Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARISMA] Mezuniyet Elbisesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARISMA] Mezuniyet Elbisesi Empty
MesajKonu: [YARISMA] Mezuniyet Elbisesi   [YARISMA] Mezuniyet Elbisesi Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:32 pm

Gamze Ilhan



Mezuniyet Elbisesi



"İnanamıyorum, harika! Harika!" diye mırıldandım sağ yanı kat kat
aşağıya inen sol yanı ise yarıda bırakılan, alt tarafı ve straplez kesimi
taşlarla süslenmiş olan elbiseye bakarken. Evet evet! Mezuniyet elbisem bu
olmalıydı! Kesinlikle bu olmalıydı diyerek kapısı ışıklarla süslenmiş mağazaya
girdim. Kısa tatilimde mezuniyet elbisemi bulmuş olarak ülkeme geri dönmek
harika olacaktı. Girdiğim mağazadaki görevliye seslendim;

"Bakar mısınız? Şu vitrindeki lacivert elbise... Deneyebilir
miyim?"

Görevli yanıma yaklaştı, beni baştan aşağıya şöyle bir süzüp geri çekildi.

"Uygun bedeni bulmaya çalışacağım. Biraz bekler misiniz?" diyerek
aşağı kata indi.

Bense bu sırada elimi çalan telefonuma götürdüm. Arkadaşım Asya arıyordu.

"An nyeong ha se yo!"

"Ahh Gamze! Korece bilmediğim halde bana çektirdiğin bu eziyet niye?
Öğrenemiyorum işte!"

"Tamam tatlım tamam, merhaba!"

"Benimle lütfen Türkçe konuş, her neyse. Ne yapıyorsun bensiz
oralarda?"

"Yalan söyleyemeyeceğim, çok eğleniyorum, hatta alışverişteyim.
Özellikle belirtmek isterim; şuan karşımda öyle bir elbise duruyor ki...
Anlatamam! İstanbul'a geldiğimde göreceksin kelimelerin kifâyetsiz
kaldığını."

"Zaten ben elbiseyi değil seni ve babanı merak etmiştim, baban
nasıl?"

"Nasıl olabilir? Annemden ayrılmasının şokunu hala atabilmiş değil.
Kenki kendine saranghae Serpil, saranghae deyip duruyor."

"Ne diyor ne?" diye sordu Asya, korece bilmemesi gerçekten
kötüydü.

Bana doğru yaklaşan görevlinin elinde tuttuğu mükemmel lacivert elbiseye
baktım, benim olması gereken elbiseye.

"Gamze? Orda mısın? Bak endişeleniyorum. Hey neler oluyor?"
Asya'nın sesiyle karşımda duran elbisenin içine girmiş olduğum hayalime son
verip Asya'ya cevap verdim.

"Özü... Özür dilerim... Bir şey yok. Ben seni birazdan
arayacağım." dedim hızlıca ve telefonumu kapattım.

Hemen deneme odasına gidip benim olması gereken elbiseyi denedim. Tam
bedenime göre olmuştu. Vücut hatlarım çok belirgindi, abiye olmasına rağmen
yaşımıda fazla büyük göstermemişti. Kesinlikle bu elbise benim olmalıydı.
Aynadaki görüntümü şöyle bir süzdükten sonra elbiseyi çıkardım ve özenle
askısına asıp deneme odasından elimde duran elbiseyle birlikte ayrıldım.
Babamın verdiği kredi kartını çıkarmaya hazırlanırken elbisenin ne kadar
olduğunu sormayı akıl edemediğim aklıma gelmişti. Hızla kasaya doğru ilerlemeye
başladım, cüzdanımı kurcalayan ellerimi saçlarıma götürdüm ve önüme düşen bir
tutam saçı kulağımın arkasına iliştirdim. Birden ani bir sarsıntıyla durdum.
Birine çarpmıştım.

"Özür dilerim." dedi ince bir erkek sesi, kafamı yukarı kaldırdım.

"Önemli değil" dedim titrek bir sesle. Neydi bu şimdi? Neden bu
çocuğu gördüğümde sesim böyle titremişti? Her neyse! Sağa doğru geçtim ve
kasaya ilerlemeye devam ettim. Hala az önceki şoktan kurtulamamıştım, yüzünü ve
sesini tanıdığımı sandığım bu çocuk? Kim olabilirdi? Unut gitsin!

Sonunda kasaya varabilmiştim.

"Özür dilerim hanımefendi, sizi biraz bekleteceğim" dedi ve eline
bir kağıt ve kalem alıp yanımdan uzaklaştı. Az önce çarpıştığım çocuğun yanına
gitti ve elindeki kalem ve kağıdı uzattı, çocuk onaylarcasına başını salladı,
kalem ve kağıdı alarak bir şeyler karaladı ve uzaklaşarak erkek reyonuna doğru
ilerledi. Görevli ise yeniden kasaya geçmişti.

"Affedersiniz? Az önceki çocuk...?"

"Çocuk mu? Aigooo... Bayan siz nerede yaşıyorsunuz? O çok ünlü biri,
herkes ona hayran. Ve şimdi o bizim mağazamızda, inanamıyorum!"

"Evet haklısın, burada yaşamıyorum. Her neyse o...Kim peki?"

"Ss501 üyesi Kim Hyun Joong" diyerek elimde tuttuğum elbiseyi aldı
ve etiketiyle bir şeyler yaptıktan sonra konuşmasına devam etti.

"6,870,661.50 Won"

"Ne??" diye bir çığlık attım Türkçe olarak. 6,870,661.50 Won
yaklaşık 10.000 Türk Lirası demekti.

"Üzgünüm bayan sizi anlayamıyorum."

Henüz şokun etkisinden çıkamamıştım, bu elbiseyi almasam olmazdı ama
alsam... Babamı bu duruma sokamazdım, yani her ne kadar istediğim kadar
harcayabileceğimi söylesede ben bir elbiseye bu kadar para veremezdim.

"Öz.. Özür dilerim almayacağım, belki daha sonra."

"Ama bayan... Çok güzel bir elbiseydi, tek üretimi var ve bizzat
tasarımcının elinden geçmiş bir parça... Dünyanın dört bir yanını gezseniz bu
elbise gibi bir parça bulamazsınız."

Lanet olsun, evet başka hiçbir yerde bulamayacağımı biliyordum!

"Üzgünüm, bunu almak için yeterli param yok." Fısıldayarak
konuşmuştum.

"Peki bayan, sizi zor durumda bırakmak istemeyiz." dedi ve tekrar
kasadan ayrıldı, koşuyordu. Sanırım az önceki çocuğun yanına gidiyordu.

Bozulmuş olan moralimle birlikte mağazadan hızla ayrıldım, kendimi Seoul'ün
sokağına bıraktım, boş boş geziyordum. Vitrinlere bakma telaşım yoktu; çünkü o
elbiseye fena halde kafayı takmıştım.

İlerde duran bir banka oturdum ve yorgunluğumun geçmesi için dinlemeye
çalıştım.

" O elbiseyi ne olursa olsun almalıydım, bir iş bulsam?"

" Ah! Hadi ama Gamze, 2 hafta içinde geri döneceksin sen. Bitirmen
gereken bir okulun ve o elbiseyle gitmen gereken bir mezuniyet partin var
senin! " diye konuşuyordu içimdeki ses.

"Sen bir sussana!" dedim yüksek sesle. Sonra etrafıma şöyle bir
bakınmaya başladım beni kimsenin duymamış olmasına dua ederek. Ama tam bu
sırada önümden geçen biri durdu, gözlüğünü yavaşça aşağıya indirdi. Ama'n
Tanrım! Bu o! Sesimin titremesine sebep olan kişi!

"Pardon?" diye konuştu.

Birden gözlerimi kırpıştırdım ve konuşma gereksinimi duyarak ağzımı açtım.

"Önemli değil. Şey... Sanırım ben deliriyorum. Kendi kendimle
konuşuyorum da"

"Öyle mi? Bende bunu çok yapıyorum, o zaman ben de deli
olmalıyım."

"Sanırım öylesin" dedim aniden. Ne? Ne demiştim ben? Nasıl olurda
onun gibi bir stara böyle bir şey derdim.

"Haklısın" dedi ve oturduğum banka oturdu.

"Yabancısın heralde."

"Neden?"

"Çekik gözlü olmaman diyebilirim mesela."

Ben gerçekten deliydim ya. Saçmaladığım bir bu konu kalmıştı, ama hemen
toparladım, yada öyle sanmıştım.

"Çekik gözlü olmayan biri burada yaşamaya gelmiş olamaz mı?"

"O zaman yabancı oluyorsun işte." dedi ve mükemmel sesiyle kısa
bir gülücük attı.

O güldükçe, güneş daha çok ışık saçıyordu sanki,

O güldükçe, her şey yavaşlıyordu sanki

O güldükçe, yavaşlayan her şeyin aksine kalbimin atışı hızlanıyordu sanki...

Ama neden? Aşka inanmayan ben ilk görüşte mi aşık olmuştum?

"Heyy! İyi misin?"

Yüzümde oluştuğunu düşündüğüm aptal gülüşü sildim ve kafamı kısa süreliğine
salladıktan sonra

"Evet evet. İyiyim. Bu arada ben Gamze." dedim ve elimi uzattım.
İlk adımı neden ben atmıştım? Off her neyse!

"Bende Hyun Joong. Kim Hyun Joong"

"Biliyorum" diye mırıldandım kısık sesle ama duymuştu.

"Bildiğini biliyorum."

"Hı?"

"Görevliye sormadın mı?"

"Ama... Ama sen o sırada yanımızda değil..." dedim yavaş
konuşarak, o anı hatırlamaya çalışıyor gibiydim, cümlemi sonlandırmadan

" Bizi mi dinliyordun?" diye sordum hızlıca.

"Şey... Sanırım. Yani evet." dedi ve elleriyle saçlarımı
karıştırdı.

"Bunu hep yapar mısın?"

"Neyi?"

"Saçlarını karıştırarak kızları etkilemeye çalıştığını" Ne
demiştim ben? Neden dilimi kontrol edemiyordum bu gün.

"Yok.. Hayır. Aslında karşımdaki kişiden hoşlandıysam yaparım."
diyerek yüzünün kızarmasına neden oldu.

"Ne?"

"Saçmalıyorum... Neyse ben gitmeliyim..." dedi ve hızla yanımdan
uzaklaştı. Kahretsin! Bu lafı söyledikten sonra neden giderki insan.
Bekleseydin ya en azından numaranı alırdım. Ne? Tamam sakinim, şimdi eve
gitmeliyim...

Eve geldiğimde kısa bir duş aldıktan sonra üstüme gündelik bir elbise giyip
aşağıya indim, masa özenle hazırlanıyordu. Babamın yardımcısına döndüm.

"Kim Chan, ne oluyor?"

"Gamze hanım, babanız yeni bir grup peşinde. Şimdi onları yemeğe davet
etti ve işi almaya çalışıyor" dedi ve hızla mutfağa ilerledi. İşte bu
iyiydi, babam yavaş yavaş eski haline dönüyordu, annemden sonra bıraktığı eski
işine... Menajerliğe...

Her şey hazırdı, yemeğe katılmayı istemesem de babamı yalnız bırakmamak
adına katılabilirdim, sanırım bunu babama borçluydum. Konuklar bekleniyordu,
nihayet beklenen zil çalmıştı, Kim Chan kapıya ilerledi, babam ise kapının
önünde ellerini göğsünde birleştirmiş şekilde duruyordu.Sağ ayağıyla ise yerde
ritim tutuyordu, sanırım heyecanlıydı, fazlasıyla... Babamın yanına ilerledim
ve başaracaksın dermişçesine sırtını sıvazladım, yüzünü bana döndü ve mutlu bir
gülümsemeyle bana baktı, yanağıma sıcak bir öpücük kondurduktan sonra geriye
çekildi. Kim Chan ise babamın işaretiyle kapıyı açtı ve geriye çekilerek
üyelerin içeriye girmesini sağladı. İçeri giren üyeler babam ve benim yanıma
yaklaşarak teker teker isimlerini söylüyorlardı, bense başım aşağıda olarak
ellerini sıkıyordum.

"Heo Young Saeng"

"Kim Kyu Jong"

"Park Jung Min"

"Kim Hyung Joon"

Son kişi ismini söylediğinde hızla kafamı kaldırdım.

"Kim Hyun Joong"

"Sen?" aynı anda konuşmuştuk.

"Siz tanışıyor muydunuz?" Bu sefer diğerleri aynı anda konuşmuştu.

Tanışmamızı anlattıktan sonra kısa süreli sohbete başlamışlardı. Daha sonra
yemeğe geçmişlerdi. Bense hiçbir şey yapamıyordum, boğazımdan hiçbir şey
geçmiyordu. Eğer tabağımdan bir şey almak için öne eğilirsem o mükemmeli
göremem diye korkuyordum. Yaptığım aptallıksa kabul ediyordum, ben bir
aptaldım. Bir stara aşık olan aptal!



2 hafta sonra...

Dönüş vakti. Lanet olsun! Hiç gitmek istemiyordum ama gitmek zorundaydım okulumu
bitirmem gerekti. Ama geride bıraktıklarım, aslında elbise umrumda değildi,
önemli olan babam ve Kim Hyun Joong'tu. Onu bırakıp gitmek çok kötüydü. Şimdi
ayaklarıma kapanıp seni seviyorum dese... Fazla hayal kuruyordum sanırım ve bu
kurduğum hayalden ayrılmamı sağlayan anonstu, uçağım kalkacaktı. Hızla babama
sarıldım.



"Seni özleyeceğim baba."

"Bende seni bebeğim. Lütfen yine gel."

"Tabi ki ama sen de" dedim ve ayrıldım. Hızla girişe doğru
ilerlemeye başladım.

"Gamze!" Ses Kyu Jong'a aitti. Olduğum yerde durdum ve geri
döndüm, Kyu, Park, Heo Young ve Hyung ordaydı. Hızla yanlarına gittim.

Hepsiyle vedalaştım. Gözlerim Hyun'u arıyordu ama yoktu. Neden
gelmemişti?"

"O gelemedi." dedi Kyu.

"Hı?"

"Hyun gelemedi, aslında gelmek istemedi. Sanırım gitmeni iste..."
gerisini duyamamıştım, uçağım tekrar anons ediliyordu. El sallayarak
yanlarından ayrıldım ve ortada bıraktığım valizimi alıp girişe doğru ilerledim.
Elvada hayallarim! Seoul ve Aşkım!



3 ay sonra...

"Kapı çalıyor Asya! Saçımı yapıyorum" dedim ve elimde tuttuğum saç
şekillendiriciyi masaya bıraktım.

"Tamam canım. Ben bakıyorum." dedi Asya ve kapıyı açmaya gitti.

"Bir paket, Gamze sanaymış. Kore'den!" diye bağırdı. Babamdan
gelmiş olmalıydı, Hızla ayağa kalktım ve kapıya ilerledim. İmzamı attıktan sonra
paketi alıp içeriye geçtim. Kimden geldiği yazmıyordu. Heyecanla açıyordum
paketi. Ama?? Bu nasıl olur? Bu elbise? Benim beğendiğim?

"Gamze... Bu çok güzel... Hemen üstündekini çıkartıp bunu
giyiyorsun." dedi Asya ve elbiseyi iki eliyle tutarak havaya kaldırdı.

Sanırım babam bunu beğendiğimi öğrenmiş olmalıydı. Hızla üstümdekileri
çıkardım ve mezuniyet partisi için yaptığım makyajımı silip yerine lacivert
tonlarında bir makyaj yaptım. Saçlarım ise dağınık topuzdu ve önüme bıraktığım
dalgalı bukle ile birbirini tamamlıyordu. Harika olmuştum! İlk defa bu kadar
güzel olmuştum! Teşekkür etmek için babamı aramalıydım. Hemen elimi telefonuma
götürdüm ve babamı aradım fakat ulaşılamıyordu. Teşekkürümü daha sonra
edebilirdim şimdi yetişmem gereken bir partim vardı.

Asya'ya birlikte hızla evden çıktık ve bizi almaya gelmiş olan arabaya
bindik. Arabada ise mezuniyet kepimi takınca balo için tamamen hazırdım.

Sonunda partinin yapılacağı yere gelmiştik. Bize ayrılmış olan yere geçtik,
ben ise yapacağım konuşmayı heyecandan unutmuş aklıma getirmeyi çalışıyordum.
İsmim anons edildiğinde ne diyeceğimi bilmeden kürsüye doğru ilerliyordum.
Sonunda konuşmayı yapacağım yere gelmiştim.

"Aslında... Buraya gelmeden önce aklımda bir konuşma hazırdı... Fakat
sanırım heyecandan unutmuş olmalıyım." dedim utangaç sesle, herkes gülmeye
başlamıştı. Bense annemi arıyordum, gelmemiş miydi? Etraftaki sesin dinmesini
beklerken annemin el salladığını farkettim ve yanında onun elini tutan babamın.
İnanamıyorum barışmışlar! Ve dikkatlice baktığımda yanlarında birkaç kişi daha.
Kyu, Park, Heo Young, Hyung ve... Ve Hyun gelmişti. Benim için!

Konuşmama başlamam gerektiğini düşündüm.

"Aslında aklımdanda bir şeyler söylebilirim sanırım... " dememle
etraftaki gülüşmeler yerini sessizliğe bırakmıştı.

"Biz... Hepimiz, bu günü o kadar çok bekledik ki... 6 yıldır yalnızca
insan hayatlarıyla uğraşmaktan kendimize bile zaman ayıramadık buna eminim ve
şu son 2 yıldır hepimiz birer doktor seviyesi ulaştık... Ama unuttuğumuz bir
şey vardı. Biz herkesin hayatını kurtarmaya çalışırken kendi hayatımızla
ilgilenmez olmuştuk ve işte bugün buna hepimiz son veriyoruz! Doktor olmanın
yanı sıra kafamızı gömdüğümüz o anatomi kitaplarından başımızı kaldırıyoruz ve
kendi hayatımız için bir şeyler yapmayı planlıyoruz. Ben planımı yaptım
sanırım. Hayat kurtarmanın yanı sıra sevdiğim insanlarla mutlu olacağım!
Sonsuza dek!" dedim konuşmamı kısa kestiğimi umarak, sonra müziğin
çalmasıyla birlikte bütün kepler havada yerini almıştı ve bu kepler bizim artık
özgür olduğumuzun simgesiydi! Özgürlüğümüzün!

Kürsüden indim ve annemlerin yanına doğru ilerledim, aslında gözleri Hyun'u
aramıyor değildi. Annem ve babamı kollarımla sarıp

"Sizi seviyorum!" diye bağırdım duymuş olmalarını umarak. Sonra
arkadan bir ses geldi.

"Peki ya beni?"

Ne? Bu ses Hyun'a aitti. Hızla arkamı döndüm, Asya ise Hyun'a olan aşkımı
bildiğinden olsa gerek babam ve annemi alarak profesörlerin yanına doğru
uzaklaştı.

Bense koşarak Hyun'un boynuna doladım kollarımı.

"Seni de!" diye fısıldadım kulağına.

"Seni de seviyorum!"

Kısa süren sarılmanın ardından gürültüden uzakta duran banka elimden
çekiştirerek götürüyordu Hyun.

Bankın yanına geldiğimizde beni baştan aşağıya süzdü ve konuşmaya başladı.

"Yakışmış."

"Yoksa sen!"

"Evet ben. Sizi dinlediğimi söylemiştim bayan." dedi kısık sesle
sonra aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştı. Bense parmak uçlarımda
yükselmiştim. Hyun sıcak dudaklarını dudaklarıma bastırdı, sonra aylardır
hayalini kurduğum o sözcükleri söyledi.

"Seni seviyorum "

"Seni seviyorum" diye tekrarladım bende. "Sonsuza
kadar..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARISMA] Mezuniyet Elbisesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» [YARIŞMA] My Bigbang
» [YARIŞMA] GÖKYÜZÜNÜN RİTMİ
» [YARIŞMA] İlham Tozu
» [YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: