Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3 Empty
MesajKonu: [YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3   [YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3 Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:23 pm

Yazar: Fatma Dilara YILMAZ



<3 SONSUZA DEK SS501
<3



=Geri Bakış=



Ah! Belgesel kanalları gerçekten sıkıcıydı. Kumandaya uzandı ve bir müzik
kanalı açtı. Yeni çektikleri klip çoktan Top 10’a girmiş olmalıydı.



Bunu düşünürken kendi şarkılarının başladığını gördü. Haha! Haklıydı! SS501
grubu gerçekten çok ünlüydü! Kendisiyle ve arkadaşlarıyla gurur duydu ve
şarkıya eşlik etmeye başladı. Kalkıp dans etmeyi de çok isterdi ama zaten
stüdyodan geleli çok olmamıştı ve yorgundu.



“Hey! Kyu!”



Aynı anda seslenen iki sesi birbirinden ayırt etmekte zorlanmadı.
Mutfaktan çıkıp sol taraftan seslenen Jungmin’di ve arkadaki merdivenlerden inen
de liderleri Hyun Joong. Arkadaşlarından hangisine döneceğine karar veremedi ve
televizyonun sesini kıstı. Gözlerini televizyondan ayırmadan cevap verdi.
“N’oldu?”



Bunu söylerken aklında şu düşünce vardı: ‘Keşke saçımı daha açık renge
boyamalarına izin vermeseydim.’



“Sana çok önemli bir şey göstermeliyim.” Jungmin’in en baştan çıkarıcı
sesini kullanması Kyu’nun ona dönmesini sağladı. Jungmin elinde bir saksıyla
mutfak kapısının önünde duruyordu. Bu saksı onun aylardır büyük bir özenle
yetiştirdiği çiçeği bulunduruyordu içinde. Aşk kırmızısıydı ve Jungmin’in şu
anki gülümsemesi gibi sıcak ve çekiciydi.



Jungmin Kyu’nun oturduğu koltuğa doğru ilerlerken Hyun Joong’un sesi
duyuldu arkadan. “Ben de sana çok değerli bir şey göstermeliyim.” Jungmin Kyu’nun
yanına otururken Kyu’nun dikkati zerre kadar onda değildi. Çoktan arkasına
dönmüş, Hyun Joong’un elindeki şeyi incelemeye başlamıştı uzaktan.



“Gerçekten değerli…” diye onayladı Young Saeng, Hyun Joong’un yanında
dururken. O da az önce Hyun Joong’la merdivenden inmişti ve bu değerli
hediyenin kime olduğunu öğrendiğinde uğrayacağı hayal kırıklığından haberdar
değildi.



Hyun Joong ise çoktan Kyu’nun diğer tarafına oturmuştu. “Her neyse.
Daha çok kısa bir zaman oldu ama Top 10’a girmişiz bile. Tebrikler arkadaşlar!
Hepinizi seviyorum!” dedi ve arkadaşlarının yüzünde güzel gülümsemeler
belirmesini sağlayarak duş almaya gitti. Young Saeng.



‘Bu mükemmel grup hiç ayrılmamalı…’diyordu kendi kendine. Hyun Joong
hemen elindekini Kyu’ya uzattı. “Sence nasıl olmuş?”



Kyu, Hyun Joong’un uzattığa şeyi alıp inceleyecekken Jungmin ona engel oldu.
“Hayır! Önce ben geldim! Kyu lütfen önce benimkine bak.” Kyu Jungmin’e döndü ve
yine kararsız kaldı. O ince düşünceli biriydi ve kimseyi kırmak istemezdi.



Jungmin, Hyun Joong’a dönüp devam etti. “Hey! Hyun Joong! Eğer bana öncelik
verirsen seni tanıdığım bir uzaylıyla tanıştıracağım.” Hyun Joong’un
gözleri büyüdü ve elini geri çekti. Ödülü bir uzaylıyla tanışmak olacaksa tabi
ki öncelik Jungmin’indi. “Söz mü?” diye sordu Hyun Joong ona güvenmeyerek.
“Tabi ki söz.” dedi Jungmin ve Kyu’ya iğrenç gülümsemelerinden en büyüğünü
verdi.



Kyu saksıyı aldı ve incelemeye başladı. Jungmin ise bunu asıl yetiştirdiğini
anlatmaya başlamıştı bile. “Büyülendin değil mi? Dikkat et, çok hassas. Bu
benim bir kıza olan aşkımı ifade ediyor. Kırmızı… aşkın rengi… Bu bir Japon
Gülü ve rengine kendin karar veremiyorsun. Ya kırmızı açacaktı ya da beyaz.
Başlarda beyaz açıyor gibiydi ve üzüldüm çünkü bu çiçek sevdiğim kıza olan
aşkımın en güzel ifadesi.”



Kyu Jungmin’in açıklamasını dinlerken kırmızı Japon Gülü’nü hayranlıkla
inceliyordu. Bir kız için bu hediye çok güzel ve anlamlıydı. Ve değerli… “Sen
aşık mı oldun?” dedi Kyu şaşkınlıkla. Jungmin gülümsedi. “Sanırım evet.” “Peki,
o senin için ne hissediyor?” “Bilmem. Ama umurumda değil. Herhangi bir kızın
beni kendim kadar çok sevebileceğini düşünmediğim için evlenmeyi düşünmüyordum…ama
belki bu fikrim değişebilir.” dedi ve iğrenç bir şekilde sırıttı Jungmin.



Saksıyı Kyu’nun elinden dikkatlice aldı. “Ona verene kadar özenle
saklamalıyım.” dedi ve sonra mutfağa gitti. Hyun Joong, Kyu’yu dürttü ve
elindekini uzattı. Kyu bunu alırken ne olduğunu anlamaya çalıştı.



Tahtaydı. Üzerine bir şeyler oyulmuştu. Çok özenildiği belliydi.
“Saranghaeyo…” yazısı oyulmuş tahta kapağı açtı ve içinde başka bir tahta
parçasıyla karşılaştı. El yapımı bir yapboz… Yapbozda garip şekiller vardı ama
kalpleri seçmek hiç zor değildi. Yapbozun bir parçası yoktu. Kutunun
kapağındaki yazıyı okudu.



“Bu koca yapboz, senin sevgiyle dolu büyük kalbini temsil ediyor. Ama
senin o sevgi dolu kalbinde eksik bir şeyler var. Eksik bir parça… O parça,
benim… Ben ve benim kalbim… Seni tamamlamama izin verir misin?” Kyu bunu okudu
ve kız olsaydı gerçekten etkilenebileceğini düşündü. Büyüleyici bir yazıydı.
“Bu kime?” diye sordu Kyu çok beğendiğini belli eden bir yüz ifadesiyle. Hyun
Joong, Kyu’nun elindeki tahtayı aldı. “Sadece sevdiğim kıza..”



Jungmin elinde koca bir havuçla geldi. “Joon nerede?”. Hyun Joong
tahta parçasıyla merdivenlerden çıkarken “Ajansta biraz daha çalışması
gerekiyordu. Şimdi gelir.” dedi ve kayboldu. Jungmin kumandayı aldı ve
kanalları gezmeye başladı.



Kyu her zamanki gibi sakin ve sessizdi. Saate baktı. Kız kardeşi Eun Ah az
sonra okuldan gelirdi. Koltukta biraz daha yayıldı. O sırada kapı açıldı. Hızla
birisi girdi eve.



“Hey merhaba nasılsınız! Kaç kişisiniz! Bir iki…”

“Hyun Joong ve Young Saeng yukarda!” diye bağırdı Jungmin.

“…üç dört ve ben beş. Tamam.. Başkası yok mu?”



Kyu cevap verdi. “Eun Ah daha gelmedi. Az sonra gelir.” Joon koca bir
nefes verdi. “Tamam. Ben hemen yukarı çıkıp üstümü değiştiriyorum. Eun Ah’la
dışarı çıkacağız.” dedi ve mutlulukla merdivenlere yöneldi.



Jungmin birden öksürmeye başladı ve Kyu birçok kez sırtına vurdu.
Jungmin boğazındaki şeyi tükürdü ve yukarı çıkmak üzere merdivenlere yönelmiş
Joon’a döndü. “Ne dedin?”

“Ne dedim? Hemen hazırlanmalıyım. Eun Ah’la dışarı çıkacağız.”



Saçlarını kurulayarak merdivenden aşağıya inmekte olan Young Saeng bunu
duydu ve olduğu yerde kaldı. Nasıl yani? Eun Ah ve Joon dışarı mı çıkacaktı? Bu
nasıl bir buluşmaydı? “Nasıl yani?” dedi ve aşağıya indi Young Saeng. Kalbinin
kırıldığını hissediyordu.



Joon mutlulukla konuşmaya devam etti.”Lise mezuniyetine az kaldı ve
derslerinde çok başarılı. Onu yemeğe çıkarıyorum.” dedi masumca. Ama aklındaki
tek şey yemek değildi. Joon, bugün Eun Ah’a aşkını itiraf etmeyi düşünüyordu.



Eun Ah, Kyu’nun küçük ve tatlı kız kardeşiydi. Kyu çok fakirdi ve kardeşinin
yaşayacağı evi tutamadı. Ajanstan da düzenli para alamıyorlardı o aralar.
Liseye giden kız kardeşinin onlarla yaşayıp yaşayamayacağını sormuş ve tüm
üyelerden olumlu cevap almıştı Kyu. Uzun zamandır altı kişilerdi bu evde.



“Ah, belki de benim gibi erkeksi birine bu tip bir hediye vermek
yakışmaz.” dedi Hyun Joong başını kaşıyarak. Merdivenlerden aşağı tekrar
iniyordu. Hala elindeki tahta kutuyla… Joon’un geldiğini gördü. “Geldin mi?
Belki sana da göstermeliyim.” dedi ve Joon’un yanına gitti. “Sen gençsin ve
daha iyi anlarsın!” diyerek dalga geçti Jungmin Hyun Joong’la.



Joon aceleyle baktı tahta parçasına. Ve garip sesler çıkardı. Çok
beğendiğini ifade eden garip sesler… Joon saatine baktı. Çabucak giyinmeliydi
ama Eun Ah’a itiraf etmek konusunda tedirgindi. Aklı hala açık renk saçlarında
olan Kyu’ya döndü. “Hyung! Kyu hyung! Acilen sana bir şey söylemeliyim. Ya da
danışmalıyım desem daha doğru olur. Ya da onay istemeliyim.”



Kyu, Joon’un aceleyle yanına oturmasını izledi. Hala havuç yemekle
meşgul olan Jungmin’in aklı özenle yetirtirmiş olduğu Japon Gülü ve bu gülü
vereceği kişi olan Eun Ah’taydı.



Hyun Joong merdivene oturmuş, hediyesini incelerken bu hediyenin kendisi
gibi erkeksi olmadığını düşünüyordu. Acaba Eun Ah’a vermek için daha güzel bir
şey mi yapmalıydı?



Sıkıntıdan merdiven ve Kyu’nun oturduğu koltuk arasında volta atan
Young Saeng kendi kendine konuşuyordu. “Bu kadar utangaç olmamalıyım. Herkes
aşkını itiraf ediyor. Ben de etmeliyim.” Sonra Eun Ah’ın utangaç halleri
gözünün önüne geldi ve utangaçlığın kötü bir şey olmadığına karar verdi Young
Saeng.



Joon, herkesin ayrı bir alemde olduğu bu ortamda kendini dikkatle
dinleyen Kyu’ya döndü ve konuşmaya başladı. “Az sonra Eun Ah gelecek ve yemeğe
çıkacağız. Bu ona derslerdeki başarısından dolayı benim verdiğim bir ödül ama
ben bu akşam başka şeyler de yapmayı düşünüyorum.”



Eun Ah ismini duyduktan sonra Joon’a kulak kesilmiş olan üç kişinin de
gözleri büyüdü. Jungmin yine öksürüyordu ve bu kez sırtına vuran Young Saeng
oldu. Onun da kendine gelmesi için birinin beynine vurması lazımdı. Belki
birinin de acıyan kalbine…



Kyu, Joon’u dinlemeye devam etti. “Ben bu akşam Eun Ah’a bir şeyler
söyleyeceğim ve sonunda ondan benimle olmasını isteyeceğim. Kyu hyung, ben Eun
Ah’ı seviyorum ve senden onayını istiyorum.” Kyu sakinliğini korurken diğerleri
hareketlenmeye başlamıştı. Jungmin kalktı ve koşa koşa saksısını getirdi. Hyun
Joong çoktan ayaklanmıştı. Young Saeng içindeki hareketlenmeyi dışa en az
yansıtan kişiydi.



Kyu konuşmaya başlayacaktı ki Hyun Joong izin vermedi. Onaylamasından
korkuyordu. “Ben…ben bunu yaptım. Eun Ah için… Ben onu sev…” Jungmin hemen
lafını böldü. “Sırf Eun Ah’a olan aşkımı anlamlı bir şekilde ifade edebilmek
için aylardır bu Japon Gülü’nü yetiştiriyorum. Ben Eun Ah’a aşığım.”



Joon şaşkınlıkla onlara bakıyordu. Jungmin ve Hyun Joong’sa ne
yaptıklarının farkında değillerdi. Young Saeng bir kez daha hayal kırıklığına
uğradı. Hyun Joong bu değerli hediyeyi Eun Ah’a yapmıştı demek.



Kyu girdiği şoktan çıkmaya çalıştı. Ne yani? Bu koca adamlar onun
tatlı kız kardeşine aşık mı olmuşlardı? Bu bir şaka olmalıydı. Kyu “Şaka
yapmayın çocuklar!” demek istedi ama sessizliği ondan önce bozan biri vardı.
Jungmin… “Hiçbir hediye benimkinden daha değerli olamaz. Bu çiçek için aylardır
gece gündüz uğraştım.” Hyun Joong kendine söylenen bu laflara yüksek sesle
cevap verdi. “Bu yazıları oyacağım diye neler çektim biliyor musun! Ellerimin
haline baksana! Yara bere içinde!” Young Saeng sessizce cevap verdi. “O senin
beceriksizliğin…”



Joon hala bir şey anlamamıştı. Olaylar o kadar hızlı gelişmişti ki ne
olduğunu çözememişti. Kyu’ya döndü ve masumca cevap bekledi. Kyu hyung, Eun Ah için
onay…” Jungmin sinirlendi. “Seni küçük…! Sen hala anlamadın mı! Eun Ah’a aşık
olan benim ve onay istemesi gereken de! Kyu, ben…”



Hyun Joong lider olarak önceliğin onda olduğunu düşünüyordu. Ve sinir kat
sayısı gittikçe artıyordu. Nasıl olmuştu da bu iki genç adam liderlerinin
sevdiği kıza aşık olmuşlardı? Kendilerinden utanmalılardı! Hemen Jungmin’in
lafını böldü. “Kyu, bir kızın gerçek bir erkeğe ihtiyacı vardır. Ben…”



Jungmin karıştı. “Gerçek bir erkek mi? Sen bunu yapan kişiye gerçek erkek mi
diyorsun!” dedi ve Hyun Joong’un elindeki tahta parçasını çekti. Hyun Joong çok
kızdı ve “Kız gibi çiçek yetiştirmektense!” diyerek saksıyı çekti Jungmin’in
elinden. Ama ne yazık ki dikkatli davranamamıştı ve saksı düştü. Kırılan
parçalar etrafa dağıldı. Kırmızı gülse kırgın bir şekilde büküldü yerde
saksısız kalmış toprakta.



Hyun Joong istemeden yaptığı bu hareketten dolayı özür dilemeliydi.
Dileyecekti de zaten. Grup arkadaşının bin bir özenle yetiştirdiği çiçeği
düşürmüştü ve çiçek şu anda yerdeydi. Eskisi gibi güzel değildi…



Jungmin, Hyun Joong’un özür dileyeceğini tahmin etmeyerek elindeki tahtaya
baktı. Öyle sinirlendi ki içinden çıkardığı ince yapbozu nefretle ikiye ayırdı.
Şimdi ikisinin de gözünde nefret vardı.



Joon korktu. Hem de çok korktu. Her şey onun yüzünden olmuştu. Eun Ah’ı
yemeğe götüreceğini söylemeseydi, diğerlerinin yanında Kyu’dan onay
istemeseydi, ya da Eun Ah’ı sevmeseydi… Ama o, Eun Ah’ı gerçekten seviyordu.
Ona karşı, daha önce hissetmediği bir duygu hissediyordu. Bu duyguyu tarif
edemezdi belki ama her gece Eun Ah’ın güvenliği için dua ederken, bu duygunun
ona fısıldadığı şeyleri söyleyebilirdi.



“Sen onsuz bir hiçsin, onunla varsın ve onunla yok olursun… O olmazsa
sen…hiç yoksun…” Peki söyleyin şimdi, aşk değil de neydi bu hissettiği? Joon
aşık olmuştu işte. Öyleyse diğerlerine izin vermemeliydi. Ortaya konuştu bu
kez, Hyun Joong ve Jungmin’in ne kadar sinirli olduğunu bilmiyordu.



“Ben Eun Ah’ı seviyorum. Az sonra gelecek ve yemeğe gideceğiz. Ona her
şeyi söyleyeceğim. Ben Eun Ah’a aşığ…” Lafını tamamlayamadan Jungmin’in
yumruğunu hissetti.



Kyu, Jungmin’in yumruk atmasına şaşırdı ve ani bir hamleyle yağa kalktı.
Ortalık neden bu kadar karışmıştı? Yumruğun etkisiyle geri çekilen ve hala
çenesini tutan Joon’a baktı. Jungmin nasıl vurabilmişti ona?



Joon, çenesinin sızısının geçmesini bekledi. Daha önce de birilerinden
yumruk yediği olmuştu belki ama yumruk atanın Jungmin olması çok üzücüydü.
Young Saeng şaşkındı ve sadece onları izliyordu. Bir yumruk daha olsaydı araya
girmekten asla çekinmeyecekti ama şu anda sırası olmadığını düşünüyordu.



Jungmin sinirine yenik düşmüş ve Joon’a yumruk atmıştı. Şimdi de “Ne yaptım
ben?” der gibi yere bakıyordu. Biraz arkasında kalmış olan Hyun Joong hariç
herkes onun pişman olduğunu görüyordu ama… Hyun Joong değil… Liderliğinde
verdiği koruma içgüdüsüyle Jungmin’e koca bir yumruk attı. Onun bunu hak
ettiğini düşünüyordu.



Jungmin şoka uğramış gibi baktı etrafa. Young Saeng’in “Yapmayın!”
diyerek tutmaya çalıştığı Hyun Joong’a döndü ve ikinci yumruğunu da ona
geçirdi.



Kyu “Çocuklar!” diyerek koltuğun üstünden atladı ve Jungmin’i geri
çekti. Şimdi üçü de bir yumruk yemişti(Joon, Joong, Jungmin). Kavga büyümeden
buna bir son vermeliydi Kyu ama… Hyun Joong’un sinirle Young Saeng’i itmesine ve
düşürmesine engel olamadı. Young Saeng kırık saksı parçalarının üstüne
düşmekten kurtulmak için yaptığı hamle sonucunda kafasını koltuğa çarptı.



Hyun Joong koşmuş ve Kyu’nun tutmaya çalıştığı Jungmin’e ikinci bir yumruk
savurmuştu ancak o da bu yumruğun Jungmin’in –kendini korumak için-
çekilmesiyle Kyu’ya gelmesine engel olamadı. Kyu’yu her zaman koruyan Jungmin,
daha da sinirlendi ve bu sinirini Joon’dan çıkardı. Bu tamamen bir kavgaydı.



Birkaç küfür savruldu etrafa. Gergin ortamda herkesin birbirine yaptığı
savunma ve saldırı hareketleri kavgayı daha da yoğunlaştırdı ve şimdi herkes
yerdeydi… Kyu üzüldü… Arkadaşlarını hallerini görünce ağlamak istedi… Hatta
gözleri doldu.



Eun Ah’ın onlarla birlikte yaşamasına izin vermemeliydi. Tüm suç ondaydı.
Evet evet. Kesinlikle bu kavgadan sorumlu olan kişi Kyu’ydu. Kyu bekledi…
Yerdeki yüzü dağılmış halde olan arkadaşlarının kalkıp bir diğerini
kaldırmasını, gülmesini veya başka bir olumlu hareketi bekledi…



Hani olurdu ya dizilerde… Mesela Hana Yori Dango’da kavga ettikten sonra
gülmüşlerdi. Arkadaşlıkları bozulmamıştı, belki daha da kuvvetlenmişti. Kyu da
şimdi buna benzer bir şey olmasını bekledi ama…olmadı… Hiç kimse gülmedi…
Gülümsemedi…



Normalde ışıltılı gülümsemeleriyle hayranlarını etkilemek için gösterdikleri
o mükemmel dişlerini şimdi sinirli oldukları için gösteriyorlardı. Birbirlerine
gülümseyerek değil dişlerini sıkarak bakıyorlardı. Hiç kimse gülmedi… Olumlu
bir şey olmadı…



Sadece bir kavgaydı bu ama… o mükemmel grubun…sonu oldu…



=Geri Bakış Son=



“Bugün ayrılıyoruz bu evden…” dedi ve kahvaltısını bitirdiği masada
kahvesini yudumladı Kyu. Grup dağılalı –daha doğrusu üyelerin her biri
arkalarında hiçbir umut bırakmayarak farklı yerlere çekip gideli üç ay olmuştu
ve Kyu o zamandan beri yaptığı kahvaltıların hiçbirinden keyif almıyordu.
Sadece kahvaltılardan değil yaptığı hiçbir şeyden…



Kız kardeşi Eun Ah ile birlikte, eskiden grupla yaşadıkları evde
yaşıyorlardı ve Kyu her baktığı yerde ayrı biriyle ilgili anısını hatırlıyordu.
İster istemez duygulanıyordu. Onları çok özlemişti ama… grubun tekrar eski
haline dönmesi mümkün değildi.



Ajansla da bağlantılarını koparmışlardı. Hangi üyenin nerede olduğunu hiç
kimse bilmiyordu. Hayranlarına da hiçbir açıklama yapmadan gitmişti hepsi… Her
şeyi bırakıp gitmişlerdi… Birbirlerine kin duyarak ayrılmışlardı ve Kyu onları
öyle özlemişti ki neredeyse her gece rüyasında görüyordu.



Hyun Joong’un gitmeden önce söylediklerini hatırladı. “Hiçbirinize ihtiyacım
yok… Eskiden okulda da öyle başarılıydım ki hiç kimse bir şarkıcı olacağımı
tahmin etmemişti. Hayatımda siz olmadan da başarılı olabilirim. Sizin gibi bir
gruba ihtiyacım yok…” Bunları duymak ne kadar da kırıcıydı.



Jungmin de gitmeden önce her şeyini toplamıştı. Evin herhangi bir köşesinde
Jungmin’e ait hiçbir şey bulamazdınız. Joon ve Young Saeng de hiçbir şey
söylememiş, sadece gitmişlerdi…



Eun Ah sessizce konuşmaya başladı Kyu’nun karşısında otururken. Abisini
böyle üzgün gördüğünde ölmek istiyordu. Tüm suç kendine aitti. “Kyu oppa, tüm
suç benim… Eğer burada yaşamasaydım, sizin yanınızda kalmasaydım onlar bana
aşı…”



“Hiçbir şey senin suçun değil.” diye lafını böldü Kyu. “Her şey benim
suçum. Para kazanamadığım için, sana ev tutamadığım için, sonunda burada
bizimle kalmanı istediğim için; suçlu olan benim… “

“Oppa…”



“Bir şey söylemene gerek yok..” Eun Ah üzgünce başını önüne eğdi. Abisi ne
derse desin bu vicdan azabından bir ömür kurtulamazdı. Yavaşça abisinin masanın
üzerindeki elini tuttu.



“Oppa, gitmesek? Bunca şey yaşadığımız bu evden ayrılmasak?
Belki…belki hala bir fırsat elde edebiliriz. Diğerlerini bulabiliriz ve sonsuza
dek mutlu bir grup olarak yaşayabilirsiniz. Evet, gittiler… Hepsi gitti ama
belki bizi bekliyorlardır… Belki küçük bir adım atıp onları bulursak onlar bize
koşarak gelecek ve eskisinden daha iyi bir grup olacaksınız. Bu ayrılık
aranızdaki bağları kuvvetlendirecek belki de… Lütfen oppa… Bu evden gitmeyelim…
Sadece onları bulalım…”



Kyu biraz düşündü. Elini çekti ve konuştu. “Yanılıyorsun. Bu ayrılık
aramızdaki bağları kuvvetlendirmeyecek. Bu ayrılık yapması gerekeni zaten
yaptı. Aramızdaki bağları tamamen…kopardı…”



Ve kardeşinin hâlâ ümitle parlayan gözlerine bakmadan masadan kalktı. “Son
birkaç çanta var. Onları da hazırlayayım. Sonrasında bu evi terk edeceğiz.
Diğerlerinin yaptığı gibi… Ama belki aramızda bir fark olacak: Biz sadece bu
evi terk edeceğiz. Grubumuzu ve bize sonsuz sevgiyle bağlanmış olan
hayranlarımızı değil…”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



Evin dış kapısını kilitledi ve arkasına döndü Eun Ah. Abisi oradaydı. Elinde
ve sırtında büyük iki çanta vardı. Eun Ah’ta pek eşya yoktu. Sadece kendilerine
ait olan şeyleri almış, diğer her şeyi evde bırakmışlardı. Eun Ah tekrar döndü
ve eve iç çekerek baktı.



İlk geldiğinde Hyun Joong’un tüm bavullarını taşıyışını, Young Saeng’in onun
için hazırladığı kahvaltıları, Joon’la birlikte bahçede şarkı söyleyip dans
edişlerini ve Jungmin’in yaptığı komik taklitleri hatırladı. Kendini daha da suçlu
hissetti ve gözleri dolu bir şekilde abisinin yanına yürüdü.



Kyu sabahki kadar üzgün gözükmüyordu. Eun Ah yavaşça elindeki anahtarı
kaldırdı ve salladı. “Buna bir daha ihtiyacımız olacak mı? Ne yapmalıyım”
Kyu’nun cevap olarak “Çöpe at…”, “Bahçenin içine fırlat…” gibi şeyler
söylemesini bekledi ama Kyu öyle yapmadı.



“Kim bilir…” dedi ve kardeşinin elindeki anahtarı çantasına attı.

“Kyu oppa…”

“…”

Kyu onu dinlerken yavaşça yürümeye başladılar. “Hala bir ev tutacak
kadar paramız yok. Ne yapacağız? Okulumu bırakmamı istersen bırakabilirim.” Kyu
cevap vermedi. Çantasında bir şeyler arıyordu yürürken.



“Kyu oppa, nereye gideceğiz?”. Sonunda Kyu aradığını buldu ve yüzünde bir
gülümsemeyle beyaz bir kağıt çıkardı çantasından. “Nereye mi gideceğiz?”

“?”

“Eun Ah-ya! SS501 grubunu eski haline getirmeye gideceğiz! Onları
bulacağız!”

“Huh!”

Eun Ah şaşırdı ve abisinin delirip delirmediğine emin olamadı. Kyu kağıdı
açtı ve okuması için Eun Ah’a verdi. “Çantaları toplarken bunu buldum!” Eun Ah
okumaya başladı.



‘Keşke bu olaylar hiç olmasaydı… Keşke o kavga hiç yaşanmasaydı… Keşke
hiçbirimiz Eun Ah’ı sevmeseydik… Keşke grubumuz ayrılmasaydı… Keşke… Keşke bu
keşkeleri söylemek zorunda kalmasaydım… Her ne olursa olsun, ben hâlâ grubumu
seviyorum ve tekrar bir arada olmak istiyorum. Sonsuza kadar beklemem gerekse
bile ben, her zaman, keşkelerimle ve kalbimdeki bağlılıkla grubumu bekliyor
olacağım… Ben kimseyi terk etmedim… Ben sadece bekliyorum…’



“Arkasını da oku!” dedi Kyu heyecanla. Eun Ah kağıdın arkasını çevirdi ve
bir adresle karşılaştı. Bu ne demek oluyordu şimdi? Eun Ah gülümsedi. “Öyleyse
Young Saeng oppayı daha fazla bekletmeyelim..”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3 <3



Bir ev tutacak kadar çok olmayan paraları her yere ulaşmalarını sağlayabilirdi.
Kyu ve Eun Ah şimdi şehrin diğer ucunda, adresi verilen yerdeydiler. Young
Saeng’i bulacakları yerde…



Burası bir köydü. Young Saeng’in köyüydü. Grup üyeleri hiç
birbirlerinin evlerine gitmemişlerdi. Ama ailelerini tanıyorlardı. Köydeki evlerin
arasında Young Saeng’in evini ararken, köydeki insanların ne kadar çok
çalıştıklarına hayret ediyorlardı.



Evi bulduklarında kapıyı açan Young Saeng’in annesi oldu ve hemen Kyu’ya
sarıldı. “Daha erken gelmeliydiniz.” dedi gülümseyerek. “Young Saeng içerde.”



Young Saeng odasında oturuyordu. Kulağındaki kulaklıkta yine ve yine
kendi şarkıları çalıyordu. Elindeki küçük posterlere ve her gün yaptığı gibi
gazetelere bakıyordu. Belki kendileriyle ilgili bir haber çıkar diye ama…yoktu.



Üç aydır gruptan ayrı kalmak zordu. Young Saeng onlar olmadan kendini boş
hissediyordu ve tabi hayranları olmadan da… Daha ne kadar bekleyecekti? Grubu
toparlamak için çabalayan yoktu madem kendisi bir şey yapmalıydı. Ama
yapabileceğini yapmıştı zaten. Bıraktığı not, yapabildiği her şeydi.



Kapıya sırtı dönük oturduğu sandalyeden kalktı ve odadan çıkmak üzere döndü
ki…karşısında Kyu’yu gördü. Hayır, bu bir hayaldi değil mi? Ya da rüya? Kendini
cimcikledi ve Kyu’nun hâlâ karşısında dikildiğini görünce sevinçten delirecek gibi
oldu. “Sonunda!” derken koştu ve Kyu’ya sarıldı.



Bir insan kan bağı bulunmayan kişileri nasıl bu kadar çok severdi
bilmiyordu ama o, grup arkadaşlarını tüm kalbiyle seviyordu. Kyu kahkaha attı
ve ona sarıldı. Young Saeng’in odasını incelerken yüzündeki gülümse daha da
büyüdü. Çünkü tüm duvarlar SS501 posterleriyle kaplıydı. Young Saeng, grubunu
asla unutmamıştı…



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



“Madem grubun yine birleşmesini istiyordun neden köyüne döndün? Ya da neden
grubun dağılmasına engel olmadın? Ayrıca giden diğer üyelerden hiçbir farkın
yok çünkü senin de telefonuna ulaşılamıyor.” dedi Kyu, Young Saeng’in
karşısında otururken.



Eun Ah da yanlarındaydı ve Young Saeng onu da çok özlemiş olmalıydı ki
boğana kadar sarılmıştı. Şimdi Young Saeng’in evinin önünde oturmuş
birbirlerini sorguluyorlardı. Ama bu sorgulamalar suçlayıcı değil hasret
gidericiydi.



Young Saeng cevap verdi. “Köyüme döndüğüm için telefonuma ihtiyacım yoktu ve
sattım. Ayrıca bütün grup arkadaşlarım ayrı bir yere giderken tek başıma ne
yapabilirdim ki? Hangi birinin kolundan tutabilirdim? Ben…ben hiçbir şey
yapamazdım. Çaresiz bir şekilde köyüme döndüm…”

“Ama hiç unutmadın..” dedi Eun ah gülümseyerek.



Young Saeng, Eun Ah’ın kastettiği şeyi biliyordu. Müzikler, posterler,
haberler, resimler, röportajlar… Young Saeng’in odası SS501 ile doluydu…
“Evet.” dedi Young Saeng gülümseyerek. Sonra Kyu’ya döndü. “Ama içimde
küçük…çok küçük bir umut vardı ve bu notu yazıp odana koydum. Belki görürsün…
görürsün ve çabalarsın diye…”



“Başardın.” dedi Kyu. “Ayrıca o aptal kavgayı ayırmaya çalışanlardan
biri de bendim.” dedi Young Saeng üzgünce. Kavgayı hatırlamak diğerlerini de
üzdü ve Kyu seslice düşünmeye başladı.



“Şimdi ne yapmalıyız? Diğerlerini nasıl bulacağız? Sen adres bıraktın
ama onlardan hiçbir iz yok.”

“Emin misin?”

“Evet… Biraz daha düşünsek? O kadar filmi boşuna izlemedik, bir yararı
dokunsa bari.” dedi Kyu sırıtarak. Eun Ah da katıldı onlara. “Mesela her zaman uğradıkları
mekânlara, evlerine bakalım?” Kyu onayladı. Young Saeng kendinden yola çıktı ve
ilk herkesin evine bakmayı önerdi. Ama hiçbirinin adresini bilmiyorlardı.



Eun Ah gülümseyerek elini ortaya uzattı. Diğerlerinin anlamayarak
baktıklarını görünce onlarında ellerini kendi elinin üzerine çekti. Takımların
yaptığı gibi üst üsteydi elleri. Zaten şu anda onlar bir takım değil miydi?
Aynı amaca sahip, küçük bir takım… Eun Ah konuştu.



“ Şimdi biz bir takımız… Aynı amaca sahip, küçük bir takım… Diğerlerini
bulmaya çalışacağımızı söylüyoruz ama bu yeterli değil. Birbirimize söz
vermeliyiz. Sonuna kadar gideceğimize, onları bulana kadar pes etmeyeceğimize
ve sonsuza dek sürse bile çabalayacağımıza söz vermeliyiz.” Kyu ve Young Saeng
bu sözleri duyduktan sonra daha bir güçlü tuttular ellerini. “Sonsuza dek…”
diye fısıldadı Kyu. Young Saeng’in gözleri parlıyordu.



“O alçakları bulalım ve sonsuza dek bizimle olmalarını, sonsuza dek
birlikte olmamızı sağlayalım.” dedi gülerken. Ve yeminlerinin son sözünü birlikte
söylediler. Birbirlerine güvenerek…



“SONSUZA DEK SS501!”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



=3 Gün Sonra=



“Üç gündür dolanıp duruyoruz. Kimsenin evine ulaşamadık. Ajans adresleri
veremeyeceğini söyledi.” dedi Kyu umutsuzca. Young Saeng, Eun Ah ve Kyu; üç
gündür birçok yere gitmişler, grup arkadaşlarını bulmaya çalışmışlardı. Ama
yoklardı. Hiçbir yerde bulamamışlardı onları.



Young Saeng de umutsuzca konuşmaya başladı. “Gittiler… Yoklar… Şimdi bu eski
sokakta gezinmemizin hiçbir manası yok…” O sırada Eun ah yürümeyi bıraktı. “Kim
bilir…” dedi başını yukarı kaldırmış, gülümseyerek bir yere bakarken.



Young Saeng ve Kyu onun nereye baktığını anlamaya çalışıyorlardı. Eun Ah,
ümit dolu bir sesle konuştu. “İçinde bulunduğumuz duruma ne denir?” O sırada
Kyu da Eun Ah’ın gördüğü şeyi görmüştü ve emindi ki Eun Ah’tan daha mutluydu.



Eun Ah’ın sorusuna cevap verdi Kyu. “Şans… Bu duruma şans denir… Hem
de en büyüğünden!”



Eun Ah; Kyu ve Young Saeng’i kolundan tutup baktıkları yöne doğru
çekiştirirken Young Saeng bir şey anlamamıştı ve meraktan çatlayabilirdi. Ancak
iki adım attıktan sonra o da gördü. Bu gerçekten şanstı. Tanrı onları seviyor
olmalıydı.



Karşıdaki biraz eski ve yıpranmış ancak hala sağlam olduğu belli olan
müstakil evin balkonunda durup etrafa bakınan kişi… Jungmin’di…



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



“Ne için geldiniz?” dedi Jungmin sert bir şekilde.



Kyu, Eun Ah ve Young Saeng salonda otururken Jungmin başlarında
dikiliyordu. Kyu konuştu. “Grubumuzu tekrar toparlamak için geldik.”



Eun Ah, Jungmin’i öyle özlemişti ki ona ilk sarılan o olmuştu. Jungmin
onun sarılmasını içtenlikle kabul ederken diğerlerine yapmacık bir çift sarılma
vermişti. “Peh! Grubumuzu toparlamak mı?” dedi Jungmin küçümseyerek. “Artık
‘grubumuz’ diye bir şey kalmadı.”



“Evet, kalmadı…” dedi Young Saeng. “Biz de onun için çabalıyoruz. Ne
grubumuz diye bir şey kaldı ne de birbirimizle ilgili herhangi bir şeyimiz… Biz
5 kişi, tamamen yabancı hale geldik.” Jungmin alaycı ve küçümseyici ifadelerini
bırakmadı. “Tamamen yabancı hale gelmek mi? Yoksa getirilmek mi? Benim hiçbir
suçum yok. Her şey kavga yüzünden oldu ve kavganın tüm sorumluluğu size ait.”



Kyu hala sakindi ve ne söylemesi gerektiğini kafasında tasarlıyordu.
Ancak Young Saeng, Kyu’dan önce davrandı. “Kavgadaki ilk yumruğu atanın sen
olduğunu hatırlatırım.”



Eun Ah’sa konuşmalara dâhil olmuyordu. Sadece Jungmin’e bakıyordu
çünkü şu an karşısında duran Jungmin, farklı biriydi. Eun Ah’ın içinden ona abi
demek gelmiyordu artık. Belki de Jungmin’in Eun Ah’a farklı gelmesinin sebebi
şuydu: Eun Ah Jungmin’den … Ya da neyse, belki de değildi… Eun Ah, bunun
sebebinin Jungmin’den uzaklaşmış olmaları ve artık onun bir yabancı gibi
davranması olduğunu düşündü.



Jungmin, Young Saeng’in en sonki lafına biraz sinirlendi. “Joon, beni
yumruk atmak zorunda bıraktı.”. Eun Ah, yeni bir tartışma olsun istemiyordu ama
bunu söylemezse çatlardı. “Kimse sana Joon oppaya yumruk atmanı söylemedi…”.



Jungmin bu lafları duydu ve yüz ifadesi değişti. Kızgın ve suçlayıcı bakan
Jungmin, mahcup ve hayal kırıklığına uğramış Jungmin’e döndü. Kyu bu konuşmanın
uzayacağını ve herkesi üzeceğini görünce karıştı. “Şu anda konuşmamız gereken
geçmiş değil, gelecek… Bizim ve grubumuzun geleceği… Jungmin, lütfen grubumuzu
tekrar bir araya getirmemize yardım et… Ayağına kadar gelmişken bizi ikinci bir
kez bırakma.”



“İkinci kez mi? Grubu ben mi bıraktım sanıyorsun? Grubum beni bıraktı…
Arkadaşsız, desteksiz, mutsuz, umutsuzca; sadece bıraktı beni grubum… Bense ne
yapacağımı bilemedim ve bu eski evi tuttum.”

“Grubun seni bırakmadı.” dedi Young Saeng. “Sen Joon‘a o yumruğu atarak
yalnızca onun değil hepimizin canını yaktın. Grubumuzun dağılmasına sebep
olacak kavgayı başlattın ve bizi terk ettin.”



Jungmin ne diyeceğini bilemedi. Sadece suçlamaya başvurdu. “Hyun
Joong, benim aylarca özenerek yetiştirdiğim çiçeğimi o hale getirmeseydi,
bunlar olmazdı. Şimdi suçlu o değil de ben mi oluyorum?” Kyu hemen araya girdi.
“Hyun Joong’un bilerek mi yaptığını düşünüyorsun? İstemeden düşürdü ve biraz
bekleseydin özür dileyecekti. Kısa bir süre bekleseydin…”



Jungmin cevap vermedi. Onların yüzlerine bakmıyordu. Gözünü tek bir noktada
sabitlemişti ve kırpmıyordu bile. Eun Ah, Jungmin’e baktığında yavaş yavaş
gözlerinin dolduğunu gördü. Jungmin bir süre durdu ve sonra konuştu.



“Biliyorum… Tüm suç bende…” Eun Ah tüm suçun onda olmadığını
söyleyecekti ama Jungmin fırsat vermedi. “Tüm suç benim…” Biraz duraksadı ve
dolu gözlerinden süzülen bir iki damla yaşla devam etti. “İntihar etmeyi bile
düşündüm… Ben gerçekten… çok üzgünüm… Başından beri tüm suçun bende olduğunu
biliyordum. Özür dilerim. Lütfen…lütfen affedin beni. Sizi çok özledim.”



Jungmin bunları söyledi ve ağlayarak Kyu’ya sarıldı. Sonra da Young Saeng’e.
“Grubuma ihtiyacım var. Ben tekrar SS501 olmayı istiyorum.” Eun Ah düşündü.
Zaten amaçları da bu değil miydi?



‘TEKRAR SS501 OLMAK…”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



“SS501 yokken çok üzücü ve sıkıcıydı. Ben de bu bahçeyi yapmaya karar
verdim. Bu bahçe benim için çok anlamlı. Bazen onlara bizim şarkılarımızı da
çalıyorum. Gerçekten çok beğeniyorlar.” dedi Jungmin şakacı bir şekilde.



Gözleri hala hafif kırmızıydı ama onun dışında eski Jungmin çoktan
buradaydı. Bahçe kapısının kilidini açtı ve cennete benzettiği bahçesini Kyu’ya
Young Saeng’e özellikle de Eun Ah’a göstermek için sabırsızlandı. Bahçenin
kapısı tamamen açıldığında ve bahçe tüm güzelliğiyle karşılarındayken Eun Ah…çok
etkilendi.



Bu…bu bir Japon Gülü bahçesiydi. Etrafta birçok Japon Gülü vardı.
Kimisi saksıdaydı kimisi yerdeki toprakta. Kimisi çoktan büyümüştü kimisi henüz
küçücüktü. Hepsi de kırmızıydı. Kırmızı Japon gülleriyle dolu bir bahçe… Bu
bahçe Jungmin için Eun Ah’ı ifade ediyordu. Hala kalbindeki aşkını… Ama üç ay
öncesine göre daha büyüktü çünkü özlem duygusu da vardı ona eşlik eden…



Kyu ve Young Saeng bu bahçeyi gördüklerinde çok şaşırdılar. Ve çok da
beğendiler. Kyu yapmacık bir endişe takındı yüzüne. “Hey Jungmin! Hani bizimle
gelecektin? Bu bahçeyi nasıl bırakacaksın?” Jungmin güldü ve “Bahçenin canı
cehenneme dostum.” diye takıldı.



Gerçekten de onun için bahçenin hiçbir önemi yoktu şuan. Sonuçta Eun
Ah’a göstermişti. Önemli olan da buydu. Eun Ah bir lider gibi konuştu. “Madem
Jungmin oppa da bizimle gelecek. Bu yeni bir kişi daha demek ve tekrar yemin
etmeliyiz.”



Eun Ah sağ elini ortaya uzattı. Kyu ve Young Saeng hemen anlayıp
ellerini uzattılar ama Jungmin hiçbir şey anlamamıştı. Tabi haklı olarak…
Tedirgince onların yaptığını yaptı ve elini ortaya, Kyu’nun elinin üstüne
koydu. Herkes güldü.



“Şimdi aynı amaca sahip, küçük bir takım olarak; sonuna kadar gideceğimize,
diğerlerini bulana kadar pes etmeyeceğimize ve sonsuza dek sürse bile çabalayacağımıza
söz veriyoruz.”



Kyu, Jungmin’in gözlerine baktı. Hey! Eun Ah’a nasıl bakıyordu öyle! Bir
anda Jungmin, Eun Ah ve Young Saeng bağırınca ödü koptu Kyu’nun:



“SONSUZA DEK SS501!”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



=1 Gün Sonra=



“Of… Yine şansa ihtiyacımız var. Joon ve Hyun Joong oppayı nereden
bulacağız?”

“Ya, onları boş verseniz? Biz böyle mutluyuz.” dedi Jungmin koltukta
uzanıp televizyon izlerken.



Kyu ona kızdı. “Birlikte o kadar vakit geçirmiş, o kadar çok şey yaşayıp
paylaşmış olmamıza rağmen bize nasıl böyle ince, ipince bir bağ ile bağlanmış
oluyorsun anlamıyorum. Halbuki böyle bir durumda o bağın çok kuvvetli olması
gerekirdi…”



Jungmin Kyu’nun uzun uzun konuşacağını anlayınca şakayı kısa tutmaya karar
verdi. “Tamam, tamam! Sadece şakaydı dostum.” O sırada Young Saeng elinde
yiyecek bir şeylerle geldi ve Eun Ah ile Kyu’nun ortasına oturdu.



Herkes gergin ve oldukça düşünceliydi. “Şimdi Joon veya Hyun Joong’un nerede
olabileceği hakkında kimsenin bir fikri yok mu?” dedi Young Saeng. Herkes
susuyordu. Kimse bir şey bilmiyordu. O halde ne yapacaklardı?



Jungmin bir anda heyecanla doğruldu. “Hey! Galiba biliyorum!” Herkes
ona kulak kesildi. Hepsinin kalp atışları iki katına çıkmıştı. Jungmin gıcıklık
yapıyormuş gibi yavaşça konuştu.



“Joon…onun her zaman gittiği bir yer var…senelerdir gittiği bir
bar…hatta…ajansta eğitim alırken…Hyne zaman sıkılsa oraya giderdi…canı
istedikçe de orada çalardı…belki oradaki arkadaşının yanındadır…” Jungmin gülen
yüzünü asık hale getirdi ve geri uzandı. “Ama belki de değildir…”



Eun Ah hemen fırladı. “Jungmin oppa! Saçmalama! Hadi hemen gidelim.
Neresi orası? Hemen götür bizi!” Jungmin şaşırdı.



“Hemen mi?”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



Gündüzleri pek kimsenin olmadığı bara girdiler. Bu bar ünlü sayılabilecek
bir yerdi ve Eun Ah hariç hepsi kılık değiştirmek zorunda kalmıştı.
Tedirginlikle etrafı süzdükten sonra sahnenin karşısında bir yere oturdular.
Sahne boştu. Bar kalabalık değildi. Gündüzdü ve müzik yoktu. Yani sıkıcıydı.



Eun Ah bu gece sahne alacak kişinin prova yapmasını ve o kişinin Joon
olmasını diliyordu. Hatta bunun için dua ediyordu. Eğer şimdi Joon sahneye
çıksaydı Eun Ah farkında olmazdı. Çünkü sırtı sahneye dönüktü. Birçok kez
arkasını dönüp sahneye baktıktan sonra bundan bıktı ve dönüp durmayı bıraktı.



Tam Kyu’ya Joon’un arkadaşını barmene sormalarını veya bunun gibi bir
şeyler söyleyecekken müzik başladı. Yavaş ve duygusal bir müzik… Sonrasında bir
ses şarkıya giriş yaptı. Ve bu duygusal şarkıyla müthiş uyum içindeki ses
Joon’a aitti.



Eun Ah hemen arkasını döndü. Sahnedeki Joon’un diğerlerini tanıyamaması
normaldi. Eun Ah’ı tanırdı. Ama arkasını döndüğünde anladı ki Joon’un onları
tanıyamama sebebi kılık değiştirmeleri değildi. Joon kendini şarkıya öyle
kaptırmıştı ki gözlerini açmıyordu.



Eun Ah, Kyu’ya dönüp “Kyu oppa, şimdi ne yapacağız?” diye sorduğu
sorusuna “Bekleyeceğiz.” cevabını almış olmasına rağmen saçma bir şey yapmak
istedi. Diğerlerinin anlamaz bakışları arasında sahneye çıktı.



Joon sahne ortasındaki bir sandalyede gitarıylaydı ve hala gözleri kapalı
bir şekilde şarkı söylüyordu. Eun Ah şarkının bitmesini beklerken eğilmiş ve
Joon’a iyice yaklaşmıştı. O hala aynı Joon mu diye suratını incelerken Joon
şarkısını bitirip gözlerini açtı ve neredeyse sandalyeden düşüyordu.



Karşısında Eun Ah’ı görünce, hele ki o kadar yakından görünce çok
şaşırmıştı. Güçlükle dengesini sağlarken düşmek üzere olan gitarını da zar zor
tutmuştu. Karşısındaki Eun Ah’a baktı ve gülümsedi. Ancak sahnenin aşağısındaki
kılık değiştirmiş abilerini tanıyınca gülümsemesi söndü.



Hyun Joong yoktu ama Jungmin, Kyu ve Young Saeng oradaydı işte. Aylardır
özlediği abileri oradaydı. Şimdi ne yapmalıydı Joon? Hala kimin ne tepki
vereceğini bilmiyordu. Onların ne amaçla geldiklerini bilmiyordu. Onların da
Joon’u, Joon’un onları özlediği kadar özleyip özlemediğini hiç bilmiyordu.



Ve merak ediyordu. Üç aydır grubuna duyduğu özlemle yazdığı şarkıları
beğenip beğenmeyeceklerini merak ediyordu. Eun Ah’a sarılırken hepsini merak
ediyordu.



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



“Nasıl yani? Şimdi siz yeniden bir grup musunuz?” dedi Joon şaşkınlıkla. Eun
Ah hemen cevap verdi. “Joon oppa! Tabi ki hayır! Sen ve Hyun Joong oppa yokken
nasıl bir grup olabilirler? Sadece öyle olmak istiyorlar. Size ihtiyaçları
var.”



Bardaki masada oturuyorlardı ve Jungmin, Kyu ve Young Saeng kılık
değiştirmiş olduklarına şükrediyorlardı. Yoksa bara giren az kişiler sadece
Joon’a değil kendilerine de “Lütfen bir imza!” diye bağırırlardı.



Young Saeng ve Kyu, Eun Ah’ın dediklerini başlarıyla onayladılar. Joon
onlara baktı ve gülümsedi. ‘Yeniden SS501 olmak…’ Kim istemezdi ki bunu!



Ama Jungmin… Jungmin kötüydü… Joon hala ondan çekiniyordu ve Jungmin
gülümsemiyordu. Kyu ve Young Saeng gibi Eun Ah’ı onaylamamıştı.



Joon, Jungmin’le konuştuğunda yeniden bir yumruk yiyip yemeyeceğini düşündü.
Yemezdi herhalde? “Jungmin hyung, sen…?”

‘Sen ne düşünüyorsun?’ diye tamamlayacaktı ki vazgeçti. Jungmin’in vereceği
tepkiden korkarak yarım bıraktı cümlesini. Ama Jungmin anladı ve tamamladı.
“Ben…sadece pişmanım.” İşte bu söz Joon’un tüm endişelerini yok etti.



“Peki Hyun Joong hyung nerede?” dedi Joon tedirgince. Kyu cevap verdi.
“Bilmiyoruz.” Eun Ah üzgünce konuştu. “Acaba şimdi nerede ve bizi özlemiş
midir?”. Young Saeng cevap verdi. “Deli misin? Tabi ki özlemiştir.”

“Hatta bizi gördüğü an üstümüze atlar.” dedi Jungmin kendinden emin bir
şekilde. Ama aslında emin değildi. Hyun Joong sarılmak için mi yoksa herhangi
birini dövmek için mi üstlerine atlardı hiç bilmiyordu.



“Ah! Sıkıldım artık bu işten! Yine mi kimse bir şey bilmiyor.” diye
isyan etti Eun Ah. Jungmin teslim olur gibi ellerini kaldırdı. “Benden bir şey
beklemeyin. Hiçbir fikrim yok.”

“Ne yapacağız?” diye ortaya konuştu Young Saeng. Ama kimse cevap
vermedi.



Joon düşünceli bir şekilde kalktı ve barın arka tarafından elinde küçük bir
kağıtla döndü. Herkes onu dinliyordu. “Hyun Joong hyung ayrılmadan önce yanıma
gelip nereye gideceğimi, nerede kalacağımı sordu. Arkadaşımla kalacağımı
söyleyince güvenli olup olmadığından emin misin, dedi. Grubun en küçüğü
olduğumdan benim için endişelendiğini söyledi…”



Kyu lafını böldü. “Sanırım Hyun Joong boşuna lider olmamış.” Herkes onayladı
ve Joon devam etti. “Bana bu kağıdı verdi. Yeni telefon numarası… Ne zaman
ihtiyacın olursa ara demişti. Gittiği yerin adresi de yazıyor. Yüksek ihtimal
burada olurum, dedi.” Eun Ah heyecanlandı. “Oley! Oley! Hyun Joong oppayı da
bulduk!”



Herkes gülüp sevinirken Joon gülmüyordu. “Bence o kadar sevinmeyin
çocuklar.” dedi ve kağıdı uzattı. Kağıttaki adresi gören hepsinin yüzü düştü.



Ne yani, Hyun Joong şimdi ta Türkiye’ye mi gitmişti?



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



“Of, bu kılık değiştirme işi sıktı beni.” dedi Jungmin rahatsız bir şekilde
etrafa bakarken. Kyu cevap verdi. “Biz de bu saçma sapan aksesuarlarla gezmeye
can atmıyoruz. Biraz sabret. Az sonra uçağa bineceğiz.”



Eun Ah en rahatlarıydı. Abisine baktı. “Oppa, orada sizi tanıyan yok mu?”
Young Saeng güldü. “Türkiye mi? Zannetmiyorum Eun Ah.” Havaalanının kapısından
girerken Joon da konuştu. “Türkiye’de de hayranı olacak kadar ünlü bir grup
olduğumuzu düşünmüyorsun herhalde?”



Eun Ah güldü. “Neden olmasın?” Kyu’nun “Muhabbetinizi böldüğüm için üzgünüm
ama uçak kalkmak üzere. Çabuk olmazsak…” demesine bırakmadan Jungmin kolundan
tuttu ve koşmaya başladı. “E o zaman ne konuşuyorsun!”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



=10 saat sonra=



Sonunda uçaktan indiler. Havaalanına girerken Eun Ah kendi kendine
şükrediyordu. Uçakta yeniden yemin etmeyi hatırlamıştı ve işi garantiye
almıştı. Herhangi biri vazgeçecek olursa hemen bu yemini hatırlatabilirdi.



Havaalanının çıkış kapısına ilerlerken tuhaf aksesuarlarını çoktan çıkarmış,
kendileri olmuşlardı. Türkiye’de hayrana sahip olmadıklarına şükrediyorlardı.
Ama şimdi ne yapacaklardı? İstanbul’da olduklarını biliyorlardı ama
bulundukları havaalanının İstanbul’un neresinde olduğu hakkında hiçbir fikirleri
yoktu. Üstelik etraftaki insanların konuştuklarından da hiçbir şey
anlamıyorlardı. Hiçbiri Türkçe bilmiyordu.



Sırt çantalarını alıp havaalanından çıktılar. Planları bir taksiye binmek,
taksiciyle İngilizce anlaşarak ellerindeki kağıttaki adrese gitmekti.



Bir anda arkalarında bir çığlık duydular. Bir kız “Jungmin!” diye
bağırıyordu. Arkalarını döndüklerinde bu kişinin genç bir Türk kızı olduğunu ve
kendilerine doğru koşmakta olduğunu gördüler. Hiçbir şey anlamayıp öylece
durdular.



Kız koştu, koştu ve Jungmin’e sarıldı. Jungmin’in eline, koluna, bacağına,
omuzlarına ve yüzüne dokundu. Jungmin kızın yüzüne baktığında ağladığını gördü.
Bu kızın deli hastanesinden kaçmış bir deli olduğunu düşündü. Ama ismini nasıl
bilmişti?



Eun Ah hemen Jungmin’in yanına geçti ve Türk kızıyla İngilizce konuştu.
“Affedersiniz ama siz kimsiniz?” derken kız diğer üyelerin de üstüne atlamıştı
ve hala ağlıyordu. Kyu, havaalanından güvenlik çağırıp çağırmamak konusunda
kararsız kaldı.



Türk kızı ağlaya ağlaya cevap verdi Eun Ah’a. “Ben…ben bir TripleS’im! Ben
bir SS501 hayranıyım!” Bunu duyunca hepsi çok şaşırdı. Türk bir hayran mı? Bu
Jungmin’in ve diğerlerinin tahmin edemeyeceği bir şeydi.



Jungmin İngilizce sordu. “Sen bizi nereden biliyorsun?” Kız bağırarak cevap
verdi ve tekrar Jungmin’e sarıldı. “İnternetten!” Sonra hızlı hızlı konuşmaya
başladı. “Sadece ben yokum. Türkiye’de SS501 hayranı çok fazla. Hatta
Türkiye’de en çok hayranı olan Koreli müzik grubu SS501…”



Kız dördüne de tekrar dokundu. “Siz…siz gerçeksiniz…” Young Saeng kızı tatlı
buldu ve gülümsedi. Yaklaşıp kızın gözyaşını sildi. “Madem sen de bir
TripleS’sin. O zaman bizim için çok değerlisin.” Kız bunu duyunca daha
çok ağlamaya başladı.



“Biliyorsun bizim grubumuz ayrıldı.” Kız bunu duyunca ağlamasına
hıçkırıklar karıştı. Geçen insanlar merakla onlara bakıyordu. Kyu devam etti.
“Grubumuz ayrıldı ama biz yeniden SS501’ız.”



Kız ağlamasını durdurmaya çalıştı. “Nasıl yani? Ama ajansınız?”

“Ajansın henüz bir şeyden haberi yok. Hyun Joong’u da bulacağız ve
tekrar bir grup olacağız. O burada. Türkiye’de.”



Kızın gözleri büyüdü ve ağlaması tamamen geçti. Burnunu çekerek etrafa
bakmaya başladı. “Hani? Nerede? Hyun Joong nerde?” Kyu kendi etrafında dönen
Türk kızını omuzlarından tuttu. “Burada değil.” Cebindeki kağıdı çıkarıp kıza
uzattı. “Burada.”



Kız kağıttaki adrese baktı. Jungmin gülümsedi. “Evet adını bilmediğimiz kız,
bizim tekrar SS501 olmamıza yardım etmek ister misin?” Kız, Jungmin’e
döndü. “İyi ama benim bundan ne çıkarım olacak?” Diğer beş kişinin gülen yüzü
asıldı. Bu nasıl bir hayrandı böyle?



Türk kızı bunu gördü ve kahkahalara boğuldu. “Şakaydı tabi ki! Şaka!”
Diğerleri de zorla gülümsedi. “Kötü bir şaka.” Dediler hep bir ağızdan. Kız
gülmeye devam etti. “Peki, sizi buraya götüreceğim ama bir şartım var.”



Diğer beşi yine şaşırdılar. Jungmin hala bu kızın deli hastanesinden
kaçtığını düşünüyordu. “Sizi bu adrese götüreceğim ama Türkiye’de konser
vereceğinize söz vereceksiniz.”



Hepsi güldü. Bu kızı sevmişlerdi. Biraz tuhaftı ama iyi bir kıza benziyordu.
“Söz!” dediler hep bir ağızdan. Kyu konuştu. “Tamam, sen bizim Hyun Joong’u
bulmamızı sağla. Eğer yeniden SS501 olursak söz veriyoruz.”



Kız güldü ve geçen taksilerden birini durdurdu. Taksiye sığmaya
çalışırlarken kız konuştu. “Bu arada Jungmin oppa, adım Bilge. Zeynep Bilge.”
Hepsi gülerek elini uzattı. “Memnun olduk Zeynep Bilge!”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



Zeynep Bilge tüm yol boyunca zorla şarkı söyletmişti onlara. Gerçi fazla da
zorla olduğu söylenemezdi. Çünkü birlikte şarkı söylemeyi o kadar özlemişlerdi
ki bu da onlar için bahane olmuştu.



Sonunda taksi durdu ve indiler. Parayı Zeynep Bilge ödedi. Young Saeng bu
kızın gerçekten iyi birisi olduğunu düşünüyordu.



Jungmin eski binaya baktı. “Bu eski bina mı?”

“Evet. Burası Marmara Hukuk Üniversitesi. Türkiye’nin en iyi
üniversitelerinden birisi ve ben gelecek sene buraya gelmek istiyorum.” dedi ve
SS501 düşündüğünde daldığı hayaller gibi hayaller daldı Zeynep Bilge.



Young Saeng bu komik kıza bakıp güldü. Uzakdoğulu görmek etraftaki birkaç
kızın dikkatini çekmişti. Zeynep Bilge onlara zorla kılık değiştirttiğine
şükretti. Yoksa şimdiye etrafları sarılmış olurdu.



Yavaşça fısıldadı. “Emin olun, eğer kılık değiştirmemiş olsaydınız etrafınız
kızlarla çevrili olurdu. Burada sizi bilen birçok kişi var.” Joon sırıttı ve
gözlüğünü çıkarttı. Eun Ah hemen atıldı ve gözlüğünü geri taktı. “Deli misin!”



Zeynep Bilge önden yürürken konuşuyordu. “Açıkçası Hyun Joong oppanın
bu üniversitenin adresini vermiş olması çok şaşırtıcı. Çünkü onun burada olması
mümkün değil.”.



Jungmin şaşırdı. “E o zaman neden burayı verdi adres olarak?”



Joon cevap verdi. “Herhalde burada yaşayacak hali yok. Bana bu notu
verdiğinde Türkiye yazısını görmüş ve Hyun Joong hyunga nerede kalacağını
sormuştum. O da bana Türkiye’de okuyan bir arkadaşı olduğunu onunla kalacağını
söylemişti. Ve bir sürü şey daha söyledi. Belki Türkçe öğrenip burada kalırmış.
Arkadaşının yardımıyla burada bir üniversiteye girip okumayı düşünüyormuş falan
filan. İşte burası da o arkadaşının okuduğu yer.”



“İyi ama şimdi o arkadaşını nerden bulacağız?” dedi Kyu. Zeynep Bilge
kurnazca bir bakış attı etrafa. Elini Kyu’ya uzattı ve kağıdı istedi. Cebinden
telefonunu çıkardı. “Bu telefon numarası buraya süs olsun diye yazılmamıştır
herhalde.” derken numarayı tuşladı.



Joon’a dönüp sordu. “Tanımadığı numaraları da açar mı?” Joon sırıttı. “Her
türlü.”

“O zaman işimiz kolay.” dedi Zeynep Bilge. “Arıyorum. Açacak ve senin
sesini duyacak. Ona Marmara Üniversitesinde olduğunu ve dayak yemiş olduğunu
söyleyeceksin. Hemen yardımının gerektiğini falan uydur bir şeyler.”



Young Saeng, Zeynep Bilge’ye hayran kaldı. Böyle bir durumda onun aklına bu
tip bir şey gelmezdi. Jungmin’se Zeynep Bilge’nin deli olduğunu düşünmekten
vazgeçmişti. Hatta ona göre Zeynep Bilge dünyanın en zeki kızıydı şimdi.



Eun Ah güldü ve Zeynep Bilge’ye sarıldı. “Çok zekisin! Ve çok iyisin!
Teşekkürler! Teşekkürler!” Joon’sa çoktan arama tuşuna basıp Hyun Joong’un
açmasını beklemişti. Sonunda Hyun Joong açtı. “Alo.”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3 <3 <3



“Size inanamıyorum! Nasıl korktum biliyor musunuz! Ne yapıyorsam anında
bıraktım ve koşa koşa geldim!”



Hepsi neredeyse kimsenin olmadığı küçük bir parktaydılar. Hyun Joong bankta
oturmuş arkadaşlarına bağrıyordu. Zeynep Bilge ise Korece konuştuğu için pek
bir şey anlamıyordu.



Yavaşça eğildi ve Eun Ah’a sordu. “Ne diyor?” Hyun Joong, Zeynep
Bilge’ye dönüp Türkçe konuştu. “Ben sana bir şey demiyorum.” Zeynep Bilge çok
şaşırdı ve bağırdı. “Sen Türkçe biliyor musun!” Hyun Joong İngilizce cevap
verdi. “Üç ayda çok az öğrenebildim.” Ama yine de gülmüyordu. Hala çok kötü
bağırıp kızıyordu.



Korece bağırmaya devam etti. “Nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirsiniz!
Koşarken öleceğimi sandım! Çok korktum!”



Jungmin sonunda dayanamadı ve o da bağırdı. “Düşüncesiz olan biz miyiz sen
misin? Bizi bıraktın ve ta Türkiye’ye gelmişsin!”



Hyun Joong şaşkın bir şekilde Jungmin’e baktı. “Senin bana bunu söylemeye
hakkın yok!”



Joon araya girdi. “Hyung, o zaman ben söylüyorum. Asıl düşüncesiz olan
sensin. Bizi bıraktığın yetmezmiş gibi bir de Türkiye’ye geldin. Evet, burada
seni suçlaması gereken son kişi benim çünkü ayrılırken bile benimle çok
ilgilendin ama yine de… yine de bizi bıraktın.”



Hyun Joong cevap verdi. Ben mi bıraktım?” Joon devam etti. “Bana bu
adresi verirken ‘Hadi diğerlerini de bulup yeniden SS501 olalım!’ demeni o
kadar çok bekledim ki!”



Hyun Joong şaşırdı. Kyu konıuştu. “Tamam, hiçbiriniz suçlu
değilsiniz. Tüm suç bende. Lütfen birbirinize bağırmayı kesin.” Eun Ah abisine
“Hayır sen suçlu değilsin. Asıl suçlu olan benim.” deyince tüm dikkatler onda
toplandı. SS501 grubu Eun Ah’a teselli edercesine bakarken ortam yumuşuyordu
ancak Hyun Joong buna izin vermedi.



“Siz…siz neden geldiniz buraya!” Eun Ah’ın gözleri dolmaya başladı.
Young Saeng cevap verdi. “Geldik çünkü grubumuzu tekrar bir araya getirmeye
çalışıyoruz. Ve sana kadarki olan kısmınsa gayet başarılıyız.”



Jungmin, Hyun Joong’un da kendisi gibi yumuşayacağını düşündü ve
duygusal bir sesle konuştu. “Lütfen Hyun Joong.. Yeniden SS501 olmamıza izin
ver ve bizimle gel.”



Zeynep Bilge hala bir şey anlamıyordu ama SS501 grubunun ifadeleri
öyle duyguluydu ki her an ağlayabilirdi. Herkes Hyun Joong’dan yumuşak bir
hareket beklerken Hyun Joong yine bağırdı.



“Hayır! Ben istemiyorum! Sizin gibi bir grup istemediğimi daha önce de
söylemiştim. Ayrılırken hiç kimse bana gitme demedi. Ben böyle bir grup
istemiyorum.”

“Hyun Joong…” Hyun Joong lafının bölünmesine izin vermedi. “Hem ben
sizi unuttum. Artık burada yeni bir yaşamım olacak. Müziği bıraktım
artık!”

Eun Ah eğik başını Hyun Joong’a doğru kaldırdı. “Yapamazsın..” Hyun
Joong, Eun Ah’a böyle davranmayı hiç ama hiç istemese de bağırdı.



“Hayır! Yaparım! Hatta yaptım bile! Artık benim için SS501 yok! Park
Jungmin, Kim Kyu Jong, Heo Young Saeng, Kim Hyung Joon yok! Kim Eun Ah yok
benim için! Müzik! Müzik hiç yok!” dedi ve ağlamak üzere olduğunu hissetti.



Ama o hemen ağlayanlardan değildi. Gerekirse bir ömür bile tutabilirdi
ağlamasını. Eun Ah’ın ağladığını görünce kalbi yumuşadı Hyun Joong’un.



Kyu hemen kardeşinin yanına geçti ve ona sarıldı. “Ağlama, üzülme…” Eun Ah
ağlamaya devam etti. Jungmin de Eun Ah’ın diğer tarafında oturuyordu. “Eun Ah,
gidelim mi?” diye fısıldadı kulağına. Normalde bunu yapmaması gerekiyordu ama
Eun Ah evet manasında başını salladı.



Yeminleri geldi aklına ama… Hyun Joong böyle davranırken ne önemi vardı ki!
Eun Ah’ın kalbi çok kırılmıştı.



Zeynep Bilge Eun Ah’ın bu halini gördü ve ona sarıldı. Sarılırken
kulağına İngilizce fısıldadı. “Ne olduğunu hiç anlamadım.” Eun Ah hafifçe güldü
ağlarken. Zeynep Bilge’ye cevap verdi. “O bizi reddediyor. Biz de gidiyoruz.”



Zeynep Bilge bir anda ayağa kalktı. İngilizce bağırmaya başladı. “Ne! Hyun
Joong oppa! Sen! Neden böyle yapıyorsun!” Hyun Joong tanımadığı bu kıza
bağıracak değildi ve bir TripleS olduğunu az önce öğrenmişti.



Young Saeng kalktı ve Zeynep Bilge’nin omzundan tuttu. “Boş ver.” dedi.

“Biz verdiğimiz yeminleri de unutup gidiyoruz.”



Zeynep Bilge’nin gözleri doldu. “Ne yani? Şimdi SS501 yok mu?” Hyun Joong
“Yok!” diye bağırdı ve karşıdaki çalıların arasında gözden kayboldu.



Hepsi ayağa kalktı. Eun Ah Zeynep Bilge’ye sarılırken o Jungmin’e sarılmaya
uğraşıyordu. Sonunda sarılmaları bitti ve Zeynep Bilge ağlamaya başladı.



“Ne yani! Şimdi konser yok mu!” Young Saeng ister istemez güldü.
Yavaşça Zeynep Bilge’ye sarıldı. “Yapabileceğimiz bir şey yok deli Türk kızı…”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



Sonunda Hyun Joong’u bulmuştu Zeynep Bilge. Çalıların arasında oturuyordu ve
tam da tahmin ettiği gibi ağlıyordu.



Hyun Joong’un yanına oturdu ve ona kızdı. “Seni aptal şey! Ayağına
kadar gelmişler! Ve sen nasıl oluyor da…!”



Hyun Joong gözünü sildi. “Aptal sensin! Ona mı ağladığımı sanıyorsun! SS501
umurumda değil!”



“İnandığımı mı zannediyorsun!”

“İnanmazsan inanma! Ben Eun Ah’ı ağlattığıma üzülüyorum!”



Zeynep Bilge buna inanıp inanmamak konusunda kararsız kaldı. “Aptal…”
diye söylendi. “Sen ne biçim bir yalancısın. SS501’ın umurunda olmadığına nasıl
inanabilirim!”



“İnanma! Ama öyle işte! Ben artık istemiyorum SS501’ı.”

“Sen kimi kandırıyorsun!” Zeynep Bilge sakinleşmeye çalıştı. “Tamam.
Taksiye bindirdim. Havaalanına doğru gidiyorlar şimdi. Kore’ye gidecekler. Ve
senin yüzünden SS501 grubu yeniden bir arada olamayacak. Ve Türkiye’ye de
konsere gelemeyecek!”

“Umurumda olmadığını söyledim ya!”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



=10 Saat Sonra=



Omzuna yaslanmış uyuyan Eun Ah’ı nasıl uyandıracağını şaşırdı Kyu. Uçak
sonunda Kore’ye inmişti ve Eun Ah yolculukta ağlamaktan bir hal olmuştu.



Hyun Joong’un söylediklerini hatırladı ve ondan nefret etmek istedi
Kyu. Ama olmuyordu işte. Hyun Joong’dan nasıl nefret edebilirdi ki! Sadece Hyun
Joong’dan değil hiçbir SS501 üyesinden nefret edemezdi. Ne yaparlarsa
yapsınlar… Gerçi artık SS501 diye bir şey olmadığına göre SS501 üyesi diye bir
şey de olamazdı.



Young Saeng gözünü açtı ve uçaktakilerin ayaklanmış olduğunu gördü. Kore’ye
inmiş olmalılardı. Önündeki koltuğa baktı. Kyu, Eun Ah’ı uyandırıyordu.
Sağındaki ve solundaki koltuklarda uyuyan Joon ile Jungmin’i uyandırdı Young
Saeng.



Yüzlerinde gülümsemekle ilgili hiçbir ize rastlanmayan arkadaşlarına baktı
ve o da Hyun Joong’dan nefret etmek istedi ama olmuyordu. Zeynep Bilge geldi
aklına. Ne komik kızdı.



Young Saeng ileriki zamanlarda Türkiye’yi gezmeye gitmeyi kafasının bir
kenarına not aldı. Ve tabi ki Zeynep Bilge’yi bulmayı da... Jungmin uykulu
sesiyle konuştu Young Saeng’i hafifçe iterken. “Hadi dostum. Eve gitmek
istiyorum. Çabuk ol.”

“Daha öndekiler inmemiş. Her yer sıkış tıkış.” dedi ve tekrar oturdu
Young Saeng. Jungmin ve Joon da oturmak zorunda kaldılar. O sırada yukarıdan
Young Saeng’in kucağına birkaç çöp düştü. Ve Jungmin’le Joon’unkine de.



Üçü birden oturdukları koltuktan başlarını yukarı kaldırdıklarında
tepelerinde iki kişi gördüler. “Yolculuk nasıldı?” dedi Zeynep Bilge kekten bir
ısırık daha alıp onun çöpünü de Young Saeng’in kucağına bırakırken.



Uçakta Young Saeng, Joon ve Jungmin’in oturduğu koltukların arkasındaki
koltuktaydı. Ayağa kalkmış Young Saeng’in üstüne eğiliyordu.



Young Saeng şaşırdı. Jungmin daha çok şaşırdı ve ani bir hamleyle ayağa
kalktı. Ancak onun da arka koltuktan üstüne eğilen biri vardı ve kafaları
çarpıştı. Hyun Joong acıyan kafasını tutarken yüzünü ekşitti. “Jungmin, sen
yeniden kavga mı istiyorsun?”



<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
<3



TRT ve MBC’nin ortak haberi:



“6 ay önce ayrılan SS501 grubu 2.5 ay önce tekrar bir araya geldi ve bir
basın toplantısında bir daha asla ayrılmamak için yemin ettiler.



Grup lideri Hyun Joong ‘Grubumuz birbirine eskisinden daha bağlı.
Hayranlarına da… Artık ayrılık yok. Biz birbirimiz ve hayranlarımız için,
sonsuza dek, SS501’ız.’ dedi.



Jungmin, Kyu’nun kız kardeşiyle bir ilişkisi olduğunu açıklarken ‘Emin olun
bu, hayranlarıma olan sevgimi hiç etkilemeyecek. Beni ve grubumu sevmeye devam
edin!’ dedi ve hayranlarının tepkilerine bakılırsa Jungmin, eskisinden daha çok
seviliyor.



Yeni albümlerinin birçok ödül alması grubu çok sevindirdi. Hayran kitlesi
tüm dünyaya yayılan grubun üyelerinden biri olan ve son albümdeki şarkıların
çoğunun sözleri kendisine ait olan Joon, bu şarkıları nasıl yazdığı
sorulduğunda ‘Ben sadece ayrılığımızdaki özlemimden yardım aldım. Benim
ilhamım, kendi grubum oldu ve bu kadar başarılı olacağını tahmin etmediğim
şarkıların çok sevilmesi, beni ve grubumu fazlasıyla mutlu etti.’ dedi.



Dün, İstanbul’da verilen konser çok başarılıydı ve SS501 grubunu izlemeye
gelenlere nasıl bir konser olduğunu sorduğumuzda ‘Ne Justin Bieber’iymiş ya!
SS501 en iyisi.’ gibi cevaplarla da karşılaştık.



Gruba Türkiye’de konser vermeye nasıl karar verdiklerini sorduğumuzda
‘Buradaki hayralarımıza sevgilerinin karşılıklarını vermek istedik.’ cevabını
aldık.



Grup Türkiye’de bu kadar çok hayranları olduğunu nasıl öğrendiklerini
konserlerinde Türkçe anlattılar.



Gruptaki en iyi Türkçe konuşan kişi olan Young Saeng konserde şunları
söyledi. ‘Beni Türkiye’yle tanıştıran ve Türkleri sevmemi
sağl<><><><><><><><><><><><><>
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» [YARIŞMA] My Bigbang
» [YARIŞMA] Kurtarıcı Meleğim
» [YARISMA] Mezuniyet Elbisesi
» [YARIŞMA] Soyut Sevgi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: