Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Gizli Askim.

Aşağa gitmek 
2 posters
Sayfaya git : Önceki  1, 2
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePerş. Nis. 14, 2011 3:58 pm

Konunun ilk mesajı :

Oyuncular: Ji Hoon, Eun Hye, Min Seo, Kim Yang, Min Ji, Yoo RinYazan: Sinem BayguşYayınlayan: SooJae Yine
bir eğitim semineri daha…Artık çok sıkıcı olmaya başlamıştı.Salon
birkaç dakika içinde dolmuştu.Işıklar kapandı ve müdür Kim Yang kürsüye
çıkıp konuşmaya başlayacaktı ki kapı açıldı. İçerisi gözlerimi
kamaştıracak kadar ışıkla doldu ve kapı kapandı.Gelen öğretmenlerden
biri olmalıydı.Sonra müdürü dinlemeye devam ettik.Birden yanımdan gelen
bir sesle irkildim. -Çok oldu mu başlayalı?Min Seo bu sesi tanımıyordu.Kim olduğunu düşünüyordu ki aklına ona cevap vermesi gerektiği geldi.-Hayır daha yeni başladı.Eğitim
seminerleri çok sıkıcıydı ve bu seminerlerde genellikle dinlemezdim.
Dakikalar geçmesine rağmen seminer hala bitmemişti.Bu seminerlerin amacı
neydi ki sanki ? Sadece kafa ütülemek.sonunda ışıklar açıldı .Öylesine
sevinmiştim ki.Ayağa kalkarken önümde bir kağıt gördüm. Çok
şaşırdım.Hemen içine baktım.İçinde inanılmaz derecede güzel çizilmiş
karakalem çalışması vardı.Ama bu resmin en ilgi çekici yanı kendi resmi
olmasıydı.Hemen etrafıma bakındım ama kimsecikler yoktu.Galiba o resme
bakarken uzun bir süre orada dikili durmuştum.Elimde resim dışarı çıktım
ve sınıfa doğru yürümeye başladım.Bütün bir ders boyunca benim resmimi
çizen kişiyi düşündüm.Ama kim, benim resmimi neden çizsin ki?Vakit bu
sefer su gibi akıp gitmişti. O kadar dalmıştım ki kendime geldiğimde Min
Ji ve Yoo Rin beni dürtüyorlardı. Min Ji:_Heyyy! Min Seo yemek yemeğe gidiyoruz.Gelmiyor musun yarım saattir sana sesleniyorum.- Pardon dalmışım da hadi gidelim o zaman.-
Birlikte elimizde yemeklerimiz çardaklara doğru ilerledik.Yemeğimi
yemeye başladım ama aklım hala o remi çizen kişiyi düşünüyordu.Bu
durumumu fark eden Yoo Rin bana seslendi.- -Senin neyin var? Çok dalgınsın ne oldu?-
-Hiçbir şey sadece düşünüyorum .Ben onlara bakıyordum ama onların
yüzüme baktıkları bile yoktu. Arkama bakıyorlardı.Bende merak ettim ve
arkama baktım. Arkamda tanımadığım biri bana bakıyordu. Gözlerimi ona
diktim.Gözleri maviydi deniz dalgası gibi alıp götürüyordu insanı ama
bir o kadar da masum ve sevecen bakıyordu.Sonunda kendime geldim ve :-‘Hayırdır bir sorun mu var’ dedim .Çocuk kendine geldi ve bakışları ciddileşti :-‘Hayır ben sadece yaptığım resmi beğenip beğenmediğini soracaktım’ dedi.Çok
şaşırmıştım bu resmi o mu yapmıştı? Ama Min Ji ve Yoo Rin benden daha
şaşkın görünüyordu. Ben ne demem gerektiğini bilmiyordum ama hem o hem
de arkadaşlarım merakla bir cevap bekliyorlardı.- ‘Çok güzel
çizmişsin teşekkür ederim ama o resmi senin çizdiğini bilmiyordum’ dedim
ve şaşkın gözlerle ona baktım.Galiba daha çok şaşıracaktım çünkü bana :- - Biraz yürüyelim mi ?diye bir teklifte bulundu.-
Evet, olabilir dedim sessizce.Birlikte yürümeye başladık.Meraklı ve bir
o kadar da sevecen gözlerle bana bakıyordu. Onun bu bakışları kalbimin
daha hızlı atmasına sebep oluyordu. Ama neden ? Sonuçta onu ilk defa
görüyordum . İlk görüşte aşk beklide buydu ama ben ona aşık mı olmuştum
daha onu bile bilmiyordum. Sadece o bana baktığında kalbim yerinden
çıkacak gibi atıyor, dilim, damağım kuruyordu ve konuşurken heyecandan
kekeliyordum… Gizli Askim. - Sayfa 2 206396_154460617950336_137172089679189_334225_3232178_n
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePaz Haz. 12, 2011 5:42 pm

Gizli Askim - 26. Bölüm



Arkamı döndüğümde bana bakan kişiye bende onun bakışları gibi bende ona
şaşkınca bakıyordum. Beni kolumdan tutup dışarı doğru sürüklemeye başladı.
Artık sinirlenmeye başlamıştım.



"Ne var ne yapmaya çalışıyorsun?"



"Onu bırakamazsın anladın mı? Onun seni ne kadar sevdiğinin farkında
değil misin? Ona bu kadar acı çektirmeye ne hakkın var?Onu bırakıp gidecektin
madem neden kabul ettin onun aşkını? İlk sizi ayırmak için planlar yaptım ama
Ji Hoon'a baktıkça onun sana olan aşkını gördüm. Anladım ki o seni sevmiyor o
sana aşık. Peki ya sen onu bu kadar az mı sevdin? Cevap ver bana? Onu hiç mi
sevmedin?"



Onun söyledikleri karşısında kendime engel olamadım. Gözyaşlarım her şeyi
anlatmak istercesine inadıma çığlıklar atıyordu adeta. Ne onlara engel olacak
gücüm vardı ne de her şeyi açıklayacak nefesim vardı. Ciğerlerim parçalanıyordu
bir an nefes alabilmek için çırpınıyordu. Son gücümle Eun Hye'nin elini tutup
saçlarıma götürdüm. Şaşkınca yüzüme bakıyordu. Bende saçlarımı tutan elleriyle
saçlarımı hafif bir şekilde

çektim. Gözleri kocaman açılmış bir şekilde elindeki onlarca saça bakıyordu.
Bense tek elimi kalbimin üzerine tutup kendime hakim olmaya çalıştım.



"Ha...yır o...la...maz...bu. Min Seo şaka de ne olur. "



Artık her şey dört dönüyordu gözümde. Kendime hakim olmak isterken Eun Hye'nin
kolunu tuttum. En son duyduklarımsa Eun Hye'nin çığlıkları vardı. "Ji hoon
yardım et ne olur." Ağlıyordu.



~Jİ HOON~



Bahçenin arka tarafında sessiz ağlıyordum.Birden Eun Hye'nin çığlıklarıyla
kendime geldim. "Ji hoon yardım et! Min seo kendine gel ne olur."

Gözyaşlarımı bile silmeden sesin geldiği yöne doğru koşuyordum. Kalbim
yerinden fırlayacaktı. "Tanrım Min'ime bir şey olmuş olmasın ne olur. Onun
için canımı bile veririm ne olur!"



Sonunda yanlarına varmıştım. Gözlerime inanamadım bir an. Min Seo Eun'un
dizlerinde yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Eun onun başında ağlıyordu. Yanlarına
gittim ve "Ne oldu, neden bu halde" diye bağırıyordum. Onu kucağıma
aldım ve hızlı bir şekilde çıkışa doğru ilerliyordum. Gözyaşlarım bu
sefer

akıyordu. Gözlerimden süzülen yaşlar ilk buluşmamızda giydiği elbisenin
üzerine dökülüyordu. Sesim çıkmıyordu. Ona doğru fısıldıyordum "Ne olur
iyi ol. Sana ihtiyacım var ben sensiz yaşayamam." Tam kapıdan çıkacaktım
ki biri kolumdan tutup kendine çevirdi. Evet, bu oydu. İlk ve son aşkımın,
Min'imin sevgilim dediği çocuk. Ona sinirli sinirli bakarken endişeli bir
şekilde onu, meleğimi kollarımdan sıyırıp kendi kolları araşına aldı. Sonrada
koştura koştura arabaya bindi. Yüzünde bambaşka bir endişe, korku, telaş vardı.
Eun Hye yanımdan hızlıca geçip hareket eden arabanın önüne attı kendini. Çocuk
arabayı son anda durdurup kapıyı açtı ve o da arabaya bindi. Bu kıza neler
oluyordu? Min'den o kadar nefret ederken neden şimdi bu haldeydi? Bilmediğim
çok şey vardı ve bunları bir an önce öğrenmeliydim.





~DONG YUL~



Yine benim bir taneme bir şeyler olmuştu. Onu ji hoonun kollarından alıp
arabaya doğru koşmaya başladım. Tam arabayı çalıştıracağım manyağın teki
kendini arabanın önüne attı. Arabayı durdurdum ve

o aptal kıza baktım. Arabanın kapısını açıp yanıma oturdu.

"Sen manyak mısın kardeşim?"



"Hayır, değilim ama sen arabayı çalıştırıp bir an önce hastaneye
yetişemezsen manyakta olurum piskopatta. Şimdi sür şu arabayı!"

Arabayı çalıştırdım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePaz Haz. 12, 2011 5:42 pm

Gizl Askim - 27. Bölüm

by 한국 이야기 / Hanguk İyagi on Sunday, June 5, 2011 at
10:34pm


NOT:Arkadaşlar bu bölümü uzun yazıyorum ama lütfen sizde ne düşündüğünüzü
yazın...






Arabayı sürüyordum. Ama gözlerim sürekli arka koltuktaki minik prensesime
kayıyordu.
Bütün
bunların gerçek olduğunu bile bile kabus olmasını diliyorum, hergün, her gece.
Belki bir mucize olur diye. Ama nafile. Hayat bana hep kazık atıyor. Yaşadığım
sorunlarsa hep kızlar yüzündendi.Ama bu başka, bu benim minik prensesim ve
ölümle yaşam arasında. O küçük narin bedeni ölümle pençeleşmekte. Ama ölümün
onu benden alıp götürmesine izin veremem. Belki de Kore'den kaçıp gittikten
sonra bu yüzden geri dönemedim. Bir başka kızın daha gelip canımı yakmaması
için. Beni bırakıp gitmemesi için. Bu dünyadan göçüp gitmemesi için. Ama hayat
benim canımı tekrar yakmak için beni Kore'ye çağırdı. Belki de nereye kaçarsam
kaçayım hayatın acımasız yönü gelip beni buluyor ue canımı yakmadan bırakmıyor.
Ama bu sefer buna asla izin vermeyeceğim. Hayat benden değil ben hayattan
alacağım. Bir daha da canımı yakamayacak. Buna izin YOK!




Yol git git
bitmiyordu. Ne kadar hızlı gidersem gideyim bana yavaş geliyordu. Kafayı
yiyecek gibiyim. Bu sefer gaza daha çok basmaya başladım. Aklımda binbir
düşünce uçuşuyordu taki yanımda ki manyağın cırlamasını duyunca hepsi dağıldı.
Şimdi daha çok sinirlenmiştim."Ne var, ne cırlıyorsun?"


"Ne mi
cırlıyorum? Hastaneye gidemeden öldüreceksin kızı, biraz daha yavaş sürsen
olmuyor mu sanki?"


"Kimsin
sen ha? Kim? Ne hakla böyle şeyler söylersin.Ben onu kendi canımdan bile çok
severken sen bana nasıl biricik kardeşimi benim öldüreceğimi söylersin
aptal."


"Ne
kardeş mi? Ama siz sevgiliydiniz."


"Biz
sevgili falan değiliz bunlar Ji Hoon'u ondan uzak tutmak içindi. Eğer o çeneni
kapalı tutmazsan olacakları bilme. Aptal çocuk."


"Benim
bir adım var bay ukala ve ben çocuk değilim. 17 yaşındayım."


"Dur
tahmin edeyim adın... buldum. Çirkin geveze falandır."


"Yanlış
cevap bay çok bilmiş,ukala.Adım Eun Hye. "




Adı... Eun
Hye mi? Adını duyar duymaz frene bastım zaten hastaneye gelmiştik. Bana korkmuş
bir şekilde baktı.




Aniden frene
bastım. Eun Hye bana korkmuş gözlerle bakıyordu. Arka koltuğun kapısını açıp
Min'i kucağıma aldım. Acilden içeri girdik. Eun Hye başını önüne eğmiş peşimden
geliyordu. Doktor bizi görünce hemen Min'i sedyeye yatırdı. Biz dışarıda
bekliyorduk. Saate baktım. Yarım saat sonra uçağımız kalkacaktı. Babamı aradım
ve ona Min'in iyi olduğunu yalnızca başka bir bilet alması gerektiğini söyledim.
Koridorun köşesine çöktüm, başım ellerimin arasındaydı. Artık sinirlerim sınır
noktadaydı. Saçlarımı yolmaya başladım. Gözyaşlarım inatla akmak için savaşsada
herkesin özellikle de o kızın yanında ağlayamazdım. Ben gözyaşlarımla
savaşırken omzumda sıcacık bir el hissettim. Bu el sanki beni karanlıktan,
yalnızlıktan kurtaran bir şeydi. Kafamı ona doğru kaldırdım. O da yanıma çöktü.
Gözleri bir kor parçası gibiydi. Beni içine çekip büyük yangını başlatmak
istercesine. Eli hala omzumdayı. Konuşmaya çalışıyordu ama sesi o kadar güçsüz
çıkıyordu ki.


"
Söylediklerim için özür dilerim.Bir an ne diyeceğimi bilemedim."




"Önemli
değil E...Eun...hye..."


Bana eskiden
beri tanıyormuşum gibi geliyordu. Ama tanışalı sadece 30 dakika oldu. Ona sıkı
sıkı sarılıp ağlamak, rahatlamak istiyordum ama ben bir kıza yaklaşamam ki!






Jİ HOON



Gözyaşlarıma
engel olamıyordum. Annem öldükten sonra ilk kez ağlıyordum. Dizlerimin üstüne
çöktüm ve onların arkasından baktım. Sadece baktım... Yaptığım hiçbir şey yoktu
sadece ağlamak ve arkalarından bakmak. Belki de ben onun aşkını
haketmiyorumdur. O


yüzden beni
bırakmıştır. Ama o daha benim onu ne kadar sevdiğimin farkında bile değil.
Etrafımda bir sürü insan vardı. Kendimi zorlayarak ayağa kalktım. İnsanlara
çarparak çıkışa doğru ilerledim. Gözyaşlarımın oluşturduğu bulanıklıktan dolayı
etrafı rahat göremiyordum. Nefes almak boş geliyordu o yanımda yokken! Koşmaya
başladım. Her adımda daha da hızlandım. İstediğim oluyordu. Nefesim
kesiliyordu. O an caddenin ortasında durdum. Bütün arabalar etrafımda
dönüyordu. Ve bir korna sesi. Gözlerimi kapadım ve kollarımı açarak kendimi
boşluğa bıraktım...




~MİN SEO~



Gözlerimi
açmaya çalışıyordum. Ama gözlerimin üstünde sanki tonlarca ağırlık vardı. Bir
anda kalbime bir acı saplandı. Gözlerim kapalıydı ama ağlıyordum. Gözlerimin
önüne kırmızı bir renk geldi ve refleksle gözlerimi açtım. Ama hastanede
olduğumu farkettim. Ellerimle saçlarımı tuttum. Her tutmamda ellerim saçlarla
doluyordu. O an aklıma Ji Hoon'la pikniğe gittiğimiz gün geldi. Dizlerinde
yatıyordum ve o da benim saçlarımı okşuyordu. Artık gözyaşlarıma çığlıklarım
eşlik ediyordu.


"Ölmek
istiyorum. Ölmek istiyorum."


Kapı açıldı
ama ben ellerim saçlarımda bağırıyordum. Dong Yul bir bana bir etrafımdaki
saçlara bakıyordu. Donup kalmıştı kapının orada. Eun Hye ise hem şaşırdı hem
korktu. Bunu belli etmemeye çalışıyordu. Yanıma gelip ellerimi saçlarımdan
çekti ve bana sıkıca sarıldı. Biz sanki uzun zamandır dost gibiydik. Odaya
doktor geldi ve ikisinide dışarı çıkarttı.




"Böyle
yapma.Üzülmeni istemem ama kemoterapi için saçlarını kesmemiz lazım."


"Olmaz
Amerika'ya gidince kestiririm. Burda olmaz."


SON

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:19 pm

28. Bölüm



"Kesmeyin... Saçlarımı
kesmeyin... Ne olur. Ji Hoon görür. Hemen anlar...Ne olur kesmeyin..."

Israrla bağırıyordum. Bütün
vücudum saatlerce kartopu oynayan çocuklar gibi tir tir titriyordu. Kolumdaki
serumu söküp fırlattım. Bana yaklaşan hemşirelere gücümün olduğu kadar
vuruyordum. Bir an gözlerim titreyen elleriyle başını tutmuş, duvarın dibine
çökmüş ağabeyime takıldı. Kendine hakim olamıyordu. Gözyaşları her damladığı
anda benimde kalbime kurşunlar giriyordu. Onu görünce durdum ve hemşireler bu
halimden yararlanıp bana bir sakinleştirici yaptılar.



~Jİ HOON~



Kollarımı açtım, rüzgar
bütün vücuduma işliyordu. Karşıdan gelen arabanın farları gözümü alıyordu. Korna
sesleri kulağımı rahatsız ediyordu. İşte şimdi hazırdım her şeye. Şimdi ölüm
vakti! Gözlerim,kulaklarım bütün duyu organlarım işlevlerini yitirmiş, tek
hissettiğim kalbimin içinden gelen bütün dünyamı kaplayan MİN SEO'nun aşkıydı.
Ve zamanı geldi "ölüyorum."



«DONG YUL»



Kardeşim karşımda öyle çırpınırken benim elimden hiçbir şey gelmiyordu...

Duvarın dibine çöktüm. Ellerimle kulaklarımı kapatıyordum, onun bana acı
veren çıglıklarını duymamak için. İşte şimdi gördü ağladığımı gördü.
Titremekten kendime gelemiyordum. O sırada hemşireler ona bir sakinleştirici
yaptılar. Ama ben yerimden bile kalkamıyordum. Yavaşça gözlerini kapattı. O her
uykuya daldığında içime büyük bir korku doluyordu. Ya bir gün sonsuza kadar
kapatırsa. Başım dizlerimin arasına düştü. Tek duyduğum ses Min Seo'nun nefes
alıp vermesinin sesleriydi. Kollarımda sıcaklık vardı. Başımı kaldırdım ve Eun
Hye'yi gördüm. Beni kendine çekti ve sarıldı. Bana sarılması içimi ısıtıyordu,
bu halimde huzur veriyordu. Ama aklıma gelenler benim onu hızlıca itip kendimi
kaldırdım. Benim bu halim onu şaşırtmıştı. Hızlıca odadan çıktım ve kendimi
erkekler tuvaletine kapattım. Kalbim acıyordu ama o kıza böyle davranmak acımı
ikiye katlamıştı. Anılarım onu benden uzaklaştırmaya yetiyorda artıyordu. Uzun
bir süre daha tuvalette kaldıktan sonra kendimi zorlayıp dışarı çıktım. Min'in
odasına yürüdüm. Eun Hye ile karşı karşıya geldik. Kalbime doğru alevler yol
almıştı. Bundan 3 yıl önce sönen ateşi tanımadığım bir kız gelip tekrar yaktı.
Ama nereden bile bilirdi ki isminin bile bana acı vereceğini. Beni görünce
başını önüne eğdi. Çok mı kırdım onu? Ama kendime engel olamıyordum. Sessizce
konuşmaya başladı. Ama hala yüzüme bile bakmıyordu. Bende fırsattan yararlanıp
onu incelemeye başladım. Saçları kestane renginde, düz omuzlarına dökülüyordu.
Gözlerini göremiyordum ama az önce gördüğüm kadarıyla saçları gibi koyu
renkliydi ve içi sevgi pıtırcıklarıyla doluydu. Boyu benim boyuma göre biraz
kısaydı. Aman ya ne saçmalıyorum ben. Benden kısaysa ne olmuş. Ömrümde daha ne
zaman göreceğim ki bu güzel kızı.

"Ben yanlış bir şey yaptıysam özür dilerim.Ben seninle arkadaş olmak
istemiştim sadece. Bu zor gününde yanında olup acını hafifletmek
istemiştim."



"Arkadaşım olmak istiyorsan önce o sinir bozucu ismini değiştir."



Aptalın tekiyim. Neden böyle dedim ki. Yavaşça kafasını kaldırdı. Sevgi
pıtırcıkları dolu olangözleri şimdi yaşlarla doluydu. Ne kadar da üzülmüş.

"Eun Hye ben..."

"Sinir bozucu ismimi ağzına alma."

Bir hışımla yanımdan geçip gitti. Bense arkasından bakakaldım. Derin bir
nefes aldım ve odaya girdim.Min başını yana eğmiş pencereden dışarıyı
izliyordu. Geçip yanına oturdum.

"Dong Yul kalbimde bir acı var. Kalbim sıkışıyo sürekli. Gidip Ji
Hoon'a bakar mısın? "

"Seni yalnız bırakamam."

"Ben yalnız değilim ki Eun var. Lütfen git."

"Tamam."



~JI HOON~

Araba her ne kadar fren yapmaya çalışsada istediğim oldu. Tek duyduğum kendi
iç sesimdi. Neden hala ölmedim ki ben! Aradan dakikalar geçmişti ki siren
sesleri duydum.



~DONG YUL ~



Telefonumu beyaz dar paça pantolonumun cebinden çıkarttım. Her zaman çok şık olurdum. Kızlar Amerikada
kızlar peşimdeydi ama hiçbirine pas vermemiştim. Benim aşka inancım yoktu.
Telefonumun rehberine girip Ji'nin babasını aradadım. Söyledikleri karşısında
ağzım bir karış açık kaldı. Gelen ambulansa şaşkın ve korku dolu gözlerle
baktım. Doktorlar hemen başına toplandı. Ambulanstan inen kişi olamaz. Her yeri
kanlar içindeydi. Hemen sedyeyle içeri taşıdılar. Bende peşlerinden gidiyordum.
Ben bunu Min Seo'ya nasıl söyleyecektim. O bunu asla kaldıramaz. Elimdeki
telefonla hemen annemi aradım ve buraya gelmelerini söyledim. Yoğun bakımın
önünde bekliyordum. Ji içeri gireli daha 5 dakika olmuştu ki babası geldi. Bana
sıkıca sarıldı.

"Durumu nasıl?"

"Bilmiyorum efendim daha yeni aldılar."

"ona bir şey olursa kendimi asla affetmem."

Her şey üst üste gelmek zorunda mıydı? Koşarak Min'in odasına gittim. Bir
yalan bulup Min'e çaktırmadan Eun Hye'yi dışarı çağırmalıydım ama nasıl?
Buldum! Kapıyı açıp iceri girdim. Min endişeli gözlerle bana bakıyordu. Eun ise
beni görür görmez başını tekrar pencereden olan tarafa çevirdi.

"Abi ji iyi mi?"

"iyi uyuyormuş. Eun Hye senin karnın acıkmıştır. Yemek yemeye inelim
mi?"

"Gerek yok sen inebilirsin."

"Eun lütfen sende git hem benim uykum geldi. Rahatça yemeğinizi
yiyin."

"Tamam."

Kolundan tutup hızla dışarı çıkardım. Kapı kapanınca hemenkolunu çekti.



"Arkadaşım olmayan insanların bana dokunmalarından nefret ederim."



"Ji hoon'a araba çarpmış."



"Ne? Nerede şimdi? Nasıl olmuş?"



"Şuan hastanede yoğun bakımda. Durumu nasıl bilmiyorum. Min'e bir şey
söyleme sakın."



"Tamam."

"Ben şimdi yanına gidiyorum. Sen de gel.Odaya hemen dönersen Min
şüphelenebilir."



Birlikte merdivenlerden inip yoğun bakımın önüne geldik. Annem ve babamda
gelmişti.





~1 Saat Sonra~

Doktor hızla kapıdan çıktı. Hepimiz yerimizden kalktık.



"Acil kana ihtiyaç var. 0 RH-. uyan varsa hemşireyle birlikte muayene
odasına gitsin."



"Benim uyuyor."



Hemşireyle birlikte muayene odasına gittik. Benden kan almaya başladı. Sonra
kolumdaki iğneyi söktü. Hızlı bir şekilde odadan çıktı. Bende yattığım yataktan
doğruluyordum ki Eun'un sesini duydum.



"Dinlenmen lazım."

"Ben iyiyim ama biraz yardım edersen iyi olur. "



Yavaşça yanıma geldi. Koluna girdim bende. Ne kadar da hoş kokuyor. Ona
biraz daha yaklaştım ama yoğun bakımın önüne gelmiştik bile. Yerimize oturduk.
Onuda yanımaYanıma oturttum.Onun gözlerinin içine bakıyordum ki yoğun bakımın
kapısı açıldı. Hemşire telaşlı bir şekilde konuşmaya başladı.



"Hastanın nabzı durdu..."



Not: Arkadaşlar lütfen yorum yapın. Yorumlarınız benim için çok önemli. Bu
bölümü çok uzun yazdım.Lütfen yorum yapın!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:55 pm

Yazar: Sinem Bayguş





OYUNCULAR


*Min Seo


*Ji Hoon


*Dong Yul


*Eun Hye








29. BÖLÜM








MİN SEO





Kalbim vücuduma baskı yapıyordu. Nefesim kesiliyordu. Bir elimle kalbimi
tutuyordum diğer elimle ise Ji Hoon’un resmini. Artık nefesim tamamen
kesilmişti. Kalbime vurmaya başladım. İstemsizce gözlerimden yaşlar akıyordu.
Ji Hoon’un resmini dizlerime koydum ve masanın üzerindeki suya uzandım. Ama
ellerim titriyordu. Bardağı elime alır almaz yere düşürüp kırmıştım. Kesik
kesik nefes alıyordum. Yavaşça yattığım yerden doğruldum ve elime Ji Hoon’un
resmini alıp odadan dışarı çıktım. Elimde kırılan bardağın bir parçası vardı.
Hastane koridorlarında sessizce yürüyordum. Herkese soğuk gelen hastane
koridorları bana daha başka hisler uyandırıyordu. Morg gibiydi. Korkulu adımlar
atıyordum. Nereye doğru gittiğime bile bakmıyordum. Sadece yürüyordum.
Ayaklarımı beynim değil sanki kalbim yönetiyordu. Bir süre gözlerimi kapatıp
olduğum yerde bekledi. Diğer bir koridora yöneldiğimde annem, babam, Ji Hoon’un
babası, Dong Yul ve Eun Hye buradaydı. Benden başka herkes buradaydı. Hepsi
ağlıyordu. Daha ne olduğunu öğrenmeden bende ağlamaya başladım. Uzaktan
hıçkırıklarımı belli etmeyecek bir şekilde onları izliyordum. Bütün vücudumu
bir titreme kapladı. Yoğun bakım, ailem ve gözyaşı… Bunları birleştirdiğimde
aklıma tek bir seçenek geliyordu oda Ji hoon’du. Bedenimi yavaşça duvara yasladım.
İşte o an yoğun bakımın kapısından çıkan hemşire tüm nefesimin kesilmesine
neden oldu.





Aklımda, kalbimde, bütün hücrelerimde o iğrenç söz yankılanıyordu.





"Hastanın nabzı durdu. Hastanın nabzı durdu."





Yaslandığım soğuk duvardan bedenimi hızlıca çektim ve titreyen bacaklarımı
yoğun bakıma doğru ilerlettim. Birden tüm bakışları üstüme çekmiştim. Ama kimse
umurumda değildi. Gözüme birden elimdeki cam parçası takıldı. Adımlarımı
hızlandırdım. Dong Yul bana doğru bir adım attı.





"Yaklaşma bana. Bu muydu senin ağabeyliğin. Ha? Ji Hoon iyi derken için
hiç mi sızlamadı."





"Min Seo bırak o elindekini. Ne olur."





Onları dinlemeden yoğun bakımın kapısına iyice yaklaştım. Hemşire beni
durdurmaya kalktı ama izin vermedim. Kendi gözlerimle görecektim onu.





"Eğer bana engel olursanız. Kendimi öldürürüm anlıyor musunuz?"





Koşarak yoğun bakımdan içeri girdim. Ameliyat masasının üstünde bir beden
vardı. İçim ürperdi. Elimdeki cam parçasını yere attım. Doktorlar bana
baktılar. Ama ben bir o bedene birde monitöre bakıyordum. Ölmüş müydü şimdi o?
Beni bırakıp gitmiş miydi? Benim yüzümden oldu biliyorum. Ona seni sevmiyorum
diye haykırdığımda yüzü bana bu durumu mu haykırıyordu? Sen beni bırakırsan ben
ölürüm derken bu muydu? Aptal, ben hala seni seviyorum. Hadi uyan desem o bakan
gülerek bakan gözler tekrar açılacak mıydı? Eskisi gibi sokaklarda bağıracak
mısın? Seni seviyorum diye haykıracak mısın? Hadi uyan artık. Bak söylüyorum
sana. Ben senden başkasını sevmedim. Sevemem de. Bu kalp senden başkasını kabul
etmez. Çünkü ben o kalbi sana verdim.





İyice yaklaştım ona. Soğuk tenini hissedebiliyordum. Vücudu solgundu ama
benim Ji Hoon’umdu. Benim di. Beni bırakıp gitmezdi. Kendime engel olamayarak
bağırmaya başladım.





"Seni seviyorum. Hadi uyan. Hiçbir yere gitmeyeceğim. Ölürsem yanı
başında öleceğim. Ama uyan. Yalvarırım. Uyan."





Söylediğim hiçbir söze tepki vermiyordu. Elimi kalbinin üstüne koydum.





"Tanrım eğer varsan ki var olduğuna bütün kalbimle inanıyorum. Ji Hoon’u
bana geri ver. Ben onsuz yaşayamam. Biliyorum ki bu hastalık canımı alacak ama
ben onsuz bir ölüm istemiyorum. Ölürsem onun yanında, onun kollarında öleyim.
Onsuz değil. Ne olur onu bana bağışla."





Kalbim onunla birlikte durmuş gibiydi. Kendi kalp atışlarımı bile
duyamıyordum. Gözlerimi açtığımda tek hissettiğim minik bir kalp atışıydı.
Gerisini ben bile hatırlamıyorum. Ama o kalp atışı bana aitse onu sonlandırmaya
şimdiden hazırım.








Yazarın Ağzından





Bir kalp atışı. Hayata gözlerini açan, yeni doğmuş bir bebeğinki kadar masum
bir kalp atışı. Sahibi mi? İşte o kişi Ji Hoon. Hayatta bazı anlar vardır.
Sevdiğim için canımı bile veririm diye bileceğin. Ama önemli olan onun için
canını vermen değildir. Önemli olan yeri geldiğinde ona bütün sevgini aşılayabilmektir.





Ji Hoon yeni kalp atışlarını Min seo’nun ona aşıladığı sevgiden almıştı.
Hayata yeniden başilamıştı. Doktorlar bile buna şaşırırken Min seo bayılmıştı
ve tekrar bir hastane odasına gömülmüştü. Başında Dong Yul bekliyordu. Min seo
yavaşça gözlerini araladı. Ama vücudunu hareket bile ettiremiyordu. Gözlerini
kollarına çevirdiğinde yumuşak iplerle kendini yatağa bağlanmış buldu.
Bakışlarını kızgın bir şekilde yanında oturan ama başı omzuna düşmüş, son
derece yakışıklı olan ağabeyine çevirdi. Ve olanca gücüyle bağırdı.





"Dong Yul."





Daha uykuya yeni dalan Dong Yul bağırtıyla yerinden fırladı ve korkmuş
gözlerle etrafına baktı. Hiçbir şey olmadığını sadece yaramaz kardeşinin 54
saatten sonra uyandığını gören Dong Yul gözlerini ovuşturmaya başladı. Hiçbir
şey olmamış gibi davranıyordu. Tekrar koltuğuna oturdu ve yanındaki masanın
üzerindeki suyunu alıp içmeye başladı. Suyu içtikten sonra bardağa bakıp tekrar
yerine masanın üzerine koydu. Kollarını açıp iraz gerindi ve esnedi. Min seo da
fırsat bu fırsat deyip. Başının önüne uzanmış kolu ısırdı. Dong yul acıyla
bağırdıktan sonra ayağa kalkıp kollarını göğsünde birleştirdi ve pis
bakışlarını Min seo’ya dikti. Ama Min seo pek korkmuşa benzemiyordu. Çünkü
biliyordu ki ağabeyi istese de ona bağıramazdı.





"Hey. Yaramaz cadı. Ne yapıyorsun? Kaç yaişına geldin unuttun mu? Böyle
şeyleri en son 7 yaşında bıraktığını düşünüyordum. Ama yanılmışım. Hala bir
cadısın."





"Dong Yul hemen çöz beni."





"Oldu başka emrin? Varsa söyle hiç çekinme. Yani merak ediyorum
başımıza daha nasıl belalar açarsın diye."





"Ben bir şey yapmadım."





"Tabi canım bende yedim. Hastanede elinde kırık camla kendini öldürme
isteği, yoğun bakıma girip deli gibi bağırmaların hiçbir şey değil. Ben
saçmalıyorum."





"Ben üzgünüm öyle olsun istemedim. O zaman kendim de değil…


Ji… Ji Hoon yaşıyor değil mi? Ne olur yaşıyor de. O kalp atışları onun de.
Bana öldü deme."





"Ji hoon…"





"Ne? Çabuk söylesene. Ji hoon yaşıyor desene."





"Ji hoon yaşıyor merak etme."





"Ohh. Tanrım sana şükürler olsun. Hadi çöz beni kendi gözlerimle görmek
istiyorum onu."





"Zaten istemesem de çözmek zorundayım. Bir saat sonra uçağımız
kalkıyor. Ki ben senin yüzünden iki buçuk gündür uyuyamıyorum. Ve Eun Hye de
hiç uyumadı. Bence ilk ona teşekkür etmelisin."





Dong Yul Min seo’yu çözmeye başladı. Min seo hızlıca ayağa fırladı ve
terliklerini giyip dışarı attı kendini. Hemen yandaki sandalyelerde oturan Eun
Hye’yi gördü ve ona kocamana bir sarıldı. Ona kardeşine sarılır gibi
sarılıyordu çünkü artık Eun Hye onun için bir kardeşten farksızdı. Ya da o
yenge gibi görmek istiyordu. Birbirlerine uzun bir süre sarılan iki genç kızı
Dong Yul’un güçlü kolları ayırdı.





"Sana bir saat sonra uçağımız var diyorum. Oyalanmada git bir an önce
Ji hoon’nu gör."





"Tamam tamam ben gidiyorum."





Min seo koştura koştura sevgilisinin odasını aramaya başladı. Ama arkasından
‘yavaş yürü’ diye bağıran ağabeyini hiç düşünmüyordu bilke. Sonunda nefes
nefese bir odanın önünde durdu ve yavaşça içeri girdi. Yatakta hareketsizce
yatan sevgilisinin yanına oturdu ve yüzünü okşamaya başladı.





"Tanrı seni benim için bağışladı. Ama şimdi gitmek zorundayım. Aşka
veda zamanı. Belki geri dönemeyebilirim ama seni kalbimden asla
çıkarmayacağım."





Min seo son bir kez Ji Hoon’a baktı ve odadan çıktı.








NOT: 1. Part sonu okuyan herkese teşekkür ederim. Yorumlarınızı bekliyorum..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:55 pm

GİZLİ AŞKIM 29. BÖLÜM (PART 2)











MİN SEO








Kapı kolunu hafifçe tuttum ve çevirdim. Son bir kez yatakta yatan sevgilime baktım.
Gözyaşlarım umurumda bile değildi. Sadece geri dönebilmek istiyordum. Bu onu
son görüşüm olmamalı. Geri dönebilmeliyim. En azından geri dönüp ona tekrar
seni seviyorum dedikten sonra ölmeliyim. Sessizce odadan çıktım. Ayaklarım beni
taşıyamaz olmuştu. Bedenimi kaldıracak, taşıyacak gücüm yoktu. Ayaklarımı
zorlukla itiyordum. Ama daha fazla dayanamayıp dizlerimin üstüne düştüm. Sanki
düştüğüm için ağlıyor gibiydim. Her gözümü kırptığım da daha fazla gözyaşı,
daha fazla acı vardı.








Bir anda arkadan kollarımı saran bir vücutla irkildim. Bu o olabilir miydi?
Uyanmış olabilir miydi? Beni bırakmazdı değil mi? Tekrar gitme derdi bana.
Kafamı içim de oluşan büyük umutlarla beni tutan kollara çevirdim. Ama karşımda
büyük bir hayal kırıklığı vardı. Benim yaşlarımda bir kız. Saçlarını iki yandan
örmüş. Üzerinde pembe tavşanlı bir gecelik vardı. Üzgün değildi aksine gülen
gözlerle bana bakıyordu. Koltuk değnekleriyle yürüyordu. Sağ kolunda koltuk
değneği vardı ve sol kolundakini duvara yaslayıp beni kaldırmaya çalışıyordu.
Saçları kısa ama sevimliydi. Gözlerinin önüne düşüyordu. Yavaşça kaldırdı beni
ve dağılan saçlarımı ince parmaklarıyla düzelti.








'Bir kahve içmek ister misin?'








Yavaşça kafamı aşağı yukarı salladım. Belki de birileriyle oturup dertleşmeye
ihtiyacım vardı. Koltuk değneğini alıp asansöre bindik. Kafeterya zaten çok
kalabalık değildi. Bahçeyi gören bir tarafa geçtik ve oturduk. Bana sorular
sormaya başladı.








'Hastaneye neden geldin?'








'Kanserim o yüzden ama bugün çıkış yaptıracağım ve Amerika'ya gideceğim. Sen
neden geldin?'








'Arkadaşlarımla futbol oynarken bileğimi incittim ve hastaneye geldik.
Doktorlar alçıya aldı. Bir ay boyunca böyle durması gerekiyormuş. '





Bana bunları anlatırken tavşanlı pijamasının paçasını biraz yukarı kaldırıp
alçıyı gösterdi.








'Az önce neden öyleydin?'





'Benim sevdiğim çocuk bu hastanede ve geçen kaza geçirdi. Benim hastalığımı
bilmiyor. Onunla vedalaşmak için odasına gittim. Ama ondan ayrı kalmaya yüreğim
el vermiyor.'





Ona bunları anlatırken aklımda ilk tanıştığımız günden bu güne kadar
yaşadıklarımız vardı. Beraber pikniğe gittiğimiz gün… okuldan kaçıp alış veriş
yaptığımız zaman… Sinemaya gittiğimiz, pasta yememiz, doğum günü ve en önemlisi
bana çıkma teklifi ettiği an… Hepsi hafızama kazınmıştı. Onu o kadar çok
seviyordum ki bu kalp bir başkasının olamazdı.








Onunla uzun uzun sohbet ettik. Başına gelen kötü şeylere bile gülebiliyordu.
O kadar mutlu bir kızdı ki. Ayağa kalkıp ona gitmem gerektiğini söyledim ve
yürümeye başladım. Arkamdan bağırması geliyordu.





'Hey daha adını söylemedin. Ben Yoo Rin.'








Arkamı yavaşça döndüm ve işaret parmağımı göğsüme vurarak 'Bende Min seo.'








Tekrar yürümeye başladım. Karşıma Dong Yul ve Eun Hye çıktı.





'Neredesin sen? Yarım saattir seni arıyorum.'





Eun Hye ona gözlerini kısıp baktı. İkisi de nefes nefese kalmışlardı.








'Yani arıyoruz.'








'Min seo nerelerdeydin? Çok merak ettim. Ji Hoon'un odasına baktım orada da
yoktun.'








'Evet, yeni biriyle tanıştım. Yoo Rin biraz onunla sohbet ettik. '








Dong yul bir koluma girdi. Eun ona kızgın bir bakış fırlattıktan sonra
kolumdan çekiştirip





'Canım gel üzerini değiştirelim birazdan havaalanına gideceğiz.'








'Ben yardım ederim kardeşime.'





'Üstünü değiştireceğiz. Anlamadın galiba?'





'Tamam, ben odaya götürürüm.'





'Gerek yok Dong Yul ben götürürüm.'





Biri bir taraftan diğeri öbür taraftan beni çekiştiriyorlardı.








'Yeter ama ya ben kendim giderim. Hem… siz böyle tartışınca çok güzel bir
çift oluyorsunuz.'





İkisi de aynı anda bağırdı.





'Min seo'





'Ne var ya. En büyük aşklar nefretle başlarmış.'








'Bak ben bu kızla ölsem çıkmam. Cadının teki. Her an öldürecekmiş gibi
bakıyor. şu gözlere bak. '





'Sen kendine bak. Kendini beğenmiş ukala. Seninle çıkmak isteyen kim?'








''Bütün kızlar benim peşimden koşuyor. Ama ben onlara bakmıyorum. Yani
cazibeme hiçbir kız dayanamıyor.'








'Merak etme ben onlar gibi aptal değilim. Yani sana bakam. Peşinde hiç koşam.
Boş hayaller kurma.'








DONG YUL








Of ya onun için o kadar mı tipsizim. Hiç mi beğenmiyor beni? Acaba nasıl
tiplerden hoşlanıyor? Şimdi Min seo'ya sorsam dilinden kurtulamam. Of ne
yapacağım ben bu kızla.


Acaba Min Seo'da telefon numarası var mıdır?'








'Hey min telefonunu ver.'








'Neden verecekmişim? Hem biraz kibar ol karşında bir bayan var.'





'Ver diyorsam vereceksin uzatma. Hem ben kibarım.'





'Sen misin kibar? Güldürme beni. Min senin bu ağabeyini görende bir şey
sanır. Öküzün tekiymiş.'








'Kim ben miyim öküz? Hem ben sizi bayan olarak görmüyorum ikinizde
cadısınız.'








Elimi Min seo'nun cebine attım ve telefonunu aldım. Numaralara baktım. Lanet
olsun yoktu. Bende telefonuma Ji hoon'un telefon numarasını kaydettim ve geri
verdim.








'Gıcık şey ne yaptın?'








'Sadece Ji Hoon'un telefon numarasını aldım.'








Ben Ji Hoon deyince yüzü düştü. Ah benim meleğim ben seni üzmek ister miyim
hiç?








'Yha kızlar biraz hızlı olun yoksa sürprizimi yapamadan gitmek zorunda
kalacağız.'





'Sürpriz mi?'











10 dakika sonra








'kızlar hadi ama yarım saattir sizi bekliyorum.'





'Abartma Dong Yul daha 10 dakika oldu.'








'Pardon Eun Hye sen başkaları için 1 saatte zor hazırlanıyorsun değil mi?'





Of ben ne dedim yine. Bu kızı sürekli üzüyorum. Ne yapmalıyım. Gitmemize de
az kaldı. Ona iyi davranmalıyım ki beni az da olsa sevsin.








Arabaya doğru yürümeye başladık.





'Min seo sen arkaya otur rahat et. Eun sende yanıma otur Min seo'yu rahatsız
etme.'





Eun kafasını sallayıp yanıma geçti. Bende Min seo'nun kapısını kapatıp
sırıtarak yerime geçtim. Arabada şarkı çalıyordu. SS501'den bir parça ama ben
pek tercih etmem. Onun yerine bigbang açtım. Eun oflayarak geri tuşuna bastı. O
inatlaştıkça ben daha da inatlaşıyordum. Tekrar geri tuşuna bastı. Bende tekrar
değiştirdim. Tam elini uzatıp değiştirecekti ki elini tuttum. Gözleri kocaman
açılmıştı. Dikiz aynasından gördüğüm kadarıyla Min Seo


Bize bakıp gülüyordu.





Bende dudaklarımı öne doğru uzattım.





'Bunu dinlesek olmaz mı?'





'Ta… Tamam. '





Elini yavaşça benden çekti ve diğer eliyle birleştirdi. Kafasını cama
yasladı ve dışarıya bakmaya başladı. Bacaklarını sallıyordu. Demek ki dikkatini
çekebilmiştim. Gözümü ondan alamıyordum. Arkadan Min 'in beni cimcikleşmesiyle
kendime geldim.








'Dong Yul önüne bak istersen.'








Bende kafamı sallamakla yetindim sadece ve sonunda sürprizime gelmiştik.
Umarım Eun beğenir. Yani Min seo beğenir.











EUN HYE








Dong yul? Ne ki bunun anlamı benim için. Daha tanışalı iki gün olmuşken aşık
mı olmuştum? Ji hoon'u bu kadar çabuk unutmuş muydum? Onun bana karşı ters
tavırları neden canımı yakıyor? Arkadaş olmamız için adını değiştirmen lazım
demesi neden? İsmim de bende o kadar mı çirkinim? Ah tanrım yardım et bana. Ona
baktıkça içim gidiyor ama ben beni istemeyen birini sevmemeliyim? Az önce elimi
tuttu ama onun davranışlarını anlayamıyorum. Şimdiyse bizi harika bir yere
getirdi. Onun yanında olmak bana huzur veriyor. Ji hoon için bile bunları
hissetmemiştim. Yani Dong Yul diğerlerinden daha farklı… tanrım lütfen bu sefer
gerçek aşk gelip beni bulsun…








2. part sonu. Ama yorumlar çok az geliyor. Diğer bölüm final lütfen bu son
bölümlere yorum yapın. Sizden sadece bir yorum bekliyorum. Bu hikayeyi okuyan
bütün herkese kucak dolusu öpücüklerimi yolluyorum. Sizi seviyorum…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:55 pm

GİZLİ AŞKIM 30. BÖLÜM (PART I)











DONG YUL








İşte geldik sürpriz anına. Onları yani biricik cadım Min seo’yu ve meleğimi,
Eun Hye’yi at çiftliğine getirdim. Burası bir arkadaşımın ailesine aitti.
Kore’den ayrılmadan önce her Pazar gelirdik. Benim için ayrı bir yeri vardı.
Bambaşka bir yer ve ben o anı aklımdan silmek istiyorum. Bugün burada bu iş
bitecek ve Eun Hye’me yeni bir sayfa vereceğim kalbimde. Onlara kolumu uzattım.
Eun Hye ‘Ne var?’ dercesine yüzüme bakıyordu. Ama sonra koluma girdi ve içeriye
girdik. Tanrım. Ben dünyanın en şanslı erkeğiyim. Bir kolumda biricik aşkım
-daha sevgilim olamadı- diğer bir kolumda ise kardeşim. İçeriye girer girmez
arkadaşım bizi karşıladı. Birbirimizi ne kadar da çok özlemişiz. Sımsıkı
sarıldık.








‘Kore’ye dönüş yaptın ama bayağı iyi bir dönüş olmuş bu iki güzellik birden.
Artık unutmuşsundur geçmişi. Bu kadar çok kızla takıldığına göre.’





Birden istemsizce yüzüm asıldı. Ben kendime ve Eun Hye’me temiz bir sayfa
açmak istedikçe onlar benim silmeye çalıştığım sayfamı tükenmez kalemle
karalıyorlar. Asılan yüzüm aniden güldü.








‘Bu kardeşim Min seo. Bu da… Biricik Eun Hye’miz.’





Biricik Eun hye’miz deyince yüzüme şaşkın bir şekilde baktı. Biricik Eun
Hye’m deseydim nasıl bakardı çok merak ediyorum. Ah bu çocuk günümü mahvetmeye
mi hazırlanmış özellikle. İki dakika sussa olmuyor sanki.








‘Ah dostum yine mi Eun Hye. Bu ismin bile sana ne kadar acı verdiğini herkes
biliyor.’








‘Tae-Hyun tamam geçmişi deşmeyi bırak. İçeri geçelim, vaktimiz kısıtlı
uçağımız var.’








Galiba bir şeyler anlamış olmalı o küçük beyni. Yüzünü eğdi ve içeri doğru
yürümeye başladı. Bizi atlara götürdü. Ben hemen yıllar öncesinde bile bindiğim
atın yanına gittim. Eski haline göre oldukça gelişmişti.





‘Jüpiter (Boys Over Flovers dizisini izleyen bilir. Gu Jun Pyo’nun atının
adı. ) eskisinden daha da iyisin. Benimle güzel bir yolculuğa ne dersin?’








Görevli Jüpiter’i hazırlamaya başladı. Ben de soyunma odasına giderek
hazırlandım ki kızlarada hazırlanmalarını söyledim. Bugün bizim günümüz olmalı.
Hızlıca çizmelerimi giyip dışarı çıktım.








Eun Hye kaskını takmaya çalışıyordu. Elini tutup çektim. Yüzüne düşen bir
tutam saçı geriye itip kaskını taktım. Gözleri bendeydi. Acaba onun dikkatini
çekebiliyor muydum? Elim kasketini taktığım çenesinin altında birbirimize
bakıyorduk ki bir ses bu romantik anı bozdu. Hatta içine etti. Arkamı dönmemle
beynimin bunun bana bir oyunu olduğunu düşündüm. Ama değildi.








EUN HYE








Bu çocuk bugün beni öldürmezse iyidir. Biricik eun HYe’miz mi? Tamam bu da
iyi ama biricik Eun Hye’m deseydin daha çok hıoşuma giderdi. Ama nerede? Bneim
ki sadece küçük ama gerçekleşmeyecek bir hayal. Arkadaşı çok güler yüzlüydü.
Ama öyle bir şey dedi ki aklım ilk tanıştığımız güne gitti.





‘Ah dostum yine mi Eun Hye. Bu ismin bile sana ne kadar acı verdiğini herkes
biliyor.’





Dong Yul’a arkadaş olalım dediğimde bana ‘ benimle arkadaş olmak için önce o
iğrenç ismini değiştirmen gerek.’ demişti. Ne yani geçmişten gelen bir acı
mıydı? Beni kendinden bu denli uzak tutması. Yüzümü astım ve içeri geçtik.
Koştura koştura bir atın yanına geçti. Onunla konuşuyordu bir yandan da başını
okşuyordu. Biz buraya niye geldik ki? Ben ata binemem. Off onun yanında rezil
olmak ta istemiyorum ama.





İstemsizce soyunma kabinlerine gidip giyindim. Lanet olası kask bir türlü
takamadım. O sırada Dong Yul soyunma kabininden çıktı. Ne kadar da yakışıklıydı
ki her zaman ki hali. Gülerek yanıma geldi ama bu alaylı bir gülümseme değildi.
Masum hatta gerçek olduğunu bilsem aşk dolu diyeceğim ama bana öyle geliyor. Ellerimi
tutup çekti ve saçımı geriye iterek kaskımı taktı. Ona bakıyordum. Ona bu kadar
yakınken bu fırsatı kaçıramazdım. Oda işini bitirmiş olacak ki bana, gözlerimin
içine bakıyordu. Bu an… Asla unutulmamalı ama aptal bir kızın yüzünden son
buldu. Bana çok kötü bakıyordu.








‘Beni unuttun sanırım geri döndüğüne göre.’








Ne unutmak, geri dönmek? Neler oluyor burada. O an o kızın saçını başını
yolmak istedim ama Dong yul’un bana o bakışları var ya. İçimi eritiyor ve donup
kalıyorum sadece.








‘Ben seni çoktan unuttum Eun Hye ama sen sanırım kendini fazla önemli sandım
benim için. Ama yanılmışsın ve seni yanılttığım için oldukça mutluyum şu an.’








Eun Hye? Şimdi her şey anlaşıldı. Bu aptal benim Dong yul’u mun eski
sevgilisi. Demek ki onun yüzünden benim ismim için öyle dedi. Ahh aşkım senin
için adımı bile değiştiririm. Sen yeter ki onu gerçekten unutmuş ol ve benim
ol.








‘Beni kız arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?’








‘Ben Eun Hye. Tanıştığıma memnun oldum ama izin verirsen sevgilimle vakit
geçirmek istiyorum ve bu güzel anlarımızı senin bozmanı hiç ama hiç
istemiyorum.’





Ah Tanrım bunları ben mi söyledim şimdi? Ellerimi Dong yul’un koluna sardım
ve başımı omzuna yasladım. Aslında omzundan biraz aşağıya. Çünkü benden biraz
uzun. Sanırım oda benim bu sözlerime şaşırmış olacak ki şaşkın ama mutlu bir
şekilde bana bakıyordu. Bani kendine çevirdi ve dudaklarıma doğru bir hamlede
bulundu.





Kesin bu bir rüya ya da ben bugün öleceğim o yüzden böyle güzel anları
yaşıyorum. Dudaklarını benimkilerden ayırdığında bende gözlerimi açtım. Elleri
belimdeydi. Bana hiç sunmadığı bir gülücük sundu.





‘Aşkım bence başkalarının günümüzü daha fazla bozmasına izin vermeden
gidelim.’








‘Dong yul seni tekrar gördüğüme çok sevindim. Umarım tekrar görüşürüz.’








‘Ben seninle aynı fikirde değilim. Ve bence bir daha asla görüşmeyelim.
Günümü seni görerek ziyan edemem.’











DONG YUL








Eun Hye bunları o mu dedi? Kendime daha fazla engel olamayacağım ve onu tanıdığım
günden beri yapmak istediğimi yapacağım. Dudaklarına doğru bir hamlede bulundum
ve kollarımı beline sardım. Eun Hye’nin bizi izlediğini fark ediyorum am ben bu
anı yaşamak istiyorum ve öylede yaptım.





Dudaklarımı geri çektiğimde ona âşık olduğumu belli etmek istercesine
güldüm.








‘Dong yul seni tekrar gördüğüme çok sevindim. Umarım tekrar görüşürüz.’








‘Ben seninle aynı fikirde değilim. Ve bence bir daha asla görüşmeyelim.
Günümü seni görerek ziyan edemem.’








Eun Hye’nin elinden tuttum ve yürümeye başladık. Min Seo çoktan ata binmiş
ve etrafa gülücükler saçarak geziyor. Eun Hye’nin kulağına doğru eğildim.








‘At binmeyi biliyor musun?’ dedim.





Bana baktı. Bir den yüzünü astı.





‘Bilmiyorum yani ben binmesem de olur. Seni izleyebilirim.’





Ona cevap vermedim ve Jüpiter’in yanına geldik.





‘Jüpiter bugünlük iki misafir kabul edebilir misin?’





Gülen bir yüzle bana baktı. Ona ata binmesinde yardım ettim ve bende
arkasına bindim. Sanırım ilk başlarda korkuyordu. Ama kollarımı belinden geçirip
o an yardım ettim. Saçlarından gelen koku iç gıdıklatıcıydı.





Saatler nasıl geçti anlayamadım. Üstlerimizi değiştirip arabaya doğru
ilerledik. Uçağımızın kalkmasına daha bir saat vardı. Eve uğrayıp bavullarımızı
aldık ve havaalanına gittik. Eun Hye yine yanımdaydı. Orada bir cafe bulup
oturduk. Masanın üzerindeki peçetelerden birini alıp üzerine bir şeyler
yazdım.








Artık veda vaktiydi. Min Seo ağlamaya başladı. Eun la öyle sarılıyorlardı ki
kıskandım.








‘Ji hoon sana emanet. Ona iyi bak bana onunla ilgili haber ver. Her gün
seninle görüşeceğim. Seni kırdıysam özür dilerim.’








Bende başım önde duruyordum. Sıra bendeydi. Min seo bavulunu alıp biraz
ilerledi.








Bende ona sarıldım. Hem de o kadar ö-çok sardım ki kollarımı hiç bırakmak
istemedim. O da bana sarıldı. Elini tuttum ve avucuna peçeyi bırakıp kardeşimin
yanına gittim.








PEÇETE





Bugün yaptıkların için çok teşekkür ederim. Sana söylemek istediğim o kadar
çok şey var ki ama kendimde cesaret bulup ta sana bir türlü söyleyemedim. Bu
benim numaram ………… uçaktan indiğimizde lütfen ara. Beni unutma ama unutmaya
çalışsan da unutamazsın.^^ çünkü yakında döneceğim ^^











ARKADAŞLAR İŞTE FİNAL. İŞTE PART I LÜTFEN FİNAL BÖLÜMLER İÇİN YORUM YAPIN.
BU PART BOL DONG YUL VE EUN HYE’Lİ OLDU. MERAK EDENLER OLURSA SÖYLEYEYİM 2.
PART Jİ HOON OLACAK YORUMLARINIZI HEYECANLA BEKLİYORUM. İLK HİKAYEM VE
BİTİYOR LÜTFEN….
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:55 pm

GİZLİ AŞKIM 30. BÖLÜM(Part 3)














-----------MİN SEO-----------








‘Selam. Kimse okumayın sadece ona. Aklına geliyor muyum? Sen benim hiç
aklımdan çıkmıyorsun. Beni hiç merak ettin mi? Ben hep merak ediyorum biliyor
musun? Hiç moralini bozan bir şey olduğunda ben aklına geldim mi? Gülümsedin
mi? Sen benim mutluluk kaynağımsın. Benimle konuşurken heyecanlanıyor musun?
Ah. Ben ölüyorum. Tutamıyorum kendimi. Sana olan aşkım... Sevdiğim. Nasılsın
bugün? Beni sorarsan senli hayallerle uykuya dalmaya çalışıyorum her gece
olduğu gibi.


Doğruyu söyle hiç mi özlemedin beni. Gözlerine bakıp seni seviyorum deyişim
gelmedi mi hiç aklına. Ya da sımsıkı sarılıp


Senden hiç vazgeçmeyeceğim deyişlerinde mi geçmedi gözünün önünden. Kalbime
dolandı gene o iki zehirli kelime...





Gün geçtikçe özlemim artıyor. Kısa bir süre değil. Koskoca 1 yıl sensiz
geçti. Artık ümitlerim azaldı. Özlem ve ümit… Orantılı bir şekilde yol alıyor
kalbimde. Öleceğim… Tek düşüncem bu değil ama seni severken ölmek. Ölürken
görememek. Canımı yakan ölme korkusu değil. Seni görememenin verdiği korku. Ama
yine de mutluyum. Seninle çok güzel günler geçirdim. Seni seviyorum dediğin gün
dün gibi aklımda.








Bunları neden mi yazıyorum? Cevabım belli. Öldükten sonra sana daha fazla
acı çektirmemek içi. Kalbim hep seninle attı. Seninle de atmaya devam edecek.
Peki ya senin kalbin? O hala benim için mi atıyor? Yoksa bir başkası mı sahibi
oldu o güzel kalbin? İçim de bir şeyler yanıyor. Bana daha fazla acı çektiren
şeyler var ama nedenini bilmiyorum.








Beni hiç unutma olur mu? Yada senden bunu istemek çok mu bencilce bir
davranış olur bilmiyorum. Ama ben seni unutmayacağım. Bu dünyada gerçekten
kavuşamasak bile cennette seni bekliyor olacağım. Aşkımdan bir gram bile
azaltmayacağım. Kalbimin bir noktasını bile bir başkasına vermeyeceğim. Ama sen
mutlu olacaksan kalbini benden alıp bir başka kıza verebilirsin.








Sevgilim bunlar beklide sana olan son sözlerim. Çektirdiğim bütün acılar
için beni affet. Ama inan sen yanımda yokken ben daha çok acı çektim. Elveda
sevgilim. Cennette görüşmek üzere.’











--------------------------








‘Eun Hye o nasıl iyi mi?’








‘Aslında pek iyi olduğu söylenemez.’








‘Neden hasta mı yoksa?’





‘Sen gittiğinden beri hiç konuşmadı. Tek söylediği geceleri senin ismini
haykırarak, ağlayarak uyanması.’








‘Peki, hayatında…’








‘Iııı… Şey aslında…’








‘Bir başkasını mı seviyor?’








‘Hayır, hala seni seviyor ama şu Yoo Rin. Hastanedeki kız. Bir ana olsun
yanından ayrılmıyor. Sevgililermiş gibi yanında geziyor.’








GERİ BAKIŞ





Yoo Rin sessizce Ji hoon’un kapısının önünde dikiliyor, gözlerini kırpmadan
ismini dahi bilmediği yakışıklı çocuğu izliyordu. Kaç gününü geçirmişti bu
kapının ardında? Hiç tanımadığı biri için. Kalbinin ne kadarını ona vermişti?
Onun yanına gitmeye cesareti var mıydı? Bugün olabilir miydi o gün?








Yavaşça koltuk değneklerini yere vurmamaya çalışarak içeri geçti ve Ji
hoon’un yanı başındaki sandalyeye oturdu. Parmakları Ji hoon’a uzanıyor ama
aklı kalbini birkaç saniyeliğine de olsa yeniyordu. Ama bu sefer kalbindeki
özlem ya da aşk buna galip gelmiş ve parmakları sessiz ve ürkek bir şekilde Ji
hoon’un gözlerinin önüne düşen saçlarının arasında gezinmeye başlamıştı.








İhanet, aşk, özlem ve tutku. Kalbinde beslediği kim bilir ne kadar daha
duygu vardı. Min seo onun için sevdiği çocuk için tedavi olmaya gitmişti. Daha
tanımadığı bir kıza tüm hislerini anlatmıştı ama o kızın kalbi daha ilk günden
Min seo’ya ihanet etmişti. Neden? Aşk mıydı bu? Daha hakkında hiçbir şey ya da
bir şey bildiği o da Ji Hoon’un Min Seo’ya kör kütük aşık olduğu ve onun da Ji
Hoon’a bir şeyler hissetmesi. Elini kalbine götürdü ve sessizce konuşmaya
başladı.








‘İhanet değil bu yaptığım. Sadece gönlüme söz geçirememek. Beni affet Min
seo. Ama sen öleceksin ve ben Ji hoon’un acı çekmesini engellemeliyim.
Gerekirse onun için ben acı çekerim ama onun acı çekmesine izin veremem.’





GERİ BAKIŞ SON








‘O bunu yaptı mı? Peki, Ji hoon o seviyor mu? Onuda beni öptüğü gibi öpüyor
mu? Bana baktığı gibi bakıyor mu? Söylesene Eun. Susma. Bana cevap ver! Kalbi
artık onun için mi atıyor?’








Min seo hıçkırıklar arasında yere oturdu ve elindeki telefonu duvara
fırlattı. Gözünden akan damlalar bu kadardı. Peki ya kalbi? Onda da böyle bir
gözyaşı var mıydı? Hayır. Kalbindeki umutsuz birkaç gözyaşı değildi. Kalbindeki
bunca senenin kalbinde körüklediği bir yangındı. Ve kimsenin bu yangını
söndürmeye gücü yetmezdi.








Saçındaki bandı aldı ve elleriyle parçaladı. Şu an yolmak istediği bir saçı
bile yoktu. Haykırmaya başladı. Sesini Amerika’dan Kore’ye duyurmak
istercesine.








‘artık yaşamak istemiyorum. Ölmek istiyorum. O kalp bir başkasına aitken
yaşamanın bir anlamı yok benim için. Söylerken kolaydı benim için ama
gerçekleri duymak bu kadar kolay değildi. Acı verici. Ji hoon neden? Bu kadar
mıydı bizim aşkımız? Sen istesen bile ben artık seni bırakmam derken neydi
anlatmak istediğin? Sen gidersen aşkında seninle gider. Kalbim bir başkasına
gider demek miydi?’








‘Min seo kendine gel ne olur? Korkutma beni. O seni seviyor. Eun da dedi.
Sadece ismini söyleyerek uyanıyor ve hiç konuşmuyor. O Yoo Rin’i değil seni
seviyor. Unutma bunu ne olur.’








‘sende biliyordun. Bana söylemedin. Hepiniz yalan söylediniz. Neden ha?
Neden? Bu kadar mı önemsizdim hayatınızda.’





Eline hastane komodininin üzerindeki fotoğrafı aldı ve Ji Hoon’a baktı.
Zaten her gün saatlerce yaptığı bu değil miydi? Saatlerce Ji hoon’u izlemek.
Ama bu bakışlarda bir fark vardı.








Önceki bakışları umut doluydu ama bunlar acı doluydu.








------------------








‘Oppa neden yemiyorsun?’








Ve yine her zaman ki gibi ‘Neden peşimdesin bunca zamandır?’ der gibi baktı
Ji hoon. Onun acısını kim anlardı. Tamı tamına 374 gün 3 saat ve 21 dakika
olmuştu o gideli. Kim bilir kaç gün daha ekleyecekti gelmesine. Gelecek miydi
ki? Eğer gelecekse beklemeye çoktan hazırdı ki zaten beklemiyor muydu?








Telefonunun çalmasıyla elini siyah dar pantolonunun cebine attı ve hiçbir
işine yaramayan son model cep telefonunu eline alıp ekrana baktı. Cevapsa
tanımadığı bir numara. Yoo Rin hayatına girdiğinden beri herkesi tanımıştı ve
bu yüzden bütün telefonlara o cevap verirdi ama bu sefer ona bu imkanı tanımadı
ve içindeki minicik bir umutla telefonu açtı ve haykırışları haricinde ilk kez
konuşmaya başladı.








‘Min seo.’








-----


‘Cevap ver sensin biliyorum.’





-----





‘Seni hala seviyorum neden kaçtın benden ha?’





‘Bana yalan söyledin.’








Dııt.. dıııt….





Ji Hoon bir ümit numarayı tekrar aradı ama ulaşılamıyordu. Üzerindeki
hırkanın uçlarını çekiştirmeye başladı. Yoo Rin onu ilk defa konuşurken
görmüştü. Ama sorun Min seo’yla konuşmasıydı. Sesi ona bir şiirdi. En güzel
şairin en güzel şiiriydi onun için ama o şiir bir başkasına yazılmıştı.





Ji Hoon kendi kendine tekrarlıyordu artık bozuk bir plak gibi.








Min Seo. Min Seo. Min Seo. Min Seo. Min Seo.








‘Yeter, neden hala o. Bunca zaman ben vardım yanında o değil. O seni bırakıp
gitti. Ben gitmedim.’





‘Min Seo. Min Seo. Min Seo. Min Seo. Min Seo’








‘Seni ben seviyorum o değil. Anma onun ismini unut artık. O nasıl unuttuysa
sende unut.’





‘Min Seo. Min Seo. Min Seo. Min Seo. Min Seo’








‘Anlamıyorsun değil mi? Belki de yalanlar buraya kadarmış. Şimdi kendine gel
ve beni dinle.’








---------DONG YUL----------








‘Doktor bey artık ameliyatı yapın. Dayanacak gücü kalmadı. ‘








‘Dong Yul biliyorsun bu çok riskli bir ameliyat.’





‘Biliyorum ama o yaşayacak bunu da biliyorum benim için, Eun Hye için, annem
için babam için ve en önemlisi Ji Hoon için yaşayacak. Hem siz daha geçen gün
dememiş miydiniz? Durumu iyiye gidiyor diye. Ameliyat olursa hemen iyileşecek
ben bütün kalbimle inanıyorum.’








‘Yaşama şansı %50 ama ilaç tedavisiyle bu %60’a yükseldi. Benimde küçük
hanımdan umudum var ama bunu o isterse ve kendine güvenirse daha başarılı bir
ameliyat olacaktır.’








----------------------








‘Kore’ye dönüyoruz.’





‘Şaka mı yapıyorsun?’





‘Şaka falan yapmıyorum. Ama önce burada küçük bir işin var onu yapman
gerekiyor. Ondan sonra Ji Hoon’u görebilirsin.’








‘Neymiş o iş?’





‘Ameliyata gireceksin.’





‘Neden ölümüm kolaylaşsın diye mi?’





Dong Yul başını kardeşinin alnına yasladı ve fısıltıyla konuşmaya başladı.
Kimse onu duysun istemiyordu sanki.








‘Bir daha ölüm kelimesini kullanma. Sen ölmeyeceksin. Kemoterapi iyi
gidiyor. Bu yüzden ameliyat olursan o hastalıktan hemen kurtulacaksın ve Ji
Hoon’a gidebileceksin. Bunu istiyorsun değil mi?’








‘Bütün kalbimle.’





‘O zaman hazırlan yarın saat 15.00 da ameliyatın var.’








-------------








Jİ HOON








Duyduklarım doğru muydu? O ameliyat olmak için mi gitmişti? Peki, benden
neden sakladı? Telefonumu sıkıca kavradım ve havaalanını arayıp uçak bileti
ayırttım. Yarın ilk uçakla gidiyorum.








NOT: ARKADAŞLAR FİNAL OLMASINA RAĞMEN BEĞENİLER VE YORUMLAR AZALDI LÜTFEN
YORUUMMMM…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:56 pm

GİZLİ AŞKIM











Jİ HOON





Uçaktan iner inmez babamdan aldığım bilgilere dayanarak hastaneye gittim.
Hemen girişteki görevlinin yanına gidip hasta hakkında bilgi almak istedim.
Görevli kadın bana hastanın kanser olduğunu ve yaklaşık bir saat önce ameliyathaneye
girdiğini söyledi. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Yetişemedim.








Onun yanında olamadım, seni bekliyorum diyemedim. Ya o ameliyathaneden
çıkamazsa ben ne yaparım. Tanrım lütfen o yaşasın. Asansörü kullanmadan direk
merdivenleri hızlıca aşarak ameliyathanenin olduğu kata çıktım.








Koridora gireceğim sırada Dong Yul'u bir sandalyeye oturmuş ellerini başının
arasına almış ağlarken gördüm. Dong Yul… Ah ona çok haksızlık ettim. Meğer o
sevgilimin ağabeyiymiş. O zamanları hatırladıkça hala korkuyorum. Bir daha beni
bırakıp gider diye ama bu sonsuza kadar da olabilir.








Sessizce yaslandığım duvarın dibine çöktüm. Gözyaşlarımı bıraktım ve bende
sessizce ağlamaya başladım. Neden elimden başka bir şey gelmiyor ki. Biz
bunları yaşayacak ne yaptık. Min seo beni tanımasın diye taktığım şapkayı,
kalın çerçeveli gözlüğü ve yüzümü kapatan fuları çıkardım ve ellerimin arasına
alıp sıktım.








Artık dayanamıyordum. Oturduğum duvar dibinden titreyerek kalktım ve küçük
adımlarla Dong Yul'un yanına gittim. Kafasını kaldırıp bakmadı bile. Bende
elimi omzuna koyup sıvazladım. Bizim yapmamız gereken birbirimize destek
olmaktı. Kafasını yavaşça kaldırdı. Ağlamaktan gözlerinin içi kan çanağı
gibiydi. Beni gördüğüne şaşırmış olmalı.








'Ji… Ji Hoon sen… Senin burada ne işin var?'








'Ben her şeyi biliyorum. Ne söylemedin ha? Neden daha önceden haber
vermedin?'








'O bunu istemedi. Senin annen yüzünden çok acı çekiğini ve seni daha fazla
üzmek istemediğini söyledi. Zaten her şeyi planlamıştı. Bu arada ben onun…'





'Ağabeyisin değil mi?'








'Evet…'








EUN HYE








Ji hoon o aptal kızın anlattıklarından sonra ilk uçakla Amerika'ya gitmiş.
Bana haber vermeliydi en azından. Bunu nasıl yapar? Telefo9nmumu elime alıp Min
seo'yu aradım ama telefonu kapalıydı. Bende biricik sevgilimi Dong yul'u
aradım. Onunla o peçeteden sonra çıkmaya başladık.








Dong yul'un da telefonu çalıyordu ama açmıyordu. Bir şey mi oldu acaba?
Yoksa o… ellerlim titremeye başladı. Bu sefer de Ji hoon'u aradım. Telefonu
açsınlar diye o kadar dua ettim ki. En sonunda Ji Hoon telefonu açtı.








'Alo…'








'Eun yetişemedim. Onun yanında olamadım. Hepsi benim hatam.'








Ji hoon konuşurken ağlıyordu. Ölmüş müydü şimdi? Nasıl ya? O ölemez,
ölmemeli…'


Gözümden akan yaşlara aldırmadan zorlukla konuşmaya çalıştım.








'Öldü mü? Ne olur ölmedi de.'








'O ölmedi sadece ameliyata girdi ama iki saat geçmesine rağmen hala
çıkmadı.'








Tanrım sana şükürler olsun. Bir ana onun öldüğünü düşündüm.








'Telefonu Dong Yul'a verir misin?'





--------





'Aşkım iyi misin?'





'Eun o ölmesin ne olur. Ben ne yaparım sonra lütfen yaşasın.'








'Sakin ol o ölmeyecek. Ben oraya geliyorum. '








'Ne olur gel dayanamıyorum onu böyle görmeye eğer o ameliyathaneden…'








'Yeter ağlama, bir daha da öyle deme o yaşayacak anlıyor musun?'








Telefonu kapattım ve büyük bir çantanın içine birkaç kıyafet aldım ve
pasaport ve vizemi de alıp evden çıktım. Havaalanına giderken annemi arayıp
haber verdim.











YAZAR








Ameliyat başlayalı beş saat olmuştu ama ne giren vardı ne de çıkan. Ji Hoon
sadece ağlayıp dua ediyordu.. Dong yul ise annesi ve babası ile görüşüyordu ama
o da bir an olsun ameliyathanenin kapısından ayrılmadı. Ji hoon birden
titremeye başladı. Dong yul onu görünce hemen yanına gitti. Ji hoon çok
kötüydü. Dong yul onu omuzlarından tutp sarstı kendine gelmesi için ama bir
fayda etmiyordu. Ji hoon Dong yul'un kollarından kurtulup ayağa kalkıp
bağırmaya başladı. Bir yandan da ameliyathanenin kapısını tekmeliyordu açılması
için.











Dong yul hiçbir şey yapamıyordu. Ji delirmiş gibiydi. Koşarak koridordaki
hemşireyi çağırdı. Dong yul onu kollarından tutup zapt etmeye çalışıyordu
hemşire sakinleştirici yapsın diye ama gücü yetmiyordu. Onun bu halini gördükçe
daha da ağlıyordu. Hasta bakıcının biri onları görünce gelip Dong Yul'a yardım
etti ve hemşire zorlada olsa ona sakinleştirici yapabildi.








Ji ağlayarak oradaki sandalyelere oturdu. Hemşire Dong yul'un yanına gelerek
konuşmaya başladı.








'Onu bir odaya almalıyız. Sakinleştiricinin etkisi geçince tekrar eski
haline dönebilir.'








'Hiçbir yere gitmiyorum. Min seo bu kapıdan çıkana kadar burada
bekleyeceğim. Dong yul ne olur götürmelerine izin verme. Bari şimdi onun
yanında olayım.'








Ji hoon söylediği her kelimede biraz daha ağlıyordu. Dong yul hemşireye onun
burada kalmasını böylece daha iyi olabileceğini açıkladı ve Ji Hoon'un yanına
oturdu.








2 Gün Sonra








Eun Hye ve Dong Yul odanın kapısından içeride yatakta yatan Min Seo'ya ve 2
gündür hiçbir zaman başından ayrılmayan Ji Hoon'a baktılar. İkisi de bu çift
için çok üzülüyordu ama ellerinden gelen bir şey yoktu. Yapmaları gereken tek
şey beklemekti. Dong Yul sıkıca Eun Hye'nin elini tuttu. Onu kendine çekip
başını göğsüne bastırdı ve saçlarını öptü. Onu ne kadar çok seviyordu. Aklında
ona karşı neler vardı ama şimdi ne yeri ne de zamanıydı.








Jİ HOON











''Bazen hoşçakal demen gereken zamanlar vardır. Acıtmasına rağmen denemeyi
öğrenmelisin. Biliyorum, gitmene izin vermemeliydim. Ama biliyorum ki nereye
gidersen git asla uzakta olmayacaksın. Çünkü parlak bir yıldızın ışığı gibisin.
Yaşamımda parlamaya devam edeceksin. Hiçbir mesafe bizi ayrı tutamaz.





Sen... Benim kalbimde olduğun sürece bu gözlerden hiçbir gözyaşı düşmeyecek.
Çünkü aşkın gerçek sevgisi asla ölmez, sonsuza dek canlı kalır. Zaman sahip
olduklarımızı alamaz. Birlikte olduğumuz zamanları hatırlayacağım. Zamanımızın
bittiğini düşünebilirsin, ama sen hala benimsin.. Şimdi tek isteğim uyanman ve
beni tekrar kabul etmen.





Seni Seviyorum











YAZARIN AĞZINDAN








Dong Yul Eun Hye'yi kolundan tutup dışarıya doğru sürükledi. Eun hye oldukça
şaşırmıştı. Dong Yul sanki bir şeye kızmıştı. Onu hızla arabaya soktu ve
kendide şoför koltuğuna geçti. Eun Hye'nin korkak bakışlarını üzerinde
hissettikçe gülmemek için kendini zor tutuyordu.








Onu daha çok korkutmak için gaza daha fazla bastı. Eun Hye o kadar çok
korktu ki tırnakları arabanın deri koltuklarına geçirdi adeta. Derin derin
nefes alıyordu ama her seferinde nefesi boğazına takılıyordu. Eli camı açmak
için düğmeye gittiğinde Dong yul'un bağırmasıyla geri çekti. Şimdi dokunsan
ağlayacaktı.








Dong yul arabayı karanlık bir yere park etti ve en kızgın olmaya çalıştığı
sesiyle Eun Hye'ye biricik sevgilisine bağırdı.








'İn arabadan.'








Eun Hye artık gözyaşlarını tutamadı ve titreyerek arabadan indi. Bacakları
onun o narin vücudunu taşıyamıyordu. Ona bir anda ne olmuştu? Neden böyle
davranıyordu ki? Sadece kafeteryaya gittiğinde yalnız kaldılar. O kısacık
sürede ne olmuş olabilirdi ki?








Dong Yul ayaklarını yere vura vura Eun hye'nin yanına yürüdü ve aralarındaki
mesafe kapanana kadar kendini zor tuttu. Eun hYe hem ağlıyordu hem de dua
ediyordu. Yavaşça gözlerini kapadı ve olacakları bekledi. Dong yul elini hızla
çekti ve kendi elleri arasına aldı.








'Evlen benimle.'








'Huh?'








'Ya eun bunu söylemek gerçekten zor tekrarlatma bana.'








Eun hye ellerini yumruk yapıp Dong yul'un göğsüne vurmaya başladı. En cırlak
sesiyle hem bağırıyor hem de bütün gücüyle ona vuruyordu. Dong Yul onu kendisine
çekti ve gözlerinin içine bakıp konuştu.








'Artık hayallerimizi gerçekleştirelim. Evlenelim…'








------








'Yah Eun Hye bana cevap ver!'








Eun Hye kollarını onun beline doladı ve tüm gücüyle 'Evet' diye bağırdı.











2 AY SONRA








'Hey Eun Hye daha hızlı olamaz mısın? Kaç saattir burada bekliyorum.'








'Çıkıyorum Ji Hoon-shi. Azıcık daha bekle.'








'Yah bence Dong yul buraya hiç gelmemeli. Seninle evlenip hayatını riske
atmamalı. Daha bir elbise bile beğenemiyorsun.'








'Ji Hoon-shi beni iyi dinle. Bu basit bir elbise değil. Adı var. Ge-lin-lik.
Tamam mı? Hem sen evde kaldın diye kıskanma.'








'Hah ne kıskanacağım be. Benim sevgilim yani eski sevgilim bir gelsin siz o
zaman görün evlilik teklifi nasıl yapılıyormuş.'








'Aman daha ona onu sevdiğini bile söylemedin. Kız ameliyattan çıktı o kadar
saat başında bekledin uyanacağı zaman apar topar Kore'ye döndün.'








'Çünkü her şeyin bir zamanı var.'








Eun hye giyinme odasından çıktı ve yavaş adımlarla yürümeye başladı.








'Woah harika olmuşsun. Nasıl desem peri kızı gibi. Dong Yul seni böyle görse
kalpten gider. Dur fotoğrafını çekelimde göndereyim.'








'Olmaz, düğünden önce gelini gelinlikle görmesi uğursuzluk getirir.'











***** *****








'Ağabey ben bavulumu hazırladım hadi biraz hızlı ol yoksa bu gidişle düğün
günü orda olacağız.'








'Abartma Min hazırlanıyorum işte. Hem senin acelen kime ha?'








'Hiiiç ben yengemi çok özledim de ondan acele ediyorum.'








'Ji hoon'u görmek istemiyorum demiyor da yengemi özledim diyor hıh sen onu
benim külahıma anlat.'








'Bir şey mi dedin.'





'Yok, canım ne diyeceğim hadi üzerini iyi giyin de çıkalım.'





MİN SEO








Amerika'ya geleli iki buçuk sene oldu. Kore'den, ondan kilometrelerce uzakta
iki buçuk yıl yaşadım. Ameliyattan çıktığımda onun kokusu vardı üzerimde ama
bunun olması, onun Amerika'ya gelmiş her şeyi öğrenmiş olması imkânsızdı. Şimdi
kafamı yasladığım arabanın camından dışarıyı izliyorum. Dışarıda hayat o kadar
hızlı ki ben onsuz bu kadar hızlı bir hayat yaşayamadım. Kalbimin yarısı
ondayken mutlu olamadım. Şimdi Dong Yul ve Eun Hye evleniyor. Ji hoon ise Yoo
rin ile mutlu-dur. Yani bilmiyorum. Ne Dong Yul ne de Eun Hye bana ondan
bahsetmiyorlar. Artık bende acılarımı içime atıyorum.








Arabadan inip havaalanına giriyoruz şuan. Kore'ye gittiğimizde kimse beni
görmesin diye üzerime renkli bir hırka giydim. Altımda ince beyaz bir elbise ve
hırkamın renginde ayakkabılarım var. Koluma kocaman bir çanta taktım. İçinde ne
ararsan var. E sonuçta bende kızım. Saçlarım… Uzadılar ama eskisi kadar değil.
Çok fazla da değiller. Omuzlarıma kadar geliyor. Ama insanların beni saçım
olmadan görmesinden iyidir. Ama hangi insanlar? Ben düğüne bile gitmeyi
düşünmüyorum. Sebepse bunca yaşadıklarımdan sonra kimsenin ve Ji hoon'un beni görmesini
istemiyorum. Aslında eminim o beni görmek istemeyecektir ama belki bir yerlerde
tesadüfen karşılaşabiliriz..








Hayat bu. Karşımıza nasıl çıkacağı belli olmayan bir şey. Tesadüfleri bile
engellemek için evden dışarı çıkmayacağım. Ji Hoon beni bu kadar çabuk unuttun
mu? Beklemek yerine unutmayı mı tercih ettin? Dudaklarımı aralayıp son kez
konuştum.








'Seni seviyorum Ji Hoon.'








Başımı Dong Yul'un omzuna yasladım ve uçağa bindik.








NOT: Bu part nasıldı? Sizi beklettiğim için özür dilerim. Bu bölümde bana
yardımcı olan arkadaşım Merve Özdemir'e teşekkür ediyorum. Ben bu partı sevdim
ma asizi bilemem. Yorum yapın ki anlıyım sevdiniz mi sevmediniz mi? Okuyan
herkese ve yorum yapan herkese şimdiden teşkkürler^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:56 pm

OYUNCULAR





Ji Hoon


Min Seo


Dong Yul


Eun Hye


Yoo Rin





Bölüm Sayısı:30


Yazar: Sinem Bayguş








Yazardan Not:


Aslenda iki güne veririm dedim ama evde değildi,m bu yüzden veremedim. Ama güzel
ve sade bir sonla her şeyi bitirdim. Yani bizim için bitti onların için devam
ediyor… size sonsuz teşekkürler. Telefondan okuyanlar için özrr dilerim çok
uzun oldu. Yeni bir hikayede görüşürüz belki..Şimdi ben bir fİnal konuşması
yapayım. Bu bölüme kadar okuyan, yorum yapan, beğenen herkese teşekkür ederim.
Bu benim ilk hikayem olduğu için oldukça önemli benim için. Hikayemde beni
yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederim. Bitiyor diye üzülüyorum ama son
yapabildim diye de seviniyorum. Hikayeye başlarken oldukça tereddütte kalmıştım
ama yazdım ve işte son. Tekrar teşekkürler iyi okumalar.











Dong Yul








Uçağa bindiğimizden beri üzerinde bir kırgınlık, mutsuzluk var. Oysaki ben
onun daha farklı olacağını düşünmüştüm. İyileşti ve şimdi de geri dönüyoruz. Ji
hoon’a kavuşmak istemiyor muydu? E o zaman neden mutsuz? Ben mutluyum ama onu
böyle gördükçe üzülüyorum. Bir hafta sonra düğünüm var ve ben hiçbir şeyine
karışmadım. Her şeyi Ji hoon ve müstakbel karım Eun Hye yapıyor. Bu dönem bizim
en mutlu olacağımız dönem ama ben onun yanında değilim. Ama bundan sonra
üzülmek yok. Onu kardeşim gibi sevdiğim birine emanet ettim nasıl olsa.





Şimdi gelinlik bakıyorlarmış. Orada, sevgilimin yanında olmak için nelerimi
vermezdim ama olamadım. Onu düğün gününe kadar göstermeyecekmiş Ji hoon bana.
Ama ben onu görmeden ne yaparım. Aklıma getirmemeye çalışıyorum ama Eun Hye bir
türlü çıkmıyor ki aklımdan. Onunla geçirdiğimiz güzel anları düşününce ister
istemez kocaman gülümsüyorum. Hele evlenme teklifi ettiğim gün. Nasıl da
korkmuştu benim bir tanem. O hallerini hatırlayınca bir kahkaha attım ki atmaz
olaydım uçaktaki herkes bana deliymişim gibi bakmaya başladılar. Min Seo’nun
kolumu cimciklemesini hiç saymıyorum.








Eun Hye








Mutluluktan ölmek üzereyim. Evleniyorum hem de sevdiğim adamla. İnanın
dünyada bundan daha fazla mutluluk veren bir şey yoktur. Y da var. Sevdiğiniz
adamdan çocuğunuzun olması ama bu bizim için daha erken. Şimdi önemli olan
onunla aynı yastığa baş koymak. Kalbim daha önce ne zaman bu kadar hızlı attı?
Hiçbir zaman. Sadece onunla birlikte. Üzerimi değiştirtmek için hızlıca kabine
girdim. Hızlı olmalıyım çünkü daha buradan çıkıp müstakbel kocamı karşılamaya
gideceğim. Kocam derken bile kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor. Altıma
krem rengi geniş, diz üstü eteğimi giydim. Üzerime ise narçiçeği rengi askılı
t-shirt giydim. Ayağımın tekine topuklu ayakkabımı geçirdim. Diğerini de elime
alıp giymeye çalışarak dışarı çıktım. Ji hoon kafasını kaldırıp baktı ve
gülmeye başladı.








‘Ne yapmaya çalışıyorsun?’





‘Yah Ji Hoon-shi gülmede gelinliğimi arabaya taşı. Geç kalacağız.’





‘Ben gelmiyorum ama istersen seni bırakabilirim.’





‘Gelmiyorum da ne demek? Sen kendinde misin? Min Seo geliyor.’





‘Gelemem Eun Hye sen git. Bugün ona kendimi göstermeyeceğim hatta bir hafta
bıyunca hiç göstermeyeceğim.’








‘Tamam, nasıl istersen öyle olsun şimdi ben gidiyorum dönünce gizlice
haberleşiriz.’








Bu çocuk ne yapmaya çalışıyor? Ameliyat sonrası başından bir dakika bile olsun
ayrılmayan çocuk şimdi sevdiği kız geri dönüyor ama karşılamaya bile gitmiyor.
Yha inanmıyorum Min seo geliyor. Yani Dong Yul geliyor demek. Ah geç
kalmamalıyım. Çantamı koluma takıp hızlıca caddeye koştum. Şanslıyım ki anında
taksi geldi.








Ji Hoon








Kalbim buna nasıl dayanacak? Onunla aynı şehirde nefes aldığımı bile bile
onu görmeden nasıl dayanacağım? Elimle kalbime ne kadar baskı yaparsam yapayım
rahatlamıyor aksine onu düşündükçe daha da hızlı atıyor. Her şeye rağmen
sabretmeliyim. Bir hafta ne ki? Hemen geçer. Geçer mi? Ah, nasıl geçsin?
Geçmez, hem de hiç. Tanrım sen bana ve kalbime dayanma gücü ver. Yoksa ikimizde
iflas etmek üzereyiz.








Omo! Mesaj geldi? Gözlerimi kapattım. Min Seo olabilir miydi? Belki oda
dayanamamıştır. Parmağımla ekrana dokundum ve mesaj açıldı. Gözlerimi yavaşça
araladım. Gönderen: Eun Hye. Bütün umutlarım yerle bir oldu şu anda. Ama bu…
bu… bu o. Min seo. Eskisine göre yıpranmış görünüyor. Ama ameliyattan sonraki
haline kıyasla oldukça iyi gibi. Saçları uzamış ama eskisi gibi değil.
Fotoğrafta gülmüş ama bu gülüşte eskisi gibi değil. Zoraki bir gülücük. Her ana
ağlayabilirmiş gibi bakıyor. Hiçbir şey eskisi gibi değil.





Ne yani her şeyi değişti. Peki ya aşkımız? Bana olan aşkı da değişti mi? Her
şeyiyle kabul ederim ama eskisi gibi aşk dolu gözlerle gözlerime bakarsa. O
gülüşü bütün yüzüne yayılıp ta beni de güldürürse. Seul’ü bana cennet
gösterirse.








Yere oturup kafamı duvara yasladım. Düşünmek istiyor muyum yoksa istemiyor
muyum? Daha bunu bile bilmiyorum. Şu an sanki beynimi ben yönetmiyorum. Tekrar
ayağa kalktım. Ayaklarım kapıya doğru gitti. Kapının tokmağını yavaşça tutup
çevirdim ve dışarı çıktım. Bakışlarımı yerden kaldırıp ta karşıma bakınca
ayaklarımın değil kalbimin beni nereye götürmek istediğini anladım. Gizli oda
yani Gizli Aşkım. Burası benim sır ortağım. Her şey burada gizli. Yanımda biri
olmamasına rağmen kapıyı sıkıca kapattım. Gözlerimi nereye çevirsem o çıkıyor
karşıma. Burası bana onu veren tek yerdi o yokken. İlk önce bakışlarım tavana
gitti.





Orada biz vardık. Dizime uzandığında çektiğimiz resim. Etrafımızda yıldızlar
vardı. Öyle parlaklardı ki tıpkı onun gibi. Benim güneşim, ay’ım, yıldızım
hepsi o olmuştu. Işıkları açmama gerek bile yoktu. Onun ışığı yeterdi bizim
aşkımıza. Karşı duvarda ise okula ilk geldiği günkü resmi. Okul üniforması
içinde, elinde lila rengi balonlar ve bileğinde karanfil olan ince bir
bileklik. O an her ayrıntısıyla aklımdaydı. Ona o gün âşık olmuştum. Bahçede
elinde balonlarla koşturuyordu.








Sonra birden bilekliği bileğinden çıkıp kırılmıştı. O güzel yüzünü asarak
arkadaşlarının yanına gitmişti. Onu öyle görünce kalbim sızlamıştı bir an. Okul
çıkışı bir kuyumcuya gidip bilekliğin bir taslağını vermiştim ve aynısından
yapmalarını istemiştim. Ertesi gün yaptırdığım bilekliği alıp okula gittim.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Zil çaldı, bende bütün cesaretimle kapının
karşısında dikildim ve onu bekledim ama kapıdan kolunda bir çocukla çıktı. O an
olduğum yerde saatlerce boş boş bekledim. Ama değişen bir şey olmadı.





O zamanlar fotoğrafçılığa çok ilgim vardı. Boynumda profesyonel fotoğraf
makinesi gezer dururdum. İçime, kalbime işleyen her anı, her satırı
ölümsüzleştirirdim. Onu gördüğüm an bu merak, ilgi daha da çok arttı. Bütün
dikkatimi ona verdim. O neredeyse ben oradaydım. Her anını santim santim içime
işledim. Ama o yıllarca bunun farkında olmadı.





Ama umudumu hiçbir zaman kaybetmedim. Onu bekledim. Bir gün anladım ki
sevmeyecek beni, kendi kendime söz verdim. Unutacaktım onu. İçime işlediğim her
bir santimi teker teker silecektim. Kalbime bir anda format atamazdım ki
atamadım da. Eun Hye’yle çıkmaya başladım. Ama tesadüf ki onunla arkadaş oldum.
Ona her gün söylemeye çalıştım ama olmadı. Doğum günüm… bunu fırsat olarak
değerlendirmeliyim dedim. Bütün okulu davet ettim. Herkesin önünde açıklamak
haykırmak istiyordum Gizli aşkımı. Yaptım da, gözleri sevinçle parlar diye
düşündüm ama olmadı onun gözleri aşkla parladı. Anladım ki oda beni seviyordu.








Zamanımızı birlikte geçiriyorduk. Hem de hiç sıkılmadan. Yani ben
sıkılmıyordum onun attığı kahkahaları düşünürsem onunda sıkıldığını düşünmedim
hiç. Ama bir gün geldi ki kendimi öldürmek istedim. Bana seni sevmiyorum dedi.
Ayrılalım dedi. Bu kadar kolay mıydı bana cehennemi andıran bu sözcüklerin
söylenmesi. Ertesi gün kolunda bizden büyük bir çocukla geldi. Duydum ki
okuldan ayrılıyormuş. Karşısına çıktım. Konuşmaya çalıştım ama ağlamaktan doğru
düzgün hiçbir şey diyemedim. Okulun arkasına gidip ağlamaya devam ettim.





Sonra Eun Hye’nin çığlıklarını duydum. Min Seo yerde baygın yatıyordu.
Kollarımın arasına alıp sıkıca göğsüme bastırdım. Tam okul kapısından çıkıp onu
hastaneye götürecektim ki o çocuk onu kollarımın arasından sıyırıp aldı. Yine
çaresizdim. Sonra Amerika’ya gitti. O pislik herifle. Bense kendime gelemedim.
Kimseyle konuşmadım. Ben kaza geçirmiştim ama o benim yanımda olmamıştı.
Hastanede kalan başka bir hasta vardı. Her gün yanıma geliyordu ve benimle
konuşmaya çalışıyordu ama ben o gittikten sonra hiç konuşmadım. Tek
konuşmalarım onun adını sayıklamamdı.








Bir süre psikolojik tedavi gördüm ama benim ilacım psikologlar değildi.
Benim tek ilacım vardı o da Min seo’ydu. Bir gün gelen bir gizli aramayla
tekrar umutlandım. İlk defa konuştum. Yine onun adıyla başladım. Ve onun adıyla
bitirdim konuşmamı. ‘Beni kandırdın’ dedi. Ne demek istedi inanın anlamadım.
Sonra adı Yoo Rin olan kız bana bir şeyler anlatmaya başladı. Duyduklarım
kulaklarımda, beynimde, kalbimde ve vücudumun her bir noktasında
yankılanıyordu.








Uçak biletimi alıp Amerika’ya gittim. Gerisi zaten malum. Ve bizim hikâyemiz
daha bitmedi. Her şey bir hafta sonraki düğünde gizili. Tıpkı onun gibi. Şimdi
tek yapmam gereken sürprizime odaklanmak. Yere serdiğim örtünün üzerine uzandım
ve Gizli Aşkım’ı izlemeye başladım.











Min Seo








Olmadı. Hiçbir beklentim gerçekleşmedi. Gelecekti, beni kollarının arasına
alıp sımsıkı saracaktı. Eskisi gibi gözlerime aşkla bakacaktı. Bana eskisi gibi
seni seviyorum diyecekti. Ama olmadı, hiçbiri gerçekleşmedi. Eun Hye ve Dng
Yul’un konuşmalarından duyduklarıma göre bugün geri döndüğümü öğrenmiş. Ama
gitmem ben demiş. Bu muydu bana olan aşkı sadakati. Bırakmam deyip gelmemesi.
Şimdi o kızın yanında, kollarında o kız mutlu mudur? Elbette. Beni
beklemediğine göre mutlu olmalı şuan.








Onu terk eden hastalıklı bir kızı karşılamaya gelemezdi ya. Kendi kendime
söylediğim ‘üzülmüyorum’ kelimesi doğru muydu peki kalbimin şu anki haline.
Sanki depremler yaşanıyordu üst üste. Ama enkaz altında kalmama rağmen
gelmiyordu bir yardım eli bana. Gelmezdi de bu saatten sonra. Evde kulaklarıma
gelen kahkahalar canımı daha da çok yakıyordu. Benim içimde oluşan depremlerle
ilgilenen kimse yoktu. Ani bir hareketle oturduğum tekli koltuktan kalktım ve
portmantodan kalın hırkamı alarak kendimi dışarı attım. Karşıya bile
bakmıyordum.





Kendimi kalbime bırakmıştım. Kalbim neredeyse ben orada olmalıydım zaten.
B,rden durdum. Sanki beni yöneten başka biri vardı. Karşımda duran şey ev.
Kimin mi? Onun. Adını bile söylemeye çekiniyorum. Tek bir ışık yanıyordu.
Gözlerimi kapatıp geçmişi düşündüm. Onunla evde attığımız turları. Orası… o
oda… girmeme izin vermediği oda. Gizli Oda. Yüzümde bir ıslaklık hissettim.
Elimi yanaklarıma götürdüğümde ise alışık olduğum bir şeyle karşılaştım.
Ağlamak… zaten tek yaptığım buydu… bir zavallı bibi ağlamak. Kalbimi tekrar ona
bıraktım ve arkamı dönüp geri gidecek iken birine çarptım. Kafamı kaldıracak
halim yoktu ama ya oysa diye aniden kaldırdım ama sadece hayal kırıklığıydı bu.
Dong Yul. Karşımdaki oydu. Beni kendine çekip sıcak ve güven veren göğsüne
yasladı. Kollarımı sırtında birleştirdim ve ağlamaya başladım.





Bir müddet orda öylece ağladım. Sonra beni kolunun altına alıp yola doğru
götürdü. Hiç halim yoktu. Zaten daha yeni iyileşmeye başlamıştım. Kendimi çok
fazla yormamam ve üzülmemem gerekiyordu. Arabayla gelmiş Dong Yul. Beni yavaşça
arka koltuğa yatırdı ve kendiside şoför koltuğuna geçti. Sabah uyandığımda
başımda annem vardı. Alnımdaysa ıslak bir bez. Dün gece ateşim çıkmış. Bütün
gece ise onun ismini sayıklamışım. Gözlerim Dong Yul’u aradı. Onunla konuşmak
istiyordum ama annem onun düğün için yer bakmaya gittiklerini söyledi Eun Hye
ile beraber. Onların adına o kadar çok seviniyordum ki.








Birkaç Saat Sonra…








Evin içinde boş boş geziyordum. Sabahtan beri yapacak hiçbir şey
bulamamıştım. En sonunda zil çaldı. Bende koşturarak gidip açtım. Dong Yul ve
Eun Hye gelmişti. Onlara sıkıca sarıldım. Sanki yıllar sonra ilk defa
görüyormuşum gibi. Tabi ağabeyimin sesi bu güzel anı çoktan bozmaya yetti bile.





‘Yah, Min Seo yalnızca iki saat ayrı kaldık. Ne bu özlem.’





‘Öyle deme Dong Yul-shi. Evde tek başına sıkılmış olmalı. Hem şimdi sen evde
tek kalıyordun, biz çıkıyoruz Min Seo’yla.’








‘Nereye gidiyorsunuz? Ben izin vermeden şuradan şuraya gidemezsiniz.’





‘Oldu, senden izin mi alacaktık. Hem daha evlenmediniz. Eun Hye’ye bu kadar
karışma. Eun ben üzerimi değiştirip hemen geliyorum sende mutfağa geç. Soğuk
limonata var. Biraz iç, ferahlarsın.’





‘Tamam, tatlım. Hızlı ol.’








Merdivenleri ikişer ikişer çıktım ve kendimi giysi dolabımın karşısına
attım. Gözlerim kıyafetlerin üzerinde geziniyordu. Ellerim yavaşça beyaz
elbiseme kaydı. Bunu en son onunla pikniğe gittiğimiz gün giymiştim.
Hatıralarım bana ne kadar acı versede onları seviyorum. Çünkü onlar bana onu
hatırlatıyordu. Ellerim yavaşça elbiseyi kavradı. Aynanın karşısına geçip
baktığım da aklımda bir tek o gün vardı. Tıpkı o gün olduğu gibi olmuştum.
Saçlarımı arkadan küçük kelebek tokamla tutturdum ve çantamı yanıma alıp
aşağıya indim.





Dong Yul ve Eun Hye şaşkınca ama gülümseyen yüzlerle bana bakıyorlardı.
Onlara gülümseyip bir dakika dedim ve odama tekrar çıkıp güneş gözlüğümü ve
şapkamı aldım. Sonra Eun hye içinde bir tane aldım ve tekrar onların yanına
indim. Kapıda beni bekliyordu Eun. Kafasına şapkayı taktım ve gözlüğü takması
için eline verdim. ‘ Bu ne için?’ der gibi yüzüme bakıyordu.








‘Olurda onu görürsek bizi tanımasın diye. Onunla karşılaşamam. Buna hazır
değilim.’





Eun ne kadar üzüldüğünü belli etmemeye çalışsada yüzüne bakınca anlaşılıyordu
benim için üzüldüğü.. beni kolumdan tutup dışarı çekti ve taksiye bindik.
İndiğimiz yer ise bir sürü mağazanın bulunduğu kalabalık bir cadde.








‘Niye buraya geldik?’





‘Sana düğün için elbise alacağız.’





‘Ben istemiyorum çünkü…’





‘Çünkü ne? Düğüne mi gelmeyeceksin? Seni hiçbir zaman affetmem. Hem Ji Hoon
gelemeyecekmiş.’








Hiçbir şey diyemeden beni bir mağazaya soktu ve anında ellerime elbiseler
tutuşturdu. Sonrada akma geçip soyunma kabinlerine doğru ittirdi. Saatlerdir
kıyafet giyip çıkarttım ama bir tane bana uygun, beğendiğim bir şey bulamadım.
En sonunda kıyafetlerin arasında gezinirken gözüme bir elbise takıldı. Sevinçle
yerimde zıplamaya başladım. ‘Buldum, sonunda buldum.’ Diye seviye bağırıyordum.
Uzun zamandır ilk defa bu kadar seviniyordum. Eun Hye elindeki dergiyi oturduğu
puf koltuğa bıraktı ve gülümseyerek yanıma geldi ve elimdeki elbiseye baktı.
Başını bana doğru çevirip başparmağını kaldırdı ve onay işareti yaptı.








Sanki elbiseyi almak isteyen onlarca insan varmış gibi hızlıca tutup aldım
ve kabine doğru koştum. Ve bu elbise tam bana göreydi. Çıkıp hızlıca görevlinin
yanına gittim ve elbiseyi satın aldım. Eun Hye’yi kolundan tutup ayakkabı
mağazalarına doğru sürükledim. Sanırım bir bayanın mutlu olabilmesi için alışveriş
yapması yeterli oluyor. Topuklu ayakkabıları giyip giyip podyumda yürür gibi
yürümeye başladık. Arada bir birbirimize bakıp bu halimize gülüyorduk. Sonra
bir flaş fark ettim. Etrafa baktım ama kimse yoktu. Ben de tekrar ayakkabılara
döndüm. Bir türlü karar veremiyordum.





Yorgunlukla koltukların birine oturdum ve başımı geriye attım. Bugün kendimi
çok yormuştum. Çantamdan ilacımı çıkarttım ve bir bardak su isteyip içtim. Bu
daha iyi hissetmeme neden olabilirdi. Eun Hye elinde bir çift topuklu ayakkabıyla
yanıma geldi. Onları da alıp çıktık. Elimizde paketler yolda sallana sallana
yürümeye başladık. Eun Hye kolumdan çekiştirmeye başladı.





‘Min Seo hadi gel tatlı patates alalım.’





Kendimi kalbime bırakmıştım. Kalbim neredeyse ben orada olmalıydım zaten.
B,rden durdum. Sanki beni yöneten başka biri vardı. Karşımda duran şey ev.
Kimin mi? Onun. Adını bile söylemeye çekiniyorum. Tek bir ışık yanıyordu.
Gözlerimi kapatıp geçmişi düşündüm. Onunla evde attığımız turları. Orası… o
oda… girmeme izin vermediği oda. Gizli Oda. Yüzümde bir ıslaklık hissettim.
Elimi yanaklarıma götürdüğümde ise alışık olduğum bir şeyle karşılaştım.
Ağlamak… zaten tek yaptığım buydu… bir zavallı bibi ağlamak. Kalbimi tekrar ona
bıraktım ve arkamı dönüp geri gidecek iken birine çarptım. Kafamı kaldıracak
halim yoktu ama ya oysa diye aniden kaldırdım ama sadece hayal kırıklığıydı bu.
Dong Yul. Karşımdaki oydu. Beni kendine çekip sıcak ve güven veren göğsüne
yasladı. Kollarımı sırtında birleştirdim ve ağlamaya başladım.





Bir müddet orda öylece ağladım. Sonra beni kolunun altına alıp yola doğru
götürdü. Hiç halim yoktu. Zaten daha yeni iyileşmeye başlamıştım. Kendimi çok
fazla yormamam ve üzülmemem gerekiyordu. Arabayla gelmiş Dong Yul. Beni yavaşça
arka koltuğa yatırdı ve kendiside şoför koltuğuna geçti. Sabah uyandığımda
başımda annem vardı. Alnımdaysa ıslak bir bez. Dün gece ateşim çıkmış. Bütün
gece ise onun ismini sayıklamışım. Gözlerim Dong Yul’u aradı. Onunla konuşmak
istiyordum ama annem onun düğün için yer bakmaya gittiklerini söyledi Eun Hye
ile beraber. Onların adına o kadar çok seviniyordum ki.








Birkaç Saat Sonra…








Evin içinde boş boş geziyordum. Sabahtan beri yapacak hiçbir şey
bulamamıştım. En sonunda zil çaldı. Bende koşturarak gidip açtım. Dong Yul ve
Eun Hye gelmişti. Onlara sıkıca sarıldım. Sanki yıllar sonra ilk defa
görüyormuşum gibi. Tabi ağabeyimin sesi bu güzel anı çoktan bozmaya yetti bile.





‘Yah, Min Seo yalnızca iki saat ayrı kaldık. Ne bu özlem.’





‘Öyle deme Dong Yul-shi. Evde tek başına sıkılmış olmalı. Hem şimdi sen evde
tek kalıyordun, biz çıkıyoruz Min Seo’yla.’








‘Nereye gidiyorsunuz? Ben izin vermeden şuradan şuraya gidemezsiniz.’





‘Oldu, senden izin mi alacaktık. Hem daha evlenmediniz. Eun Hye’ye bu kadar karışma.
Eun ben üzerimi değiştirip hemen geliyorum sende mutfağa geç. Soğuk limonata
var. Biraz iç, ferahlarsın.’





‘Tamam, tatlım. Hızlı ol.’








Merdivenleri ikişer ikişer çıktım ve kendimi giysi dolabımın karşısına
attım. Gözlerim kıyafetlerin üzerinde geziniyordu. Ellerim yavaşça beyaz
elbiseme kaydı. Bunu en son onunla pikniğe gittiğimiz gün giymiştim.
Hatıralarım bana ne kadar acı versede onları seviyorum. Çünkü onlar bana onu
hatırlatıyordu. Ellerim yavaşça elbiseyi kavradı. Aynanın karşısına geçip baktığım
da aklımda bir tek o gün vardı. Tıpkı o gün olduğu gibi olmuştum. Saçlarımı
arkadan küçük kelebek tokamla tutturdum ve çantamı yanıma alıp aşağıya indim.





Dong Yul ve Eun Hye şaşkınca ama gülümseyen yüzlerle bana bakıyorlardı.
Onlara gülümseyip bir dakika dedim ve odama tekrar çıkıp güneş gözlüğümü ve
şapkamı aldım. Sonra Eun hye içinde bir tane aldım ve tekrar onların yanına
indim. Kapıda beni bekliyordu Eun. Kafasına şapkayı taktım ve gözlüğü takması
için eline verdim. ‘ Bu ne için?’ der gibi yüzüme bakıyordu.








‘Olurda onu görürsek bizi tanımasın diye. Onunla karşılaşamam. Buna hazır
değilim.’





Eun ne kadar üzüldüğünü belli etmemeye çalışsada yüzüne bakınca
anlaşılıyordu benim için üzüldüğü.. beni kolumdan tutup dışarı çekti ve taksiye
bindik. İndiğimiz yer ise bir sürü mağazanın bulunduğu kalabalık bir cadde.








‘Niye buraya geldik?’





‘Sana düğün için elbise alacağız.’





‘Ben istemiyorum çünkü…’





‘Çünkü ne? Düğüne mi gelmeyeceksin? Seni hiçbir zaman affetmem. Hem Ji Hoon
gelemeyecekmiş.’





‘Yah Eun Hye bir hafta sonra evlenecek olan sensin ben değil. Yiyeceklerine
dikkat et.’





‘Yah Min bir paketten bir şey olmaz hadi alalım.’








‘Off tamam.’





Eun bize tatlı patates almaya gitti. Bende bakışlarımı karşıdaki adama çevirdim.
Yolun bir köşesine oturmuş, resim çiziyordu. Çizdiği resimleri etrafa asmıştı.
Çevresini saran birçok insan vardı. Bende merakla yanlarına gittim. Adam yüzünü
sarmıştı ve başında bir şapka vardı. Üzerindeyse eski püskü kıyafetler. Sanırım
paraya ihtiyacı vardı. Bir an ona acıdım. Ama oldukça güzel resim çiziyordu. Bu
yeteneğini daha fazla kazancı olan bir yerde kullanmalıydı.








‘Ben de resmimi çizdirmek istiyorum.’





Başını kaldırıp bana baktı. Ama konuşmadı. Bende kendim geçip karşısındaki
küçük sandalyeye oturdum. Arkasını döndü ve elime bir karanfil uzattı. Anılarım
tekrar beynime doluştu ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Elimin tersiyle
onları sildim ve zoraki gülümsedim. Yarım saat sonra adam elime bir kara kalem
çalışması uzattı. Dediğim gibi oldukça yetenekliydi. Adamın yanına giderken
para bıraktım. Eun Hye’nin koluna girip yürümeye başladım. Arkamı döndüm ve
adamın benim bıraktığım parayla bütün çocuklara şeker aldığını gördüm.








Bu adam oldukça farklıydı. Ama ömrümde bir kere gördüğüm birini kafama
takacak kadar müsait değildim. Bir dükkâna girdik ve resmimi çerçevelettirdim.
Sonra da taksi çevirip eve gittik.








1 Hafta Sonra








Dong Yul








Artık evleniyorum. Bugün benim, yani bizim günümüz. Odamda heyecanla
smokinimi giydim ve merdivenlerin başlıklarından tutunarak aşağıya indim.
Heyecandan düşmemek için etraftaki eşyalara tutunuyordum. Evin içinde dört
dönmeye başladım. Bu kadar heyecanlanacağımı tahmin bile etmemiştim. Bir an
önce müstakbel karımı görmek istiyordum. O benim için bir melekti ama bugün
beyaz gelinliği içinde gerçek bir melek olacaktı. Merdivenlerden topuklu
ayakkabı sesi geliyordu. Kafamı kaldırıp baktığımda Min Seo’yu gördüm. Ah ne
kadar da güzel olmuştu. Yanıma geldi ve ellerimi tuttu.








‘Bu kadar heyecanlanma. Sonra kıskanıyorum. Hem seni Eun Hye’ye verdiğime
dua edin. Sen benim biricik oppamsın. Seni başka kızlarla nasıl paylaşırım
ben?’








‘Sende benim prensesimsin. Ama aynı zamana kıskanç, cadı, kendini beğenmiş
bir prensessin.’





Koluma bir tane vurdu ve artık gelini almamız gerektiğini söyledi. Arabaya
doğru yürüdük. Kalbimden gelen sesleri duymamak için şarkı söylemeye başladım.
Ama nafile kalbim son sürat gidiyordu. Sonunda düğünümüzün yapılacağı yere
geldik. Ben arabadan inmeme rağmen Min Seo olduğu yerde bekliyordu. Gidip
kapısını açtım ama ona baktığımda gözleri dolmuştu. Tabi ya. Ji Hoon. Ji hoon
burayı özellikle istemişti. Ama onu üzeceğini bilmiyor muydu?





‘Aishh ağlama sakın. Evleniyorum diye bu kadar üzüleceğini bilsem gizli
gizli evlenirdim. Hem makyajın akacak.’





Hiçbir cevap vermedi. Sessizce gitti bir ağacın dibine. Bende gelini yanına
gittim. Birazdan tören başlayacaktı. Onu gördüm. Gökyüzünden benim için inmiş
bir melek gibiydi. Bir tek kanatları eksikti. Ama o bir melekti. Şaşkınlığımı
gizlemeye çalışıyordum ama bunu bile yapamadım. Aptal bir sırıtmayla yanına
gittim. Etrafındakileri önemsemeden dudaklarına yapıştım. Bu hepsinden
farklıydı. Çünkü artık onu bana aitmiş gibi hissediyordum.








Gözlerimi açtığımda etrafımızdakilerin bize güldüğünü fark ettim. Utancımdan
başımı yere eğdim. Ama hala içten içe gülüyordum. Nikâh töreni başlayacaktı.
Eun Hye koluma girdi ve hafif ama kulağa hoş gelen bir müzikle davetlilerin
arasına doğru yürüdük. Gözlerim Min Seo’yu ardaı. Az önceki ağacın yanından
bize doğru bakıyordu. Yüzü ne kadar gülmeye çalışsa da mutsuzdu. Ah Ji Hoon ne
yapacaksan yap artık. Bu kadar acı çekmemeli o.








Min Seo





Ah bu bizim ağacımızdı. Biz bunun altında oturmuştuk. Onun dizine bu ağacın
altında yatmıştım. Gözyaşlarım tekrar düşmeye başlamıştı. Gözlerimi Dong Yul ve
Eun Hye’ye çevirdiğimde yemin töreni bitmiş dans ediyorlardı. Omzumu ağacın
gövdesine yasladım ve derin bir iç çekip gözyaşlarımı sildim. Tam gözyaşlarımı
siliyordum ki önüme karanfil düştü. Şaşkınca baktım. Sanki bugün her şey bana
onu hatırlatmak için özel yapılıyordu. Eğilip karanfili yerden aldım.








Bu sefer gökyüzünden yüzlerce karanfil yağmaya başladı. Aklımda iki şey
vardı o ana dair.





1. Dong yul bu kadar romantik miydi?





2. Neden o yanımda yoktu?





Ama birinci sorunun cevabı belli. Her erkek evlenirken karısına karşı
romantik olur. Asıl yüzleri zaman geçtikçe belli olur. İkinci cevap ise, onu
ben uzaklaştırdım kendimden. Beklide Amerika’ya gittikten sonra ona her şeyi
anlatmalıydım. Ama yapamadım. Ben ona kıyamadım. Belki ben gidince acı çekti
ama bu acı hastalığımı öğrendikten sonra çekeceği acıdan daha küçük bir acı
olacaktı. Elimdeki karanfili yavaşça yere bıraktım ve kalbimle ona seslendim.





‘Özür dilerim aşkım.’








Herkes şaşkınca gökyüzünden düşen karanfillere bakıyordu. Bu insanların
arasında şaşkınca bakan Dong Yul’da vardı. Ne yani bunları o yaptırmamış mıydı?
Eun Hye’nin de yaptırması imkânsız. Ah tabi bizimkilerin bir jesti olmalı. Dong
yul elini Eun Hye’nin beline sarmış ve Eun’da başını onun göğsüne yaslamıştı.
Ne vardı bende bunları yaşayabilseydim. Kafamı tekrar gökyüzüne çevirdiğimde
bir sesler duymaya başladım.








‘Min Seo beni duyuyor musun? Ben… ben senin bırakıp gittiğin sevgilin. Sana
neden bırakıp gittin diye sormayacağım. Sevgilim dediğin adamın düğününde neden
olduğunu da sormayacağım. Çünkü ben bunların cevaplarını iki ay önce Amerika’da
buldum. Şimdi sana sorsam beni hala seviyor musun diye ne dersin? Ben seni
çoktan unuttum mu? Yoksa ben seni sevmeyi hiç bırakmadım ki mi dersin? Benim
cevabım hep belliydi Gizli Aşkım. Ben seni sevmeyi bir an olsun bırakmadım. Bu
kalp hep senin için attı. Şimdi bana cevap Gizli aşkım. Beni hala seviyor
musun?’








Rüya mı bu? Bunlar olamaz değil mi? Ji Hoon diyemez bunları değil mi? O beni
çoktan unuttu bir başka kıza verdi kalbini. Ama her şeye rağmen bu onun sesi.
Hiçbir zaman ne aklımdan, ne kalbimden nede kulaklarımdan silinmeyecek olan
ses. Bu o. Benim aşkım. Peki, şimdi nerede? Gözlerimdeki yaş etrafı bulanık
gösteriyordu. Ellerimle tekrar sildim gözyaşlarımı. Etrafa bakmaya başladım.
Herkes benimle birlikte bu anın şaşkınlığını yaşıyordu. Ama haberleri olsun bu
şaşkınlıkta bir numara benim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

Gizli Askim. - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Gizli Askim.   Gizli Askim. - Sayfa 2 Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 8:56 pm

Gözlerim onu bulmak için arkaya doğru döndü ama gözlerim onu bulmadan o
gözlerimi bulmuştu bile. Gözlerimin içine bakıyordu. Sanki bir şifreyi çözmek
ister gibi. Sevinç, mutluluk her ikisi de vardı o hep gülen gözlerde. Ben
gittikten sonra biraz değişmiş. Kilo vermiş, gözlerinin önü hafif hafif
morarmış gibi. Ama bana ait olan etrafına mutluluk, neşe, umut saçan o harika
ve unutulmaz gülümsemesi hala yerli yerindeydi. O bana öyle baktıkça kalbim
kanadı kırılmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Kuşun istediği özgürlüğü olan uçma
isteğiydi benim kalbimin isteği ise sahibine geri dönmesiydi.








Elleri yavaşça bana doğru uzandı. Ellerimizi tekrar eskisi gibi birleştirdi.
İçimde bir umut vardı. Ve ben bu umudumun da boşa gitmesini istemiyordum. Buna
son derece inanıyordum. Bugün bir şeyler değişecekti. Ellerimi daha sıkı tuttu.
Nefesim kesilmeye başladı ama dayanmalıydım. Böyle kaçınılmaz bir anda onun
ayaklarının önüne düşüp bayılamazdım. Derin bir nefes aldım. Uzun zaman sonra
tekrar onun gözlerine bakabilmek çok farklı hissettiriyordu. Yavaşça önümde diz
çöktü.





‘‘Sen gittiğinde her şey gitmiş gibiydi. Her şey, herkes soyutlanmıştı bu
hayatta benim için. Gözlerim bir tek seni arar oldu. Ama bulamadı bu gözler seni.
Seneler sonra öğrendiği şeylerle tekrar bu gözlere bakıp dayan demek istedi.
Ben hep yanındayım ve ölmeyeceksin demekti tek isteği. Ama geç kalmıştı.
Başlayan bir ameliyat vardı bu kalp yanına geldiğinde. Ama senden umudumu
hiçbir zaman kesmedim. Sen yokken hep tekrarladım kendi kendime. Bugün geri
dönecek, o beni çok seviyor diye. Her gün bir hüsrana uğradım. Ama bu asla
benim umudumu bitirmeye yetmedi. Ve ameliyattan sonra apar topar geri döndüm.
Bir açıklama lazımdı aşkımıza. Sana uygun bir şekilde anlatmak istedim. Ben
seni ölümüne severken sen bir hastalık için benden kaçtın. Ben seni her şekilde
kabullenirdim ve bu iğrenç günleri birlikte atlatırdık. Ama sonunda aşk bizi
tekrar bir araya geirdi. Şimdi sana söylüyorum. Sen gidince kalbimin kapılarını
kapadım ben. Bir aralık dahi bırakmadım. O sahibini, gerçek sahibini tekrar
geri dönmesi için bekledi. Şimdi ben kalbimin kapılarını tekrar açıyorum. Onu
sahiplenecek misin? Benim senin kalbini sahiplendiğim gibi. Ama ne bir arkadaş
ne de sevgili olarak olmayacak bu sahiplenme. Ömrümüzün sonuna kadar sürecek ve
her geçen dakika bizi birbirimize tekrar bağlayacak. Şimdi tek bir şey duymak
istiyorum. Bu kalbi bir eş olarak kabullenebilir misin? Benimle evlenir
misin?’’








Heyecandan bütün vücudum titriyordu. Onu yavaşça kaldırdım. Gözlerinin içine
bakarak tüm cesaretimle ‘‘Evet’’ diye haykırdım. Şimdi hem ellerimiz, hem
kalbimiz hem de dudaklarımız mühürlenmişti. Yavaşça kendini geri çekti ve
cebindeki yüzüğü çıkarttı. İçi yazılarla doluydu.





İlk olarak beş sene öncesinden bir tarih ve yanında sonsuzluk işareti vardı.
Hemen diğer tarafta ise Min Seo & Ji Hoon yazıyordu. Yavaşça parmağıma
taktı ve tekrardan dudaklarımızı mühürledi.








THE END
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gizli Askim.
Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2
 Similar topics
-
» Oyun Aşkım, Oyuncu Aşkım...
» Vampir Askim
» 내 첫 사랑! (İlk Aşkım'sın'~)
» Ilk Askim ve Son Askim
» SIRA ASKIM.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Bitmiş Hikayeler-
Buraya geçin: