Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Kore Hikayeleri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 [YARIŞMA] Cennetten Gelen Hediye

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Cassie
Admin & Yazar & Okur
Cassie


Mesaj Sayısı : 3310
Kayıt tarihi : 29/01/11

[YARIŞMA] Cennetten Gelen Hediye Empty
MesajKonu: [YARIŞMA] Cennetten Gelen Hediye   [YARIŞMA] Cennetten Gelen Hediye Icon_minitimeCuma Haz. 03, 2011 6:21 pm

Cennetten Gelen Hediye/ Ece Nur



Chung Ae her zamanki gibi sabah koşusunu yapıyordu. Altında kısacık şortu ve
üstüne tam oturan askılı badisi zaten güzel olan vücudunu iyice gözler önüne
seriyordu ve bu sayede gelen geçen herkesin ona bakmasına neden oluyordu.
Arkadan sıkı bir şekilde atkuyruğu yaptığı en az gece kadar siyah olan saçları
o her adımını attığında yanlara doğru sallanıyor ve izleyenlerin gözünde
muazzam bir tablo görüntüsü oluşturuyordu. Chung Ae, daha ilkokuldayken üst
sınıflardan bir çocuk (ki bu çocuk Jung Min’in sınıf arkadaşıydı) onu zorla
öpmeye kalkmış ve Jung Min çocuk Chung Ae’yi nereyse öpeceği sırada bir
kahraman edasıyla ortaya çıkarak o çocuğu bir güzel benzetmişti. İşte o günden
beri Jung Min onun tartışılmaz en büyük kahramanı ve tek aşkıydı. Jung Min o
gün Chung Ae’yi o çocuktan kurtardıktan sonra Chung Ae’ye dönüp “Yah! Ne zaman
seni görsem başın hep belada oluyor, sen bela çeken bir mıknatıs gibisin!..”
demişti hafif bağırarak ama daha sonra ses tonunu düşürüp utangaç bir ses
tonuyla “ Ama artık ben varım… Melekler beni sana seni o kazalardan korumam
için yolladı” dedi. Gerçekten de öyleydi… Melekler Jung Min’i ona bir armağan
olarak onu koruması için göndermişti ve Chung Ae bu hediye için her gece
yatağında Tanrı’ya şükrediyordu. Jung Min’in onu koruyacağını söylediği günden
beri Chung Ae hiçbir zaman Jung Min’in yanından ayrılmamış ve nereye giderse
peşinden gitmişti. Ta ki Jung Min ve üyesi olduğu SS501 adlı grubun ünü dünyaya
yayılıncaya kadar… Daha sonra birbiri ardına provalar, çekimler, konserler ve
turneler ardı ardına gelmişti. Tabi şan şöhret gelince Min’in etrafındaki
kızların sayısıda yüzlerce kat artmıştı. O gün bugündür de Chung Ae,Min’ini
dışarıda aç köpekler gibi Min’i bekleyen şıllıklara kaptırmamak için hiç
aksatmadan tıpkı şimdi yaptığı gibi her sabah en az 1,5 saat yaptığı sabah
koşusunu asla ihmal etmezdi. Şu son 2 yıldır neredeyse yapmayı adet haline
getirdiği spor sayesinde etleri daha da sıkılaşmış, her sabah aldığı temiz hava
sayesinde de teninin rengi hafif uçuk pembe bir renk almıştı ve artık Min’in
etrafındaki en güzel kızlardandı.Yalnız Chung Ae bugün her zamankinden 2 saat
daha fazla koşmuştu ve artık ayaklarının buna dayanacak takati kalmamıştı. Dün
akşam Min’i bir barda tanımadığı bir kızla sarmaş dolaş görmüştü ve bütün gece
gözüne bir saniye bile uyku girmemişti. Sabah her gün kalktığının aksine bu
sabah 3 saat önce altıda yataktan fırlamış ve günlük rutin koşusuna her
zamankinden daha erken başlamıştı. 3,5 saattir koşuyordu ve vücudu ona artık
“DUR!” , diye isyan ediyordu ona ama o durmadan koşmaya devam etti. Koşuyor ve
koşuyordu. Ciğerleri artık oksijensizlikten bitap halde oksijene kavuşmak için
çıldırıyor ama isteğini elde edemiyordu. Sonunda bedeni bu işkenceye karşı
Chung Ae’ye rest çekti ve Chung Ae olduğu yere dizlerinin üstüne yığılıverdi.
Gözlerinden kaçak olarak akmış olan 2 damla yaş yanaklarından süzülüp yere
düştü ve kaldırım taşında ıslak birer iz bıraktı. Chung Ae zaten kısacık olan
şortunu minnacık elleriyle sıkıyor ve hıçkırıklara boğulmamak için kendini
zorluyordu. Hayır, yol ortasında ağlamak ona göre değildi! Chung Ae birden
omzunda bir el hissetti ve büyük bir beklenti içinde “ Belki de bu Min’dir “
diye düşünerek arkasına döndü ama hayır gördüğü kişi aslında onun beklediği
kişi değildi…“ Niye burada durmuş ağlıyorsun?? “ , diye sormuştu Jun. Ona bakıp
en içten gülümsemesiyle gülümsüyordu. Chung Ae birden ağlayacak bir omuza
ihtiyaç duyduğunu hissetti ve ayağa kalkarak Jun’un boynuna kollarını sardı ve
başını Jun’un omzuna gömerek ağlamaya başladı. Kendisine yakıştıramadığı bir
şekilde sokak ortasında ağlıyordu işte! Jun son 2 yıldır onun en büyük
destekçisi olmuştu. Ne zaman Min onu ağlatsa Jun onun yanında olmuş ona hep
destek olmuştu. Şimdi de son 2 yıldır yaptığı gibi yapıyor ve ona destek
oluyordu Jun…Jun, bir yandan Chung Ae’nin saçlarını okşayarak diğer yandan da “
Şişşşt geçti… Onlar geçici sen kalıcısın bebeğim “ , diyerek onu teselli etmeye
çalışıyordu. Jun,3.5 saattir koşmaktan yorgun düşmüş olan Chung Ae’nin bedenini
neredeyse sürükleyerek yanı başlarında olan banka oturttu ve onu teselli etmeye
devam etti. Elleri hala genç kızın saçlarını okşamaya devam ediyordu. Chung Ae
kafası hala Jun’un boynunda gömülü bir şekilde ağlayarak konuşmaya başladı.“
Hep canımı yakıyor Jun. Hep böyle yapıyor. Onu her seferinde bir kızla
görmekten yoruldum!” , dedi. Nefesi kesik kesik geliyordu. Zaten astım
hastasıydı Chung Ae ve Jun şuana kadar onun bu haldeyken nasıl hala astım
krizine girmediğine şaşıyor ve aynı zamanda bu duruma seviniyordu. Belki morali
düzelir diye konuşmaya başladı Jun… Tamam, konuşmak konusunda pekiyi değildi
ama onu bu halde görüp bir şey yapamadıkça üzülüyordu.“ O odun kızım bakma sen
ona… Ne anlar o kızların duygusundan?! Sadece seni üzmüyor beni de üzüyor o
odun!” , dedi Jun sitemli bir ses tonuyla Chung Ae’nin omzunu sıvazlayarak.
Aslında beni de üzüyor derken ‘ sen üzülünce bende üzülüyorum’ demek istemişti
ama bunu iletmekte pek de başarılı olduğu pek söylenemezdi. Chung Ae az önce
duymuş olduklarını yanlış yorumlamış ve bu yüzden gözyaşlarını o küçücük
elleriyle başarısızca silmeye çalışıp şaşkınlıktan kocaman açılmış gözleriyle
Jun’a dönerek, “ Ne yani sende mi Min’e âşıksın?” , dedi. Ne yani şimdi Jun…
Ah! Düşüncesi bile ona korkunç geliyordu! Jun yani şimdi şey miydi? O anormal
olanlardan mıydı? Hani şey… Tercihleri değişik olanlardan?Jun, Chung Ae’den
bile daha kocaman açılmış olan gözleriyle Chung Ae’ye doğru döndü ve “ Hayır şapşal
şey tabi ki de Min’e falan âşık değilim. Hem bir şey diyeyim mi?? O benim tipim
değil, ben kadınlardan hoşlanıyorum… Ama aslında baksana… Min’e makyaj yapıp
elbise giydirsek yeryüzündeki kadınların %90’ından daha taş olur valla “ , dedi
sırıtarak. Chung Ae bu duydukları karşısında rahat bir nefes alıp ve Jun’un
omzuna bir yumruk geçirdi ve “ Yah ben de sen şeysin sanmıştım… “ , dedi
utanarak bunu söylerken yüzü kıpkırmızı olmuştu ve yine üstündeki kısacık
şortun ucuyla oynuyordu. Jun bu duydukları karşısında gürültülü bir kahkaha
attı ve Chung Ae’ye dönüp “ Hiç güleceğim yoktu ya...” , dedi. Kahkahası Chung
Ae’yi de güldürmüştü ve şimdi ikisi birden Chung Ae’nin bu yanlış anlamasına
gülüyorlardı.

Chung Ae birden saatin kaç olduğunu düşündü ve ünlü bir markadan aldığı şık
pahalı saatine baktı. “İşe geç kalıyorum” , diyerek yerinden hızlı bir şekilde
kalktı. Giderken “ Her şey için teşekkürler Jun” , dedi Jun’un yanağına küçük
bir öpücük kondurdu.Chung Ae koşar adımlarla eve gitmek için uzaklaşırken; Jun,
Chung Ae’nin arkasından bakakalmıştı. Ne biçim bir kızdı bu böyle?? Az önce
salya sümük ağlıyordu ama şimdi ise yüzünde güller açıyordu. Ama bilmiyordu ki
aslında Chung Ae’nin içi hala kan ağlıyordu…



~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~♥ ~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~ ♥ ~♥ ~ ♥ ~ ♥ ~



Min yine her zaman ki gibi liderin onlara yaptırdığı dur durak bilmeyen
provalardan yakınıyordu. Ama birden aklına Chung Ae geldi. “Acaba o ne
yapıyor?” , diye düşündü içinden ama daha sonra omuz silkerek “benim halimden
daha kötü olacak değil ya” , dedi ve yine mızmızlanarak dans etmeye başladı.
1,5-2 saattir durmadan dans ediyorlardı ve artık hiçbir üyenin dans edecek hali
kalmamıştı. Hyun dışında… Min içinden “ Bu kadar enerjiyi nerden buluyor
acaba?! “ , diye sordu kendi kendine ve sonra sorusunu yine kendi cevapladı “
Ne olacak bütün gün provalardan sonra kış uykusuna yatmış gibi uyuyor! O kadar
uyusam ben de bu kadar enerji dolu oludum ama benim uyumama gıcığı var
bunların!! Ben ne zaman uyusam beni uyandırıyorlar!!” , diye sitem etti içinden.
Sonunda canına tak etti ve durup lidere dönerek konuşmaya başladı. “Hadi ama
lider biraz mola versek olmaz mı??” , diye sordu Min en şirin gülümsemesini
takınarak. Sanırım işe yaramıştı ki Hyun’da ona döndü ve gülümseyerek “ O
gülüşünü kızlara sakla bende bir işe yaramaz dostum” , dedi ve somurtarak
dansına kaldığı yerden devam etti. Min’de bir çare kareografiyi bitirmek üzere
dans etmeye başladı. Kareografiyi baştan sona en az 5 kez bitirmişlerdi ama
Hyun hala durmuyordu. “ Aish! Yine ters tarafından kalkmış bu” , dedi Min
yanında dans eden Saeng’e sessizce. Saeng gamzelerini göstererek güldü ve “
Sanırım haklısın baksana Hyun’daki sinire” ,dedi ve kafasıyla Hyun’u işaret
etti. Bütün grup üyeleri artık Hyun’a toplu isyan etmek üzereydi ki bu sırada elinde
Chung Ae elindeki suju dolu torbayı sallayarak içeri girdi. “ Selam millet
naber??” ,dedi yüzündeki o kocaman gülümsemeyle… Min derin bir iç çekip Chung
Ae’ye döndü. Hyun sonunda Chung Ae gelince dans etmeyi bırakmıştı. Bütün üyeler
müzik sesi kesilince “Oh!” , deyip oldukları yere çöküverdiler. Min, koşarak
Chung Ae’nin yanına geldi ve “İyi ki geldin Chung Ae, yoksa bu cani bizi
öldürecekti!” dedi ve sanki Chung Ae onun canını kurtarmış gibi Chung Ae’nin
boynuna sarıldı. Chung Ae Min’in bu tür davranışlarına alışkındı bu yüzden bir
tepki göstermedi. Min kollarını Chung Ae’nin boynundan çekince; Chung Ae
sinirliymiş gibi bir ifade takınarak Hyun’a döndü ama aslında şaka yapıyordu. “
Yah!! Lider üzme benim prenslerimi bu kadar!” dedi ve bir kolunu Min’in omzuna
attı. Min’in dikkatini bu cümlede bir şey çekmişti... “Sen az önce PRENSLERİM
mi dedin??” , diye çocuksu bir ifadeyle bakmaya başladı Min. “Evet, siz hepiniz
birer prenssiniz benim için” dedi Chung Ae yüzündeki kocaman bir sırıtmayla…
Min somurtarak “Senin tek prensinin ben olduğumu sanıyordum” dedi ve
dudaklarını büzdü. Chung Ae döndü ve ufak bir kahkaha atarak “ Sen benim…” dedi
Chung Ae yutkunarak. Sözcükler yine boğazında düğümlenmişti, yine onu boğmaya
çalışıyorlardı. Gözlerini kapattı ve düşüncelerini söyledi “ Sen bana
meleklerin cennetten getirdiği bir hediyesin… Bu prensim olmandan daha önemli
bence ve ben o hediyeyi her şeyden çok seviyorum” dedi. Kendini şuan
göremiyordu ama yüzündeki sıcaklıktan yüzünün kıpkırmızı olduğunu hissedebiliyordu.
Birden o sıcaklığın içinde yanağında bir şey hissetti. Gözlerini açtığında
Min’in onun yanağına minik bir buse kondurduğunu görmüştü. Min ona kocaman
sırıtmasıyla “ Bu hediye hayatının sonuna kadar yanında olacak” , dedi. Az önce
Chung Ae kızarmış mıydı?? Eğer öyleyse şimdi çatır çatır yanıyordu! Hızlı hızlı
nefes aldı Chung Ae ve eliyle kendisini yellemeye başladı bir an ‘ Burası fazla
mı sıcak oldu ne?’ diye düşündü ama vazgeçti. Çocuklara hiçbir şey olmamış gibi
dönüp “ Eeee hadi size o kadar suju getirdim içmeyecek misiniz??” dedi
dudaklarını büzerek. Jun, Chung Ae’ye dönüp “Sen iste marketteki bütün sujuları
alır içerim prenses” dedi gülerek ve market torbasını kendine doğru çekiştirip
içinden bir şişe suju aldı ve içmeye başladı. Min sinirli bir ifadeyle Jun’a
döndüp Jun’un önünde duran torbayı kucağına koydu ve “ Sana ne oluyor ya! Benim
şeysim getirdi onu hepsini ben içicem!” , dedi. Chung Ae onun için neydi??
Neden ona arkadaşım, kardeşim gibi şeyler diyemiyordu??Min’in bu kıskançlığı
Chung Ae’nin hoşuna gitmişti ama Min’in ondan bahsederken bir sıfat bulamaması
dikkatini çekmişti. O, Min için neydi?? Ne ifade ediyordu Min için??



-------------------------5 SAAT SONRA-----------------------



Yaklaşık 5 saat önce Min bütün torbayı önüne çekmiş ve kimsenin suju
içmesine izin vermemişti. Torbadan suju almak isteyen üyelerin ellerine vurup “
Onlar benim!” diye bağırmıştı her seferinde. Sonunda üyeler baktılar ki Min
sujuların hepsini bitirmeden kalkmayacak onu Chung Ae’ye emanet edip çıktılar.Aradan
5 saat geçmişti ve “ Min fazla içmedin mi?? Bu içtiğin kaçıncı şişe oldu??” ,
diye söylendi Chung Ae, Min’e ve yerde devrilmiş içi boş şişeleri saymaya
başladı. 1,2,3,4,5,6 !! ‘Oha Min! 6 şişe suju bir oturuşta içilir mi?’ diye
geçirdi içinden Chung Ae. Bu sujuları herkese 2 tane düşecek şekilde almıştı ve
1 tane Jun içmişti Min de 6 tane içmiş ve şimdi 7.’yi devirmekle meşguldü.
‘Demek ki daha 4 tane var’ diye düşündü Chung Ae. Daha fazla içerse Min alkol
komasına girecekti! “Hadi Chung Ae yapabilirsin Fighting!” , dedi Chung Ae ve
torbanın dibinde kalmış 4 sujuyu kendi önüne aldı ve ilk şişesini açmaya
çalıştı. Min” Yah!!! Ne yapıyorsun onlar benim!! Çabuk onları bana ver!” , diye
bağırmaya başladı. Chung Ae, Min’e en kötü bakışıyla baktı ve “Niyeymiş
efendim??! Onların parasını ben verdim ama daha hiç içmedim! Hem o kadar
iştahlı içiyorsun ki canım çekti. Vermem işte bunlarda benim!!” dedi. Min
elindeki yarım şişe sujuya baktı. Artık kusmak üzereydi bu yüzden fazla ısrar
etmemeye karar verdi ve kendi elindeki yarım şişeyi bitirmeye odaklandı. Chung
Ae suju içmeye alışıktı ama çabuk sarhoş olurdu. Bu yüzde genelde evde tek
başınayken çok nadir zamanlarda içerdi. ‘Aja aja fighting!!’ dedi ve ilk
şişesini bir dikişte içti. Sonra ikincisini, üçüncüsünü ve sonunda dördüncüsünü
de dikti kafaya. Anlaşılan sarhoş olmuştu. Yere uzanıp etrafta uçuşan melek
kıyafeti giymiş küçük Min’leri izleyip gülmeye başladı. “Yah! Deli misin sen
niye kendi kendine gülüyorsun?” , diye sordu bir ses. Sesin geldiği yöne baktığında
sesin sahibinin Min olduğunu gördü. “Aaa… Min oppa sende mi buradasın?” diye
sordu Chung Ae şaşkın bir şekilde. ‘Min ne zaman geldi buraya ya’ diye
düşünmeye başladı. Sonra kafasında aniden bir ampul yandı ve melek kıyafeti
giymiş küçük Minler’den birinin ona elindeki oku fırlatmasıyla aklı başına
geldi. Sağ eliyle kafasına vurarak “ Sen zaten hep buradaydın değil mi ya?”
dedi. Min “ Ohooo… Hanımefendi içince bizi bile unutmuş” dedi ve Chung Ae’nin
yanına yere uzandı. Gece olmuştu salonun içi karanlıktı ama yukardaki tavan
penceresi sayesinde içerisi birbirlerinin yüzlerini görebilecekleri kadar
aydınlanıyordu hem sırt üstü uzandıkları için yıldızları da izleyebiliyorlardı.
Min kafasını Chung Ae’ye doğru çevirdi ve “ Ayışığı altında daha güzel görünüyorsun”
dedi. Chung Ae alınmış bir ses tonuyla “ Ne yani normalde çirkin mi
görünüyorum” diye sordu ve güldü. Min’in böyle söylemek istemediğine emindi ama
yine de sordu. Bunu Min’in ağzından da duymak istiyordu. “Şey… Yani ben öyle
demek istemedim… Şey… Sen her zaman çok güzelsin…” dedi Min. Chung Ae bunları
duyunca midesinde bir yanma hissetti. Ama hayır… Midesindeki yanma bu yüzden
değildi. Elini ağzına götürdü ve ayağa kalkıp boş dans salonun ortasında
koşturmaya başladı ama bir türlü lavaboyu bulamıyordu. Sonunda boş suju
torbasını kaptığı gibi ağzına götürdü ve kusmaya başladı. Min korkudan faltaşı
gibi açılmış gözleriyle Chung Ae’nin omzuna elini koydu ve “ İyi misin??” diye
sordu. Chung Ae Min’in dediklerini duymadı ve az önce istifra ettiği torbanın ağzını
sıkıca bağladı ve köşede aynayla kaplı olan duvarın yanındaki çöp kutusunun
içine attı. Çantasının yanına eğilip oturdu ve içinden yanından hiç eksik
etmediği bir şişe suyuyla naneli şekerini çıkardı. Suyundan bir yudum alıp
ağzını temizledikten sonra avucuna 2-3 tane naneli şeker atıp çiğnemeye başladı
ve ayağa kalktı. Ayağa kalkarken arkasında onu endişeli gözlerle izleyen Min’i
görmedi ve ona çarpıp poposunun üstüne düştü. Chung Ae düşüşünün etkisiyle
acıtan kalçasını ovuşturmaya başladı. Min onun bu durumuna küçük bir kahkaha
atıp Chung Ae’nin yanına yere çöktü. “Hiç değişmeyeceksin değil mi?? Hep başına
bela açyorsun…” dedi ve Chung Ae’nin sıkı bir şekilde at kuyruğu yaptığı
saçından kaçmayı başaran bir tutam saçı gözünün önünden çekip kulağının arkasına
yerleştirdi.Chung Ae utanarak yerinde kıpırdandı ve Min’in az önce dediklerine
sinirli bir şekilde“ Ne yani bu halim canını çok mu sıkıyor?? İstemiyorsan beni
korumak zorunda değilsin beyefendi kocaman kız oldum artık kendi başımın
çaresine bakabilirim” dedi ve ellerini önüne getirip sağ elindeki başparmağında
takılı olan yüzüğüyle oynamaya başladı. Bu yüzüğü geçen günler keşfettiği doğal
taşlar satan bir dükkândan almıştı. Yanlış hatırlamıyorsa yüzük ametistti.
Kadının dediğine göre aşk taşı da deniyormuş bu yüzüğe. Peh aşk taşıymış!! ‘Ben
Min’in bana âşık olduğunu göremiyorum ama!’ diye geçirdi içinden ve yüzüğü
parmağından hışımla çıkarıp atabildiği kadar uzağa fırlattı. İster istemez
ağlamaya başladı. Lanet olsun, diye geçirdi içinden. “ Bugün her şeyi yanlış
anlamakta üstüne yok küçük hanım” dedi Min gülerek ve Chung Ae’nin gözlerinin
içine bakarak konuşmaya başladı. “Senin yanında olmaktan şikâyetçi değilim ve
seni korumayı seviyorum… Bu iş 7 gün 24 saat sürse dahi asla bundan şikâyetçi
olmam. Zaten ünlü olduğum zamandan beri seni hiç özlemediğim kadar özlüyorum,
sana bu kadar uzak durmaya alışık değilim bu canımı yakarken bir de böyle
ağlayarak beni daha çok üzme.” dedi ve Chung Ae’nin yanaklarından aşağı doğru
akan yaşları eliyle sildi. Chung Ae gözlerini Jung Min’e dikmiş az önce Min’in
ne demek istediğini kestirmeye çalışıyordu. Şuan ikisi de sarhoş olduğu için
pek düşünerek konuştukları da söylenemezdi. İkisi de duygularıyla hareket
ediyordu. Chung Ae’nin şuan ki duygusu ise meraktı. Jung Min’in ona ne demek
isteğini merak ediyordu. Sonunda merakına yenik düştü ve içini kemiren soruyu
sordu. “ Ne demek oluyor bu?? Şimdi sen…” dedi ama cümlesinin sonunu
getiremeden Min onun dudaklarına yapışmıştı. ‘Dünyada aldığım en güzel cevap
bu’ diye geçirdi Chung Ae içinden. Jung Min dudaklarını Chung Ae’ninkilerden
ayırdığı zaman uzun zamandır içinde tuttuğu şeyi söyledi. “ Seni seviyorum Lee
Chung Ae… Seni, şapşallıklarını ve her şeyini seviyorum!” dedi ama Chung Ae
sinirli gözlerle ona bakıyordu. Ne yani yoksa şimdi Chung Ae onu sevmiyor
muydu?? Onu bu düşüncelerinden kurtaran Chung Ae’nin sesi olmuştu. “ Ha! Beni
seviyormuş! Beni sevdiğini söylüyorsun ama seni ne zaman barda falan görsem
yanında bir kız oluyor! Ya elin kızın belinde ya da kızı öper vaziyette
görüyorum seni! Bu mu senin aşkın?! Ben seni sevdiğim için bu yaşıma kadar
birini öpmeyi bırak kimseyle çıkmamıştım bile!” dedi. “ Ben bir erkeğim Chung
Ae hatırlatırım ve aynı zamanda çok da ünlüyüm! Dur bir dakika… Sen az önce
beni sevdiğini mi söyledin??” dedi Min. Chung Ae sinirli bir şekilde konuşmaya
başladı ve “Senin jeton köşeli galiba… Ben onu söyleyeli çok oldu cicim!” dedi.
“ Hadi ama Chung Ae o eskide kaldıysa o kızlarla olan şeylerde eskide kaldı
onların hepsi bir hataydı. Bana bir şans daha veremez misin? Cennetten gelen
hediyen senden son bir şans istiyor. Onu eskimiş bir oyuncak gibi kenara
atmayacaksın değil mi?? Bak melekler buna çok darılır yoksa sana küserler bak!”
dedi. Şekeri elinden alınmış küçük bir çocuk gibi ha ağladım ha ağlayacağım
bakışıyla bakıyordu Chung Ae’ye Jung Min. Chung Ae yıllardır bu anı bekliyordu.
Jung Min haklıydı o kızlar geçmişte kalmıştı şimdi devir Chung Ae devriydi…

Chung Ae, Min’in onu ilk kurtarışından beri bu anı beklemiyor muydu zaten??
Birden bire Chung Ae’nin sağ ve sol omzunda birer tane melek belirdi. Sağ
omzundaki melek konuşmaya ilk giren taraf oldu ve keman solosu kadar
dinlendirici olan sesiyle konuşmaya başladı ve “Görmüyor musun Chung Ae bak
orda… Hayatının aşkı karşında durmuş sana seni sevdiğini söylüyor… Kabul et…
Kabul et ve onunla birlikte ölene kadar mutlu ol…” dedi. Chung Ae’nin sol
omzunda duran melek konuşmak için Chung Ae’ye döndü. Diğer meleğin sesi az önce
konuşan meleğin sesi ne kadar güzelse o derecede itici bir tıslama şeklinde çıkıyordu.
“O seni aldattı… Seni sevdiğini söylüyor ama başka kızlarla öpüşüp koklaşıyor…
Sana olan sevgisi bu kadar mı?? Görmüyor musun onun niyeti seni kandırıp
kullanmak… Ünlü bozuntusu işte! Güvenme ona!” dedi. Bunun üzerine Chung Ae’nin
sağ omzundaki melek hemen Min’i savunmaya geçti. “Geçmiş geçmişte kalmıştır
Chung Ae… Bunu sakın unutma. Geçmişte olanları düşünüp geleceğini tehlikeye
atıyorsun… Gelecekte mutlu olma şansın karşında duruyor… Bu fırsatı kaçırma ve
hak ettiğin aşka kavuş…” dedi. Chung Ae’nin sol omzunda duran melek ellerini
önünde birleştirmiş oflayıp pufluyordu ve “Ne yaparsan yap! Sonunda üzülen yine
sen olacaksın! Ünlü milletine güven olmaz!” dedi. Küçük bir ışığın ardından iki
melekte ortadan kayboldu.



-------CHUNG AE’NİN AĞZINDAN--------



Kararımı vermiştim… Belki de Min şuanda söylediklerini içkinin etkisiyle
söylüyor olabilirdi ama bu umurumda değildi… Sonunu yaşamadan bilemezdim ki!
Denemek istiyorum! Sonu ne olursa olsun denemek istiyorum… Sonunda canım yansa
bile üzülecek taraf ben olsam da denemek istiyorum… Min’e döndüm ve yüzümdeki
kocaman gülümsemeyle “ Bende seni seviyorum… Tüm sonuçlarına rağmen…” dedim ve
Min’in dudaklarına kısacık bir öpücük bıraktım. Ben geri çekildikten sonra Min
ellerini yanaklarımın üzerine koydu ve gözlerimin içine bakarak “Buna hiç
pişman olmayacaksın, güven bana” dedi. Gözlerime derin derin baktıktan sonra o
çok sevdiğim gülümsemesiyle bana güldü ve o da beni öptü. Ne kadar sürdü beni
öpüşü bilmiyorum ama cennetten gelen hediyem beni öperken zamanın önemi yoktu…
Onu bana melekler hediye etmişti ve sadece melekler benden alabilirdi ama tabi
önce beni çiğnemeleri gerekecekti…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
[YARIŞMA] Cennetten Gelen Hediye
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» [YARIŞMA] LANETLİ KOLYE
» [YARIŞMA] My Bigbang
» [YARIŞMA] BEKLENEN GÜN
» [YARIŞMA] <3 SONSUZA DEK SS501 <3
» [YARIŞMA] SESSİZLİĞİN BESTESİYDİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kore Hikayeleri :: Hanguk Iyagi :: Tek Bölümlük Hikayeler-
Buraya geçin: