Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARIŞMA] Yalnız Kendime İnkarım

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARIŞMA] Yalnız Kendime İnkarım Empty
MesajKonu: [YARIŞMA] Yalnız Kendime İnkarım   [YARIŞMA] Yalnız Kendime İnkarım Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:19 pm

Büşra Neval Özkurt



Yalnız Kendime İnkarım



“Senden bunu isteyemem belki. Ama bu konuda bana daha çok yardımcı
olacaktır.”

“Tek düşündüğün gerçekten bu mu?”

Kız, utançla başını çevirdi. Cevap veremeyecekti bu soruya. Bilmediği
sorulara cevap veremezdi hiçbir zaman. Karşısında ki genç adamın ona sunduğu,
muhteşem, sınırsız dünyada yaşayamıyordu. Bu zaten onu yeterince üzüyordu. Her
şeyin tek nedeni buydu. Zannettiği kadar güzel, kolay değilmiş meğer hayatı.
Rahatsız ediciydi. Her şeyi küçümsemişti.

Karşısında ki şımarık çocuğa çevirdi tekrar başını ve yavaşça adını
fısıldadı.

“JungMin…”

Genç adam, yağmurlu havayı umursamadan yere çizdiği hayali dairelere baktı.
Ellerini cebinden çıkarmıyor, suçlu bir çocukmuş gibi başını yerden
kaldırmıyordu. Sanki annesi ona kızmış ve o da üzüntüsünü saklamaya
çalışıyordu. Sadece bir an gözlerini buluşturdu genç kız ile. Bu olay ikisinin
de başını başka bir tarafa çevirmesi ile son buldu.

Genç Kız, artık neredeyse ağlayacaktı. Derin derin nefesler alıyor, ağlama
duygusunu bastırmaya çalışıyordu. İçindekileri ne karşısında ki masum gence
anlatabiliyor, ne de kendisini anlayabiliyordu. Daha önce aşkı yaşadığını
düşünüyordu, JungMin’den önce muhteşem aşkı yaşadığını sanıyordu.

Yanılıyordu.

Tam önünde duran genç adam bütün Tabuları yıkıyordu. Daha önce hiç kimseye
âşık olmamıştı. Ne kadar istese de, JungMin’i tanıdıktan sonra artık âşık
olamazdı.

Hemen karşısında duran, başı eğik genç adamın çenesini kavradı ve kaldırdı
bir anda. Göz teması yapmaktan kaçınıyordu genç.

“Bana bak en azından. En azından gözlerini görmeme izin ver. ”

“O zaman gitme. Beni burada bırakıp, onunla birlikte gitme!”

JungMin bağırarak söylediği bu cümleyi bitirir bitirmez kaldırdığı başını
eğmişti yine. İsyan eden kalpleri ve sözleri ikisini de bir uçuruma getirmişti.

Düşeceklerdi.

İkisi de ağlıyordu ve bu daha ufak bir başlangıçtı. Biliyorlardı bunu. Daha
çok yorulacaklardı.

“Ayrılmak istemiyorum MauRa… Seni uzağımda, HyunJoong’un yanında görmek
istemiyorum!”

MauRa, artık hıçkırıklarını tutamıyordu. İkisi de yağmurda gözyaşlarını
saklıyor ama bir o kadar da belli etmek istiyorlardı. Kalplerinde ki ateşi
söndürmek istercesine sessizce döküyorlardı yaşlarını. Genç kız, istemsiz bir
şekilde konuşmaya başladı. Hâlbuki ona bağırmak değil, sadece sıkıca sarılıp,
“Seni asla bırakmak istemiyorum” demekti ama her zaman ki gibi ağır basan aşk
olmamıştı. Ağzından dökülen kelimeler çok farklıydı düşündüklerinden.

“JungMin, Buradan gitmem gerekiyor. “

Genç adam, kalbinin bir kez daha titrediğini hissetti, acı içersinde yok
olacağını düşündü.

“Nereye?”

Genç Kız hafif bir sesle ‘Bilmiyorum.’ Dedi ama kızgınlıkları ve
üzgünlükleri hala üstlerindeydi. Duygularını yoğun yaşayan iki genç, şuan
dünyadan soyutlanmışlardı. Sadece birbirlerini istiyorlardı. Aynı yağmur ve
toprak gibi. İkisi birbirine ne kadar ihanet etse, Bir gün yağmuru beklese
toprak ama gelmese yağmur ve ya yağmur düşmeyi beklese toprağa ama toprak
çoktan kapatsa kendini çiçeklerle… Yine birbirlerine ulaşmaya çalışacaklar.
Yağmur, yapraklardan kayarak ulaşacak mükemmel güzelliğine, Toprak ise sınırsız
bir sabırlar bekleyecek yaşama sebebini.

“Ben kaçıyorsun ama… Neden HyunJoong’a gidiyorsun?”

Genç kız, şaşkınca karşısında garip bir sırıtışa sahip olan genç adama
baktı. Neden sırıttığını anlamamıştı.

“Ne demek istiyorsun?”

JungMin, sırıtışını daha da büyüttü ve alaycı bir gülümsemeye çevirdi.
İçinde ki duygu fırtınasını saklayan, mükemmel bir gülüştü bu. Eğer Maura onu
tanımasaydı, şuan karşısında ki genç adamın onu umursamadığını düşünebilirdi.

“Benden kaçıyorsun ama kaçtığın kişi HyunJoong… Pekii zamanı geldiğinde
ondan nasıl kaçacaksın?”



MauRa başını eğdi ve az önce JungMin’in yaptığını yapmaya başladı.

Daireler çiziyordu.

Kesinlikle haklı değildi. Evet, JungMin’den kaçıyordu fakat ne HyunJoong ne
de bir başkası onun yerini asla alamayacaktı.

Çiseleyen yağmur şiddetini artırmıştı. Kızın açık saçları sırılsıklam olmuş,
genç adam ise üstündeki deri monttan kayan yağmurları hissetmiyordu bile. Uzun
süren bir sessizlik aldı bütün boş alanı. Parktaki herkes yağmur nedeni ile ya
evlerine ya da üstü kapalı yerlere kaçıyorlardı. Hala birkaç dükkân açıktı ve
içeriden çıkan sarı ışık ile az da olsa parkın sağ tarafını ışıklandırıyordu.
Maura sağ tarafta duruyordu ve genç adam onun yüzünü çok net görüyordu. JungMin
ise sol taraftaydı ve ışıktan ziyade, kız onun acı çeken kalbini görmüyordu.
Yüzü o kadar da önemli değildi. Genç adam MauRa’yı izledi bir süre. Üstünde ki
mont kesinlikle korunaklı değildi. Süet botları ve üstünde ki ince triko ise
suyu hemen içerisine çekiyordu. Saçlarını saymıyordu bile. Onlar banyodan
çıkmış gibi ıslanmışlardı. Başını sola çevirdi ama yine de kızın ıslanmasına
dayanamıyordu.

Derin bir nefes aldı ve üstündeki montu çıkarıp kızın başına koydu. Onun
için şuan çok zor olan bir şeyi yapıp, birleşen dudaklarını konuşmak için
yavaşça açmaya çalıştı.

“Eğer gerçekten… Onunla gitmek istiyorsan, ben seni durduramam belki… Ama…
Ama bekleyebilirim. Eğer bana söz verirsen… Eğer ona âşık olup, beni
bırakmayacağına dair söz verirsen ben seni bekleyeceğim.”

Genç adam derin bir nefes alıp, sol tarafa bakarak söylediği bu cümleyi
sonlandırır sonlandırmaz belinde ıslak ve sıcak bir şey hissetti. Âşık olduğu
kadın ona sarılıyordu. Tek bir şeyden habersizdi ama genç adam. Kızın kaçma
sebebi bambaşkaydı. JungMin kendini ne kadar da sıktığını fark etti. Kız başını
kaldırdığında gördüğü gözlerine dayanamadı. Artık gözyaşlarını tutamıyordu.
Hızlıca yüzünü kızın saçlarına gömdü.

“Sadece… Beni unutma MauRa.”

Kız ise içinden sadece düşünüyordu. Aslında ne kadar saçma bir şekilde
tanıştıklarını… Ve bütün hayatının sadece JungMin’den ibaret olduğunu…

Genç adamın beline sarılırken geçmişte yaşadıklarının hepsi tek tek
gözlerinin önünden geçmeye başladı.



[Geriye Bakış]



18 yaşında bir ameliyat geçirmişti MauRa. Basit bir ameliyattı sadece Tiroid
bezleri çok çalıştığı için Guatr hastalığına yakalanmış ve 12 yaşından beri her
sabah ilaç alarak iyileşmeye çalışmış ama olmamıştı. Ameliyat bitene kadar
rüyasında bir yer görmüştü. Etrafta pembe şekerler, birbirini kovalayan ufak
çocuklar vardı sadece. Atlıkarıncalar bir inip bir kalkıyor, dönen salıncaklardan
mutluluk çığlıkları geliyordu. Dönen kahve fincanlarının içinde annelerine
sıkıca sarılmış çocuklar, Çarpışan arabada çocukları ile aynı arabada oturup,
tanımadıkları kişilerin arabasına çarpmaya çalışan, neşeli babalar…

Rüyasında gördüğü bu yeri gözleri ile görmek istiyordu. O anı yaşamak
istiyordu.

Lunapark.

O bir söz vermişti küçükken. İlk defa, sevgilisi ile gidecekti herkesin
eğlendiği o eşi benzeri olmayan parka. İleride çocuklarına, büyük bir gururla
“Ben ilk defa babanızla lunaparka gittim” demek istiyordu.

Lunaparkın kapısına kadar geldi hastaneden çıkılmasına izin verildiği an.
Tam karşısında büyük lunapark bütün ihtişamı ile gözüküyordu. Geniş bir
gülümseme kapladı yüzünü ve bir adım attı.

Duraksadı, içinde garip bir his vardı. Sanki bir kol onu tutuyordu. ‘Gitme
oraya…’ Ne olursa olsun asla içindekini dinlemeyecekti ve bir adım daha attı.

Sadece araba vardı şimdi. İçinde ki ses gitmişti, ortalıkta sıcak bir koku
ve çığlıklar vardı. Ne olmuştu? Yattığı yerden çevresine sadece bir anlığına
bakabildi.

İşte yine gözleri kapanıyordu. Birçok şeyi unutacaktı. Nerede doğduğunu,
annesini, babasını, en önemlisi… Gerçek hayatını.

Çarpan araba, ters yolda olmasına rağmen o kadar hızlı gelmişti ki kimse
fark etmemişti bile. Onu hastaneye yetiştiren ise, arabası ile kaçan adam
değil, orada ki normal seyircilerdi.

Onların rolü de buydu işte. Haberleri bile olmayan bu masum kızı hastaneye
götürmek.

Hayat ne kadar zalim, haberiniz bile olmadan sizi bir senaryonun tam
ortasına koyuveriyor işte. Siz ise eliniz kolunuz bağlı, uzaktan izliyorsunuz.



Maura o günden sonra yavaş yavaş geçmişini unutmaya başladı. Bir Türk
kızıydı ama Almanya’da yaşıyordu. Babası, bir işe müdür olarak atandığı için
Almanya’ya gitmişlerdi MauRa daha doğmamışken. Annesi aslında ona daha güzel
bir isim vermek isterdi ama o an her ne olduysa MauRa oldu adı. Almanca
biliyordu fakat Türkçe öğrenmemişti. Sadece küçükken aldığı yabancı dil
dersleri vardı; Korece ve İngilizce.

Tabi zamanla Almancası da tamamen yok olmaya başladı.

Çarpan arabanın camları ve bazı ufak metal parçaları beynin içine girmişti.
Doktorlar ne kadar uğraşsalar da hepsini çıkaramamışlardı. Çok tehlikeli bir
operasyondu ve kimse bu tehlikeye adını bulaştırmak istemiyordu. Annesi ve
babasına ise olanları anlatmışlardı.

Yavaş yavaş her şeyi unutacaktı. İlk önce anılarını, arkadaşlarını… Sonra
ailesi ile anlaşamayacaktı. Öz dilini bile unutacaktı. Bir insan, anadilini
unuttuğunda, sonradan öğrendiği bir dili unutmayabilirdi. Sonradan aldığı
İngilizce dersleri burada işe yarıyordu işte. Daha onu unutmamıştı.

Ama en acı vereni, ailesi ile sözlük kullanarak konuşmasıydı. Ne kadar üzücü
bir durumdu bu değil mi?

Kızın okuduğu okul da sorun olmaya başlamıştı. Öğretmenlerin verdiği maket
ödevlerini anlamıyordu. O Üniversitenin ilk senesinde, mimar olmaya aday
biriydi. Maket olmazsa, geçemezdi. Mimarlık tamamen söyleneni yapmak üzerineydi
ilk sene.



Artık herkes üzülmüştü MauRa’nın bu durumuna. Ne annesi ne de babası bunu
istemiyordu. Kısa bir hayat, istenildiği gibi değerlendirilmeliydi. Kendinden
kilometrelerce uzakta olan, babasının öldüğü ülkeye gönderdi biricik kızını
annesi. Güney Kore’ye…

Kızın sadece 6 yılı kalmıştı. Kız, bunu henüz bilmiyordu ama şikâyet
etmemişti. Çünkü Almanya da Koreli arkadaşları vardı ve onların anlattıklarına
göre gerçekten çok güzel bir yerdi.

Sadece gitmek istiyordu. Han nehrini merak ediyordu, Seoul Tower’ı merak
ediyordu. Fotoğraf makinesini, elinde ki kâğıdı ve kalemini artık hareket
ettirmek istiyordu.

Hayatının son altı yılından dördünü Seoul National University de geçirdi.
Okul birinciliğini kazanacaktı ki, sınıf arkadaşı Ga Lie onu geçmişti ama
önemli değildi.

Sonuçta Mimar olmuştu. MauRa artık 24 yaşındaydı ve Seoul National
University’de Mimarlık bölümünden mezun olmuştu. Hayat onun için kısaydı. Geçmişinde
ki hiçbir şeyi zaten hatırlamıyordu.



Sadece 2 senesi kalmıştı ve bundan hala habersizdi. Sadece istediğini
yaşaması gerektiğini hissediyordu.

Ve yaşayacaktı da. Lunapark… Her şeyini mahveden o lunaparka artık gidecek,
orada ne var ne yok hepsini deneyecekti. Ne kadar basit bir zevkti bu. Sadece
eğlenmek… Herkes eğlenmenin kolay olduğunu düşünür. Sizin için, tabii neden
olmasın. Fakat ya MauRa? Belki de hiçbir zaman bir kocası, yaşadıklarını
gururla anlatabileceği bir çocuğu olmayacaktı. Bembeyaz evde, bir erkek, bir
kız çocuğu hiçbir zaman koşuşturup bir şeyler kırmayacaktı. Her gece eşinin
emniyetli kollarına bırakamayacaktı kendini. İşte bu yüzden gitmeliydi
lunaparka. Zaten yaşayabileceği hiçbir şeyi anlatamayacağı için.



Adımını attığı anda çığlık çığlığa bir topluluk gördü. Refleks olarak bir
anda korktu, sağına ve soluna baktı. Hayır, lunaparkın içindeydi şuan. Bir grup
gencin çevresine toplanmıştı bir sürü kız. Merak etmişti. Kalabalığı hızlıca
geçmeye çalıştı. Acaba lunaparklar hep böyle mi olurdu? Sonunda topluluktan
çıktığın da gururla bir nefes aldı ama hayatının en büyük hatasını yaptığını
anladı o an. Hemen geri çıkmak istedi. Tabi buradan çıkmakta, girmek kadar zor
olsa gerek.

“Hey sen! Oppamızın yeni sevgilisi sen misin?”

Uzun siyah saçlı bir kız onu tek parmağı ile dürtüyordu. ‘Ne!’ diye bağırmak
istedi bir an ama Kafasını sağa çevirdi ve itildiği çocuğu gördü. Uzun saçları,
şımarık bir tipi vardı ama yine de o kadar sevimli bakıyordu ki… MauRa hiçbir
cevap veremedi ve çocuğa baktı.

Bu çocuk ile tanışmalıydı ama kimdi ki?

Daha düşünemeden hemen yanında ki çocuk kendine çekti MauRa’yı.

“Benim sevgilim.”

MauRa’nın ağzı bir metre açılmıştı. Az önce diğer çocuğun yanında değil
miydi? Ama hani onun sevgilisiydi? Acilen üstünden attığı şaşkınlığı bir kenara
bıraktı ve İngilizce olarak bağırmaya başladı.

“Efendim? Kim? Ben mi? Bana baksana sen! Kimsin ya sen!”

Kolunu tutan çocuk şaşkın olmadığını belli ederek İngilizce konuştu.

“Ben Young Saeng. İnan bana şunu yapmak benim için çok… Garip. Gerçekten çok
utanıyorum. Sadece bana yardım eder misin?”

MauRa biraz daha şaşırdı. Böyle şeyler sadece filmlerde olur sanıyordu. Ne
yani? Bu sevimli, turuncumsu – kızıl saçlara sahip karizmatik çocuk ondan
yardım mı istiyordu? Bir anda bir flaş görüldü ve MauRa daha başını çeviremeden
ışıklar söndü…



Ve ortalığı mükemmel bir koku sardı.



Başına bir mont sarılmıştı. Şekerli bir kokusu vardı ama erkek parfümüydü
bu. MauRa’nın yüzünde saçma bir gülümseme belirdi. Bir koku, onu alıp adeta
cennete götürmüştü.

Cevap veremeden sürüklenmişti bile siyah saçlı çocuk tarafından. Bir arabaya
bindirilmişti. İşte yine gidememişti Lunaparka. Bir anda çekildi mont başından.
Büyü bozuldu ve şapşal gülümseme gitti yüzünden genç kızın.

“Bir dakika. Tamam, tamam. Bağırmayacağım ama şu köşede beni indirir
misiniz? Ben Lunaparka gitmek istiyorum.”

Maura’nın tam karşısında ki turuncu saçlı çocuk gülmeye başladı. Genç kız
tam karşısında ki gence bir yumruk geçirmek istedi bir an.

“İki şey söyleyeceğim. Birincisi; kaç yaşındasın üç mü? Daha önce de
lunaparka gitmiş olmalısın. Ayrıca ikincisi, bizi tanımayan birilerinin sadece
dizilerde olduğunu düşünürdüm ama gerçekmiş.”

‘Bir şeylerin sadece dizilerde olduğunu düşünen sen değilsin!’ diye bağırmak
istedi.

MauRa bir an karşısında ki gence yumruk geçirmeyi dilediğini hatırladı ama
bunu yapamazdı.



Yoksa yapabilir miydi?



Karşısındaki çocuğun koluna hızlıca bir yumruk geçirdi ve sonra duyulan tek
ses “SEN NE YAPIYORSUN!” oldu. Maura bir an korksa da belli etmedi.



Yanında ki siyah saçlı çocuk kıs kıs gülmeye devam ediyordu.

“Sen kendini ne zannediyorsun? “



Çocuk kendisine sorulan soruya gülerek cevap verdi. Gerçekten içten bir
gülümsemeydi bu ve kız bunu hissetmişti.



“Ben Park Jung Min. Bu grubun Şımarık prensiyim.”



[Geriye Bakış-Son / 1 hafta sonra]



MauRa arabanın içinde Kyu ile mesajlaşıyordu. Bir an geriye baktı.
HyungJun’u anımsadı. Ne kadar çapkındı. İlk gördüğünde kendisini, ne güzel
iltifatlar etmişti, YoungSaeng her zamanki gibi utanmış, HyunJoong pişkin
pişkin sırıtıyordu. Tabii Kyu ise her zaman ki gibi kibarlığından ödün
vermemişti… Son kez gelen mesajda bir kez daha kalbi sıkışmıştı. Nefesini tuttu
yanında ki şoföre belli etmemek için. Gönder tuşuna basar basmaz karşısında ki
beyaz binanın kapısında gördü onu.

“Geldim!”



Arabadan indi yavaşça. Arkasında ki mavi bavulu çekiştirmeye çalışıyordu ama
gücü yetmiyordu. Buraya gelirken kolayca taşıdığı bavulun yarısıydı bu bavul
ama yine de kemikleri çekemiyordu basit bir çantayı. Kyu’nun yanındaki HyungJun
hemen koşarak MauRa’nın elinde ki hafif bavulu aldı. Maura buraya ilk geldiği
gibi değildi şimdi. Boynunda kalın bir atkı, gözlerini kapatan bir gözlük ve
boynunun görülmesini daha da zorlaştıran uzun saçlar…

Sadece vücudunu saklıyordu.

Sonunda her şeyi bütün çıplaklığı ile öğrenmişti. Sadece birkaç günü vardı
belki.

Bugün, tam 6 yıl olmuştu o kazayı geçireli.

Genç kız aynı bir çöpü andırıyordu. Kolları, bacakları, yüzü ve boynu,
eskisi kadar dinamik, dolu dolu gözükmüyordu. Kızın kendi değimi ile artık hiç
göz alıcı değildi.

Birkaç adım daha attı, ama dengesini sağlayamıyordu. Bu nedenle kendisini
YoungSaeng’in kolluna girmişken buldu.

YoungSaeng sağ koluna, Kyu ise diğer koluna girmişti. Kapıyı açtılar ve hemen
içeri girdiler.

JungMin haricinde herkes buradaydı. HyunJoong bir bardak sıcak çay koymuş,
içinden kızın içmesi için dua ediyordu. İlk defa endişeli duruyordu. Kız
içinden “Liderim…” dedi bir an ama bunu kimse duymadı. YoungSaeng ve Kyu
nazikçe koltuğa oturmasına yardım etti Maura’nın. “Utangaç ve Nazik prens…”
HyungJun ise çantayı koydu ve MauRa’nın karşısına oturdu. “Çapkın…” Hepsi hem
JungMin için hem de Maura için çok endişeleniyorlardı. MauRa hayatlarına
girdikten sonra her şey değişmişti. Evde ki düzen, konuşulan konular… JungMin
artık çapkınlık peşinde değildi, MauRa’dan sonra her şeye farklı bakmaya
başlamıştı. Yazdığı şarkı sözleri bile daha bir duygulu oluyordu.

Peki, şimdi ne olacaktı?



Maura cebinden eski parşömen kâğıtlarına benzer renkte bir mektup çıkardı ve
masaya bıraktı.



“Bu mektubu ben gittikten sonra ona verir misiniz?”

Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Kimse konuşamıyordu. Biricik arkadaşlarını,
ölüme yolcu ediyorlardı. Hepsi bir hüzün havasındaydı. Mektup kimin umurundaydı
ki?

“Benim hayatım sadece 6 yıl sürdü. Ve o 6 yılın hepsinde sadece JungMin var,
sadece siz varsınız. Lütfen ona sahip çıkın. Benden sonra sakın yasa
tutulmasın. Benimle sınırlı kalmasın”

‘Şımarık Prens’ diye ekledi içinden. Ortalıkta hala derin bir sessizlik
vardı. MauRa sessizlikten nefret ediyordu artık.

“Ama Jessica hariç!”

Herkes kısa bir gülüş attı. Hala şaka yapıyordu. Bu kız nasıl ölebilirdi ki?
Hepsinden daha sağdı içi. Hepsinden daha hayat doluydu. Ölmemeliydi! Ölemezdi!

“Ben gidiyorum artık.”

Başlar kalktı bir anda yerden. Ortamda ki bütün kalpler enerjisini yitirmiş
gibiydi. Hepsi ilk defa yaşıyordu bunu. HyungJun isteksizce kapıyı açtı ve yine
kolluna girdiler.

HyungJoon hızlıca yanlarına geldi.

“Gitmesen?”

Hepsi yalvarır gözlerle bakmaya başlasalar da MauRa kararlı gözüküyordu.

“Beni görmenize izin veremem.”

HyunJoong en azından arabası ile bırakmayı istediğini söylemesine rağmen
MauRa izin vermedi ve dışarı çıktıklarında bir taksi çağırdı.

Birkaç dakika geçmişti ki önlerinde beyaz bir araba durdu. Bir taksi değildi
bu. Hiçbir taksi bu kadar deli kullanmazdı arabayı…

JungMin!

Maura hemen elleri ile yüzünü kapattı. Saklıyordu kendisini. JungMin,
arabadan hızlıca çıkıp tam MauRa’nın karşısında durdu. Ağlıyordu… Kesinlikle
saklamıyordu bu sefer. Bir bebek gibi ağlıyordu.

“Yüzünü aç!”

Maura kafasını sağa-sola salladı. JungMin’in onu bu halde görmesini
istemiyordu.

“Asla olmaz!”

JungMin sıkıca yüzünü kapatmış olan kızın ip ince bileklerini o kadar yavaş
tutmuştu ki… Hiçbir şey olmamasını istiyordu ona.

Yavaşça indirdi bileklerini kızın. Maura engel olmaya çalışıyordu fakat gücü
yetmiyordu. Tamamen yüzü açıldığında JungMin Maura’nın saçlarını çekti
yüzünden. Atkıyı gevşetti nazikçe.

Artık dayanamazdı. Kendisini yere bıraktı bir anda. Arkadaşları onları
bırakmaları gerektiklerini düşündü. O sırada gelen taksiyi gönderdiler ve iki
genci yalnız bıraktılar.



MauRa yavaşça genç adamın yanına oturdu. Çimlerin üstünde bağdaş kurmuş
oturup, ağlayan gencin gözyaşlarını sildi ip ince, küçücük elleri ile.

“Belki kemiklerim eriyor olabilir, belki derim inceliyor olabilir, belki tam
6 yıl önce ki o camlar artık beynimin ve omurgamın tam dibinde olabilir…”

Çocuğun çenesini kendine çevirdi nazikçe. Ağlayan genci sıkıca tutuyordu ama
Jungmin cılız gücü hissettikçe daha da ağlamaya başlıyordu. Önce den onunla
kavga edebilen genç kız, şimdi nefes almakta bile zorlanıyordu.

“Ama kalbime hiçbir şey olmadı JungMin.”

Çocuk, kızın tam gözlerinin ortasına baktı, sonra gözü dudaklarına kaydı.
Oradan tam kalbine…

“Ben… Ben seninle evlenecektim MauRa…”

Genç kız masum bir melek gibi gülümsedi. Genç adama biraz daha yaklaştı.
Yerdeki kalın bir otu kopardı ve jungMin’in yüzük parmağına bağladı.

“Evet… Kabul ediyorum…”

JungMin, ağlayan yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Burnunu çekti ve cebinden
bir şey çıkardı. Mavi bir kutu. İçinde basit bir yüzük çıktı. Dümdüz bir metal.

Maura bunu hatırlamıştı.

Birlikte ilk kez dışarı çıktıklarında MauRa yerden bulmuştu onu. Değersiz
bir şeydi JungMin için, ama bu kızın gülümsemesi ile milyon dolarlar verseniz
yine de alamayacağınız bir değere sahip olmuştu.

Bu o metaldi. JungMin Aynısından bir tane daha olan o metalin küçüğünü taktı
sevdiği kıza. Büyüğünü de kendisi taktı, ot parçasının hemen üstüne.

“Ellerimi bırakma Maura, Gözlerini de uzaklaştırma benden”

Genç kız ilk defa utanarak bir şey yaptı ve genç adama biraz daha yaklaşıp,
soğuk dudaklarını adamın sıcak dudaklarına bastırdı. Hayatında ilk defa böyle
bir şey yapıyordu ve ikisi de heyecandan kalplerini hissetmiyorlardı. JungMin o
an ne yapması gerektiğini anlamadı. Karşısında ki kızdan böyle bir hareketi
beklemiyordu. Genç kızdan dudaklarını ayırdı ve kucağına aldı.

“Hayır… JungMin gitmem gerekiyor.”

“Sadece bir yeri göstermek istiyorum.”



Arabaya bindi ikisi de. MauRa derin derin nefesler alıyordu. Evet…
Yaklaşıyordu ölüm ona git gide… Hissediyordu. Sonunda görecekti ebedi mutluluğu
belki de.



Fazla olmamıştı ki JungMin arabayı durdurdu. Hızlıca çıktı ve kızı tekrar
kucağına aldı. Hızlıca bir yere koşuyordu ağaçlıkların arasında. Kız ne kadar
merak etse de konuşmuyordu. Sıkışan kalbine hâkim olmaya çalışıyordu. Sonunda
durduklarında, kız yavaşça başını kaldırdı. Ahşap bir evdi bu… Tam ormanın
ortasında, küçücük bir evdi bu. Kızın, sahilde, JungMin ile birlikte çizdiği
evdi bu.



“JungMin…”

“Sus MauRa… Ne yapmak istediğin umurumda bile değil. Bugün sadece benimsin.
Ben çok bencil ve şımarık biriyim bunu biliyorsun!”



İçeri girdiklerinde JungMin kucağında ki kızı koltuğa bıraktı ve hemen
yanına oturdu.

“Sadece seni izlemek istiyorum MauRa. Hayatımın sonuna kadar o açıkgözlerine
bakmak istiyorum.”

“Benim elimde değil bu JungMin… Onlar hep açık kalmayacaklar ama sana söz
veriyorum seni orada bekleyeceğim.”

“Böyle söyleme!”

“Sonunda ikimiz de orada olacağız JungMin. Sadece mutlu olamaz mısın? Ben
zaten hep yanında olmaya çalışacağım. Her gece rüyalarında buluşacağız zaten.”

“Ya gerçek sen olmazsan? Ya kâbus olursa?”

Genç kız biraz daha sokuldu genç adama. Onun sıcaklığını hissetmek
istiyordu.

“O zaman HyungJun’un ya da Kyu’nun yanına yatabilirsin, izin veriyorum.”

Genç adam alaycı bir gülümseme ile baktı kıza.

“Peki… Acaba birlikte yatsak ne olur? Sadece izlesem seni?”

“Yanımda olacağına söz verir misin?”

Hala sıkışan kalbini saklıyordu kız. Son bir kez belki dokunur dudakları
dudaklarıma umudu ile söylemiyordu hiçbir şeyi. Biliyordu, eğer söylese bütün
bu büyülü an bozulacaktı.

“Ben veririm.”

İkiside geniş yatağa uzandı ve birbirlerine döndüler. Kız, JungMin’e
yaklaştı ve sarıldı sıkıca.

“Seninle ettiğimiz kavgayı hatırlıyorsun değil mi? HyunJoong ile gitmemi
istemediğinde…”

Çocuk başını salladı yavaşça.

“O gün kaçacaktım aslında. Beni böyle görmeyecektin. HyungJun ve Kyu beni
götüreceklerdi, sen zaten film çekimlerindeydin… Yok, olacaktım … Ama hyunJoong
bir anda vazgeçti…”

JungMin biraz daha sarıldı kıza.

“Benden kaçamazsın Maura. Biz birbirimize ait iz. Kaç yaşında olursam
olayım, seni bekleyeceğim.”

“Bende seni bekleyeceğim Şımarık prensim benim”

Ve son bir kez, genç adamın sıcak dudakları, MauRa’nın soğuk dudakları ile
buluştu. İkisi de zaten kalplerini hissetmiyordu artık. JungMin’in dolan
gözleri, yine iki çift el yardımı ile silindi.



5 dakika sonra JungMin her şeyin bittiğini sanmıştı…



Bir kaç sene sonra



“Lanet olsun! Lanet olsun LANET!”

“MauRa biraz sakin ol.bak jungMin az sonra gelecek.”

“Sakın gözüme gözükmesin o!Ahhh!! Salak şey! Gelmesin buraya öldüreceğim
onu!”

“Tamam MauRa.Hatta gelince birlikte döveriz.”

“Jun!!”

“Tamam ya.”



Hızla ilerleyen sedyede MauRa sıcak terler döküyordu. Sırılsıklam olmuştu
üstü başı. Sadece bağırmakla yetiniyordu. HyunJoong sıkıca elini sıkıyor hatta
en az MauRa kadar heyecanlanıyordu.

YoungSaeng, telefonunu açmayan JungMin’in yanına gitmişti. Kyu,Jun ve
Hyunjoong MauRa2nın yanından ayrılmıyordu.



“Bekle bak, Gelecek az sonra. Herkes rahatlayacak”

“Sakın gelmesin yoksa onu boğarım!!”



MauRa’dan duyulan son ses bu olmuştu. Yaklaşık 4 yıl önce herkesin öleceğini
düşündüğü kız, şimdi bir çocuk doğuruyordu.

Evet… O günden sonra MauRa İsviçre’de ki beyin cerrahisi tarafından ameliyat
edildi.

%30 şansı vardı en başta.Ama MauRa o kadar güçlü bir kızdı ki başarı ile
atlattı.

Şimdi ise bir erkek çocuk yoldaydı.

Sanki başında ki 5 erkek yetmezmiş gibi.

Sanki başında ki 5 erkek çocuğu yetmezmiş gibi.

Ameliyathanede bir gülüyor, bir ağlıyor, bir çığlık atıyordu. Aslında öfkesi
canı yandığındandı.

Sadece arkadaşlarına ve kocasına dönmek istiyordu.



~~~



2 yıl sonra



“Min Jae! Gel, Gel HyunJoong amcana gel!”

“Yine ne aldın oğluma?”

“Aman annesi illa bir şey alınca mı çağırıyorum yanıma?”

“Fark etmiyor HyunJoong. Sen sürekli bir şeyler alıyorsun. EunHie seni
yakında evden kovmaz ise iyidir.”

“Ya sussana biraz. Cadı! Duycak şimdi”

MauRa küçük bir çocuk gibi dil çıkardı HyunJoong’a ve elinde ki salata tabağını
masaya götürdü. EunHie ve NeulRa da ona yardım ediyorlardı.



EunHie ve NeulRa, MauRa’nın Almanya’daki Koreli arkadaşlarıydı. MauRa’nın
durumunu öğrendiklerinde gelmişlerdi.



HyungJun, her kız gibi Neulra’yıda tavlayabileceğini sanmıştı ama NeulRa zeki
bir kızdı. Hyungjun’u tanımasına rağmen tanımıyormuş gibi davrandı 1 yıl
boyunca. Şimdi ise her fırsatta birbirlerine sarılıp garip garip konuşan bir
çiftler ve çıkıyorlar.



EunHie ise tamamen şans eseri HyunJoong ile sevgili olmuştu. Bir barda,
çocuk EunHie’yi rahat bırakmıyordu. Bardan kaçmaya çalışırken MauRa’yı
aramıştı. Herkes evdeydi ve yemek yiyorlardı. Sadece HyunJoong dışarıdaydı.
Maura hemen –gıcık!- arkadaşını aradı ve durumu anlattı.



Nedense içinden bir ses gitmesi gerektiğini söyledi.



Onlar da böyle tanıştılar işte.



MauRa’nın annesi ve babası Türkiye’ye geri döndüler ama MauRa oraya
yerleşmeyeceğini söyledi. Çok sık gidiyorlardı ama yine de oraya yerleşmeyi
düşünmüyordu.



Bu arada… MauRa sayesinde ilk kez Türkiye’de Koreli bir müzik grubunun
konseri yapıldı.



MauRa, ilerleyen senelerde büyük projelerin çizimlerini üslendi ve bir
alışveriş mağazası yapıldı. Bütün dünyada sadece 3 tane vardı. Aynı çizim ve
yerleşim ile. Kore’de, Türkiye’de ve Almanya’da.



Zaman geçtikçe Min Jae –MauRa’nın oğlu- çok yakışıklı bir genç olmuştu.
Liseye başladığında en az babası kadar şımarık bir çocuk olarak okulun
gözdesiydi.



Karşısına MaeNi çıkana kadar. Hayatının ilk aşkıydı o. Ve öylede kalacaktı.



Git gide büyümüştü aileleri. YoungSaeng ve Kyu daha evlenmemişlerdi ve
sevgilileri de yoktu.

Ama ileride ne olacağı hakkında kim bir şeyler biliyordu ki?



Belki de YoungSaeng Han nehrinde intihar etmeye kalkan bir kızı kurtaracaktı
belki de Kyu Türkiye turnesinde gizlice ekipmanların arasında yolculuk yapan
kız ile evlenecekti.



Hayat başkalarına göre yaşamak için çok kısa. Ne istiyorsanız, sadece onu
yapmalısınız. Yoksa asla mutlu olamazsınız.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARIŞMA] Yalnız Kendime İnkarım
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yalnız Değilsin
» [YARIŞMA] GÖKYÜZÜNÜN RİTMİ
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» [YARIŞMA] My Bigbang
» [YARIŞMA] EVLİLİK GÖRÜŞMESİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: