Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARIŞMA] LANETLİ KOLYE

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARIŞMA] LANETLİ KOLYE Empty
MesajKonu: [YARIŞMA] LANETLİ KOLYE   [YARIŞMA] LANETLİ KOLYE Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:28 pm

LANETLİ
KOLYE/ Elif Ece Çağlı




Havadaki kuş
sesleri çiçek kokuları burası cennet falan olmalı…


Ya da
cennetin misafir odası ya da bekleme salonu olabilir. Saçmalamayı bırakıp
buranın keyfini sürmeye devam ettim.


Önümde
çilekli ve limonlu dondurmam havanın sıcaklığını hafifleten türdendi.


Hele ki o
çikolata sosunun içinde kaybolabilirdim…


Bu da
pisboğazlığımın simgesiydi. Bunun farkında olmanın verdiği acı da vardı ama
yine de buranın zevkini sürmeme engel değildi.


Ah, hayır
yanılmışım… Lanet olası oda arkadaşımın sesi buna engel…


Oda
arkadaşımın “Haydi kalk alarmı duymamışız, geç kaldık.” Demesiyle uyandım. Ne
yazık ki o gördüklerimin hepsi de birer rüyaymış.


Şimdi neye
üzülmeliyim o güzel rüyadan uyanmama mı yoksa sıcacık yatağımdan kalkacak
olmama mı?


Ben: Lütfen
biraz daha...


So Min
“Biraz daha falan yok. Hadi gidip iş bulmalıyız. Ev sahibine 1 gün daha
dediğimiz de bize kapıyı gösteriyor biliyorsun.” ,diye dırdırlanmaya başladı
başımda.


“O
gudubetten bahsetmesen ölür müsün ya? Tamam kalktım.”


“Geç
kalacağız, giyin hadi.”


“Heyy,
kendine iş bulan sadece sensin ben değil.”


“Belki de şu
an şu yatakta tembellik yaparak bir işi kaybetmiş bile olabilirsin.”


“Sen
Polyanna okumadın mı hiç? Belki de o kaçırdığım iş bana göre değildi.”


“Sinir
bozucusun...” dedi So Min bana gözlerini kısarak. Bu haliyle çok korkutucu
görünüyordu.


Daha fazla
So Min’ i sinirlendirmeden kalktım. Mutfağa gidip kendime gevrek hazırladım.
Yedikten sonra banyoya gidip dişlerimi fırçaladım.


Bu arada So
Min hazırlanıp bana “ Çabuk ol, ben gidiyorum. Anahtarını unutma yoksa o küçük
popon dışarıdaki mermerde üşür.” demeyi de unutmamıştı. “Tamam, tamam” diye onu
geçiştirdim ama ciddiydi. Anahtarımı unutursam hayatta gelmezdi ve o gudubet
suratlı kadın bana hayatta anahtarı vermezdi. Banyodan çıkınca üzerimi değiştirmek
için dolabıma yöneldim. Ne giyeceğimi bilmiyordum. Pencereden dışarı bakmak
için perdeyi araladım ve hava güneşli ve çok güzel duruyordu.


Hava
raporunu aldıktan sonra dolabıma geri döndüm. Tozpembe üzerinde küçük
çiçeklerin olduğu elbisemi çıkardım ve ayakkabı olarak da krem rengi topuklu
ayakkabılarımı çıkardım.


Onları
giydikten sonra ayakkabıma uygun renkte büyük çantalarımdan aldım. (Büyük aldım
çünkü içine tıkacağım çok şey vardı.)


Çantayı
yatağımın üzerine attım ve telefonumu bir kalem ve iş ilanlarını attım ha bir
de diplomamı.


Sanki hemen
beni işe başvurduğum gibi çağıracaklarmış gibi...


Çantamı kolu
takıp dışarı çıktım. Camdan gördüğüm görüntü içinde olduğum zaman daha bir
güzeldi sanki rüyamın bir yan ürünü gibiydi.


İş
ilanlarına göz atmak için bir kafeye gittim ve dışarıdaki masalardan birine
oturdum.


Kendime
büyük boy kahve sipariş ettikten sonra ilanları masanın üzerine çıkardım.


Kahvem
geldikten sonra kafamı ilanlara gömdüm..


--------3
saat sonra-------


Birkaç
başvurum dışında vasattı. Neden bu insanlar deneyimli eleman arıyorlar ki. Siz
beni işi almazsanız nasıl deneyimli olabilirim ki? Hepsi bok beyinlinin teki.


Sinirlendiğim
için kağıtları çantama tıktım. Ve kahvemi de elime alıp kafeden çıktım. Tam bu
işe alan insanları sövüyordum ki karşıdan gelen bir bana çarptı ve elimdeki
kahve üzerime döküldü ve çantam yere savruldu. Önüme bakmadığım için onu
görmemiştim ama tabi ki de onun karşısında “ ah çok pardon ben çarptım özür
dilerim ne olur affet” tiplerindeki kızı oynamayacaktım.


“Önüne baksana
sen.” diye çıkıştım bana çarpan kişiye. Tabi çarpan kişi de altta kalır mı
hemen o da laf yetiştirmeye çalıştı.


“İyi de ben
değil sen çarptın bana.”


“Ah senin
beyin hücrelerin gibi gözlerinde görmene yarayan hücrelerinde körelmiş demek.”


Çantamı
almak için yere eğildiğimde çantamın dağıldığını gördüm bunu o da gördü ve
yardım etmek için o da benimle birlikte eğildi.


Ben ona
saydırırken o yere düşen kolyemi aldı…


“Bu kolye
senin mi?” diye sordu kolyeyi elinde sallarken.


“Bak beynin
bazı şeylere çalışıyor işte ve evet o kolye benim.”


Elindeki
kolyeyi almak için uzandım ama bana kolyemi vermedi.


“Ne
yaptığını sanıyorsun sen ya?”


“Nerden
buldun bunu?”


“Çok
sevdiğim bir arkadaşımdan bu.”


Bir an onun
Hyun olduğunu düşündüm ama hayır. Tamam, onu uzun bir süre (13 sene) görmemiş
olabilirim ama hayır ya çocukluk aşkım bu moron tipli çocuk olamaz.


Birden
bileğindeki bilekliği gösterdi. Lanet olsun bu oydu bu Hyun’ du.


Ama ben
kabullenmemekte ısrarlıydım. Maalesef o benden önce davranmıştı.


“Sen Min Jae
olamazsın. O çok tatlı bir kızdı senin gibi cadı değil.”


“Üzgünüm onu
5 yaşındayken taşınırken ben hediye etmiştim senin bana bu kolyeyi hediye etmen
gibi. Tanrı aşkına bir insan bu kadar mı değişir?”


“ Al benden
de o kadar.”


“ Çocukluk
arkadaşı olmamız elbisemi mahvettiğin gerçeğini değiştirmez ama...”


elbisemi
göstererek demiştim bunu…


“Elbisen
için üzgünüm ama kibarlığımdan gerçekten değil yani. Ama seni evine kadar
bırakırım istersen böyle gitme.”


“Ah
kibarlığın tuttu sanmıştım ben de(!). Gerek yok demek çok isterdim ama sana
kaldım sanırım buradan otobüs geçmiyor en yakını 4 sokak altta ve hemen
altındaki sokağında evim var yani. Sonuç olarak beni evime bırak.”


“Emir
veriyorsun bir de. Ama zaten zor durumdasın daha çok zavallı olma.”


“ Sen ne iyi
arkadaşsın öyle ya.”


“Tamam gel
arabama.”


Centilmen
bir erkek gibi kapımı açtı ama bu hareketi beni onun centilmen olduğuna tabi ki
inandıramaz…


Yol boyunca
hiç konuşmadım. Sadece bütün muhabbet “Sağa dön, Soldan sap” şeklindeydi.


Ve son
olarak “Tamam dur ineceğim” demiştim. Ama o kapının önünden ayrılmamıştı.


Kapıyı açmak
için çantamdan anahtarlarımı aramaya başladım ama anahtarlarımı unutmuş
olmalıydım. So Min haklı çıkmıştı. Küçük popom mermer ile bütünleşmek zorunda
kalacaktı ve popom bu durumdan eminim hiç memnun değildi.


“Ne oldu?
Evde kimse yok mu?” diye sordu Hyun…


“Anahtarımı
unuttum ve So Min daha gelmemiş.”


“Gel arabaya
o zaman.”


“Hahaha, çok
güldüm şimdi gidebilirsin.”


“Alıcılarını
iyi aç Min Jae bu espri değildi çünkü.”


“Adımı
hatırlıyorsun demek.”


“Yapma
sadece kötü bir karşılaşma yaşadık. Biz evvelden çok iyi arkadaşlardık.”


“Biz
evvelden sevgilicilik oynardık ve sen bir kere beni öpmüştün ve sonra utanıp
kaçmıştın.” dedim ona ve o gün utandığı gibi yine yüzü kızardı. Şimdi benim o
eski Hyun’ uma benzemişti. Tek farkı şimdi tam bir erkek gibi görünüyordu ve
arık bir ünlüydü. Arabaya geri döndüm sonra…


“Aynı şimdi
ki gibi…” dedim ve cümlemin devamını getirmedim…




“Ne şimdi ki
gibi?”




“Şu an ki
utanmış halinden bahsediyorum. O günde böyleydin. Yapma ahbap artık utanmana
gerek biz o zaman taş patlasın 5 yaşındaydık. “


“7.””

“Ne?

“Ben 7
yaşındaydım.”


“Olsun.”
dedim ve Hyun arabasını çalıştırdı ve deniz kenarına geldik. Neden deniz
kenarına geldiğimizi anlamamıştım… Yoksa romantikliği mi tutmuştu bu odunun??


“Neden
buraya geldik?”


“Çünkü
arkadaşımla buluşacağım.”


“Beni neden
çağırdın o zaman?”


“İstemiyorsan
kapının önünde bekleyebilirsin.” Dedi somurtuk bir surat ifadesiyle.


“Bu kıyafetlerle
mi? Hiç sanmıyorum…” diye itiraz ettim dediklerine ve ellerimi önümde
birleştirip etrafa bıkkın bakışlar atmaya başladım.


“O zaman
kapa çeneni ve otur.” Dedi Hyun… Aish! Gerçekten görmeyeli çok değişmiş bu
çocuk! Cık!! Ünlülük bun hiç yaramamış baksana burnu Everest’i bile geçmiş!!


Daha sonra
Hyun dışarı çıktı ve kız arkadaşı (beklediğimiz kişi) geldi. Öpüştüler falan
insaf yani ben bu iğrençlikleri görmek zorunda mıyım ya?


Aslında
iğrendiğimden değil yani…






Ben hala
Hyun’ u seviyor muydum?


Huh, benim
de beyin hücrelerin köreliyor sanırım…




Kızın bana
“Selam” demesiyle düşüncelerimden ayrılıp geri geldim.


Ama sesi
öyle rahatsız ediciydi ki. Sevgilimi elimden alabileceğini sanıyorsan
yanılıyorsun sürtük der gibi söylemişti.


“Sü..Selam
sana da.”


Düşüncelerim
beni ele geçirecekken çenemi kapamıştım.


“Bu Gae İn,
bu da Min Jae çocukluk arkadaşım.” Dedi Hyun ve bizi tanıştırdı.


“Çocukluk
arkadaşına bakılırsa pek temiz biri değil.” Dedi Gay midir Gae İn midir nedir
adı herneyse işte ve bana sinsi bir bakış attı.


Ben nasıl
bir deliye düştüm böyle?


“Ah evet ben
kıyafetlerimin üzerine bir şey dökmeden dışarı çıkmam hatta kahve lekesi
favorim.” Diye cevap verdim az önce kıyafetlerimi aşağılamasına.


Biraz suratı
düştü ve sinirlenmişe beziyordu.


Ben arka koltukta
can çekişirken onlar ön koltukta neredeyse 1 saat koklaştılar. Tamam, bir insan
değişmiş olabilir ama bu kızı hiçbir insan midesi kaldıramaz.


Arkada
telefonumla yardım isteyecek birilerini ararken Hyun’ un “Min Jae, Gae İn’ i
evine bıraktıktan sonra seni bırakırım.” Dedi ve ben de ona tamam dercesine
kafamı salladım.


Kızını evine
bıraktı ve biraz da kapının önünde koklaşmalarını izledim.


Tanrım midem
isyanlarda….


Gae İn içeri
girdikten sonra Hyun arabaya geri döndü.


“Nasılsın?”
dedi biraz endişelenmişe benziyordu.


“Nasıl
mıyım? Ben çok mutluyum ya. Üzerime kahve döktün anahtarlarımı evde unuttun
saatlerdir koklaşmanızı izledim ve biraz önce So Min’ den mesaj geldi bugün eve
gelmeyecekmiş. Benden mutlusu olamaz bu dünya da biliyor musun?”


“Tamam, sakin
ol. Bağırma…”


“Kendimi
sokakta kalmış yavru kedi gibi hissediyorum.”


“Ama bu
kedinin korunabileceği bir yer var.”


“Alo, evimin
anahtarları içeri de.”


“Ben de
kalabilirsin bu gece.”


“Ben senin o
sürtük sevgililerine benzemem…”


-

-

-

-

“Hyun ben
nerede yatacağım?”


Kahrolsun ki
Hyun’ un evinde kalmak çok kötü bir histi. Eski tanıdığım çocuk olsaydı belki
bu kadar önemsemezdim ama bunu neden böyle hissettiğimi bilmiyorum.


Odasından
bağırdı.


“Benim
odamda gel.”


“Oldu canım.
Sen nerede yatacaksın o zaman?”


“Koltukta
yatmayı bende sevmiyorum ama mecburen orada yatacağım.”


“Uyuyacak
mısın hemen peki?”


“ Hayır gel
sen de içeri hadi.


Bu çocuk
benim dilimi hala hemen anlıyordu.


İçeri girdik
ve ikimiz de koltuğun köşelerine oturduk.




“Ne yapalım
peki?” dedi Hyun… Belli ki beni memnun etmek istiyordu.


“Film?”

“Olur. Ama
korku filmi.”


“Hımmmm.
Tamam peki.” Diye onayladım Hyun’un dediklerini.




Ayağa kalktı
ve bir korku filimi dvdsi taktı.


İzlemek için
daha yakın oturmak zorundaydık ve Hyun’ un baştan çıkarıcı kokusu burnuma isyan
ettiriyordu. Parfümü öyle tatlıydı ki...


Korku
filmini başlattı..


Başlatmaz
olaydı.


Her
korktuğumda kafama ya omzuna gömüyordum ya da çığlık atıyordum. Ve daha sinir
bozucu olan ne biliyor musunuz? Hyun’ un bu duruma kakır kakır gülmesi…




Film nihayet
bitti…


“Aman ya ben
gidiyorum.” Dedim. Olanlara sinirlenmiştim. Resmen benimle dalga geçiyordu.


Hyun
kolumdan tuttu ve beni kendine çekti.


“Ta..mam
öz..ür diler..im..”


O kadar
yakındık ki son cümlesini birkaç kere de söyleyebilmişti.


Ve artık
mesafeyi sıfıra düşürdük ve dudaklarımızı birleştirdik.


Öpüşüyorduk…
Bu çok tutkuluydu… Öpüştüklerimin en ateşlisi…


Kendimi
sonunda çektim ve Hyun’ un yüzüne bile bakmadan odaya gittim. Bana kendi
eşyalarından bir şeyler vermişti. Tam üstümü değiştirirken içeri birisi daldı.
Çığlık atmam ile aynı hızla çıktı…


Üzerime
t-Shirt geçirdim ve içeri gittim. Hyun içeri dalan çocuğu azarlıyordu.


Hyun:- Sana
söylemeyi unuttum bunlar ev arkadaşlarım Park Jung Min, Kim Kyu Jong, Young
Saeng, Kim Hyung Jun.


Hepsi
“Merhaba” falan dediler ama umurumda değildi. Normal şartlarda olsaydık hepsine
ağzımın suyu akardı ama bugün normal bir gün değildi.


“Hanginiz
daldı odaya?” diye sordum önümde durmuş olan 4 yakışıklı SS501 üyesine ama
sesim biraz fazla yüksek çıkmıştı. Park Jung Min bir adım öne geldi ve sanki
karşısında ki öğretmeniymiş gibi konuşmaya başladı.




“Üzgünüm ben
seni Hyun sanmıştım. Bana senin geleceğini söylemedi ki.”




“Suçlu ben
mi oldum şimdi.” Diye atıldı Hyun hemen..


Ben ve Jung
Min aynı anda cevap verdik “Evet!”


“Neyse
neyse…”


Young Saeng
“Ee bizi arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?” siye sordu Hyun’a dönerek.


“Bu Min
Jae.” Diye isteksiz bir şekilde tanıştırdı Hyun beni önümde duran 4 afete…


Bunu hadi
söyledim çekilin gidin der gibi söylemişti. Daha çok da Jung Min’e karşı. Jung
Min “Memnun oldum” dedikten sonra odasına gitti. Diğer üyelerde Min gittikten
sonra başlarıyla selam verip kendi odalarına çekildiler.


“Arkadaşına
karşı hiç kibar değilsin.” Dedim Hyun’a azarlayan bir ses tonuyla.


“Bir şey
gördü mü peki?”


“Nasıl bir
şey?”


“Tarif mi
edeyim istiyorsun? Daha giyinmemiştin ya. Onu soruyorum işte...”


“Evet…”

“ Evet mi?
Bir de bunu rahat bir şekilde söylüyorsun. “


“Bir şey
görmedi o odaya girdiğinden t-shirti üzerime geçiriyordum. Yani en fazla
göbeğimi görmüş olmalı.”


“Gerçekten
mi?”


“ Rahatladın
bakıyorum.”


“Şey ben
senin için endişelendim. Benim için ne sorun olacak yani.”


“ İyi ben
yatıyorum o zaman.”


“İyi geceler.”

Odadan
çıktım ve “Sana da” diye bağırdım.


Odasına
gittim ve tam karşıda o çocuğun odası vardı. Acaba girmeli miydim?


Saçmalama…

Hyun’ un
odasına girdim ve yatmak için ışığı söndürdüm.


Yatağın ona
ait olduğu belliydi çünkü yastıkları da onun gibi kokuyordu.


Çok güzel…

Gece yarısı
uykumdan uyandım ve susadığımı fark ettim. Mutfağa doğru yolladım. Uykum olduğu
için her şeyin yarısını görebiliyordum.


Birden
biriyle çarpıştım ve çarpışmanın kuvvetiyle elinde sürahi ayağıma düştü. Öyle
bir çığlık attım ki çünkü hayatımda canım bu kadar çok acımamıştı.


Işığı
açtığında bunun Jung Min olduğunu anlamamıştım ama o bana bakmak yerine ayağıma
bakıyordu.


Ben bir an
bakmak için eğildim ve yerde oluşan kan gölüyle karşılaştım.


Çığlığımın
etkisiyle Hyun’ un uyanmasını bekledim ama o uyanmamıştı. Bu huyu da değişmemiş
küçükken de bir kış uykusuna yatan ayılar kadar güçlü bir uykusu vardı.


Park Jung
Min “Ben çok üzgünüm. Geldiğini görmemiştim.” Dedi.


Sonra
koşarak bir yere gitti ve ilk yardım çantasına benzer bir şey ile geri döndü.


Koluma girdi
ve beni koltuğa kadar taşıdı.


“Ben iyiyim
gerçekten.”



Temizlememe izin ver. İstersen hastaneye de gidebiliriz. “


“ Hayır,
senin temizlemeni tercih ederim”


“ Sen
dayanıklı bir kız mısın?”


Kesiği
temizlerken bana sorular soruyordu. Aslında onunla konuşmak hoşuma gitmeye
başlıyordu çünkü çok tatlı bir çocuktu.


“ Ben mi?
Sanmıyorum… Neden sordun?”


“Başka bir
kız olsaydı şu an ya ağlıyor ya da çığlık atıp bağırıyor olurdu.”


“ Yok ben o
kızlar gibi de değilim.”


“ Çok
tatlısın. Hyun’ u nerden tanıyorsun? Ne zamandır berabersiniz yani?”


“ Ben ve
Hyun mu? Tanrı aşkına hayır hayır biz birlikte değiliz. Hyun sadece benim
çocukluk arkadaşım.”


“Gerçekten
mi?” dedi. Sevinmişe benziyordu.


“ Bunun
şakası bile mide bulandırıcı bence.”


Aslında
Hyun’ dan iğrenmiyorum neden Jung Min’ e böyle diyorum?


“ Hahahaha,
temizledim kesiği… Fazla derin değilmiş.”



Teşekkürler.”


Mutfağa
doğru yöneldim suyumu içtim yine odaya döndüm. Jung Min de eşyaları topluyordu.


Yatağa geri
girdiğimde rahat bir uyku çektim.


Beni
uyandıran sabah güneşine kadar… Saat aslında geçti ve kendi evimde değildim.
Ama bu benim umurumda değildi.


Yataktan
kalktım ve topladım. Saçımı taradıktan sonra içeri kolaçan etmek için odadan
çıktım.


Hyun
mutfaktaydı ve bir şeyler hazırlıyordu.


“ Günaydın.”
Dedi.


“ Sana da…”
diye karşılık verdim yüzümde küçük bir gülümsemeyle.


Camın yanına
geçtim dayanarak konuşmama devam ettim.


“Haklıydın.”

Bunu
boynumdaki kolyeyi göstererek söylemiştim.


“ Nasıl
yani?” dedi Hyun. Hiçbir şey anlamamışa benziyordu.


Elinde
kesmekte olduğu ekmeği bırakarak…


“Hatırlamıyor
musun? Bana bu kolyeyi verirken ‘ Bu kolye sihirli ileri sana tekrar kavuşmama
yardım edecek’ demiştin hani. Haklıydın diyorum bu kolye sihirli…”


Elindeki her
şeyi bıraktı ve yanıma tam karşıma dikildi.


Saçımı
koklamaya başladı.


“ Biliyor
musun aslında hiçbir şey değişmedi. Sadece büyüdük. Ve dün anladım ki ben sana
hala deliler gibi aşığım.”


Kalbim
deliler gibi atmaya başladı ve midemde kelebekler uçuşuyordu. Bu benzetme bana
oldum olası saçma gelmiştir. Tanrı aşkına midende kelebeğin ne işi var?


Ben bu
duygusal ortamı bozmamak için çenemi kapalı tuttum. Ama ona bir şey demeliydim
ve gerçeği saklamak istemiyordum.


“ Aslında
sanırım benimde dün öyle davranmamın sebebi oydu. Sanırım ben de seni seviyorum
hala. Ama bir dakika senin sevgilin varken bunları bana nasıl söylüyorsun.??”


Son cümlemi
söylemek için geri çekildim.


“ Ben ondan
ayrıldım.”


“ Ne zaman?”

“ Seni hala
sevdiğimin farkına vardıktan 2 dakika sonra.”


“ Peki o ne
dedi?”


“ Tamam.”

“ Vay be
aşka bak.”


Beni yine
belimden yakaladı. Ve kendine yakınlaştırdı.


“ Dalga
geçme. Sen de dün iyi eğlenmiş. Jung Min ile doktorculuk oynamışsınız.


Ben:- Ya
ayağıma sürahinin düşmesi beni zevkten dört köşe yaptı. Ve oyunbozan birisi
değil utanıp kaçmıyor.”


“O bir kere
olur.”




Dedi ve
tekrar öpmeye başladı…




-------------
2 Hafta Sonra----------




“Beni ne
kadar seviyorsun Hyun?” diye sordum beni hayran hayran izleyen yakışıklı
sevgilime.


Arabadan
dışarı çıktı ve iki de bir de “ Min Jae seni çok seviyorum” diye bağırmaya
başladı.


Ben de
arabadan çıktım ve ona durmasını söyleyip durdum. Ama bu yaptığı çok şekerdi.
Ta ki dengesini kaybedip denize düşene kadar.


“ Aşkım
gördün mü şimdi de sırılsıklam aşık oldum.”


Bir an
telefonumun çaldığını duydum.


Ben:-
Şapşalsın sen ya. Aşkım benim telefonum çalıyor ben telefona bakarken sen de o
denizden çıksın iyi edersin ben hasta bir sevgilim olsun istemiyorum.






Telefonumu
almak için arabaya gittiğimde üzerime bir arabanın geldiğini fark ettim.
Normalde oradan kaçmak ya da kenara çıkmam gerekirken ben olduğum yerde hareket
etmeden duruyordum.


Tek duyduğum
ses arabanın acı freni ve Hyun “Hayır” diye bağırışıydı.


Sanırım
hayatımda son duyacağım seslerde onlardı…




---------- 2
Gün Sonra -------


(İlahi bakış
açısıyla yazılmıştır.)


Min Jae o
trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Şu an cenaze töreni yapılmaktadır.
Annesi ve oda arkadaşı So Min ağlıyordu.


Kim Hyun
Joong ve arkadaşı Park Jung Min de o törendeydi. Hyun ruh gibiydi. Son
sözlerini söylemek için Min Jae’ in tabutunun yanına gitti. “ Sen o beyaz
elbiseyi cenaze töreninde değil nikah törenimizde giyecektin aşkım.” Dedi ve
gözün bir damla yaş süzüldü. Hediye ettiği kolye hala boynun olması onu
gülümsetmişti… Tören bitti ve herkes evlerine dağıldı.




Törenden bir
gün sonra Min Jae’ i rüyasında gördü…


O beyaz
elbisesiyleydi ama ağlıyordu.


Min Jae:- O
kolye sihirli değil lanetliymiş aşkım. Hayatını mahvettim. Özür dilerim, her
şey için çok özür dilerim…


Birden
kayboldu. Hyun hiçbir şey diyemedi… Onu görmüştü ama hiçbir şey diyememişti…


O gün evden
çıktı ve bir daha Hyun’ a kimse ulaşamadı…




------
Yıllar Sonra------


Yıllar sonra
Hyun’ un küçük ücra bir kasabada yaşadığı öğrenildi. Ama bu ölüm onu çok yormuş
ve akli dengesini kaybetmesine neden olmuştu. Bu kasabada bir gariplik vardı.
Hiçbir kadınının ya da genç kızların boynunda kolye yoktu. Ne zaman bir kolye
alsa genç kadınlar kolye ikinci günü kaybolurdu ve bir daha o kolye
bulunamazdı.



Peki Hyun bu kolyeleri daha ne kadar saklayabilirdi?

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARIŞMA] LANETLİ KOLYE
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Lanetli Bakire
» [YARIŞMA] My Bigbang
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» [YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3
» [YARIŞMA] SESSİZLİĞİN BESTESİYDİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: