Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARISMA] Geçmişteki Inek

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARISMA] Geçmişteki Inek Empty
MesajKonu: [YARISMA] Geçmişteki Inek   [YARISMA] Geçmişteki Inek Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:31 pm

Esranur Özbakir



Geçmişteki Inek



Gözlerini, arkasındaki ona seslenen kıza çevirdi Jung Min. 'Ne biçim bir
korecesi var' diye geçirdi içinden. Kız ona yaklaştıkça kızın Koreli olmadığı
kanaatına vardı. Kız bozuk Korecesiyle iletişim kurmaya çalışıyordu ünlü
sanatçıyla.

"Oppa seni seviyorum"

O kızda diğer hayranlar gibiydi. Her gün bıkmadan usanmadan bu iki kelimeyi
dile getirebilirdi. Ne umuyorlardı, seviyorum deyince onun da onu seviceğini
mi? Aslında bu fan diğerlerinden farklıydı. Bu iki kelime için aylardır ayna
karşısında denemeler yapmıştı. Şimdi ise bunu söylerken yüzüne yansamayan bir
utangaçlık kaosu yaşamaktaydı.

Jung Min her hayrana yaptığı gibi, bu hayrana sıcak gülümsemesini sundu. Her
gün bu kelimeyi duymak; bir yandan güzel bir duygu bir yandan da sıkıcı bir şey
olup çıkmıştı. Jung Min'in de bildiği bir şey vardı. Bu fanın her gün gördüğü
fanlardan bir farklı bir yanı vardı. Gözleri çekik değildi. Nereliydi peki?
Jung Min dayanamayıp sordu kendi yaşlarındaki hayranına

"Siz buraya nereden geliyorsunuz?"

Hayran şaşırmıştı. Halbuki o konuşmaların bu kadarla kısıtlı olucağını
düşünmüştü. Bu işin içinde bir karşıklık vardı. Bu soruya ayna karışsında
çalışmamıştı ki. Bozuk olan Korecesi artık iyice kötüleşmişti. Kekelediği için
sözleri, harfleri seçmek zorlaşmıştı. Genç kız derin bir nefes alıp tekrar
denedi.

"Türkiye"

Önceden hergün bu kelimeyi söylemekten gurur duyan kız, onun karşısında
konuşamaz olmuştu.

Jung Min tatmin olmuşçasına gülümsedi. Bu konuşma fanın sandığından da uzun
sürücekti. Jung kısa ve öz sorular soruyordu, bir kaç dakika önce kendisini,
sevdiğini söyleyen fanına.

"Türkiye nasıl bir yer?"

Fanı kısa kısa şoklar geçirmekteydi. Ama şimdi kekeleme zamanı değildi.
Yıllarca yaşadığı, büyüdüğü, nefes aldığı ve hatta bıktım bu ülkeden diye
bağırdığı yeri anlatırken kekelemeyezdi. Derin bir nefes alıp kısa sorunun
aksine uzun bir cevap olan sözüne başladı.

"Türkiye anlatılcak bir yer değil aslında. Görmeden, yaşamadan
bilemezsin. Sizlerin, Korelilerin Türkiye'ye ayak uydurması pek zor olmasa
gerek çünkü insanlarımız sizin insanlarız kadar sıcak ve misafirperverdir.
Türkiye'ye geldin mi gitmek istemezsin çünkü orası özeldir orası... Anlatmak
gerçekten zor. Cümlelere sığdırılmayacak kadar güzel bir yer orası. Aldığınız
bir nefesi orda geri vermek istemezsiniz çünkü o nefes tarih kokar, o nefes
Türkiye kokar. Hep içinizde kalsın istersiniz."

Kız kendisine kızmaktaydı. Sevdiği ünlünün karşısında ülkesini
anlatamamıştı. Bu kadar mıydı? Her gün kalktığında gördüğü ülke, şehir bu kadar
mıydı? Olamazdı elbet.

Jung ise yeteri kadar anlamıştı, gizlediği bir şeyler vardı Türkiye
hakkında. Sanki sormada git, nefes al ve bırakma dermişcesine.



Jung Min en baştan beri sorması gerek şeyi en sona saklamıştı.

"İsminiz neydi?"

Genç kız bir an da ismini unutmuştu. Her gün annesinin bağıra bağıra
söylediği ismini unutmuştu. Yakında onun karşısında, nefes aldığını da
unutucağından korkuyordu. Kekeleyerek son an da akla gelen ismini söyledi.

"Be-benim ismim Öykü"

Jung ilk defa duyduğu ismin anlamını merak etmiş ve sorma gereği duymuştu.

"İsminizin anlamı ne peki?"

Anlamı neydi ki isminin? Her gün herkesin ağzından duyduğu isminin bir
anlamı olmak zorunda mıydı? Olmak zorundaydı elbet. Hayatın nasıl bir anlamı
varsa, hayatı yaşayan insanların isimlerinin de bir anlamı olmalıydı. Öykü
biraz düşündükten sonra cevapladı.

"Öykü, kısa düz yazı demek"

Jung Min anladım manasında kafasını salladı. Gitmesini gerektiğini söyleyip
yoluna devam etti. Öykü hala giden oppasına bakmaktaydı. Hayal mi görüyordu?
Olamazdı bu o gerçekti. Hiç olmadığı kadar gerçek.



Jung, Young Saeng'ın yanına gitmişti. Bütün üyeler toplanıcaktı. Özlemişti
hepsini. İnsan birisinden ayrı kalınca kıymetini bilirmiş ya şimdi anlamıştı.
Kendisine kızıyordu şimdi, sabah onu uyandırdıklarında onlara bağırmasına...
Ama onlar da uyuyan insanı niye kaldırıyor ki?

Evin kapısının önünde olduğunda içinde bir huzur hissetti. Evden etrafa
pozitif enerji yayılıyordu. Jung bir an düşündü.'Höst! Bunlar bensiz niye bu
kadar mutlular?'

Saçmalıyordu yine. Kıskançlığın sırası değildi. Onları özlemişken, onu
duraklatan şey de neydi? Kapıyı bir alacaklı gibi çaldı.

Kapıyı açan Jun olmuştu. Jung Min tuhaf bir yüzle Jun'a baktı. İkisi
birbirine uzun süre baktıktan sonra Jung Min dayanamayıp
konuştu."Çekilmeyi düşünmüyor musun?"

Jun'un ise öyle bir niyeti olmadığını belirtmek istedi "Niye çekileyim
ki?" dedi. Jung sesini birazcık yükselterek konuştu. "İçeri girmem
için senin o koca vücudunu çekip kapının boşalması gerekte o yüzden"

Jun tek kaşını kaldırdı sonra da kenara çekildi. Jung Min bir an düşündü.
'Bunun neresini özlediysem?'

Üyeler yine bıraktığı gibiydi. Hyun bir kenarda sızmıştı, Young saçıyla oyalanıyordu.
Jung kocaman tebessümüyle 'Kesin şimdi fanlarına dua ediyordur' diye düşündü.



Jung sesini düzeltmek için öksürdü ve ardından bağırdı. "Yaa! Ben
geldim napıyorsunuz siz?" Hepsi kuru bir şekilde "hoş geldin"
dedi. Jung'un sinirine gitmişti. O, onları özlerken, onların davranışları da
neydi böyle?

Jung Min boş kalan tek koltuğa oturdu. Aklı almıyordu, nesi vardı üyelerin?
Hyun gözlerini açarak mutfağa ilerledi. Ağzına kadar dolu olan sürahi ağzına
dikledi, aradan üstüne dökülen suları umursamadan.

Sonra tekrardan geri yattığı yere döndü. Tekrardan uzandı. Yorgundu çünkü
yeni çıkıcak mini albümü için çok enerji sarffetmişti.



Jung Min evdeki sessizlikten sıkılmıştı. Oflaya puflaya evden dışarı çıktı.
Ellerini göğsünün üzerinde birleştirmiş ilerliyordu. Oldukça tanıdık gelen bir
ses ilişti kulağına.

"Tanımadı işte tanımadı. Ne bekliyordum ki zaten?" Jung Min sessin
kimden geldiğini merak ediyordu. Parmakların ucunda sesin yönüne doğru
ilerlemeye başladı. Komiğine gitmişti. Dedektif havası soluyordu etrafta.
Kafasını duvardan çıkarınca, bugün gördüğü fanı çıkmıştı karşısına. Ağlıyor
muydu? Bir insana ağlamak yakışır mıydı hiç? Yakışıyordu demek ki. Çünkü bu kız
çok güzeldi olmuştu. Saflığı daha bir ortaya çıkmıştır. Sanki gözyaşları su
değildi. Nadir bulunan kristaldi. Gözlerinden düşüp, yanaklarında süzülüşünü ve
en sonunda çenesinden damlayıp yere düşen yaşları takip etti Jung. Duvardan
yarısı gözüken kafasını da geri çekti. Onu ağlarken gördüğünü bilmesini
istemezdi. Bekledi yaşlarını silmesini. Sonra hiç bir şey yokmuş gibi yoluna
devam etti elleri cebinde.

Genç kızın... Öykünün önünden geçerken aynı ses kulağına tekrar ilişti kısa
bir yol katlederek. "Oppa senin burda ne işin var?" Genç kız bir anda
ağzını ellerine getirdi. Eliyle ağzına -yavaş bir biçimde- vuruyordu.
Dediklerinden dolayı ağzına lanet okuyordu. Ve hatta bu sözleri komut veren
beynine...



Şimdi kekeleme sırası Jung'daydı. Şaşırmış ifadesini yüzüne takınarak
"hi-hiç öyle geçiyordum." Dedi. Sonra gerçekten şaşkın bir şekilde
sordu. "Peki sizin burda işiniz var?"

Jung, Öykü'nün aksine daha resmi konuşuyordu. Aslında Öykü tanımadığı
kimseyle samimi konuşmazdı ama onun karşısında bildiği her şeyi unutuyordu.

Titrek çıkan sesiyle "ben mi? Ben burda oturuyorum." Dedi.



Jung bir soru daha yöneltti gözlerinde hala yaşlar bulunan kıza "siz
buraya kaç sene önce geldiniz?"

Eyvah! Öykünün matematiği kötüydü. O kadar kötüydü ki neredeyse ikiyle
ikinin toplamını bilmicekti. Şimdi 24 yaşındaydı. Lise'ye giderken gelmişti.
Parmaklarıyla gizlice saydı.

Sonra 'buldum' diye geçirdi içinden "sekiz yıl önce" dedi büyük
bir çoşkuyla.



Jung Min büyük bir kahkaha attı. Kahkahayla karışık konuştu. "Sekiz
yıldır burdasın ve Koreceni bu kadar mı ilerletebildin?"

Öykü şaşırmıştı. Onun kelimelerine dikkat mi ediyordu? Yoksa dalga geçme
amaçlı mıydı söyledikleri. Jung Min minik bir teklif sundu şaşkın kıza
"böyle ayak üstü konuşulmuyor. İlerideki kafede oturalım mı? Bir bakıma
fan buluşması olur."

Jung şimdi soru mu soruyordu. Hayır demek mümkün müydü? Boğazına kocaman bir
şey oturmuştu. Konuşamıyordu. Evet, anlamında kafasını salladı. Ve sonra da
kafeye doğru ilerleyen Jung'u takip etti.



Kafeye geldiklerinde Jung kimse olmadığı için şükretti. En arkalarda cam
kenarı olan bir masaya geçti. Arkasından da Öykü. Garsona sipariş verdikten
sonra büyük bir sessizlik kapladı.

Öykü istesede konuşamazdı boğazındaki şey daha gitmemişti. Ama ona sorular
soruya cevap vermeliydi.

"Kore'ye neden geldiniz?"

Öykü bir an çoşkulu bir şekilde konuştu.

"İnanın bana Kore'ye gelmek hiç istememiştim." Koreli olan birine
en son söylenecek şey bu olsa gerekti. Sonra devam etti. "Ailemin zoruyla
buraya geldim. Onlar benim kendi ayaklarımın üzerinde durmaya ihtiyacım
olduğunu düşünüyorlardı. Türkiye'de onların varlığını hissedermişim. Ama yanılıyorlardı.
Benim kendi ayaklarımın üzerinde değil, aileme ihtiyacım vardı. Hiç anlamadılar
beni."

Öykü kendine şaşırmıştı. İlk konuştuğu birisine bunları anlattığı içinde
kızmıştı. Ama sanki Jung Min'le ilk defa tanışmıyordu. Onu o kadar çok takip
etmişti ki yıllardır tanıyormuş hissi veriyordu.



Jung şaşırmıştı. Nasıl böyle bir aile olabilirdiki. Hangi aile çocuğunu
başından atardı.

15 gün sonra

Jung evde diğer üyelerle birlikte yemek yiyordu. Havuç suyu ilk defa onu sakinleştiremiyordu.
Çok sinirliydi ama bu sefer sebebi jun yada diğerleri değildi.

-Geriye bakış-

İki üç görüşmeden sonra arkadaş olduğu Öykü onu geçen gittikleri kafenin
önünde bekliyordu. Randevu gibi bir şeydi. Kesin olarak randevu denilemezdi.
Onlar daha arkadaştı. Şey gibiydi... Hani bir çiçek olur onun dibinde değersiz
bir ot bitmiştir. O durumda değildiler Jung değerli bir çiçekti ama Öyküde
değersiz ot sayılmazdı. Kısacası aylondoz değildi Jung'un gözünde.

Jung büyük gülümsemesiyle Öykü'ye doğru yaklaştı. "Bu gün
nasılsın" diye sordu.

Öykü yere odakladığı gözlerini onun geldiğini anlayınca yukarı kaldırdı. Pek
iyi değildi. Gözleri yaşlıydı. Boğuk çıkan sesine rağmen sordu. "Ben senin
için neyim bir arkadaş mı? Yoksa gitmek istediğin ülkedeki bir vatandaş
mı?"

Ne demek istiyordu şimdi bu. Onu Türkiye hakkında bilgi almak için mi
arkadaş olarak seçtiğini düşünüyordu. Jung sordu kendine 'doğru mu
düşünüdükleri?' Kendisi sorup kendisi cevapladı 'Hayır doğru değil o benim
arkadaşım'

Hayır diyebilir miydi ona? Alakası yok diyebilir miydi? Demeye zaman
bırakmamıştı ki çoktan gitmişti.

-Geriye bakış son-

Hyun farkına varmıştı Jung Min'in haline. Tedirgin bir şekilde sordu.
"Neyin var Jung?"

Jung havuç suyuyla oynamayı bırakıp gözlerini Hyun'a dikti. Konuşmaktan
korkuyordu çünkü konuşursa ağlıcakmış gibiydi. Ama zorunluydu galiba "abi
bir kız var. Türk baya bir yakın arkadaş olduk. Neredeyse her gün görüşüyorduk
ama kız geçen bana bir şey sordu 'beni ülkem için mi arkadaş olarak seçtin'
dedi. Ben ise hayır yada evet, diyemedim." dedi kendini ağlamamaya
zorlayarak.

Jun kısa bir kahkaha atıp konuşmaya başladı. "Kız anlamış seni."

Jung bir an sinirlerine hakim olamayıp bağırdı. "Ne saçmalıyorsun sen.
Ben böyle bir şeyi yapmam"

Jung yemeğini yarıda bırakıp evden koşarak çıktı. Onlar da böyle düşünüyorsa
kız napsın. Nasıl güvensin Jung zaten dile getirmişti Türkiye'ye gitmek
istediğini. Kafasını yukarı kaldırmış dolaşıyordu. Biraz da ağlamamak için
yapıyordu bunu. Sonra bir anda gözüne ayaklarını balkondan aşağıya sarkıtmış
kız gördü. Öykü'den başkası değildi. Bir an intihar ediceğini düşünmüştü.
Yanılmıştı. Elinde kitap okuyordu. Deli miydi? Kitapda intihar sahnesi mi
vardı? O hissi yaşamak mı istiyordu?

Bilinçsizce bağırdı.

"Öykü aşağıya in konuşmamız lazım."

Genç kız dengesini kaybediyordu neredeyse. Ama korkuluklara tutunarak
kurtuldu. Kitabını sehpaya bırakıp aşağıya indi. "Ne var ne oldu"
dedi.

Jung hiç bir şey söylemedi, söyleyemiyordu. Öykü Jung'u bekleyemedi ve
sordu. "Sen beni gerçekten tanımadın mı?"

Jung tek kaşını kaldırdı. Hiç bir şey anlamamıştı.

"Tanımam gereken birisi miydin?" Dedi.

Öykü gözlerini ayaklarına dikerek konuştu. "Be-ben... Yok hayır burdan
başlamamalıyım. Sen benimle aynı sınıftaydın. Ben o inek kızdım habire derse
çalışan ve hatta sana ders anlatan inek kızdım."

Geriye bakış

Jung gözlüklü kıza yalvarıyordu. Başka çareside yoktu ya. "Nolur
inekciğim yardım et bana. Bu sınavın önemli olduğunu sende biliyorsun"



-Geriye bakış son-

Jung hatırlamıştı. Tam Öykü'den özür dileyecekti ki karşısında Kyu'yla Young
bitti. Kyu ve Young aynı anda aynı cümleleri sarf ettiler. "Napıyorsunuz
burda. Sana söyliyim bu kızı kimse görmesin fanların öldürür."

Jung sinirli bir şekilde ikisine baktı. Eğilerek uzaklaştılar yanlarından
ölüm çanlarını duyduktan sonra.

Öykü konuştu derin bir iç çekip. Gerçekten cümleleri kurmakta zorlanıyordu.

"Ben seni o yıldan bu yana seviyorum. Ben o ineğim"

Jung ağzını açtı ve tekrardan kapadı. Söyliyecek tek şeyi minik bir
özürdü."Özür dilerim"

Öykü kafasını anladım anlamında salladıktan sonra geri evine gidiyordu.

Merdivenlerden çıkarken Jung'un sesini duydu. "Benimle çıkar
mısın?"

Öykü bir hışımla yavaş yavaş çıktığı merdivenleri hızla indi. Gözleri
faltaşı gibi açılmış bir biçimde sordu. "Bu bir çıkma teklifi miydi
şimdi?"

Jung evet, anlamında kafasını salladı. Sonra Öykü'de evet, anlamında başını
salladı.

Jung boğazını temizliyerek konuştu.

"İsminin aksine seninle uzun bir aşk yaşamak istiyorum. Yine bir inek
olup bana aşkı öğretir misin?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARISMA] Geçmişteki Inek
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» [YARIŞMA] My Bigbang
» [YARIŞMA] Soyut Sevgi
» [YARISMA] ~Aşkın Peşinde~
» [YARIŞMA] Sadece Mutlu Ol

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: