Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARIŞMA] İlham Tozu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARIŞMA] İlham Tozu Empty
MesajKonu: [YARIŞMA] İlham Tozu   [YARIŞMA] İlham Tozu Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:29 pm

İlham Tozu



Yazan:
Rukiye Yüce






“Bazen merak
ediyorum.” dedi genç bayan sunucu. “İlham kaynağınız ne acaba?”






***





Hyun Joong
serin çarşafın üzerine uzandı. Soğukluk bedenini rahatlatmayı sürdürürken eline
bir kağıt- kalem aldı. Her zaman yaptığı gibi ilham tozunu bekliyordu o an da.
Kalemi yavaşça çenesine vururken, o büyülü altın tozları kalbine serpilmeye
başladı.




-Serim-





“Çok
teşekkürler Hyun! Seni çok seviyorum! Bir gün bu iyiliğinin karşılığını mutlaka
alacaksın!” diye çığlık attı Eun Kyung, kendini karşısındaki gencin kollarına
atarak. Vücudunun sıcaklığı, teninin ona değdiği her noktada kalbine doğru
titreşimler gönderiyordu sanki. Küçük bir cızırdama eşliğinde çarpılıyordu
kalbi ve her çarpılmada daha da hızlı atmaya başlıyordu.




“H-hiç
önemli değil.” diye kekeledi genç adam. Kalbinin atışları kulaklarında bir
patlama yaratırken, eli otomatik olarak kollarındaki kızın belini sarmaladı.
Yumuşacık gömlek elinin altında değildi sanki. O an sadece sevdiği kızın belini
tutuyor gibiydi…




Tam da bu
sırada kendini geri çekti genç kız ve onun yanağına ufacık bir öpücük
bıraktıktan sonra koşarak uzaklaştı. Koşarken rüzgar yüzünden dalgalanan
eteğini düzeltmeye çalıştı elleriyle ve arkasına dönüp ona son bir kez el
salladı. Daha sonra da, bir anlığına görünüp sonra kaybolan şimşekler gibi
gözden kayboldu bir çırpıda.




Hyun Joong
kalbinin çevresinde dört dönen acıyla sarsıldı bir an. Yapmıştı… Ama neden? Ama
neden!




“Üzülme
artık.” diye bir fısıltı duydu kulakları. Ama bu fısıltı az önceki titreşimler
gibi içine ulaşamadı. Kulak zarına takılıp kaldı. Olduğu yerde şişip geri döndü
sanki ve hiçbir şey algılamamaya başladı beyni.




Kalbinin
acılı isyanları bir kez daha sarstı onu ve dizlerinin üzerine düştü. Sert,
soğuk betona çakılan kemiklerinde ince bir sızı hissetti. Ama sonra tıpkı
kulakları gibi bacakları da hissizleşti.




Onu
duymadığını bile bile teselli edici sözlerine devam eden Young Saeng de yanına
diz çöktü. Elini onun omzuna yerleştirdi ve ‘Ben buradayım.’ der gibi sıktı
hafifçe.




Genç adam
bunu da hissetmedi. Gözlerinin önüne bulanık bir perde gibi inen gözyaşları
yavaşça gözlerinin kenarlarından aşağı süzüldü ve beyaz gömleğinin yakasının
üzerinde küçük, yuvarlak izler bıraktı. Aklının karmaşıklığı kalbinin acısıyla
karışırken, kolları sanki ona yükmüş gibi yanlarından sarkıp kaldırımla
buluşmuştu. Kaldırımın soğukluğun kalbini de hissizleştirmesini istedi
umutsuzca. Hiçbir şey hissetmemek, bu okula gelmeden önce yaptığı gibi hayatı
umursamadan yaşamak istedi.




“Sen doğru
olan yaptın Hyun Joong.” dedi Young Saeng. “O mutlu olmayı hak ediyor çünkü.”




Genç adam
yüzünü en iyi arkadaşına çevirdi. Yaşlarla boğulan gözlerini ona dikti ve
konuşmaya başladı kalbinin acısını taşıyan sesiyle.




“Ben? Ben
hak etmiyor muyum?”




“Elbette.”
diye onayladı Young Saeng. “Ama o mutlu olursa sen de mutlu olmaz mısın?”




Hyun Joong
hiçbir şey demedi. Ama beyaz, pürüzsüz yanağından aşağı doğru yolculuğa çıkan
küçük damla bunu kabullendiğinin bir belirtisiydi.




Lisenin son
yılında bulduğu aşkını kendi elleriyle başka bir kalbe teslim etmişti. Bu
yaptığının sonucunda mutlu olacak mıydı, bilmiyordu. Sadece onu mutlu etmek
istemişti. Amacına da ulaşmıştı işte. Biricik Eun Kyung ondan rica ettiği için,
Jae Hwa’yla konuşmuştu ve onu sevdiğinden bahsetmişti. Jae Hwa önce şaşırmıştı
buna. Ama daha sonra hemen koşup Eun Kyung’u bulmuştu. Sonrası gayet açık bir
şekilde ortadaydı zaten.




Ve sonuç;
iki mutlu kalbe karşın acı çeken bir ruh, Hyun Joong’un ruhu.






-Düğüm-





Oldukça
gösterişli, kısaca anlatılacak olursa ‘devasa’ Daesung Entertainment binasının
önünde durup sonra tekrar harekete geçen sarı arabalardan biri daha bu koca
binanın önündeki yerini almıştı. Rahat arabadan inip etraftaki kızlardan
çoğunun ilgisini çekmeyi başaran iki genç, birbirlerinin omzuna destek verici
birer yumruk geçirdi ve yavaşça ilerlediler binaya doğru.




“Önden
buyurun.” dedi Young Saeng, inanılmaz bir nezaket eşliğinde. Elini kapıya doğru
uzatıp saygılı bir reverans yaptı. Onun bu hareketiyle birkaç kızın iç çektiği
duyuldu. Genç adam buna sırıtıp elini saçlarından geçirdi.




“Ah, beni
seviyorlar.” dedi sakince. Hyun Joong gözlerini devirip başını salladı. Tam
onun önüne geçip binaya girecekti ki dışarıdan duyduğu sesle yüzünü o yöne
doğru çevirdi. Bir kadın ağlayarak bir adamın peşinden koşuyordu. Ağzından
yarım yamalak yalvarmalar dökülüyordu ve ağladığı için boğuk çıkan sesi, genç
adamda bir acıma duygusu doğuruyordu. Onu daha da üzen şey ise, kızın peşinden
koştuğu adamın kolunda başka bir kadın olmasıydı.




“Ne olur
yapma!” diyerek ağlıyordu genç kadın. “Bırakma beni!”




Hyun Joong
arkadaşına baktı. O da büyük bir merakla izliyordu bu görüntüyü, tıpkı oradaki
diğer bütün insanlar gibi.




“Ne oluyor
burada?” diye mırıldandığında, Young Saeng ona döndü.




“Gel, bir
bakalım.” deyip şirketin kapısından ayrıldı ve kadının yanına doğru yürüdüler.




Hyun Joong
arkadaşının arkasından yürümeye devam ederken, en sonunda adam arkasına dönüp
acınası durumdaki kıza bağırmıştı.




“Yeter artık
Eun Kyung! Seni sevmediğimi daha ne kadar söylemem gerek? Beni ve kız
arkadaşımı rahat bırak!”




Ve Jae Hwa,
bunları söyledikten sonra yanındaki kızı da belinden tutup sürükleyerek
uzaklaştı oradan.




Genç adam
duyduklarıyla eş zamanlı olarak durdu. Tabanlarından yere çivilenmiş gibi,
ayaklarını hareket ettirecek gücü bulamadı kendinde. Gözleri sanki bir anda
kurumuştu. Bedeni donmuş, ruhunu da kendine hapsetmişti. Acı çekiyordu Hyun
Joong. Bedeni sadece bekliyordu. Ama ruhu ağlıyordu sessizce. Kalbi göğüs
kafesine acımasızca vuruyordu olduğu yerden kurtulmak istercesine, yıllarca
hayalini kurduğu kişiye ulaşmak istercesine.




“İstersen
gitmeyelim Hyun.” dedi Young Saeng, bir anda ona dönerek. Çünkü neler olacağını
biliyordu, bilmese de tahmin edebiliyordu.




Hyun
Joong’un kalbi yavaşça normal ritmine döndü. Gözleri, takılıp kaldığı yerden
kurtulup etrafını görmeye başladı ve ayakları da yürüyebilecek hale geldi
tekrar. Ruhu ağlamayı bırakıp şöyle bir silkelendi.




“Hayır.”
dedi kesin ve duygusuz bir sesle. Kararlı adımlar atarak, şimdi dizlerinin
üzerine çökmüş haldeki Eun Kyung’un yanına ilerledi. Genç kız ona birini
hatırlatıyordu, kendini. O gittiğinde de Hyun Joong bu haldeydi. Yere,
dizlerinin üzerine çökmüş, teselliye muhtaç biri. Bu durumdayken ne yapması
gerektiğini çok iyi biliyordu bu sayede genç adam. Pek işe yaramasa da birkaç
teselli sözcüğü duymak birazcık da olsa iyi geliyordu. Yaralanmış kalbi
iyileştirmiyordu belki, ama yalnız olmadığını hissettiriyordu hiç değilse.


Kolunu
kahverengi saçlı kızın omzuna sardığında genç kız hiç tepki vermedi. Onu
yavaşça kendine çekti ve olabildiğince nazik davranarak sarıldı ona. Eun Kyung
yine bir şey demedi. Ama bu defa başını kaldırıp onu teselli eden kişinin
yüzüne baktı.




“Hyun
Joong?” diye sordu kısık ve pürüzlü sesi. Genç adam başını sallayarak
doğruladı.




“Beni
bıraktı.” dedi Eun Kyung. Omuzları ikinci bir ağlama kriziyle sallanmaya
başladığında, hemen yanlarında duran Young Saeng gözlerini arkadaşının yüzüne
dikmişti. Vereceği tepkiyi merak ediyordu. Ne yapacaktı? Ağlayacak mıydı yine?
Yoksa gidip Jae Hwa’nın yüzüne yumruğunu mu indirecekti?




Hyun Joong
ne ağladı, ne de Young Saeng’in düşündüğü gibi gidip Jae Hwa’yı dövdü. Sadece
‘hala’ sevdiği kızın omzunda ağlamasına izin verdi.




Seçmelere
geç kalmak ya da seçilememek umurunda değildi o an. Bekliyordu, genç kızın
olanların farkına varmasını ve acısının az da olsa hafiflemesini bekliyordu.




“Özür
dilerim.” dedi Hyun Joong.




Genç kız
başını biraz çekip onun yüzüne baktı kırmızı ve şiş gözleriyle.




“Neden?”
diye sordu yine kötü çıkan sesi.




“Onun seni
seçmesini ben sağladım. Eğer bunu yapmasaydım, şimdi böyle acı çekmezdin.” dedi
yüzüne bile bakmadan. Gözlerini önündeki mermerlere dikmiş bir cevap
bekliyordu.




“Hayır, suç
senin değil. Zaten bir suçlu da yok ortada.” dedi genç kız ve kaşlarını çatıp
kararlı bir ifadeyle ayağa fırladı.




“Onu geri
kazanabilirim.” dedi kendi kendine.




Hyun Joong
şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Kendi de ayağa kalkıp sinirle baktı ona.




“Yine
üzüleceksin!” dedi hızlıca.




“Umurumda
bile değil.” dedi genç kız ve bir hışımla ıslak gözleri sildi. Onun önünde
saygıyla eğildi.




“Teşekkür
ederim Hyun Joong. Sayende uğruna savaşacağım bir şeye sahibim.”




Önceden de
yaptığı gibi, koşarak uzaklaştı oradan bir kez daha. Yine geride kalan Hyun
Joong olmuştu. Üstelik Eun Kyung’un yaptığı gibi savaşamıyordu bile onun için.
Çünkü onun gerçekten sevdiğini görebiliyordu. Sonucu kesinlikle mağlubiyet olan
bir savaşa girmek saçmaydı…




Saçmaydı
saçma olmasına ama bir o kadar da acı vericiydi.




“İyi misin?”
diye sordu Young Saeng, uzun bir bekleyişin ardından. Olduğu yerde dikilmeye
devam eden genç adama doğru biraz daha yaklaştı. Yine mi yere çöküp ağlamaya
başlayacaktı? Yoksa eve gidip saatlerce düşünmek mi isteyecekti?




Bugün tahmin
yeteneğini kaybettiğini anlamıştı Hyun Joong’un gülümseyen yüzünü gördüğünde.
Gerçekten de sanki az önce, yıllardır sevdiği kadının başka bir adam için
ağladığını gören o değildi. Sanki az önce, ölmek için can atıyormuş gibi bir
yüz ifadesine sahip olan o değildi.




“Hadi,
gidelim artık.” deyip arkadaşının yanından geçti. Yüzüne çarpıp geçen rüzgar
hoşuna gitmiş olmalı ki koşmaya başladı bu defa.




Young Saeng
şaşkınlıkla bakakaldı. Kocaman açılmış gözleri neler hissettiğini açık seçik
ortaya döküyordu.






***





Hyun Joong
yavaşça ilerledi jürinin önüne doğru. Şarkısını söyleyecekti, hissettiği her
şeyi bir şarkıyla anlatacaktı ve çekip gidecekti oradan. Seçilmek ya da
seçilmemek umurunda bile değildi. Sadece şarkı söylemek istiyordu.




Hafifçe
öksürerek boğazını temizledi ve bir kez yutkundu. Arkadaşının yanında
sergileyemediği duyguları şimdi dile gelecekti. Bir ressamın boyalarını
karıştırması gibi, hisleriyle sözlerini birbirine harmanlayacak ve dudaklarının
arasından dökülmesine izin verecekti.




Düşündüğü
gibi de oldu. Kalbinden süzülen kelimeler karşısında oturan, iyi-kötü bir sürü
ses dinlemekten yorgun düşmüş insanların beyinlerini canlandırdı. Daha o
şarkısının sonunu getirmeden önce seçileceği belliydi zaten.




Sonuç? Biri
mutsuzluktan arınan, biri aşkı için savaşan, biri de ne yapacağını bilemeyen üç
kalp.






-Çözüm-





Derin bir iç
çekip kendini rahatlattı genç adam. Kendini ilhamına emanet etti ve kalbinin
ona yazdıracaklarına baktı. Elleri istemsizce kağıdın üzerinde hareket edip
duygularını işlerken küçük bir gülümseme yüzüne yapıştı. Şarkısına bir isim
koydu. ‘Love Ya.’




Kısa bir
süreliğine yazmayı bıraktığında telefonunun arka planındaki fotoğrafa baktı
gülümsemesini hiç silmeden.




İki kişi
vardı bu resimde. Biri Hyun Joong, diğeri ise…




Eun Kyung
verdiği sözü tutmuştu. ‘Bir gün bu iyiliğinin karşılığını mutlaka alacaksın!’
demişti ona ve dediği gibi de yapmıştı. Hyun Joong için birini bulmuştu!
Üstelik o ünlüyken, kimin ne diyeceğini umursamadan ona birini bulmuştu! Adı Ae
Cha olan, oldukça çekici, hatta ara sıra Jung Min’in ‘Senin gibi biri daha
olsa, onunla evlenirdim.’ dediği biriydi. Jung Min genelde bunu söyledikten
sonra başının arkasına bir tokat yerdi, Hyun Joong tarafından.




Bütün
bunlardan önemlisi de genç adamın kalbini titreten biriydi, Eun Kyung’dan sonra
kalbine ulaşan ilk kişiydi. Ve son olacaktı, Hyun Joong bundan adı gibi emindi.




“Yemek
yiyoruz hyung.” dedi Kyu Jung, başını kapının aralığından içeri uzatarak. Hyun
Joong bir kez daha derin bir nefes çekti içine ve telefonun ekranına küçük bir
öpücük kondurduktan sonra ayağa kalktı. Kapıyı açıp genç adama eşlik etti.
Ahşap merdivenlerden indiklerinde, yemek masasının önüne çöreklenip çoktan
ağzına bir şeyler tıkıştırmaya başlamış olan Hyung Joon’un başının arkasına
vurdu.




“Of, hyung!”
diye bağırdı grubun en küçüğü. Sonra elinde bir kağıtla merdivenlerde Jung Min
göründü.




“Love ya,
love ya, love ya!” diye bağırarak, ahenkli bir şekilde yazılanları okumaya
başladı genç adam. Ve anında üzerine atılan Young Saeng kağıdı onun elinden
kaptı. Eğer ortada okunacak bir şey varsa, ilk o okumalıydı!




“Vay canına
Hyun!” diye bağırdı. “Sözler harika!”






***





“İlham… Bir
toz gibidir.” diye cevap verdi genç adam, sunucunun sorusuna. “Nereden, ne
zaman, hangi rüzgarlarla taşınıp size geleceği belli olmaz. Bazen en kötü
anılarınız sizin için ilham olur, bazense en mutlu anda bile bir şey
yazamazsınız.”




Güzel sunucu
anladığını belirtircesine başını sallarken, onun gözleri seyircilerin arasında,
en arkada oturup ona gülümseyen kıza, Ae Cha’ya takılıp kaldı. Büyüleyici
gülümsemesi bir kez daha yüzüne yayıldığında ona yakın birkaç genç kızın iç
çekişi duyuldu sessiz stüdyoda.




Genç adam
bakışlarını tekrar sunucuya yöneltti.




“Bazense
ilham tozunuz hiç yanınızdan eksik olmaz. Belki de asıl mesele kalbinizi hızla
çarptıracak birini bulmakta.”




Sonuç?
Mutlu, sadece mutlu sekiz kalp.




İlham
tozunuz yanınızdan hiç ayrılmasın.






-Son-

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARIŞMA] İlham Tozu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» [YARIŞMA] My Bigbang
» [YARIŞMA] Soyut Sevgi
» [YARISMA] ~Aşkın Peşinde~
» [YARIŞMA] Sadece Mutlu Ol

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: