Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARIŞMA] Sadece Mutlu Ol

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARIŞMA] Sadece Mutlu Ol Empty
MesajKonu: [YARIŞMA] Sadece Mutlu Ol   [YARIŞMA] Sadece Mutlu Ol Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:17 pm

Yazar: Merve Yücetürk



~ SADECE MUTLU OL~



Şuan bulunduğum ortam,
etrafımda cırlayan kızlar, gri-siyah bulanık havası olan dev salon ve diğer her
şey… Hepsi hepsi birer yabancıydı. Bana yakın olan tek kişi parlak ışık
kümesinin göz kamaştırdığı sahnede bütün yeteneğini sergileyerek şarkısını
söylüyordu. Bana her bakışında içim eriyor, her yaklaşışında nefes alışverişim
düzensizleşiyor, her dokunuşunda kalp ritmim bozuluyor…

En ufak bir hareketi beni
alt üst etmeye yetecek kadar etkiliyken beraber olmamız da bir o kadar zor.
Hayat bize çok kötü bir oyun oynuyor kuralı ise aşkını gizli tutmak!! Deliler
gibi sevmene rağmen bunu haykıramamak, aşkını içinde yaşamak ve onu bir milyon
kişiyle paylaşmak… Bunlarda piyonu olduğumuz oyunun getirileri. Salonda bulunan
on bin kişinin dilinden aynı söz



“ Kim Hyun Joong Oppaa! ”



Hepsini bir odaya koyup
gazla zehirleme geliyor insanın içinden. Ama içinden gelen dış dünyaya
yansımamalı,bu yüzden zihnimde oluşan muhteşem görüntüye gülen şeytan Mi
Young’ı, kafasında ışıl ışıl parlayan halkasıyla gelen melek Mi Young terlikle
kovalayarak yolladı ve sabretmemi söyledi. Son birkaç yıldır yaptığım gibi
sadece sabretmek.. Bilemiyorum sınırına ne zaman geleceğim ama şuan için
gözlerinin içine bakarak sabrediyorum.



Konser bitiminde gene imza töreni vardı. Her yer imza alabilmek için izdiham
yaratan ve boylarından büyük ses dalgaları çıkaran çılgın kızlarla doluydu.
Sakin bir hayattan yana bir insan olarak bu kadar gürültüyü nasıl
kaldırabildiğimi anlamasam da burada bulunmam Hyun’u mutlu ediyorsa buna
değerdi. Onun için yalnız kalmaya da bu cırtlak sesli kızları çekmeye de değer.



İnsanlar yavaş yavaş salonu terk ederken Hyun da kalan birkaç posteri
imzalıyordu. Bütün bu karmaşa bittikten sonra yine benim olacaktı. ‘Sadece
benim‘.. Son imzasını da attıktan sonra oturduğu sandalyeden kalkıp bana doğru
yürümeye başladı. Gülümsüyordu, o kadar tatlı gülümsüyordu ki o an ona olan
sinirimle birlikte bütün kötü düşünceler uçup gitti. Sadece ona bir an önce
sarılmak istiyordum. Yanıma gelmesine 3-4 adım kalmışken, koşarak gelen bir kız
ona sarılıp dudaklarına yapıştı. Neye uğradığımı şaşırmış bir halde olanları
izliyordum ama gözümde canlanan kareleri beynim kabul etmeyip safça bu sahneye
hala katlanmama müsaade etti. En sonunda şaşkınlık yerini sinir ve kızgınlığa
bıraktığında bu salondan çıkmam ve bu görüntüyle kendime daha fazla işkence
çektirmemem gerektiğini anlayıp koşar adımlarla kapıdan çıktım. Arkamdan gelen
ayak seslerini duydum. O kız nasıl olmuştu da benim sahip olduğum dudaklara
dokunabilmişti. Aklımı yitirecek gibi oldum. Midem bulanmaya başlamıştı. Derin
nefes alıp gözyaşlarımı bastırmaya uğraştım. Köşeyi döndükten sonraki bulduğum
ilk kapıdan içeri girdim. Temizlik odası olarak tahmin ettiğim bu dar odada
artık tutmakta zorlandığım gözyaşlarımı kendime yenik düşerek serbest bıraktım.
Benim için ağlamak sadece acizliğin göstergesiydi. Belki doğru belki yanlış ama
bu benim düşüncem ve ben bir kez daha onun yüzünden kendime yeniliyordum.



Yere çökmüş ağlarken kapının açılma sesiyle irkildim. Tam gözyaşlarımı
silecekken elimden yakaladı ve beni kendine çekip başımı göğsüne yasladı. Elini
belime koyduğunda güven veren kokusunu içime çektim. Bağımlısı olduğum
kokusuyla birkaç saniyeliğine rahatlasam da kendimi toparlamam uzun sürmedi, bu
sefer bu kadar kolay olmayacaktı. Ama o bu boşluktan yararlanıp yanağımdaki
yaşları silmişti bile! Bunu yapması daha çok sinirlenmeme sebep oldu. Ben ondan
teselli değil açıklama beklerken o bana sarılmış yanağımı okşuyordu. Bu
gerçekten sinir bozucuydu. Ellerimi göğsüne koyup onu ittim ama bulunduğumuz
alan dar olduğu için yere düşen süpürgenin sapı kafama çarptı. Tam isabet
gerçekten. Ahh bu gerçekten acıttı!



“ Bak gördün mü benden uzaklaştığın anın saniyesinde başına bir şey geliyor.
Ben senin ‘koruyucu meleğin’ olmalıyım .” dedi pişkince.



Kafamın ağrısı yetmiyormuş gibi bir de bunun saçma sapan sözleriyle uğraşmak
zorundaydım.



“ Susar mısın? Kafam çok acıyor seninle daha sonra ilgilenirim.” deyip elimi
kafama götürüyordum ki elimi yakalayıp,



“ Gerçekten çok mu acıyor? Hemen hastaneye gitmeliyiz.” dedi.



Gerçekten endişelenmiş gözüküyordu ama sözleri alaycı bir şekilde gülmemi
sağladı.



Dalga geçer bir şekilde “ Yapma Hyun, ben burada beyin kanaması geçirsem
bile sen beni hastaneye götüremezsin. Çünkü sen SS501’in meşhuuuur lideri Kim Hyun
Joong’sun!” Gözlerimi kocaman açarak gözlerine diktim ve devam ettim.



“ Eğer hastanede biri seni benimle görürse bu senin ünün ve çok değerli
mesleğin için sakıncalı olur. Yanındakinin kim olduğunu açıklayamazsın, beni
sevdiğini söyleyemezsin. Söyleyemezsin değil mi? ” dedim umutla.



Gözlerinde sözlerimi inkar edecek bir bakış, parıltı aradım ama o verdiğim
bu tepkiye karşı şaşkınca baktı. İçimden ‘ Lütfen inkar etsin Allah’ım’ diye
dualar ederken yüzündeki şaşkınlık izlerini kabullenişin oluşturduğu burukluğa
bıraktı. Değişen bakışlarıyla içimdeki son umut kırıntılarını da silip süpürdü.
Sol gözümün seğirmesine aldırış etmeyerek gülümsemeye çalıştım.



“ Aishhh ben de kime ne soruyorum? Çok saçma bir soruydu kabul. Oradan
bakınca çok salak duruyorum değil mi? Sen-den nasıl böyle bir-şey i
is-teyebilirim ki? Ben..”



Artık daha fazla devam edemezdim. Boğazıma takılan hıçkırıklar konuşmamı
engelledi. O, dediğim sözlerin altında ezilirken ben biraz önce kafama düşen
süpürgeye sarılmış ağlıyordum. Kendine gelip kollarını güçsüz omuzlarımın
üzerine sardı. Titrek ağlamaklı bir sesle,



“ Mi Young böyle olsun istemezdim. Seni kırmak, üzmek, ağlamanı görmek… Seni
ağlarken görmek ve bunu engelleyememek inan bana tarif edilemez bir acı. Bu
olayın gözünün önünde yaşanmasına izin vermemeliydim, affet be…”



Sözünü bitirmesine izin vermeden başını eğip dudağının kenarını öptüm. Oda
yüzümü kavradı ve dudaklarımız birbirini tamamladı. Parmaklarımı, her
ayrıntısını ezberlemesi için yüzünde gezdirdim. Kokusunu son kez içime çektim,
beni sarhoş eden kokusunu.. Ve dudaklarımızı son kez birleştirdim. Tadını
unutmayacağım dudakları son kez öptüm. Öpücüklerinin verdiği sıcaklıkla
hakimiyetimi tekrar kaybetmemek için kendimi ondan güçlükle ayırdım. Alnımı
alnına dayadığımda gözleri hala kapalıydı ve yanaklarında sıcak damlalar vardı.



Soğuk duvarlardan destek alarak ayağa kalktım. Hyun’u ilk defa ağlarken
görmüştüm. Gözlerindeki damlalar, içimden bir şeyler kopararak süzüldü. Ama ona
daha fazla bakamazdım. Eğer bakmaya devam edersem her şeyi unutup ona sımsıkı
sarılabilirdim. Yanaklarımı silip bakışlarımı karşıya dikerek,



“ Bu sondu. Bitti! ”



Diyebildim sadece. Sesimin titrememesine şükrettim. Hyun’un gözlerini
şaşkınca açıp bana baktığını tahmin etmek zor değildi. Ve tahminimde
yanılmamıştım. O saniye ayağa kalkıp yüzümü yüzüne çevirdi.



“ Ne! Demin ne dedin sen? ” dedi şaşkınlık ve öfkeden oluşan ses tonuyla.
Gözlerimi ondan kaçırıp soğuk olmaya çalışarak,



“ Ne dediğimi duydun Hyun Joong, lütfen tekrarlatma. ”



“ Sen ne dediğinin farkında mısın, ne demek BİTTİ? Nasıl biter?” Elini
saçlarına götürüp yolarak düşündü bir süre. Daha sonra ,



“ Hayır. Bitemez, olmaz.. ” diye bağırdı.



Artık sesinde sadece öfke hakimdi. Yere bakarak,



“Biter ve bitti! Artık yoruldum. Sana hayran olan diğer kızlar gibi her
saniye peşinde sürüklenmekten ve seni hep uzaktan seyretmekten. Seni sevmek
bana acı veriyor. Ben de normal insanlar gibi sevgilimin elini özgürce tutup,
içimde ‘ Acaba bugün yakalanacak mıyız? ’ korkusu olmadan dolaşmak istiyorum.
Ama bu seninle mümkün olmuyor. Biz imkânsızız. Bunu geç de olsa anladım, sen de
anlamalısın. Daha fazla yaralanmadan burada bitirelim.” dedim.



Ne kadar istemesem de sonlara doğru sesimin titremesine engel olamadım.
Gözyaşları yanağından daha hızlı süzülmeye başlamıştı. Elimi tuttu.



“ Seni seviyorum Mi Young. Lütfen bunu bana yapma, gidersen nefes alamam. “



dedi. İçimde fırtınalar kopuyordu. Karanlık oda üstüme üstüme geliyordu.
Acilen çıkmam lazımdı bu odadan.



“ Üzgünüm aşkım. Lütfen anla ve unut beni.”



Ve hızla odadan çıktım. Parmaklarımızın ayrılışı bir ömür gibi geldi.
Binanın dışına doğru koşarken terk ettiğim odadan bir şeylerin kırılma sesi
geldi. Dışarı çıktığımda kapının önüne yığılıp kaldım. Hıçkırıklar nefesimi
kesiyor, kendi gözyaşımda boğuluyordum.



‘ Bitti,bitti,bitti! ’ kendi kendime tekrar ettim. Gözyaşlarım devam etti.
‘Bitti , bit..’ kendi sesimi duyamayacak hale gelmiştim. Bu acı gerçek , her
nefesimde daha da içime işliyordu. O yoktu..Hyun yoktu..Artık başımı göğsüne
yaslayıp tüm dertlerimi unutamayacaktım. Aşık olduğum adam artık benim değildi.
Ne yapacaktım, onsuz nasıl nefes alacaktım?



Binanın önünden geçen insanların tuhaf bakışlarına ve gürültülerine daha
fazla katlanamayarak ayağa kalktım. Şuan beni rahatlatabilecek tek yere
gidecektim. Çocukların cıvıltısından başka sesin olmadığı ve içinde acı
bulunmayan saf dünyalarının bana huzur verdiği oyun parkına. Hyun’la
buluşabildiğim tek yere…

Orada birbirimize sarılmış bir şekilde çocukları izlerken gelecekten ve
doğacak kendi çocuklarımızdan bahsederdik. Bu düşünce bana her zaman mutluluk
getirmişti. Ama bugün böyle bir hayali bir daha asla kuramayacağımı kabul etmek
zorundaydım. Bana her zaman mutluluk getiren sıcak bankımız bu sefer acı ve
mutsuzluk getirdi. Kalbimi donduracak derecede soğuktu. Çünkü bu sefer yanımda
Hyun yoktu. Daha önceden buraya tek olarak hiç oturmamıştım. Ama artık sadece
ben vardım. Havanın soğukluğunu sımsıcak bakışlarıyla yok eden Hyun
olmayacaktı, yarım kalan hayallerimizle sadece ben kalmıştım soğuk bankta.





Aniden önümde beliren bir karartı hissettim. Bu Jungmin’di. Her zamanki gibi
beni kurtarmaya acımı dindirmeye gelmişti. Ama bu sefer başarılı olamayacaktı
çünkü bu acı dindirilemeyecek kadar fazlaydı…





“ Hey, Mi Young ne oldu? Hyun beni aradı sesi çok kötü geliyordu ve acilen
seni bulmamızı, bize ihtiyacın olduğunu söyleyip kapattı.” Sesindeki endişe ve
şaşkınlıktan henüz bir şey bilmediğini anladım.



“ Bitti.” dedim yarım yamalak bir sesle.



“ Heyy burada şakaları ben yaparım, sana gelince Mi Young en yakın zamanda
kuzenimden ‘Şaka nasıl yapılır? ’ dersleri almalısın. Sen ve Hyung’un buna
ihtiyacı var. “ dedi inanmak istemeyen bir ses tonuyla.





“ Canım çok yanıyor Oppaa..” hıçkırıklardan güçlükle duyulan sesimle.



Tam karşıma geçip yere eğildi ve yere bakan yüzümü kaldırdı. Gözlerimi
kapayan yaşlar yüzünden görüntüm tam olarak net olmasa da gözlerindeki hüznü
hissettim. Elini yanağıma götürüp yüzümdeki yaşlara dokundu.



“ Lanet olsun, siz ciddisiniz.” Cevap vermemiştim. Her şey yeterince açık
değil miydi ki zaten?



“ Şışşt sakin ol, her şey düzelecek.” Dedi güçsüz bedenimi sararken. Hayır
sakin olamazdım, hiçbir şeyin düzeleceği yoktu. Her şeyi kendi ellerimle
mahvetmiştim. Belki de aşkımızın katili rolünü üstlenmiştim bu oyunda.



Ne kadar böyle kaldık bilmiyorum ama hava kararmıştı. Min elimden tutup beni
kaldırdı. Daha ne yapıyorsun diyemeden,



“ Mi Young yürü gidiyoruz. “ dedi bütün tatlılığını kullanarak. Verdiği bu
ani tepki karşısında boş bulunup korkmuştum. Kekeleyerek “ Ne yapıyorsun
Jungmin, nereye gidiyoruz? “ dedim.



“ Seni böyle görmek istemiyorum, kendine gelmelisin artık. Şu yüzünün haline
bak gözlerin kan çanağı ve davul gibi olmuş, burnun palyaçonunkine benziyor.
Ben kuzenimi bu şekilde görmek istemiyorum.”



Şuan görüntüm umrumda değildi. “ Ne yapmamı beklerdin Jungmin, gülmemi falan
mı? Hiçbir yere gitmek istemiyorum.” dedim.



Ama o sanki hiçbir şey dememişim gibi arkama geçip itmeye başladı. Daha
fazla karşı koyacak gücüm olmadığı için beni sürüklemesine izin verdim.
Arabasına bindiğimizde cebinden telefonunu çıkarıp numara çevirdi.



“ Yoboseyo Kyu, ben Mi Young’la birlikteyim ve onu alıp eve getiriyorum.”
dedi ve karşı taraftan onay alınca kapattı.



Arabaya bindiğimde daima uykum gelirdi bu seferde şişkin göz kapaklarımın
normalden daha fazla olan baskısına dayanamadım ve bedenimin rahatlamasına,
ruhumun bir süreliğine de olsa kaybolmasına izin verdim. Son olarak ‘ Lütfen
her şey bir rüya olsun. Uyandığımda yanımdaki kişi Hyun olsun.’ dedim içimden
ama gerçekleşmeyeceğini biliyordum.





Dolabın pat diye kapanmasıyla korkuyla gözlerimi açtım. Yattığım yataktan
hafifçe kalkıp karşımdaki kişiye uykulu ve anlamaz bir şekilde baktım. “ Ahh Mi
Young özür dilerim ellerim dolu olduğu için kapıyı tutamadım. Seni uyandırmak
istemezdim. Nasıl oldun daha iyi misin? ” dedi Jun endişeli bir şekilde.



“ Yoo önemli değil. İyiyim uyumak iyi geldi. Ne zaman uyuduğumu bile
hatırlamıyorum en son arabadaydım.” dedim gözümü ovuşturarak. Uykulu halime
bakarak gülümsedi. Elindekileri tekli koltuğun üstüne koyup yanıma geldi.



“ Arabada uyuya kalmana inan çok şaşırdık. “ dedi dalga geçerek ve saçımı
okşayarak devam etti. “Min arabasıyla evin önüne geldiği sırada lider de eve
gelmişti. Senin uyuduğunu görünce buraya kadar taşıdı…” Hyun’un ismini duyunca
heyecanlanmış ve olanlar kafama dank etmişti. Ayağa kalkmaya çalıştım.



“ Hyun burada mı? Ben kalamam burada gitmeliyim.” dedim telaşla. Jun beni
sakinleştirmek için ellerini omzuma koydu.



“ Kalkmana gerek yok. Hyun kafasını toplamak için çıktı.” Endişeli
bakışlarımdaki soruyu sezercesine cevapladı. “ Merak etme tek başına değil
yanında Kyu da var. O ona göz kulak olur.” dedi yatıştırıcı bir gülümseme
sunarak.

“ Ayrıca hiçbir yere gitmiyorsun. Liderle aranızda ne geçmiş olursa olsun
sen Jungmin’in kuzenisin ve bizim de kardeşimizsin. Bizi bırakmana izin
vermeyiz.”



Abi şefkatini derinliklerimde hissettim ve ona elimden geldiğince yarım
yamalak bir gülümseme sunabildim. “ Hyung Jun sunbaee..” dedim sarılırken.
Gözlerim dolmuştu ona baktığımda onun da gözlerinin dolduğunu gördüm. Yataktan
kalkıp bir tane sırtına geçirerek,



“ Hey sunbae ağlamana gerek yok. Ben çok iyiyim, hem biliyor musun çok sulu
gözsün.” dedim sahte gülümsememle , onların da benim yüzümden acı çekmelerine
izin veremezdim.



“ Aishh, seni küçük! ” diyerek kovalamaya başladı. Ona dil çıkararak
kaçarken merdivenlerde aniden önüme çıkan kuzenime çarptım.



“ Hey! Küçük cadı sakin ol bu ne hız az kalsın ikimizde yuvarlanıyorduk.”
Dedi sinirli rolü yaparak. Kafamı eğip dudaklarımı büzdüm.



“ Tamam tamam hadi affettim. Asma hemen suratını hem sana bir hediyem var.”
Dedi ve benim meraklı bakışlarım arasında arkasından çıkardığı elmalı lolipopun
birini bana verdi. Kuzenimle nadir bulunan ortak yanlarımızdan biri de ikimizin
de lolipopu çok sevmemizdi. Sevinçle “ Teşekkür ederim Min oppa..” dedim
yanağından öperek.



“ Hey sen daha hazır değil misin? Jun ben seni ne için yolladım oraya,
malzemeleri alman için değil mi? Yarım saattir aşağıda ağaç oldum. Young Saeng
da uyanmamış hala! Off lider yok diye her şeyi benim mi yapmam lazım?”
Dediğinde ağzından yanlış bir şey kaçırmış gibi gözlerimin içine baktı.
Karşımda duran suçlu çocuğa hafifçe gülümseyerek,



“ Sunbaeye kızma onu ben oyaladım, hem ben niçin hazırlanacağım ve ne
malzemeleri? “



“ Young Saeng’ı uyandır anlatırım.” Dedi ve parmaklı çoraplarıyla halının
üzerine pat pat basarak yürüdü. Çok olan zıt yönlerimizden birisi de bu
parmaklı çoraplardı. Ben ne kadar nefret ediyorsam Junmin de o kadar severdi
parmaklı çorap giymeyi. O çoraplar, bende ayaklarına dokundurma isteği
uyandırsa da hemen vazgeçmek zorunda kalırdım çünkü Jungmin ayaklarına
dokunulmasından nefret ederdi!



Hyung Jun’la beraber Young Saeng sunbaenin odasına gittiğimizde her zamanki
gibi yüzüstü bir şekilde kafasını yastığa gömerek uyuyordu. Jun sunbae, üstüne
atlayarak uyandırdı. Yavrum neye uğradığını şaşırmış uyku sersemi gözlerle
baktı.



“Yahhh! Derdin ne senin, insan nasıl uyandırılır bilmiyor musun?” dedi.



“ Hadi kalk ve hazırlan gidiyoruz.” diye karşılık verdi otuz iki dişini
gösteren bir sırıtmayla. Kendi aralarında kaba bir şekilde şakalaşmaya
başladılar. Ben de lavaboya gidip kendime çeki düzen vermeye karar verdim. Aynaya
baktığımda gerçekten korkunç gözüktüğümü fark ettim. Şişmiş gözler, kırmızı bir
burun ve dağınık saçlar .. Süper bir ambiyans gerçekten (!). Kendimi
düzeltebildiğim kadar düzeltip uzun süredir yemek yemediğim için isyan
bayrakları çeken boş mideme acıyarak mutfağa gittim. Karşımda kurulmuş sofra
bana Hyun Joong’la yemek hazırlayışımızı hatırlatmıştı ve sol tarafımda keskin
bir acı hissettim. İstemsiz kalbime giden elimi kimse görmeden çektim ve
hazırlanmış masaya oturdum. Belki de bu onlarla beraber geçirdiğim son kahvaltı
olacaktı. Burada Hyunla burun buruna yaşayamazdım. O yüzden gitmek en
mantıklısıydı. Okulun ayarladığı öğrenci değişim projeleriyle belki başka bir
ülkeye gidebilirdim. Bu fikri en yakın zamanda kullanmak üzere aklımın bir
köşesine attım ve kahvaltıya odaklandım. Bugün kimseyi daha fazla mutsuz
etmeyecektim. Dördümüz beraber muhteşem bir kahvaltı yaptıktan sonra masayı
toplamak için ayağa kalktım. Ben masayı toplarken onlarda ortadan kaybolmuştu.
Yokluklarından yararlanarak okulu aradım ve öğrenci işlerinden kaydımı aldırıp
yurtdışında bir okula göndermelerini söyledim. Hemen olmayacağını
söylediklerinde de durumun aciliyetini belirterek herhangi bir okula kaydımı
aldırabileceklerini belirttim. Uzunca bir konuşmadan sonra üstün ikna kabiliyetimle
2 gün sonraya uçak bileti alacaklarını söylediler. Teşekkür ederek kapatırken
yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Her şeyimi bırakıp yeni bir hayata başlamayı
kaldırabilecek miydim acaba?



Merdivenlerden gelen ayak seslerine döndüğümde küçük çapta bir kriz
geçirdim. Üçü de çok farklı gözüküyordu, sokakta görsem tanımaz basar geçerdim.



“ Mi Young ağzını kapat, merak etme biziz.” dedi gülerek Young sunbae.



Bu kılıkta ne yapıyorsunuz? “



“ Ne mi yapıyoruz tabi ki lunaparka gidiyoruz” dedi Jun rahatça sanki her
gün yaptıkları rutin bir şeymiş gibi “ ve sende bizimle geliyorsun itiraz kabul
etmiyoruz.” diyerek Jun’un sözünü tamamladı Junmin. Kabul etmekten başka çarem
yoktu. Beraberliğimizin son günlerinde onları mutlu etmeliydim.



Lunaparktan içeri girdiğimizde içimdeki çocuksu duyguyu hissettim ve yüzümde
bir tebessüm belirdi. Buraya getirmeleri kendimi iyi hissetmemi sağlayabilirdi.
Birkaç saatte olsa içinde bulunduğum duygu kaosundan kurtulmamı sağlayabilirdi.

Her şeye rağmen gülebilmek güzel..



“ Mi Young acele et bütün gün burada dikilip durmayı düşünmüyorsun
herhalde.” dediğinde düşüncelerimden sıyrılıp gerçek dünyaya döndüm. Evet şuan
buradaydım ve bana sunulan şansı geri tepmeyip anın tadını çıkarmalıydım.



“ Geliyorum Young Sunbae..” dedim ve ona doğru koştum. Elindeki biletlerle
bana gülümsedi ve kolumdan tutup beni çekiştirirken kulağıma “ Bugün harika bir
gün olacak” diye fısıldadı. Bende ona aynı içtenlikle gülümsedim ve içimden
umarım öyle olur diye geçirdim…



Aslında her şey güzel gidiyordu. Neredeyse bütün oyuncaklara binmiştik.
Jungmin oppa “Sıra dönme dolapta “ dedi. Bir an içime bir sıkıntı çöktü. Birkaç
saniye içinde Hyunla burada, dönme dolapta olan anılarımızı hatırladım. Hem
kalbimi acıtıyordu hem de gülümsememe neden oluyordu. Bu karışık duyguları aynı
anda hissedebilmek bile şaşırtıcıydı. Young Saeng sunbae durumu fark etmiş
olmalıydı ki yanıma gelip kolunu omzuma attı ve beraber bir banka oturduk.
Diğerlerinden biraz uzaklaşmıştık. Başımı kaldırdığımda bize doğru yaklaşan bir
palyaço gördüm. Ayağında patenleri vardı ve etrafımda hızlı bir şekilde
daireler çizdi. Önümde durup elindeki beyaz gülleri bana uzattı. Kocaman
kırmızı dudaklarıyla “ Bunlar sizin için güzel bayan.” dedi. Sesinin tınısı
fazlasıyla tanıdıktı. Evet bunun Kyu olduğuna kesinlikle emindim. Kyu bütün
samimiyetiyle gülümsedi ve ‘beni takip et’ dedi. Bir müddet hiç konuşmadan
yürüdük. Omzuma dokunan bir el hissettim.

Arkamı döndüğümde Hyun elleri cebinde yüzünde utangaç bir ifadeyle bana
bakıyordu. Onu karşımda görünce ne yapacağımı şaşırmış sadece ona
odaklanmıştım. Heyecandan elim titriyordu. Elini kaldırıp gözümün önüne gelen
saçlarımı kulağımın arkasına attı ve bana sarıldı. Gene aynı şeyi yapıyordu.
Tek kelime etmeden her şey hallolmuş gibi sarılıyordu. Bu tavırları artık bende
sadece kızgınlığa yol açıyordu. Konuşulacak onca şey olmasına rağmen hiçbir şey
yokmuş gibi sadece sarılıyordu. Ama bu sefer itiraz etmedim, bekledim belki bu
sefer farklı olur beni şaşırtır diye..

Karşılık vermediğimi görünce omuzlarımdan tutarak beni uzaklaştırdı. Yüzünde
oyun oynarken bardak kırmış bir çocuğun ifadesi vardı. Mahcup bir gülümseme.
Ama onun kırdığı bardak değil benim kalbimdi ve yerine yenisi alınarak tamir
edilemezdi.



“ Ne istiyorsun, neden geldin ?” dedim yere bakarak. Bu aralar ne çok yere
bakıyordum. Yaptıklarımın arkasında dimdik duran ben bu aralar sıkça
kahküllerimin arasına saklanıp başımı yere eğiyordum. Hata yaptığımdan değildi.
Acılarımı bir nebzede olsa göstermemeye çalışıyordum. Bunlara rağmen güçlü durmaya.



Verdiğim bu tepkiyle yüzü asılmıştı. “ Ben sadece şey için gelmiştim. Şey..”
bir türlü getiremiyordu cümlenin devamını. Bu daha çok sinirlenmeme sebep oldu.



“ Evet Hyun ney?? Bir şey söyleyecek misin yoksa ben gideyim mi?” dedim tek
kaşımı kaldırarak. Gözlerimdeki soğukluğu görünce irkilmiş ve şaşkınlığı daha
da artmıştı. Bu sefer titreyen oydu. Elini ayağını nereye koyacağını
bilemiyormuş gibi hareket etti bir süre. Sonra bana döndü ve derin nefes alıp,



“ Mi Young ben özür dilerim. Biliyorum yoruldun, yorduk birbirimizi ama ben
yapamam sensiz. Olmaz sen de bensiz yapamazsın.” Dedi. Kahretsin nasıl bu kadar
kendinden emin konuşabiliyordu? Çenemden tutup bakışlarımı ona çevirdi.
Bakışları çok derindi. İçine girsem kaybolacakmışım gibi…



Gözlerimin içine bakıp “ Benimle … “ derken sözü hayranlarının kulak
tırmalayan bağırışlarıyla kesildi. Neye uğradığımızı şaşırmış bir şekilde
etrafımıza bakarken Hyun’un sivil olduğunu, kılık değiştirmediğini fark ettim.
Hayranları bize doğru koşmaya başladığında Hyun’da kaçmaya başladı ve beni
orada tek başıma bıraktı. Hala palyaço kıyafetiyle duran Kyu beni kargaşadan
uzağa doğru sürüklemeye başladı. Ne yapacağımı bilemediğim için sadece ona
itaat ettim.



Arabaya bindiğimizde daha fazla dayanamayıp gene ağlamaya başladım. Bu
kadarı da fazlaydı. Beni nasıl onların içinde öylece bırakabilmişti. Kyu’dan
rica edip beni havaalanına götürmesini istedim. Neden diye sorunca da sadece
Japonya’daki bir arkadaşımı ziyarete gideceğimi birkaç gün kalıp kafa dinleyeceğim
yalanını söyledim. Evet gidecektim ama Japonya’ya değil. Gidecektim ama geri
dönmeyecektim..



Havaalanında Kyu ile sıkıca sarılıp vedalaştım benim için çok ağır olmuştu
ona ‘Hep Mutlu Olmalarını’ söyledim. Gülümseyerek gözlerime baktı.



“ Alt tarafı birkaç günlüğüne gidiyorsun böyle saçma konuşma.” dedi dalga
geçerek. Bende “ Haklısın “ dedim ve güldüm.



Giderken son bir kez arkama döndüm ve “ Kyu Jong Sunbae kendinize iyi bakın,
sizi seviyorum.” diyerek bağırdım. Arkamı dönüp koşarak oradan uzaklaştım…



8 yıl sonra



~ Hyun Joong ~



Yine haftanın yorgunluğunu atmak için parkımızdaki bankımıza oturup Mi
Young’la hayallerimizdeki geleceği düşünüyordum. Bu parkta büyütecektik
çocuklarımızı.. Ama o beni bırakıp gitti. Bana bu kadar yakın olup uzak durmaya
katlanamadığı için terk etmişti Kore’yi. Arkasında ailesinden geriye kalan tek
kişi olan kuzenini bile bırakmıştı geride. Jungmin ve diğerleri gidişinden beni
sorumlu tutsa da bunu hiçbir zaman yüzüme vurmamışlardı. Ama bana kızgın
olduklarını biliyordum. Aslında bende kızgındım kendime bir korkak olduğum için
aşkımı kaybetmiştim. Ve her şeye geç kaldığım için tutamamıştım ellerinden
giderken. Biraz daha erken davranabilseydim ve işlerimi ondan önce tutmasaydım
evlenme teklifimi provalardan gerçeğe dönüştürebilirdim ama ona yetişememiştim
ve bu hatamın cezasını bir ömür boyu çekecektim. Bunları ne zaman düşünsem
kendime olan sinirim giderek nefrete dönüşüyordu.



Düşüncelerimle boğuşurken küçük bir kızın düştüğünü gördüm. Onu kaldırmak
için yanına gittiğimde gözlerindeki hüzün bana geçmişten birini hatırlattı. Bir
an duraksadım ve kızın ağlamayı bırakıp benimle konuştuğunu fark ettim. Hala
canının yandığının farkındaydım ama hiç bir şey yokmuş gibi ayağa kalkması beni
şaşırtmıştı. Mi Young ile yoğunlaşmış hayallerimle o kadar meşguldüm ki küçük
kızın her hareketinde onu hatırlıyordum. Küçük kız arkasına “ Baba” diye
seslendiği an kendime geldim ve ayağa kalktım. Küçük kızın babası endişeli bir
ifadeyle bize doğru yaklaşıyordu. Kızına endişeli gözlerle bakarak “ Min Ra!!”
derken sesinin tonundan ne kadar korktuğu anlaşılıyordu. Adamın kızına olan
şefkatini, onun gözlerindeki endişeyi kıskandığımı hissettim. Eğer yıllar önce
bir hata yapmış olmasaydım şuan mutlu bir ailem olacaktı. Mi Young’ım ve belki
de onun gözlerini taşıyan küçük Mi Young’ımız olacaktı.



“ Hyun? ” sesiyle kendime geldim. Kafamı kaldırıp karşımdaki adama
baktığımda yüzündeki şaşkın ifade bana tanıdık geldi.



“ Hwang Ra? “ dedim sevinçle. Şaşkınlığımızı üstümüzden atınca birbirimize
dostça sarıldık.



“ Dostum nerelerdesin? 15 yıl oldu Kore’den gideli. Hiç haberini alamadık
neler yaptın?” derken gözlerim yanındaki küçük kız çocuğuna takıldı.



“ Hey adamım sakın bu şirin kızın senin kızın olduğunu söyleme.”
şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı.



Hwang Ra küçük kızı kucağına alırken “ Evet bu şirin kız benim kızım adı Min
Ra.” dedi.



Min Ra ikimize birden anlam veremez bir şekilde baktı sonrada,



“ Baba bu Ahjussi senin arkdaşın mı?” dedi masumca dudaklarını büzerek.



“ Evet kızım bu Hyun. Kore’de çok ünlüdür ve benim liseden yakın arkadaşımdı
ama ben yurtdışına taşınınca onunla bir daha görüşemedik.”



Küçük kız büyük adammışçasına kendinden daha minik elleriyle yanağıma
dokunarak “ Hyun oppa çok yakışıklısın.” Dedi utanarak. Küçük yanaklarında
hafif kırmızılıklar oluşmuştu. Bu sözü üzerine kahkahalarımı tutamamıştım. Onu
kucağıma alıp yanağından öptüm ve



“ Sen de çok tatlı bir kızsın, babana hiç çekmediğin belli eminim
güzelliğini annenden almışsındır. Büyük olsaydın kesinlikle seninle
evlenirdim.” dedim gülerken. Hwang Ra sırtıma bir tane geçirirken,



“ Hadi oradan ben gayet yakışıklıyım.” dedi numaradan dudaklarını büzerek.
Arkadaşımı gerçekten özlemiştim..





Kafeye oturup uzun yılların acısını çıkarırcasına konuşmaya başladık. O
sırada Min Ra kucağımda oturmuş gömleğimin düğmeleriyle oynuyordu. Ben değersiz
hayatımı bir çırpıda anlatmıştım.



“ Vay dostum neler çekmişin. Senin adına gerçekten çok üzüldüm.” Dedi.



Tekrar uzaklara dalıp gitmemek için ona döndüm ve konuyu değiştirdim.

“ Benden çok konuştuk. Biraz da sen anlat 15 yıldır kaçak olan sensin. Ne
zaman geldin? Burada mı kalacaksın artık?” dedim gülerek.



“ İki gün önce geldik. Bir iş için geldim. Annesinin Japonya’da toplantısı
olduğu için gelirken kızımı da getirdim. Ülkesinden kopuk yaşamasını istemedim.
Şimdi otelde kalıyoruz. Ama bu akşam dönüş uçağımız var annesiyle havaalanında
buluşup İspanya’ya döneceğiz.” Bu kadar çabuk gideceklerine üzülmüştüm.

Hwang Ra kahvesinden bir yudum daha alıp arkasına yaslandı ve anlatmaya
başladı.



“ Kore’den ayrıldıktan sonra Türkiye’ye taşındık ve orada eğitimime devam
ettim. Şuan İspanya’da bir şirkette mimar olarak çalışıyorum.” dedi.



“ Türkiye’den İspanya’ya nasıl geçiş yaptın?” dedim gerçekten şaşırmıştım.



“ Hiç sorma İspanya’ya seminer için gitmiştim ama orada Min Ra’nın annesiyle
tanıştım ve görür görmez aşık oldum. Onun için İspanya’ya yerleştim. İlk
başlarda bana çok soğuk davrandı ve sürekli beni tersledi ama sonunda cazibeme
dayanamayarak benimle evlenmeyi kabul etti.” Bunu saçıyla oynayarak demişti.
Onun bu hareketini gülümseyerek seyrettim bu huyu hiç değişmemişti “İnanır
mısın bunun için tam 3 sene uğraştım” dedi kısık gözlerini sonuna kadar açarak.
“ Ve şuan 4 senedir evliyiz. Gerçekten muhteşem bir insan.” diyerek sonlandırdı
cümlelerini. Karısından bahsederken gözlerinin içi gülüyordu. Bu durum bende
buruk bir mutluluk hissettirdi. Hwang Ra benim yaşamak istediklerimi doyasıya
yaşıyordu. Sanırsam onu daha fazla kıskanmaya başlamıştım.



21. devami:



“ Dostum sen gerçekten aşıksın.” dedim gülerek. Bu söylediğime utangaç bir
gülümsemeyle karşılık verdi. Ne kadar konuştuğumuz hakkında bir fikrim yoktu
ama gitmesi gerektiğini uçaklarının bir saat içinde kalkacağını söyledi. Bende
onlarla beraber kalkarak havaalanına götürmeyi teklif ettim. Havaalanına doğru
arabada ilerlerken Min Ra babasının kucağında uyuyakalmıştı. Bu hali
gülümsememe sebep oldu.



Min Ra’ya bakarak “ Çok yoruldu bugün herhalde.” dedim.

Hwang küçük kızının saçlarını okşayarak “ Arabaya ne zaman binsek hemen
uyuyuverir. Bu özelliğini annesinden aldı. O da hemen uyur.” dedi.



Bu sözleri küçük çapta bir şok dalgası geçirmeme sebep oldu. Ama düşündüğüm
şey olamazdı herhalde sadece gereksiz bir tesadüftü. Kafamı çevirip Min Ra’ya
baktığımda yüz hatlarının gerçekten ona benzediğini fark ettim. Olamazdı bunlar
sadece hayal gücümün saçma sapan düşünceleriydi. Gözlerimi zorla ayırıp yola
odakladım ve bu düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım.



Havaalanına geldiğimiz de Hwang, Min Ra’nın minik bedenini kucağıma bırakıp
karısını bulmaya gitti. Uyuyan Min Ra’yı kucağıma alınca çok değişik hissettim.
Ne kadar masum uyuyordu. Minicik ellerini tutup avuçlarını yanaklarıma koydum.
Avuç içi çok sıcaktı ve terlemişti. Yüzündeki saçları çekip alnından öptüm.
Kokusu çilek gibiydi. Bu küçük kız bende babalık duygusunu uyandırmıştı.



Başımı kaldırdığımda gördüğüm görüntüyle beynimden vurulmuşa döndüm.
Karşımda şaşkınca duran o olamazdı. Olmamalıydı. Bu kadarı gerçekten fazlaydı.
Ben içimde isyanları oynarken o kafasını Hwang’a çevirip sorarcasına baktı.



“ Aşkım bu Hyun. Liseden çok yakın bir arkadaşım bugün parkta karşılaştık.”
dedi heyecanla.



“ Hyun’u tanıyorum hayatım sana bahsetmiştim kuzenimden. Jungmin, onunla
aynı grupta. Bu arada onlar da gelecek uçağa binmeden önce onlara da haber
verdim. Bir saatliğine de olsa görmek istedim. ” dedi gülümseyerek. Nasıl bu
kadar rahat olabiliyordu. Hiçbir şey hissetmemiş miydi yoksa? Bu kadar çabuk mu
silmişti, unutmuştu beni? Ben ona şaşkın şaşkın bakarken arkadan Kyu’nun sesini
duydum. Koşarak gelip sarılmıştı Mi Young’a. Ardından Young Saeng, Hyung Jun ve
en son Jungmin sarılmıştı. Hepsinin gözlerinde Mi Young’a olan sitemleri
okunuyordu.



Teker teker kızdılar ona ve Jungmin saçlarını karıştırarak “ Çok özlettin
kendini. Apar topar gittin ve bizi ziyarete hiç gelmedin.” Dedi.



“ Öyle olması gerekiyordu Oppa. “ dedi bakışlarını birkaç saniyeliğine
üzerimde tutarak. Ve sonra Hwang’a dönerek hepsini tanıttı. Ona bakışları bir
zamanlar bana baktığı gibiydi. Sıcak ve aşkla bakıyordu. Ona olan bakışları
içimi acıtmıştı. Hepsi kucağımda uyuyan Min Ra’ya şaşkınlıkla baktılar ve sonra
teker teker sevmeye başladılar. Ama kimse kucağımdan almadı. En son bundan
sekiz sene önce aynı şekilde uyurken annesini taşımıştı kollarım. Şimdi ise
kızını taşıyordu. Ve bu kız bizim kızımız değildi. Bu tablo bir kez daha
kaybettiklerimin acısıyla yanmamı sağladı..



Havaalanının kafeteryasına oturmuştuk. Onlar sohbet ederken ben boş gözlerle
bakıyordum kucağımdaki minik kıza. Uzun bir sohbetten sonra gitme vakti
gelmişti. Biletlerini kontrol ettirmek için sıraya girmeden önce vedalaşmaya
başladılar. Teker teker sarılırken Jun’un gözleri dolmuştu gene. Grubumuzun en sulu
gözü. Mi Young onun bu halini görünce ağlamaya başlamıştı. Uzun bir sarılma
faslından sonra sıra bana geldi. Kucağımdaki küçük kızı aldı yavaşça ve bana
sıkıca sarıldı. Kokusu eski masumluğundan daha kadınsı bir hale gelmişti ama
gene harikaydı. Kulağıma “ Sadece mutlu ol “ dedi ve arkasını dönüp hızlıca
uzaklaştı. Hwang Ra, Mi Young kucağındaki Min Ra uzaklaşırken Jungmin omzuma
elini attı, Young Saeng yatıştırıcı bir gülümseme sundu, Kyu sırtımı sıvazladı
ve Jun sarıldı. Sanırsam ancak onların varlığıyla atlatabilirdim bu durumu. Son
kez arkalarından baktım ve kendimden nefret etmemeye çalıştım…



-----
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARIŞMA] Sadece Mutlu Ol
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mutlu Sonsuzluk
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» Sadece Yanıldım
» [YARIŞMA] SESSİZLİĞİN BESTESİYDİ
» Yanilmiyorsun, Hoslanmadim... Sadece Sevdim

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: