama arkasından gelen hıçkırıkları duyabiliyordu.
Bu, Eun Joo’nun sesiydi. Genç anne, kısa süre önce uyanmış baba-kızın
ne konuştuğunu dinlemeye koyulmuştu.
Genç adam, kızının minik
elleri içindeki işaret parmağını kımıldatmadan başını geriye çevirdi.
Gözlerinin içine bakan iki nemli gözün sahibine bakarken ağlamaması
mümkün değildi. Eun Joo yatağından zorlukla doğruldu ve hemen yanındaki
kocasının koluna hafifçe dokundu. “Kızım… Ona bakabilir miyim?” diyerek
güçlükle nefes aldı. Gözlerini eşinin gözlerinden aldı ve minik kızının
beşiğine çevirdi. “O iyi, değil mi?” diyerek gözyaşları arasından
gülümsedi genç anne, kocasının bebeklerini kucağına vermesini beklerken.
Sung
Mo, olduğu yerde donakalmıştı sanki. Derin bir nefes alıp karısının
boynuna atladı ve onun kokusunu içine çekmeye başladı. Eun Joo’nun
saçlarını okşayarak dudağına bir öpücük kondurdu. Genç annenin yüzünü
avuçları içine alarak “Kızımız çok iyi, aşkım. Senin gibi, güzel; tıpkı
senin gibi mızmız! ‘Ben annemi görmeden susmam’ diye hep ağladı ama
sonunda uyandın.” dedi ve yorgun gözüken karının alnına bir öpücük
kondurdu. Ardından da yerinden kalkarak uyuyan kızlarını kucakladığı
gibi Eun Joo’nun kucağına yerleştirdi. Tüm bunları yaparken sadece
gülümsüyordu. “Bebeğim, biricik kızım. Meleğim benim… Seni beklettiğim
için özür dilerim. Lütfen anneni bağışla meleğim
."

-------------------------------
“Yoo
Min’i uyutamıyorum, tatlım yardım et lütfen.” Doğumdan sonra
tombullaşan kolları arasında salladığı pembe tulumlu ve tulumunun
rengini yanaklarında barındıran Yoo Min’e bakarken eşini uyandırmak için
dil döküyordu genç anne. Boşta kalan ayağıyla yatağa yüzüstü uzanmış
olan Sung Mo’yu dürtüyordu ama genç adam gözlerini dahi açamıyordu.
Eun
Joo, gece saat 2’den beri Yoo Min’i uyutmaya çalışarak geçirmişti. Bir
hafta hastanede kaldıktan sonra kendi evlerinde geçirdikleri ikinci
geceydi. Evdeki ilk gece, minik Yoo Min’e babası eşlik etmiş sabaha
kadar gözüne uyku girmemişti genç adamın. Sabahleyin hiç dinlenemeden
şirkete uğramak zorunda kalınca da bu gece böyle duyarsıza
uyuyakalmıştı. Genç annenin ilk gecesi başlayalı yaklaşık 2 saat olmuştu
ve küçük prensesi uyutma görevi hala tamamlanamamıştı.
Eun Joo,
daha fazla dayanabileceğine inansa da kapanmakta direnen gözleri aynı
şeyi söylemiyordu. Genç kadın, eşinin vücudunda ayaklarıyla daha fazla
morluk yaratmak istemiyordu ama onu uyandıramıyordu da. Ağlamaklı
suratını hemen toparlayarak Yoo Min’i pembe güllerden desenleri olan,
şekerden tatlı gözüken beşiğine yatırdı ve kocasına doğru sinsi
adımlarla yaklaşmaya başladı. Sung Mo’nun yattığı yatağın ucuna
oturmadan önce üzerinde şekerler, kurabiyeler gibi birçok ıvır zıvırın
bulunduğu geniş, tahta masanın üzerindeki, gecenin verdiği karanlıkla
parıldayan cam sürahiyi de aldı eline. Son kez kocasının kulağına eğilip
“Sung Mo… Uyanacak mısın?” diye sordu kısık bir sesle. Ardından da
ağzını yavaşça açarak daha kısık bir sesle “Yoksa…” diye ekledi ve
durdu. Elindeki sürahiyi kocasının yüzüne boşaltmak için hazırlanırken
suratının aldığı şeytani hal, onun uykusunda sızladığını gördükten sonra
üzgün bir maymununkinden farksız olmuştu.
“Sung Mo, sen hasta
mısın?” diyerek elini genç adamın alnına yerleştirip sıcaklığı hissetmek
için bekledi. Haklıydı, Sung Mo’nun vücut ısısı yükselmişti. Hemen
eşinin üstündeki siyah, kalın pikeyi kaldırdı ve kızını kucaklayarak
masanın üzerindeki bez gibi bebeğin ihtiyaç duyabileceği eşyalardan
birkaçını alarak üst katta bulunan Sung Mo’nun annesi ile babasının
kaldığı odanın kapısını çalmaya başladı. Minik Yoo Min’i onlara emanet
etti ve Sung mo’yu merak etmemelerini söyleyerek aşağıya, kendi odasına
indi. Odasına girmeden önce mutfaktan içi buz parçaları ve soğuk suyla
dolu geniş, demir bir kap aldı. Dolabından çıkardığı beyaz havluları
kocasının alnına ve kollarına yerleştirerek onun uyanmasını bekledi.
Genç
adam, gece dört gibi gözlerini açabilmişti ancak. Onda da iyi olduğunu
söyleyerek tekrar uykuya daldı. Sabaha karşı Sung Mo’nun vücut ısısı
tekrar normale dönmüştü ve Eun Joo’da kocasının kollarına sarılarak
uyuyakalmıştı. Sung Mo’nun annesi, Bayan Choi, onları kontrol ettikten
sonra Yoo Min’i de aralarına koymuş bir de onların güzel bir fotoğrafını
çekmişti.Güzel manzaralar arkasında her daim kalıntılar bırakmalıdır.
----------------


“Sung
Mo, sana inanmıyorum. Sen az önce kızına onu her şeyden çok sevdiğini
söylemedin, değil mi? Düğünümüzde bana ‘Sonsuza kadar yalnız seni
seveceğim’ diye söz vermemiş miydin?” diyerek dudaklarını büzdü genç
kadın. Küçük çocuklar gibi kollarını göğsünün altında birleştirerek
kendini koltuğa attı.
Genç adam kucağındaki bebeği beşiğine
yerleştirdi ve karısının yanına yaklaşmaya başladı. İçinden “Ah, çok
dertli bir adamım.” diye geçirirken yüzü gülümseyen bir hal
içerisindeydi. Karısına yaklaşınca onun önünde diz çökerek, genç kadının
gözlerine bakmaya başladı.
“Benim için sen ve o yok!” diyerek
karısının ellerini avucunun içinde topladı genç adam. “Siz varsınız! Sen
ve bebeğim benim bütün kalbimin sahibisiniz. Seni ne kadar seviyorsam,
onu da o kadar seviyorum.” dedi ve karısını kolları arasına alarak
gülümsedi.
“Gerçi sen böyle yapınca, kızıma daha çok yaklaşmıyor değilim.”
Genç
kadın gözlerini kocaman açarak geriye atıldı ve “Ya! O da ağlıyor,
geceleri seni ve biricik karını uyutmuyor. Onda niye azalma yokta bende
var? Adil ol biraz! Ayrımcılık yapıyorsun!” diyerek sinirini kocasına
kötü kötü bakışlar atarak gidermeye çalıştı. Ama genç adam sadece
gülümsüyordu. “Neden bana iki tane çocuk verdin ki? Bari biri olgun
olsaydı…” diyerek kafasını yukarı kaldırarak yalvaran gözlerle bakmaya
başladı. “

İki tane çocuk, ha? Ben sana gösteririm şimdi olgun eş nasıl oluyormuş. Gel buraya!”
“Atma, Eun Joo sakın o yastığı bana atma! Ya! Atma, demedim mi ben sana? Sen hiç büyümeyecek misin?”
-SON
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 3:45 pm

Final – 2. Kısım

Yazar: Demet Hancı


"Ne? Annem, amcanla mı?"

----------------------------------------------

Sisli
bir gecede uzun bir binanın çatısında, onu alıp götürmek istercesine
esen rüzgârla hesaplaşırcasına dimdik duruyordu genç kız. Üzerindeki
beyaz gecelik rüzgârın etkisiyle bedenine yapışıyor; dalga dalga olan
saçları, tüm benliğini rüzgârla kaybediyordu. Yine de gözlerini, kuş
bakışı seyrettiği şehrin kalabalık ve rengârenk görüntüsünden alamıyordu
genç kız. Ayakları istem dışı yürümeye başlamıştı ve...


Binadan
düşüşü bir anda olmuştu. Ne olduğunu anlamamıştı bile. Gözlerini
sımsıkı kapatıp hiçbir şey görmek istemese de, yapamıyordu. Artık çok
geçti, belki de şuan korkuyla baktığı asfalt zemin birazdan genç kızın
kanıyla bir fırça darbesi alacaktı.


Ve gözlerini yumdu...


Soo
Jin, gözlerini açtığında soluk soluğa kalmış bir şekilde Woo Joon'un
omzuna yaslanmış halde buldu kendini. Gördüğü kâbusun etkisini sevdiği
adama belli etmemek adına derin ve sessiz bir nefes alarak zorlukla
gülümsemeye çalıştı genç kız. Ama yüzünün etrafını kuşatan terler onu
ele veriyordu.


Woo Joon, az evvel omzunda uyuyan
sevgilisinin uyandığını fark edip gözlerini onda sabitledi. Genç kızın
yüzüne bakan Woo Joon'un "Günaydın" gülümsemesi siliniyordu.


"Canım, iyi misin? Kâbus mu gördün?"


Soo
Jin eliyle alnına gelen kâküllerini geriye doğru attı ve alt dudağını
ısırarak gülümsemeye çalıştı. "O kadar çok mu belli oluyor?" diyerek
genç adamın elinin üzerini sıvazladı ve "İyiyim, sorun yok. Sadece bir
kaç iğrenç canavarla savaşıyordum. Onları keskin kılıcımla kovalıyordum.
'Kahraman Soo Jin, iş başında!' Kabus bile sayılmazdı."

"İyi
hissediyorsan, rahatladım. Her ne kadar seni Japonya'ya zorla götürüyor
olsam da benimle ilgilenmelisin; eskisi gibi..." dedi ve gözlerini
yumarak dudaklarını genç kıza yaklaştırarak devam etti. "Daha ilgili de
olabilir tabii, mesela ufak bir öpücükle başlaya..." Woo Joon lafını
bitiremeden yan koltukta oturan sevgilisinden bir sandaye altı tekmesi
yemişti.


Woo Joon henüz fark edememiş olsa da Soo
Jin, bir öndeki koltuktan hayran hayran onları izleyen bir genç kızı ve
yanlarında oturan Kang Hyuk'ın şaşkın bakışlarını fark etmişti.


"Kapa
çeneni Woo Joon! Arka koltukta oturan, seksenine merdiven dayamış
beyaz, yaşlı çift dahi herkes bizi izliyor. Neden dudaklarını hemen geri
çekmiyorsun?" Soo Jin sinirden birbirine kenetlediği dişleri arasından
öfkesini Woo Joon'a kusuyordu.


Uçağın inmesine
yakın son on dakika böyle geçmişti. Peki, Soo Jin'in annesiyle ilgili
öğrendiği gerçeklerin üstünden kaç gün geçti bilmek ister misiniz?


Bundan
tam üç gün önce, Eun Joo'un yoğun bakımdan çıktığı gün Soo Jin bütün
gerçekleri öğrendi. Annesiyle ve Woo Joon'un biricik amcasıyla ilgili
bütün gerçekleri...


Eski, yeni tüm gelişmelerin
bilincinde olan Soo Jin için annesinin karşısına çıkmak en zor ve acı
verici şey haline gelmişti. Üstelik annesinin hiçbir açıklama yapmadan
gittiği gün Soo Jin'in kendine verdiği sözün ardından...



"Ne,
seni benim yaşımda kızlarla aldatan bir baba için; ne de, beni böyle
bir pislik gibi ortalığa atıp giden bir anne için asla gözyaşı
dökmeyeceğim. Söz veriyorum sana ANNE, bana yalvarmak için geri
döndüğünde yüzüne dahi bakmayacak kadar güçlü biri olacağım. Çünkü ben
lanet olası bir BABA ve işe yaramaz bir ANNE'nin güçlü kızlarıyım. Söz
veriyorum..."




Soo Jin her ne kadar
sözüne sadık biri olsa da bu sözü bozacaktı. Özellikle de Eun Joo ile
minik prensesin birbirlerine bağlılıklarını gördükten sonra bu sözü
verdiği ve annesine öylesine kötü bir veda ettiği güne lanet okuyordu.


Anne
ve çocuk bir yapbozun iki parçasıdır. Baba ise onları kapsayan altlık
görevini görür. Ama Soo Jin'in bir parçası olan yapboz, uzun zaman önce
altlığını kaybetmiş ve birleşmesi gereken diğer parçaya tutunamamıştı.


Ama
henüz vazgeçmek için doğru zaman değildi. Ölümden başka hiçbir şeyin
ayırmaması gerekirdi bir anne ve kızı! En kalpsiz insan bile yapamazdı
bunu onlara; çünkü onu da bir anne doğurmuştu, o da kendi yapbozunun bir
parçasıydı.


------------------------------------------


Kang
Hyuk, neredeyse kendisiyle aynı büyüklükle olan -Soo Jin'e ait bir ve
hediyelerle dolu iki olmak üzere- toplam üç bavulla zor bela beyaz ve
kaygan zeminin üzerinde zor bela yürümeye çalışıyordu. Woo Joon ise
filmi müthiş gişe yapmış bir başrol oyuncusunun yurtdışından elinde ödül
ve kolunda manken sevgilisiyle dönmüş havası içinde ağır ve artistik
hareketlerle yürüyordu. Gözündeki gözlüğü arada bir indirerek arkadan
onlara yetişmekle uğraşan Kang Hyuk'ı azarlıyordu.


"Ya! Biraz daha hızlı olsana! Senin yüzünden geç kalacağız!"


Bunlar
Soo Jin'in sabredebildiği son cümleler olmuştu. Ardından ise... Eski
Soo Jin, 7 cm'lik platform topuklu, siyah ayakkabısının ön tarafını Woo
Joon'un ayak bileğine sertçe sürterek(!) geri dönüş yapmıştı. Aslında
hiçbir yere gitmemişti; hep orada bir yerlerde saklanıyordu.

“Ya!
Bağıracağına gidip yardım etsene! Ne biçim bir insan…” diye öfkesini
püskürttükten sonra havaalanındaki diğer insanların kendisine –kiminin
gülümseyip, kiminin de öfkeyle- baktığını fark etmesi pek de zamanını
almadı. “-Sın sen?” diyerek, kısık sesle ve utançtan kızarmış bir
suratla tamamladı cümlesini. Daha önce gelmediği bir ülkeye attığı ilk
adımlar kendini rezil etmesine yetmişti.

Soo Jin,
saçlarını sol yanına aldı ve dört bir yandan kendisini izleyen
insanlardan, hafifçe eğilerek özür diledi. Genç kızın özür dileme işleme
sırasında, Woo Joon şımarık tavırlar sergileyerek Soo Jin için
yeterince utanç verici olan durumu daha da dibe sürüklüyordu.

"Soo
Jin! Hiç değişmemişsin! Niye hep bana şiddet uyguluyorsun? Ha!
Sevgilimi mahkemeye vermemin hiç de hoş karşılanmayacağını biliyorsun,
değil mi?"

"Güldürme beni! Eğer biri birini mahkemeye
verecekse o kişi ben olurum, tamam mı? Beni şiddete zorlayan kibirli
kişilik sensin çünkü!" Soo Jin yine kendini tutup bağırmıştı. Üstelik
herkes Soo Jin'i baskıcı ve sert; Woo Joon'u ise mazlum ve af bir eş
sanmaya başlamıştı. Genç kız bir an önce üzerindeki gözlerden kurtulmak
istiyordu. Şimdi bir kahramanın çıkıp da Soo Jin'i o rezillikten
kurtarmasının zamanı, değil miydi? Peki, o kahraman neredeydi?

Genç
kızın gözleri, kendisine "Ne kadar da terbiyesiz!" der gibi bakan yaşlı
Japon teyzeler ile, "Ne kadar da cesur bir kız, ben de öyle olmak
isterdim." der gibi imrenek bakan üniversite çağındaki estetikli genç
kızlar arasında gidip geliyordu.

Arada, bu düzeni bozan
bir şeyler vardı. Tekerlikli sandalyede kımıldamadan duran yaşlı bir
adam ve onun hemen yanı başında, nemli gözlerle Soo Jin'i izleyen yorgun
ve hasta görünümlü bir kadın...

"Anne..." diyerek, gözlerini yaşlı kadında kilitledi Soo Jin.

"Kızım... Affet beni."


------------------------------------------------


"Kaç gün daha annenle kalmak istersin? Bir hafta... Ya da bir ay?"

Genç kız, kaybetmekten korkarcasına sıkıca tutuyordu annesinin ellerini.

"Hiç gitmek gelmiyor içimden anne. Yoksa beni sepetlemek mi istiyorsun?"

Soo
Jin'in saçlarını okşayan yaşlı kadın gülümseyerek kızının yanaklarına
getirdi ellerini ve hasretle baktı ona. "Bir haftadır buradasınız zaten.
Hem en yakın arkadaşının yeni doğum yaptığını da söylüyorsun, neden ona
yardımcı olmak için Kore'ye gitmiyorsun? Merak etme, ben hep burada
olacağım."

Bay Choi, felçli vücudunu yasladığı sandalyeden Soo Jin'e seslendi.

"Woo
Joon'da seninle gelecek, merak etme. Buradaki şirketin başına başka
birini geçireceğim. Kızım, sen ve Woo Joon dilediğiniz gibi vakit
geçirebilir..."

Soo Jin, yaşlı adamın sözünü bitirmesini
beklemeden ayağa kalktı ve "Bay Choi, bizi düşündüğünüz için size
minnettarım! Fakat annem ile evli olmanız benim için hiçbir şey ifade
etmiyor. Kendinizi benim babam sanmıyorsunuzdur umarım. Çünkü ben sizi
babam olarak görmüyorum, görmeyeceğimde." diyerek sert ve hızlı
adımlarla odadan dışarı çıktı.


--------------------------------------------------------


Uçak kalkalı yaklaşık yarım saat olmuştu ama Soo Jin neredeyse hiç konuşmamıştı.

Woo
Joon, Soo Jin'in dikkatini çekmek için son on dakikadır elinde oynadığı
plastik su şişesinden bir yudum su içti ve "Amcama olan nefretin hiç
geçmeyecek mi?" diye sordu gözlerini öndeki koltuğun beyaz, plastik
sırtlığında sabitlerken.

"Bu konu hakkında konuşmayalım
lütfen." deyip Woo Joon'un koluna girdi ve başını genç adamın omzuna
yasladı. "Bizden konuşalım. Sen ve ben..."

Woo Joon'un
suratında tuhaf bir şaşkınlık ve ufak bir tebessüm vardı. "Biz... İlk
defa senden bizim hakkımızda konuşmak istediğini duyuyorum. Şaşırmalı
mıyım, yoksa sevinmeli miyim?"

"Biliyorum, ayrılmamız çok
saçmaydı. Tamamen benim güvensizliğimdi ama..." diyerek duraksadı güzel
kız. "Ama senin bana ve Tae Sun'a yakıştırdığın şeyde güvensizlik değil
miydi? Yani biz…”
“Ödeşmiş mi olduk?” diyerek alt dudağını ısırdı
Woo Joon. Gözlerini genç kızın gözlerine kilitledi ve ellerini Soo
Jin’in saçlarında gezdirerek “Bütün bunların sorumlusu benim. Amcam, Tae
Sun veya bir başkası değil. Sana baktığım her saniye, seni aramayı
bıraktığım güne lanet okuyorum ama yine de sana bakmak istiyorum. Benim
için su gibisin; sensiz geçen yıllarda o kadar susadım ki seni bir daha
bırakamam!”

Soo Jin, soluksuz bir şekilde karşısındaki genç adamın söylediklerini dinliyordu.

“Üzgünüm,
ama bundan sonra yalnızca bana aitsin.” Soo Jin’in suratında kocaman
bir gülümseme oluşturmuştu Woo Joon’un bu sözleri. Ama birazdan genç
adamın ağzından çıkacak olanlar Soo Jin’i hiç de mutlu etmeyecekti.

“Ve tekrar üzgünüm. Çünkü bu uçak Kore’ye gitmiyor.”

“Ne?”


--- Rusya / 10 Gün Sonra ---

“Burası
buz gibi, donuyorum.” Soo Jin’in bedeni soğuktan titriyordu. Bu
soğukta, geminin güvertesine çıkmak onun fikri olsa da bir an önce
odalarına geri dönmek için Woo Joon’un gözlerinin içine bakıyordu.

Genç
adam üzerindeki siyah, kürk benzeri montu çıkartıp Soo Jin’in üzerine
örttü ve genç kızı arkasından sararak “Gecenin köründe, üstelik bu
soğukta beni odadan çıkartıp buraya getirmenin sebebini şimdi anlıyorum.
10 gündür yolculuk yapıyoruz ve ilk defa birlikte aynı odada kalacağız.
Bundan korkmuş olmalısın.” dedi kıs kıs gülmeden hemen önce.

“Ha
ha! Ben mi korkuyorum? Şaka yapıyorsun herhalde! Sadece uyku tutmadı;
bu soğukta nasıl uyuyabilirim ki? Unutma, geçen hafta Afrika’da
safarideyken hayvanların gelmesinden korktuğu için çadırında uyuyamayan
ben değildim.” diyerek üst dudağını kaldırarak bedenini sarmakta olan
genç adamın kollarını aşağıya savurdu. “Üstelik bu dünya turunu benden
habersiz yapmanın yanı sıra beni sıkboğaz etmezsen sevinirim. Bırak da
biraz keyif alayım.”


--- Türkiye / 15 Gün Sonra ---


“Nerede kaldın, Woo Joon? Sana dondurma al, dedim; dondurma yap, demedim! Neredeyse yarım saat oldu.”

Genç
adam, soluk soluğa elindeki dondurmayı Soo Jin’e uzattı. “Aşkım,
oradaki adam benimle oynuyordu resmen. Dondurmayı o kadar çok döndürdü
ki bir türlü alamadım. Pes ettim ve beş katı para vermeyi teklif ettim
ama yine de vermedi. Yarım saat uğraştıktan sonra sanırım adam bana
acıdı ve oyunu bırakıp bunları verdi. Ama hayatım boyunca elde ettiğim
en zor şeydi.”

Soo Jin, dondurmayı yalamayı bırakıp sert
bir şekilde genç adama bakmaya başladı. “Elde ettiğim en zor şeyin ben
olduğunu sanıyordum. Yanılıyor muyum?”

“Kusura bakma hayatım ama bu dondurmadan sonra seni ikinci sıraya kaydırmaya karar verdim.”

“Ya, demek öyle! Nesi zormuş bu dondurmanın çok merak ettim doğrusu. Eminim ki sen zorlanmışsındır!”

--- 5 Dakika Sonra ---

“Aşkım, nasıl oldu da hemen alabildin? Oysaki bana…”

“Bana, ‘aşkım’ deme! Git ‘hayatta elde ettiğin en zor dondurma’ya aşkım, de!


--- İspanya / 1 Ay Sonra ---

Soo
Jin, Woo Joon’un eline tutuşturduğu bileti yere doğru savurdu ve
“İspanya’ya geldik ve sen bana buradaki tek günümüzü Barselona maçını
izleyerek geçirmemizi söylüyorsun, öyle mi?” diye bağırdı, son kelimeyi
söylerken Woo Joon’un yüzüne daha da yaklaşmıştı.

“Aşkım, ama bu maç…”

“Bu maça gidersen, derhal Kore’ye dönerim. Dünya turunun geri kalan kısmını da tek başına tamamlarsın.”

“Ama aşkım…”

Genç
kız bir iki adım atıp uzaklaştıktan sonra geri geldi ve yere attığı
biletin üstünü birkaç kez tekmeledikten sonra otele dönmek üzere bir
taksi durdurdu.

Genç kız otele gittiğinde resepsiyondaki
görevli ona bir telefon görüşmesi olduğunu söyleyerek telefonu uzattı.
Telefondaki sesin Ji Hye’den geldiği açıkça belli oluyordu ama ses bir o
kadar da üzgün ve telaşlı geliyordu.

“Soo Jin, ben şimdi
ne yapmalıyım? Kang Hyuk denen sekreter, peşime takıldı ve bana sürekli
çıkma teklifi edip saçma sapan sürprizler yapıyor. Hatta dün bana bir
kutu göndermiş. İçinden ne çıksa beğenirsin?”

“Ne çıktı?”

“İçinden
inci bir kolye ve el yazısı bir mektup çıktı. Mektupta yazılanla ise
daha beterdi. Kolyeyi ona annesi, gelinine vermesi için vermiş.
Düşünebiliyor musun, Soo Jin? Düpedüz bana evlenme teklifi. Daha
birbirimizi tanıyalı kaç ay, hatta kaç hafta oldu ki? Çıldırmak üzereyim
Soo Jin! Lütfen çabuk gelin. Sana ihtiyacım var.”

Soo
Jin, Ji Hye’e teselli verdikten sonra gülümseyerek odasına çıktı.
Bavulunu hazırlamayacaktı, çünkü Woo Joon’un birazdan odadan içeri girip
ondan özür dileyeceğini umuyordu.

Ama kapı açılmıyordu,
üstelik onun yerine odadaki kablosuz telefon zır zır ötüyordu. “Acaba
yüz yüze özür dilemeye mi çekindi?” diye içinden geçirdikten sonra
arayanın Woo Joon olduğunu umarak telefonu açtı Soo Jin.

“Soo Jin, benim Ah Jung. Hayatım, sana çok ama çok kötü… Hatta felaket bir haberim var.”

“Ne, ne oldu? Yoksa hasta mısın? Kaza mı geçirdin? Telaşlandırmadan söylesene.”

“Soo Jin, ben… Ben…”

“Evet, sen…”

Soo
Jin artık meraktan ortadan ikiye ayrılmak üzereydi. Ah Junf’un bu kadar
ağlamasına ve üzülmesine sebep olacak şey, ne olabilirdi ki?

“Ben… Hamileymişim.”

“Ne?
Ne güzel bir haber! Hayatım, senin için çok sevindim. Umarım sorunsuz
bir hamilelik geçirir…” Soo Jin’in iyi dileklerini bölen yine Ah Jung’un
acı hıçkırıkları ve kulakları sağır eden çığlıkları olmuştu.
“Saçmalama, Ah Jung! Böyle bir habere nasıl sevinirsin? Düşünsene,
doğumdan önce Eun Joo gibi şişeceğim; doğumdan sonra da Eun Joo gibi
şişeceğim. Üstelik benim kocam Sung Mo değil; Chae Min!”

“Ah
Jung, sakin ol canım. Chae Min’in seni aldatmasından korktuğunu söyleme
sakın bana! Woo Joon’un yaptığına inanırım ama Chae Min’e asla
yakıştırmam.”

“Bunları gelince konuşalım Soo Jin. Sana
anlatacağım çok şey var. Woo Joon’u geri dönmeniz için ikna et, ikna
olmuyorsa tek bir yumruk yeterli. Seni çok özledim, çabuk gel!”

Woo
Joon odanın kapısına yaslanmış Soo Jin’in kendisine yakıştırdığı şeyi
düşünüyordu. Genç kızın telefonu kapattığını görür görmez elindeki sedef
kaplama kutuyu ceketinin cebine koydu ve ona arkadan sessizce
yaklaşarak “Demek bana yakıştırırsın, öyle mi? Denemek isterim; acaba
gerçekten bana yakışacak mı?” diye kendi kendine sordu, ciddi bir
ifadeyle.

“Neyi denemek istersin?” diye gözlerini yırtarcasına açtı genç kız.

“Konumuz aldatma, değil miydi? A, doğru unutmuşum. Daha etkili bir aldatma için önce evli olmamız gerekir.”

“Saçmalamayı kes Woo Joon. Odamdan çık lütfen!”

Woo
Joon, kollarıyla sardığı bedeni biraz daha sıktı ve genç kızın yanağına
bir öpücük kondurarak “Bugün için üzgünüm. Sadece eski Soo Jin’in
benimle bir maç izleyip coşabileceğini düşünmüştüm ama anladım ki eski
Soo Jin senin içinde bir yerlerde kaybolup gitmiş. İşte bu yüzden
düşündüm ki, benimle evlenmeye kesinlikle hayır gözüyle bakan eski Soo
Jin’de belki kaybolup gitmiştir.” dedi ve genç kızın önüne geçerek tek
dizi üzerinde eğildi. Ceketinin cebinden sedef, kırmızı kutuyu
çıkartırken diğer eliyle de masaya iki kez vurdu. Çıkan sesin ardından
odaya beş-altı gazetecinin girişi bir oldu.

“Sen;
hayatımın yaşam kaynağı, en kuru çöllerdeki tek su kaynağım, bana şiddet
uygulamasından keyif aldığım tek insan ve gerçek hayata gözümü açmamı
sağlayan hırçın kadın… Bu değersiz taş parçasını takıp, sonsuza kadar
sana bakmama izin verecek misin? Karşılığında bende sana bana ‘şiddet
izin belgesi’ vereceğim. İstediğin zaman bana vurabileceksin, bundan
şikâyet etmeyeceğime yemin ederim.”

Genç adam, karşısında
şok olmuş bir ifadeyle kendisine bakan sevgilisinin ellerini tuttu ve
“Üzgünüm ama kabul etmeme gibi bir seçeneğin yok. Çünkü şu anda,
dünyadaki tüm yerlerde televizyonu açık olan herkes bizi izliyor.”
diyerek gülümsedi kameralara dönerek dünyanın çeşitli yerlerinden onu
izleyenlere İngilizce seslendi genç adam. “Sizden bu durum için özür
dilerim, ama bu benim hayatımdaki en önemli an ve ben açıkçası başka bir
şey düşünemedim. Yani değişik bir evlenme teklifi bulamadım. Bu kaçık
kızın benimle evlenmeyi kabul etmesinin tek yolu buydu.”

Soo
Jin, yer çekimine kapılıp halının üzerine düşüşe geçen gözyaşını tutmak
için hiçbir hareket göstermemişti. Gücünü toplayıp Woo Joon’un boynuna
atladı ve “Seni sersem şey, tüm dünyaya rezil oldun! Sadece ‘evlenelim’
desen bile bu teklifi kabul ederdim.” Diyerek gözyaşlarının akmasına
izin verdi genç kız.

Tam gol atılacakken kesilen
görüntüden sinirlenen orta yaşlı, göbekli amcalar ve altı sezon süren,
pembe dizisi kesilen yaşlı teyzelerin yüzündeki öfkeyi saymazsak bu
mutlu tablo herkesin yüzünde mutlu bir tebessüm bırakmıştı.

Bütün bunları televizyondan izleyen dostları ise telefonun bir an önce onlara bağlanması için dua ediyordu.


-------------------------------------------

“Soo Jin, aşkım sana kötü bir haberim var.”

“Ne oldu, hayatım?”

“Sanırım
gelinliğini getirirken üzerine birazcık(!) şarap dökmüşler. Ama o kadar
büyük bir şey gibi gözükmüyor. Sadece göğüs kısmı, bel kısmı ve
birazcık da duvağın zedelenmiş. Ama giyilmeyecek gibi değil… Hayatım,
iyi misin? Şimdi bayılmanın sırası değil. Aç gözlerini, sadece düğün
şakası yapmak istemiştim.”


-SON-

----------------"Ne,
seni benim yaşımda kızlarla aldatan bir baba için; ne de, beni böyle
bir pislik gibi ortalığa atıp giden bir anne için asla gözyaşı
dökmeyeceğim. Söz veriyorum sana ANNE, bana yalvarmak için geri
döndüğünde yüzüne dahi bakmayacak kadar güçlü biri olacağım. Çünkü ben
lanet olası bir BABA ve işe yaramaz bir ANNE'nin güçlü kızlarıyım. Söz
veriyorum..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Kızların Egemenliği   Kızların Egemenliği - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Şub. 01, 2012 3:46 pm

Kızların Egemenliği – 42. Bölüm/Final [Son Kısım]

Yazar: Demet Hancı Tür: Romantik – Komedi – Okul

Ah
Jung, kırmızı gül yapraklarıyla donatılmış beyaz fayansları yüzündeki
endişe ve heyecanı saklamaya çalışarak hızlıca geçti. İki katlı villanın
verzalit kaplama görünümlü çelik kapısına yaklaştıklarında genç kız
arkasından gelen kocasına gözünün ucuyla baktı. İlk gecenin verdiği
heyecan Ah Jung'u çoktan kelepçelemişti. Ellerini yumruk yapmış siyah,
deri montunun küçük ceplerine tıkamıştı ama bu her şeyi özetlemiyordu.
Sürekli yere bakan gözleri, yere bastığında uyuşan minik ayakları, her
solukta daha fazla karıncalanan karnı ve yerinden çıkıp Chae Min'in
eline düşmek için deli gibi atan kalbi... Ah Jung'u bunlarla
özetleyebiliriz, ya Chae Min'i?

Genç adam evlendikleri
halde bir türlü karısı ile evlerine gidememişti. 2 gün boyunca hastanede
kaldıktan sonra fayansa döktürdüğü gül yaprakları bile göremez hale
gelmişti. Onunda kalbi deli gibi atıyor, eli eline sığmıyordu. Gözlerini
Ah Jung'dan alamıyor, sadece geçirecekleri geceyi hayal ediyordu.
Kabaran arzusunu dindirmesi gerekiyordu.

"Aşkım, beğendin
mi evimizin son halini?" diyerek deri koltuklarla ve büyük cam
sehpalarla kaplı salonun son halini karısına gösterdi genç adam.

"Gü... Güzel olmuş gerçekten. Annenin zevkine sağlık."

Ah Jung'un gerginliğini henüz tam anlamıyla anlamıştı Chae Min. "Acaba üstüne gitmesem mi?" diye geçirdi içinden. Ama yapamazdı!

Göz
bebeklerini her iki tarafa oynattıktan sonra "Elbet bir gün olacak,
bugün en doğru zaman!" dedi ve elini salonu izlemekte olan genç kızın
beline arkadan doladı.

Ah Jung bu şokla irkildi ama bundan
hiç ödün vermeden gözlerini baktığı yerden almadı. Aksine bakışlarını
son iki dakikadır baktığı sarı üzerine beyaz çizgilerle süslanmiş masa
örtüsünde sabitledi.

"Yatak odamıza gitmeye ne dersin?"

Bu
kelimelerin birleşip bir cümle oluşturması, Ah Jung için ateş ile
barutun bir araya gelmesiyle aynı şeydi. 'Yatak odası' bir genç kız için
bu kadar korkutucu olabilirdi. Genç kız boğazında biriken tükürükleri
tek hamlede yutmaya çalışınca, boğazından öksürüklü bir geri saldırı
gelmişti.

Ah Jung'un yeteri kadar heyecanlandığını
algılayan Chae Min, elini çabuk tuttu ve öksürükle boğuşan kızı
kucaklayarak kırmızı, kadife kaplı merdivenleri yavaşça çıktı. Hızlıca
çıkmak istese de, kucağında öksüren genç kızın boğulma olasılığını göze
alamazdı.

"Evet, odamıza geldik."diyerek ayağıyla üzerinde
rengârenk kurdelelerle isimlerinin yazılı olduğu kapıyı itti. "Hayalim,
her ne kadar seni bu odaya gelinliğin ile sokmak olsa da, şu an ki
durum bile beni mutlu ediyor."

Genç adam, kucağındaki kızı
çeşitli çiçek yapraklarıyla süslenmiş, beyaz örtüyle kaplı yatağın
üzerin yatırırken kalp atışlarının hızlandığının farkında bile değildi.

Ah
Jung, yatağın üzerine yatırılınca doğruldu ve zorlukla gülümseyerek
"Şey... Ben gidip pijamalarımı giyeyim. Sen beni burada bekle." dedi,
yataktan kalkmaya çalışırken.

Chae Min, yataktan kalkmaya
çalışan karısını durdurmak için yatağa girdi. Chae Min dizleri ve elleri
üzerinde Ah Jung'a doğru yaklaşıyor, genç kız ise yatağın başlığına
doğru geriliyordu.

Genç adam, karısının sırtının yatağın
başlığına değdiğinden emin olunca yataktan çıktı ve beyaz gömleğinin
yakasına getirdi ellerini.

"Bunu başka bir güne ertelesek
nasıl olur?" dedi ve elini yüzündeki elin üzerine yerleştirdi Ah Jung
ama bu Chae Min'in aklındaki düşünceleri değiştirmeye yetmiyordu. Genç
adam elleriyle karısının belini dolayarak, onu kendisine çekti.
Dudaklarını genç kızın dudaklarıyla buluşturdu ve geri çekilirken "Seni
çok seviyorum. Seni delicesine istiyorum." dedi tüm içtenliğiyle.

Bu
sözler Ah Jung'un kendini kaybetmesine yetmişti. Genç kızın ayakları
yerden kesilmiş, gözleri kendiliğinden kapanmıştı. Yüzüne ise huzurla
harmanlanmış ufak bir buse konmuştu.

Duyduklarıyla
kendinden geçen inatçı kız önce elini kocasının boynuna doladı, ardından
dudaklarını onunkilere değdirdi. Bakımı henüz yapılmış parmakları genç
adamın şampuan kokan saçları arasında dolanmaya başladı.

Gecenin büyüsü böyle başladı. Sonrası ise pek de farklı sayılmazdı.

##### 2 AY SONRA #####


"Bu
testi yaptırman gerekiyor Ah Jung." Ji Hye, tüm içtenliğiyle elindeki
kutuyu Ah Jung'a uzattı. Fakat karşı taraftan kutuyu almak için hiçbir
tepki gelmeyince konuşmaya devam etti. "Tatlım, biliyorum biraz
tedirginsin ama bunu yapmak zorundasın. Son bir aydır gösterdiğin
belirtiler seni bu kutudaki testi yapmaya zorluyor canım. Testi
yapmazsan karnındaki şeyin yok olacağını mı sanıyorsun?"

Gözleri
kızarık, teni buz kesmiş olan genç kız kendisine uzatılan kutuyu
hızlıca aldı ve üzerini okumaya başladı. "Bunu yapmayı gerçekten hiç
istemiyorum Ji Hye. Lütfen bunu benim için çöpe at." derken kutuyu
masanın karşısındaki arkadaşına attı.

"Saçmalamayı kes,
inatçı keçi. Soo Jin burada olsaydı sana bu testi yaptırmakla kalmaz,
seni hastaneye kadar götürürdü. Hem, ben bu testi eczaneden alıncaya dek
ne kadar uğraştım, biliyor musun? Parmağımda yüzük olmadığını görünce
görevlilerin hepsi bana kötü kötü baktı. Ama bak, yine de bunu senin
için aldım. Şimdi sıra sende! İkinci bir yeğen sahibi olmam için senin
bu testi yapman gerek."

Ah Jung merdivenleri çıkmadan
duraksadı ve arkasında konuşan arkadaşına dönerek "Ji Hye, lütfen...
Anlasana, korkuyorum. Eun Joo'yu hamileyken hatırlasana, ne kadar da
feci haldeydi. Şimdi bir de beni öyle hayal et." dedi ve hışımla Ji
Hye'ye yaklaştı.

Ji Hye, şaşırdığını belli etmekten
kaçınmayarak büyük, parlak gözlerini sonuna kadar açtı. "Ne zamandan
beri dış görünüşüne bu kadar önem verir oldun?"

"Chae
Min'i deli gibi sevdiğimi fark ettiğimden beri... Ya da şöyle
söyleyeyim, onun beni aldatmasından korkmaya başladığım günden beri...
Benim kocam Sung Mo kadar sadık değil, Ji Hye. Bunu sende biliyorsun.
'Geçmişte kaldı bütün çapkınlıklar' lafının tek harfine dahi
inanmıyorum. Evet, eşime bu konuda güvenemiyorum. Bana paranoyak veya
ruh hastası diyebilirsin ama ben her sabah onun beni aldatma ihtimali
olan bir güne uyanıyorum ve... Ve ben buna engel olamıyorum." Ah Jung
konuşmasını bitirir bitirmez kendini dostunun kollarına attı ve içini
boşaltırcasına ağladı.

"Kusura bakma Ji Hye ama ben hala o
testi yaptırmaya hazır değilim." diyerek kendini yukarıdaki katta olan
odasına attı genç kız.

Ji Hye, giden dostunun ardından
elinde kalan test kutusuna uzun bir süre baktı ve iç çekerek "Sanırım
bunun için onu zorlamamalıyım." dedi. Genç kız kafasını kaldırdığımda
iki genç adamın öfkeli bakışlarını fark etti.

Ji Hye,
şaşkın bir suratla "Kang Hyuk... Tae Sun... Sizin ne işiniz var burada?"
diyerek kaşlarını çattı. Sonra elindeki testi fark edip çantasına
atmaya çalışırken Tae Sun konuşmaya başladı. "Bunu senden hiç
beklemezdim Ji Hye. Bu herif benden hesap sormaya geldiğinde bile
söylediklerine inanmamıştım ama bakıyorum da gerçek ortada."

"Ne? Ne gerçeği?" Neyin hesabı?"

Kang
Hyuk öfkeli âşık pozisyonundan çıkmadan Ji Hye'ye yaklaştı ve çantasına
koymaya çalıştığı test kutusunu tutup, kırmızı tüylü halının üzerine
fırlattı. "Seni, bunu alırken gördüm. Aklıma gelen ilk kişi Tae Sun
oldu, çünkü eskiden sevgili olduğunuzu biliyordum. Ama onun yanına
gittiğimde onunda benim gibi hiçbir şeyden haberi olmadığını anladım.
Karnında ki bebek yüzünden zorlamak istemediğin o adam kim Ji Hye?"
diyerek nemi gözlerini genç kıza dikti Kang Hyuk.

Ji Hye
topladığı tüm gücüyle karşı savunmaya geçti. "Bu... Siz nasıl...
Saçmalamayın! Ben hamile değilim. Zorlamak istemediğim adam mı?
Saçmalık!" Ama karşısındakiler onun söylediklerini tam olarak
dinlemiyordu bile.

"Az önce kendi ağzınla söyledin! 'Bunun
için onu zorlamamalıyım' demedin mi?" Tae Sun haddinden fazla
sinirlenmiş olsa da kendine hakim olamamıştı. Ji Hye'ye olan duyguları
mı kabarmıştı yoksa? Ama bir kez daha onu incitmeye nasıl cüret
edebilirdi ki? Buna herkesten önce kendisi izin veremezdi.

"Bilip
bilmeden gelmiş bana hesap soruyorsunuz! Bu test benim değil, bu bir!
İkincisi, sen... Tae Sun... Benden hesap sorma hakkını kimden
alıyorsun?" diyerek geçmişteki tüm öfkesini kusacak bir bakış attı Tae
Sun'a genç kız. Aynı zamanda da fark edemedikleri bir yakınlık içine
girmişlerdi. Yüzleri arasında 10 cm ya var, ya yoktu.


Onların
bu yakınlığından, yerdeki hamilelik testinden olduğu kadar rahatsız
olan Kang Hyuk sevdiği kızı kolundan tutarak geriye çekti ve "O zaman
söyle! Kimin bu test, ha?" diye bağırdı öfkeyle.

Ji Hye,
ütüsüz gri rengindeki yarım kollu gömleğinin kol kısmından kendisine
sarılan Kang Hyuk'ın elinden kurtuldu ve "Söyleyemem! Yani... Bir sır."
diyerek onlardan uzaklaştı.

"Sana inanmıyoruz, Ji Hye."
diyerek siyah deri koltuklarsan birinin baş kısmına yaslandı Kang Hyuk.
Onun söylediklerinden rahatsız olan Tae Sun ise tüm sevgisiyle gözlerini
Ji Hye'ye dikti ve "Kendi adına konuş, Kang Hyuk! Ben ona inanıyorum."
diyerek bakışlarını genç kızda sabitledi.

"Şuna bak!
Gözümün önünde kız arkadaşımla flört ediyor! Bana baksana sen!" Kang
Hyuk, Tae Sun'u yakasından kavradı ve kafa atmak için hazırlanmaya
başladı. Tae Sun ise kavgayı alevlendirmek için "Kız arkadaş? Ne zaman
Ji Hye senin teklifini kabul etti? Bunun olmasına izin vermem, merak
etme." diye bağırdı ve o da ellerini düşmanının yakasına geçirdi.

"Kesin
saçmalamayı! Testin kime ait olduğunu söyleyeceğim ama sakın Chae Min'e
bir şey söylemeyin." diye var gücüyle salonu inletti Ji Hye. Bunu
söyledikten sonra gelecek olan tepkiyi bilseydi, kesinlikle ağzını
açmazdı. Fakat artık çok geçti.

"Ne yani? Bebeğinin babası
Chae Min mi?" Kang Hyuk aldığı şokla yere çöktü. "Sen, evli bir adamdan
bebek bekleyecek bir kız değildin Ji Hye. Hem de o adam senin en yakın
dostunun karısı."

Tae Sun, yere çökmüş olan Kang Hyuk'ın
saçma düşünceler içinde yüzen kafasına bir tane indirdikten sonra
"Saçmalamayı kes! Ji Hye'yi bu kadar mı tanıyorsun?" diye bağırarak Ji
Hye'ye dikti gözlerini.


Ji Hye, Kang Hyuk'dan
aldığı tepki sonrasında, ona yaklaşmak için oluşturduğu köprünün
halatlarını büyük bir hançerle kesmeye başlamıştı.

"Çok
sağ ol ya! Bir de Chae Min ile birlikte olmadığım kalmıştı! Bu test
benim değil Ah Jung'un ve o hamileliğini kendinden bile saklıyor."

Ji Hye konuşurken salona giren Chae Min, elindeki siyah, bilgisayar çantasını yere bıraktı ve gülümseyerek onlara yaklaştı.

"Ne? Ah Jung... Hamile mi?"

"Şey...
Aslında test yaptırmadık ama ben öyle düşünüyorum yani... Anlarsın ya
işte..." Ji Hye lafı daha fazla gevelemeden sustu ve yanaklarını
şişirerek merdivenlerden inen Ah Jung'a dikti gözlerini.

Ah
Jung elinde bir kaç kâğıtla birlikte pembe, tüylü terliklerini, kırmızı
halı kaplamalı tahta merdivenlere bastırarak salona indi. Elindeki
kâğıtları Chae Min'e uzattı ve "Dün hastanede bir test yaptırdım.
Sonuçlar da burada." dedi hiçbir duygu olmayan suratını evin hiç
kullanılmayan, üzerinde pahalı bir vazo bulunan uzun sehpada
sabitlerken.

Chae Min bir süre üzerinde minik harflerle
yazılar yazan kâğıdı inceledi ve suratında oluşan gülümseme ile
karısının gözlerine baktı. “Bu… Bu çok güzel bir haber.” diyerek
kağıtları elinin içinde büzüştürerek karısına sarılmak için bir hamle
yaptı ama Ah Jung kocasının suratına bakmadan geriye bir adım attı.

Chae
Min yaşadığı şokun etkisinden henüz çıkamadan, az önce hamile olduğunu
öğrendiği karısının sesiyle kendisine geldi. "Lütfen herkes dışarı
çıksın! Chae Min ile konuşmam gerekenler var."

Genç kız
konuşmasını bitirdiğinde odadaki herkes hızla tolarlanıp, kendilerini
dışarı attı. Eşinin yüzüne bakmaktan çekinen Ah Jung, ilk önce ayakta
duramayacağını fark edip deri koltukların üzerine sindi. Elleriyle
yüzünü kapayarak kafasını dizlerine kadar eğdi. Dağınık saçları şimdi
onun yüzünü saklamayı başarmıştı.

"Bu ne demek oluyor, Ah
Jung?" diyerek hızla karısının yanına oturdu genç adam. Kaşlarını çattı
ve yanındaki kadının derbeder haline bakarak "Bir şey söyle! Yoksa..."
dedi ve zorlukla yutkunarak devam etti. "Yoksa bu çocuğu istemiyor
musun?" diye sordu endişeli sesiyle.

Ah Jung dizleri
hizasında olan kafasını kaldırdı ve kendisine ait olmayan bir suratla
"İstemiyorum! Bu çocuğu doğurmayı göze alamam. Bu yüzden doktora randevu
aldım. Yarın gidip aldıracağım, seninde gelmen gerekiyor" dedi,
robottan farksızdı duygusuzluğu.

"Ne? Şaka mı bu? Sen...
Benim her şeyine aşık olduğum kadın mı söylüyor bunları? Aldırmak, ha? O
bebeği aldırmana izin vereceğimi mi sanıyorsun? Bebeğimizi... İkimizden
de bir parça taşıyacak ilk şeyi... Gözlerine baktığımda her şeyi
unutacağım tek varlığı... Öldürmek mi istiyorsun onu? Kalp atışlarını
hissetmek için canımı bile vereceğim bebeğimi öldüreceksin ve bende bunu
kabul edeceğim, ha?" Chae Min kahkaha atmaya başlamıştı. Bu kahkahalar
tıpkı çocuğunun ölümünün ardından deliren acılı bir babanın kahkahaları
gibiydi. Acı ve kuru... Bir anne gözyaşları ardına saklanırdı ama baba
asla!


"Öyleyse, önce beni öldür Ah Jung! Hadi
durma! Al eline bir şey ve öldür beni! En azından bebeğimin ölümünü
seyretmek zorunda kalmam." diyerek gözlerinin nemlenmesine izin verdi
genç adam. "Neden duruyorsun hala?" dedi ve gözyaşları içinde yere
çökmüş olan karısına dikti gözlerini.

Ah Jung hıçkırıklara
boğulmuş bir halde "Ne yapıyorum ben?" diye düşünürken Chae Min'e olan
güvensizlik perdesi penceren içeri giren rüzgarla gözlerinin önünden
kalkmaya başlamıştı. "Bebeğim..." diyerek titreyen elini karnına getirdi
genç kız. Öğrendiğinden beri ilk kez elini karnına getirmişti. Belki de
Chae Min'in bebeği bu kadar isteyeceğini düşünememişti. Tek düşündüğü
kocasının ona bağlı kalmasıydı, oysa bilmiyordu ki bebek doğduğunda onun
için kocasından bile önemli olacaktı.

Tüm bunlar yeni
dank etmişti genç kızın kafasına. Gözlerini, yeni açmış gibi etrafta
ağır ağır gezdirerek elinin üzerine getirdi. Uzunca bir süre karnındaki
bebeği hissetmeye çalıştı.


Artık onu
hissedebiliyordu. Evet, gözlerini açıp olanları algılamaya başlamıştı
genç kız. Sadık bir kocadan çok önem veriyordu şuan karnındaki
bebeğine.

Genç kız yavaş hareketlerle yerden doğruldu ve kolları açık bir şekilde ağlayan kocasının boynuna atladı.


"Özür
dilerim. Özür... Özür dilerim hayatım. Hatalıydım! Sanki her şeye
farklı bakıyordum ama geçti artık. Bebeğimiz hakkında verdiğim saçma
karar için özür dilerim." Genç kız hem ağlıyor, hem de konuşmak için
kendini zorluyordu.

Chae Min boynuna sarılan karısının
belini sıkıca sardı ve kokusunu içine çekti. "Söz veriyorum, hamileliğin
boyunca seni yanlız bırakmayacağım."

"Bende sana söz veriyorum birtanem; bebeğimize bir zarar gelmesine asla izin vermeyeceğim."


#########################


"Chae
Min bağırdığında bir an bayılacağım sandım. Neyseki barıştılar."
diyerek kolları arasına aldığı bordo renkli uzun ceketi üzerine geçirdi
genç kız. Az önce kapı arkasında Tae Sun ve Kang Hyuk ile dinlediği
ikilinin yorumlarını yapıyordu.


Kang Hyuk boşta kalan elini Ji Hye'nin omzuna attı. "Korkma, Ji Hye'm! Evlendiğimizde ben, asla sana bağırmam."

Kang
Hyuk'ın kolunu yere savuran kişi Tae Sun olmuştu. "Önce elini kolunu
nereye koyacağına dikkat et! Sonra gelip, hiç gerçekleşmeyecek olan
hayallerini bize anlatırsın." diyerek dudağının yanıyla gülümedi genç
adam. Ardından da evin hemen önüne park ettiği siyah spor arabasının
kapısını Ji Hye için açtı.

Genç kız bunu Kang Hyuk'dan
kurtulmak için büyük bir fırsat olarak değerlendirdi ve hızla arabaya
bindi. O sırada Kang Hyuk'ın kendisine attığı sert ve acı bakışa maruz
kalmamak için başını, telefon arama bahanesiyle çantanın içine soktu ve
Tae Sun'u beklemeye başladı.


Araba haraket
ederken Tae Sun istemsizce gülümsüyordu. Yanındaki kızın kendisiyle
gelmiş olmasına inanamıyor, aynı zamanda da müthiş derecede seviniyordu.
Tekrar bir şansları olabilir miydi? Yoksa o şans, son buluştukları
parkta son mu bulmuştu. İşte Tae Sun bu sorunun cevabını alabilmek için o
parka doğru sürüyordu.


Parka yaklaştıkça genç
adamın suratı daha ciddileşiyordu. Ji Hye ise hala nereye gittiklerinden
habersizdi. Eski okullarının yakınından geçince heyecanla sordu "Nereye
gidiyoruz?" diye.


"Yeni bir başlangıca... Ya da kapatmamız gereken bir defteri kapatmaya..."


"Anlamadım."
diyerek ekşitti yüzünü genç kız. Ama bu, araba parkın yanında durana
kadardı. "Burası..." dedi ve sustu güzel kız. Devamı Tae Sun'un
dudaklarından dökülüyordu. "Evet, burası! Salaklık edipte benim aslında
Soo Jin'i sevdiğimi söylediğin yer. Asıl önemlisi, benim salaklık edip
sana inandığım yer... Şimdi buradaki hesabımızı halledelim."


Genç
adam arabadan hızla indi ve Ji Hye'nin kapısını açarak genç kızı da
apar topar arabadan indirdi. Bir süre yürüdükten sonra elindeki
sıcaklığın sebebinin avucu içine aldığı Ji Hye'in eli olduğunu anlayıp
gülümsedi genç adam. Kesinlikle bundan hoşlanmıştı. Bu, yüzündeki,
gizlemeye çalıştığı, sırıtmadan belli oluyordu.

Yürüme
bitiğinde her şeyin bittiği noktadaydılar. Tae Sun tutmakta olduğu
bırakmadan "Seni dinliyorum." dedi, yüzünü Ji Hye'nin yüzüne büsbütün
yaklaştırmıştı.
Ji Hye bu yakınlıktan oldukça telaşlanmıştı.
Üstüne üstün deli gibi atan kalbinin kendisini ele vermesinden
delicesine korkuyordu. "Ne... Ne söylememi bekliyorsun ki?" diyerek
yutkundu ve gözlerini yerde sabitledi güzel kız. Kendi düzenine uymayan
nefesini ise belli bir süre tutmaya karar vermişti.


Tae
Sun aralarındaki boşluğu daha aza indirmek için hazırlanırken bir
yandan da konuşuyordu. "Kalbinin sana söylediklerinden başlayabilirsin
mesela. Benim hakkımda sana neler diyor? Yoksa hala benim Soo Jin'e aşık
olduğumuma mı inanıyor? Eğer öyleyse kalbin kesinlikle bozuldu ya da
ilacını almayı unutmuş. Bir doktora görünmeye ne dersin?"

Ji
Hye karşısındaki adamın Tae Sun olduğundan emin olmak için ona
dikkatlice baktı. O ne zamandan beri böyle konuşuyordu? Aşağılayıcı ve
kaba... Ya da çaresiz bir aşık gibi sabırsız ve düşünmeden...


"Kalbim,
ona hakaret ettiğin ve onu hor gördüğün için, sana bağırmak için benden
dilimi istiyor ama sanırım ona ödünç veremem. Çünkü... Çünkü o ne zaman
birine aşık olsa ona bağırmak istiyor." diyerek bir adım geriledi genç
kız. "Ama ben bunun bir daha olmasına müsade etmek istemiyorum. Yoksa
kırılan hep o oluyor ve ben... Onun kırılmasına artık dayanamıyorum."
dedi ve nemli gözlerini, şaşkınlıkla kendisini izleyen gence çevirdi.


Tae
Sun, kendisinden uzaklaşmaya çalışan kızı kolundan tutarak kendisine
çekti ve "Bırak, bana istediği gibi bağırsın. Söz veriyorum onu
incitmeyeceğim çünkü bunu hak ettim. Ji Hye... Ben seni... Yani
sanırım... Seni sevi-" diyemeden arkalarından gelen sesle susmak zorunda
kaldı genç adam.


"Çek ellerini onun üzerinden.
Onu hak etmiyorsun!" diye bağırarak dahil olmuştu az önceki manzaraya
Kang Hyuk. Takım elbisenin parçası olan siyah, pahalı ceketi elinde
sıkıca tutuyordu. Gözleri yerinden çıkacakmışcasına kocaman açılmıştı.
Kendini sıkmasından dolayı gün yüzüne çıkan damarları daha da
kızarıyordu. Genç adamın sert adımları, kendisini görünce şaşıran
ikiliye doğru hızla yaklaşıyordu. Yanlarına geldiğinde yaptığı ilk şey
Ji Hye'yi Tae Sun'un ellerinden kurtarıp kendisine doğru çekmek
olmuştu.


Tae Sun her zamanki sakinliğiyle Kang
Hyuk'ı süzdü ve "Hak etmek... Bu laf senin ağzına pek yakışmadı bence."
diyerek Ji Hye'yi diğer kolundan tutarak kendisine çekmeye çalıştı ama
Kang Hyuk buna izin vermemek için tüm gücüyle olayları şaşkınlıkla
izleyen kızı kendine çekti.


Ji Hye'nin iki koluda
başka adamlar tarafından sıkıca sarılmıştı. Bu zamana kadar kimsenin
arasında kalmayan kız, şimdi paylaşılmazı oynuyordu. Daha kötüsü, ne
yapacağını bilemiyordu. Bir tarafta kalbine sahip olan adam, diğer
tarafta ise aklının onayladığı adam. Tae Sun ve Kang Hyuk... Tae Sun ile
giderse kalbini izlemiş olacak ve mutlu olacaktı. Peki, ya diğerini
seçerse? Sevdiği adamı acılar içine bırakıp, onu reddedenler listesine
dahil olacaktı. Her iki seçenekte de sevdiği adamı düşündügünü fark etti
genç kız. Nasıl karar verecekti ki?


Ji Hye ciddi düşünceler içinde kendiyle savaşırken iki adam kendi aralarında konuşuyorlardı.


Kang
Hyuk bakışlarıyla Ji Hye'yi hak eden adam rolünü üstlenmişti, Tae Sun
ise her şeyi itiraf etme zamanın geldiğini fark etmişti. Ji Hye'yi bir
kez daha kaybedemezdi.


"1-2 ay boyunca onun
peşinden koşman senin onu hak ettiğini göstermez. Ben ise onu çoktan
kaybettim ama ondan son bir şans istiyorum. 3 yıl boyunca her dakika onu
terk ettiğim günü düşünerek kendime bin bir lanet okudum ben. Onun iyi
olduğunu ve güldüğünü görebilmek için peşine bir sürü fotoğrafçı taktım.
Soo Jin'e baktığım zamanlarda, ona bakarak seni gördüğümü fark ettim.
Delirdiğimi bile düşündüm ama tüm bunların aşk olabileceğini
düşünemedim." derken gözlerinden düşen yaşlara hakim olamadı Tae Sun.
Eklemek istediği bir şey varmış gibi elini havaya kaldırdı ve gözlerini
Kang Hyuk'dan Ji Hye'ye çevirerek "Onu hak etmediğim ortada ama sana onu
bana vermen için yalvarıyorum. Lütfen, Ji Hye'yi bana geri ver.
Yalvarırım..." dedi ve dizleri üzerine çöktü. Dar paça kot pantolonunun
diz kapaklarını örten kısmı asfalt ile birleşmişti. İlk defa birinin
önünde eğilmişti genç adam. İlk defa birine böyle içten yalvarmıştı. İlk
defa birini böyle içten ve çaresizce sevmişti.

Son bir şans istiyordu. O son şans Ji Hye'nin dudakları arasında saklıydı.


Genç
kız, sevdiği adamın yere çöktüğünü görünce sanki hiç hava kalmamış gibi
zorlukla ve sesli bir şekilde havayı içine çekti. Gözyaşlarıyla ıslanan
yüzü titremeye başlamıştı. Yere çöküp dizleri üzerine bekleyen Tae
Sun'un gözleri ise Ji Hye'ye bakmamak için sıkıca yumulmuştu birbirine.


"Tae Sun..." diye bağırarak kendisini kolundan tutan Kang Hyuk'ı umursamadan yere attı kendini Ji Hye.


Hiç
beklenmedik insanlar, hiç beklenmedik yerlerdeydi misali Ji Hye'nin
okuduğu üniversitede okuyan dedikoducu üç kızda bu manzaraya tanık
olmuştu. Ellerinde gizlemeye çalıştıkları cep telefonlarının
kameralarını açıp bu anı ölümsüzleştirmeye çalışıyorlardı. Belki de
öğleden sonraya kalmaz bu video tüm okula yayılacak ve Ji Hye'nin
popülaritesi daha da artacaktı.


Ellerinde
telefonlarla anı kaydetmeye çalışan kızları fark edip oraya yaklaşan
çantalı ve spor giyimli iki kişi gözlerini Tae Sun'lara çevirmişti. Asıl
işi gazeteci olan ve genç müdür Tae Sun'u tanıyan adamlardan biri
diğerini dürterek çantasındaki kamerayı dışarı çıkarttırdı.


Tüm
bu olanların yanında Kang Hyuk sevdiği kız için önemli bir karar vermek
üzereydi. Dolan gözlerini sevdiği kıza çevirdi ve zorlukla yutkunduktan
sonra "Şu zamana kadar bana karşı... Hiç bir şey hissettin mi?"diye
sordu.


Genç kızın kızarık gözleri sadece Tae Sun'a odaklanmıştı.

"Üzgünüm... Gerçekten çok üzgünüm Kang Hyuk."


Genç
adam sorduğu sorunun cevabını en acı şekilde almıştı. Yapabileceği
hiçbir şey kalmamıştı. Önce Ji Hye'nin kolunu bıraktı, sonra da yere
çökmüş olan Tae Sun'un omzuna dostça dokunarak "Hiçbir zaman benim
olmayan bir şeyi sana nasıl verebilirim ki? Mutluluklar..." dedi ve
kendisini çekmeye çalışan kameramanları umursamadan sersemleşmiş bir
şekilde arabasına doğru yürüdü. Bu onun ilk aşkı değildi. Bu güne kadar
ilk terk edilmesi değildi. Ama yolda düzgün yürümesini bilmeyen bir
kızın ona çarparak, onu etkilemesi kaçınılmaz olabilirdi. Kim bilir aşk
onun kapısına vurup kaçmaktan ne zaman vazgeçip, kapıyı açtığında
karşında olacaktı.


Ji Hye, Kang Hyuk'ın
yanlarından ayrılışını izlerken, Tae Sun yalnızca genç kızın ıslak
gözlerine bakıyordu. Ji Hye'nin arkasına dönük olmasını fırsat bilerek
ona sıkıca sarıldı ve kokusunu içine çekti.


"Seni bırakıp gittiğim için gerçekten çok üzgünüm. Lütfen... Son bir şans... Seni seviyorum, Ji Hye. Seni çok seviyorum."


"Bende
seni... Hem de çok... Unutamayacak kadar çok." diyerek bedenini saran
elleri sıkıca sardı genç kız. Suratına oturttuğu gülümseme, gözlerini
açıp kameramanları ve film çekildiğini sanıp toplanan kalabalığı görene
kadar kaybolmamıştı.


Bu kalabalık da ne, der gibi
baktılar çevrelerine ve yavaşca yerden kalkarak etrafa bakmaya
başladılar. Çevreden alkış sesleri yükseliyor, insanlar birbirine "Çok
iyi oyuncularmış, acaba gerçekte de sevgililer mi" "Az kalsın
ağlıyordum" ve "Filmin adı ne acaba?" gibi şeyler söylüyor ve
hayranlıkla bakıyorlardı.


Daha da önemlisi,
kameramanlardan biri Tae Sun'a yaklaşıp "Yarınki gazetenin ilk sayfa
haberi olmalısınız. Gündemi oynatacaksınız, Tae Sun Bey." deyince Tae
Sun iyice şaşırmıştı.


Genç adam gülümseyerek Ji
Hye'yi koluna alarak "Evet, hanımlar. Gerçekte de sevgiliyiz, ayrıca
sevgilim çok iyi oyuncudur. Filmimizin adı da..." derken okulda ilk
karşılaşmaları geldi aklına Tae Sun'un. Yapılan cambazlıklar ve kızların
her zaman üstün gelen cesaretleri...

"Filmimizin adı,
'Kızların Egemenliği'. Ama biletler için çok geç kaldınız. Altın
biletler çoktan satıldı." diyerek gülümsedi genç adam. Kolunun altındaki
kız ise onun söylediklerini çok iyi anlamıştı. Gülümseyerek biten bu
sahnede de yine aşk kazanmıştı. Sonsuza kadar sürmesi dileğiyle...


################


Altın
biletler sahiplerini bulmuş ve film çoktan gişeden kalkmıştı. Çünkü
deli gibi aşık olan dört zengin adam sevgililerini kıskandığı için bu
filmi herkesten saklamıştı. Bu filmin hikayesini duyan ilk kişiler
sizsiniz, benim sevgili okuyucularım. Bu maceralı, romantik ve biraz da
komik hikayeyi sizlerle buluşturmak, beğeni ve yorumlarınızı almak...
Hepsi benim için çok eğlenceli ve güzeldi. Son zamanlarda aksaklıklar
yapsamda okumaktan vazgeçmeyip benimle devam eden okuyucularıma teşekkür
ederim. Yorumlarınızı okumak için kaç saat internet başında beklediğimi
hatırlamıyorum ama sabahleyin kalkıpta, elimi yüzümü yıkamadan
telefondan yorumlarınızı okuyup güne güzel başladığım zamanlar için size
sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Finaller için çok beklettim sizi,
farkındayım ama benimde özel sebeplerim vardı. Her zaman yazamadım,
bazen de yazmak için oturdum ama elim klavyeye gitmedi. Bu bölümün
tamamını telefonumdan yazdım, çünkü bilgisayarın başında aklıma tek bir
cümle dahi gelmiyor. İlham kaynağım telefonum diyebilirim.

Son olarak size bir şey sormak istiyorum; En çok hangi çiftin finalini beğendiniz? Ya da beğenmediniz?

Hikayemi okumaya layık gördüğünüz ve yorum yaptığını için tekrar teşekkür ederim. Hepinizi seviyorum. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kızların Egemenliği
Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Bitmiş Hikayeler-
Buraya geçin: